Apo’nun Köktenci Tarihsel Dönüşümü: Öcalan’ın
2025 Kongresi’ne Mektubu Üzerine Akademik Değerlendirme
Prof. Dr. Firuz Demir Yaşamış
GİRİŞ: METNİN KONUMU VE NİTELİĞİ
4 Haziran 2025 tarihinde bazı
yayın organlarında yer alan Abdullah Öcalan mektubu PKK'nin 12. Kongresi'ne
hitaben kaleme alınmış ve örgütün tarihsel bir eşiğe geldiğini ilan eden bir
siyasal ve ideolojik manifestodur. Bu metin, yalnızca bir örgütsel fesih
çağrısı değil aynı zamanda Kürt hareketinin tarihsel, kültürel ve ontolojik
yeniden değerlendirilmesini hedefleyen, çok katmanlı ve derinlemesine bir
çözümlemedir. Ben de Öcalan’ın bu mektupta neler dile getirdiğini ve ne gibi
önerilerde bulunduğunu oldukça merak ettim ve irdelemek istedim.
ÇÖZÜMLEME
Kürt Tarihinin Anlatı Biçimi: Kopuşlar ve
Süreklilikler
Öcalan metninde Kürt tarihini üç dönemsel evreye
ayırmaktadır: geleneksel önderlik dönemi (örneğin Şeyh Sait, Seyit Rıza), ulusalcı-milliyetçi
geçiş dönemi (örneğin Kadı Muhammed, Barzani, Talabani) ve çağdaş devrimci
dönem (PKK-Apo dönemi). Bu sınıflandırma hem Kürt kimliğinin oluşma sürecini
hem de bu kimliğin egemenlik elde etme savaşımlarımı açıklamayı hedeflemektedir.
Özellikle geleneksel ve milliyetçi önderliklerin başarısızlığı PKK’nin tarihsel
meşruluğunu temellendirmek için kullanılan bir savdır.
Önderlik ve PKK: “Apo Gerçeği”nin Kavranamaması
Metinde en dikkat çekici
söylemlerden biri Öcalan’ın kendisini bir "kolektif önderlik inşasının
parçası" olarak tanımlaması, ancak 50 yıldır bu gerçeğin anlaşılmadığını
ve PKK’nin bu nedenle kriz içinde olduğunu belirtmesidir. “Apo gerçeği” söylemi,
bir tür tarihsel özne kuramı gibi konumlanmaktadır. Öcalan, PKK’nin mevcut
yapısının örgütsel anlamda devrimci işlevini yitirdiğini ve kendisine yüklediği
anlamı kavrayamadığını iddia etmektedir. Bu, doğrudan bir örgütsel fesih ve
yeniden kuruluş çağrısıdır.
Barış Paradigması: Devlet Bahçeli'nin Rolü ve
“Savaşanlar Barışır” Tezi
Öcalan mektubunda dikkat çekici
biçimde, milliyetçi bir figür olan Devlet Bahçeli'nin yeni bir dönem başlatmak
istediğini belirtmekte ve bu çıkışı "barış çağrısı" olarak
yorumlamaktadır. Bu kısım, metnin en politik etkisi olan bölgesidir. Öcalan,
"ancak savaşanlar barış yapabilir" savını ileri sürerek, PKK’nın
feshi sürecini doğrudan bir barış adımı olarak konumlandırır. Bu yaklaşım, daha
önceki çözüm süreci alışkanlıklarından ayrışan, devletle doğrudan ve asimetrik
bir uzlaşma zeminine işaret eder.
Ontolojik ve Felsefe Zemini: Doğa, Anlam ve Tarih
Metnin ortasından itibaren
oldukça geniş bir kuramsal çerçeveye geçilir. Doğanın diyalektiği, simgesel
düşüncenin evrimi, mitolojik düşünceden felsefeye geçiş gibi kavramlar
üzerinden insanlık tarihinin evrimi açıklanmaya çalışılır. Bu bölümler, klasik
Marksist tarih anlayışına seçenek olarak, daha ekolojik, antropolojik ve
ontolojik bir çözümleme denemesidir. Öcalan burada özellikle Hegel, Gazali,
İbni Rüşt, Zerdüşt gibi figürleri felsefi arka plan kurmak için kullanır.
Doğanın içinde anlamın önceden var olduğunu ve toplumsal evrimin bu anlamın
paylaşımı üzerinden geliştiğini savunur.
Kadın, Erillik ve Toplumsal Sorunsallık
Mektubun en özgün bölümlerinden
biri, kadının tarihsel rolüne dair yapılan uzun çözümlemedir. Öcalan, toplumsal
doğanın kadın merkezli olduğunu ancak bu yapının erkek egemenlik tarafından
şiddet yoluyla çöktürüldüğünü belirtir. Gılgamış Destanı ve Sümer mitolojisi
üzerinden kadın tanrıça figürü çözümlemesi yapılır. Kadının tarihsel olarak
üretim ve kültürün yaratıcısı olduğunu ancak kapitalist çağdaşlaşma ile
birlikte tamamen tasfiye edildiğini savunur. Bu çerçevede aile kurumu, evlilik
ve heteronormatif yapıların tümü kadının mülkleştirilmesi süreci olarak
tanımlanır. Kadın özgürlüğü sosyalizmin önkoşulu olarak sunulur.
Eleştirel Bakış Açısı ve Sonuç
Öcalan’ın mektubu, klasik PKK söyleminden ciddi bir
kopuş içermektedir: Milliyetçiliğe, devlete ve hatta kendi örgütüne karşı
eleştiriler yöneltilmektedir. Devletle barış süreci yürütmenin meşruluğu, artık
ideolojik ya da demokratik değil doğrudan "karşılıklı savaşan tarafların
sorumluluğu"na dayandırılmaktadır. Kadın özgürlüğü, sadece sosyal siyasanın
değil, toplumsal yeniden yapılanmanın merkezine yerleştirilmiştir.
Barış
Süreci Önerisi ve Siyasi Gerçekliği
Abdullah
Öcalan’ın mektubunda yer alan en dikkat çekici unsurlardan biri, Milliyetçi
Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin sözleri aracılığıyla tarif
edilen “yeni bir barış süreci”nin varlığıdır. Öcalan, Bahçeli'nin geçmişteki
sert tutumuna karşın bugün barışa açık bir söylem geliştirdiğini ve bunun
tarihsel önemde olduğunu ileri sürmektedir. Bu yaklaşım, mektubun siyasi yönünü
doğrudan etkileyen bir kırılmayı temsil etmektedir. Öcalan’ın “ancak savaşanlar
barışabilir” ifadesi, klasik çatışma çözümlemesi kuramlarıyla örtüşmektedir.
Çatışma çözümünde doğrudan muhataplık ilkesine dayanan bu yaklaşım, ikincil ya
da aracı aktörlerin sınırlı etkisinden hareketle, sorumluluğu taşıyan
aktörlerin bizzat barış sürecini üstlenmesi gerektiğini vurgular. Burada Türk
devleti adına “asıl savaşan” olarak Bahçeli’nin gösterilmesi devletin bir
parçası olan MHP’nin biçimsel rolünü meşrulaştırma işlevi görmektedir.
Öcalan’ın bu
değerlendirmesi, aynı zamanda mevcut siyasi rejimle doğrudan bir diyalog
arayışının sinyalini taşır. Devletin savaş politikalarının mimarı olarak
gösterilen Bahçeli’nin barışa yönelmesi, PKK'nın da yapısal bir dönüşüm
sürecine girmesini zorunlu kılar. Bu bağlamda PKK’nın feshedilmesi yönündeki
çağrı, Öcalan tarafından stratejik bir barış hamlesi olarak
meşrulaştırılmaktadır. Bu durum, hem örgütsel öznenin tarihsel misyonunun sona
erdiği kabulünü içerir hem de barış için yapısal bir bedel ödenmesinin gerekli
olduğu yönünde bir siyasal gerçekçiliği yansıtır.
Bununla
birlikte Öcalan’ın bu söylemi, örgüt içi bazı çevrelerde “devletle uzlaşma ve
geri çekilme” olarak değerlendirilebilir. Nitekim Öcalan, mektubun ilerleyen
kısımlarında, bu sürece katılmayan unsurları açık biçimde eleştirerek barış
sürecine yönelmemenin “çözümsüzlükte ısrar” anlamına geleceğini belirtir.
Bu çerçevede
değerlendirildiğinde, Öcalan’ın barış süreci önerisi, devletle doğrudan
muhataplık ilişkisini yeniden kurmaya çalıştığı gibi, örgütün kendisini
dönüştürme çağrısıyla siyasal alanda yeni bir durum arayışının da ifadesidir.
Barış süreci, artık sadece devletin adım atmasına değil örgütün kendini
lağvetmesine ve “demokratik siyasetin önünü açmasına” bağlı bir modelle yeniden
kurgulanmaktadır.
PKK’nin
Feshi Çağrısının İdeolojik ve Tarihsel Temelleri
Abdullah
Öcalan’ın mektubunun merkezinde yer alan temel siyasal öneri, PKK’nin kendini
feshetmesidir. Ancak bu çağrı, yalnızca bir örgütsel kapanış önerisi olarak
değil çok daha kapsamlı, tarihsel ve ideolojik bir yeniden kurulma arayışı
olarak kurgulanmaktadır. Öcalan, bu süreci bir “çöküş” değil, tersine “yaratıcı
bir kopuş” ve “dönüştürücü bir sıçrama” olarak sunar. PKK’nin tasfiyesi,
böylelikle çözülme değil yeni bir çözümün ön şartı olarak konumlandırılır.
Tarihsel
Dönemleme: Örgütün Aşılması Gereken Eşik Olduğu Savı
Öcalan,
mektubunda PKK’nin kuruluşunun, geleneksel önderlik biçimlerinin ve
milliyetçi-burjuva karakterlerin iflasına tepki olarak geliştiğini belirtir.
Ancak günümüzde bu tarihsel işlevin tamamlandığını, örgütün artık yaratıcı bir
sıçrama üretme kapasitesini yitirdiğini ifade eder. Özellikle “bir anın
tekrarı” vurgusu yapısal bir tıkanmaya işaret etmektedir. PKK’nın mevcut durumuyla
politikaya, savaşa ya da barışa ilişkin yeni bir eylem zemini sunamadığı ifade
edilmektedir. Bu noktada, örgütün "fethedilmesi gereken bir kale"
değil "aşılması gereken bir yapı" olarak konumlanması önemlidir.
Öcalan’a göre örgüt tarihsel anlamını yitirmiş ve bir “çözümsüzlük üretme”
aracına dönüşmüştür.
Fesih
Çağrısının İdeolojik Temeli: Demokratik Uygarlık Tezi
Öcalan’ın
PKK’yi aşma çağrısının kuramsal dayanağı, uzun süredir savunduğu
"Demokratik Uygarlık" kuramıdır. Bu kuram, ulus-devlet merkezli çağdaşlaşmanın
aşılmasını, silahlı çatışmaların yerini demokratik toplum oluşumunun almasını
öngörmektedir. Öcalan, bu anlayış doğrultusunda silahlı savaşım biçimlerinin
artık geçersiz olduğunu; meşruluğun ve gücün yeni çağda fikir, örgütlenme ve
sivil siyaset üzerinden inşa edilmesi gerektiğini savunmaktadır. Dolayısıyla
PKK’nin feshi, silahlı mücadeleyi sonlandırma çağrısı olmanın ötesinde,
devrimci dönüşümün ideolojik temelinin değiştiğini gösteren bir çağrıdır. Bu
yönüyle, çağrı devlete teslim olmak değil yeni bir siyasal paradigmaya geçiş
anlamı taşır.
Önderlik
ve Kolektivite Eleştirisi
Mektubun
önemli bölümlerinden biri, Öcalan’ın PKK içinde “önderlik gerçeği”nin
anlaşılamamış olması yönündeki eleştirisidir. “50 yıldır doğru anlaşılmayı
bekliyorum” ifadesi, örgütsel tıkanmayı sadece dışsal nedenlerle değil örgüt
içi yapının dogmatikleşmesiyle de ilişkilendirir. PKK’nin “Önderlik inşası”
değil, “kişiyi kutsayan bir yapı”ya dönüştüğü ima edilmektedir. Böylece fesih
çağrısı, aynı zamanda bu kültürel ve ideolojik sapmanın da tasfiyesini
amaçlamaktadır. Bu çerçevede Öcalan PKK’yi bir "geçiş aygıtı" olarak
kavramsallaştırmaktadır. Bu aygıtın belirli bir tarihsel işlevi olmuş ancak bu
işlevi artık donukluk ve tekrarlama yoluyla çözümsüzlüğe dönüşmüştür.
Fesih
Değil, Dönüşüm: Yıkımın Değil, Yeniden Kuruluşun Çağrısı
Öcalan’ın
mektubunda geçen “eşik atlama” ve “yaratıcı sıçrama” ifadeleri, PKK’nin sadece
sona erdirilmesini değil aynı zamanda bir yenilenme sürecinin başlatılmasını
öngörmektedir. Bu, klasik anlamda bir “örgüt feshi” değil, yeni bir kolektif
yapının ve zihinsel paradigmanın oluşturulması anlamına gelir. Dolayısıyla,
PKK’nin ortadan kalkması bir boşluk yaratmak için değil, demokratik toplum oluşturmaya
alan açmak içindir. Bu noktada, Öcalan’ın çağrısı yalnızca örgütsel değil; epistemolojik
bir dönüşüm çağrısıdır. “Demokratik siyaset”, “kadın özgürlüğü”, “doğayla
uyumlu yaşam” gibi temalar yeni paradigmanın temel taşlarını oluşturur.
Kadın
Özgürlüğü ve Toplum Kuramı Bağlamında Mektubun Özgünlüğü
Abdullah
Öcalan’ın mektubu yalnızca bir siyasal dönüşüm manifestosu değil aynı zamanda değişik
bir toplum kuramı sunma iddiasındadır. Bu kuramın merkezinde ise kadın
özgürlüğü yer almaktadır. Kadının tarihsel ve yapısal baskılanmasının yalnızca
bir "tali mesele" değil, toplumsal krizin kurucu öğesi olduğunu ileri
süren Öcalan, özgürlükçü bir toplumun temelini bu sorunun çözümüne
bağlamaktadır. Bu yaklaşım, klasik sosyalist gelenekten ve Marksist sınıf çözümlemesinden
bilinçli bir kopuşu temsil eder.
Toplumsal
Sorunsallığın Kaynağı: Eril Egemenlik
Öcalan
mektubunda toplumsal sorunsallığın kökenini sınıf ilişkilerinden çok daha
önceye götürmektedir. Ona göre asıl tarihsel kırılma, kadın merkezli
toplumsallığın eril saldırganlıkla bastırılmasıyla başlar. Bu görüş, klasik
tarih yazımını tersyüz eder. Uruk kentinin kuruluşu, Sümer mitolojileri,
Gılgamış Destanı ve İnanna figürleri gibi örnekler üzerinden kadının önce
kutsal bir varlık olarak konumlandığı ancak zamanla üretim araçlarından,
toplumsal statüden ve düşünsel özgürlükten koparıldığı savunulur. Özellikle
tanrıça figürünün tanrıya evrilmesi ve bu evrimin erkek egemenliğini
meşrulaştıran kurumsal yapılara dönüşmesi, Öcalan’ın “kadın kırımı” olarak
adlandırdığı süreci açıklamak için kullanılır. Bu anlatı, sadece tarihsel bir
nostalji değil günümüzdeki toplumsal şiddetin, aile içi cinayetlerin, kadına
yönelik tahakkümün tarihsel kökenlerini açığa çıkarma çabasıdır.
Kadının
Köleleştirilmesi: Aile, Mülkiyet ve Devlet
Mektupta
aile kurumu, kadının eve kapatılması süreci bağlamında sert şekilde eleştirilmektedir.
Öcalan’a göre, kadın “kafeste öten bülbül” konumuna indirgenmiş; ekonomik
üretimden dışlanmış, siyasi kararlara etkisiz kılınmış ve bedeni
metalaştırılmıştır. Aile yapısı ise bu köleliğin kurumsallaşmış durumudur. Bu
bağlamda, klasik Marksist yaklaşımdaki gibi sınıfsal sömürüden önce, kadının
baskılanması ilk büyük toplumsal baskı biçimi olarak sunulmaktadır. Devletin ve
mülkiyetin ortaya çıkışı da bu ilk baskılama ilişkisine dayanır. Böylece
Öcalan, toplumsal baskı kuramında “kadın”ı bir merkez figür konumuna getirir.
Alternatif
Toplum Projesi: Ana-Tanrıça Sosyolojisi
Mektupta,
tarih öncesi kadın merkezli toplulukların bir model olarak yeniden okunması
gerektiği savunulmaktadır. “Ana-tanrıça sosyolojisi” adını verebileceğimiz bu
bakış açısı, klan ve kolektivite temelli, doğaya uyumlu, kadın eksenli bir
toplumsal yapıyı çağrıştırmaktadır. Bu yapı, merkezi devlet aygıtı, ulus-devlet
sınırları ya da kapitalist meta ilişkilerinin ötesindedir. Öcalan, bu modeli
günümüzde “demokratik konfederalizm” adıyla somutlamaya çalışmıştır. Bu
modelde, kadın meclisleri, ekolojik ekonomi ve doğrudan demokrasi öne çıkar. Öcalan’ın
mektubu da bu çizgiyi sürdürerek kadın özgürlüğünü bir sistem paradigması durumuna
getirmektedir.
Kadın
Özgürlüğü Olmadan Devrim Olmaz
En çarpıcı
ifadelerden biri şudur: “Sosyalizm kadının özgürleşmesinden geçer.” Bu ifade
hem Marksist gelenekten bir kopuşu hem de özgürlük kuramının yeniden kurulumunu
ifade etmektedir. Lenin, Mao, Stalin gibi figürlerin kadına bakışındaki
yetersizlik sert biçimde eleştirilmektedir. Marksizm’in “kadını yok saydığı” ya
da evlilik gibi ilişki biçimlerini özel alana hapsettiği belirtilmektedir. Kadının
özgürleşmesi Öcalan’a göre ne bir yan hedeftir ne de kültürel bir eklemedir.
Aksine, toplumsal özgürleşmenin ontolojik koşuludur. Kadın özgürlüğü olmaksızın
devrim, demokrasi ya da barış da olanaklı değildir.
Devlet
Bahçeli’nin Bu Bağlamda Nasıl Konumlandırıldığı
Abdullah
Öcalan’ın mektubunun siyasal açıdan en sıra dışı ve dikkat çekici yönlerinden
biri Devlet Bahçeli’nin barış sürecinde bir muhatap ve hatta öncü figür olarak
konumlandırılmasıdır. Türkiye siyasetinde sert milliyetçiliğin ve Kürt
hareketine karşı en köktenci retçi çizginin simgesi olan bir figürün Öcalan
tarafından bu şekilde tanımlanması klasik siyasi pozisyonlamaların dışına çıkan
bir kırılma anını ifade etmektedir. Bu konumlandırmanın çok boyutlu bir anlam oluşturulmasına
dayandığı söylenebilir.
Barışın
Paradoksal Aktörü: “Amansız Savaşçının Barış İradesi”
Öcalan,
Bahçeli’yi “benim idamımı en çok isteyen, bütün ömrünü bu savaşa adamış” bir
figür olarak tanıttıktan sonra Bahçeli’nin yeni bir dönemi başlatmak istediğini
ifade etmesini bir paradigma değişimi olarak yorumlamak gerekir. Bu bağlamda
Bahçeli, savaşın en kararlı figürü olarak, aynı zamanda barışın da en meşru
aktörü olarak sunulmaktadır. Bu yaklaşım, çatışma çözümü yazınında sıkça
karşılaşılan “dönüşen düşman figürü” tipolojisine uymaktadır. Bu durum,
“savaşanlar barışabilir” ilkesine dayalı bir barış doktriniyle
desteklenmektedir. Barış, ancak çatışmayı bizzat yürüten ve onun ağırlığını
hisseden aktörlerce kurulabilir. Bu yaklaşım, Öcalan’ın 1999 sonrası süreçlerde
sıkça kullandığı “ikincil aktörlerle görüşmelerin sonuç üretmediği” yönündeki
eleştirisiyle de tutarlıdır.
Bahçeli'nin
Çözüm Sürecindeki Rolü: Ara Figür mü, Dönüştürücü Güç mü?
Bahçeli’nin
Öcalan tarafından bu biçimde tanımlanması birçok açıdan siyasal bir stratejik
yeniden çerçeveleme atılımıdır. Milliyetçi taban ve devlet katındaki etkisi
nedeniyle Bahçeli'nin olası bir barış sürecine yön vermesi, devlet içi görüş
birlikteliği açısından anlamlı olabilir. Ancak bu konumlandırma aynı zamanda
Bahçeli’nin geçmişteki tüm retçi ve baskıcı tutumlarını bir tür “tarihsel
yükümlülüğe dönüştürerek” yeniden yapılandırır. Bu çerçevede Öcalan, Bahçeli’yi
sadece geçmişin sorumlusu değil barışın oluşma sürecinde bir dönüştürücü figür
olarak sunmaktadır. Bu, siyasal psikolojide sıkça başvurulan “düşmanı
dönüştürerek nötrleştirme” stratejisinin ideolojik düzlemde uygulanmasıdır.
Devletin
Temsil Krizi ve Bahçeli’nin Doldurduğu Boşluk
Öcalan’ın
mektubunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın isminin hiç geçmemesi Bahçeli’nin ise
doğrudan ve merkezi bir biçimde anılması önemlidir. Bu durum, Türkiye siyasal
rejiminde yaşanan temsil krizinin bir yansıması olarak okunabilir. Bahçeli,
burada bir devlet temsilinden çok rejimin ruhunu ve iradesini temsil eden figür
olarak tanımlanır. Bu temsilin, “proto parti-devlet” kavramıyla desteklenmesi,
MHP’nin devlet içinde bir tür ideolojik taşıyıcı parti olarak
konumlandırıldığını gösterir. Öcalan, böylece MHP’nin milliyetçi söylemini
“barış ve demokratik bütünleşme” çağrısıyla birlikte yorumlayarak
milliyetçiliği dışlamadan dönüştürmeye çalışmaktadır.
Yeni
Dönem ve Bahçeli: Bir Kopuşun Kilidi mi?
Son olarak,
Bahçeli’nin bu metinde aldığı rol, PKK’nin tasfiye sürecini meşrulaştıran kilit
bir unsur durumuna getirilmiştir. Öcalan, bu yapısal dönüşümü “devletin en zıt
figürünün onayı ve çağrısı” üzerinden açıklayarak hem içerideki direnci kırmayı
hem de dışarıda toplumsal meşruiyet üretmeyi hedeflemektedir. Bu, klasik çözüm
süreci uygulamalarından farklı olarak siyasal aktörler arasında bir ideolojik
yakınlaşma değil bir karşılıklı sorumluluk paylaşımı üzerinden gelişen tarihsel
uzlaşmadır. Bu bağlamda Bahçeli, düşman değil sorumluluğu dönüştürülmüş bir
savaşçı olarak gösterilmiştir.
Eleştirel
Söylem Çözümlemesi Bağlamında Abdullah Öcalan’ın 2025 Kongre Mektubu
Abdullah
Öcalan’ın PKK’nin 12. Kongresi’ne hitaben kaleme aldığı mektup yalnızca
örgütsel bir iç yazışma değil aynı zamanda siyasal, ideolojik ve toplumsal bir
müdahale niteliği taşıyan çok katmanlı bir söylemdir. Bu bağlamda, mektup
belirli bir tarihsel bağlamda (PKK’nin fesih süreci), belirli bir güç ilişkisi
içinde (devlet ve örgüt arasındaki görüşme gerilimi) ve belirli bir dönüşüm
hedefiyle (toplumsal, örgütsel, cinsiyet temelli yeniden yapılanma) üretilmiş
söylemsel bir eylem olarak çözümlenebilir. Öcalan’ın söz konusu metni, Norman
Fairclough’un üç düzeyli Eleştirel Söylem Çözümlemesi modeli çerçevesinde
incelenebilir. Bu model metni üç boyutta çözümlemeyi olanaklı kılar: (i)
söylemsel metin düzeyi, (ii) söylemsel uygulama düzeyi ve (iii) sosyo-kültürel uygulama
düzeyi.
Söylemsel
Metin Düzeyi: Sözcük Seçimi, Söylem Biçimleri, Retorik
Öcalan’ın
mektubunda kullanılan dil, klasik bir siyasal bildiriden çok hem felsefi hem de
mitopoetik ögeler (sanatçıların mitleri yeniden yorumlayarak üretimsel
dönüşümlü bir sisteme uyarlamaları) taşıyan ideolojik bir kurgu içerir. Metin
boyunca “Kürt varlığı”, “anlamın doğası”, “doğal toplum”, “kadın kırımı”,
“yaratıcı sıçrama” gibi terimler okuru sadece bilgilendirmeye değil mevcut
düşünme biçimlerini dönüştürmeye yöneliktir. Özne-yüklem yapıları çoğunlukla
buyurgan, tanılayıcı ve dönüştürücü bir dille kurgulanmış ve söylemin
epistemolojik iddiasını artırmıştır. Sıklıkla kullanılan metaforlar (örneğin,
“kafesteki bülbül”, “felç olmuş halk”, “doğa diyalektiği”) anlatının sadece
fikir değil, duygu ve ahlaki sorumluluk üretmesini sağlamaktadır. Öcalan burada
yalnızca siyasal lider değil, aynı zamanda bir “anlam kurucu figür” olarak
konumlanmaktadır. Bu konumlanma söylemin otoritesini yükseltirken aynı zamanda
metne ideolojik ve tarihsel derinlik kazandırmaktadır.
Söylemsel
Uygulama Düzeyi: Üretim, Yayılma ve Hedef Kitle
Mektubun
üretim bağlamı, söylemin çözümünde belirleyici bir işleve sahiptir. Metin,
devlet denetiminde tutulan bir mahkûm tarafından kaleme alınmış ancak doğrudan
hem devlete hem örgüte hem de kamuoyuna hitap etmiştir. Dolayısıyla, söylem üç
düzlemli bir hedeflemeye sahiptir: (i) örgüt içi kadrolar, (ii) siyasal karar
vericiler (özellikle Devlet Bahçeli üzerinden), (iii) kamuoyunun ideolojik algı
yapısı. Bu çok yönlü hedefleme, mektubu bir iç yazışma olmaktan çıkararak
toplumsal müdahale aracı durumuna getirmektedir. Metnin “kongreye hitap”
formunda sunulması, simgesel olarak bir iç disiplin çağrısı gibi görünse de
içerdiği kavramsal derinlik ve retorik çokluğu nedeniyle aynı zamanda bir
hegemonik söylem üretimi çabasıdır. Bu üretim, hem mevcut durumu eleştiri
nesnesine dönüştürmekte hem de alternatif bir söylem ve anlam zemini oluşturmaktadır.
Sosyo-Kültürel
Uygulama Düzeyi: İktidar, Hegemonya ve Karşı-Söylem
Mektubun en
belirgin söylemsel stratejilerinden biri iktidar ilişkilerinin yeniden
tanımlanmasıdır. Öcalan, devletle olan klasik çatışmacı tutumu terk etmeksizin
Devlet Bahçeli’yi barışın muhatabı olarak konumlandırarak iktidarın
dönüştürülebilir bir olgu olduğunu savunmaktadır. Bu yaklaşım, çatışma çözümü
bağlamında alışık olunmayan bir yeniden çerçeveleme biçimidir. Bahçeli gibi bir
“retçi figür” bu metinde dönüşümün kilidi olarak konumlanır. Öte yandan, metin
yalnızca dış iktidar yapılarıyla değil, örgüt içi iktidar ve meşruluk
ilişkileriyle de hesaplaşmaktadır. Öcalan’ın “Apo gerçeği anlaşılamadı”, “felç
olmuş halk”, “örgüt içi donukluk” gibi ifadeleri, PKK’nin iç hiyerarşisinin
hegemonik niteliğini çözmeye dönüktür. Bu bağlamda söylem hem dışa karşı
barışçıl dönüşüm hem de içe karşı ideolojik arınma çağrısıdır. Kadın söylemi
ise bu bağlamda sadece ikincil bir sosyal adalet teması olarak değil doğrudan
toplumsal yeniden yapılanmanın merkez ekseni olarak yapılandırılmaktadır. Kadın
özgürlüğü söylemi, kapitalist çağdaşlaşmaya, devlet yapısına, aile kurumuna ve
cinsiyet rejimine karşı çok yönlü bir karşı-hegemonya stratejisi olarak
konumlandırılmaktadır.
Abdullah
Öcalan’ın mektubu, yalnızca tarihsel bir dönüm noktasına işaret eden siyasal
bir metin değil aynı zamanda söylemsel düzeyde çok katmanlı bir hegemonya
mücadelesinin sahnesidir. Eleştirel Söylem Çözümlemesi perspektifiyle
değerlendirildiğinde, bu metin anlam üretimini ideolojik bağlamda yeniden
yapılandıran, iktidar ilişkilerini dönüştürmeye çalışan, kadın özgürlüğü
üzerinden yeni bir toplum hayali kuran ve Devlet ve örgüt ilişkilerini simetrik
olmayan ancak dönüşebilir olarak tanımlayan bir karşı-söylem olarak kurgulanmıştır.
Bu açıdan
metin, salt bir örgütsel çağrı olmanın ötesinde söylem yoluyla toplumsal
gerçekliği dönüştürme girişimidir. Fairclough’un eleştirel söylem çözümlemesi yöntemi
metnin bu çok katmanlı doğasını görünür kılmak açısından işlevsel ve açıklayıcı
olmuştur.
GENEL
DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
Öcalan’ın
mektubunu önemli ve olumlu bulduğumun altını çizmem gerekir. Bu konuda sahip
olduğum tüm kuşkulara karşın mektup, ister aynı görüşte olalım ya da farklı
düşünelim, içten ve kabul edilebilir özellikler ve öneriler içermektedir.
Kanımca en önemli eksiklik mektubun PKK’nın Suriye, İran ve Irak’taki uzantılarını
kapsamamış ve silah bırakma konusunda açık bir talep ve tarih belirtmemiş olmasıdır.
Abdullah Öcalan’ın 4 Haziran 2025 tarihli ve PKK’nin 12. Kongresi’ne hitaben
kaleme aldığı mektubu, yalnızca bir örgütsel çözülme çağrısı değil aynı zamanda
Kürt hareketinin tarihsel, ideolojik ve toplumsal temelini yeniden kurma
yönünde güçlü bir müdahale metni olarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda
mektup, belirli tarihsel, siyasal ve ideolojik koşullar altında üretilmiş bir
söylem olarak ele alınmalıdır.
Öcalan’ın
mektubu, klasik bir siyasal bildiriden farklı olarak çok katmanlı bir anlam
örgüsü sunmaktadır. Metinde yer alan “yaratıcı sıçrama”, “doğal toplum”, “kadın
kırımı”, “felç olmuş halk”, “barış yapabilecek savaşçı” gibi kavramlar,
söylemin yalnızca tanımlayıcı değil, aynı zamanda dönüştürücü bir işlev
gördüğünü ortaya koyar. Metin boyunca kullanılan metaforlar (örneğin “kafesteki
bülbül”, “doğanın anlamı”) sembolik düzeyde toplumsal ve bireysel özgürlük hayalini
beslerken, özne-yüklem yapılarındaki buyurgan ve kurucu ton, söylemi ideolojik
açıdan otorite taşıyan bir “kurucu metin” haline getirir. Bu yönüyle Öcalan,
sadece bir siyasal figür değil; aynı zamanda bir “anlam üreticisi” olarak
konumlanır.
Mektup,
devlet denetiminde tutulan bir mahkûm tarafından yazılmış olmasına karşın yalnızca
PKK’nin iç organlarına değil çok katmanlı bir hedef kitleye hitap etmektedir:
örgüt kadroları, devlet yöneticileri ve daha geniş kamuoyu. Bu çoklu hitap
düzeneği, metni klasik bir iç örgüt belgesi olmaktan çıkararak kamusal bir
ideolojik müdahale metni haline getirmektedir. Topluma ise yeni bir
tarihsel-toplumsal hayal önerilmektedir. Bu söylem stratejisi, Fairclough’un
tanımladığı gibi söylemin yalnızca dilsel bir üretim değil aynı zamanda toplumsal
bir eylem biçimi olduğunu kanıtlamaktadır. Söylemin üretildiği bağlam -İmralı
Cezaevi gibi yüksek düzeyde denetimli bir ortam- söylemi daha da çarpıcı ve
çelişkili kılmaktadır. Devletin hem bu metnin üretimini denetlediği hem de
hedeflerinden biri olduğu gerçeği söylemi doğrudan karşılıklı görüşmelere
yoluyla ortaya çıkarılmış bir eylem durumuna getirmektedir.
Mektup,
söylemsel uygulama düzeyinde ayrıca üç temel strateji içermektedir: Yeniden
isimlendirme PKK’nin silahlı direniş kimliği, “aşılması gereken bir eşik”
olarak adlandırılmakta; Devlet Bahçeli gibi daha önce “düşman” olan bir siyasal
aktör barışın aktörü olarak yeniden nitelenmekte ve Öcalan, kendi tarihsel
figürünü ve örgütsel misyonunu dahi eleştiriye açarak söylemin dönüşümcü yönünü
vurgulamaktadır.
Sosyo-kültürel
uygulama düzeyinde metin yalnızca bir ideolojik tutum üretmemekte aynı zamanda
mevcut iktidar yapılarını ve hegemonik düzenleri yeniden kurmayı amaçlamaktadır.
Öcalan’ın mektubu hem devletin hem de örgütün iktidar yapısına dönük
eleştiriler içermekte ve bu yapıları yıkmaktan çok dönüştürmeyi hedefleyen bir
dil kullanılmaktadır.
Siyasal
iktidar, klasik düşman konumunda değil Bahçeli örneğinde olduğu gibi, “savaşmış
olanlar barışabilir” ilkesiyle yeniden tanımlanmıştır. Bu yaklaşım, Carl
Schmitt'in dost-düşman ayrımına dayalı siyasal ontolojisinin yerine
post-hegemonik bir siyasal hayal yerleştirmektedir. Kadın, Öcalan’ın söyleminde
salt bir ezilen sınıf değil, toplumsal tarih ve anlam oluşturmanın merkezidir.
Bu, klasik Marksist çözümlemelerden ayrışan bir söylemsel devrimdir. Kadının
kurtuluşu, sadece etik veya siyasal bir gereklilik değil ontolojik bir
zorunluluk olarak sunulmaktadır. Böylelikle kadın söylemi iktidar ilişkilerinin
yeniden düzenlendiği hegemonik zemini kökten değiştiren bir karşı-söylem
üretmektedir. Doğa, anlam, üretim, evlilik, aile, devlet gibi temel kurumlar,
Öcalan tarafından eleştirel tarihsel anlatılarla açıklanmakta ve yeniden
tanımlanmaktadır. Devletin ideolojik aygıtları (aile, okul, dil, din vb.)
yeniden sorgulanmakta; yeni bir anlam rejimi önerilmektedir.
Abdullah
Öcalan’ın 2025 tarihli kongre mektubu, eleştirel söylem çözümlemesi
perspektifinden değerlendirildiğinde, yalnızca dilsel bir metin değil; çok
düzeyli bir ideolojik eylem, iktidar müdahalesi ve toplumsal vizyon üretimi
olarak öne çıkmaktadır. Metin dilin nasıl anlam oluşturduğunu, iktidar
ilişkilerinin nasıl dönüşebileceğini ve hegemonik söylemlerin nasıl çözümlenip
karşı-söylemlerin nasıl üretildiğini açıklıkla ortaya koymaktadır. Bu bağlamda
Öcalan’ın mektubu, bir “retorik” değil bir söylemsel devrim girişimi olarak
okunmalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder