Zeytinlik Alanlarının Madenciliğe
Açılması: Hukuksal ve Ekolojik Bir Değerlendirme
Prof. Dr. Firuz
Demir YAŞAMIŞ
Çevre Bakanlığı e.
Müsteşarı
GİRİŞ
Zeytin (Olea
europaea) Akdeniz havzasının ekolojik ve kültürel peyzajında merkezi bir
konuma sahip olup Türkiye ekonomisi ve kırsal toplumları açısından stratejik
öneme sahip bir tarımsal üründür. Türkiye, dünya zeytin üretiminde önde gelen
ülkeler arasında yer almakta ve zeytinyağı ihracatında da önemli bir ülke
konumundadır. Bu durum, zeytinciliğin kırsal kalkınma, istihdam ve gelir
dağılımı açısından kritik bir rol oynamasını sağlamaktadır. Zeytinlikler, küçük
ve orta ölçekli işletmelerin temel geçim kaynaklarından biri olarak sosyal
yapının korunmasına katkıda bulunmaktadır. Bunun yanı sıra, zeytinlikler
ekosistem hizmetleri açısından da büyük değer taşımaktadır. Toprak erozyonunun
önlenmesi, karbon yutakları olarak iklim değişikliği ile savaşımda rol
üstlenmeleri, biyolojik çeşitliliğin desteklenmesi ve mikroklimatik
düzenlemeler sağlama işlevleri zeytinliklerin ekolojik önemini artırmaktadır.
Bu çok katmanlı işlevsellik zeytinliklerin sadece ekonomik değil aynı zamanda
çevresel sürdürülebilirlik açısından da korunmasını zorunlu kılmaktadır. Ancak,
özellikle madencilik ve diğer ağır sanayi etkinliklerinin zeytinlik alanları
üzerinde yaratabileceği olumsuz etkiler bu duyarlı dengenin bozulmasına yol
açma riski taşımaktadır. Türkiye’de zeytinliklerin korunmasına yönelik yasal
çerçeve, bu çok boyutlu önemi göz önünde bulundurarak oluşturulmuşken, son
dönemde gündeme gelen mevzuat değişiklikleri ve uygulamalar zeytinliklerin yıkımına
kapı aralamaktadır.
Bu çalışma,
Türkiye’de zeytinliklerin madencilik etkinliklerine açılmasına ilişkin yasal
düzenlemelerin kapsamlı bir çözümlemesini yapmakta, uygulamadaki eksiklikler ve
karşılaşılan sorunlar üzerinden bu düzenlemelerin çevresel, ekonomik ve
toplumsal etkilerini değerlendirmekte ve aynı zamanda sürdürülebilirlik
ilkeleri ışığında gerekli reform önerilerini tartışmaktadır.
ÇÖZÜMLEME
2024 yılında
Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulan ve Plan ve Bütçe Komisyonu’nda kabul
edilen torba yasa teklifinin 11. maddesi, zeytinlik alanlarda madencilik etkinliklerinin
yürütülmesine olanak tanıyan yeni bir yasal düzenlemeyi içermektedir. Söz
konusu madde, Maden Kanunu’na eklenecek geçici bir hüküm aracılığıyla tapuda
zeytinlik olarak kayıtlı veya zeytinlik niteliğindeki alanlarda başka yerde
yürütülmesi olanaklı olmayan madencilik etkinliklerinin kamu yararı
gerekçesiyle gerçekleştirilmesini olanaklı kılmaktadır. Üstelik bu tür bir
düzenlemenin savunucuları, elektrik üretimi gibi stratejik öneme sahip bir kamu
hizmetini gerekçe göstererek yasa teklifinin kabul edilmemesi durumunda enerji
arz güvenliğinin riske gireceği yönünde baskı oluşturmaktadırlar. Bu tür bir
yaklaşım, yalnızca teknik bir zorunluluğa değil, aynı zamanda siyasi ve
ekonomik baskıya dayalı bir yönlendirmeye işaret etmektedir. Oysa enerji üretim
politikaları, çevresel sürdürülebilirlikten bağımsız düşünülemez. Yenilenebilir
enerji kaynaklarına yönelmek yerine, tarımsal üretim alanlarının enerji
bahanesiyle madenciliğe açılması, uzun vadeli kamu yararına açıkça aykırıdır.
Elektrik
üretimi gerekçesiyle zeytinliklerin madencilik etkinliklerine açılmasını
öngören yasa teklifinin savunusunda, genellikle “kamu yararı” kavramı ve
“enerji arz güvenliği” söylemi öne çıkarılmaktadır. Teklif sahipleri, söz
konusu düzenleme kabul edilmediği takdirde elektrik üretiminde sıkıntılar
yaşanacağı, enerji projelerinin duracağı ve dolayısıyla ülkenin kalkınmasının
sekteye uğrayacağı savını ileri sürmektedirler. Ancak bu iddialar, mevcut
enerji üretim kapasitesi, kaynak çeşitliliği ve Türkiye'nin elektrik
üretimindeki güncel durumu dikkate alındığında ikna edici bir zeminden
yoksundur. Öncelikle, Türkiye'nin toplam elektrik üretim kapasitesi, yıllar
içinde önemli ölçüde artmış ve doğal gaz, hidroelektrik, kömür, rüzgar ve güneş
gibi farklı kaynaklara dayalı üretim modelleriyle çeşitlenmiştir. Yenilenebilir
enerji kaynaklarına yapılan yatırımlar da son dönemde artış göstermiştir. Bu
bağlamda, zeytinliklerin yıkımı pahasına yürütülecek madencilik etkinliklerinin
enerji arzı açısından “zaruri” olduğu iddiası, teknik olarak sorgulanabilir
niteliktedir. Öte yandan, enerji yatırımlarının kamu yararını gözetmesi
gerektiği elbette doğrudur. Ancak kamu yararı, sadece ekonomik kalkınma ya da
enerji arzı ile sınırlı bir kavram değildir. Kamu yararı aynı zamanda çevresel
sürdürülebilirliği, gıda güvenliğini, kültürel mirasın korunmasını ve toplum
sağlığını da kapsayan çok boyutlu bir ilkedir. Bu çerçevede
değerlendirildiğinde zeytinliklerin madencilik faaliyetlerine açılması, kısa
vadeli ekonomik faydalar uğruna uzun vadeli çevresel, toplumsal ve ekonomik
kayıpların göze alınması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, elektrik üretimi
bahanesiyle yapılan bu düzenleme, esasen doğa tahribatını meşrulaştırmaya
yönelik bir strateji olarak görülmelidir. Bu durum, kamu politikalarının kısa
vadeli yatırımcı taleplerine göre şekillendiği ve kamu yönetiminin çevresel
değerleri korumakta yetersiz kaldığı bir yönetsel zayıflığa da işaret
etmektedir.
Meşhur 11 inci Madde
Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne
sunulan torba yasa kapsamında Maden Kanunu’na eklenmesi öngörülen geçici 11.
madde, zeytinlik alanların hukuksal statüsünde önemli bir dönüşüm yaratabilecek
niteliktedir. Teklif edilen düzenlemeyle birlikte, tapu kayıtlarında zeytinlik
olarak geçen ya da zeytinlik niteliği taşıyan alanlarda “başka yerde
gerçekleştirilmesi mümkün olmayan” elektrik üretimi amaçlı madencilik
faaliyetlerine bakanlık izniyle olanak tanınması hedeflenmektedir. Bu izin
sürecinin “kamu yararı” ilkesi temelinde yürütüleceği belirtilmektedir.
Hukuki Boyut ve Kamu Yararı Tartışması: Söz konusu düzenleme, öncelikle çevre hukukunun
koruyucu yaklaşımıyla kalkınmacı enerji politikaları arasındaki dengeyi yeniden
tartışmaya açmaktadır. “Kamu yararı” kavramı, anayasal ve yönetim hukuku
açısından “meşru müdahale” gerekçesi olarak işlev görse de geniş ve muğlak
tanımlandığında temel hakların ihlali riskiyle karşı karşıya kalınmaktadır. Bu
bağlamda, düzenlemenin zeytinliklerin korunmasına ilişkin yürürlükteki 3573
sayılı “Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun”
ile açıkça çelişki oluşturduğu görülmektedir. Anılan kanunun 20. maddesi,
zeytinlik sahalarında madencilik de dahil olmak üzere zeytinlikleri yıkacak etkinlikleri
açık biçimde yasaklamaktadır. Ayrıca, “başka yerde yürütülmesi mümkün olmayan” etkinliklerin
tanımı yapılmaksızın kanun hükmüne alınması yönetimin takdir yetkisini keyfi
biçimde kullanabilmesinin önünü açmaktadır. Bu da mülkiyet hakkı, çevre hakkı
ve sağlıklı yaşam hakkı gibi temel anayasal güvencelerle doğrudan ilişkilidir.
Tarımsal Ekosistemler ve Sürdürülebilirlik Açısından
Etkileri: Zeytinlikler
yalnızca tarımsal üretim alanları değil, aynı zamanda ekolojik dengeyi koruyan,
toprak erozyonunu önleyen, biyoçeşitliliği barındıran ve yerel ekonomik
sürdürülebilirliği destekleyen tarımsal ekosistemlerdir. Bu alanların
madencilik gibi yüksek yıkım gücü taşıyan etkinliklere açılması geri dönüşü
olmayan ekolojik zararlar doğurabilir. Zeytincilik sektörü, özellikle Ege,
Marmara ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde kırsal kalkınmanın temel
dayanaklarından biri olarak işlev görmekte ve aile tipi küçük işletmelerin
geçim kaynağını oluşturmaktadır. Bu bağlamda yapılacak her düzenleme yalnızca
enerji siyasaları açısından değil aynı zamanda tarımsal üretim, gıda güvenliği
ve kırsal sosyo-ekonomik yapı açısından da değerlendirilmelidir.
Kamulaştırma, Kiralama ve Giderim Mekanizmalarının
Yetersizliği: Düzenleme
kapsamında Hazine’ye ait taşınmazların, taşınan zeytinliklerin yeniden tesisi
veya yeni zeytinlik kurulması amacıyla 10 yıl süreyle rayiç bedel üzerinden
kiralanması öngörülmektedir. Ancak bu tedbirin yerinden edilen zeytinliklerin
doğa ile uzun yıllar içinde kurduğu ilişkiyi yeniden kurmak bakımından yeterli
olmadığı açıktır. Zeytin ağacı, verime ulaşabilmesi için uzun yıllar gerektiren
bir türdür. Bu nedenle giderim amaçlı arazi sağlanması zaman ölçeği bakımından
yetersiz kalmakta ve yalnızca niceliksel bir giderim aracı olarak kalmaktadır. Ayrıca
kamulaştırma ve yeniden dikim süreçlerinde çiftçilerin karşı karşıya kalacağı
ekonomik kayıplar, toplumsal maliyetler ve işgücü kaybı gibi unsurlar dikkate
alınmaksızın düzenleme yapılması tarımsal üretimin kararlılığı ve çiftçi refahı
açısından ciddi sakıncalar barındırmaktadır.
Sonuç olarak, 11. madde ile
getirilen öneri, enerji arz güvenliği ve madencilik yatırımlarının özendirilmesi
gibi makro düzeydeki amaçlar uğruna yerel ekosistemlerin ve tarımsal üretimin
göz ardı edildiği bir yaklaşımı yansıtmaktadır. Bu yönüyle, düzenleme sürdürülebilir
kalkınma ilkesi, çevresel bütünlük ve hukuksal öngörülebilirlik ölçütleri
açısından ciddi biçimde tartışmaya açıktır.
Bu nedenle, söz konusu
düzenlemenin kabul edilmesi halinde, zeytinliklerin korunmasına ilişkin mevcut
normatif çerçevenin zayıflayacağı, yargı denetiminin alanının daralacağı ve
uzun vadede ekolojik yıkım ile toplumsal adaletsizliklerin artacağı
öngörülebilir. Her şeyden önce, zeytinliklerin ulusal tarım politikası içindeki
stratejik yeri ve Türkiye’nin Akdeniz coğrafyasında sahip olduğu özgün bitki
örtüsünün korunması açısından bu düzenlemenin yeniden gözden geçirilmesi
gereklidir.
Bu
düzenlemenin öngördüğü uygulama, maden arama veya işletme etkinliklerinin
“elektrik üretimi” amacıyla sınırlanması ve Bakanlık iznine bağlı kılınmasıdır.
Ayrıca, zeytin ağaçlarının öncelikle aynı il veya ilçe sınırları içinde
taşınması, bu olanaklı değilse belirli teknik raporlara dayanarak aynı
büyüklükte bir başka zeytinlik alanın kurulması koşul olarak getirilmektedir. Bu
bağlamda, taşınan ya da yok edilen her bir zeytin ağacına karşılık aynı sayıda
ağacın yeniden dikilmesi zorunluluğu getirilmiştir. Ayrıca işletmecilerden “rehabilitasyon
bedeli” tahsil edileceği belirtilmiştir.
Ancak bu
düzenleme, başta Anayasa'nın 56. maddesinde yer alan çevre hakkı ve Tarım
Kanunu’nun 20. maddesinde düzenlenen tarım arazilerinin korunması ilkesi olmak
üzere pek çok temel çevresel ve hukuksal normla çatışma içindedir. Özellikle
3573 sayılı “Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında
Kanun” zeytinlik alanların her türlü sanayi, maden ve yerleşim etkinliklerine
kapalı tutulmasını öngörmüş ve bu alanları özel olarak koruma altına almıştır.
Mevcut torba yasayla önerilen değişiklik zeytinliklerin koruma statüsünü ortadan
kaldırmakta ve uzun vadeli çevresel yıkım riskini artırmaktadır.
Ekosistem
temelli değerlendirmelerde, zeytinliklerin sadece ekonomik birer tarım alanı
olarak değil, aynı zamanda toprağın erozyona karşı korunması, karbon yutak
alanı olarak işlev görmesi ve kırsal sosyo-ekonomik dokunun sürekliliğini
sağlaması açısından da stratejik öneme sahip olduğu bilinmektedir. Bu
çerçevede, zeytinliklerin madencilik etkinliklerine açılması yalnızca tarımsal
üretimi değil aynı zamanda kırsal ekosistemlerin bütünlüğünü ve gıda
güvenliğini de tehdit etmektedir.
Muhalefet
partileri, meslek örgütleri ve çevre sivil toplum kuruluşları söz konusu yasal
düzenlemeye ciddi eleştiriler yöneltmektedir. Özellikle, “başka yerde yapılması
olanaklı olmayan” gibi belirsiz ifadelerle tanımlanan kamu yararı ölçütü geniş
bir yönetsel takdir yetkisini meşrulaştırmakta ve keyfi uygulamalara açık bir hukuksal
zemin oluşturmaktadır. Ayrıca “taşıma” ve “yeni zeytinlik tesisi” gibi önerilen
giderim mekanizmalarının biyolojik çeşitlilik kaybını ve ağaçların verim
kaybını ortadan kaldırması olanaklı değildir.
Sonuç
olarak, torba yasa teklifindeki bu düzenleme, Türkiye’de zeytinliklerin
bütüncül ve sürdürülebilir bir koruma siyasasından uzaklaşıldığını
göstermektedir. Kamu yararı kavramının dar anlamda enerji temelli tanımlanması
çevresel varlıkların ve tarımsal alanların uzun vadeli korunması hedefiyle
çelişmektedir. Bu çerçevede, yasanın mevcut durumuyla yürürlüğe girmesi ciddi ve
olumsuz hukuksal ve ekolojik sonuçlar doğurması çok olasıdır. Meclis Genel
Kurulu’nun bu düzenlemeyi yeniden değerlendirmesi yalnızca zeytincilik sektörü
değil aynı zamanda çevre hukuku ve kırsal kalkınma açısından da büyük önem arz
etmektedir.
Madencilik
Lobisinin Siyasal Etkisi ve Ekolojik Değerlerin Sistemli Şekilde Dışlanması:
Türkiye'den Kurumsal Gözlemler
Türkiye’de
çevresel karar alma süreçleri, özellikle doğal varlıkların korunmasına ilişkin
konularda, uzun yıllardır kurumsal kararsızlık, siyasal müdahale ve ekonomik
çıkar gruplarının baskısı altında şekillenmektedir. Bu bağlamda zeytinliklerin
madencilik etkinliklerine açılmasına yönelik yasal düzenlemeler, yalnızca
teknik veya ekonomik bir tartışma değil aynı zamanda ekolojik değerler ile
çıkar odaklı kalkınma anlayışı arasındaki yapısal çatışmanın bir sonucu olarak
değerlendirilmelidir.
Kamu
yönetimi içinde çevre politikalarının şekillendirildiği bürokratik düzeyde
edinilen gözlemler madencilik sektörüne ait meslek kuruluşlarının, yalnızca
kendi sektörlerinin kısa vadeli ekonomik çıkarlarını savunmaya odaklandıklarını
ve bu uğurda siyasal karar vericilere yoğun ve zaman zaman saldırgan bir
lobicilik etkinliği yürüttüklerini göstermektedir. Bu yapıların çoğunlukla
sürdürülebilirlik, biyolojik çeşitlilik, halk sağlığı veya yerel kalkınma gibi
daha geniş toplumsal yararları gözetmeksizin, doğrudan yasa yapım sürecine karıştıkları
özellikle TBMM üyeleri ve teknik komisyonlar üzerinde sistemli bir baskı
oluşturdukları gözlemlenmiştir.
Son yıllarda
ise bu lobicilik etkinlikleri klasik meslek kuruluşlarının ötesine geçerek
doğrudan iktidar partileriyle organik ilişkiler geliştirmiş ve iktidara yakın
sermaye grupları üzerinden siyasal bağlantılarla pekişmiştir. Bu yeni yapı
yalnızca teknik baskı değil aynı zamanda partizan ekonomik ilişki ağları
üzerinden çevresel düzenlemelere etki etme kapasitesine sahiptir. Böylelikle
kamu yararı adına yapılan yasa teklifleri çoğu zaman bu sermaye gruplarının
çıkarlarını güvence altına alacak biçimde tasarlanmakta ve uygulanmaktadır. Bu
durum, çevre yönetiminin teknik ve bilimsel ilkelerden uzaklaşarak
siyasal-ekonomik çıkarların aracı durumuna gelmesiyle sonuçlanmaktadır.
Özellikle
dikkat çekici olan nokta siyasal iktidarın değişmesi durumunda dahi bu güç
ilişkilerinin devam etme potansiyelidir. Zira çıkar grupları yalnızca iktidar
partisiyle değil muhalefet partileriyle de stratejik ilişkiler geliştirerek
olası iktidar değişikliklerine karşı kendi konumlarını güvence altına
almaktadır. Bu nedenle çevresel yıkım riskleri yalnızca mevcut iktidarın siyasalarına
indirgenemez. Sorun, Türkiye’de çevre ve doğal varlık yönetiminin siyasallaşmış
yapısında ve “ekonomizm” temelli kalkınma paradigmasında kök salmaktadır.
Bu bağlamda
zeytinliklerin madencilik etkinliklerine açılması yalnızca bir alan kaybı
olarak değil aynı zamanda çevresel karar alma süreçlerinin teknokratik
niteliğini yitirmesinin ve demokratik denetimin zayıflamasının somut bir örneği
olarak değerlendirilebilir. Bilimsel kurullardan ve yerel halktan gelen
uyarılar sistemli biçimde göz ardı edilmekte ve kamusal tartışma alanı
daraltılmakta ve “kamu yararı” gibi belirsiz kavramlarla çevre yıkımına meşruluk
kazandırılmaktadır.
Sonuç
olarak, çevresel değerlerin sistemli biçimde dışlandığı, doğal varlıkların
ekonomik rant alanı olarak görüldüğü ve bu yaklaşımların iktidardan bağımsız
olarak kurumsallaşmaya başladığı bir dönemde çevre siyasalarının yeniden
yapılandırılması zorunludur. Bu yapılandırma yalnızca yasal reformlarla değil
bürokratik etik, kamusal denetim ve ekolojik değerlerin anayasal düzeyde
güçlendirilmesiyle olanaklı olabilir.
Zeytinliklerde
Madencilik ve Mevzuatın Aldatıcı Koruma Mekanizmaları: ÇED Sistemine Paralel
Bir Yasa Tekniği Eleştirisi
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonu’nda kabul edilen ve Genel Kurul
gündemine taşınan torba yasa teklifinin 11. maddesi, zeytinlik alanların
madencilik etkinliklerine açılmasına hukuksal zemin hazırlamaktadır. Söz konusu
madde, Maden Kanunu’na eklenecek geçici bir hüküm aracılığıyla, “başka bir
yerde yapılması olanaklı olmayan” madencilik projelerinin, kamu yararı
gerekçesiyle zeytinlik alanlarda yürütülebileceğini düzenlemektedir. Yasa
teklifinin dikkat çekici yönü bu ağır müdahaleyi hukuksal ve ekolojik açıdan
meşrulaştırmak amacıyla metne birtakım sözde çevresel koruma önlemlerinin
eklenmiş olmasıdır.
Bu
önlemlerden biri, zeytin ağaçlarının “taşınması”dır. Taşınma olanaklı değilse,
teknik personelin (biyolog ve ziraat mühendislerinin) onayı ile aynı büyüklükte
bir başka zeytinlik alanının oluşturulması öngörülmektedir. Ayrıca madencilik etkinlikleri
nedeniyle yıkılan alanların her yılı için işletme ruhsat bedelinin üzerine
“rehabilitasyon bedeli” eklenmesi ve bunun karşılığında yeniden ağaçlandırma
yapılması öngörülmektedir. Kağıt üzerinde çevresel giderime dayanan bu yaklaşım
uygulamada ise ciddi zayıflıklar içermektedir ve çevre hukuku bakımından
“boşlukta kalan norm” niteliği taşımaktadır.
Benzer bir
işleyiş uzun süredir Türkiye’nin ÇED mevzuatı içinde de gözlemlenmektedir. ÇED
süreci gereğince, projelerin çevreye vereceği zararların azaltılması veya giderimi
için proje sahiplerinin bazı yükümlülükleri bulunmaktadır. Ancak uygulamada bu
yükümlülükler çoğu zaman kağıt üzerinde kalmaktadır. Örneğin, madencilik etkinlikleri
sonucunda zarara gören orman, mera veya sulak alanların yeniden
ağaçlandırılması hükme bağlansa da şirketler bu yükümlülükleri doğrudan yerine
getirmezler Bakanlığa sınırlı miktarda bir “ağaçlandırma bedeli” ödeyerek
yükümlülükten kurtulurlar. Bu bedel, çoğu zaman simgesel düzeyde tutulur ve
siyasal bağlantıları güçlü olan şirketlerin lehine olacak şekilde belirlenir.
Bakanlık
ise, aldığı bu düşük tutarlı bedellerle ya hiçbir rehabilitasyon yapmaz ya da
göstermelik çalışmalar yürütür. Bu uygulama biçimi, çevre mevzuatında sıklıkla
başvurulan “kompansasyon mekanizmasının kurumsal sulandırılması” örneğidir.
Böylelikle hem şirketler hukuksal sorumluluktan kaçınmakta hem de ilgili kamu
kurumları (Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Orman Genel
Müdürlüğü vb.) göstermelik biçimde bu görevleri üstlenmiş görünmektedir.
Torba yasa
teklifindeki 11. madde bu patolojiyi zeytinlik alanlara taşıyarak sistemleştirmektedir.
Rehabilitasyon ve yeni zeytinlik oluşturma vaatleri, ÇED sistemindeki işleyiş
göz önüne alındığında, büyük ölçüde niyet beyanı düzeyindedir ve uygulamada
ciddi bir karşılık bulması beklenmemektedir. Özellikle zeytin ağacının
taşınmasının biyolojik olarak verimliliği düşürdüğü ve çoğu zaman ağaç kaybıyla
sonuçlandığı dikkate alındığında bu önlemlerin alandaki etkisi son derece
sınırlıdır.
Ayrıca madde
metninde yer alan “biyolog ve ziraat mühendislerinin onayı” gibi teknik denetim
mekanizmaları da Türkiye’de kamusal teknik personelin siyasal baskı altında
çalıştığı mevcut koşullar dikkate alındığında işlevsiz kalmaktadır. Bilimsel
raporlar çoğu zaman önceden belirlenmiş kararları meşrulaştıran belgeler durumuna
gelmektedir.
Sonuç
olarak, torba yasadaki madde içeriği, görünürde çevresel duyarlılık içeren
düzenlemeler barındırsa da uygulama gerçekler göz önüne alındığında bu
düzenlemelerin büyük ölçüde simgesel olduğu ve esasen madencilik etkinliklerine
zemin hazırladığı görülmektedir. Bu durum, Türkiye çevre hukukunda uzun süredir
gözlemlenen eğilimin yani çevreyi koruma yükümlülüklerinin simbiyotik sermaye
grupları lehine aşındırılmasının yeni bir örneğidir. Yasa bu haliyle yürürlüğe
girdiği takdirde zeytinliklerin yalnızca tarımsal değil ekolojik ve kültürel
varlık olarak da tahrip edilmesi kaçınılmaz olacaktır.
Türkiye’de Çevresel Mevzuatın İşleyişindeki Yapısal
Sorunlar
Türkiye’de çevresel mevzuatın
uygulanması sürecinde ciddi yapısal sorunlar gözlemlenmektedir. Öncelikle,
teknik uygulamalar ile yasal düzenlemeler arasında ciddi uyumsuzluklar
bulunmaktadır. Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporları ve rehabilitasyon
yükümlülükleri sıklıkla yalnızca kağıt üzerinde kalmakta uygulamada ise etkisiz
ve yetersiz biçimde uygulanmaktadır. Bu durum, çevresel koruma hedeflerinin
gerçekleştirilmesini engellemekte ve doğal kaynakların korunmasında sistematik
boşluklara yol açmaktadır. Diğer yandan, stratejik sektörler arasında yer alan
madencilik etkinliklerinin yürütülmesinde, şirketlerin siyasal iktidarlarla
kurdukları organik ilişkiler çevresel sorumlulukların yerine getirilmesini
zayıflatmaktadır. Siyasal baskı mekanizmaları ve sermaye çıkarlarının
karşılıklı beslenmesi mevzuatın etkin denetimini engellemekte hukuksal
yaptırımların uygulanmasını güçleştirmektedir. Ayrıca, kamu kurumlarının teknik
kapasite ve bağımsızlık eksiklikleri çevresel yönetim süreçlerinde önemli zayıflıklar
yaratmaktadır. Denetleyici kurumların özerkliğinin sınırlı olması ve teknik
personelin siyasal baskılar karşısında maruz kaldığı kısıtlamalar mevzuatın
öngördüğü standartların işletilmesini önlemektedir. Son olarak, yasal
düzenlemelerde sıklıkla karşılaşılan “kamu yararı” kavramının geniş ve belirsiz
biçimde tanımlanması çevresel değerlerin göz ardı edilmesine yol açan önemli
bir boşluk yaratmaktadır. Bu muğlaklık yönetsel mercilere keyfi karar alma olanağı
sunarak doğal kaynakların korunmasında ciddi zayıflıklara neden olmaktadır.
Zeytinlikler ve Madencilik İlişkisi: Özel Sorunlar
Zeytinlik alanlarının
madencilik etkinliklerine açılması, biyolojik ve ekolojik açıdan önemli
kayıplara neden olmaktadır. Zeytin ağaçlarının taşınması uygulaması, genellikle
ağaçların verim kapasitesinde düşüşe yol açmakta ve toprak ile ekosistem
dengesinin bozulmasına zemin hazırlamaktadır. Bu durum hem bitkisel üretim hem
de habitat bütünlüğü bakımından ciddi riskler içermektedir. Söz konusu
müdahaleler, yerel üreticilerin ekonomik geçim kaynaklarını olumsuz etkilerken,
aynı zamanda bölgesel kültürel kimliklerin de zarar görmesine neden olmaktadır.
Zeytinlikler, kırsal toplulukların sosyo-ekonomik yapısının yanı sıra kültürel
belleğinin de ayrılmaz bir parçası olduğundan, madencilik etkinlikleri bu
dinamikleri tahrip edici bir etkiye sahiptir. Mevcut giderim mekanizmaları
özellikle rehabilitasyon ve yeni zeytinlik tesisi gibi düzenlemeler bilimsel
açıdan yetersiz kalmaktadır. Bu uygulamalar, biyolojik çeşitlilik ve ekosistem
işlevselliğinin yeniden oluşturulmasında etkili değildir ve sürdürülebilirlik
hedeflerine ulaşmakta başarısızlık göstermektedir.
Kurumsal ve Hukuksal Reform Önerileri
ÇED Süreçlerinin Güçlendirilmesi: Çevresel Etki Değerlendirmesi süreçlerinin
bağımsız ve saydam bir biçimde yürütülmesi için sivil toplum örgütleri ve
bağımsız bilim insanlarının sürece etkili olarak içselleştirilmesi
gerekmektedir. Ayrıca, ÇED raporlarının kamuya açık ve erişilebilir olması
toplumsal denetimi artıracaktır. Denetim mekanizmalarının güçlendirilmesi ve yükümlülüklerin
yerine getirilmemesi durumunda uygulanacak yaptırımların caydırıcı nitelikte
olması sağlanmalıdır.
Çevresel Karar Alma Süreçlerinin Siyasetçilerden
Bağımsızlaştırılması: Çevre
yönetimiyle ilgili teknik ve bilimsel kararların siyasetten arındırılması adına
özerk çevre ajanslarının kurulması ve kurumların bağımsızlıklarının hukuksal
güvence altına alınması gerekmektedir. Kamu çevre politikalarının uzun vadeli
stratejik planlar doğrultusunda, bilimsel esaslara dayanarak yürütülmesi
sağlanmalıdır.
Ekolojik Hakların Anayasal Güvenceye Kavuşturulması: Doğa ve çevre haklarının temel haklar kapsamında
anayasal metinlerde tanımlanması ve bu hakların ihlalinin yargısal denetim
kapsamına alınması önem arz etmektedir. Ayrıca, “kamu yararı” kavramının
çevresel koruma ilkeleriyle uyumlu, net ve sınırları belirlenmiş biçimde
düzenlenmesi gerekmektedir.
Yerel Toplumların Güçlendirilmesi: Zeytinliklerin korunması bağlamında yerel halkın
karar alma süreçlerine etkin katılımının sağlanması, üretici kooperatiflerinin
ve yerel sivil toplum kuruluşlarının desteklenmesi gerekmektedir. Bunun yanı
sıra, yerel ekonomik yapıların sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda
güçlendirilmesi, çevresel ve toplumsal dayanıklılığın artırılması açısından
kritik önemdedir.
GENEL
DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
Türkiye’de
zeytinlik alanların madencilik etkinliklerine açılması sorunu salt bir arazi
kullanım değişikliği veya ekonomik kalkınma arayışı olarak değerlendirilemez.
Bu konu, aynı zamanda ülkemizin çevre hukuku sistemindeki yapısal zayıflıkları,
kamu yönetimindeki demokratik denetim eksikliklerini ve sürdürülebilirlik
ilkelerinin uygulamadaki yetersizliğini gösteren somut bir örnek teşkil
etmektedir. Mevcut torba yasa teklifi, yüzeyde çevresel koruma yükümlülüklerini
içeren düzenlemeler barındırsa da bu önlemler büyük ölçüde simgesel olup
uygulamada zeytinliklerin maruz kalacağı ekolojik yıkımın önüne geçememektedir.
Yasanın
getirdiği “başka yerde yapılması olanaklı olmayan madencilik etkinlikleri” gibi
belirsiz ve geniş yorumlanmaya açık kavramlar yönetsel takdir yetkisinin aşırı
genişlemesine neden olmakta ve çevresel koruma ilkeleri ile çelişmektedir. Bu
durum, doğal kaynakların korunması ve halkın yaşam kalitesinin güvence altına
alınması bakımından ciddi riskler barındırmaktadır. Aynı zamanda, çevresel etki
değerlendirmesi (ÇED) süreçlerinde yaşanan kurumsal yetersizlikler ve teknik
kapasite eksiklikleri mevzuatın etkililiğini daha da azaltmaktadır.
Bürokratik
özerkliğin yetersizliği, siyasi baskılar ve sermaye çevreleriyle kurulan yakın
ilişkiler, çevresel koruma politikalarının bilimsel temelden kopmasına yol
açmakta ve böylece çevre hukuku ve politika yapımı süreçlerinde ciddi
erozyonlar yaşanmaktadır. Bu çerçevede, hukuksal düzenlemelerin sadece teknik
ve bilimsel esaslara dayandırılması yeterli olmayıp aynı zamanda kamusal
denetimin artırılması, saydamlık ve hesap verebilirliğin sağlanması elzemdir.
Halkın
çevresel karar alma süreçlerine etkili katılımının sağlanması hem demokratik
meşruluk hem de sürdürülebilirlik açısından vazgeçilmez bir gerekliliktir.
Yerel toplulukların bilgi ve deneyimlerinden faydalanmak, sosyal adaletin tesis
edilmesini destekleyecek ve çevresel koruma uygulamalarının toplumsal kabulünü
artıracaktır.
Sonuç
olarak, Türkiye’nin zeytinlik alanlarının korunması ve sürdürülebilir kullanımı
yalnızca tarımsal üretim ve ekolojik dengelerin korunması açısından değil aynı
zamanda çevre hukuku, kamu yönetimi ve demokratik yönetişim bağlamında da
kritik bir gösterge olarak görülmelidir. Bu bağlamda, zeytinliklerin madencilik
etkinliklerine açılmasını düzenleyen mevzuatın yeniden gözden geçirilmesi,
bilimsel verilerle desteklenmesi, kurumsal kapasitenin artırılması ve toplumun
karar alma süreçlerine katılımının sağlanması Türkiye’nin sürdürülebilir
kalkınma hedeflerine ulaşabilmesi için zorunludur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder