Hakkımda

FİRUZ DEMİR YAŞAMIŞ Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirmiştir (1968). University of Southern California’da planlama (kentsel ve bölgesel çevre) ve kamu yönetimi yüksek lisans programlarını bitirmiştir (1976). Siyaset ve Kamu Yönetimi Doktoru (1991). Yerel Yönetimler, Kentleşme ve Çevre Politikaları bilim dalında doçent (1993). Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı’nın kuruluşu sırasında müsteşar vekili. (1978-80) UNICEF Türkiye temsilciliği. (1982-84) Dünya Bankası’nın Çukurova Kentsel Gelişme Projesi’nde kurumsal gelişme uzmanı. (1984-86) Çankaya Belediyesi’nin kurumsal gelişme projesini yürütmüştür. (1989-91) Yedinci Kalkınma Planı “Çevre Özel İhtisas Komisyonu”nun başkanlığı. DPT “Çevre Yapısal Değişim Projesi” komisyonu başkanlığı. Cumhurbaşkanlığı DDK’nun Devlet Islahat Projesi raportörü. (2000-1) Çevre Bakanlığı Müsteşarı (Şubat 1998 – Ağustos 1999). Sabancı Üniversitesi tam zamanlı öğretim üyesi. (2001-2005) Halen yarı zamanlı öğretim üyesi olarak çeşitli üniversitelerde ders vermektedir. Şimdiye kadar ders verdiği üniversiteler arasında Ankara, Orta Doğu, Hacettepe, Fatih, Yeditepe, Maltepe ve Lefke Avrupa (Kıbrıs) üniversiteleri bulunmaktadır.
Blogger tarafından desteklenmektedir.

Translate

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE
EV

Bu Blogda Ara

21 Haziran 2025 Cumartesi

 

Zeytinlik Alanlarının Madenciliğe Açılması: Hukuksal ve Ekolojik Bir Değerlendirme

 

Prof. Dr. Firuz Demir YAŞAMIŞ

Çevre Bakanlığı e. Müsteşarı

 

 

 

GİRİŞ

Zeytin (Olea europaea) Akdeniz havzasının ekolojik ve kültürel peyzajında merkezi bir konuma sahip olup Türkiye ekonomisi ve kırsal toplumları açısından stratejik öneme sahip bir tarımsal üründür. Türkiye, dünya zeytin üretiminde önde gelen ülkeler arasında yer almakta ve zeytinyağı ihracatında da önemli bir ülke konumundadır. Bu durum, zeytinciliğin kırsal kalkınma, istihdam ve gelir dağılımı açısından kritik bir rol oynamasını sağlamaktadır. Zeytinlikler, küçük ve orta ölçekli işletmelerin temel geçim kaynaklarından biri olarak sosyal yapının korunmasına katkıda bulunmaktadır. Bunun yanı sıra, zeytinlikler ekosistem hizmetleri açısından da büyük değer taşımaktadır. Toprak erozyonunun önlenmesi, karbon yutakları olarak iklim değişikliği ile savaşımda rol üstlenmeleri, biyolojik çeşitliliğin desteklenmesi ve mikroklimatik düzenlemeler sağlama işlevleri zeytinliklerin ekolojik önemini artırmaktadır. Bu çok katmanlı işlevsellik zeytinliklerin sadece ekonomik değil aynı zamanda çevresel sürdürülebilirlik açısından da korunmasını zorunlu kılmaktadır. Ancak, özellikle madencilik ve diğer ağır sanayi etkinliklerinin zeytinlik alanları üzerinde yaratabileceği olumsuz etkiler bu duyarlı dengenin bozulmasına yol açma riski taşımaktadır. Türkiye’de zeytinliklerin korunmasına yönelik yasal çerçeve, bu çok boyutlu önemi göz önünde bulundurarak oluşturulmuşken, son dönemde gündeme gelen mevzuat değişiklikleri ve uygulamalar zeytinliklerin yıkımına kapı aralamaktadır.

Bu çalışma, Türkiye’de zeytinliklerin madencilik etkinliklerine açılmasına ilişkin yasal düzenlemelerin kapsamlı bir çözümlemesini yapmakta, uygulamadaki eksiklikler ve karşılaşılan sorunlar üzerinden bu düzenlemelerin çevresel, ekonomik ve toplumsal etkilerini değerlendirmekte ve aynı zamanda sürdürülebilirlik ilkeleri ışığında gerekli reform önerilerini tartışmaktadır.

ÇÖZÜMLEME

2024 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulan ve Plan ve Bütçe Komisyonu’nda kabul edilen torba yasa teklifinin 11. maddesi, zeytinlik alanlarda madencilik etkinliklerinin yürütülmesine olanak tanıyan yeni bir yasal düzenlemeyi içermektedir. Söz konusu madde, Maden Kanunu’na eklenecek geçici bir hüküm aracılığıyla tapuda zeytinlik olarak kayıtlı veya zeytinlik niteliğindeki alanlarda başka yerde yürütülmesi olanaklı olmayan madencilik etkinliklerinin kamu yararı gerekçesiyle gerçekleştirilmesini olanaklı kılmaktadır. Üstelik bu tür bir düzenlemenin savunucuları, elektrik üretimi gibi stratejik öneme sahip bir kamu hizmetini gerekçe göstererek yasa teklifinin kabul edilmemesi durumunda enerji arz güvenliğinin riske gireceği yönünde baskı oluşturmaktadırlar. Bu tür bir yaklaşım, yalnızca teknik bir zorunluluğa değil, aynı zamanda siyasi ve ekonomik baskıya dayalı bir yönlendirmeye işaret etmektedir. Oysa enerji üretim politikaları, çevresel sürdürülebilirlikten bağımsız düşünülemez. Yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmek yerine, tarımsal üretim alanlarının enerji bahanesiyle madenciliğe açılması, uzun vadeli kamu yararına açıkça aykırıdır.

Elektrik üretimi gerekçesiyle zeytinliklerin madencilik etkinliklerine açılmasını öngören yasa teklifinin savunusunda, genellikle “kamu yararı” kavramı ve “enerji arz güvenliği” söylemi öne çıkarılmaktadır. Teklif sahipleri, söz konusu düzenleme kabul edilmediği takdirde elektrik üretiminde sıkıntılar yaşanacağı, enerji projelerinin duracağı ve dolayısıyla ülkenin kalkınmasının sekteye uğrayacağı savını ileri sürmektedirler. Ancak bu iddialar, mevcut enerji üretim kapasitesi, kaynak çeşitliliği ve Türkiye'nin elektrik üretimindeki güncel durumu dikkate alındığında ikna edici bir zeminden yoksundur. Öncelikle, Türkiye'nin toplam elektrik üretim kapasitesi, yıllar içinde önemli ölçüde artmış ve doğal gaz, hidroelektrik, kömür, rüzgar ve güneş gibi farklı kaynaklara dayalı üretim modelleriyle çeşitlenmiştir. Yenilenebilir enerji kaynaklarına yapılan yatırımlar da son dönemde artış göstermiştir. Bu bağlamda, zeytinliklerin yıkımı pahasına yürütülecek madencilik etkinliklerinin enerji arzı açısından “zaruri” olduğu iddiası, teknik olarak sorgulanabilir niteliktedir. Öte yandan, enerji yatırımlarının kamu yararını gözetmesi gerektiği elbette doğrudur. Ancak kamu yararı, sadece ekonomik kalkınma ya da enerji arzı ile sınırlı bir kavram değildir. Kamu yararı aynı zamanda çevresel sürdürülebilirliği, gıda güvenliğini, kültürel mirasın korunmasını ve toplum sağlığını da kapsayan çok boyutlu bir ilkedir. Bu çerçevede değerlendirildiğinde zeytinliklerin madencilik faaliyetlerine açılması, kısa vadeli ekonomik faydalar uğruna uzun vadeli çevresel, toplumsal ve ekonomik kayıpların göze alınması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, elektrik üretimi bahanesiyle yapılan bu düzenleme, esasen doğa tahribatını meşrulaştırmaya yönelik bir strateji olarak görülmelidir. Bu durum, kamu politikalarının kısa vadeli yatırımcı taleplerine göre şekillendiği ve kamu yönetiminin çevresel değerleri korumakta yetersiz kaldığı bir yönetsel zayıflığa da işaret etmektedir.

Meşhur 11 inci Madde

Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulan torba yasa kapsamında Maden Kanunu’na eklenmesi öngörülen geçici 11. madde, zeytinlik alanların hukuksal statüsünde önemli bir dönüşüm yaratabilecek niteliktedir. Teklif edilen düzenlemeyle birlikte, tapu kayıtlarında zeytinlik olarak geçen ya da zeytinlik niteliği taşıyan alanlarda “başka yerde gerçekleştirilmesi mümkün olmayan” elektrik üretimi amaçlı madencilik faaliyetlerine bakanlık izniyle olanak tanınması hedeflenmektedir. Bu izin sürecinin “kamu yararı” ilkesi temelinde yürütüleceği belirtilmektedir.

Hukuki Boyut ve Kamu Yararı Tartışması: Söz konusu düzenleme, öncelikle çevre hukukunun koruyucu yaklaşımıyla kalkınmacı enerji politikaları arasındaki dengeyi yeniden tartışmaya açmaktadır. “Kamu yararı” kavramı, anayasal ve yönetim hukuku açısından “meşru müdahale” gerekçesi olarak işlev görse de geniş ve muğlak tanımlandığında temel hakların ihlali riskiyle karşı karşıya kalınmaktadır. Bu bağlamda, düzenlemenin zeytinliklerin korunmasına ilişkin yürürlükteki 3573 sayılı “Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun” ile açıkça çelişki oluşturduğu görülmektedir. Anılan kanunun 20. maddesi, zeytinlik sahalarında madencilik de dahil olmak üzere zeytinlikleri yıkacak etkinlikleri açık biçimde yasaklamaktadır. Ayrıca, “başka yerde yürütülmesi mümkün olmayan” etkinliklerin tanımı yapılmaksızın kanun hükmüne alınması yönetimin takdir yetkisini keyfi biçimde kullanabilmesinin önünü açmaktadır. Bu da mülkiyet hakkı, çevre hakkı ve sağlıklı yaşam hakkı gibi temel anayasal güvencelerle doğrudan ilişkilidir.

Tarımsal Ekosistemler ve Sürdürülebilirlik Açısından Etkileri: Zeytinlikler yalnızca tarımsal üretim alanları değil, aynı zamanda ekolojik dengeyi koruyan, toprak erozyonunu önleyen, biyoçeşitliliği barındıran ve yerel ekonomik sürdürülebilirliği destekleyen tarımsal ekosistemlerdir. Bu alanların madencilik gibi yüksek yıkım gücü taşıyan etkinliklere açılması geri dönüşü olmayan ekolojik zararlar doğurabilir. Zeytincilik sektörü, özellikle Ege, Marmara ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde kırsal kalkınmanın temel dayanaklarından biri olarak işlev görmekte ve aile tipi küçük işletmelerin geçim kaynağını oluşturmaktadır. Bu bağlamda yapılacak her düzenleme yalnızca enerji siyasaları açısından değil aynı zamanda tarımsal üretim, gıda güvenliği ve kırsal sosyo-ekonomik yapı açısından da değerlendirilmelidir.

Kamulaştırma, Kiralama ve Giderim Mekanizmalarının Yetersizliği: Düzenleme kapsamında Hazine’ye ait taşınmazların, taşınan zeytinliklerin yeniden tesisi veya yeni zeytinlik kurulması amacıyla 10 yıl süreyle rayiç bedel üzerinden kiralanması öngörülmektedir. Ancak bu tedbirin yerinden edilen zeytinliklerin doğa ile uzun yıllar içinde kurduğu ilişkiyi yeniden kurmak bakımından yeterli olmadığı açıktır. Zeytin ağacı, verime ulaşabilmesi için uzun yıllar gerektiren bir türdür. Bu nedenle giderim amaçlı arazi sağlanması zaman ölçeği bakımından yetersiz kalmakta ve yalnızca niceliksel bir giderim aracı olarak kalmaktadır. Ayrıca kamulaştırma ve yeniden dikim süreçlerinde çiftçilerin karşı karşıya kalacağı ekonomik kayıplar, toplumsal maliyetler ve işgücü kaybı gibi unsurlar dikkate alınmaksızın düzenleme yapılması tarımsal üretimin kararlılığı ve çiftçi refahı açısından ciddi sakıncalar barındırmaktadır.

Sonuç olarak, 11. madde ile getirilen öneri, enerji arz güvenliği ve madencilik yatırımlarının özendirilmesi gibi makro düzeydeki amaçlar uğruna yerel ekosistemlerin ve tarımsal üretimin göz ardı edildiği bir yaklaşımı yansıtmaktadır. Bu yönüyle, düzenleme sürdürülebilir kalkınma ilkesi, çevresel bütünlük ve hukuksal öngörülebilirlik ölçütleri açısından ciddi biçimde tartışmaya açıktır.

Bu nedenle, söz konusu düzenlemenin kabul edilmesi halinde, zeytinliklerin korunmasına ilişkin mevcut normatif çerçevenin zayıflayacağı, yargı denetiminin alanının daralacağı ve uzun vadede ekolojik yıkım ile toplumsal adaletsizliklerin artacağı öngörülebilir. Her şeyden önce, zeytinliklerin ulusal tarım politikası içindeki stratejik yeri ve Türkiye’nin Akdeniz coğrafyasında sahip olduğu özgün bitki örtüsünün korunması açısından bu düzenlemenin yeniden gözden geçirilmesi gereklidir.

Bu düzenlemenin öngördüğü uygulama, maden arama veya işletme etkinliklerinin “elektrik üretimi” amacıyla sınırlanması ve Bakanlık iznine bağlı kılınmasıdır. Ayrıca, zeytin ağaçlarının öncelikle aynı il veya ilçe sınırları içinde taşınması, bu olanaklı değilse belirli teknik raporlara dayanarak aynı büyüklükte bir başka zeytinlik alanın kurulması koşul olarak getirilmektedir. Bu bağlamda, taşınan ya da yok edilen her bir zeytin ağacına karşılık aynı sayıda ağacın yeniden dikilmesi zorunluluğu getirilmiştir. Ayrıca işletmecilerden “rehabilitasyon bedeli” tahsil edileceği belirtilmiştir.

Ancak bu düzenleme, başta Anayasa'nın 56. maddesinde yer alan çevre hakkı ve Tarım Kanunu’nun 20. maddesinde düzenlenen tarım arazilerinin korunması ilkesi olmak üzere pek çok temel çevresel ve hukuksal normla çatışma içindedir. Özellikle 3573 sayılı “Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun” zeytinlik alanların her türlü sanayi, maden ve yerleşim etkinliklerine kapalı tutulmasını öngörmüş ve bu alanları özel olarak koruma altına almıştır. Mevcut torba yasayla önerilen değişiklik zeytinliklerin koruma statüsünü ortadan kaldırmakta ve uzun vadeli çevresel yıkım riskini artırmaktadır.

Ekosistem temelli değerlendirmelerde, zeytinliklerin sadece ekonomik birer tarım alanı olarak değil, aynı zamanda toprağın erozyona karşı korunması, karbon yutak alanı olarak işlev görmesi ve kırsal sosyo-ekonomik dokunun sürekliliğini sağlaması açısından da stratejik öneme sahip olduğu bilinmektedir. Bu çerçevede, zeytinliklerin madencilik etkinliklerine açılması yalnızca tarımsal üretimi değil aynı zamanda kırsal ekosistemlerin bütünlüğünü ve gıda güvenliğini de tehdit etmektedir.

Muhalefet partileri, meslek örgütleri ve çevre sivil toplum kuruluşları söz konusu yasal düzenlemeye ciddi eleştiriler yöneltmektedir. Özellikle, “başka yerde yapılması olanaklı olmayan” gibi belirsiz ifadelerle tanımlanan kamu yararı ölçütü geniş bir yönetsel takdir yetkisini meşrulaştırmakta ve keyfi uygulamalara açık bir hukuksal zemin oluşturmaktadır. Ayrıca “taşıma” ve “yeni zeytinlik tesisi” gibi önerilen giderim mekanizmalarının biyolojik çeşitlilik kaybını ve ağaçların verim kaybını ortadan kaldırması olanaklı değildir.

Sonuç olarak, torba yasa teklifindeki bu düzenleme, Türkiye’de zeytinliklerin bütüncül ve sürdürülebilir bir koruma siyasasından uzaklaşıldığını göstermektedir. Kamu yararı kavramının dar anlamda enerji temelli tanımlanması çevresel varlıkların ve tarımsal alanların uzun vadeli korunması hedefiyle çelişmektedir. Bu çerçevede, yasanın mevcut durumuyla yürürlüğe girmesi ciddi ve olumsuz hukuksal ve ekolojik sonuçlar doğurması çok olasıdır. Meclis Genel Kurulu’nun bu düzenlemeyi yeniden değerlendirmesi yalnızca zeytincilik sektörü değil aynı zamanda çevre hukuku ve kırsal kalkınma açısından da büyük önem arz etmektedir.

Madencilik Lobisinin Siyasal Etkisi ve Ekolojik Değerlerin Sistemli Şekilde Dışlanması: Türkiye'den Kurumsal Gözlemler

Türkiye’de çevresel karar alma süreçleri, özellikle doğal varlıkların korunmasına ilişkin konularda, uzun yıllardır kurumsal kararsızlık, siyasal müdahale ve ekonomik çıkar gruplarının baskısı altında şekillenmektedir. Bu bağlamda zeytinliklerin madencilik etkinliklerine açılmasına yönelik yasal düzenlemeler, yalnızca teknik veya ekonomik bir tartışma değil aynı zamanda ekolojik değerler ile çıkar odaklı kalkınma anlayışı arasındaki yapısal çatışmanın bir sonucu olarak değerlendirilmelidir.

Kamu yönetimi içinde çevre politikalarının şekillendirildiği bürokratik düzeyde edinilen gözlemler madencilik sektörüne ait meslek kuruluşlarının, yalnızca kendi sektörlerinin kısa vadeli ekonomik çıkarlarını savunmaya odaklandıklarını ve bu uğurda siyasal karar vericilere yoğun ve zaman zaman saldırgan bir lobicilik etkinliği yürüttüklerini göstermektedir. Bu yapıların çoğunlukla sürdürülebilirlik, biyolojik çeşitlilik, halk sağlığı veya yerel kalkınma gibi daha geniş toplumsal yararları gözetmeksizin, doğrudan yasa yapım sürecine karıştıkları özellikle TBMM üyeleri ve teknik komisyonlar üzerinde sistemli bir baskı oluşturdukları gözlemlenmiştir.

Son yıllarda ise bu lobicilik etkinlikleri klasik meslek kuruluşlarının ötesine geçerek doğrudan iktidar partileriyle organik ilişkiler geliştirmiş ve iktidara yakın sermaye grupları üzerinden siyasal bağlantılarla pekişmiştir. Bu yeni yapı yalnızca teknik baskı değil aynı zamanda partizan ekonomik ilişki ağları üzerinden çevresel düzenlemelere etki etme kapasitesine sahiptir. Böylelikle kamu yararı adına yapılan yasa teklifleri çoğu zaman bu sermaye gruplarının çıkarlarını güvence altına alacak biçimde tasarlanmakta ve uygulanmaktadır. Bu durum, çevre yönetiminin teknik ve bilimsel ilkelerden uzaklaşarak siyasal-ekonomik çıkarların aracı durumuna gelmesiyle sonuçlanmaktadır.

Özellikle dikkat çekici olan nokta siyasal iktidarın değişmesi durumunda dahi bu güç ilişkilerinin devam etme potansiyelidir. Zira çıkar grupları yalnızca iktidar partisiyle değil muhalefet partileriyle de stratejik ilişkiler geliştirerek olası iktidar değişikliklerine karşı kendi konumlarını güvence altına almaktadır. Bu nedenle çevresel yıkım riskleri yalnızca mevcut iktidarın siyasalarına indirgenemez. Sorun, Türkiye’de çevre ve doğal varlık yönetiminin siyasallaşmış yapısında ve “ekonomizm” temelli kalkınma paradigmasında kök salmaktadır.

Bu bağlamda zeytinliklerin madencilik etkinliklerine açılması yalnızca bir alan kaybı olarak değil aynı zamanda çevresel karar alma süreçlerinin teknokratik niteliğini yitirmesinin ve demokratik denetimin zayıflamasının somut bir örneği olarak değerlendirilebilir. Bilimsel kurullardan ve yerel halktan gelen uyarılar sistemli biçimde göz ardı edilmekte ve kamusal tartışma alanı daraltılmakta ve “kamu yararı” gibi belirsiz kavramlarla çevre yıkımına meşruluk kazandırılmaktadır.

Sonuç olarak, çevresel değerlerin sistemli biçimde dışlandığı, doğal varlıkların ekonomik rant alanı olarak görüldüğü ve bu yaklaşımların iktidardan bağımsız olarak kurumsallaşmaya başladığı bir dönemde çevre siyasalarının yeniden yapılandırılması zorunludur. Bu yapılandırma yalnızca yasal reformlarla değil bürokratik etik, kamusal denetim ve ekolojik değerlerin anayasal düzeyde güçlendirilmesiyle olanaklı olabilir.

Zeytinliklerde Madencilik ve Mevzuatın Aldatıcı Koruma Mekanizmaları: ÇED Sistemine Paralel Bir Yasa Tekniği Eleştirisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonu’nda kabul edilen ve Genel Kurul gündemine taşınan torba yasa teklifinin 11. maddesi, zeytinlik alanların madencilik etkinliklerine açılmasına hukuksal zemin hazırlamaktadır. Söz konusu madde, Maden Kanunu’na eklenecek geçici bir hüküm aracılığıyla, “başka bir yerde yapılması olanaklı olmayan” madencilik projelerinin, kamu yararı gerekçesiyle zeytinlik alanlarda yürütülebileceğini düzenlemektedir. Yasa teklifinin dikkat çekici yönü bu ağır müdahaleyi hukuksal ve ekolojik açıdan meşrulaştırmak amacıyla metne birtakım sözde çevresel koruma önlemlerinin eklenmiş olmasıdır.

Bu önlemlerden biri, zeytin ağaçlarının “taşınması”dır. Taşınma olanaklı değilse, teknik personelin (biyolog ve ziraat mühendislerinin) onayı ile aynı büyüklükte bir başka zeytinlik alanının oluşturulması öngörülmektedir. Ayrıca madencilik etkinlikleri nedeniyle yıkılan alanların her yılı için işletme ruhsat bedelinin üzerine “rehabilitasyon bedeli” eklenmesi ve bunun karşılığında yeniden ağaçlandırma yapılması öngörülmektedir. Kağıt üzerinde çevresel giderime dayanan bu yaklaşım uygulamada ise ciddi zayıflıklar içermektedir ve çevre hukuku bakımından “boşlukta kalan norm” niteliği taşımaktadır.

Benzer bir işleyiş uzun süredir Türkiye’nin ÇED mevzuatı içinde de gözlemlenmektedir. ÇED süreci gereğince, projelerin çevreye vereceği zararların azaltılması veya giderimi için proje sahiplerinin bazı yükümlülükleri bulunmaktadır. Ancak uygulamada bu yükümlülükler çoğu zaman kağıt üzerinde kalmaktadır. Örneğin, madencilik etkinlikleri sonucunda zarara gören orman, mera veya sulak alanların yeniden ağaçlandırılması hükme bağlansa da şirketler bu yükümlülükleri doğrudan yerine getirmezler Bakanlığa sınırlı miktarda bir “ağaçlandırma bedeli” ödeyerek yükümlülükten kurtulurlar. Bu bedel, çoğu zaman simgesel düzeyde tutulur ve siyasal bağlantıları güçlü olan şirketlerin lehine olacak şekilde belirlenir.

Bakanlık ise, aldığı bu düşük tutarlı bedellerle ya hiçbir rehabilitasyon yapmaz ya da göstermelik çalışmalar yürütür. Bu uygulama biçimi, çevre mevzuatında sıklıkla başvurulan “kompansasyon mekanizmasının kurumsal sulandırılması” örneğidir. Böylelikle hem şirketler hukuksal sorumluluktan kaçınmakta hem de ilgili kamu kurumları (Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Orman Genel Müdürlüğü vb.) göstermelik biçimde bu görevleri üstlenmiş görünmektedir.

Torba yasa teklifindeki 11. madde bu patolojiyi zeytinlik alanlara taşıyarak sistemleştirmektedir. Rehabilitasyon ve yeni zeytinlik oluşturma vaatleri, ÇED sistemindeki işleyiş göz önüne alındığında, büyük ölçüde niyet beyanı düzeyindedir ve uygulamada ciddi bir karşılık bulması beklenmemektedir. Özellikle zeytin ağacının taşınmasının biyolojik olarak verimliliği düşürdüğü ve çoğu zaman ağaç kaybıyla sonuçlandığı dikkate alındığında bu önlemlerin alandaki etkisi son derece sınırlıdır.

Ayrıca madde metninde yer alan “biyolog ve ziraat mühendislerinin onayı” gibi teknik denetim mekanizmaları da Türkiye’de kamusal teknik personelin siyasal baskı altında çalıştığı mevcut koşullar dikkate alındığında işlevsiz kalmaktadır. Bilimsel raporlar çoğu zaman önceden belirlenmiş kararları meşrulaştıran belgeler durumuna gelmektedir.

Sonuç olarak, torba yasadaki madde içeriği, görünürde çevresel duyarlılık içeren düzenlemeler barındırsa da uygulama gerçekler göz önüne alındığında bu düzenlemelerin büyük ölçüde simgesel olduğu ve esasen madencilik etkinliklerine zemin hazırladığı görülmektedir. Bu durum, Türkiye çevre hukukunda uzun süredir gözlemlenen eğilimin yani çevreyi koruma yükümlülüklerinin simbiyotik sermaye grupları lehine aşındırılmasının yeni bir örneğidir. Yasa bu haliyle yürürlüğe girdiği takdirde zeytinliklerin yalnızca tarımsal değil ekolojik ve kültürel varlık olarak da tahrip edilmesi kaçınılmaz olacaktır.

Türkiye’de Çevresel Mevzuatın İşleyişindeki Yapısal Sorunlar

Türkiye’de çevresel mevzuatın uygulanması sürecinde ciddi yapısal sorunlar gözlemlenmektedir. Öncelikle, teknik uygulamalar ile yasal düzenlemeler arasında ciddi uyumsuzluklar bulunmaktadır. Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporları ve rehabilitasyon yükümlülükleri sıklıkla yalnızca kağıt üzerinde kalmakta uygulamada ise etkisiz ve yetersiz biçimde uygulanmaktadır. Bu durum, çevresel koruma hedeflerinin gerçekleştirilmesini engellemekte ve doğal kaynakların korunmasında sistematik boşluklara yol açmaktadır. Diğer yandan, stratejik sektörler arasında yer alan madencilik etkinliklerinin yürütülmesinde, şirketlerin siyasal iktidarlarla kurdukları organik ilişkiler çevresel sorumlulukların yerine getirilmesini zayıflatmaktadır. Siyasal baskı mekanizmaları ve sermaye çıkarlarının karşılıklı beslenmesi mevzuatın etkin denetimini engellemekte hukuksal yaptırımların uygulanmasını güçleştirmektedir. Ayrıca, kamu kurumlarının teknik kapasite ve bağımsızlık eksiklikleri çevresel yönetim süreçlerinde önemli zayıflıklar yaratmaktadır. Denetleyici kurumların özerkliğinin sınırlı olması ve teknik personelin siyasal baskılar karşısında maruz kaldığı kısıtlamalar mevzuatın öngördüğü standartların işletilmesini önlemektedir. Son olarak, yasal düzenlemelerde sıklıkla karşılaşılan “kamu yararı” kavramının geniş ve belirsiz biçimde tanımlanması çevresel değerlerin göz ardı edilmesine yol açan önemli bir boşluk yaratmaktadır. Bu muğlaklık yönetsel mercilere keyfi karar alma olanağı sunarak doğal kaynakların korunmasında ciddi zayıflıklara neden olmaktadır.

Zeytinlikler ve Madencilik İlişkisi: Özel Sorunlar

Zeytinlik alanlarının madencilik etkinliklerine açılması, biyolojik ve ekolojik açıdan önemli kayıplara neden olmaktadır. Zeytin ağaçlarının taşınması uygulaması, genellikle ağaçların verim kapasitesinde düşüşe yol açmakta ve toprak ile ekosistem dengesinin bozulmasına zemin hazırlamaktadır. Bu durum hem bitkisel üretim hem de habitat bütünlüğü bakımından ciddi riskler içermektedir. Söz konusu müdahaleler, yerel üreticilerin ekonomik geçim kaynaklarını olumsuz etkilerken, aynı zamanda bölgesel kültürel kimliklerin de zarar görmesine neden olmaktadır. Zeytinlikler, kırsal toplulukların sosyo-ekonomik yapısının yanı sıra kültürel belleğinin de ayrılmaz bir parçası olduğundan, madencilik etkinlikleri bu dinamikleri tahrip edici bir etkiye sahiptir. Mevcut giderim mekanizmaları özellikle rehabilitasyon ve yeni zeytinlik tesisi gibi düzenlemeler bilimsel açıdan yetersiz kalmaktadır. Bu uygulamalar, biyolojik çeşitlilik ve ekosistem işlevselliğinin yeniden oluşturulmasında etkili değildir ve sürdürülebilirlik hedeflerine ulaşmakta başarısızlık göstermektedir.

Kurumsal ve Hukuksal Reform Önerileri

ÇED Süreçlerinin Güçlendirilmesi: Çevresel Etki Değerlendirmesi süreçlerinin bağımsız ve saydam bir biçimde yürütülmesi için sivil toplum örgütleri ve bağımsız bilim insanlarının sürece etkili olarak içselleştirilmesi gerekmektedir. Ayrıca, ÇED raporlarının kamuya açık ve erişilebilir olması toplumsal denetimi artıracaktır. Denetim mekanizmalarının güçlendirilmesi ve yükümlülüklerin yerine getirilmemesi durumunda uygulanacak yaptırımların caydırıcı nitelikte olması sağlanmalıdır.

Çevresel Karar Alma Süreçlerinin Siyasetçilerden Bağımsızlaştırılması: Çevre yönetimiyle ilgili teknik ve bilimsel kararların siyasetten arındırılması adına özerk çevre ajanslarının kurulması ve kurumların bağımsızlıklarının hukuksal güvence altına alınması gerekmektedir. Kamu çevre politikalarının uzun vadeli stratejik planlar doğrultusunda, bilimsel esaslara dayanarak yürütülmesi sağlanmalıdır.

Ekolojik Hakların Anayasal Güvenceye Kavuşturulması: Doğa ve çevre haklarının temel haklar kapsamında anayasal metinlerde tanımlanması ve bu hakların ihlalinin yargısal denetim kapsamına alınması önem arz etmektedir. Ayrıca, “kamu yararı” kavramının çevresel koruma ilkeleriyle uyumlu, net ve sınırları belirlenmiş biçimde düzenlenmesi gerekmektedir.

Yerel Toplumların Güçlendirilmesi: Zeytinliklerin korunması bağlamında yerel halkın karar alma süreçlerine etkin katılımının sağlanması, üretici kooperatiflerinin ve yerel sivil toplum kuruluşlarının desteklenmesi gerekmektedir. Bunun yanı sıra, yerel ekonomik yapıların sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda güçlendirilmesi, çevresel ve toplumsal dayanıklılığın artırılması açısından kritik önemdedir.

GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ

Türkiye’de zeytinlik alanların madencilik etkinliklerine açılması sorunu salt bir arazi kullanım değişikliği veya ekonomik kalkınma arayışı olarak değerlendirilemez. Bu konu, aynı zamanda ülkemizin çevre hukuku sistemindeki yapısal zayıflıkları, kamu yönetimindeki demokratik denetim eksikliklerini ve sürdürülebilirlik ilkelerinin uygulamadaki yetersizliğini gösteren somut bir örnek teşkil etmektedir. Mevcut torba yasa teklifi, yüzeyde çevresel koruma yükümlülüklerini içeren düzenlemeler barındırsa da bu önlemler büyük ölçüde simgesel olup uygulamada zeytinliklerin maruz kalacağı ekolojik yıkımın önüne geçememektedir.

Yasanın getirdiği “başka yerde yapılması olanaklı olmayan madencilik etkinlikleri” gibi belirsiz ve geniş yorumlanmaya açık kavramlar yönetsel takdir yetkisinin aşırı genişlemesine neden olmakta ve çevresel koruma ilkeleri ile çelişmektedir. Bu durum, doğal kaynakların korunması ve halkın yaşam kalitesinin güvence altına alınması bakımından ciddi riskler barındırmaktadır. Aynı zamanda, çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) süreçlerinde yaşanan kurumsal yetersizlikler ve teknik kapasite eksiklikleri mevzuatın etkililiğini daha da azaltmaktadır.

Bürokratik özerkliğin yetersizliği, siyasi baskılar ve sermaye çevreleriyle kurulan yakın ilişkiler, çevresel koruma politikalarının bilimsel temelden kopmasına yol açmakta ve böylece çevre hukuku ve politika yapımı süreçlerinde ciddi erozyonlar yaşanmaktadır. Bu çerçevede, hukuksal düzenlemelerin sadece teknik ve bilimsel esaslara dayandırılması yeterli olmayıp aynı zamanda kamusal denetimin artırılması, saydamlık ve hesap verebilirliğin sağlanması elzemdir.

Halkın çevresel karar alma süreçlerine etkili katılımının sağlanması hem demokratik meşruluk hem de sürdürülebilirlik açısından vazgeçilmez bir gerekliliktir. Yerel toplulukların bilgi ve deneyimlerinden faydalanmak, sosyal adaletin tesis edilmesini destekleyecek ve çevresel koruma uygulamalarının toplumsal kabulünü artıracaktır.

Sonuç olarak, Türkiye’nin zeytinlik alanlarının korunması ve sürdürülebilir kullanımı yalnızca tarımsal üretim ve ekolojik dengelerin korunması açısından değil aynı zamanda çevre hukuku, kamu yönetimi ve demokratik yönetişim bağlamında da kritik bir gösterge olarak görülmelidir. Bu bağlamda, zeytinliklerin madencilik etkinliklerine açılmasını düzenleyen mevzuatın yeniden gözden geçirilmesi, bilimsel verilerle desteklenmesi, kurumsal kapasitenin artırılması ve toplumun karar alma süreçlerine katılımının sağlanması Türkiye’nin sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşabilmesi için zorunludur.

Hiç yorum yok: