Prof. Dr. Burhan Erdem’in
Cumhuriyet’in Erken Dönem Hukuk Söylemlerine İlişkin Eleştirel Söyleminin
Çözümlemesi ve Yanıtlar
Prof. Dr. Firuz Demir Yaşamış
ÖZET
Bu çalışma, Prof. Dr. Burhan Erdem
tarafından sayısal bir platformda (WhatsApp) paylaşılan ve Türkiye
Cumhuriyeti’nin erken dönem hukuk yapısı ile Mustafa Kemal Atatürk’e yönelik
çeşitli eleştirileri içeren bir metni Eleştirel Söylem Çözümlemesi (ESÇ)
yöntemiyle incelemektedir. Söz konusu söylemde, İstiklal Mahkemeleri’nin hukuk
dışı bir devrim aygıtı olduğu, adli sistemin dışlandığı, Mustafa Kemal’in hukuk
ve siyaset alanlarında yetersiz olduğu ve seküler ulus-devlet oluşturulmasının
tarihsel birikimi yok saydığı yönünde savlar yer almaktadır. Norman
Fairclough’un üç katmanlı ESÇ modeli ve Michel Foucault’nun bilgi-iktidar
kuramı temel alınarak yapılan çözümleme bu söylemlerin tarihsel bağlamdan
koparılarak ideolojik bir kurgu oluşturduğunu ortaya koymaktadır. Bulgular,
metinde yer alan yargıların tarihsel gerçeklikten uzaklaştığını ve güncel
siyasal yaklaşımları meşrulaştırmaya yönelik bir bilgi üretim süreci işlevi
gördüğünü göstermektedir. Bu tür söylemlerin akademik etik çerçevesinde
eleştirel çözümlemelere tutulması toplumsal hafızanın sağlıklı biçimde
korunması açısından önem arz etmektedir.
Anahtar
Kelimeler: Eleştirel söylem çözümlemesi,
İstiklal Mahkemeleri, Atatürk, sekülerlik, bilgi-iktidar ilişkisi, tarihsel
bağlam
ABSTRACT
This study analyzes a message shared by Prof. Dr. Burhan Erdem via a
digital platform (WhatsApp), which contains various criticisms targeting the
early legal institutions of the Republic of Turkey and Mustafa Kemal Atatürk,
using the Critical Discourse Analysis (CDA) method. The discourse claims that
the Independence Tribunals were illegitimate revolutionary tools, the judicial
system was bypassed, Mustafa Kemal lacked legal and political depth, and the
secular nation-state project dismissed Anatolia’s historical heritage. Based on
Norman Fairclough’s three-dimensional CDA model and Michel Foucault’s
knowledge-power framework, the analysis reveals that the discourse constructs
an ideologically driven narrative by detaching historical events from their
context. The findings show that the arguments presented diverge from historical
accuracy and function as a discursive practice aimed at legitimizing current
political positions. Subjecting such discourses to critical academic analysis
is vital for preserving an informed and responsible public memory.
Keywords: Critical discourse analysis, Independence Tribunals, Atatürk,
secularism, knowledge-power relation, historical context
GİRİŞ
Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş
süreci, siyasal ve toplumsal yapı açısından köktenci dönüşümlerin yaşandığı,
çağdaşlaşma yönelimli bir yeniden kuruluş dönemidir. Bu dönemin temel
özelliklerinden biri Osmanlı’dan devralınan yapısal sorunlara karşı olağanüstü
hukuksal ve kurumsal çözümlerin yaşama geçirilmesidir. Ancak Cumhuriyet’in
erken dönemine ilişkin yapılan değerlendirmeler zaman zaman tarihsel bağlamdan
koparılarak ideolojik önyargılar çerçevesinde şekillenmektedir. Bu bağlamda,
akademik unvana sahip bireylerin de tarihsel gerçeklikten uzak ve çarpıtılmış
yorumlarla kamuoyunu etkileme çabaları eleştirel söylem çözümlemesi yöntemiyle
incelenmeyi hak eden bir olgudur.
Bu çalışmanın çıkış noktası, Prof. Dr.
Burhan Erdem tarafından dijital ortamda (WhatsApp platformu üzerinden)
paylaşılan ve Mustafa Kemal Atatürk’ün kişiliği ile Cumhuriyet’in kuruluş
sürecine ilişkin çeşitli iddiaları içeren bir metindir. Söz konusu metinde,
İstiklal Mahkemeleri’nin niteliği, TBMM'nin hukuk devleti anlayışı, Mustafa
Kemal’in entelektüel yeterliliği ve ulus devletin ideolojik temelleri gibi
konularda ileri sürülen söylemler tarihsel belgeler ve akademik yazınla
bağdaşmayan iddialar içermektedir. Bu söylem, yalnızca tarihsel bir anlatı
sunmakla kalmamakta, aynı zamanda mevcut siyasal durumlara hizmet eden bir
ideolojik çerçeve üretmektedir. Prof. Erdem’in iletisi şöyledir: “İstiklal
Mahkemeleri, olağanüstü ihtilal mahkemeleri olarak çalışmış, üyeleri doğrudan
Meclis'i temsil eden çoğu hukukçu olmayan başlangıçta, asker kaçakları, iç
isyanlar için kurulmuş, daha sonra devrim aparatları olmuştur. Ancak adli
sistem bu işlere karıştırılmamıştır. O dönemde esas olarak adli yargı aparat
olarak kullanılmamıştır. SBF’de Feyyaz Gölcüklü "tabii hâkim"
ilkesini anlatırken 27 Mayıs öncesinde kurulan TBMM Tahkikat Komisyonlarının bu
ilkeye aykırılığını anlatırken parmak kaldırıp “1924 Anayasası yürürlükle iken
bu İstiklal Mahkemeleri nasıl kuruldu” diye sormuştum. Hiç unutmam: "O
başka bir şey" diyerek beni susturmuştu.
Kendisi o tarihte AİH Komisyonu üyesiydi. Ancak, bugün Yargı'ya ne kadar
güveniliyor? Kaldı ki o dönemdeki hakimlerin önemli bir kısmi Cumhuriyet öncesi
Medresetü'l-Kudat çıkışlı kadılardır… Mustafa Kemal modernist olmakla birlikte
modern düşünceyi H.G. Wells'in Dünya tarihinin materyalist-evrimci bir yorumu
olan "kısa dünya tarihi" ya da Rousseau ve Voltaire gibi deist
filozoflar dışında (çok okuyan birisi olmakla birlikte) hukuk, siyaset gibi
alanlarda fazla bir birikimi yoktur. Ulus devleti seküler-deist temeller
üzerinde temellendirmeye çalıştı. Anadolu'da şu ya da bu bin yılda oluşan bir
birikimi yok saydı. Bunun yerine şamanist Türk kimliği cilalı bir ulus devlet
kurmaya çalışmıştır… Son zamanlarda
İslami ulus Devlet konuları tartışılıyor.”
Bu bağlamda, bu çalışmanın temel
amacı, ilgili metni Eleştirel Söylem Çözümlemesi yöntemiyle incelemek,
kullanılan söylem unsurlarını, tarihsel gerçeklik ile uyumsuzluklarını ve bu
söylemin ideolojik yönelimlerini ortaya koymaktır. Bu amaçla, metin dört temel
başlıkta çözümlenmiştir: İstiklal Mahkemeleri'nin niteliği, adli sistemin
işleyişi, Mustafa Kemal Atatürk’ün düşünsel birikimi ve Cumhuriyet’in
seküler-ulusal kimlik inşası.
KURAMSAL ÇERÇEVE
Bu çalışmada, söylemlerin yalnızca
dilsel araçlar değil, aynı zamanda toplumsal ilişkilerin ve iktidar yapılarını
yeniden üreten uygulamalar olduğunu ileri süren “Eleştirel Söylem Çözümlemesi”
(ESÇ) yaklaşımı esas alınmıştır. Özellikle Norman Fairclough’un üç boyutlu
modeli temel alınmıştır: (i) metin düzeyinde söylemsel çözümleme, (ii) söylemin
üretim-tüketim bağlamı, (iii) söylemin ideolojik-toplumsal etkileri. Bu üç
katmanlı model hem metin içi unsurların hem de metin dışı bağlamın birlikte çözümlenmesi
edilmesine olanak sağlamaktadır.
Fairclough’a göre söylemler, belirli toplumsal
uygulamaların ve iktidar ilişkilerinin taşıyıcısıdır. Bu anlamda, Burhan
Erdem’in paylaşımı, yalnızca bir kişisel görüş değil aynı zamanda belirli bir
ideolojik bakış açısının söylemsel yeniden üretimi olarak değerlendirilmiştir.
Ayrıca Michel Foucault’nun
bilgi-iktidar ilişkisine dair çözümlemeleri bu çalışmanın kuramsal
dayanaklarından bir diğerini oluşturmaktadır. Foucault’ya göre iktidar, bilgi
üretimi üzerinden işler ve “gerçek” olarak kabul edilen olgular, söylemsel
çerçeveler içinde oluşturulur. Bu
bağlamda, ele alınan metin, Cumhuriyet tarihine ilişkin değişik bir gerçeklik
kurma girişimi olarak değerlendirilmiş ve bu girişimin bilgi-iktidar ilişkileri
içindeki yeri sorgulanmıştır.
YÖNTEM
Bu çalışma, nitel araştırma yöntemleri
kapsamında yürütülmüş ve Eleştirel Söylem Çözümlemesi temel alınarak
yapılandırılmıştır. İncelenen veri seti, Prof. Dr. Burhan Erdem’in sayısal
ortamda paylaştığı yaklaşık 300 kelimelik bir metindir. Metin, yapısal olarak
temalara ayrılmış, kavramsal kodlama yapılmış ve her bir tema altında söylem
unsurları çözümlenmiştir.
Veri Seti:
Kaynak: WhatsApp üzerinde dolaşıma
sokulan kişisel nitelikli metin.
Uzunluk: Yaklaşık 300 kelime.
Tür: Fikir yazısı formatında,
ideolojik içerikli söylem.
Kodlama Temaları:
Hukuksal tarihsellikten
kopuş: İstiklal Mahkemeleri’nin bağlam dışı
yorumlanması.
Entelektüel
itibarsızlaştırma: Mustafa Kemal’in
düşünsel kapasitesine yönelik iddialar.
Sekülerlik
karşıtı imalar: Cumhuriyet’in
deist temeller üzerine kurulduğu iddiası.
Toplumsal ve
tarihsel süreksizlik vurgusu:
Anadolu’daki tarihsel birikimin reddi.
Bu temalar altında kullanılan söylem
araçları (genellemeler, retorik sorular, otorite alıntıları, indirgemeler,
çarpıtmalar) saptanmıştır. Söylemin tarihsel ve akademik gerçekliklerle
karşılaştırmalı çözümlemesi yapılmıştır.
ÇÖZÜMLEME
İstiklal
Mahkemeleri’nin Meşruluğu ve Olağanüstü Yargı Rejimi
Prof. Dr. Burhan Erdem’in ifadesinde
İstiklal Mahkemeleri, “olağanüstü ihtilal mahkemeleri” olarak tanımlanmakta ve
bu mahkemelerde görev alan kişilerin çoğunluğunun hukukçu olmaması bir meşruluk
eksikliği olarak sunulmaktadır. Oysa bu mahkemeler, 1920 tarihli TBMM kararıyla
kurulmuş ve Meclis iradesiyle yetkilendirilmiş olağanüstü yargı organlarıdır.
Benzer örnekler, Fransız Devrimi sırasında kurulan “Tribunal
Révolutionnaire” ve ABD İç Savaşı sürecindeki askeri mahkemelerde de
görülmektedir. Meclis tarafından doğrudan atanan üyeler dönemin temsil krizine
bir yanıt niteliğindedir ve demokratik meşruluk zemininde değerlendirilmelidir.
Mahkemelerin
"Devrim Aparatı" Olarak Sunulması
İkinci iddiada ise İstiklal
Mahkemeleri’nin “asker kaçakları ve iç isyanlar”la mücadele amacıyla kurulup
daha sonra “devrim aparatına” dönüştüğü öne sürülmektedir. Bu tür bir
araçsallaştırma iddiası mahkemelerin tarihsel bağlamdan koparılarak ideolojik bir
çerçevede sunulduğunu gösterir. 1919–1923 yılları arasındaki siyasal kaos
ortamında hem dış işgal hem de iç isyanlarla savaşım için başvurulan bu yargı
mekanizması kurucu devletin olağanüstü koşullar altında kendini savunma
refleksidir. Benzer şekilde, İngiliz İç Savaşı sırasında kurulan mahkemeler de
olağan yargı çerçevesi dışında kalmıştır.
Olağan Yargının
Süreçten "Uzak" Tutulması İddiası
Mahkemelerin hukuksal değil siyasal
araçlar olduğu savını güçlendirmek üzere ileri sürülen bir diğer iddia “adli
sistemin bu süreçlere karıştırılmadığı” yönündedir. Ancak bu yaklaşım, yapısal
bir çelişki barındırır. Zira aynı anda hem adli sistemin etkisiz olduğu hem de
İstiklal Mahkemeleri'nin hukuk dışı olduğu savunulamaz. Buradaki gerçeklik,
olağan yargının olağanüstü bir dönemde geçici olarak ikame edilmesi ve
sonrasında yeniden devreye alınmasıdır. Bu geçici uygulama, hukuk dışılığın
değil olağanüstü durum hukukunun örneğidir.
Yargı
Kadrolarının Osmanlı Mirası Olması ve Çağdaşlaşma Süreci
Erdem, dönemin egemen kadrolarının
büyük ölçüde “Medresetü’l-Kudat” [1] kökenli
olduğunu belirterek Cumhuriyet hukukunun çağdaş özelliğine gölge düşürmektedir.
Oysa bu durum geçiş toplumlarında oldukça yaygındır. Radikal kopuşlar yerine
süreklilik üzerinden dönüşüm, kurumsal akılcılık açısından işlevseldir.
Fransa’da III. Cumhuriyet’in erken döneminde görev yapan yargıçların çoğu da
II. İmparatorluk döneminden kalmıştır. Japonya'daki Meiji çağdaşlaşmasında da
benzer kadro süreklilikleri mevcuttur. Bu gerçek, çağdaşlaşmayı geçersiz kılmaz,
sadece dönüşümün toplumsal maliyetini azaltır.
Mustafa Kemal’in
Siyasi ve Hukuki Yeterliliği Üzerine
Erdem’in en tartışmalı söylemlerinden
biri, Mustafa Kemal Atatürk’ün “hukuk ve siyaset alanlarında fazla bir birikimi
olmadığı” yönündeki değerlendirmesidir. Bu yargı hem tarihsel belgeler hem de
düşünsel üretim açısından temelsizdir. Mustafa Kemal’in el yazması notları,
okuduğu eserler ve özellikle Nutuk’ta yaptığı anayasal değerlendirmeler O’nun
siyaset kuramı, yurttaşlık ve egemenlik gibi konularda ciddi bir entelektüel
birikime sahip olduğunu göstermektedir (Ahmad, 1993; Akyol, 2021). Ayrıca 1924
Anayasası’nın hazırlanma sürecindeki etkili rolü, bu alandaki kurucu etkisini
açıkça ortaya koyar.
Ulus-Devletin
Seküler ve Deist Temeller Üzerinden Oluşturulması Savı
Erdem’e göre, Cumhuriyet rejimi
“seküler-deist” temellere oturtulmuş ve bu durum toplumun dinsel
geleneklerinden bir kopuş olarak ortaya çıkmıştır. Bu yaklaşım, sekülerliğin
anlamını saptırmakta ve onu din karşıtlığı ile özdeşleştirmektedir. Oysa
sekülerlik, yalnızca dinsel alanın kamusal yönetimden ayrılması değil, tüm
yurttaşlar için eşit bir hak rejimi oluşturulmasıdır. Cumhuriyet’in laiklik
anlayışı, özellikle Halifeliğin kaldırılması ve “Tevhid-i Tedrisat” gibi
uygulamalarla yalnızca Sünni İslam’ı değil, tüm mezheplerin devlet dışı bir
zemine çekilmesini amaçlamıştır. Bu yaklaşım, modern anayasal yurttaşlık
kavramıyla uyumludur.
Tarihsel
Birikimin Reddi ve “Şamanist Kimlik” İddiası
Son olarak Erdem, Cumhuriyet rejiminin
“bin yıllık Anadolu birikimini yok sayarak, Şamanist kimlik temelinde bir
ulus-devlet inşa etmeye çalıştığını” ileri sürmektedir. Bu iddia hem tarihsel
gerçeklikle örtüşmemekte hem de indirgemeci bir kültürel yaklaşım içermektedir.
Cumhuriyet ideolojisi, Göktürkler’den Osmanlı’ya uzanan süreklilikleri
reddetmek yerine bu tarihsel mirası seküler bir yurttaşlık bilinciyle
sentezlemeyi amaçlamıştır. Türk Tarih Tezi ve Dil Devrimi gibi girişimler
geçmişin yeniden yorumlanması sürecinin parçası olmuş, kültürel kopuştan ziyade
kurucu kimlik oluşturulması hedeflenmiştir.
SONUÇ VE TARTIŞMA
Çözümleme sonuçları göstermektedir ki,
Burhan Erdem’in söylemi belirgin bir şekilde tarihsel indirgemecilik ve
ideolojik yönlendirme içermektedir. Söylemin temel amacı, Cumhuriyet’in kuruluş
sürecine ilişkin olumsuz bir anlatı oluşturarak güncel siyasal tartışmalara
zemin oluşturmaktır.
İlk olarak, İstiklal Mahkemeleri’ne
yönelik “devrim aparatı” nitelemesi, bu mahkemelerin kuruluş bağlamını, yani iç
savaş koşulları, dış müdahale tehditleri ve devlet otoritesinin yeniden oluşturulması
süreçlerini göz ardı etmektedir. Bu mahkemeler olağanüstü koşullarda, Meclis’in
doğrudan denetiminde çalışmış, hukuk sisteminin dışında değil, olağanüstü
yargılama biçimi olarak işlev görmüştür.
İkinci olarak, Mustafa Kemal’in
entelektüel birikimini küçümseyen söylem, tarihsel belgelerle çelişmektedir.
Atatürk’ün kitaplığı, okuma alışkanlıkları ve Nutuk başta olmak üzere yazılı
eserleri, onun siyasal kuram, tarih ve çağdaşlaşma düşüncesine ilişkin
derinlikli bilgiye sahip olduğunu göstermektedir.
Üçüncü olarak, Cumhuriyet’in
sekülerleşme sürecinin “deist” ve “Şamanist” olarak nitelendirilmesi hem
oryantalist hem de anakronik bir söylem örneğidir. Cumhuriyet’in seküler
yapısı, dinsel değil dinin siyasete alet edilmesini sınırlayan bir ilkeye
dayanmaktadır. Bu durum Fransız laiklik modelinden etkilenmiş, ancak tamamen
onunla özdeşleşmemiştir.
Son olarak, Anadolu’daki tarihsel ve
kültürel birikimin yok sayıldığı iddiası, Cumhuriyet’in halkçılık ve halk
kültürüne dayalı ulus oluşturma süreciyle açıkça çelişmektedir. Türk Tarih
Kurumu ve Türk Dil Kurumu gibi kurumların kuruluş amaçları, bu birikimi sistemli
biçimde değerlendirme yöneliminin göstergesidir.
Sonuç olarak, ele alınan metin,
tarihsel, siyasal ve hukuksal açılardan sorunlu bir anlatı örneğidir. Bu tür
söylemlerin, akademik unvana sahip kişiler tarafından dolaşıma sokulması,
kamuoyunun yanıltılmasına ve siyasal yönlendirmelere zemin hazırlamaktadır. Bu
nedenle akademik etik ve tarihsel sorumluluk çerçevesinde bu tür söylemlere
karşı eleştirel ve çözümlemelere dayalı bir tutum geliştirilmesi gereklidir.
KAYNAKÇA
Ahmad, F. (1993). The Making of Modern
Turkey. London: Routledge.
Akşin, S. (1998). Şeriat’tan Laikliğe.
İstanbul: Cumhuriyet Kitapları.
Akyıldız, A. (2003). İstiklal
Mahkemeleri (1920–1927). İstanbul: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Arar, L. (2017). “Türkiye’de Hukuk
Devleti ve Tabii Hâkim İlkesi Üzerine Bir Değerlendirme”, Gazi Üniversitesi
Hukuk Fakültesi Dergisi, 21(2), 541-566.
Bayar, Y. (2014). Turkey and the
Politics of National Identity: Social, Economic and Cultural Transformation.
London: I.B. Tauris.
Çetinkaya, Y. D. (2008). “Atatürk
Dönemi İstiklal Mahkemeleri: Devrimin Hukuku mu, Hukukun Devrimi mi?”, Toplum
ve Bilim, (112), 134–163.
Erdoğan, M. (2001). “27 Mayıs Öncesi
ve Sonrası Siyasal Değişim”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
Dergisi, 56(3), 59-79.
Gözübüyük, A. Ş. (1982). Anayasa
Hukuku. Ankara: AÜHF Yayınları.
Kadıoğlu, A. (2005). “Republican
Epistemology and Islamic Discourses in Turkey in the 1990s”, Muslim World,
95(2), 187–208.
Mardin, Ş. (2000). Türk Modernleşmesi.
İstanbul: İletişim Yayınları.
Ortaylı, İ. (2001). İmparatorluğun En
Uzun Yüzyılı. İstanbul: İletişim Yayınları.
Tanör, B. (1992). Kuruluşundan
Günümüze Türk Anayasa Düzeni. İstanbul: Der Yayınları.
Wells, H. G. (1922). A Short History
of the World. New York: Macmillan.
Zürcher, E. J. (2004). Turkey: A Modern History. London: I.B.
Tauris.
[1]
Osmanlılar’da mahkemelere kadı yetiştirilmesi için yapılan sistem değişikliği
doğrudan mesleki formasyon kazanımını sağlamak amacıyla açılan mekteple
başlamıştır. Sultan Abdülmecid devrinde Şeyhülislâm Meşrepzâde Ârif Efendi
şeyhülislâmlıkta ehil kimselerden bir meclis teşkil etmiş ve Süleymaniye’de
meşihat makamına bağlı olarak Muallimhâne-i Nüvvâb adıyla bir mektebin
kurulmasını sağlamıştı (1854). Bu mektebin amacı fıkıh ilmini, özellikle ferâiz
ve sak usulünü bilen, şer‘i sahada görev yapacak hukuk adamları yetiştirmekti
(Devhatü’l-meşâyih, s. 132). Öğrenim süresi üç yıl olan ve ilk mezunlarını
1856’da veren bu mektebin adı 1885’te Mekteb-i Nüvvâb’a çevrilmiş, 1908’de
burası Mekteb-i Kudât diye anılmış, bir yıl sonra da Medresetü’l-kudât’a
dönüşmüştür. Medresetü’l-kudât Nizamnâmesi 5 Safer 1332’de (3 Ocak 1914)
Şeyhülislâm Esad Efendi zamanında neşredilmiştir (İlmiyye Salnâmesi, s.
674-678). (İslam Ansiklopedisi)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder