Hakkımda

FİRUZ DEMİR YAŞAMIŞ Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirmiştir (1968). University of Southern California’da planlama (kentsel ve bölgesel çevre) ve kamu yönetimi yüksek lisans programlarını bitirmiştir (1976). Siyaset ve Kamu Yönetimi Doktoru (1991). Yerel Yönetimler, Kentleşme ve Çevre Politikaları bilim dalında doçent (1993). Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı’nın kuruluşu sırasında müsteşar vekili. (1978-80) UNICEF Türkiye temsilciliği. (1982-84) Dünya Bankası’nın Çukurova Kentsel Gelişme Projesi’nde kurumsal gelişme uzmanı. (1984-86) Çankaya Belediyesi’nin kurumsal gelişme projesini yürütmüştür. (1989-91) Yedinci Kalkınma Planı “Çevre Özel İhtisas Komisyonu”nun başkanlığı. DPT “Çevre Yapısal Değişim Projesi” komisyonu başkanlığı. Cumhurbaşkanlığı DDK’nun Devlet Islahat Projesi raportörü. (2000-1) Çevre Bakanlığı Müsteşarı (Şubat 1998 – Ağustos 1999). Sabancı Üniversitesi tam zamanlı öğretim üyesi. (2001-2005) Halen yarı zamanlı öğretim üyesi olarak çeşitli üniversitelerde ders vermektedir. Şimdiye kadar ders verdiği üniversiteler arasında Ankara, Orta Doğu, Hacettepe, Fatih, Yeditepe, Maltepe ve Lefke Avrupa (Kıbrıs) üniversiteleri bulunmaktadır.
Blogger tarafından desteklenmektedir.

Translate

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE
EV

Bu Blogda Ara

5 Haziran 2025 Perşembe

 

Apo’nun Köktenci Tarihsel Dönüşümü: Öcalan’ın 2025 Kongresi’ne Mektubu Üzerine Akademik Değerlendirme

 

Prof. Dr. Firuz Demir Yaşamış

 

GİRİŞ: METNİN KONUMU VE NİTELİĞİ

4 Haziran 2025 tarihinde bazı yayın organlarında yer alan Abdullah Öcalan mektubu PKK'nin 12. Kongresi'ne hitaben kaleme alınmış ve örgütün tarihsel bir eşiğe geldiğini ilan eden bir siyasal ve ideolojik manifestodur. Bu metin, yalnızca bir örgütsel fesih çağrısı değil aynı zamanda Kürt hareketinin tarihsel, kültürel ve ontolojik yeniden değerlendirilmesini hedefleyen, çok katmanlı ve derinlemesine bir çözümlemedir. Ben de Öcalan’ın bu mektupta neler dile getirdiğini ve ne gibi önerilerde bulunduğunu oldukça merak ettim ve irdelemek istedim.

ÇÖZÜMLEME

Kürt Tarihinin Anlatı Biçimi: Kopuşlar ve Süreklilikler

Öcalan metninde Kürt tarihini üç dönemsel evreye ayırmaktadır: geleneksel önderlik dönemi (örneğin Şeyh Sait, Seyit Rıza), ulusalcı-milliyetçi geçiş dönemi (örneğin Kadı Muhammed, Barzani, Talabani) ve çağdaş devrimci dönem (PKK-Apo dönemi). Bu sınıflandırma hem Kürt kimliğinin oluşma sürecini hem de bu kimliğin egemenlik elde etme savaşımlarımı açıklamayı hedeflemektedir. Özellikle geleneksel ve milliyetçi önderliklerin başarısızlığı PKK’nin tarihsel meşruluğunu temellendirmek için kullanılan bir savdır.

Önderlik ve PKK: “Apo Gerçeği”nin Kavranamaması

Metinde en dikkat çekici söylemlerden biri Öcalan’ın kendisini bir "kolektif önderlik inşasının parçası" olarak tanımlaması, ancak 50 yıldır bu gerçeğin anlaşılmadığını ve PKK’nin bu nedenle kriz içinde olduğunu belirtmesidir. “Apo gerçeği” söylemi, bir tür tarihsel özne kuramı gibi konumlanmaktadır. Öcalan, PKK’nin mevcut yapısının örgütsel anlamda devrimci işlevini yitirdiğini ve kendisine yüklediği anlamı kavrayamadığını iddia etmektedir. Bu, doğrudan bir örgütsel fesih ve yeniden kuruluş çağrısıdır.

Barış Paradigması: Devlet Bahçeli'nin Rolü ve “Savaşanlar Barışır” Tezi

Öcalan mektubunda dikkat çekici biçimde, milliyetçi bir figür olan Devlet Bahçeli'nin yeni bir dönem başlatmak istediğini belirtmekte ve bu çıkışı "barış çağrısı" olarak yorumlamaktadır. Bu kısım, metnin en politik etkisi olan bölgesidir. Öcalan, "ancak savaşanlar barış yapabilir" savını ileri sürerek, PKK’nın feshi sürecini doğrudan bir barış adımı olarak konumlandırır. Bu yaklaşım, daha önceki çözüm süreci alışkanlıklarından ayrışan, devletle doğrudan ve asimetrik bir uzlaşma zeminine işaret eder.

Ontolojik ve Felsefe Zemini: Doğa, Anlam ve Tarih

Metnin ortasından itibaren oldukça geniş bir kuramsal çerçeveye geçilir. Doğanın diyalektiği, simgesel düşüncenin evrimi, mitolojik düşünceden felsefeye geçiş gibi kavramlar üzerinden insanlık tarihinin evrimi açıklanmaya çalışılır. Bu bölümler, klasik Marksist tarih anlayışına seçenek olarak, daha ekolojik, antropolojik ve ontolojik bir çözümleme denemesidir. Öcalan burada özellikle Hegel, Gazali, İbni Rüşt, Zerdüşt gibi figürleri felsefi arka plan kurmak için kullanır. Doğanın içinde anlamın önceden var olduğunu ve toplumsal evrimin bu anlamın paylaşımı üzerinden geliştiğini savunur.

Kadın, Erillik ve Toplumsal Sorunsallık

Mektubun en özgün bölümlerinden biri, kadının tarihsel rolüne dair yapılan uzun çözümlemedir. Öcalan, toplumsal doğanın kadın merkezli olduğunu ancak bu yapının erkek egemenlik tarafından şiddet yoluyla çöktürüldüğünü belirtir. Gılgamış Destanı ve Sümer mitolojisi üzerinden kadın tanrıça figürü çözümlemesi yapılır. Kadının tarihsel olarak üretim ve kültürün yaratıcısı olduğunu ancak kapitalist çağdaşlaşma ile birlikte tamamen tasfiye edildiğini savunur. Bu çerçevede aile kurumu, evlilik ve heteronormatif yapıların tümü kadının mülkleştirilmesi süreci olarak tanımlanır. Kadın özgürlüğü sosyalizmin önkoşulu olarak sunulur.

Eleştirel Bakış Açısı ve Sonuç

Öcalan’ın mektubu, klasik PKK söyleminden ciddi bir kopuş içermektedir: Milliyetçiliğe, devlete ve hatta kendi örgütüne karşı eleştiriler yöneltilmektedir. Devletle barış süreci yürütmenin meşruluğu, artık ideolojik ya da demokratik değil doğrudan "karşılıklı savaşan tarafların sorumluluğu"na dayandırılmaktadır. Kadın özgürlüğü, sadece sosyal siyasanın değil, toplumsal yeniden yapılanmanın merkezine yerleştirilmiştir.

Barış Süreci Önerisi ve Siyasi Gerçekliği

Abdullah Öcalan’ın mektubunda yer alan en dikkat çekici unsurlardan biri, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin sözleri aracılığıyla tarif edilen “yeni bir barış süreci”nin varlığıdır. Öcalan, Bahçeli'nin geçmişteki sert tutumuna karşın bugün barışa açık bir söylem geliştirdiğini ve bunun tarihsel önemde olduğunu ileri sürmektedir. Bu yaklaşım, mektubun siyasi yönünü doğrudan etkileyen bir kırılmayı temsil etmektedir. Öcalan’ın “ancak savaşanlar barışabilir” ifadesi, klasik çatışma çözümlemesi kuramlarıyla örtüşmektedir. Çatışma çözümünde doğrudan muhataplık ilkesine dayanan bu yaklaşım, ikincil ya da aracı aktörlerin sınırlı etkisinden hareketle, sorumluluğu taşıyan aktörlerin bizzat barış sürecini üstlenmesi gerektiğini vurgular. Burada Türk devleti adına “asıl savaşan” olarak Bahçeli’nin gösterilmesi devletin bir parçası olan MHP’nin biçimsel rolünü meşrulaştırma işlevi görmektedir.

Öcalan’ın bu değerlendirmesi, aynı zamanda mevcut siyasi rejimle doğrudan bir diyalog arayışının sinyalini taşır. Devletin savaş politikalarının mimarı olarak gösterilen Bahçeli’nin barışa yönelmesi, PKK'nın da yapısal bir dönüşüm sürecine girmesini zorunlu kılar. Bu bağlamda PKK’nın feshedilmesi yönündeki çağrı, Öcalan tarafından stratejik bir barış hamlesi olarak meşrulaştırılmaktadır. Bu durum, hem örgütsel öznenin tarihsel misyonunun sona erdiği kabulünü içerir hem de barış için yapısal bir bedel ödenmesinin gerekli olduğu yönünde bir siyasal gerçekçiliği yansıtır.

Bununla birlikte Öcalan’ın bu söylemi, örgüt içi bazı çevrelerde “devletle uzlaşma ve geri çekilme” olarak değerlendirilebilir. Nitekim Öcalan, mektubun ilerleyen kısımlarında, bu sürece katılmayan unsurları açık biçimde eleştirerek barış sürecine yönelmemenin “çözümsüzlükte ısrar” anlamına geleceğini belirtir.

Bu çerçevede değerlendirildiğinde, Öcalan’ın barış süreci önerisi, devletle doğrudan muhataplık ilişkisini yeniden kurmaya çalıştığı gibi, örgütün kendisini dönüştürme çağrısıyla siyasal alanda yeni bir durum arayışının da ifadesidir. Barış süreci, artık sadece devletin adım atmasına değil örgütün kendini lağvetmesine ve “demokratik siyasetin önünü açmasına” bağlı bir modelle yeniden kurgulanmaktadır.

PKK’nin Feshi Çağrısının İdeolojik ve Tarihsel Temelleri

Abdullah Öcalan’ın mektubunun merkezinde yer alan temel siyasal öneri, PKK’nin kendini feshetmesidir. Ancak bu çağrı, yalnızca bir örgütsel kapanış önerisi olarak değil çok daha kapsamlı, tarihsel ve ideolojik bir yeniden kurulma arayışı olarak kurgulanmaktadır. Öcalan, bu süreci bir “çöküş” değil, tersine “yaratıcı bir kopuş” ve “dönüştürücü bir sıçrama” olarak sunar. PKK’nin tasfiyesi, böylelikle çözülme değil yeni bir çözümün ön şartı olarak konumlandırılır.

Tarihsel Dönemleme: Örgütün Aşılması Gereken Eşik Olduğu Savı

Öcalan, mektubunda PKK’nin kuruluşunun, geleneksel önderlik biçimlerinin ve milliyetçi-burjuva karakterlerin iflasına tepki olarak geliştiğini belirtir. Ancak günümüzde bu tarihsel işlevin tamamlandığını, örgütün artık yaratıcı bir sıçrama üretme kapasitesini yitirdiğini ifade eder. Özellikle “bir anın tekrarı” vurgusu yapısal bir tıkanmaya işaret etmektedir. PKK’nın mevcut durumuyla politikaya, savaşa ya da barışa ilişkin yeni bir eylem zemini sunamadığı ifade edilmektedir. Bu noktada, örgütün "fethedilmesi gereken bir kale" değil "aşılması gereken bir yapı" olarak konumlanması önemlidir. Öcalan’a göre örgüt tarihsel anlamını yitirmiş ve bir “çözümsüzlük üretme” aracına dönüşmüştür.

Fesih Çağrısının İdeolojik Temeli: Demokratik Uygarlık Tezi

Öcalan’ın PKK’yi aşma çağrısının kuramsal dayanağı, uzun süredir savunduğu "Demokratik Uygarlık" kuramıdır. Bu kuram, ulus-devlet merkezli çağdaşlaşmanın aşılmasını, silahlı çatışmaların yerini demokratik toplum oluşumunun almasını öngörmektedir. Öcalan, bu anlayış doğrultusunda silahlı savaşım biçimlerinin artık geçersiz olduğunu; meşruluğun ve gücün yeni çağda fikir, örgütlenme ve sivil siyaset üzerinden inşa edilmesi gerektiğini savunmaktadır. Dolayısıyla PKK’nin feshi, silahlı mücadeleyi sonlandırma çağrısı olmanın ötesinde, devrimci dönüşümün ideolojik temelinin değiştiğini gösteren bir çağrıdır. Bu yönüyle, çağrı devlete teslim olmak değil yeni bir siyasal paradigmaya geçiş anlamı taşır.

Önderlik ve Kolektivite Eleştirisi

Mektubun önemli bölümlerinden biri, Öcalan’ın PKK içinde “önderlik gerçeği”nin anlaşılamamış olması yönündeki eleştirisidir. “50 yıldır doğru anlaşılmayı bekliyorum” ifadesi, örgütsel tıkanmayı sadece dışsal nedenlerle değil örgüt içi yapının dogmatikleşmesiyle de ilişkilendirir. PKK’nin “Önderlik inşası” değil, “kişiyi kutsayan bir yapı”ya dönüştüğü ima edilmektedir. Böylece fesih çağrısı, aynı zamanda bu kültürel ve ideolojik sapmanın da tasfiyesini amaçlamaktadır. Bu çerçevede Öcalan PKK’yi bir "geçiş aygıtı" olarak kavramsallaştırmaktadır. Bu aygıtın belirli bir tarihsel işlevi olmuş ancak bu işlevi artık donukluk ve tekrarlama yoluyla çözümsüzlüğe dönüşmüştür.

Fesih Değil, Dönüşüm: Yıkımın Değil, Yeniden Kuruluşun Çağrısı

Öcalan’ın mektubunda geçen “eşik atlama” ve “yaratıcı sıçrama” ifadeleri, PKK’nin sadece sona erdirilmesini değil aynı zamanda bir yenilenme sürecinin başlatılmasını öngörmektedir. Bu, klasik anlamda bir “örgüt feshi” değil, yeni bir kolektif yapının ve zihinsel paradigmanın oluşturulması anlamına gelir. Dolayısıyla, PKK’nin ortadan kalkması bir boşluk yaratmak için değil, demokratik toplum oluşturmaya alan açmak içindir. Bu noktada, Öcalan’ın çağrısı yalnızca örgütsel değil; epistemolojik bir dönüşüm çağrısıdır. “Demokratik siyaset”, “kadın özgürlüğü”, “doğayla uyumlu yaşam” gibi temalar yeni paradigmanın temel taşlarını oluşturur.

Kadın Özgürlüğü ve Toplum Kuramı Bağlamında Mektubun Özgünlüğü

Abdullah Öcalan’ın mektubu yalnızca bir siyasal dönüşüm manifestosu değil aynı zamanda değişik bir toplum kuramı sunma iddiasındadır. Bu kuramın merkezinde ise kadın özgürlüğü yer almaktadır. Kadının tarihsel ve yapısal baskılanmasının yalnızca bir "tali mesele" değil, toplumsal krizin kurucu öğesi olduğunu ileri süren Öcalan, özgürlükçü bir toplumun temelini bu sorunun çözümüne bağlamaktadır. Bu yaklaşım, klasik sosyalist gelenekten ve Marksist sınıf çözümlemesinden bilinçli bir kopuşu temsil eder.

Toplumsal Sorunsallığın Kaynağı: Eril Egemenlik

Öcalan mektubunda toplumsal sorunsallığın kökenini sınıf ilişkilerinden çok daha önceye götürmektedir. Ona göre asıl tarihsel kırılma, kadın merkezli toplumsallığın eril saldırganlıkla bastırılmasıyla başlar. Bu görüş, klasik tarih yazımını tersyüz eder. Uruk kentinin kuruluşu, Sümer mitolojileri, Gılgamış Destanı ve İnanna figürleri gibi örnekler üzerinden kadının önce kutsal bir varlık olarak konumlandığı ancak zamanla üretim araçlarından, toplumsal statüden ve düşünsel özgürlükten koparıldığı savunulur. Özellikle tanrıça figürünün tanrıya evrilmesi ve bu evrimin erkek egemenliğini meşrulaştıran kurumsal yapılara dönüşmesi, Öcalan’ın “kadın kırımı” olarak adlandırdığı süreci açıklamak için kullanılır. Bu anlatı, sadece tarihsel bir nostalji değil günümüzdeki toplumsal şiddetin, aile içi cinayetlerin, kadına yönelik tahakkümün tarihsel kökenlerini açığa çıkarma çabasıdır.

Kadının Köleleştirilmesi: Aile, Mülkiyet ve Devlet

Mektupta aile kurumu, kadının eve kapatılması süreci bağlamında sert şekilde eleştirilmektedir. Öcalan’a göre, kadın “kafeste öten bülbül” konumuna indirgenmiş; ekonomik üretimden dışlanmış, siyasi kararlara etkisiz kılınmış ve bedeni metalaştırılmıştır. Aile yapısı ise bu köleliğin kurumsallaşmış durumudur. Bu bağlamda, klasik Marksist yaklaşımdaki gibi sınıfsal sömürüden önce, kadının baskılanması ilk büyük toplumsal baskı biçimi olarak sunulmaktadır. Devletin ve mülkiyetin ortaya çıkışı da bu ilk baskılama ilişkisine dayanır. Böylece Öcalan, toplumsal baskı kuramında “kadın”ı bir merkez figür konumuna getirir.

Alternatif Toplum Projesi: Ana-Tanrıça Sosyolojisi

Mektupta, tarih öncesi kadın merkezli toplulukların bir model olarak yeniden okunması gerektiği savunulmaktadır. “Ana-tanrıça sosyolojisi” adını verebileceğimiz bu bakış açısı, klan ve kolektivite temelli, doğaya uyumlu, kadın eksenli bir toplumsal yapıyı çağrıştırmaktadır. Bu yapı, merkezi devlet aygıtı, ulus-devlet sınırları ya da kapitalist meta ilişkilerinin ötesindedir. Öcalan, bu modeli günümüzde “demokratik konfederalizm” adıyla somutlamaya çalışmıştır. Bu modelde, kadın meclisleri, ekolojik ekonomi ve doğrudan demokrasi öne çıkar. Öcalan’ın mektubu da bu çizgiyi sürdürerek kadın özgürlüğünü bir sistem paradigması durumuna getirmektedir.

Kadın Özgürlüğü Olmadan Devrim Olmaz

En çarpıcı ifadelerden biri şudur: “Sosyalizm kadının özgürleşmesinden geçer.” Bu ifade hem Marksist gelenekten bir kopuşu hem de özgürlük kuramının yeniden kurulumunu ifade etmektedir. Lenin, Mao, Stalin gibi figürlerin kadına bakışındaki yetersizlik sert biçimde eleştirilmektedir. Marksizm’in “kadını yok saydığı” ya da evlilik gibi ilişki biçimlerini özel alana hapsettiği belirtilmektedir. Kadının özgürleşmesi Öcalan’a göre ne bir yan hedeftir ne de kültürel bir eklemedir. Aksine, toplumsal özgürleşmenin ontolojik koşuludur. Kadın özgürlüğü olmaksızın devrim, demokrasi ya da barış da olanaklı değildir.

Devlet Bahçeli’nin Bu Bağlamda Nasıl Konumlandırıldığı

Abdullah Öcalan’ın mektubunun siyasal açıdan en sıra dışı ve dikkat çekici yönlerinden biri Devlet Bahçeli’nin barış sürecinde bir muhatap ve hatta öncü figür olarak konumlandırılmasıdır. Türkiye siyasetinde sert milliyetçiliğin ve Kürt hareketine karşı en köktenci retçi çizginin simgesi olan bir figürün Öcalan tarafından bu şekilde tanımlanması klasik siyasi pozisyonlamaların dışına çıkan bir kırılma anını ifade etmektedir. Bu konumlandırmanın çok boyutlu bir anlam oluşturulmasına dayandığı söylenebilir.

Barışın Paradoksal Aktörü: “Amansız Savaşçının Barış İradesi”

Öcalan, Bahçeli’yi “benim idamımı en çok isteyen, bütün ömrünü bu savaşa adamış” bir figür olarak tanıttıktan sonra Bahçeli’nin yeni bir dönemi başlatmak istediğini ifade etmesini bir paradigma değişimi olarak yorumlamak gerekir. Bu bağlamda Bahçeli, savaşın en kararlı figürü olarak, aynı zamanda barışın da en meşru aktörü olarak sunulmaktadır. Bu yaklaşım, çatışma çözümü yazınında sıkça karşılaşılan “dönüşen düşman figürü” tipolojisine uymaktadır. Bu durum, “savaşanlar barışabilir” ilkesine dayalı bir barış doktriniyle desteklenmektedir. Barış, ancak çatışmayı bizzat yürüten ve onun ağırlığını hisseden aktörlerce kurulabilir. Bu yaklaşım, Öcalan’ın 1999 sonrası süreçlerde sıkça kullandığı “ikincil aktörlerle görüşmelerin sonuç üretmediği” yönündeki eleştirisiyle de tutarlıdır.

Bahçeli'nin Çözüm Sürecindeki Rolü: Ara Figür mü, Dönüştürücü Güç mü?

Bahçeli’nin Öcalan tarafından bu biçimde tanımlanması birçok açıdan siyasal bir stratejik yeniden çerçeveleme atılımıdır. Milliyetçi taban ve devlet katındaki etkisi nedeniyle Bahçeli'nin olası bir barış sürecine yön vermesi, devlet içi görüş birlikteliği açısından anlamlı olabilir. Ancak bu konumlandırma aynı zamanda Bahçeli’nin geçmişteki tüm retçi ve baskıcı tutumlarını bir tür “tarihsel yükümlülüğe dönüştürerek” yeniden yapılandırır. Bu çerçevede Öcalan, Bahçeli’yi sadece geçmişin sorumlusu değil barışın oluşma sürecinde bir dönüştürücü figür olarak sunmaktadır. Bu, siyasal psikolojide sıkça başvurulan “düşmanı dönüştürerek nötrleştirme” stratejisinin ideolojik düzlemde uygulanmasıdır.

Devletin Temsil Krizi ve Bahçeli’nin Doldurduğu Boşluk

Öcalan’ın mektubunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın isminin hiç geçmemesi Bahçeli’nin ise doğrudan ve merkezi bir biçimde anılması önemlidir. Bu durum, Türkiye siyasal rejiminde yaşanan temsil krizinin bir yansıması olarak okunabilir. Bahçeli, burada bir devlet temsilinden çok rejimin ruhunu ve iradesini temsil eden figür olarak tanımlanır. Bu temsilin, “proto parti-devlet” kavramıyla desteklenmesi, MHP’nin devlet içinde bir tür ideolojik taşıyıcı parti olarak konumlandırıldığını gösterir. Öcalan, böylece MHP’nin milliyetçi söylemini “barış ve demokratik bütünleşme” çağrısıyla birlikte yorumlayarak milliyetçiliği dışlamadan dönüştürmeye çalışmaktadır.

Yeni Dönem ve Bahçeli: Bir Kopuşun Kilidi mi?

Son olarak, Bahçeli’nin bu metinde aldığı rol, PKK’nin tasfiye sürecini meşrulaştıran kilit bir unsur durumuna getirilmiştir. Öcalan, bu yapısal dönüşümü “devletin en zıt figürünün onayı ve çağrısı” üzerinden açıklayarak hem içerideki direnci kırmayı hem de dışarıda toplumsal meşruiyet üretmeyi hedeflemektedir. Bu, klasik çözüm süreci uygulamalarından farklı olarak siyasal aktörler arasında bir ideolojik yakınlaşma değil bir karşılıklı sorumluluk paylaşımı üzerinden gelişen tarihsel uzlaşmadır. Bu bağlamda Bahçeli, düşman değil sorumluluğu dönüştürülmüş bir savaşçı olarak gösterilmiştir.

Eleştirel Söylem Çözümlemesi Bağlamında Abdullah Öcalan’ın 2025 Kongre Mektubu

Abdullah Öcalan’ın PKK’nin 12. Kongresi’ne hitaben kaleme aldığı mektup yalnızca örgütsel bir iç yazışma değil aynı zamanda siyasal, ideolojik ve toplumsal bir müdahale niteliği taşıyan çok katmanlı bir söylemdir. Bu bağlamda, mektup belirli bir tarihsel bağlamda (PKK’nin fesih süreci), belirli bir güç ilişkisi içinde (devlet ve örgüt arasındaki görüşme gerilimi) ve belirli bir dönüşüm hedefiyle (toplumsal, örgütsel, cinsiyet temelli yeniden yapılanma) üretilmiş söylemsel bir eylem olarak çözümlenebilir. Öcalan’ın söz konusu metni, Norman Fairclough’un üç düzeyli Eleştirel Söylem Çözümlemesi modeli çerçevesinde incelenebilir. Bu model metni üç boyutta çözümlemeyi olanaklı kılar: (i) söylemsel metin düzeyi, (ii) söylemsel uygulama düzeyi ve (iii) sosyo-kültürel uygulama düzeyi.

Söylemsel Metin Düzeyi: Sözcük Seçimi, Söylem Biçimleri, Retorik

Öcalan’ın mektubunda kullanılan dil, klasik bir siyasal bildiriden çok hem felsefi hem de mitopoetik ögeler (sanatçıların mitleri yeniden yorumlayarak üretimsel dönüşümlü bir sisteme uyarlamaları) taşıyan ideolojik bir kurgu içerir. Metin boyunca “Kürt varlığı”, “anlamın doğası”, “doğal toplum”, “kadın kırımı”, “yaratıcı sıçrama” gibi terimler okuru sadece bilgilendirmeye değil mevcut düşünme biçimlerini dönüştürmeye yöneliktir. Özne-yüklem yapıları çoğunlukla buyurgan, tanılayıcı ve dönüştürücü bir dille kurgulanmış ve söylemin epistemolojik iddiasını artırmıştır. Sıklıkla kullanılan metaforlar (örneğin, “kafesteki bülbül”, “felç olmuş halk”, “doğa diyalektiği”) anlatının sadece fikir değil, duygu ve ahlaki sorumluluk üretmesini sağlamaktadır. Öcalan burada yalnızca siyasal lider değil, aynı zamanda bir “anlam kurucu figür” olarak konumlanmaktadır. Bu konumlanma söylemin otoritesini yükseltirken aynı zamanda metne ideolojik ve tarihsel derinlik kazandırmaktadır.

Söylemsel Uygulama Düzeyi: Üretim, Yayılma ve Hedef Kitle

Mektubun üretim bağlamı, söylemin çözümünde belirleyici bir işleve sahiptir. Metin, devlet denetiminde tutulan bir mahkûm tarafından kaleme alınmış ancak doğrudan hem devlete hem örgüte hem de kamuoyuna hitap etmiştir. Dolayısıyla, söylem üç düzlemli bir hedeflemeye sahiptir: (i) örgüt içi kadrolar, (ii) siyasal karar vericiler (özellikle Devlet Bahçeli üzerinden), (iii) kamuoyunun ideolojik algı yapısı. Bu çok yönlü hedefleme, mektubu bir iç yazışma olmaktan çıkararak toplumsal müdahale aracı durumuna getirmektedir. Metnin “kongreye hitap” formunda sunulması, simgesel olarak bir iç disiplin çağrısı gibi görünse de içerdiği kavramsal derinlik ve retorik çokluğu nedeniyle aynı zamanda bir hegemonik söylem üretimi çabasıdır. Bu üretim, hem mevcut durumu eleştiri nesnesine dönüştürmekte hem de alternatif bir söylem ve anlam zemini oluşturmaktadır.

Sosyo-Kültürel Uygulama Düzeyi: İktidar, Hegemonya ve Karşı-Söylem

Mektubun en belirgin söylemsel stratejilerinden biri iktidar ilişkilerinin yeniden tanımlanmasıdır. Öcalan, devletle olan klasik çatışmacı tutumu terk etmeksizin Devlet Bahçeli’yi barışın muhatabı olarak konumlandırarak iktidarın dönüştürülebilir bir olgu olduğunu savunmaktadır. Bu yaklaşım, çatışma çözümü bağlamında alışık olunmayan bir yeniden çerçeveleme biçimidir. Bahçeli gibi bir “retçi figür” bu metinde dönüşümün kilidi olarak konumlanır. Öte yandan, metin yalnızca dış iktidar yapılarıyla değil, örgüt içi iktidar ve meşruluk ilişkileriyle de hesaplaşmaktadır. Öcalan’ın “Apo gerçeği anlaşılamadı”, “felç olmuş halk”, “örgüt içi donukluk” gibi ifadeleri, PKK’nin iç hiyerarşisinin hegemonik niteliğini çözmeye dönüktür. Bu bağlamda söylem hem dışa karşı barışçıl dönüşüm hem de içe karşı ideolojik arınma çağrısıdır. Kadın söylemi ise bu bağlamda sadece ikincil bir sosyal adalet teması olarak değil doğrudan toplumsal yeniden yapılanmanın merkez ekseni olarak yapılandırılmaktadır. Kadın özgürlüğü söylemi, kapitalist çağdaşlaşmaya, devlet yapısına, aile kurumuna ve cinsiyet rejimine karşı çok yönlü bir karşı-hegemonya stratejisi olarak konumlandırılmaktadır.

Abdullah Öcalan’ın mektubu, yalnızca tarihsel bir dönüm noktasına işaret eden siyasal bir metin değil aynı zamanda söylemsel düzeyde çok katmanlı bir hegemonya mücadelesinin sahnesidir. Eleştirel Söylem Çözümlemesi perspektifiyle değerlendirildiğinde, bu metin anlam üretimini ideolojik bağlamda yeniden yapılandıran, iktidar ilişkilerini dönüştürmeye çalışan, kadın özgürlüğü üzerinden yeni bir toplum hayali kuran ve Devlet ve örgüt ilişkilerini simetrik olmayan ancak dönüşebilir olarak tanımlayan bir karşı-söylem olarak kurgulanmıştır.

Bu açıdan metin, salt bir örgütsel çağrı olmanın ötesinde söylem yoluyla toplumsal gerçekliği dönüştürme girişimidir. Fairclough’un eleştirel söylem çözümlemesi yöntemi metnin bu çok katmanlı doğasını görünür kılmak açısından işlevsel ve açıklayıcı olmuştur.

GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ

Öcalan’ın mektubunu önemli ve olumlu bulduğumun altını çizmem gerekir. Bu konuda sahip olduğum tüm kuşkulara karşın mektup, ister aynı görüşte olalım ya da farklı düşünelim, içten ve kabul edilebilir özellikler ve öneriler içermektedir. Kanımca en önemli eksiklik mektubun PKK’nın Suriye, İran ve Irak’taki uzantılarını kapsamamış ve silah bırakma konusunda açık bir talep ve tarih belirtmemiş olmasıdır. Abdullah Öcalan’ın 4 Haziran 2025 tarihli ve PKK’nin 12. Kongresi’ne hitaben kaleme aldığı mektubu, yalnızca bir örgütsel çözülme çağrısı değil aynı zamanda Kürt hareketinin tarihsel, ideolojik ve toplumsal temelini yeniden kurma yönünde güçlü bir müdahale metni olarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda mektup, belirli tarihsel, siyasal ve ideolojik koşullar altında üretilmiş bir söylem olarak ele alınmalıdır.

Öcalan’ın mektubu, klasik bir siyasal bildiriden farklı olarak çok katmanlı bir anlam örgüsü sunmaktadır. Metinde yer alan “yaratıcı sıçrama”, “doğal toplum”, “kadın kırımı”, “felç olmuş halk”, “barış yapabilecek savaşçı” gibi kavramlar, söylemin yalnızca tanımlayıcı değil, aynı zamanda dönüştürücü bir işlev gördüğünü ortaya koyar. Metin boyunca kullanılan metaforlar (örneğin “kafesteki bülbül”, “doğanın anlamı”) sembolik düzeyde toplumsal ve bireysel özgürlük hayalini beslerken, özne-yüklem yapılarındaki buyurgan ve kurucu ton, söylemi ideolojik açıdan otorite taşıyan bir “kurucu metin” haline getirir. Bu yönüyle Öcalan, sadece bir siyasal figür değil; aynı zamanda bir “anlam üreticisi” olarak konumlanır.

Mektup, devlet denetiminde tutulan bir mahkûm tarafından yazılmış olmasına karşın yalnızca PKK’nin iç organlarına değil çok katmanlı bir hedef kitleye hitap etmektedir: örgüt kadroları, devlet yöneticileri ve daha geniş kamuoyu. Bu çoklu hitap düzeneği, metni klasik bir iç örgüt belgesi olmaktan çıkararak kamusal bir ideolojik müdahale metni haline getirmektedir. Topluma ise yeni bir tarihsel-toplumsal hayal önerilmektedir. Bu söylem stratejisi, Fairclough’un tanımladığı gibi söylemin yalnızca dilsel bir üretim değil aynı zamanda toplumsal bir eylem biçimi olduğunu kanıtlamaktadır. Söylemin üretildiği bağlam -İmralı Cezaevi gibi yüksek düzeyde denetimli bir ortam- söylemi daha da çarpıcı ve çelişkili kılmaktadır. Devletin hem bu metnin üretimini denetlediği hem de hedeflerinden biri olduğu gerçeği söylemi doğrudan karşılıklı görüşmelere yoluyla ortaya çıkarılmış bir eylem durumuna getirmektedir.

Mektup, söylemsel uygulama düzeyinde ayrıca üç temel strateji içermektedir: Yeniden isimlendirme PKK’nin silahlı direniş kimliği, “aşılması gereken bir eşik” olarak adlandırılmakta; Devlet Bahçeli gibi daha önce “düşman” olan bir siyasal aktör barışın aktörü olarak yeniden nitelenmekte ve Öcalan, kendi tarihsel figürünü ve örgütsel misyonunu dahi eleştiriye açarak söylemin dönüşümcü yönünü vurgulamaktadır.

Sosyo-kültürel uygulama düzeyinde metin yalnızca bir ideolojik tutum üretmemekte aynı zamanda mevcut iktidar yapılarını ve hegemonik düzenleri yeniden kurmayı amaçlamaktadır. Öcalan’ın mektubu hem devletin hem de örgütün iktidar yapısına dönük eleştiriler içermekte ve bu yapıları yıkmaktan çok dönüştürmeyi hedefleyen bir dil kullanılmaktadır.

Siyasal iktidar, klasik düşman konumunda değil Bahçeli örneğinde olduğu gibi, “savaşmış olanlar barışabilir” ilkesiyle yeniden tanımlanmıştır. Bu yaklaşım, Carl Schmitt'in dost-düşman ayrımına dayalı siyasal ontolojisinin yerine post-hegemonik bir siyasal hayal yerleştirmektedir. Kadın, Öcalan’ın söyleminde salt bir ezilen sınıf değil, toplumsal tarih ve anlam oluşturmanın merkezidir. Bu, klasik Marksist çözümlemelerden ayrışan bir söylemsel devrimdir. Kadının kurtuluşu, sadece etik veya siyasal bir gereklilik değil ontolojik bir zorunluluk olarak sunulmaktadır. Böylelikle kadın söylemi iktidar ilişkilerinin yeniden düzenlendiği hegemonik zemini kökten değiştiren bir karşı-söylem üretmektedir. Doğa, anlam, üretim, evlilik, aile, devlet gibi temel kurumlar, Öcalan tarafından eleştirel tarihsel anlatılarla açıklanmakta ve yeniden tanımlanmaktadır. Devletin ideolojik aygıtları (aile, okul, dil, din vb.) yeniden sorgulanmakta; yeni bir anlam rejimi önerilmektedir.

Abdullah Öcalan’ın 2025 tarihli kongre mektubu, eleştirel söylem çözümlemesi perspektifinden değerlendirildiğinde, yalnızca dilsel bir metin değil; çok düzeyli bir ideolojik eylem, iktidar müdahalesi ve toplumsal vizyon üretimi olarak öne çıkmaktadır. Metin dilin nasıl anlam oluşturduğunu, iktidar ilişkilerinin nasıl dönüşebileceğini ve hegemonik söylemlerin nasıl çözümlenip karşı-söylemlerin nasıl üretildiğini açıklıkla ortaya koymaktadır. Bu bağlamda Öcalan’ın mektubu, bir “retorik” değil bir söylemsel devrim girişimi olarak okunmalıdır.

Hiç yorum yok: