CHP Kurultayı Davası Bağlamında
Muhalefetin Yeniden Düzenlenmesi: Türkiye'de Siyasal Müdahale, Yargıyı Yönlendiren
İktidar ve Karşılaştırmalı Bakış Açısıyla Rejim Dinamikleri
Prof. Dr. Firuz Demir YAŞAMIŞ
Özet
Bu çalışma,
2024 CHP Kurultayı'nın iptali için açılan davayı merkeze alarak Türkiye'de
muhalefetin iç işleyişine yönelik iktidar müdahalelerini ve yargı
mekanizmasının siyasal araçsallaştırılmasını incelemektedir. Gelişen süreç,
yalnızca bir iç parti hukuku tartışması değil aynı zamanda iktidarın muhalefeti
istediği gibi düzenleme stratejisinin bir parçası olarak okunmalıdır. Özellikle
Kemal Kılıçdaroğlu’nun kurultay sonrasında benimsediği tutum bu stratejik
bağlamda kritik bir yer işgal etmektedir. Çalışmada, Özgür Özel ile
Kılıçdaroğlu’nun siyasal vizyonları, konumlanmaları ve stratejileri
karşılaştırılmış ve kuramsal olarak otoriter popülizm, yargı siyasallaşması ve
partileşmiş devlet çerçevesinde değerlendirmeler yapılmıştır. Ayrıca İsrail ve
Macaristan örnekleriyle karşılaştırmalı bir bakış açısı geliştirilmiştir.
Sonuçta, muhalefet içindeki kırılganlıkların otoriterleşmiş iktidar
rejimlerinin yönlendirmelerine ne denli açık duruma geldiği ortaya konulmuştur.
Anahtar
Kelimeler: Otoriter
Popülizm, Yargının Siyasallaşması, CHP Kurultayı, Muhalefetin Tasarımı,
Partileşmiş Devlet
Abstract
This study examines the lawsuit filed to annul the
2024 CHP Congress as a case revealing how opposition party dynamics in Turkey
are increasingly subject to governmental interference through politicized
judicial mechanisms. The process is interpreted not merely as an internal party
legal dispute, but as part of the ruling AKP's broader strategy to redesign and
weaken the opposition. The role of Kemal Kılıçdaroğlu post-congress is
critically analyzed in this context, with a comparative evaluation of his political
stance versus that of current party leader Özgür Özel. Theoretical frameworks
such as authoritarian populism, judicial instrumentalization, and party-state
fusion are employed. Comparative references to Israel and Hungary further
contextualize the Turkish case. The study concludes that internal
vulnerabilities within opposition movements render them increasingly
susceptible to manipulation in autocratizing political systems.
Keywords: Judicialization
of Politics, Party Politics in Turkey, Authoritarian Populism, Political
Engineering, Republican People's Party (CHP)
GİRİŞ
Türkiye’de
siyasal alanın yeniden yapılandırılmasında yargı mekanizmasının işlevi giderek
daha merkezi bir konuma yerleşmektedir. Özellikle 2023 sonrası dönemde
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde yeniden düzenlenen yürütme
gücü, muhalefeti yalnızca seçim yarışması yoluyla değil, aynı zamanda kurumsal
müdahalelerle etkisizleştirme yoluna gitmektedir. Bu bağlamda, Cumhuriyet Halk
Partisi’nin (CHP) 38. Olağan Kurultayı sonrasında açılan ve kurultay
sonuçlarının iptalini talep eden dava, görünürde bir iç hukuk sorunu gibi
sunulsa da gerçekte Türkiye’de muhalefetin geleceğine ve siyasal rejimin
doğasına ilişkin belirleyici bir mücadele alanına dönüşmüştür. Söz konusu dava,
sadece CHP içi hizip mücadelelerinin bir yansıması değil aynı zamanda iktidarın
yargı yoluyla muhalefeti denetim altına alma stratejisinin yeni bir aşamasıdır.
Siyasal iktidarın doğrudan denetim altındaki kurumsal mekanizmaların (özellikle
yargının) bu sürece etkili biçimde karışması, Türkiye’de anayasal demokrasi
ilkeleriyle bağdaşmayan bir güç kullanımına işaret etmektedir. Bu makalede, CHP
kurultayına ilişkin iptal davası örneğinden hareketle Türkiye’de muhalefetin
sistematik biçimde dönüştürülme çabası ele alınacak ve süreç İsrail ve
Macaristan gibi diğer otoriterleşen rejim örnekleriyle karşılaştırmalı olarak
incelenecektir.
ARAŞTIRMANIN
AMACI, HEDEFİ, YÖNTEMİ VE ARAŞTIRMA SORULARI
Bu
çalışmanın temel amacı, Türkiye’de ana muhalefet partisi olan Cumhuriyet Halk
Partisi’nde (CHP) yaşanan kurultay sürecinin yargı eliyle tartışmalı biçimde
iptali girişimini, siyasal iktidarın muhalefet üzerindeki müdahale stratejileri
bağlamında incelemektir. Araştırma, bu sürecin yalnızca iç parti dinamikleriyle
açıklanamayacağını vr aksine, yargı mekanizması üzerinden işleyen bir siyasal
mühendislik örneği olarak değerlendirilmesi gerektiğini savunmaktadır. Bu
bağlamda CHP’deki liderlik değişimi, Kemal Kılıçdaroğlu’nun pozisyonu ve Özgür
Özel’in temsil ettiği siyasal yönelim, araştırmanın içsel katmanını
oluştururken iktidarın seçimleri kazanma stratejileriyle bağlantılı
müdahaleleri ise dışsal ve yapısal bir bağlam sunmaktadır.
Bu çalışma
aynı zamanda, İsrail ve Macaristan gibi otoriterleşme eğilimindeki ülkelerde
benzer yargı müdahalelerinin muhalefeti yeniden düzenleme amacıyla nasıl
işlediğini karşılaştırmalı bir bakışla irdelemeyi hedeflemektedir. Böylelikle
Türkiye’de yaşanan sürecin benzersiz mi yoksa küresel bir otoriterleşme eğiliminin
yerel bir örneği mi olduğu da sorgulanacaktır.
Yöntem
olarak nitel araştırma tekniklerinden yararlanılmış, belge çözümlemesi, söylem
çözümlemesi ve karşılaştırmalı siyaset yöntemleri kullanılmıştır. Gazete
haberleri, mahkeme kararları, siyasal aktörlerin demeçleri ve akademik yazın
çalışmanın başlıca veri kaynaklarını oluşturmaktadır. Kuramsal çerçevede ise
siyasal yargı, partileşmiş devlet, otoriter popülizm ve stratejik muhalefet denetimi
gibi kavramlardan yararlanılmıştır.
Bu çerçevede
araştırmanın yanıtlamayı amaçladığı temel sorular şunlardır:
CHP Kurultayı'nın yargı yoluyla iptal edilmeye çalışılması,
Türkiye’de siyasal iktidarın muhalefeti denetim altına alma stratejilerinin bir
parçası olarak okunabilir mi?
Kemal Kılıçdaroğlu’nun kurultay sonrası tutumu, bir
“muhalefet içi iktidar stratejisi” mi yoksa yeni bir restorasyon çabası mı
olarak değerlendirilmeli?
Özgür Özel’in siyasal konumu hem CHP’nin tarihsel çizgisi hem
de iktidar karşısındaki direnci açısından ne anlam ifade ediyor?
Türkiye’de yargının siyasal alanı şekillendirme kapasitesi,
İsrail ve Macaristan örnekleriyle kıyaslandığında nasıl bir benzerlik ya da
özgünlük taşıyor?
2025 ve sonrası seçimleri açısından bu süreç Türkiye’de
muhalefetin varlığı ve demokratik yarışma açısından ne tür sonuçlar
doğurabilir?
Bu soruların
yanıtı, yalnızca güncel bir siyasal krizi anlamakla kalmayacak ve aynı zamanda
Türkiye'de muhalefetin geleceği, yargı bağımsızlığı ve seçim güvenliği gibi
temel demokratik değerlerin durumuna ilişkin geniş bir değerlendirme zemini
sunacaktır.
KURAMSAL
ÇERÇEVE
Bu çalışmada
Türkiye’de siyasal iktidarın muhalefet partilerine dönük müdahalelerini ve bu
müdahalelerin yargı aracılığıyla gerçekleştirilmesini çözümlemek için üç temel
kuramsal yaklaşım birlikte ele alınacaktır: otoriter popülizm, partileşmiş
devlet ve yarışmacı otoriterlik. Bu kavramsal çerçeve hem Türkiye'de
iktidar-muhalefet ilişkilerinin asimetrik doğasını hem de yargının siyasal
dizayn aracı haline dönüşmesini kavramsallaştırmada yardımcı olacaktır.
Otoriter
Popülizm ve Muhalefetin Tasfiyesi
Otoriter
popülizm, lider merkezli yönetim biçimlerinin demokratik kurumları biçimsel
düzeyde koruyarak, içeriksel düzeyde boşaltmasına dayanan bir siyasal
stratejidir. Bu modelde popülist lider, “milletin gerçek temsilcisi” olarak
kendisini konumlandırırken, muhalefeti ise “milletin düşmanı” veya “bürokratik
vesayet uzantısı” gibi söylemlerle şeytanlaştırır. Türkiye’de Recep Tayyip
Erdoğan’ın söylemleri ve siyasal müdahale biçimleri bu modele büyük ölçüde
uymaktadır. CHP Kurultayı’nın yargı üzerinden hedef alınması da muhalefeti
içten kararsızlaştırma stratejisinin parçası olarak okunabilir.
Partileşmiş
Devlet ve Yargı Üzerinden Siyasal Yeniden Düzenleme
Partileşmiş
devlet (parti-devlet bütünleşmesi) kuramı, yürütme erkinin, yargı ve bürokrasi
gibi anayasal organlar üzerindeki tahakkümünü açıklamak için kullanılır. Türkiye'de
AKP iktidarı, özellikle 2017 Anayasa değişikliği sonrası yargı kurumlarını
doğrudan ya da dolaylı yollarla denetim altına almıştır. Bu süreçte yargı,
yalnızca rejimin güvenliğini sağlayan bir organ değil aynı zamanda muhalefeti
bastıran ve yönlendiren bir araç durumuna gelmiştir. CHP Kurultayı'nın iptali
için açılan davanın, bu araçsallaştırmanın güncel bir örneği olduğu
söylenebilir.
Yarışmacı
Otoriterlik ve Siyasal Alanın Yozlaştırılması
Yarışmacı otoriterlik
modeli, biçimsel olarak demokratik kurumların bulunduğu ancak bu kurumların
işlevlerinin iktidar lehine sistemli biçimde çarpıtıldığı rejimleri tanımlar.
Bu rejimlerde seçimler yapılır, muhalefet vardır, ancak medya, yargı, güvenlik
bürokrasisi ve ekonomik kaynaklar iktidarın hizmetindedir. Bu koşullarda
muhalefet sadece iktidarla değil, onun denetim altında tuttuğu sistemle de savaşı
vermek zorundadır. CHP’nin mevcut durumda karşılaştığı yargı müdahalesi sadece
bir iç tartışma değil, aynı zamanda siyasal alanın yozlaştırıldığı yarışma dışı
bir düzleme sürüklenmesinin örneğidir.
Muhalefet
İçindeki Hegemonya Savaşımı ve İdeolojik Yeniden Konumlanma
Antonio
Gramsci’nin hegemonya kavramı, yalnızca iktidar ilişkilerini değil, muhalefet
içi hegemonya mücadelelerini de çözümlemeye olanak tanır. Bu bağlamda, Kemal
Kılıçdaroğlu ile Özgür Özel arasında ideolojik, stratejik ve sınıfsal temelli
bir hegemonya savaşımı gözlenmektedir. Kılıçdaroğlu, merkez sağa açılma ve
geniş ittifaklar stratejisiyle neoliberal uzlaşıyı içselleştirmiş bir çizgiyi
temsil ederken Özel, örgütü merkezileştirme, sosyal demokrat kimliği
canlandırma ve gençleşme gibi temalarla daha farklı bir hegemonik blok
oluşturmaya çalışmaktadır. İktidarın, bu hegemonik dönüşümü engellemek istemesi
davanın açılmasındaki stratejik nedeni anlamaya yardımcı olabilir.
ÇÖZÜMLEME
Hukuksal
Bir Sürecin Siyasal Arka Planı
Cumhuriyet
Halk Partisi'nin (CHP) 38. Olağan Kurultayı'nda seçilen Özgür Özel'in genel
başkanlığının iptali istemiyle açılan dava görünürde parti içi hukuk
mekanizmasının işletilmesine dayalı bir süreç gibi sunulsa da bu sürecin
siyasal iktidar tarafından kurgulandığı ve yönlendirildiği yönündeki
göstergeler belirgindir. Türkiye'de otoriterleşen iktidar yapısının muhalefeti
dönüştürme ve etkisizleştirme stratejisiyle bağlantılı olarak ele alındığında
dava yalnızca CHP'de liderlik soru n değil siyasal sistemin geleceğiyle
doğrudan ilintilidir.
Siyasal
Geri Plan: İktidar Aşınmaya Karşı Tavır Alıyor
Erdoğan
liderliğindeki AKP rejimi, 2023 genel ve 2024 yerel seçimleri itibariyle
siyasal hegemonya kriziyle karşı karşıya kalmıştır. Geniş toplumsal kesimlerde
meşruluk kaybı, ekonomik krizin derinleşmesi ve kurumsal yozlaşmanın artması,
iktidarı yeniden üretmenin klasik yollarını tıkanmış ve bu da iktidar
stratejisini muhalefeti etkisizleştirmeye yöneltmiştir. CHP'nin örgütsel
yeniden yapılanmasının ve Özgür Özel'in toplum düzeyinde artan kredisinin bu
strateji kapsamında hedefe alınması rastlantı değildir.
Siyasallaşmış
Yargının Rolü: Bağımsız Değil, Etkili Aktör
Yargının
bağımsızlığının sistematik olarak aşındığı Türkiye'de, mahkemelerin siyasal tavır
alır duruma gelmesi yeni bir durum değildir. Ancak CHP Kurultayı'na ilişkin
iptal davası yargının sadece edilgin bir onaylayıcı değil, etkili bir siyasal
düzenleme aracı olarak kullanılmasına örnek oluşturmaktadır. Bu durum,
"hukuksal görünen siyasal müdahale" modelinin kurumsallaşmasına
işaret eder.
CHP İç
Dinamikleri: Kılıçdaroğlu'nun Gölge Etkisi
Kurultay
sonrasında Kemal Kılıçdaroğlu'nun siyasetten çekilmekle birlikte kadroları
aracılığıyla parti içindeki etkinliğini sürdürmesi bu süreci daha da
karmaşıklaştırmaktadır. CHP içerisinde hizipler arası mücadele yargı süreciyle
keskinleştirilmekte ve parti içi demokrasinin doğal yolları tıkanmaktadır. Bu
durum, iktidar tarafından bilinçli olarak desteklenen bir dağılma stratejisinin
parçası gibi yorumlanabilir.
Karşılaştırmalı
Bakış Açısı: İsrail ve Macaristan Örnekleri
Benjamin
Netanyahu'nun İsrail'de yargı reformu adı altında Yüksek Mahkeme yetkilerini
kısıtlama girişimi seçilmiş iktidarın kurumsal denetimi etkisizleştirerek
muhalefeti sistem dışına itme stratejisidir. Aynı şekilde Macaristan'da Viktor
Orban yargının yetkilerini daraltarak muhalif belediyeleri ve partileri
etkisizleştirmiştir. Türkiye'de yaşanan, bu modellerle benzerlik göstermekte ve
muhalefeti seçmen düzeyinde değil, sistem içi teknik atılımlarla zayıflatma
yönelimi öne çıkmaktadır.
Kılıçdaroğlu
Etmeni: Geri Çekilmenin Siyaseti mi, Yeniden Konumlanma Stratejisi mi?
Kemal
Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanlığı’ndan ayrılmasının ardından gelişen süreçte
edilgin bir figürden çok belirli bir stratejik pozisyonu koruyan bir aktör
olarak davrandığı görülmektedir. Kurultay iptal davasının perde arkasında
Kılıçdaroğlu’na yakın çevrelerin yer alması ya da en azından bu çevrelerin
sessiz onayıyla hareket edilmesi sorunun salt bir hukuksal girişim değil aynı
zamanda siyasal bir yeniden pozisyon alma atılımı olduğunu düşündürmektedir.
Bu bağlamda
Kılıçdaroğlu'nun tavrını anlamak için üç temel soruya odaklanmak gerekir:
Kılıçdaroğlu
Ne Yapmak İstiyor?
Kılıçdaroğlu'nun
hedefi doğrudan yeniden genel başkan olmak değilse bile partideki değişimin
yönünü belirlemek ve “Kılıçdaroğlu çizgisinin” tasfiyesini önlemektir. Bu çaba,
ideolojik bir refleksin yanı sıra, kurumsal mirasın sahiplenilmesi ve yeni
yönetimin CHP’yi “yumuşatılmış bir merkez sağ” çizgisine taşımasına karşı bir direniş
olarak da okunabilir. Kılıçdaroğlu, Erdoğan rejimiyle yapıcı diyalog arayan
değil onu dönüştürmeye kararlı bir muhalefet çizgisinin temsilcisi olduğunu
düşünmektedir.
Kılıçdaroğlu’nun
Stratejisi Nedir?
Kılıçdaroğlu,
doğrudan cepheden çatışmak yerine dolaylı savaşım yürütmeyi tercih etmektedir.
Bu durum, onun siyasal tarzına (ılımlı, kurumsalcı, uzlaştırıcı) uygun olduğu
kadar mevcut CHP yönetimiyle kamuoyu önünde bir bölünme görüntüsü vermekten
kaçınma amacı da taşımaktadır. Ancak kurultay davasının açılması gibi
eylemlerle dolaylı fakat etkili bir müdahale biçimi izlenmektedir. Bu strateji,
siyasi literatürde “arka plandan müdahale eden eski lider modeli” olarak
tanımlanabilir.
Kılıçdaroğlu
Haklı mı, Haksız mı?
Bu sorunun
yanıtı, hangi açıdan baktığınıza bağlı olarak değişir. Demokratik temsil
açısından seçimi kaybetmiş ve istifa etmiş bir liderin halefini zayıflatmaya
yönelik adımlar atması meşruluk açısından sorunlu bulunabilir. Parti içi denge
açısından ise yeni yönetimin Kılıçdaroğlu’na yakın kadroları tasfiye etme
eğilimi, karşı denge arayışlarını tetiklemiştir. Bu durumda Kılıçdaroğlu’nun
direnişi bir “kurumsal çoğulculuk” mücadelesi olarak yorumlanabilir. Makro
siyasal strateji açısından da Erdoğan rejimine karşı etkili bir seçenek
oluşturulamıyorsa Kılıçdaroğlu bu durumu “erken başarısızlık” olarak
değerlendirip müdahale gereği duymaktadır. Bu noktada onun güdülenmesinin salt
kişisel hırsla değil, rejimle savaşım stratejisiyle de açıklamak olanaklıdır.
Değerlendirmek
gerekirse, Kılıçdaroğlu, klasik anlamda siyaseti bırakmış bir lider değildir.
Aksine, yeniden merkezileşen iktidar blokuna karşı muhalefet cephesinin
şekillenmesinde rol oynamaya çalışan bir aktördür. Onun izlediği strateji,
“çekilerek denetleme” ve “kriz anlarında etkili müdahale” biçiminde ortaya
çıkmaktadır. Kurultay iptali davası da bu stratejinin bir yansıması olabilir.
Kılıçdaroğlu
ve Özel’in Siyasal Konumları: Karşılaştırmalı Bir Çözümleme
Kemal
Kılıçdaroğlu ile Özgür Özel, Cumhuriyet Halk Partisi içinde aynı siyasal
geleneğe dayansalar da siyasal yelpazedeki konumları, siyaset yapma biçemleri
ve stratejik öncelikleri bakımından önemli farklar göstermektedir. Bu
farklılıklar, yalnızca kişisel siyasal tercihlerle değil, aynı zamanda içinde
bulundukları tarihsel bağlam ve kendilerine yönelen toplumsal ve siyasal
taleplerle de şekillenmektedir.
Siyasal
Yelpazedeki Konum
Kemal
Kılıçdaroğlu, özellikle 2017 sonrası dönemde, CHP’yi merkez sağa doğru açarak
geniş bir "ittifak siyaseti" kurgulayan bir çizgide konumlandı.
Saadet Partisi, Gelecek Partisi, DEVA Partisi ve İYİ Parti gibi sağ-tutucu
partilerle kurduğu ilişkilerde "demokratikleşme" hedefiyle merkez-sağ
seçmeni yanına çekmeye odaklandı. Bu süreçte CHP’nin klasik laik, devletçi
reflekslerinden çok uzlaşmacı ve çoğulcu bir dil benimsedi. Ancak bu açılım,
parti içindeki daha solda konumlanan aktörlerde "kimlik erozyonu"
endişesi yaratmıştır.
Özgür Özel
ise 2023 Kurultayı sonrası göreve geldikten sonra daha sola, daha “kitlesel
muhalefet” merkezli bir söylem geliştirmeye çalıştı. Sendikalar, gençlik
hareketleri, üniversiteler, sol entelektüel çevreler ve laik orta sınıflarla
daha yakın bir ilişki kurmayı hedefledi. Bu bağlamda Özel, CHP’yi yeniden sol-kamucu
çizgiye yaklaştırmayı denemekte ve laiklik, sosyal adalet, gelir eşitliği,
kamuculuk gibi değerleri daha görünür kılma gayreti içindedir.
Stratejik
Yaklaşımlar
Kılıçdaroğlu’nun
stratejisi büyük ölçüde “ittifak siyaseti” ve “normalleşme” üzerine kuruluydu.
Erdoğan sonrası Türkiye’ye hazırlanmak adına devleti merkeze alan, kurumsal yeniden
yapılanmayı önceleyen bir siyasal rota çizdi. Ancak bu strateji, yer yer
tabanda moral bozukluğuna, partide ise güdülenme kaybına neden oldu. Özellikle
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kaybedilmesi bu stratejinin başarısızlığı olarak
okundu.
Özgür Özel
ise Erdoğan rejimine karşı daha doğrudan, daha saldırgan bir muhalefet kurmaya
çalışmaktadır. Parlamentoyu, meydanları, sosyal medyayı daha etkili kullanmakta
ve “güçlü iktidar seçeneği” profili çizme çabası içindedir. Bu çerçevede,
iktidarın “yargı üzerinden düzenlenmesi” çabalarına karşı partiyi sokağa da
çıkarabilecek bir tavır alma eğilimi göstermektedir.
Temsil
Yeteneği ve Toplumsal İmaj
Kılıçdaroğlu,
Anadolu'nun içinden gelen, Alevi kimliğini açıkça ifade eden, düşük profilli
ama devletle uyumlu bir siyasetçi imajı çizdi. Bu yönüyle “makul muhalefet”
tipinin temsilcisi oldu. Özel ise daha genç, enerjik, iletişim kanallarını daha
etkili kullanan ve liderlik iddiasını daha yüksek sesle dile getiren bir
figürdür.
Partideki
Karşılıkları
Kılıçdaroğlu’nun
parti içindeki karşılığı önemli ölçüde sürmektedir. Özellikle eski kadrolar, il
örgütleri ve kimi milletvekilleri sadakat duygusuyla bağlıdır. Ancak bu destek,
çoğu zaman “duygusal bağlılık” düzeyindedir. Özgür Özel’in ise parti
örgütlerinde, özellikle gençlik kolları ve bazı büyükşehir örgütlerinde
yükselen bir desteği vardır. Özel, “değişim” temasının aktörü olarak tanındığı
için daha dinamik bir kadro tarafından desteklenmektedir.
Değerlendirmek
gerekirse, iki profilin iki ayrı CHP vizyonu çizdiği söylenebilir. Bu bağlamda
Kılıçdaroğlu ve Özel, CHP içinde iki ayrı siyasal vizyonu temsil etmektedir. Kılıçdaroğlu,
uzlaşmacı, merkeze açılan, devletle karşı karşıya gelmeden değişimi hedefleyen
bir CHP hayal etmektedir. Özel ise daha kararlı, sokakta da var olan, laikliğe
ve sosyal adalete öncelik veren bir kitle partisi modeli ortaya koymaya
çalışmaktadır.
Bu
farklılıklar yalnızca bir liderlik yarışının değil, aynı zamanda CHP’nin
gelecekteki kimliğinin de temel tartışmasını yansıtmaktadır.
GENEL
DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
Ortaya çıkan
sonucu kurumsal müdahalenin yeni biçimi olarak yargı yoluyla muhalefetin tasfiyesi
girişimi olarak nitelendirmek olanaklıdır. CHP Kurultayı'nın iptali istemiyle
açılan dava sadece bir tüzük ihlali tartışması değil, iktidarın muhalefet
üzerindeki hegemonya kurma ve Erdoğan’ın ömür boyu başkan olarak kalmasının güvence
altına alınması çabalarının parçasıdır. Bu yönüyle dava Erdoğan'ın yeniden
seçilme şansını arttırma girişiminin parçası olarak değerlendirilmelidir.
Siyasal alanın yeniden düzenlenmesi yargı eliyle gerçekleştirilmeye
çalışılmakta ve siyasal yarışmanın araçları kurumlar üzerinden iktidardaki parti
lehinde kullanılmak istenmektedir.
Bununla
birlikte, sürecin nasıl evrileceği tamamen önceden belirlenmiş değildir. Üç
temel senaryo öne çıkmaktadır:
Birinci
senaryo, mahkemenin kurultayı iptal etmesi durumunda, CHP'de hem liderlik krizi
hem de yapısal çözülme yaşanabilir. Bu, Erdoğan yönetiminin muhalefeti içeriden
çözme stratejisinin başarıya ulaşması anlamına gelir ve Türkiye’de seçimli
otoriterliğin pekişmesini hızlandırabilir.
İkinci senaryo,
yargının geri adım atmasıdır Mahkemenin iptal talebini reddetmesi, kamuoyu
baskısı, uluslararası tepkiler ve muhalefetin sert tepkisiyle gerçekleşirse, bu
durum iktidarın meşruluğunda kırılmalara yol açabilir. Bu senaryo, yargının
belirli sınırlar içinde kalması halinde rejim içi dengeyi görece koruyabilir.
Üçüncü
senaryo, krizden muhalefetin güçlenerek çıkmasıdır. Davanın toplum nezdinde bir meşruluk
mücadelesine dönüşmesi durumunda CHP kamuoyunda mağduriyet üzerinden yeni bir
destek dalgası yaratabilir. Bu bağlamda, kurultayın tartışmalı duruma gelmesi
ters etki yaratabilir ve Özgür Özel'in liderliği daha da pekişebilir.
Bu seçenekler,
Türkiye’de siyasal savaşımın artık yalnızca sandıkta değil, mahkeme
salonlarında ve kurumsal çatlaklarda sürdürüldüğünü göstermektedir. Hukuksal
görünen süreçlerin siyasal sonuçlar doğurduğu bu rejim dinamiği, muhalefeti
zayıflatmakla kalmamakta aynı zamanda demokratik rejimin geleceğine dair
belirleyici bir sınav niteliği taşımaktadır.
Bu, sadece
CHP'nin değil, anayasal demokrasinin de geleceğiyle ilgili derin bir uyarıdır.
KAYNAKÇA
Levitsky, S., & Ziblatt, D. (2018). How Democracies Die.
Crown Publishing Group.
Linz, J. J. (1975). Totalitarian and Authoritarian Regimes.
Lynne Rienner.
Öktem, K. (2020). “Popülizm ve Hukukun Aşınması.” Toplum ve
Hukuk Dergisi, 12(2), 44-62.
Tilly, C. (2007). Democracy. Cambridge University Press.
Yıldız, G. (2022). “Türkiye’de Yargı ve Siyaset İlişkisi:
Partizanlaşma Süreci.” Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 77(3), 215-237.
Yavuz, M. H. (2021). Erdoğan’s Populism and the Turkish
State. Oxford University Press.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder