Hakkımda

FİRUZ DEMİR YAŞAMIŞ Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirmiştir (1968). University of Southern California’da planlama (kentsel ve bölgesel çevre) ve kamu yönetimi yüksek lisans programlarını bitirmiştir (1976). Siyaset ve Kamu Yönetimi Doktoru (1991). Yerel Yönetimler, Kentleşme ve Çevre Politikaları bilim dalında doçent (1993). Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı’nın kuruluşu sırasında müsteşar vekili. (1978-80) UNICEF Türkiye temsilciliği. (1982-84) Dünya Bankası’nın Çukurova Kentsel Gelişme Projesi’nde kurumsal gelişme uzmanı. (1984-86) Çankaya Belediyesi’nin kurumsal gelişme projesini yürütmüştür. (1989-91) Yedinci Kalkınma Planı “Çevre Özel İhtisas Komisyonu”nun başkanlığı. DPT “Çevre Yapısal Değişim Projesi” komisyonu başkanlığı. Cumhurbaşkanlığı DDK’nun Devlet Islahat Projesi raportörü. (2000-1) Çevre Bakanlığı Müsteşarı (Şubat 1998 – Ağustos 1999). Sabancı Üniversitesi tam zamanlı öğretim üyesi. (2001-2005) Halen yarı zamanlı öğretim üyesi olarak çeşitli üniversitelerde ders vermektedir. Şimdiye kadar ders verdiği üniversiteler arasında Ankara, Orta Doğu, Hacettepe, Fatih, Yeditepe, Maltepe ve Lefke Avrupa (Kıbrıs) üniversiteleri bulunmaktadır.
Blogger tarafından desteklenmektedir.

Translate

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE
EV

Bu Blogda Ara

26 Haziran 2025 Perşembe

 

CHP Kurultayı Davası Bağlamında Muhalefetin Yeniden Düzenlenmesi: Türkiye'de Siyasal Müdahale, Yargıyı Yönlendiren İktidar ve Karşılaştırmalı Bakış Açısıyla Rejim Dinamikleri

 

Prof. Dr. Firuz Demir YAŞAMIŞ

 

 

Özet

Bu çalışma, 2024 CHP Kurultayı'nın iptali için açılan davayı merkeze alarak Türkiye'de muhalefetin iç işleyişine yönelik iktidar müdahalelerini ve yargı mekanizmasının siyasal araçsallaştırılmasını incelemektedir. Gelişen süreç, yalnızca bir iç parti hukuku tartışması değil aynı zamanda iktidarın muhalefeti istediği gibi düzenleme stratejisinin bir parçası olarak okunmalıdır. Özellikle Kemal Kılıçdaroğlu’nun kurultay sonrasında benimsediği tutum bu stratejik bağlamda kritik bir yer işgal etmektedir. Çalışmada, Özgür Özel ile Kılıçdaroğlu’nun siyasal vizyonları, konumlanmaları ve stratejileri karşılaştırılmış ve kuramsal olarak otoriter popülizm, yargı siyasallaşması ve partileşmiş devlet çerçevesinde değerlendirmeler yapılmıştır. Ayrıca İsrail ve Macaristan örnekleriyle karşılaştırmalı bir bakış açısı geliştirilmiştir. Sonuçta, muhalefet içindeki kırılganlıkların otoriterleşmiş iktidar rejimlerinin yönlendirmelerine ne denli açık duruma geldiği ortaya konulmuştur.

Anahtar Kelimeler: Otoriter Popülizm, Yargının Siyasallaşması, CHP Kurultayı, Muhalefetin Tasarımı, Partileşmiş Devlet

 

Abstract

This study examines the lawsuit filed to annul the 2024 CHP Congress as a case revealing how opposition party dynamics in Turkey are increasingly subject to governmental interference through politicized judicial mechanisms. The process is interpreted not merely as an internal party legal dispute, but as part of the ruling AKP's broader strategy to redesign and weaken the opposition. The role of Kemal Kılıçdaroğlu post-congress is critically analyzed in this context, with a comparative evaluation of his political stance versus that of current party leader Özgür Özel. Theoretical frameworks such as authoritarian populism, judicial instrumentalization, and party-state fusion are employed. Comparative references to Israel and Hungary further contextualize the Turkish case. The study concludes that internal vulnerabilities within opposition movements render them increasingly susceptible to manipulation in autocratizing political systems.

Keywords: Judicialization of Politics, Party Politics in Turkey, Authoritarian Populism, Political Engineering, Republican People's Party (CHP)

 


 

GİRİŞ

Türkiye’de siyasal alanın yeniden yapılandırılmasında yargı mekanizmasının işlevi giderek daha merkezi bir konuma yerleşmektedir. Özellikle 2023 sonrası dönemde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde yeniden düzenlenen yürütme gücü, muhalefeti yalnızca seçim yarışması yoluyla değil, aynı zamanda kurumsal müdahalelerle etkisizleştirme yoluna gitmektedir. Bu bağlamda, Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) 38. Olağan Kurultayı sonrasında açılan ve kurultay sonuçlarının iptalini talep eden dava, görünürde bir iç hukuk sorunu gibi sunulsa da gerçekte Türkiye’de muhalefetin geleceğine ve siyasal rejimin doğasına ilişkin belirleyici bir mücadele alanına dönüşmüştür. Söz konusu dava, sadece CHP içi hizip mücadelelerinin bir yansıması değil aynı zamanda iktidarın yargı yoluyla muhalefeti denetim altına alma stratejisinin yeni bir aşamasıdır. Siyasal iktidarın doğrudan denetim altındaki kurumsal mekanizmaların (özellikle yargının) bu sürece etkili biçimde karışması, Türkiye’de anayasal demokrasi ilkeleriyle bağdaşmayan bir güç kullanımına işaret etmektedir. Bu makalede, CHP kurultayına ilişkin iptal davası örneğinden hareketle Türkiye’de muhalefetin sistematik biçimde dönüştürülme çabası ele alınacak ve süreç İsrail ve Macaristan gibi diğer otoriterleşen rejim örnekleriyle karşılaştırmalı olarak incelenecektir.

ARAŞTIRMANIN AMACI, HEDEFİ, YÖNTEMİ VE ARAŞTIRMA SORULARI

Bu çalışmanın temel amacı, Türkiye’de ana muhalefet partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi’nde (CHP) yaşanan kurultay sürecinin yargı eliyle tartışmalı biçimde iptali girişimini, siyasal iktidarın muhalefet üzerindeki müdahale stratejileri bağlamında incelemektir. Araştırma, bu sürecin yalnızca iç parti dinamikleriyle açıklanamayacağını vr aksine, yargı mekanizması üzerinden işleyen bir siyasal mühendislik örneği olarak değerlendirilmesi gerektiğini savunmaktadır. Bu bağlamda CHP’deki liderlik değişimi, Kemal Kılıçdaroğlu’nun pozisyonu ve Özgür Özel’in temsil ettiği siyasal yönelim, araştırmanın içsel katmanını oluştururken iktidarın seçimleri kazanma stratejileriyle bağlantılı müdahaleleri ise dışsal ve yapısal bir bağlam sunmaktadır.

Bu çalışma aynı zamanda, İsrail ve Macaristan gibi otoriterleşme eğilimindeki ülkelerde benzer yargı müdahalelerinin muhalefeti yeniden düzenleme amacıyla nasıl işlediğini karşılaştırmalı bir bakışla irdelemeyi hedeflemektedir. Böylelikle Türkiye’de yaşanan sürecin benzersiz mi yoksa küresel bir otoriterleşme eğiliminin yerel bir örneği mi olduğu da sorgulanacaktır.

Yöntem olarak nitel araştırma tekniklerinden yararlanılmış, belge çözümlemesi, söylem çözümlemesi ve karşılaştırmalı siyaset yöntemleri kullanılmıştır. Gazete haberleri, mahkeme kararları, siyasal aktörlerin demeçleri ve akademik yazın çalışmanın başlıca veri kaynaklarını oluşturmaktadır. Kuramsal çerçevede ise siyasal yargı, partileşmiş devlet, otoriter popülizm ve stratejik muhalefet denetimi gibi kavramlardan yararlanılmıştır.

Bu çerçevede araştırmanın yanıtlamayı amaçladığı temel sorular şunlardır:

CHP Kurultayı'nın yargı yoluyla iptal edilmeye çalışılması, Türkiye’de siyasal iktidarın muhalefeti denetim altına alma stratejilerinin bir parçası olarak okunabilir mi?

Kemal Kılıçdaroğlu’nun kurultay sonrası tutumu, bir “muhalefet içi iktidar stratejisi” mi yoksa yeni bir restorasyon çabası mı olarak değerlendirilmeli?

Özgür Özel’in siyasal konumu hem CHP’nin tarihsel çizgisi hem de iktidar karşısındaki direnci açısından ne anlam ifade ediyor?

Türkiye’de yargının siyasal alanı şekillendirme kapasitesi, İsrail ve Macaristan örnekleriyle kıyaslandığında nasıl bir benzerlik ya da özgünlük taşıyor?

2025 ve sonrası seçimleri açısından bu süreç Türkiye’de muhalefetin varlığı ve demokratik yarışma açısından ne tür sonuçlar doğurabilir?

Bu soruların yanıtı, yalnızca güncel bir siyasal krizi anlamakla kalmayacak ve aynı zamanda Türkiye'de muhalefetin geleceği, yargı bağımsızlığı ve seçim güvenliği gibi temel demokratik değerlerin durumuna ilişkin geniş bir değerlendirme zemini sunacaktır.

KURAMSAL ÇERÇEVE

Bu çalışmada Türkiye’de siyasal iktidarın muhalefet partilerine dönük müdahalelerini ve bu müdahalelerin yargı aracılığıyla gerçekleştirilmesini çözümlemek için üç temel kuramsal yaklaşım birlikte ele alınacaktır: otoriter popülizm, partileşmiş devlet ve yarışmacı otoriterlik. Bu kavramsal çerçeve hem Türkiye'de iktidar-muhalefet ilişkilerinin asimetrik doğasını hem de yargının siyasal dizayn aracı haline dönüşmesini kavramsallaştırmada yardımcı olacaktır.

Otoriter Popülizm ve Muhalefetin Tasfiyesi

Otoriter popülizm, lider merkezli yönetim biçimlerinin demokratik kurumları biçimsel düzeyde koruyarak, içeriksel düzeyde boşaltmasına dayanan bir siyasal stratejidir. Bu modelde popülist lider, “milletin gerçek temsilcisi” olarak kendisini konumlandırırken, muhalefeti ise “milletin düşmanı” veya “bürokratik vesayet uzantısı” gibi söylemlerle şeytanlaştırır. Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan’ın söylemleri ve siyasal müdahale biçimleri bu modele büyük ölçüde uymaktadır. CHP Kurultayı’nın yargı üzerinden hedef alınması da muhalefeti içten kararsızlaştırma stratejisinin parçası olarak okunabilir.

Partileşmiş Devlet ve Yargı Üzerinden Siyasal Yeniden Düzenleme

Partileşmiş devlet (parti-devlet bütünleşmesi) kuramı, yürütme erkinin, yargı ve bürokrasi gibi anayasal organlar üzerindeki tahakkümünü açıklamak için kullanılır. Türkiye'de AKP iktidarı, özellikle 2017 Anayasa değişikliği sonrası yargı kurumlarını doğrudan ya da dolaylı yollarla denetim altına almıştır. Bu süreçte yargı, yalnızca rejimin güvenliğini sağlayan bir organ değil aynı zamanda muhalefeti bastıran ve yönlendiren bir araç durumuna gelmiştir. CHP Kurultayı'nın iptali için açılan davanın, bu araçsallaştırmanın güncel bir örneği olduğu söylenebilir.

Yarışmacı Otoriterlik ve Siyasal Alanın Yozlaştırılması

Yarışmacı otoriterlik modeli, biçimsel olarak demokratik kurumların bulunduğu ancak bu kurumların işlevlerinin iktidar lehine sistemli biçimde çarpıtıldığı rejimleri tanımlar. Bu rejimlerde seçimler yapılır, muhalefet vardır, ancak medya, yargı, güvenlik bürokrasisi ve ekonomik kaynaklar iktidarın hizmetindedir. Bu koşullarda muhalefet sadece iktidarla değil, onun denetim altında tuttuğu sistemle de savaşı vermek zorundadır. CHP’nin mevcut durumda karşılaştığı yargı müdahalesi sadece bir iç tartışma değil, aynı zamanda siyasal alanın yozlaştırıldığı yarışma dışı bir düzleme sürüklenmesinin örneğidir.

Muhalefet İçindeki Hegemonya Savaşımı ve İdeolojik Yeniden Konumlanma

Antonio Gramsci’nin hegemonya kavramı, yalnızca iktidar ilişkilerini değil, muhalefet içi hegemonya mücadelelerini de çözümlemeye olanak tanır. Bu bağlamda, Kemal Kılıçdaroğlu ile Özgür Özel arasında ideolojik, stratejik ve sınıfsal temelli bir hegemonya savaşımı gözlenmektedir. Kılıçdaroğlu, merkez sağa açılma ve geniş ittifaklar stratejisiyle neoliberal uzlaşıyı içselleştirmiş bir çizgiyi temsil ederken Özel, örgütü merkezileştirme, sosyal demokrat kimliği canlandırma ve gençleşme gibi temalarla daha farklı bir hegemonik blok oluşturmaya çalışmaktadır. İktidarın, bu hegemonik dönüşümü engellemek istemesi davanın açılmasındaki stratejik nedeni anlamaya yardımcı olabilir.

ÇÖZÜMLEME

Hukuksal Bir Sürecin Siyasal Arka Planı

Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) 38. Olağan Kurultayı'nda seçilen Özgür Özel'in genel başkanlığının iptali istemiyle açılan dava görünürde parti içi hukuk mekanizmasının işletilmesine dayalı bir süreç gibi sunulsa da bu sürecin siyasal iktidar tarafından kurgulandığı ve yönlendirildiği yönündeki göstergeler belirgindir. Türkiye'de otoriterleşen iktidar yapısının muhalefeti dönüştürme ve etkisizleştirme stratejisiyle bağlantılı olarak ele alındığında dava yalnızca CHP'de liderlik soru n değil siyasal sistemin geleceğiyle doğrudan ilintilidir.

Siyasal Geri Plan: İktidar Aşınmaya Karşı Tavır Alıyor

Erdoğan liderliğindeki AKP rejimi, 2023 genel ve 2024 yerel seçimleri itibariyle siyasal hegemonya kriziyle karşı karşıya kalmıştır. Geniş toplumsal kesimlerde meşruluk kaybı, ekonomik krizin derinleşmesi ve kurumsal yozlaşmanın artması, iktidarı yeniden üretmenin klasik yollarını tıkanmış ve bu da iktidar stratejisini muhalefeti etkisizleştirmeye yöneltmiştir. CHP'nin örgütsel yeniden yapılanmasının ve Özgür Özel'in toplum düzeyinde artan kredisinin bu strateji kapsamında hedefe alınması rastlantı değildir.

Siyasallaşmış Yargının Rolü: Bağımsız Değil, Etkili Aktör

Yargının bağımsızlığının sistematik olarak aşındığı Türkiye'de, mahkemelerin siyasal tavır alır duruma gelmesi yeni bir durum değildir. Ancak CHP Kurultayı'na ilişkin iptal davası yargının sadece edilgin bir onaylayıcı değil, etkili bir siyasal düzenleme aracı olarak kullanılmasına örnek oluşturmaktadır. Bu durum, "hukuksal görünen siyasal müdahale" modelinin kurumsallaşmasına işaret eder.

CHP İç Dinamikleri: Kılıçdaroğlu'nun Gölge Etkisi

Kurultay sonrasında Kemal Kılıçdaroğlu'nun siyasetten çekilmekle birlikte kadroları aracılığıyla parti içindeki etkinliğini sürdürmesi bu süreci daha da karmaşıklaştırmaktadır. CHP içerisinde hizipler arası mücadele yargı süreciyle keskinleştirilmekte ve parti içi demokrasinin doğal yolları tıkanmaktadır. Bu durum, iktidar tarafından bilinçli olarak desteklenen bir dağılma stratejisinin parçası gibi yorumlanabilir.

Karşılaştırmalı Bakış Açısı: İsrail ve Macaristan Örnekleri

Benjamin Netanyahu'nun İsrail'de yargı reformu adı altında Yüksek Mahkeme yetkilerini kısıtlama girişimi seçilmiş iktidarın kurumsal denetimi etkisizleştirerek muhalefeti sistem dışına itme stratejisidir. Aynı şekilde Macaristan'da Viktor Orban yargının yetkilerini daraltarak muhalif belediyeleri ve partileri etkisizleştirmiştir. Türkiye'de yaşanan, bu modellerle benzerlik göstermekte ve muhalefeti seçmen düzeyinde değil, sistem içi teknik atılımlarla zayıflatma yönelimi öne çıkmaktadır.

Kılıçdaroğlu Etmeni: Geri Çekilmenin Siyaseti mi, Yeniden Konumlanma Stratejisi mi?

Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanlığı’ndan ayrılmasının ardından gelişen süreçte edilgin bir figürden çok belirli bir stratejik pozisyonu koruyan bir aktör olarak davrandığı görülmektedir. Kurultay iptal davasının perde arkasında Kılıçdaroğlu’na yakın çevrelerin yer alması ya da en azından bu çevrelerin sessiz onayıyla hareket edilmesi sorunun salt bir hukuksal girişim değil aynı zamanda siyasal bir yeniden pozisyon alma atılımı olduğunu düşündürmektedir.

Bu bağlamda Kılıçdaroğlu'nun tavrını anlamak için üç temel soruya odaklanmak gerekir:

Kılıçdaroğlu Ne Yapmak İstiyor?

Kılıçdaroğlu'nun hedefi doğrudan yeniden genel başkan olmak değilse bile partideki değişimin yönünü belirlemek ve “Kılıçdaroğlu çizgisinin” tasfiyesini önlemektir. Bu çaba, ideolojik bir refleksin yanı sıra, kurumsal mirasın sahiplenilmesi ve yeni yönetimin CHP’yi “yumuşatılmış bir merkez sağ” çizgisine taşımasına karşı bir direniş olarak da okunabilir. Kılıçdaroğlu, Erdoğan rejimiyle yapıcı diyalog arayan değil onu dönüştürmeye kararlı bir muhalefet çizgisinin temsilcisi olduğunu düşünmektedir.

Kılıçdaroğlu’nun Stratejisi Nedir?

Kılıçdaroğlu, doğrudan cepheden çatışmak yerine dolaylı savaşım yürütmeyi tercih etmektedir. Bu durum, onun siyasal tarzına (ılımlı, kurumsalcı, uzlaştırıcı) uygun olduğu kadar mevcut CHP yönetimiyle kamuoyu önünde bir bölünme görüntüsü vermekten kaçınma amacı da taşımaktadır. Ancak kurultay davasının açılması gibi eylemlerle dolaylı fakat etkili bir müdahale biçimi izlenmektedir. Bu strateji, siyasi literatürde “arka plandan müdahale eden eski lider modeli” olarak tanımlanabilir.

 

Kılıçdaroğlu Haklı mı, Haksız mı?

Bu sorunun yanıtı, hangi açıdan baktığınıza bağlı olarak değişir. Demokratik temsil açısından seçimi kaybetmiş ve istifa etmiş bir liderin halefini zayıflatmaya yönelik adımlar atması meşruluk açısından sorunlu bulunabilir. Parti içi denge açısından ise yeni yönetimin Kılıçdaroğlu’na yakın kadroları tasfiye etme eğilimi, karşı denge arayışlarını tetiklemiştir. Bu durumda Kılıçdaroğlu’nun direnişi bir “kurumsal çoğulculuk” mücadelesi olarak yorumlanabilir. Makro siyasal strateji açısından da Erdoğan rejimine karşı etkili bir seçenek oluşturulamıyorsa Kılıçdaroğlu bu durumu “erken başarısızlık” olarak değerlendirip müdahale gereği duymaktadır. Bu noktada onun güdülenmesinin salt kişisel hırsla değil, rejimle savaşım stratejisiyle de açıklamak olanaklıdır.

Değerlendirmek gerekirse, Kılıçdaroğlu, klasik anlamda siyaseti bırakmış bir lider değildir. Aksine, yeniden merkezileşen iktidar blokuna karşı muhalefet cephesinin şekillenmesinde rol oynamaya çalışan bir aktördür. Onun izlediği strateji, “çekilerek denetleme” ve “kriz anlarında etkili müdahale” biçiminde ortaya çıkmaktadır. Kurultay iptali davası da bu stratejinin bir yansıması olabilir.

Kılıçdaroğlu ve Özel’in Siyasal Konumları: Karşılaştırmalı Bir Çözümleme

Kemal Kılıçdaroğlu ile Özgür Özel, Cumhuriyet Halk Partisi içinde aynı siyasal geleneğe dayansalar da siyasal yelpazedeki konumları, siyaset yapma biçemleri ve stratejik öncelikleri bakımından önemli farklar göstermektedir. Bu farklılıklar, yalnızca kişisel siyasal tercihlerle değil, aynı zamanda içinde bulundukları tarihsel bağlam ve kendilerine yönelen toplumsal ve siyasal taleplerle de şekillenmektedir.

Siyasal Yelpazedeki Konum

Kemal Kılıçdaroğlu, özellikle 2017 sonrası dönemde, CHP’yi merkez sağa doğru açarak geniş bir "ittifak siyaseti" kurgulayan bir çizgide konumlandı. Saadet Partisi, Gelecek Partisi, DEVA Partisi ve İYİ Parti gibi sağ-tutucu partilerle kurduğu ilişkilerde "demokratikleşme" hedefiyle merkez-sağ seçmeni yanına çekmeye odaklandı. Bu süreçte CHP’nin klasik laik, devletçi reflekslerinden çok uzlaşmacı ve çoğulcu bir dil benimsedi. Ancak bu açılım, parti içindeki daha solda konumlanan aktörlerde "kimlik erozyonu" endişesi yaratmıştır.

Özgür Özel ise 2023 Kurultayı sonrası göreve geldikten sonra daha sola, daha “kitlesel muhalefet” merkezli bir söylem geliştirmeye çalıştı. Sendikalar, gençlik hareketleri, üniversiteler, sol entelektüel çevreler ve laik orta sınıflarla daha yakın bir ilişki kurmayı hedefledi. Bu bağlamda Özel, CHP’yi yeniden sol-kamucu çizgiye yaklaştırmayı denemekte ve laiklik, sosyal adalet, gelir eşitliği, kamuculuk gibi değerleri daha görünür kılma gayreti içindedir.

Stratejik Yaklaşımlar

Kılıçdaroğlu’nun stratejisi büyük ölçüde “ittifak siyaseti” ve “normalleşme” üzerine kuruluydu. Erdoğan sonrası Türkiye’ye hazırlanmak adına devleti merkeze alan, kurumsal yeniden yapılanmayı önceleyen bir siyasal rota çizdi. Ancak bu strateji, yer yer tabanda moral bozukluğuna, partide ise güdülenme kaybına neden oldu. Özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kaybedilmesi bu stratejinin başarısızlığı olarak okundu.

 

Özgür Özel ise Erdoğan rejimine karşı daha doğrudan, daha saldırgan bir muhalefet kurmaya çalışmaktadır. Parlamentoyu, meydanları, sosyal medyayı daha etkili kullanmakta ve “güçlü iktidar seçeneği” profili çizme çabası içindedir. Bu çerçevede, iktidarın “yargı üzerinden düzenlenmesi” çabalarına karşı partiyi sokağa da çıkarabilecek bir tavır alma eğilimi göstermektedir.

Temsil Yeteneği ve Toplumsal İmaj

Kılıçdaroğlu, Anadolu'nun içinden gelen, Alevi kimliğini açıkça ifade eden, düşük profilli ama devletle uyumlu bir siyasetçi imajı çizdi. Bu yönüyle “makul muhalefet” tipinin temsilcisi oldu. Özel ise daha genç, enerjik, iletişim kanallarını daha etkili kullanan ve liderlik iddiasını daha yüksek sesle dile getiren bir figürdür.

Partideki Karşılıkları

Kılıçdaroğlu’nun parti içindeki karşılığı önemli ölçüde sürmektedir. Özellikle eski kadrolar, il örgütleri ve kimi milletvekilleri sadakat duygusuyla bağlıdır. Ancak bu destek, çoğu zaman “duygusal bağlılık” düzeyindedir. Özgür Özel’in ise parti örgütlerinde, özellikle gençlik kolları ve bazı büyükşehir örgütlerinde yükselen bir desteği vardır. Özel, “değişim” temasının aktörü olarak tanındığı için daha dinamik bir kadro tarafından desteklenmektedir.

Değerlendirmek gerekirse, iki profilin iki ayrı CHP vizyonu çizdiği söylenebilir. Bu bağlamda Kılıçdaroğlu ve Özel, CHP içinde iki ayrı siyasal vizyonu temsil etmektedir. Kılıçdaroğlu, uzlaşmacı, merkeze açılan, devletle karşı karşıya gelmeden değişimi hedefleyen bir CHP hayal etmektedir. Özel ise daha kararlı, sokakta da var olan, laikliğe ve sosyal adalete öncelik veren bir kitle partisi modeli ortaya koymaya çalışmaktadır.

Bu farklılıklar yalnızca bir liderlik yarışının değil, aynı zamanda CHP’nin gelecekteki kimliğinin de temel tartışmasını yansıtmaktadır.

GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ

Ortaya çıkan sonucu kurumsal müdahalenin yeni biçimi olarak yargı yoluyla muhalefetin tasfiyesi girişimi olarak nitelendirmek olanaklıdır. CHP Kurultayı'nın iptali istemiyle açılan dava sadece bir tüzük ihlali tartışması değil, iktidarın muhalefet üzerindeki hegemonya kurma ve Erdoğan’ın ömür boyu başkan olarak kalmasının güvence altına alınması çabalarının parçasıdır. Bu yönüyle dava Erdoğan'ın yeniden seçilme şansını arttırma girişiminin parçası olarak değerlendirilmelidir. Siyasal alanın yeniden düzenlenmesi yargı eliyle gerçekleştirilmeye çalışılmakta ve siyasal yarışmanın araçları kurumlar üzerinden iktidardaki parti lehinde kullanılmak istenmektedir.

Bununla birlikte, sürecin nasıl evrileceği tamamen önceden belirlenmiş değildir. Üç temel senaryo öne çıkmaktadır:

Birinci senaryo, mahkemenin kurultayı iptal etmesi durumunda, CHP'de hem liderlik krizi hem de yapısal çözülme yaşanabilir. Bu, Erdoğan yönetiminin muhalefeti içeriden çözme stratejisinin başarıya ulaşması anlamına gelir ve Türkiye’de seçimli otoriterliğin pekişmesini hızlandırabilir.

İkinci senaryo, yargının geri adım atmasıdır Mahkemenin iptal talebini reddetmesi, kamuoyu baskısı, uluslararası tepkiler ve muhalefetin sert tepkisiyle gerçekleşirse, bu durum iktidarın meşruluğunda kırılmalara yol açabilir. Bu senaryo, yargının belirli sınırlar içinde kalması halinde rejim içi dengeyi görece koruyabilir.

Üçüncü senaryo, krizden muhalefetin güçlenerek çıkmasıdır.  Davanın toplum nezdinde bir meşruluk mücadelesine dönüşmesi durumunda CHP kamuoyunda mağduriyet üzerinden yeni bir destek dalgası yaratabilir. Bu bağlamda, kurultayın tartışmalı duruma gelmesi ters etki yaratabilir ve Özgür Özel'in liderliği daha da pekişebilir.

Bu seçenekler, Türkiye’de siyasal savaşımın artık yalnızca sandıkta değil, mahkeme salonlarında ve kurumsal çatlaklarda sürdürüldüğünü göstermektedir. Hukuksal görünen süreçlerin siyasal sonuçlar doğurduğu bu rejim dinamiği, muhalefeti zayıflatmakla kalmamakta aynı zamanda demokratik rejimin geleceğine dair belirleyici bir sınav niteliği taşımaktadır.

Bu, sadece CHP'nin değil, anayasal demokrasinin de geleceğiyle ilgili derin bir uyarıdır.


 

KAYNAKÇA

 

Levitsky, S., & Ziblatt, D. (2018). How Democracies Die. Crown Publishing Group.

Linz, J. J. (1975). Totalitarian and Authoritarian Regimes. Lynne Rienner.

Öktem, K. (2020). “Popülizm ve Hukukun Aşınması.” Toplum ve Hukuk Dergisi, 12(2), 44-62.

Tilly, C. (2007). Democracy. Cambridge University Press.

Yıldız, G. (2022). “Türkiye’de Yargı ve Siyaset İlişkisi: Partizanlaşma Süreci.” Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 77(3), 215-237.

Yavuz, M. H. (2021). Erdoğan’s Populism and the Turkish State. Oxford University Press.

Hiç yorum yok: