AVRUPA BİRLİĞİ,
TÜRKİYE
VE
ÇEVRE
Doç.
Dr. Firuz Demir YAŞAMIŞ
Giriş
1999 yılının Aralık ayının son günlerinde Helsinki’de
yapılan Avrupa Birliği (AB) zirvesi Türkiye açısından son 35 yılda özlemle
beklenen bir istemin gerçekleşmesi yolunda çok önemli gelişmelere sahne
olmuştur. Helsinki’de yapılan yoğun görüşmeler sonucunda, Türkiye’nin Avrupa
Birliği’ne tam üyeliği için “aday ülke”
olarak kabul edilmesi karara bağlanmıştır. Ülkemizin ekonomik, toplumsal ve
siyasal geleceği açısından belirleyici önemi oldukça fazla olan bu kararla, Türkiye’nin Avrupa ve batı dünyası içindeki
yeri kesinleşmiş ve aksi yöndeki tartışmalar son bulmuştur.
Bu son derecede önemli karar, ülkenin Avrupa ile her açıdan bütünleşmesi, karşılıklı
çıkarların dengelenmesi ve etkili ve devingen özellikler içeren ikili
ilişkilere kavuşması anlamına gelmektedir. AB ile bütünleşme, aynı zamanda,
ülke ekonomisinin Avrupa ülkelerinin
ekonomileri ile yarışabilen konuma gelmesine yardımcı olacaktır. Batılı toplumsal değerlerin, nüfusunun
önemli bir kesimi müslüman olan bir ülkede egemen ve başat toplumsal değerlerle
karşılıklı etkileşim içine girmesi her iki kesimde de yeni toplumsal uyum ve
hoşgörü ortamlarının yaratılmasına neden olacaktır. Daha da ötesi, bu
karar, Türkiye’nin kamu yönetiminin daha
çağdaş bir konuma ulaşmasında önemli katkılar sağlayacaktır.
Açıkça bilinmekte ve kabul edilmektedir ki, bu olumlu
sonuçlar ülkenin aday ülke olarak kabul edilmesiyle bir anda gerçekleşebilecek olgular değildir. Ekonomiden kamu
yönetimine, kurumsal düzenlemelerden hukuksal ve yasal düzenlemelere kadar bir
çok alanda AB ile Türkiye arasındaki farkılılaşmaların
hangi konular üzerinde yoğunlaştığını belirlemek ve bunları giderecek
önlemler almak gerekmektedir. Bu süreç, hem bir uyum ve hem de bir bütünleşme
süreci olacaktır.
Bu araştırmanın
amacı, AB ile Türkiye arasındaki bütünleşme çalışmalarının önemli bir bileşeni
olan çevre konusundaki bütünleşme
sürecini irdelemektir.
Avrupa Birliği’nin Temel
Hukuk Belgelerinde Çevre Kavramı
“Çevre” olgusu
ve kavramı Avrupa Ekonomik Topluluğu’ndan Avrupa Birliği’ne geçiş süreci içinde
önemli değişiklikler geçirmiştir.
Kuşkusuz, bu bağlamda en önemli hukuksal belge Roma Anlaşması’dır. Ancak, bu belge, aşağıda özetlendiği şekilde ve
çevresel kalitenin korunması ve geliştirilmesi bağlamında, zaman içinde önemli
değişikliklere konu olmuştur.
1957 Roma Anlaşması
AB’nin temel hukuksal belgesi –bir anlamda Anayasa’sı- 1957 tarihli Roma Anlaşması’dır.
İmzalandığı yılların koşulları içinde Roma
Anlaşması içinde çevre ile doğrudan ilgili bir hüküm yer almamaktadır.
Esasen, kuruluşundaki adıyla “Avrupa Ekonomik Topluluğu” (European Economic Community – EEC) ya
da kısa adıyla “Common Market” (Ortak Pazar - OP) Avrupa ülkeleri
arasında ekonomi alanındaki engelleri ortadan kaldırmak ve gümrük duvarları
olmayan “ortak” ve her üye ülkenin “serbest ekonomik rekabeti”ne açık
bir piyasa yaratmak ve bunun devamını sağlamak amacını taşımaktadır. Her ne
kadar kurucularının zihinlerindeki asıl hedef “Avrupa Birleşik Devletleri”ni yaratmak ise de, 50’li yılların
ortaları için henüz çok erken olan bu fikir yerine, Avrupa ülkeleri tarafından
daha kolay kabul görebilecek bir ilke olan ekonomik piyasaların birleştirilmesi
ve bütünleştirilmesi fikri yeni örgütün temel amacı olarak ortaya konmuştur.
Temel amaç bu şekilde ortaya konulunca da, çevre
endişeleri Roma Anlaşması’nda başat bir endişe konusu olarak ortaya
çıkmamaktadır. Buna karşın, Roma Anlaşması’nda çevre ile dolaylı olarak ilgisi
kurulabilecek bazı hükümler yer almaktadır. Bunlardan biri OP içinde “yaşama ve çalışma koşullarının sürekli
olarak iyileştirilmesi” yolundaki
hükümdür. Bu hükme göre, OP’a üye olan ülkeler, bireylerinin yaşama ve çalışma
koşullarında sürekli iyileştirme çalışmaları yapacaklardır. Özellikle “yaşama
koşullarının sürekli iyileştirilmesi” ilkesi çevre sorunları ile yakından ilgisi kurulabilecek bir
ilkedir. Bu hükme dayanarak, OP’ın çevre ile ilgili girişimleri ve etkinlikleri
başlatabilmesi olanağı ortaya çıkmıştır.
Roma Anlaşması’nda yer alan bir başka ilke olan “iç
pazarı tehdit eden gelişmeler”e karşı önlem almak ilkesi ise “haksız
rekabetin önlenmesi” ve “tüketicinin korunması” ilkeleri
yanında “çevre sorunları” ile uğraşılması ilkesini de -dolaylı olarak- beraberinde
getirmektedir. Bir ülkede görülebilecek olan çevre sorunlarının serbest
rekabeti ve bu nedenle de OP’ı olumsuz etkilemesi durumunda bu engelin ortadan
kaldırılması ilkesi üye ülkeler tarafından kabul edilmiş bulunmaktadır.
Roma Anlaşması’nın 100 üncü maddesi ise “ortak
pazarın işlemesini doğrudan etkileyecek nitelikteki ülke yasaları arasında uyum
sağlamak” zorunluluğunu getirmektedir. Bu bağlamda, Anlaşma’da “çevre” kavramından söz edilmemiş olsa
dahi, üye ülkelerin yasaları arasında farklılık bulunması ve bu farklılığın
OP’ın işlemesini doğrudan etkileyecek konumda olması durumlarında, OP bu duruma
müdahale edebilecek ve ilgili yasalar arasında belirgin bir uyum sağlamak hak
ve yetkisine sahip olacaktır. Çevre sorunlarının bu çerçevede de ele alınması
olanaklıdır.
Roma Anlaşması’nın çevre konularında çalışmalar
yapılmasına olanak veren bir başka hükmü de 235 inci maddedir. Bu madde, “Topluluk
hedeflerinin gerçekleştirilmesini sağlamak üzere Anlaşmada bir düzenleme
bulunmayan konularda gerekli düzenlemeleri yapmak yetkisi”ni OP’a
vermektedir. Bu bağlamda, çevre sorunları konusunda herhangi bir yasal
düzenlemenin olmaması durumunda dahi, OP Topluluk hedeflerinin gerçekleşmesi
için gerekli önlemleri almak hak ve yetkisine sahip bulunmaktadır.
Buraya kadar yapılan açıklamalarda da görüldüğü
üzere, Roma Anlaşması’nda çevre konusunda doğrudan bir hüküm bulunmamakla
birlikte, OP çevre sorunlarının
giderilmesi konusunda her türlü önlemi almak yetkisine sahip bulunmaktadır.
Nitekim çevre konularının esaslı bir unsur olarak ele alındığı 1987 Avrupa Tek
Senedi’ne kadar OP, çevre konusunda, pek çok hukuksal, kurumsal ve yönetsel
düzenleme gerçekleştirmiştir.
1987 Avrupa Tek Senedi
1970’li
yıllar dünya üzerinde çevresel bilinçlenme ve örgütlenme yılları olmuştur. 5
Haziran 1972’de Stockholm’de Birleşmiş Milletler’in (BM) öncülüğünde yapılan “Habitat”
(İnsan ve Çevresi) toplantısı dünya
uluslarını çevre sorunları konusunda harekete geçiren ilk önemli uluslararası
girişim olmuştur.
1970’li
yıllar, aynı zamanda, çevre konusundaki önemli kuramsal çalışmaların kamuoyuna
yansıtıldığı yıllardır. Roma Klubü tarafından gerçekleştirilen ve Meadows,
Meadows ve Behrens tarafından hazırlanan “Büyümenin Sınırları” (Limits to Growth) adlı rapor bunlardan
en fazla ilgi çekeni olmuştur. “Dinamik
sistemler” yaklaşımını esas alarak gerçekleştirilen bu çalışmada, tüm
insanlığı çevrenin korunması konusunda eyleme geçmeye zorlayan yargılara ve
sonuçlara varılmaktaydı. Raporda, insanlığın gelişimine o güne kadar olanak
veren kıt kaynakların artık sonuna gelindiği, 2050’li yıllara gelinirken bu
kaynakların büyük bir kesiminin tükenmiş olacağı ve bu nedenle de kıt
kaynakların üretim ve tüketim kalıplarında önemli ve köktenci değişiklikler
yapılması gerektiği belirtilmekteydi.
1970’li
yılların ortalarında gerçekleştirilen bu rapordan bir süre sonra, ABD
Başkanı’na sunulan “Global
Bu
gelişmeler üzerine, ABD hükümeti çevre sorununu BM Genel Kurulu’nda gündeme
getirmeye karar vermiştir. BM Genel Kurulu’nda yapılan görüşmelerden sonra
alınan kararla, uluslararası bir komisyon oluşturulmuş ve Komisyon’un
başkanlığına Norveç eski Başbakanı Bayan Gro Harlem Brutland getirilmiştir.
Komisyon’un “Ortak Geleceğimiz” başlıklı raporu 1987’de yayınlanmıştır. “Sürdürülebilir
kalkınma” kavramının ağırlıklı olarak dünya gündemine girmesine yol
açan bu rapor Avrupa ülkeleri üzerinde de önemli etki yaratmıştır.
Bu
gelişmeler üzerine OP, çevre sorunlarını
daha farklı bir şekilde algılamaya başlamıştır. Roma Anlaşması’nın çevre
konusunda yeterli açıklık taşımadığının bilincinde olan örgüt, Avrupa
Federalizmi’ne dayalı “Avrupa Birleşik Devletleri” idealine doğru çizilen yolda
önemli bir aşama olan ve “Tek Avrupa Senedi” adı verilen
değişikliklerle, Roma Anlaşması’nın 130 “R”, “S” ve “T” maddelerinde
değişiklikler yapmıştır. “Tek Avrupa” fikrinin
kesinleştirilmesinde önemli rol oynayan bu değişiklikler sırasında çevre
kavramı da Anlaşma metni içinde açıklıkla yer almıştır. Bu maddeler aşağıda
verilmiştir:
“MD 130 R
1. Topluluğun çevre
konusundaki etkinliklerinin amacı,
(i) çevrenin özelliklerini korumak, aynen muhafaza etmek ve
iyileştirmek
(ii) insan sağlığının korunmasına katkıda bulunmak
(iii) doğal kaynakların dikkatli ve akılcı bir biçimde
kullanılmasını sağlamak
2. Topluluğun çevreyle
ilgili çalışmaları, koruyucu tedbirlerin alınması, çevreye verilen zararların
öncelikle kaynağında giderilmesi ve kirletenin ödemesi ilkeleri üzerine
kuruludur. Çevre koruması konusundaki gereklilikler Topluluğun diğer
politikalarının bir parçasını oluşturur.
3. Topluluk, çevre
konusundaki eylem planını hazırlarken,
—
kullanılabilir bilimsel ve teknik veriler;
— Topluluğun çeşitli bölgelerinin çevre
koşulları;
— eyleme geçmenin ya da
eylemsiz kalmanın ortaya çıkarabileceği avantajlar ve yükler;
— Topluluğun bütününde ekonomik ve sosyal
kalkınma ile bölgelerin dengeli kalkınmasını gözönünde bulundurur.”
4. Topluluk, 1 inci fıkrada
öngörülen amaç doğrultusunda tek tek üye devletler düzeyinden daha iyi
gerçekleştirebildiği ölçüde, çevre ile ilgili konularda Toplululuk düzeyinde
hareket eder. Üye devletler, Topluluğa özgü nitelikleri olan belirli tedbirler
saklı kalmak kaydı ile diğer tedbirlerin finansmanını ve uygulanmasını
sağlarlar.
5. Topluluk ve üye
devletler, kendi yetkileri çerçevesinde, üçüncü ülkeler ve yetkili uluslararası
kuruluşlarla işbirliği yaparlar. Topluluk içindeki işbirliğinin ayrıntıları
taraflar arasında AT Kurucu Anlaşmasının 228 inci maddesi uyarınca Topluluk ve ilgili
üçüncü taraflar arasında görüşülüp sonuçlandırılacak anlaşmaların konusunu
oluşturabilir.”
MD 130 S
“Konsey, Komisyonun önerisi
üzerine ve Avrupa Parlamentosu ile Ekonomik ve Sosyal Komite’nin de görüşünü
aldıktan sonra, Topluluk tarafından girişilecek etkinlikleri oybirliği ile
kararlaştırır. Konsey, önceki fıkrada
öngörülen şartlar çerçevesinde, nitelikli çoğunlukla karar alınması gereken
konuları belirler.”
MD 130 T
“130 uncu madde gereğince
birlikte saptanan koruma önlemleri, her üye devletin bu Anlaşma ile bağdaşan
daha sıkı koruma önlemleri almasını ve sürdürmesini engellemez.”
Yukarıya aktarılan hükümlerde de açıklıkla görüleceği üzere, çevre sorunları bu değişiklikle Roma
Anlaşması’nın temel konularından biri konumuna gelmiştir. OP, bu bağlamda,
çevreyi, insan sağlığını ve kıt kaynakları korumayı Topluluğun temel amaçları
arasına almıştır. Aynı şekilde, Topluluk tarafından hazırlanan “Çevre
Eylem Planları”nın temel özelliklerinin neler olması gerektiğine de
açıklık getirmiştir. Ayrıca, “nitelikli
çoğunlukla alınması gereken kararlar” ayrımı yaparak çevre konusunda da
nitelikli çoğunluk aranabilmesine olanak vermiştir.
Yapılan değişikliklerle, üye
ülkelerin, Topluluğun çevre konusunda getireceği düzenlemelere uymaları
gerektiği, bu koşulları yumuşatamayacakları ancak istedikleri takdirde
bunlardan daha sıkı önlemlere yer verebileceklerini ilke kararına
bağlanmıştır.
1992 Maastricht Avrupa Birliği Anlaşması
“Avrupa
Birleşik Devletleri” idealinin açıklıkla ortaya
konması 1992 yılını bulmuştur. 1992 yılında Hollanda’nın Maastricht kentinde
yapılan toplantıda Avrupa türü bir federalizmi gerçekleştirecek olan “Avrupa
Birliği” fikri gündeme gelmiş ve OP ya da “Avrupa Ekonomik Topluluğu” olan adını Avrupa Birliği olarak
değiştirerek bu gelişmeyi kesinleştirmiştir. Bu bağlamda, Roma Anlaşması
metninde yapılan değişikliklerde, biraz önce sözü edilen maddeler de
değiştirilmiştir. Bu maddelerin aldıkları yeni şekil aşağıda verilmiştir:
MD 130 R
1. Topluluğun çevre
alanındaki politikası, aşağıdaki hedeflerin izlenmesine katkıda bulunur:
— çevre kalitesinin korunması, aynen muhafaza edilmesi ve iyileştirilmesi;
— insan sağlığının korunması;
— doğal kaynakların temkinli
ve akılcı kullanılması;
— bölgesel ya da dünya
düzeyinde ortaya çıkan çevre sorunlarına karşı koymayı hedefleyen önlemlerin uluslararası düzeyde
geliştirilmesi.
2. Çevre alanındaki topluluk
politikası, Topluluğun değişik bölgelerindeki durumların çeşitliliğini dikkate
alarak yüksek bir koruma seviyesini hedefler.
İhtiyatkârlık ve koruyucu eylem ilkeleri, çevreye verilen zararları öncelikle
kaynağında düzeltme ilkesi ve kirleten öder ilkesi üzerine kurulmuştur.
Çevrenin korunması konusundaki gereklilikler, Topluluk politikalarının
belirlenmesine ve yürürlüğe konulmasına dahil edilmelidir. Bu bağlamda, bu tür
gerekliliklere cevap getiren uyumlaştırma önlemleri, uygun hallerde, üye
devletlere, ekonomik nitelikte olmayan ve çevreye bağlı gerekçeler ile bir
Topluluk denetimi usulüne yükümlüyü tabi tutan geçici önlemleri alma iznini
veren bir istisna hükmü içerebilir.
3. Çevre alanındaki
potikasının oluşturulmasında, Topluluk şu unsurları dikkate alır:
— kullanılabilir bilimsel ve
teknik veriler;
— Topluluğun çeşitli
bölgelerinin çevre koşulları;
— eyleme geçmenin ya da
eylemsiz kalmanın ortaya çıkarabileceği avantajlar ve yükler;
— Topluluğun bütününde ekonomik ve sosyal
kalkınma ile bölgelerin dengeli kalkınması
4. Karşılıklı yetkileri
çerçevesinde Topluluk ve üye devletler, üçüncü ülkeler ve uluslararası uzmanlık
örgütleri ile işbirliği yaparlar. Topluluğun işbirliği yöntemleri, Topluluk ve
ilgili üçüncü taraflar arasında AT Kurucu Anlaşmasının 228 inci maddesi
uyarınca müzakere edilip sonuçlandırılacak olan anlaşmaların konusunu
oluşturabilir. Bir önceki paragraf üye devletlerin uluslararası alanda müzakere
sürdürüp uluslararası anlaşmalar yapma yetkisine halel getirmez.”
MD 130 S
1. Konsey,
2. 1 inci fıkrada öngörülen
kararalma usulüne istisna olarak ve
— esas olarak mali nitelikteki
düzenlemeleri;
— arazilerin düzenlenmesi, atıkların işletilmesi
ve genel nitelikli önlemler haricinde toprak tahsisi, yanı sıra su kaynaklarının işletilmesiyle
ilgili önlemleri;
— bir üye devletin değişik
enerji kaynakları arasındaki tercihini ve enerji alanındaki beslenmesinin genel
yapısını hassas bir biçimde etkileyen önlemleri belirler.
— Konsey, birinci bentde öngörülen koşullara
göre oylama yoluna giderek, bu fıkra dahilinde ele alınan sorunların
hangilerinde kararların nitelikli çoğunluk esası ile ele alınması gerektiğini
belirleyebilir.
3. Diğer alanlarda,
erişilecek öncelikli hedefleri saptayan genel nitelikli etkinlik alanları
Konsey tarafından 189 B maddesinde ele alınan usul uyarınca Ekonomik ve Sosyal
Komiteye danışıldıktan sonra belirlenir. Konsey duruma göre, 1 inci ya da 2 nci
fıkralarda öngörülen koşullarda karar alarak bu planların yürürlüğe konulması
için gerekli önlemleri belirler.
4. Topluluk, niteliği olan
bazı önlemlere halel gelmeksizin üye devletler çevre konusundaki politikanın
finansmanını ve uygulanmasını sağlar.
5. 1 inci fıkra uyarınca
alınan bir önlemin, bir üye devletin kamu yetkisini kullanan mercilerine
orantısız mali yükler getirmesi halinde, kirleten öder ilkesine halel
gelmeksizin, Konsey, bu önlemin kabulünü düzenleyen işlem kapsamında:
- geçici istisnalar ve/veya
- 130 D maddesi uyarınca, en
geç 31 Aralık 1993 tarihinde kurulacak UYUM Fonu’ndan bir mali destek
sağlanması şeklinde uygun düzenlemeleri öngörür.”
MD 130 T
“130 S maddesi uyarınca
kabul edilen koruma önlemleri, her bir üye devlet tarafından geliştirilmiş
koruma önlemlerinin sürdürülmesine ve tesisine engel oluşturmaz. Bu önlemlerin Anlaşmayla
bağdaşması gerekir. Bu önlemler Komisyon’a tebliğ edilirler.”
Maastricht’te yapılan değişikliklerle çevre
konusu tam anlamıyla ve etkili bir şekilde Birlik bünyesi içine alınmıştır.
Anlaşma metninde yapılan iyileştirmelerle Birlik, çevresel kalitenin ve kıt
kaynakların korunmasını özel bir konu olarak düzenlemiş ve çevresel kalitenin
korunmasının Birliğin temel önceliklerinden biri olduğu hükmünü getirmiştir.
1997 Amsterdam Anlaşması: Sürdürülebilirliğe Doğru
1997’de
Amsterdam’da yapılan toplantıda, Anlaşma’nın bazı maddelerinde yeniden
düzenlemeler yapılmıştır. Yapılan bu düzenlemelerle;
· “Sürdürülebilir kalkınma” kavramı Anlaşma’nın giriş bölümüne alınmıştır.
· “Sürdürülebilir kalkınma” kavramının, ayrıca, AB’nin
kuruluş amaçları ve ana hedefleri içine alınmasına karar verilmiştir.
·
“Çevrenin korunması”
ve “sürdürülebilir kalkınmanın” sağlanması için alınacak önlemlerin bütün AB politikalarının tanım ve uygulamaları
ile bütünleştirilmesi ilkesi kabul edilmiştir.
Üye
ülkelerin çevre konusunda aldıkları ancak ortak
pazara zarar verici, kendi lehlerine ayrımcılık yapabilecekleri ve çevresel düzenlemeleri gizli bir ticaret
engeli olarak kullanabilecekleri ulusal nitelikli düzenlemeleri önlemek
amacıyla yaptıkları düzenlemeleri Komisyon’a bildirmeleri ilkesi benimsenmiş ve
Komisyon’un bu önlemlere onay verme sürecine açıklık getirilmiştir.
Nice Anlaşması: AB’nin Çevresel Tercihlerinin
Kesinleştirilmesi
2000 yılının
Aralık ayında imzalanan Nice Anlaşması ile Avrupa Birliği’nin çevre ile ilgili
normları daha üst düzeye çıkarılmış ve daha belirgin bir konuma getirilmiştir.
Anlaşmada yer alan iki hüküm Avrupa Birliği’nin çevre sorunlarının çözümüne
verdiği önemi açıkça göstermektedir. Bunlardan birincisi şu hükmü taşımaktadır:
“Anlaşmaya taraf olanlar, Avrupa
Birliği’nin, çevre korumasının gerek Birlik içinde ve gerekse küresel düzeyde
aynı hedefi izleyen uluslararası çabaların geliştirilmesinde öncü rol
oynadığını görmekte kararlıdırlar. Bu hedefin izlenmesinde, sürdürülebilir
kalkınmanın geliştirilmesini amaçlayan teşvikler ve piyasa türü araçlar da
dahil olmak üzere, Anlaşma tarafından önerilen tüm olanaklar tam olarak
kullanılacaktır.”
Nice anlaşmasında yer alan ikinci önemli düzenleme ise
su kaynaklarının yönetimine ilişkindir. Alınan kararla, su kaynaklarının varlık
düzeylerini doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyecek konularda Birliğin
kararalma sisteminde ana ilke olan oybirliğinin değil fakat nitelikli çoğunluk
ilkesinin esas olacağı ilkesi kabul edilmiştir.
Avrupa
Topluluğu Anlaşması 2002
2002 yılında imzalanan ve 2003 yılı başlarında yürürlüğe
giren anlaşma ile Roma Anlaşması esaslı ölçüde değiştirilmiştir. Çevre
konusunda yapılan değişiklikler de bu bağlamda özel bir önem ve anlam
taşımaktadır. Bu değişiklikle AB çevre sorunlarının Birlik ve üyeleri için önem
taşıyan bir olgu olduğunu açıklık ve kesinlikle temel hukuk belgesi içine almış
bulunmaktadır. Yeni anlaşmanın çevrenin korunması ve geliştirilmesiyle ilgili
düzenlemeleri aşağıda yer almaktadır.
MD 95 (eski
1. 94 üncü maddenin yarattığı
ayrıcalıkla ve bu Anlaşmanın öteki kesimlerinde yapılan düzenlemelere uygun
olmak koşuluyla aşağıda yer alan düzenlemeler 14 üncü maddede belirtilen
hedeflerin elde edilmesi için uygulama alanına konulacaktır. Konsey, Ekonomik
ve Sosyal Komite’ye danıştıktan sonra ve 251 inci maddede belirtilen sürece
uygun olarak üye ülkelerin iç pazarın oluşturulması ve işlemesi amacıyla
yürürlüğe koyduğu kanun, yönetmelik ve yönetsel düzenlemelerin bu anlaşmaya
uygun konuma getirilmesi için gerekli önlemleri alacaktır.
2. 1 inci paragraph kişilerin
serbest dolaşımı ve çalışanların hak ve çıkarlarına ilişkin akçalı
düzenlemelere uygulanamaz.
3. Komisyon, 1 inci paragrafa
dayanarak yapacağı sağlık, güvenlik, çevre koruma ve tüketici koruma ile ilgili
önerilerinde, bilimsel gerçeklere dayalı yeni gelişmeleri dikkate alarak, yüksek düzeyde korumayı esas alacaktır. Kendi
yetkileri çerçevesinde, Avrupa Parlamentosu ve Konsey de bu hedefi elde etmeye
çalışacaktır.
BAŞLIK XIX – ÇEVRE
MD 174 (Eeski 130 R)
1. Toğluluğun çevre
politikası aşağıdaki hedeflerin elde edilmesine katkıda bulunacaktır:
— çevresel
niteliklerin saklanması, korunması ve geliştirilmes,i
— insan sağlığının korunması,
— doğal kaynakların dikkatli ve ussal kullanımı,
— Bölgesel ve
dünya ölçeğindeki çevre sorunlarıyla ilgilenebilmek için uluslararası düzeyde
önlem geliştirmek.
2. Topluluğun
çevre politikası Topluluğun çeşitli bölgelerindeki koşulların değişikliğini
dikkate alarak yüksek düzeyde korumayı amaçlayacaktır. Çevre politikası
ihtiyatlılık ilkesine, çevresel zararların kaynağında düzeltilmesine öncelik
veren önleme ilkesine ve kirleten öder ilkesine dayalı olacaktır. Bu bağlamda, çevre
koruma gereklerine yanıt veren uyum önlemleri, uygun olan yerlerde ve
Topluluğun denetim sürecine bağlı kalmak koşuluyla ekonomik amaç taşımayan
çevresel nedenler karşısında üye ülkelerin çevre koruma gereklerine uygun
geçici güvenlik önlemleri almalarına olanak veren hüküm içerebilecektir.
3. Topluluk
çevre ile ilgili politikasını hazırlarken aşağıdakileri dikkate alacaktır:
— var olan bilimsel ve teknik veriler,
— Topluluğun çeşitli bölgelerindeki çevre
koşulları,
— eylemlerin ya da eylemsizliğin yararları ve
maliyetleri,
— Topluluğun bir
bütün olarak ekonomik ve toplumsal gelişimi ve bölgelerin dengeli kalkınması.
4. Topluluk ve üye
ülkeler, kendi yetki alanları çerçevesinde üçüncü ülkelerle ve yetkili
uluslararası örgütlerle işbirliği yapabilecektir. Topluluğun işbirliği için
yapılacak düzenlemeler Topluluk ile ilgili üçüncü taraflar arasında 300 üncü maddeye uygun
olarak görüşülmüş ve sonuçlandırılmış anlaşmaları konu olarak alabilecektir.
Bir önceki alt
paragraf, üye ülkelerin uluslararası kurumlarla görüşme yapmak ve uluslararası
anlaşma yapmak yetkisine dokunamaz.
MD. 175 (eski 130 R *)
1.
Konsey, Ekonomik ve Sosyal Komite’ye ve Bölgeler
Komitesi’ne danıştıktan sonra ve 251 inci maddede belirtilen sürece dayanarak,
174 ünücü maddede atıfta bulunulan hedeflerin elde edilmesi için Topluluk
tarafından yapılması gereken eylemleri kararlaştırır.
2.
Konsey, 95 inci maddeye dokunmaksızın ve 1 inci
paragrafta belirtilen karar alma sürecinin tanıdığı ayrıcalıktan yararlanarak,
Avrupa Parlamentosu’na ve Ekonomik ve Sosyal Komite’ye danıştıktan sonra
Komisyon’dan gelen öneri üzerinde aşağıdaki konularda oybirliği ile karar
alacaktır:
(a)
esas olarak akçalı nitelikte olan düzenlemeler;
(b)
–
kent ve ülke planlamasını,
–
su kaynaklarının niceliksel yönetimini ya da bu
kaynakları doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyen düzenlemeleri
–
atık yönetimi hariç alan planlaması
Konsey, 1 inci alt
paragrafta belirtilen koşullar altında, bu paragrafta belirtilen konuların
hangileri hakkında özel çoğunlukla karar alınabileceğini belirleyecektir.
3. Öteki konularda,
eld eedilmesi gereken öncelikli hedefleri belirleyen genel eylem programları
251 inci maddede belirtilen sürece uygun olarak ve Avrupa Parlamentosu’na ve
Ekonomik ve Sosyal Komite’ye ve Bölgeler Komitesi’ne danıştıktan sonra Konsey tarafından
kararlaştırılacaktır.
Konsey, sorunlar
karşısında 1 inci ve 2 nci paragraflar çerçevesinde eylemde bulunurken bu
programların uygulanması için gerekli önlemleri alacaktır.
4. Topluluk
tarafından alınması gereken önlemlere dokunmaksızın, üye ülkeler çevre
politikasıının finansmanını sağlayacak ve politikayı uygulayacaklardır.
4.
Kirleten öder ilkesine dokunmaksızın, 1 inci
parafta sayılan konularda alınması gereken bir önlem üye ülkenin kamusal
yetkilerini aşan bir maliyet gerektirirse, Konsey, bu eylemin gerçekleşebilmesi
için aşağıda belirtilen şekillere uygun düzenlemeler yapabilecektir:
-
geçici derogasyonlar sağlamak ve/veya
-
161 inci maddeye uygun olarak kurulan Uyum Fonu’ndan
akçalı destek vermek
MD 176
175 inci maddeye uygun
olarak alınacak koruyucu önlemler hiç bir üye ülkenin daha sıkı koruma
önlemleri geliştirmesini ve yürürlüğe koymasını engellemeyecektir. Bu gibi
önlemler bu Anlaşmaya uygun olmak zorundadır. Bunlar hakkında Komisyon’a bilgi
verilecektir.
BÖLÜM 2 – ÇEŞİTLİ KURUMLAR İÇİN ORTAK HÜKÜMLER
MD 249
Avrupa
Parlamentosu, Konsey ve Komisyon görevlerini yerine getirebilmek ve bu Anlaşma’nın
öngördüğü düzenlemeleri yapabilmek için, işbirliği içinde, yönetmelik
yapabilir, direktif yayınlayabilir, karar alabilir, öneride bulunabilir ya da
görüş belirtebilir.
Yönetmelik
genel bir uygulamadır. Bütünüyle bağlayıcıdır ve tüm üye ülkelerde doğrudan
uygulanır.
Direktif,
sonuçlarının elde edilebilmesi bağlamında ilgilisi olduğu üye devletler için
bağlayıcıdır ancak şekil ve yöntem seçimini ulusal yetkililere bırakır.
Karar, ilgilileri
için bütünüyle bağlayıcıdır.
Öneriler ve
görüşler bağlayıcı değildir.
Avrupa Anayasası 2004
MD 13
Ortak yetki alanları
1. Birlik, Anayasa’nın
kendisine [12. ve 16.] Maddelerde belirtilen alanlarla ilgisi olmayan bir yetki
verdiği durumlarda, bu yetkisini Üye Devletlerle paylaşır.
3. Birlik ve Üye Devletler
arasında paylaşılan ortak yetki, esas olarak aşağıdaki alanlara uygulanır:
. iç
pazar,
.
özgürlük, güvenlik ve adalet alanı,
.
denizlerdeki biyolojik kaynakların korunması dışında tarım ve balıkçılık,
. ulaşım
ve Avrupa çapındaki şebekeler,
.
enerji,
. III.
Bölümde tanımlanan açılardan toplumsal politika,
.
ekonomik, toplumsal ve bölgesel uyum,
.
çevre,
.
tüketicilerin korunması,
. kamu
sağlığı konularında ortak güvenlik meseleleri.
3. Birlik, araştırma,
teknolojik gelişim ve uzay alanlarında, özellikle programların tanımlanması ve
gerçekleştirilmesi olmak üzere, faaliyetlerde bulunma yetkisine sahiptir; ancak
bu yetkinin kullanımı, Üye Devletleri kendi yetkilerini kullanmaktan alıkoymayacaktır
MD II-37
Çevrenin
korunması
Gelişmiş düzeyde çevre
koruma ve çevre kalitesinin artırılması konuları, Birlik politikalarına dahil
edilmeli ve sürdürülebilir gelişim ilkesine göre sağlanmalıdır.
BÖLÜM
5 ÇEVRE
Madde
III-129
1. Birlik’in çevre
politikası, aşağıdaki hedeflerin gerçekleştirilmesine katkıda bulunur:
a) çevre
kalitesinin muhafaza edilmesi, korunması ve geliştirilmesi;
b) insan
sağlığının korunması;
c) doğal
kaynaklardan sağgörülü ve makul biçimde faydalanılması;
d)
bölgesel veya dünya çapında çevre sorunlarının üstesinden gelebilmek için uluslararası
düzeyde tedbirlerin teşvik edilmesi.
2.
Birlik’in çevre politikası, Birlik’in çeşitli bölgelerindeki durumların
farklılığının dikkate alarak, yüksek düzeyde bir koruma hedefler. Bu politika,
ihtiyati ilkeye ve önleyici tedbirlerin alınması, çevre hasarının bir öncelik
olarak kaynağında düzeltilmesi ve kirletici unsurun cezasını bu bağlamda
çekmesi gerektiği ilkelerine dayanır. Çevre koruma gerekliliklerine yanıt veren
uyumlulaştırma tedbirleri, uygun olan durumlarda, Üye Devletlerin ekonomik
olmayan çevreyle ilgili nedenlerle, Birlik tarafından bir denetim sürecine tabi
olan geçici adımlar atmalarına izin veren bir koruma şartı içerir.
3. Çevre
politikasını hazırlarken, Birlik aşağıdakileri göz önünde bulundurur:
a)
mevcut bilimsel ve teknik veriler;
b)
Birlik’in çeşitli bölgelerindeki çevre koşulları;
c)
faaliyetin veya faaliyetsizliğin potansiyel faydaları ve maliyetleri;
d)
Birlik’in bir bütün olarak ekonomik ve sosyal gelişimi ve bölgelerinin dengeli
gelişimi.
4. Kendi
yetki alanlarında, Birlik ve Üye Devletler, üçüncü ülkelerle ve yetkili
uluslararası kuruluşlarla işbirliği yaparlar. Birlik’in işbirliği
düzenlemeleri, Madde III-272’ye uygun olarak görüşülecek ve akdedilecek olan,
Birlik ve ilgili üçüncü ülkeler arasındaki anlaşmaların konusu olabilir.
Bir önceki alt paragraf, Üye
Devletlerin uluslararası teşkilatlarla müzakereye oturma ve uluslararası
anlaşmalar akdetme yetkilerini ihlal etmez.
MD III-130
1. Avrupa yasaları veya
çerçeve yasaları, Madde III-129’de öngörülen hedeflere ulaşmak için gerekli
faaliyetleri belirler. Bunlar, Bölgeler Komitesi’ne ve Ekonomik ve Sosyal
Komite’ye danışıldıktan sonra kabul edilir.
2. 1. paragrafa istisna
olarak ve Madde III-65’i ihlal etmeksizin, Bakanlar Konseyi aşağıdakileri
belirleyen Avrupa yasalarını ve çerçeve yasalarını oybirliğiyle kabul eder:
a) daha çok mali niteliğe
sahip tedbirler;
b) aşağıdakileri etkileyen
tedbirler:
i)
şehir ve ülke planlamayı;
ii)
su
kaynaklarının niceliksel yönetimini ya da doğrudan veya dolaylı olarak bu
kaynakların kullanılabilirliğini;
iii)
atık yönetimi
haricinde, arazi kullanımını;
(c) bir Üye Ülkenin farklı
enerji kaynakları arasından tercihini ve enerji kaynağının genel yapısını büyük
ölçüde etkileyen tedbirler.
Bakanlar Konseyi,
oybirliğiyle, bu paragrafın ilk alt paragrafında belirtilen meselelere
uygulanabilen olağan yasama sürecini gerçekleştiren bir Avrupa kararını
oybirliğiyle alabilir.
Her durumda, Bakanlar
Konseyi, Avrupa Parlamentosu’na, Bölgeler Komitesi’ne ve Ekonomik ve Sosyal
Komite’ye danıştıktan sonra harekete geçer.
3. Ulaşılacak öncelik
hedeflerini belirleyen genel faaliyet programları, Avrupa yasaları veyaçerçeve
yasalarıyla kanunlaştırılır. Bunlar, Bölgeler Komitesi’ne ve Sosyal Komite’ye
danışıldıktan sonra kabul edilir.
Bu programların uygulanması
için gereken tedbirler, duruma göre, 1. paragraf veya 2. paragraf altında kabul
edilir.
4. Birlik tarafından kabul
edilen belli tedbirleri ihlal etmeksizin, Üye Devletler çevre politikasını
finanse eder ve uygular.
5. Kirletici unsurun
cezasını çekmesi ilkesini ihlal etmeksizin, 1. paragrafa dayanan bir tedbir bir
Üye Ülkenin kamu yetkilileri açısından oransız maliyetler içeriyorsa, bu tedbir
uygun biçimde aşağıdakileri sağlayacaktır:
a) geçici istisnai
uygulamalar ve/veya
b) Uyum Fonu’ndan mali
destek.
MD III-11
Madde III-130.a göre kabul
edilen koruyucu tedbirler, herhangi bir Üye Ülkeyi daha sert koruyucu hükümler
sürdürmekten veya başlatmaktan alıkoymaz. Bu tür hükümler, Anayasa ile uyumlu
olmalıdır. Bunlar, Komisyon’a bildirilir.
“Acquis Communautaire”: Mevzuat [1]
AB’nin temel hukuk ilkesi, uluslarüstü (supranational)
bir egemenlik anlayışını temsil etmesidir. Birliğe üye ülkeler, ortaklık
anlaşması ile birlikte AB’nin temel
hukuk normlarına uymayı, iç hukuklarını Birlik hukukuna uygun konuma getirmeyi
ve uyuşmazlık durumunda AB Adalet Divanı’nın vereceği karara rıza
göstermeyi kabul etmektedir. Bu kabullenme, aynı zamanda, Avrupa Federalizmi’nin
ortaya çıkmasını sağlamaktadır.
Birliğin yukarıda belirtilen temel hukuksal belgeleri yanında “acquis
communautaire” olarak bilinen mevzuatı yer almaktadır. Kısaca “acquis”
olarak isimlendirilen “mevzuat” AB’nin çalışmalarını biçimlendiren ve üye
ülkeler için bağlayıcı özelliği olan düzenleyici hukuk metinleridir. Bu
metinler, yönetmelikler, direktifler,
kararlar ve önerilerden
oluşmaktadır. Diğer alanlarda olduğu üzere, çevre konusunda da bugüne değin
sayıları yüzleri bulan düzenleyici metin yürürlüğe konulmuş bulunmaktadır.
Avrupa Birliği’nde Çevre Örgütlenmesi
Avrupa Birliği “acquis”nin
kendisine verdiği görev, yetki ve sorumlulukları yerine getirmek üzere şu
organlardan kurulmuştur: Komisyon,
Konsey, Avrupa Parlamentosu ve
Adalet Divanı (ECJ). AB yargı sisteminde
yapılan son bir değişiklikle Avrupa Adalet Divanı’nın artan işyükü sorununa
çözüm yolu bulmak amacıyla Birinci Derece Mahkemesi (Court of First Instance,
CFI) oluşturulmuştur. AB çevre müktesabatının yorumlanması ve uygulanmasında
Adalet Divanı’nın yanında bu kurum da yetkili konuma gelmiştir.
AB’nin çevre sorunlarından sorumlu birimi ise “Çevre,
Nükleer Güvenlik ve Sivil Savunma Genel Müdürlüğü”dür. AB’de genel
müdürlüklere aynı zamanda sayısal kimlik de verildiğinden bu genel müdürlük
aynı zamanda “11. Genel Müdürlük” olarak da anılmaktadır.
Avrupa Birliği’nin çevre ile ikinci kurumu “Avrupa
Çevre Ajansı”dır (AÇA). 11. Genel Müdürlük, Birliğin çevre politikalarını yürütmekten
sorumlu iken, AÇA’nın görevi çevre konularında bilgi toplamak, çözümlemek, monitoring ağı ve bilgi gözlemevleri kurmaktır. Genel Müdürlük’den farklı olarak, AÇA’ya üye olabilmek için AB üyesi olmak
koşulu bulunmamaktadır. İsteyen ülkeler üye olabilmek için AÇA’ya
başvurabilmektedir.
AB’nin çevre ile
ilgili “yürütme” nitelikli bu kurumları yanında, “mevzuat önerisi geliştirme”
ve “danışma”
nitelikli kurumları da bulunmaktadır. Bunlardan birincisi “Çevre Danışma Forumu”dur.
İkinci kurum, AB’ne üye ülkelerde kurulu bulunan çevre örgütlerinin
yöneticileri arasında iletişim ve eşgüdüm ağı kurulmasını amaçlayan “Uygulama
ve Yürütme Ağı”dır (Network for
the Implementation and Enforcement of Environmental Law- IMPEL). Üçüncü kurum ise “Çevre Politikalarını
Değerlendirme Grubu”dur.
AB’nin Çevre Eylem Programları
AB çevresel çalışmalarını beşer yıllık “Çevre
Eylem Programları” (ÇEP) aracılığıyla yürütmektedir. 1973 yılında
başlayan bu uygulamayla bugüne kadar beş
ÇEP hazırlanmıştır. Birinci ÇEP 1973-1977, İkinci ÇEP 1977-1981, Üçüncü ÇEP
1982-1986, Dördüncü ÇEP 1987-1992 ve Beşinci ÇEP de 1993-2000 yıllarını
kapsamaktadır.
İlk dört ÇEP, esas olarak, kirliliği azaltmaya
yönelik önlemler ve kirlilik ölçünlerinin belirlenmesi, kirliliği kaynağında
önleme yaklaşımı, doğal kaynakların akılcı kullanımı, kirliliğin maliyeti,
Çevresel Etki Değerlendirmesi, çevre politikalarının diğer Topluluk
politikalarıyla bütünleştirilmesi, çevre ve istihdam ilişkisi, uluslararası
alanda işbirliği, Toplulukta çevre bilincinin geliştirilmesi ve çok
boyutlu katılım konuları üzerinde ağırlıklı olarak durmuştur.
Yedi yıllık bir dönemi
kapsayan Beşinci ÇEP ise öncelikli alanların belirlenmesi, Topluluk
politikalarının tümüne çevre boyutunun eklenmesi, çevre yönetiminde kullanılan
araçların çeşitlendirilmesi, çevre politikalarının oluşturulması, hizmetlerin
yerinde görülmesi (subsidiarity) ve
uluslararası işbirliğinin geliştirilmesi konuları üzerinde durmuştur.
Beşinci ÇEP’in “öncelikli alanları” ise iklim
değişikliği, asitleşme ve hava kalitesi, doğanın ve biyolojik çeşitliliğin
korunması, su kaynaklarının yönetimi, kentsel çevre, kıyı şeritlerinin
korunması ve yönetimi ve atık yönetimi alanlarıdır.
Beşinci ÇEP
bunlar yanında şu üç konuyu “özel alan” kabul
etmektedir: “endüstriyel riskler”, “radyasyondan korunma ve nükleer güvenlik”
ve “sivil savunma ve çevre”.
Beşinci ÇEP’in bir başka önemli konusu ise Topluluk’un tüm politikalarına
çevre boyutunun eklenmesidir. Bu
alanlar ise, imalat sanayii, enerji, ulaştırma, tarım ve turizm
sektörleri olarak saptanmıştır. Yine,
Beşinci ÇEP’in bir başka öncelikli konusu olan çevre yönetimi araçlarının geliştirilmesi ise, ekonomik mali araçları, yatay destek mekanizmaları olan eğitim,
bilgilendirme ve AR-GE çalışmalarını ve mali destek mekanizmalarını kapsamaktadır.
Beşinci ÇEP’in bir
başka önemli önceliği de “subsidiarity” olarak bilinen ve Türkçe’ye “hizmetin yerinde görülmesi ilkesi”
olarak çevrilebilecek olan ilkenin uygulama alanının geliştirilmesi konusudur.
AB’nin diğer görev alanlarında da uygulanan temel ilkelerinden birisi olan bu
ilke, hizmetin halka en yakın ve hizmet üretim koşulları açısından en uygun
olan yerde ve düzeyde görülmesini sağlamak anlamına gelmektedir. Bu bağlamda,
bizzat AB düzeyinde yapılması gereken çevresel işlevler olduğu gibi, üye ülkelerin
ulusal çevre yönetimleri ve hatta bölgesel ve yerel yönetimleri tarafından da
yapılması uygun olabilecek çevre işlevleri de vardır. Keza, bizzat işletmeler
ve hatta bireyler, tüketiciler ve kamuoyu tarafından yerine getirilmesi gereken
çevresel işlevlerden de söz etmek olasıdır. Beşinci ÇEP, bu ilke ile birlikte,
çevresel işlevleri bu bağlamda yeniden
gözden geçirmeyi, sınıflandırmayı ve hangi işlevin hangi düzeyde yerine
getirilmesinin uygun olacağını karara bağlamayı hedeflemektedir.
Beşinci ÇEP’in üzerinde durduğu son önemli konu ise, çevre konusundaki uluslararası işbirliğinin geliştirilmesidir.
Bu işbirliği konuları arasında, ozon
tabakası ile ilgili olarak yürürlüğe konulan Viyana ve Montreal
konvansiyonları, tehlikeli atıklarla ilgili Basel Konvansiyonu, Baltık
Denizi’nin korunması ile ilgili Helsinki Konvansiyonu, PHARE, LOME ve MEDSPA
gibi konular yer almaktadır.
Beşinci ÇEP’in Ara Değerlendirmesi
Beşinci
ÇEP’in yedi yıllık bir dönemi kapsaması nedeniyle, dönem ortasında ara
değerlendirmesi yapılması Programın yürürlüğe konması aşamasında
kararlaştırılmıştı. Bu değerlendirme daha sonra yapılmış ve Birliğin temel
politikalarıyla çevre politikalarının bütünleştirilmesi çabalarının elde ettiği
ilerlemeler konusunda şu sonuçlara ulaşılmıştır.
İmalat
sanayiinde çevre politikaları ie uyum konusunda kısa sürede hızlı bir ilerleme
elde edilmiştir. Turizm ve tarım alanlarında elde edilen ilerlemeler ise son
derecede sınırlı kalmıştır. Enerji alanında ise istenilen hedeflere
ulaşılamamamıştır. Ulaşım alanında yapılan çalışmalar istenilen etkiyi
sağlayamamıştır. İklim değişikliği konusunda ise, konulan vergiler olumlu olmuş
buna karşılık enerji tasarrufunda yüzde 50 başarı sağlanabilmiştir. Asitleşme
ve hava kalitesi konusunda ise, SO2 yayılımının azaltılması çalışmalarında
olumlu sonuçlar alınırken, NOx çalışmalarında başarı olumsuz düzeyde kalmıştır.
Doğanın ve biyolojik çeşitliliğin korunması konusunda mevzuat çalışmaları
tamamlanmış ancak uygulama sınırlı kalmıştır. Su kaynaklarının yönetiminde, endüstriyel
risklerin azaltılması ve kentsel çevrenin yönetiminde sınırlı ilerleme elde
edilebilmiştir. Kıyı şeritlerinin korunması ve yönetiminde ise strateji
geliştirilmiş ancak uygulama alanına konulamamıştır. Atık yönetiminde yasal
çerçeve tamamlanmış olmakla birlikte, hedeflerin 2000’e yetişmesi zor
görülmüştür. Radyasyondan korunma ve nükleer güvenlik konusunda ölçünlerin
güncelleşmesi çalışması tamamlanmıştır. Sivil savunma ve çevre konusu ise en
fazla ilerleme elde edilen alan olmuştur. Yönetim araçlarının geliştirilmesi
(vergiler, Avrupa Çevre Ajansı, AR-GE, LIFE), hizmetin yerinden görülmesi,
danışma forumu kurulması, çevre hukukundaki gelişmeleri izlemek üzere bir ağ
kurulması ve uluslararası işbirliğinin geliştirilmesi alanlarında ise oldukça
yoğun ilerlemeler elde edilmiştir.
AB Çevre Etkinliklerinin İçinde
Bulunduğu Konum
Hava kirliliğinin önlenmesi konusunda izlenen AB
politikasının esaslarını hava kalitesi ölçünlerinin belirlenmesi, hava
kirliliğine yol açan emisyonların sınırlandırılması ve endüstri
tesisleri için emisyon ölçünlerinin belirlenmesi oluşturmaktadır.
Su kirliliğinin önlenmesi konusundaki politika ise
zararlı maddelerin yüzey ve yeraltı sularına deşarjının sınırlanması, kentsel
atık suların arıtımı ve yüzeysel sular için ölçünler
geliştirilmesi amaçlarına dayalıdır.
Atık yönetimi politikası ise, ana çizgileri itibariyle,
tehlikeli ve zararlı atıkların önlenmesi, atık taşımacılığı ölçünlerinin
oluşturulması ve taşımacılığın denetlenmesi, bazı özel atık maddelerine ilişkin
ölçünler geliştirilmesi ve kentsel atıkların yönetimi çalışmalarından
oluşmaktadır.
Gürültünün
önlenmesi konusunda yapılan çalışmalar motorlu taşıt araçları, motorsikletler,
inşaat makineleri, motorlu ev aletleri, çim biçme makineleri ve uçaklardan
kaynaklanan gürültünün azaltılması hedefine yönelik bulunmaktadır.
Doğal çevrenin korunması politikasının esaslarını
nesli tükenmekte olan türlerin ticaretinin sınırlandırılması, yaban bitki ve
hayvan türlerinin korunması ve ormanların korunması oluşturmaktadır.
Kimyasallar, kimyasalların çevresel riskleri ve
biyoteknoloji alanındaki Birlik politikası, endüstriyel kazaların önlenmesi,
zararlı kimyasal maddelerin ticaretinin durdurulması, zararlı maddelerin
sınıflandırılması, ambalajlama ve etiketleme çalışmalarının geliştirilmesi ve genetik
değişikliğe uğramış mikroorganizmalar konusunda gerekli koruyucu önlemlerin
alınmasını amaçlamaktadır.
Ekonomik ve
akçal nitelikli çevre yönetim araçlarının geliştirilmesi bağlamında yapılan
çalışmalar arasında akçal kaynak yaratıcı ve özendirici işlev yapan çevresel
vergi ve harçların (emisyon, deşarj,
atık, ürün, kullanım) geliştirilmesi, pazarlanabilir kirletici kotaları
oluşturulması, depozito sistemlerinin güçlendirilmesi, yatırım, işletme, çevre
dostu ürünler ve yatay destek gibi mali yardımların artırılması, teşvik
sistemleri kurulması, vergi indirimleri sağlanması, düşük faizli kredi
verilmesi, kirlilik sigortası kurulması, yeşil nokta uygulamasının
geliştirilmesi ve çevre etiketi uygulamalarına yaygınlık kazandırılması gibi
etkinlikler yer almaktadır.
AB’de giderek
yaygınlık kazanmakta olan çevre yönetimi etkinliklerinden bir başkası da özendirme ve gönüllü anlaşma çalışmalarıdır.
Özendirme çalışmaları, esas olarak, çevre
denetçiliği (environmental auditing) anlayışına
dayalı EMAR VE EMAS (Ekolojik
Yönetim ve Denetleme Yönetmeliği ve Sistemi) çerçevesinde yürütülmektedir.
Bu bağlamda, işletmenin çevre politikası oluşturması ve kamuoyuna duyurması,
işletmenin çevre üzerindeki etkilerinin belirlenmesi, işletmenin çevre
üzerindeki olumsuz etkilerini giderecek programlar hazırlanması, işletmenin bir
çevre yönetim sistemi oluşturması ve dönemsel irdeleme ve elde edilen başarımın
kamuoyuna açıklanmasına önem ve öncelik verilmektedir.
Endüstri ile gönüllülük esasına dayalı anlaşmalar
yapma çalışmaları ise daha çok Almanya ve Hollanda’da uygulanmakta ve Fransa,
İngiltere, Belçika ve Portekiz’de de bu yolda önemli adımlar atılmaktadır.
Yatay destek
mekanizmalarının geliştirilmesi çalışmaları çerçevesinde ise, Avrupa Çevre Ajansı’nın bilgi ve veri
sağlama, gözlemağı kurma, veri işleme, veri yayınlama, ve çevresel geleceğin
kestirimi çalışmalarına ağırlık verilmektedir. Çevre için eğitim giderek daha
çok yaygınlaşmaktadır. AR-GE çalışmaları EUREKA, EUROMAR, EUROCARE ve EUROTRAC
projeleri ile etkili bir şekilde desteklenmektedir.
Birliğin çevre politikalarına uyum çalışmalarının
akçal yönden desteklenmesi çerçevesinde ise “LIFE” fonu, çevre ve doğanın
korunması konusunda üçüncü ülkelere destek sağlamakta, “MEDSPA” ve “NORDSPA”
gibi Akdeniz ve Kuzey Denizi için bölgesel nitelikli programlar geliştirilmekte
ve çeşitli fonlardan Avrupa’da bölgesel kalkınma, sosyal gelişme ve tarımsal
gelişme çalışmalarına destek sağlanmaktadır. Ayrıca, Birliğin genişleme
çalışmaları çerçevesinde yeni üye olan ülkelerin uyum çalışmalarının akçal yönden
desteklenmesi için oluşturulan Uyum Fonu’na dayalı olarak “PHARE”,
“ALTENER”, “SAVE ve “MEDA” gibi projeler uygulama alnınan konulmuş
bulunmaktadır.
Son olarak
belirtilmelidir ki, AB’nin çevre yönetimi ve planlaması konusunda en etkili
yöntemi olan çevresel etki
değerlendirmesi uygulamaları da giderek gelişme göstermektedir.
Türkiye’de Çevre Yönetiminin Kurumsal Gelişim Çizgisi
AB çerçevesindeki bu gelişmelere karşılık, doğal
çevre kaynakları ve biyoçeşitlilik düzeyi Avrupa’ya göre hala güçlü olan
Türkiye’de çağdaş anlamda çevre hareketi Başbakanlığa bağlı Çevre Örgütü’nün
kurulmasıyla 1970’li yılların sonuna doğru başlamıştır.
Ülkenin çevresel kalitesinin korunması ve
geliştirilmesi konusunda temel özeksel hükümet birimi olarak 1978 yılında
oluşturulan Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı çevresel kalitenin çeşitli dalları
konusunda sorumluluk sahibi olan özeksel hükümet kuruluşları arasında ve
özeksel hükümet ile yerel yönetimler arasında eşgüdüm sağlamak amacıyla
kurulmuştur. 1978’den 1991 kadar geçen 13 yıllık süre içinde önce Müsteşarlık
daha sonra Genel Müdürlük ve daha sonra yeniden Müsteşarlık olarak hizmet veren
örgüt 1991 yılında Çevre Bakanlığı şekline
dönüşmüştür.
Türkiye’de, çevre yönetimi konusunda birbirini
tamamlayan ancak bazı eşgüdüm ve işbirliği sorunları içeren iki ayrı yaklaşım
uygulanmaktadır. Bu çerçevede, bir yandan, Çevre ve Orman Bakanlığı tüm ülke
düzeyinde çevresel yönetim ve planlama işlevlerini yürütmekte ve buna ek olarak
bu Bakanlığa bağlı olarak kurulmuş olan
Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı sahip oldukları ekolojik değerler ve
ekosistem özellikleri nedeniyle özel bir koruma yönetimi ve denetimi altında
tutulması gereken 12 özel çevre alanının yönetiminden sorumlu bulunmaktadır.
Öte yandan, bu çalışmalara ek olarak, öteki çeşitli
özeksel hükümet kuruluşlarıyla (Orman
Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı,
Atom Enerjisi Komisyonu, Bayındırlık Bakanlığı gibi) yerel yönetimlerin
çevreye ilişkin görev, yetki ve sorumlulukları da devam etmektedir. [2]
Türkiye’de Çevre Hukukunun Gelişim
Çizgisi
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1923 yılından 1983
yılına kadar geçen sürede gelişen mevzuat içinde, çevresel kalitenin korunması
ve geliştirilmesini amaçlayan önemli örnekler bulunmakla birlikte 1983 yılında
yürürlüğe konulan Çevre Kanunu, Türkiye’de çağdaş anlamda çevre yönetimi ve
planlamasına ilişkin hukuksal çerçevenin başlangıcı olarak kabul edilmektedir.
Yasal gelişme çizgisi içinde en fazla önem taşıyan
gelişmeyi ise 1982 tarihli Anayasa gerçekleştirmiştir. Anayasa’nın pek çok
maddesinde çevre yönetimine ilişkin hükümler yer almaktadır. Ancak, bunlar
arasında en fazla önem taşıyanı olan “Sağlık Hizmetleri ve Çevrenin Korunması”
başlıklı 56 ncı madde şu hükmü getirmektedir:
“Herkes, sağlıklı ve dengeli
bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını
korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.”
Çevre Kanunu Anayasa’nın bu hükmünü gerçekleştirmek
üzere çıkarılmıştır. Çevre Kanunu’nun 1 inci maddesinde Kanun’un amacı şu
şekilde ortaya konmaktadır:
“…(B)ütün vatandaşların
ortak varlığı olan çevrenin korunması, iyileştirilmesi; kırsal ve kentsel
alanda arazinin ve doğal kaynakların en uygun şekilde kullanılması ve
korunması; su, toprak ve hava kirlenmesinin önlenmesi; ülkenin bitki ve hayvan
varlığı ile doğal ve tarihsel zenginliklerinin korunarak, bugünkü ve gelecek
kuşakların sağlık, uygarlık ve yaşam düzeyinin geliştirilmesi ve güvence altına
alınması için yapılacak düzenlemeleri ve alınacak önlemleri, ekonomik ve sosyal
kalkınma hedefleriyle uyumlu olarak belirli hukuki ve teknik esaslara göre
düzenlemek…”
Türkiye’de uygulama alanına konulan öteki temel çevre
mevzuatı ise aşağıda belirtilmiştir:
· Çevre ve Orman Bakanlığının
Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun
· Özel Çevre Koruma Kurumu
Başkanlığı Kurulmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname
· Hava Kalitesinin Korunması
Yönetmeliği
· Gürültü Kontrol Yönetmeliği
· Su Kirliliği Kontrolü
Yönetmeliği
· Katıatıkların Kontrolü
Yönetmeliği
· Tıbbi Atıkların Kontrolü
Yönetmeliği
· Tehlikeli Maddelerin
Kontrolü Yönetmeliği
· Zararlı Kimyasal Madde ve
Ürünlerinin Kontrolü Yönetmeliği
· Çevresel Etki
Değerlendirmesi Yönetmeliği
· Çevre Kirliliğini Önleme
Fonu Yönetmeliği
· Özel Çevre Koruma Fonu
Yönetmeliği
Bu alanda yaşanan son
iki yasal gelişme “Bilgi Edinme Hakkı Kanunu” ile “Türk Ceza Kanunu” olmuştur.
Bunlardan birincisi yurttaşların, her alanda olduğu üzere, çevre alanında da
bilgi edinme hakkını güvence altına almaktadır. İkincisi ise, amaç bölümünde
Yasa’nın amaçlarından birinin çevreyi korumak olduğunu belirtmekte ve çevre
suçlarını tanımlayarak bu tür suçlara para ve hapis cezası uygulanmasını
öngörmektedir.
Türkiye’de Çevre Sorunları: Kısa Bir
Durum Saptaması
Tarımsal bir ülke olmaktan hızla endüstriyel bir ülke
olma yolunda ilerleyen Türkiye göreli olarak yüksek olan doğum hızı ve daha da
yüksek olan kentleşme hızı nedenleriyle önemli çevre sorunları ile karşı
karşıya bulunmaktadır. Nitekim, 1980-90 yılları arasında ekonomik büyüme hızı
Kanada’da yüzde 2.89, ABD’de yüzde 2.95, Fransa’da yüzde 2.22, İtalya’da yüzde
2.08, Almanya’da yüzde 2.21 ve İspanya’da yüzde 2.93 olurken Türkiye’de yüzde
5.36 olmuştur.
Avrupa’nın en genç nüfus yapısına sahip olan ve
ulusal gelir artışı hızı itibariyle en hızlı büyüyen ülkesi durumunda olan
Türkiye bir yandan kitlelerin yığınsal hizmet ve ürün taleplerine karşılık
vermek durumunda kalmakta ve bir yandan da bozulma eğilimi içinde giren
çevresel değerlerini korumak ve artmak eğilimi içine giren çevre kirliliklerini
gidermek sorunu ile karşı karşıya bulunmaktadır.
Türkiye halen 65 milyon nüfusa sahiptir ve bunun
yarısından fazlası kentlerde yaşamaktadır. 1970-90 yılları arasında OECD’ye üye
ülkelerin toplam nüfusu yalnızca yüzde 6.2 oranında artarken aynı dönemde
Türkiye’nin nüfusu yüzde 56.2 oranında artmıştır.
1990’lı yıllara kadar yüzde 2’den yüksek olan yıllık
nüfus artış hızı 1990’lı yılların sonuna doğru yüzde 2’nin altına inmiştir.
Önemli bir toplumsal gösterge olan motorlu araç
sayısındaki artış sosyo-ekonomik gelişmeyi açıklıkla ortaya koymaktadır.
1980-90 yılları arasında yolcu taşıtları sayısındaki değişim Kanada’da yüzde
25, ABD’de yüzde 18, Fransa’da yüzde 22, Almanya’da yüzde 32, İtalya’da yüzde
48 ve İspanya’da yüzde 59 olurken Türkiye’de bu oran yüzde 154 olarak
ölçülmüştür.
Ülke 1950’lerden bu yana çok hızlı bir kentleşme ve
kentsel büyüme olgusu yaşamaktadır.
Ana çizgileriyle belirlenmeye çalışılan
sosyo-ekonomik gelişmenin sonucu olarak önemli çevre sorunları ortaya çıkmış
bulunmaktadır.
Bu sorunlara yol açan temel etmenler ise aşırı nüfus
artışı, hızlı kentleşme ve kentsel büyüme ve endüstrileşmedir.
Bu durum bir yandan çevre kirliliklerinin artmasına
yol açarken öte yandan biyoçeşitlilik üzerindeki baskıların yoğunlaşmasına
neden olmaktadır.
Ülkenin çevre sorunlarının bazıları şunlardır:
· Mera, orman ve sulak alan
gibi marjinal alanlar tarıma açılmaktadır.
· Hektar başına kullanılan
gübre oranı hala OECD ülkelerinin altında olmasına rağmen giderek artan
kimyasal gübre ve zararlı mücadelesi ilaçları nedeniyle toprak kirlenmektedir.
· Türkiye topraklarının
yaklaşık üçte ikisi orta ya da şiddetli ölçüde su ve rüzgar erozyonu tehlikesi
altındadır.
· Verimli tarım toprakları
kentsel, endüstriyel ve turistik kullanıma açılmaktadır.
· Niteliğini kaybetmiş orman
toprağı yüzde 50’ye ulaşmıştır.
· Toplam endüstriyel odun
üretimi 1950’lerden bu yana düzenli bir artış göstermektedir.
· 1950’li yıllarda 37.8 milyon
hektar olan mera alanı 1980’li yıllarda 21.7 milyon hektara düşmüştür.
· Buna karşılık aynı dönemde
sığır sayısı 21 milyondan 28.6 milyona çıkmıştır.
· Türkiye sulak alanların
sayısı ve kapsadığı alan bakımından Avrupa birincisidir. 250 kadar sulak alan
vardır. Bunların önemli bir bölümü uluslararası ölçüde önemli göçmen kuş
alanıdır.
· İki önemli göçmen kuş yolu
Türkiye üzerinden geçmektedir. Ancak, sulak alanlar önemli çevre sorunlarıyla
karşı karşıyadır.
· Türkiye bitki taksonları
açısından Dünya’nın önde gelen zengin ülkelerinden biridir. Ancak, bu kaynaklar
üzerindeki baskı giderek artmaktadır.
· Denizlerdeki balık
türlerinin sayısı önemli ölçüde azalmıştır.
· Kırsal yerleşmelerde
kanalizasyon sistemi yoktur.
· Kentsel yerleşmelerin yüzde
56’sında kanalizasyon vardır ve bunların ancak yüzde 6’sında evsel atıksu
arıtma tesisi vardır.
· Endüstiyel kuruluşların
yüzde 98’inde atıksu arıtma tesisi yoktur.
· Yeraltı suları yapılan
denetimsiz deşarjlar nedeniyle kirlenmektedir.
· SO2 ve parçaçıklardan
kaynaklanan hava kirliliği bir çok il merkezinde önemli boyutlara ulaşmıştır.
· Hava kirliliğinin temel
nedeni fosil yakıtlara olan aşırı bağımlılıktır. Ancak, hava kirliliği
açısından temiz yakıt türü olan doğal gaz kullanımı hızla artmaktadır.
· Toplam elektrik üretiminin
yüzde 60’ı ortalama sülfür içeriği yüzde 1.3 ile yüzde 3.5 olan linyit kullanan
termik santrallerden elde edilmektedir.
· NOx yayılımlarının yaklaşık
yarısının motorlu araçlardan kaynaklandığı sanılmaktadır. Gürültü ulaşım,
endüstri ve inşaat çalışmalarından kaynaklanmaktadır.
· Kıyı alanlarında turizme ve
ikinci konut yapımına dayalı hızlı bir ekonomik gelişme yaşanmaktadır. Durum
henüz denetim altından çıkmış olmamakla birlikte tehlike giderek büyümekte ve
eko-turizm anlayışına dayalı acil çözüm beklemektedir.
· Deniz kirliliği, evsel ve
endüstriyel atık suların arıtılmadan boşaltılması nedeniyle giderek
artmaktadır.
Türkiye’nin Çevre Politikaları: Temel
Politika Belgeleri
Türkiye yaklaşık
20 yıldan bu yana ulusal, bölgesel ve küresel çevre kalitesinin korunması
konusunda yoğun uğraşlar vermektedir. Türkiye, bir yandan ulusal çevre
yönetiminin kurumsal, hukuksal ve teknolojik altyapısını tamamlamaya çalışırken
öte yandan, Akdeniz ve Karadeniz ekosistemlerinin korunması örneğinde olduğu
gibi komşu ülkelerle ortak çevresel değerlerin korunması ve geliştirilmesi
konusunda işbirliği olanaklarını araştırmakta ve Rio’da düzenlenen Birleşmiş
Milletler “Kalkınma ve Çevre Konferansı”nda
olduğu gibi küresel çevrenin korunması çalışmalarına katılmaktadır.
Çevre yönetiminin ve planlamasının kurumsallaşmasına
ve güçlendirilmesine yönelik çalışmalara devam edilmektedir
Korunan alanların sayısı artmaktadır. Bu bağlamda, Ulusal Park, Doğal Park, Doğal Anıt, Doğal
Sit, Yaban Yaşamı Alanı, Biyogenetik Rezerv, Koruma Ormanı ve Özel Çevre Koruma
Bölgesi olarak koruma altına alınan alanlar bu arada sayılması gereken
gelişmelerdir.
Soyu tehlikeye düşmüş genlerin yerinde korunması (in situ) amacıyla Ulusal Eylem Planı
hazırlanmıştır.
Doğal gaz kullanımı hızla artmaktadır.
Evsel ve
endüstriyel atık suların arıtımı ile ilgili yatırımlar giderek çoğalmakta ve
büyük kentlerde çağdaş katıatık yönetim sistemleri geliştirilmeye
çalışılmaktadır.
Türkiye’de çağdaş anlamda çevre politikalarının
1970’li yıllarla birlikte başladığı görülmektedir. Bu bağlamda ülkenin temel politikalarının yer
aldığı ana belge olan beş yıllık
kalkınma planları önemli rol oynamaktadır.
İlk kez Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda
(1975-1979) çevre sektörüne yer verilmiştir. Bu planda, ülkenin büyük yerleşim
merkezlerinde çevre kirliliklerinin ortaya çıktığı, çevre sağlığının önemli bir
sorun durumuna geldiği, erozyonun önlenmesi gerektiği belirtilmekte ve özeksel
bir çevre örgütünün kurulması istenmektedir.
Dördüncü
Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda (1980-1984) ise çevre
sorunlarının kapsamlı olarak ortaya çıktığı yörelerde bazı yatırım
çalışmalarının yapılmasına karar verilmiş ve bu amaçla finansman sağlanmıştır.
Beşinci
Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda (1985-1989) çevre
sorunları kentleşme, erozyon, doğal afetler, endüstrileşme ve tarımda
modernleşme sonucunda ortaya çıkan sorunlar tanımlanmıştır. Bu planda ilk kez
ekolojik dengelerin korunmasından ve sürdürülebilir kılınmasından söz
edilmektedir.
Altıncı
Beş Yıllık Kalkınma Planı (1990-1994) ise 1987
yılında yayınlanan “Ortak Geleceğimiz”
adlı raporun temel yaklaşımını benimsemiş ve “sürdürülebilir kalkınma” anlayışına dayalı bir kalkınma
felsefesini ön plana çıkarmıştır.
Ancak, kalkınma planları ve çevre ilişkileri
açısından en çok dikkate değer çalışmanın Yedinci
Beş Yıllık Kalkınma Planı (1996-2000) olduğu görülmektedir.
Bu planın hazırlık çalışmaları çerçevesinde DPT
tarafından oluşturulan Çevre Özel İhtisas Komisyonu tarafından hazırlanan “Çevre”
başlıklı raporda Türkiye’de çevre yönetiminin içinde bulunduğu koşulların
gelişmeye açık bir konumda bulunduğu, kurumsal yapının henüz oluşturulmakta
olduğu belirtilmekte ve temel önceliğin çevresel örgütlenme ve
kurumsallaşmanın, çevre yönetimi süreçlerinin ve çevre yönetiminin ekonomik ve
finansal araçlarının geliştirilmesine verilmesi gerektiği belirtilmektedir.
Yine, DPT tarafından, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma
Planı’nın hazırlık çalışmaları çerçevesinde özel bir çalışma grubuna
hazırlattırılan “Temel Yapısal Değişim Projeleri: Çevrenin Korunması ve Geliştirilmesi
Raporu”nda ise yapısal değişiklik için şu çalışmaların yapılması
gerektiği belirtilmektedir:
· Çevre yönetimi için temel
bir anlayış çerçevesinin belirlenmesi
· Çevre araştırmalarına ve
envanter geliştirme çalışmalarına ivme kazandırılması
· Ulusal çevre politikalarının
ve stratejilerinin geliştirilmesi
· Kurumsal çerçevenin
oluşturulması
· Ekonomik ve finansal çevre
yönetimi araçlarının oluşturulması
· Çevre yönetiminin hukuksal
ve yasal çerçevesinin tamamlanması
· Çevre için eğitim ve
öğretimin kurumsallaşması
· Çevre ölçünlerinin
geliştirilmesi
OECD tarafından hazırlanan “Türkiye’de Çevre Politikaları
Raporu”nda ise temel politika seçenekleri olarak üç temel politika ve
bunlara bazı bağlı alt politikalar dile getirilmektedir:
· Ekonomik ve çevre
politikalarının bütünleştirilmesi:
· Devletin sürdürülebilir
kalkınma ilkesine bağlılığını ispatlaması
· Politika hedeflerinin
yeniden saptanması ve kararalma işlemlerini bütünleştirecek düzenlemelerin
yapılması
· Uygulamanın iyileştirilmesi:
· Kurumsal değişikliklerin
yapılması
· Uygulama mekanizmalarının
oluşturulması
- yönetmelik ve ölçünlerin uygulanması
- çevresel etki değerlendirmesi sürecine önem verilmesi
- talep yönetiminin vurgulanması
- çevresel bilgi sistemlerinin oluşturulması
- halkın katılımının sağlanması
- özel bölgelerin
korunması
· Çevresel finansmanın
güçlendirilmesi:
-
devletçe sağlanan finansman olanaklarının artırılması
- kirlilik kontrolünün endüstri tarafından finansmanı
- çevre alanında uluslararası finansman sağlanması
· Uygulamanın iyileştirilmesi:
· Kurumsal değişikliklerin
yapılması
· Uygulama mekanizmalarının
oluşturulması
- yönetmelik ve ölçünlerin uygulanması
- çevresel etki değerlendirmesi sürecine önem verilmesi
- talep yönetiminin vurgulanması
- çevresel bilgi sistemlerinin oluşturulması
- halkın katılımının sağlanması
- özel bölgelerin korunması
· Çevresel finansmanın
güçlendirilmesi:
- devletçe sağlanan finansman
olanaklarının artırılması
- kirlilik kontrolünün endüstri tarafından finansmanı
- çevre alanında uluslararası finansman sağlanması
Yedinci Plan’a göre
alınmasını gereken önlemler:
· Sürdürülebilir kalkınma
anlayışının yerleşik ve egemen kılınması
· Koruyucu politikalara önem
ve öncelik verilmesi
· Ekonomik ve finansal çevre
yönetimi araçlarının geliştirilmesi ve uygulama alanına konulması
· Uluslararası ilişkilerde
“ortak sorumluluk-farklı pay” ilkesinin kabulü
· Tehlikeli atıkların ülkeye
ithalinin yasaklanması
· Ulusal Çevre Stratejisi ve
Eylem Planı’nın hazırlanması
· İlgili kurumlar arasında iş,
görev, yetki ve sorumluluk dağılımının yeniden planlanması
· Çevre denetçiliği
sistemlerinin geliştirilmesi
· Yerel yönetimlerin çevre
yönetimi yeteneklerinin güçlendirilmesi
· Çevresel risk yönetiminin
yaygınlık kazanması
· Çevre dostu teknolojilerin
geliştirilmesi
· Çevresel etki
değerlendirmesi çalışmalarının etkililik düzeyinin artırılması
· Çevre envanterleri
hazırlanması ve veri bankaları kurulması
· Monitoring ağlarının ve
laboratuvarların kurulması
· Çevresel performans
göstergelerinin geliştirilmesi
· Avrupa Birliği ile Türkiye
arasında çevresel normlar konusunda paralellik sağlanması
· Çevre ölçünlerinin
geliştirilmesi
· Çevresel finansman
sistemlerinin yeniden oluşturulması
· Çevre unsurunun ulusal gelir
hesaplarının içine alınması
· Erozyon ile mücadeleye
yaygınlık kazandırılması
· Çevre konusunda yurttaşların
yaşam boyu eğitimi ilkesine önem verilmesi
Türkiye’de hazırlanan son çevre politikası belgesi “Ulusal
Çevre Stratejileri ve Eylem Planı” (UÇEP) başlığını taşımaktadır. UÇEP,
Dünya Bankası’nın akçal desteği altında DPT ve Çevre Bakanlığı tarafından
hazırlanmış ancak asıl ağırlık DPT’de olmuştur. UÇEP, tamamlanmasından sonra,
1998 yılında DPT tarafından uygulanmak üzere Çevre Bakanlığı’na devredilmiştir.
UÇEP’in gerek hazırlanması ve gerekse uygulanmasına ilişkin hukuksal bir dayanak yoktur. Bu nedenle
UÇEP’in özellikleri, bağlayıcılığı ve
uygulanabilirliği konusunda duraksamalar vardır. Ayrıca, UÇEP içinde ciddi
ve önemli sayılması gereken çelişki ve
tutarsızlıklar yer almaktadır. Tüm bunlara karşın, UÇEP Türkiye’de çevre
yönetiminin geliştirilmesi bağlamında gözönünde tutulması gereken önemli ilkelere işaret etmektedir.
UÇEP’in öngördüğü stratejik hedefler aşağıda
belirtilmiştir:
· Kirliliğin önlenmesi ve
azaltılması
· Temel çevre altyapı ve
hizmetlerine erişimin kolaylaştırılması
· Kaynakların sürdürülebilir
kullanımını teşvik
· Çevreyle ilgili
sürdürülebilir uygulamaların desteklenmesi
· Çevresel tehlikelere maruz
kalmanın asgari düzeye indirilmesi
· Demokratik ve katılımcı
mekanizmaların kullanılması
· Uzlaşma ve sahiplenme
(gönüllülük)
· Verimlilikle ekonomik
rasyonalitenin kaynaştırılması
· Öncelikli eylemlerin
eşgüdümü ve içselleştirilmesi
· Çözümlerin uygun düzeylerde
yerelleştirilmesi
UÇEP’te yer alan “öncelikli eylemler”:
· Ekonomik ve mali araçlar
- çevresel sübvansiyon
politikalarının gözden geçirilmesi
- makro ekonomik
politikaların çevresel sonuçlarının irdelenmesi
- çevreyle ilgili hukuksal
düzenlemelerin ekonomik araçların da kullanımına olanak verecek şekilde gözden
geçirilmesi
- çevre fonlarının ıslahı
· Kurumsal reform
- kurumsal yapının reformu,
ÇED’e işlerlik sağlanması, çevre denetimi
- devlet işletmelerinin
çevre konusundaki duyarlılıklarının artırılması
- özelleştirmenin
hızlandırılması ve özelleştirme sırasında çevre unsurunun dikkate alınması
- yerel yönetimlerin çevre
yönetimi konusunda güçlendirilmesi
- DPT’nin iç bünyesinin
çevresel duyarlılığı güvence altına alacak şekilde yeniden düzenlenmesi
- ilgili devlet kurumlarında
çevre birimlerinin oluşturulması
· Yasal düzenlemeler
- çevre mevzuatının gözden
geçirilmesi
-Çevre Bakanlığı kuruluş
yasasında ve Belediye Kanunu’nda gerekli değişikliklerin yapılması
· Planlama
- çevreyle ilgili
duyarlılıkların yerel, bölgesel ve ulusal planlara işlenmesi
- imar ve çevre düzeni
planlarının çevre değişkenlerini dikkate alacak şekilde değiştirilmesi
· Envanter/Araştırma
- çevre ile iligili
kurumların belirlenmesi
- çevrenin korunması ve
yönetimi için potansiyel kaynakları belirleme
- uluslararası
sözleşmelerden kaynaklanan yükümlülüklerin belirlenmesi
- mevcut çevre mevzuatının
uygulanabilme düzeyinin saptanması
- çevre yönetimine halkın
katılımı olanaklarının araştırılması
- çevre
konusundaki toplumsal duyarlılığın sürekli olarak araştırılması
UÇEP’e göre gelecek yaklaşık 20 yıl içinde
yapılmasına karar verilen yatırımlar:
· Çevre yönetimi sisteminin
güçlendirilmesi
- kurumsal çerçevenin
uyumlaştırılması
- yasal çerçevenin
uyumlaştırılması
- ekolojik havzaların
belirlenmesi
- yerel çevre eylem
planlarının hazırlanması
- ÇED sürecinin etkili
kılınması
- arazi kullanım
kapasitesinin sınıflandırılması ve planlanması
- kırsal kadastro
işlemlerinin tamamlanması
- ulusal verimlilik eylem
planlarının hazırlanması ve uygulanması
· Enformasyon ve duyarlılık
düzeyinin yükseltilmesi
- çevre verilerinin yönetimi
- çevre eğitimi
· Çevreye yatırım
- atık yönetiminin
iyileştirilmesi
- temiz teknolojilerin ve
enerji kaynaklarının özendirilmesi
- kentsel gecekondularda
iyileştirme
- kırsal çevre altyapısının
iyileştirilmesi
- kıyı alanlarının
yönetiminin iyileştirilmesi
- GAP Bölgesi çevre yönetimi
- çevresel risklerin azaltılması
Halen yürürlükte olan 8. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın (
2001-2005) çevre ile ilgili düzenlemeleri aşağıda
yer almaktadır:
*
Mevcut Durum
-
Çevre sorunlarını çözmek amacıyla mevzuatta ve kurumsal yapının
oluşturulmasında ilerlemeler kaydedilmiştir.
- Ulusal
Çevre Stratejisi ve Eylem Planı (UÇEP) hazırlanmıştır.
-
Temiz bir çevreye yönelik toplumsal duyarlılık etkin bir düzeye
getirilememiştir.
-
Hızlı kentleşme, başta kıyı alanları ve denizler olmak üzere doğal kaynaklar üzerindeki baskıları, atıkların miktarını ve diğer çevre sorunlarını artırmıştır.
- Eğitim,
kararlara katılım süreçleri ve yerelleşme konularındaki eksiklikler vardır.
Doğal kaynakların sürdürülebilir yönetimi ve çevre sorunlarının çözümünde önemli sorunlar vardır.
-
Çevre ve kalkınma politikaları arasında uyum sağlanması ilkesi doğrultusunda etkili ve eşgüdüm içinde çalışan bir çevre denetim sistemi kurulması konusunda mesafe kaydedilememiştir.
Çevre ve kalkınma ile ilgili veri ve bilgi erişim sistemleri, çevre izleme ve ölçüm altyapısı, çevre envanterleri, istatistikler ve standartlar konularında yeterli gelişme sağlanamamıştır.
-
Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) Yönetmeliğinin uygulama sürecinde istenen başarı elde edilememiştir.
-
Sürdürülebilir kalkınma yaklaşımı doğrultusunda, insan sağlığı ve doğal dengeyi koruyarak ekonomik kalkınmaya imkan verecek, doğal kaynakların yönetimini sağlayacak, gelecek kuşaklara daha sağlıklı bir doğal, fiziki ve sosyal çevre bırakacak yönde arzulanan nitelikte bir gelişme kaydedilememiştir.
- Çevre politikalarının ekonomik ve sosyal politikalarla entegrasyonu sağlanamamış ve bu konuda ekonomik araçlardan yeterince faydalanılamamıştır.
-
Çevre Bakanlığı ile diğer ilgili bakanlıklar ve yerel yönetimlerin yetki ve
sorumluluklarının yeniden düzenlenmesine ilişkin ihtiyaç devam etmektedir.
- 1996 yılında Birleşmiş Milletler
Biyolojik Çeşitlilik Çerçeve Sözleşmesine, 1998 yılında da Özellikle Afrika’da
Ciddi Kuraklık ve/veya Çölleşmeye Maruz Ülkelerde Çölleşme ile Mücadele
için Birleşmiş Milletler Sözleşmesine taraf olunmuştur.
-
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine taraf olunması konusunda çalışmalar devam etmektedir.
- Çevre sorunlarının çözümü için uygulanan
politikalar ve alınan karaların, AB normları ve uluslararası standartlara
uyumlu hale getirilmesi çalışmalarına devam edilmektedir.
* Amaçlar, İlkeler ve Politikalar
-
İnsan sağlığını, ekolojik dengeyi, kültürel, tarihi ve estetik değerleri
korumak suretiyle ekonomik ve sosyal gelişmeyi sağlamak esastır.
-
UÇEP kapsamında belirlenen öncelikli faaliyetler gözden geçirilerek uygulanması için başlıca ilgi grupları arasında eşgüdüm sağlanacak; çevre sorunlarının çözümüyle doğrudan ve dolaylı ilgisi olan kurum ve kuruluşlar arasında işbölümü ve işbirliği sağlanmasına yönelik çözümlerde toplumsal uzlaşma ve katılıma önem verilecektir.
-
UÇEP güncelleştirilecek ve yasal bir çerçeveye kavuşturulacaktır.
- UÇEP uygulamalarının da sağlıklı
bir şekilde izlenmesi amacıyla sürdürülebilir kalkınma göstergeleri
geliştirilecektir.
- Çevresel yönetim kapasitesi geliştirilecek, çevre yönetim araçlarının kullanımı etkin hale getirilecektir.
- Çevre politikalarının ekonomik ve sosyal politikalarla entegrasyonunda ekonomik araçlardan yararlanılacaktır.
- Uzun dönemde çevre sorunlarının çözümü için uygulanan politikalar ve stratejilerin ülke gerçekleri de dikkate alınarak AB normları ve uluslararası standartlara paralel olması sağlanacaktır.
-
Çevre ve kalkınma ile ilgili veri ve bilgi erişim sistemleri oluşturulacak,
çevre izleme ve ölçüm altyapısı geliştirilecek, çevre envanterleri,
istatistikler ve standartlara yönelik ihtiyaç duyulan düzenlemeler
gerçekleştirilecektir.
- Doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımı teşvik edilecek; çevresel riskler en aza indirilecektir.
- Biyolojik çeşitliliğin korunması ve sürdürülebilir kullanımı amacıyla hazırlıkları tamamlanan Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Stratejisi ve Eylem Planı yürürlüğe konacaktır. Korunan alanlar için yönetim planları ve uygulamasına yönelik eylem planları hazırlanacaktır.
- Çölleşme ve erozyonla etkili
mücadele amacıyla, ormancılığı, tarımı, hayvancılığı, yerleşmeyi, sanayi, su
kaynaklarıyla ilgili faaliyetleri, alternatif geçim kaynaklarını ve kırsal alt
yapının geliştirilmesini entegre olarak ele alan, Ulusal Çölleşme Eylem
Planları hazırlanacaktır.
- Kamu kuruluşları başta olmak üzere, bütün sektörlerde çevreye duyarlılığın artırılması ve kirliliğin önlenmesi için gerekli çalışmalar sürdürülecektir.
Hava kirliliğinin önlenmesi konusunda tüm sektörlerde emisyon faktörleri belirlenerek emisyon envanterleri çıkarılacaktır.
-
Sanayi politikalarının belirlenmesinde ve yeni sanayi yatırımlarında çevre dostu teknolojilere öncelik sağlanacak, yerel imalatçılar çevre dostu teknolojiler konusunda bilgilendirilecek ve teşvik edilecektir.
-
ÇED sürecinin daha etkin kılınması yönünde düzenlemeler yapılacaktır.
- Bio-teknolojik uygulamalardan
kaynaklanabilecek olası bio-güvenlik risklerinin en aza indirilmesi için
bütüncül bir yaklaşımla yasal, kurumsal ve uygulamaya ilişkin düzenlemeler
yapılacaktır.
- Küresel iklim sisteminin korunması kapsamında ülkemizin üzerine düşen sorumlulukları çerçevesinde; artan nüfusun gereksinimleri temel alınarak ortak fakat farklılaştırılmış yükümlülükler ilkesi doğrultusunda İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (İDÇS) sürecine katılmak üzere çalışmalar sürdürülecektir.
-
Ulaştırma, enerji, sanayi ve konutlardan kaynaklanan sera gazı
emisyonlarını kontrol etmek ve azaltmak amacıyla enerji verimliliğinin
artırılması ve tasarruf sağlanması yönünde düzenlemeler yapılacaktır.
* Hukuki ve Kurumsal Düzenlemeler
-
2872 sayılı Çevre Kanunun ve Çevre Bakanlığının Kuruluşu ve Görevleri Hakkında 443 sayılı KHK’da günün ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde düzenlemeler yapılacaktır.
-
Bio-güvenlik Yasası çıkartılacak ve Ulusal Bio-güvenlik Kurulu oluşturulacaktır.
-
Doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımını temin etmek üzere gerekli ve
kurumsal düzenlemeler yapılacaktır. Bu bağlamda, 6831 sayılı Orman Kanunu, 3194
sayılı İmar Kanunu, 3621 sayılı Kıyı Kanunu , 2863 sayılı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanunu, 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanununda ve çevreyle
ilgili yönetmeliklerde gerekli düzenlemeler yapılacaktır.
Türkiye’de Çevresel Örgütlenme:
Kuşbakışı İrdeleme
Türkiye’de çevresel işlevlerin özeksel
yönetim ile yerinden yönetim kuruluşları arasında dağılımında bir belirsizlik vardır. Çevresel işlevler
özeksel yönetim ve yerel yönetim kuruluşları arasında gelişigüzel dağıtılmıştır. Ancak, yürürlükteki mevzuat üzerinde
yapılan araştırmalar bu dağılımda daha çok özeksel
yönetimin ve bu yönetimin taşra örgütünün, yani valilik ve kaymakamlıkların,
tercih edildiğini göstermektedir.
Ayrıca, özeksel hükümete bağlı pek çok bakanlığın çevre konusunda
önemli görevleri vardır. Bu açıdan, özeksel yönetim içinde de bir görev, yetki
ve sorumluluk dağılımı karmaşası
olduğu görülmektedir.
Çevre sorunlarının ulus çapında özeksel
yönetim aracılığıyla çözümlenmesinin tercih edildiğini gösteren en önemli kanıt
Çevre
Bakanlığı’nın 1991 yılında kurulmuş olmasıdır. Bu bakanlığa bağlı
olarak Özel Çevre Koruma Kurumu İdaresi de kurulmuş ve ekolojik açıdan
duyarlı bazı yörelerde alan yönetimi ve
planlaması yetkisi bu Kurum’a bırakılmıştır.
Bakanlık, AKP hükümeti döneminde, AB
uzmanlarının yönlendirmesiyle Orman Bakanlığı ile birleşmiş ve “Çevre ve Orman
Bakanlığı” adını almıştır. Bakanlığın iç örgütlenme düzeni de birleşmeye uygun
olarak değiştirilmiştir. Bu değişiklik, doğal çevrenin ve ekolojik sistemlerin
yönetimi konusunda var olan çok başlılığın azaltılması açısından olumlu
bir gelişme olarak kabul edilebilir. Ancak, Kültür Bakanlığı’nın tarihsel ve
kültürel varlıklar yanında doğal varlıklar üzerinde de devam eden yetkileri bu
alandaki yetki karmaşasının sürdüğünü göstermektedir.
Bu alandaki en önemli gelişme “Kamu
Yönetimi Temel Kanunu” ile ortaya çıkmıştır. Bu Kanun, kamu hizmetlerinin
özeksel yönetim ile yerel yönetimler arasında yeniden paylaşımını
öngörmektedir. Bu bağlamda, çevre bir yerel hizmet olarak kabul edilmekte ve çevre
yönetimi il özel idarelerine ve belediyelere bırakılmaktadır. Çevre ve Orman
Bakanlığı ise özeksel yönetim olarak politika geliştirme, standart oluşturma,
kaynak bulma ve denetim gibi işlevleri yerine getirecektir. Bize göre, bu
yaklaşım yanlıştır ve zaman içinde önemli sorunların ortaya çıkmasına neden
olacaktır. Kuşkusuz, illerin ve beldelerin hepsinin ayrı ayrı çevre sorunları
vardır. Ancak, çevre sorunlarının önemli bir kesimi il ve belde sınırlarını
aşan niteliktedir. Bu ve benzeri sorunlar sahipsiz kalacaktır. Örneğin, bir
nehir havzasında ortaya çıkan su kirlenmesiyle mücadele olanaksız konuma
gelecektir. Bir den fazla il sınırı içinde yer alan Tuz Gölü bu sakıncanın
ilginç bir örneğidir. Öte yandan, bazı çevre sorunlarının il sınırlarını aşan özellikler taşıdığı ve bu açıdan bölgesel bazda ele alınması gerektiği
gerçeği bir an için ihmal edilse bile, özeksel yönetimin ana unsurları olan il
ve ilçelerde çevresel yönetimin oluşma koşullarına bakıldığında önemli yetersizlik ve darboğazlarla
karşılaşılmaktadır.
Türkiye’de tüm illerde Çevre ve Orman İl
Müdürlüğü çalışmalarını sürdürmektedir. Ancak, bu müdürlüklerin çalışmaları oldukça etkisiz ve yetersizdir.
1000’e yakın ilçenin hiçbirinde İlçe
Çevre Müdürlüğü yoktur.
Burada konunun teknik ayrıntılarına
girmek gerekli olmamakla birlikte, içinde bulunulan koşullarda, alan üzerinde
ortaya çıkan çevre sorunlarının giderilmesini güvence altına alacak bir örgütlenmenin kurulamamış olduğunun
vurgulanması gerekmektedir.
Ayrıca, yerel yönetimler açısından olaya
bakıldığında, durum daha da olumsuz görülmektedir. Yerel yönetimler bu konuda örgütlenememişler ve yerel çevre yönetimi
konusunda herhangi bir ilerleme elde edememişlerdir.
Buraya kadar yapılan açıklamalar
göstermektedir ki, mevzuat ve politikalar bağlamında Türkiye ile AB’nin
yaklaşımları arasında söylemsel düzlemde
önemli bir içerik farkı bulunmamaktadır. Ancak, aynı yargıyı uygulamalar ve
gerçekleşmeler konusunda yineleyebilmek olanağı yoktur. AB’ne üye ülkelerde
gerçek anlamda bir çevre yönetimi kurulmuş, çevresel kirlilikler denetim altına
alınmış ve çevresel kalite ciddi ölçüde
iyileştirilmiştir. Bunun da ötesinde, sürdürülebilir kalkınma amacı gerçek bir
güvence altına alınmıştır. Buna karşılık, Türkiye’de yeterli ve etkili bir çevre yönetimi kurulamamıştır. Çevre
kirlilikleri her geçen gün artmaktadır. Sürdürülebilir kalkınma üzerine
söylemler üretilmekle birlikte çevresel endişeler ekonomik gelişme ve
işsizliğin azaltılması yolundaki endişelerden çok sonra gelmektedir.
Türkiye’de Çevre İçin Ayrılan
Bütçe Olanakları
Türkiye’nin çevre konusundaki durumunu
belirleyen koşullardan bir başkası da çevresel kalitenin korunması ve
geliştirilmesi için yapılan harcamalardır.
Çevre ve Orman Bakanlığı’nın genel bütçeden aldığı payın yakın yıllar
ortalaması binde 0.5-1 dolayındadır.
Buna karşılık AB ülkelerinde bu değer ortalama
yüzde 3’tür.
Elde kesin bir bilgi olmamakla birlikte,
özel sektörün yaptığı çevresel
nitelikli harcamaların AB ülkelerinde özel sektörün yaptığı harcamalara oranla çok az düzeyde kaldığını
söylemek yanıltıcı olmamalıdır.
Bu konudaki en önemli kanıt AB
ülkelerinde yaygın bir uygulama olanağı bulmuş olan karbon vergisi ve atıksu
vergisi gibi yeşil vergilere (çevre vergileri, ekolojik vergiler) karşılık
Türkiye’de hiç bir yeşil verginin [3] olmamasıdır.
Türkiye-Avrupa Birliği İlişkilerinin
Geçmişi
Türkiye, AB’ye
üye olmamakla birlikte AB ile çevre konusunda çeşitli konularda işbirliği
içinde bulunmaktadır. Bu bağlamda, LIFE programından sağlanan akçal destekle
Türkiye’nin ilk “Ulusal Çevre Referans
Laboratuvarı” kurulmuştur. 1998 Haziran ayında çalışmalarına başlayan bu
kurum referans laboratuvarı, kalibrasyon merkezi ve eğitim merkezi olmak
amacını taşımaktadır.
Aynı şekilde başlatılan “Çevre Gözlemevi Projesi” ise Türkiye’de kalkınma ve çevreye
ilişkin değişme ve gelişmeleri izlemek üzere bir bilgi gözlemevi kurulması
amacını taşımaktadır.
AB’nin “Çevresel
Yönetim ve Denetim Programı/Raporu” (Eco-Management and Auditing Scheme/Reports
- EMAS/EMAR) programının Türkiye’deki uygulama koşullarının geliştirilmesi
amacıyla bir özel şirket aracılığıyla çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmanın
finansmanı AB tarafından karşılanmıştır.
AB’nin “LIFE” ve “CORINNE” gibi fonlarından bazı
projeler için akçal destek sağlanmıştır.
Son yıllardaki en önemli gelişme ise, Türkiye’nin
AÇA’ya üyelik için başvurması olmuştur.
Türkiye, 9 Ekim 2000 tarihinde imzalanan Anlaşma ile
AÇA üyesi olmuştur. [4]
AB’de Genişleme Sorunu: Kopenhag Ölçütleri ve Çevresel Bütünleşme
AB sürekli olarak üye sayısını
artırmakta olan bir örgüttür. Halen 25 olan üye sayısı yakın bir gelecekte 28’e
çıkacaktır. Ancak, her yeni üye ile birlikte, yeni üyenin Birlik koşullarına
uygunluk düzeyinin irdelenmesi ve Birliğe uyum sürecinin uygulanması sorunları
başlamaktadır.
Birliğin adaylık konusunda aradığı
özellikleri belirleyen belge Kopenhag ölçütleri olarak bilinmektedir. Bu belge
aşağıda özetlenmiştir.
Kopenhag Ölçütleri
Kopenhag
ölçütleri siyasal ölçütler, ekonomik ölçütler ve üyelik yükümlülükleri olmak
üzere üç ana bölümden oluşmaktadır. Ayrıca, üye ülkelerin yönetsel
kapasitelerinin de AB’ne uyum içinde olması gerekmektedir. Bu ölçütler
şunlardır:
Siyasal ölçütler:
· Demokrasiyi, hukuk
devletini, insan haklarını ve azınlıkların korunmasını güvence altına alan
kurumsal kararlılığın varlığı
· Birlik içinde piyasa
güçlerine ve rekabetin yaratacağı baskılara karşı koyabilecek kapasiteye sahip
işlevsel piyasa ekonomisinin varlığı
· Siyasal, ekonomik ve parasal
birlik de dahil olmak üzere üyeliğin gereklerini yerine getirebilme
yeteneklerinin varlığı
Ekonomik ölçütler:
· Piyasa güçlerinin serbest
çalışması tarafından ortaya çıkan arz ve talep arasındaki dengenin varlığı
· Liberal fiyat sisteminin
oluşması
· Piyasaya giriş ve çıkışlar
konusundaki engellerin yokluğu
· Mülkiyet hakkının
düzenlenmesi de dahil olmak üzere yerleşik hukuk sisteminin varlığı; yasaların ve
sözleşmelerin uygulanabilirliği
· Fiyatların kararlılığı ve
sürdürülebilir kamu finansmanı ve dış borçlar da dahil olmak üzere, makro
ekonomik kararlılığın gerçekleştirilmiş olması
· Ekonomik politika konusunda
geniş bir fikir birlikteliğinin varlığı
· Birikimleri yatırıma
yönlendirebilecek kadar gelişmiş finans sektörünün varlığı
Üyelik yükümlülükleri:
· Sınırları olmayan iç
piyasanın varlığı
· Tam rekabetin varlığı
· Siyasal, ekonomik ve parasal
birlik de dahil olmak üzere Avrupa Birliği Sözleşmesi’nde yer alan tüm
hedeflerin kabul edilmesi
· Ortak dış ve iç güvenlik
politikalarının kabul edilmesi
· Bilgi toplumu, eğitim,
öğretim ve gençlik programlarında yenilikler, araştırma ve teknoloji geliştirme
programlarının varlığı
· Sektörel politikalarla
uyumun sağlanması: endüstri, tarım, enerji, su ürünleri, ulaşım, küçük ve orta
ölçekli girişimler
· İstihdam politikaları
arasında uyum ve bölgesel/toplumsal uyumun sağlanması
· Çevre politikalarının
uyumlaştırılması
· Tüketicinin korunması
· Yargı ve iç güvenlik
politikalarının uyumlaştırılması
· Dış ilişkilerde uyum: dış
ticaret, uluslararası ekonomik ilişkiler, gümrük
Yönetsel Kapasite:
· Yönetsel yapıların uygunluk
ve kabul edilebilirlik düzeyi
· Yönetsel kapasitenin uyumu
düzeyinin yeterliliği
· Yargısal kapasitenin uyum
düzeyinin yeterliliği
Ancak, Kopenhag
ölçütleri yalnızca bunlardan ibaret değildir. Üye ülkenin, adaylığının
kesinleşmesi için aşağıdaki unsurların da gerçekleşmesi gerektiği üyelik
görüşmelerinin başlangıcında aday üye ülkeye açıklıkla ifade edilmektedir:
· Hukuk devleti ilkesini
benimsemekle kalmamak ve bu ilkeyi günlük yaşamın ayrılmaz bir parçası durumuna
getirmek
· İyi işleyen bir yargı
sistemi kurmak
· Yolsuzluklarla ve rüşvetle
mücadele etmek
· İfade ve basın
özgürlüklerini güvence altına almak
· AİH Mahkemesi’nin
yetkilerini kabul etmek
· “Ulusal Azınlıkların
Korunması Çerçeve Anlaşması”nı kabul etmek
Ayrıca, ekonomik
rekabet koşulunun yerine getirilmiş sayılması için de, aşağıdaki unsurların
gerçekleşme koşullarına bakılacaktır:
· Ekonomik unsurların kararlı
ve önceden kestirilebilir bir ortam içinde kararalmalarına olanak verecek
düzeyde makro ekonomik kararlılığın varlığı
· Enerji, ulaşım ve
telekomünikasyon da dahil olmak üzere yeterli düzeyde insan ve fiziksel sermaye
ile eğitim ve araştırma çalışmalarının
varlığı
· Rekabetin yönlendirilmesine
olanak verecek ticaret politikası, rekabet politikası, devlet yardımları ve
küçük ve orta ölçekli girişimler için destekleme politikasının varlığı
· Üye ülkelerle yapılmakta
olan ticaretin hacmi ve niteliği
· Küçük şirketlerin ekonomi
içindeki payı
· EURO’ya geçiş için gerekli
hazırlıkları yapma
· Merkez bankasının
bağımsızlığı
· Ekonomik politikaların
eşgüdümü
· Sözleşmenin ekonomik
kararlılık ve büyüme ile ilgili maddelerinin kabul edilmesi
· Kamu açıklarının Merkez
Bankası (ya da Hazine) tarafından karşılanmasından vazgeçilmesi
· Sermaye hareketlerinin
liberalleştirilmesi
· Para değişim mekanizmaları
ile işbirliği yapılması
· Paranın dalgalanmaya
bırakılmaktan sakınılması
· AB mevzuatının yalnızca iç
hukuk kuralları olarak kabul edilmemesi aynı zamanda bu kuralların uygulanır ve
yürütülür kılınması
· Yeni yönetsel kurumların
kurulması ve mevcut kamu yöneticilerinin uygun şekillerde eğitilmesi
·
Yargı sisteminde reform yapılması
·
Yargı
mensuplarının Topluluk Hukuku konularında eğitilmeleri
Çevresel Bütünleşme
Stratejileri: Aday Ülkelerle Genişleme Yükümlülüğünün Çevre Konusunda Yerine Getirilmesi
AB’ne aday ülkelerin üyeliğe hazırlanmaları ve üyeliklerinin kesinleşmesi
konusunda yapılacak çalışmalar arasında “çevre” etmeni önemli bir yer
almaktadır. Aday ülkelerle AB üyesi ülkeler arasında çevre alanında herhangi
bir farklılaşma olmaması, Birliğin çevre politikalarının aday ülke tarafından
tümüyle benimsenmesi ve aday ülkenin çevre mevzuatının ve yönetiminin bu amaca
uygun ve yeterli olması bu bağlamda üzerinde durulan temel konular olmak
durumundadır.
Nitekim,
AB Komisyon’u tarafından AB Konseyi’ne, Avrupa Parlamentosu’na, Bölgeler
Komitesi’ne ve orta ve doğu Avrupa’daki aday ülkelere gönderilen bir genelgede (communication) bu konuda önemli
ipuçları verilmekte ve önerilerde bulunulmaktadır. “Çevre İçin Katılma Stratejileri:
Orta ve Doğu Avrupa’daki Aday Ülkelerle Genişleme Konusundaki Meydan Okumaların
Karşılanması” (Accession
Strategies for Environment: Meeting the Challenge of Enlargement with the
Candidate Countries in Central and Eastern Europe) başlıklı
bu genelge, çevresel bütünleşme konusunda yapılması gereken etkinlikleri ve
karşılanması gereken koşulları açıklıkla ortaya koymaktadır.
Genelge’nin
başlığında orta ve doğu Avrupa’daki aday
ülkelerden söz edilmesine karşın, Türkiye’nin adaylık sürecinde de aynı
çevresel koşulların gündeme geleceğinden kuşku duymamak gerekmektedir.
Aday Ülkeler ve AB
Genelge, aday ülkelerle AB arasındaki çevresel
özellikleri şu şekilde özetlemektedir:
· Aday ülkelerde çevre
sorumlulukları yeterince gelişmemiştir.
· Bu ülkelerin çevre koruma
çalışmalarında önemli boşluklar ve yetersizlikler vardır.
· Buna karşılık bu ülkeler,
geniş ve el değmemiş doğal kaynaklara ve zenginliklere sahiptirler.
Genelge, bu temel yargılardan yola çıkarak, AB’nin sorumlululuğunu, bu zenginlikleri ve
varlıkları korumak ve aynı zamanda gerek ekonomik ve gerekse çevresel açıdan
sürdürülebilir bir kalkınmayı yönetmek ve güvence altına almak olarak
belirlemektedir.
Genelgeye göre,
aday ülkelerle AB arasındaki çevresel bütünleşmenin
köşetaşını çevre mevzuatı oluşturmaktadır.
Genelgeye göre, bu amacın gerçekleştirilmesi için aday ülkelerle AB arasında özel bir
strateji geliştirilmelidir. Bu stratejide, öncelikle, aday ülkeye AB’nin çevre mevzuatının iç hukuk mevzuatı olarak kabul
edilmesi, benimsenmesi ve uygulanması gerektiği açıklıkla ifade edilecektir.
Ancak, bu çerçevede AB, katılma öncesi uyum çalışmalarının sürdürülmesi için destek çalışmalarını
yoğunlaştıracaktır.
Çevresel uyumun sağlanması için uygulanacak temel strateji ise şu şekilde
belirlenmektedir:
· Başta, hava ve su
kirlilikleri olmak üzere, AB ile bütünleşme için, gerçekçi, ulusal, uzun
erimli, aşamalı uyum stratejilerinin hazırlanması ve tüm başvuran ülkelerde
katılma tarihinden önce uygulama alanına konulması
· Katılma ile birlikte ele
alınacak ve kilit önem taşıyan öncelikli alanların ve hedeflerin saptanması
· Tam uyum için ayrı bir
zamanlama programının hazırlanması
· Bu konudaki aday ülke
yükümlülüklerin katılma anlaşmalarında açıklıkla belirtilmesi
· Katılan ülkelerde yapılacak
yeni yatırımların AB çevre mevzuatına uygun olacağının güvence altına alınması
· Özellikle özel sektörde
olmak üzere, ulusal ve dış akçal kaynakların bu stratejilerin uygulanabilmesi
için harekete geçirilmesi
· AB’nin bu konuda yalnızca
kesimsel akçal katkıda bulunması
Yukarıda belirtilen temel stratejiyi desteklemek üzere, adaylık süreci içinde bazı özel çalışmaların yapılması
gerekmektedir. Bu özel görev alanları
da aşağıda belirtilmiştir:
Mevzuat Uyumu
· hukuksal boşukların analizi
· önceliklerin saptanması
· uyumun sağlanması için
gerçekçi bir zamanlamanın yapılması
· hukuk uzmanı açığının
kapatılması
· dil engelinin aşılması
Kurumsal Uyum
· çevre yönetimi için kurumsal
yapının güçlendirilmesi: gereksinimlerin
belirlenmesi ve giderilme yollarının geliştirilmesi
· yeni örgütlerin kurulması
· mevcutların yeniden
örgütlenmesi
· bu amaçla gerekli yasal
mevzuatın hazırlanması
· “bakanlıklararası” ve “AB/aday ülke” eşgüdüm sorunlarının
çözümlenmesi
· görev ve yetki sahibi
“bölgesel ve yerel yönetimler”in uyumu
· personelin eğitimi sorununun
çözümlenmesi
ÖZEL YÜKÜMLÜLÜKLER
Hava
· AB’nin hava kalitesi
gereklerini karşılamak için ortaya çıkan
güçlüklerin saptanması
· AB hava kalitesi limit
değerlerinin aşıldığı yerlerin ve
alanların belirlenmesi
· bu tür bölgeler ve nokta
kaynaklar için “optimizasyon planlar”ının
hazırlanması
· emisyon limitlerini
tuturamayan tesisler için kapatma hazırlıklarının yapılması
· yakıt ölçünlerinin
uyumlaştırılması için rafinerilerde gerekli önlemlerin alınması
· mevzuat değişikliğinin
hazırlanması
· monitoring ve veri toplama sistemlerinin kurulması
Atıklar
· AB’nin katı ve tehlikeli
atık yönetim kararlarına uyum için gerekli önlemlerin alınması
· atıkların yakılması ile
ilgili karara uyum için önlem alınması
· mevcut tesislerin AB
normlarına uygun duruma getirilmesi
· atık toplama, depolama ve bertarafı için gerekli yatırımların
planlanması ve uygulanması
Su
· içmesuyunun kalitesinin
artırılması
· atık suların yönetimi için
gerekli kanalizasyon ve arıtma tesisi yatırımlarının planlanması ve uygulama
alanına konulması
· sınıraşan sular
konusunda akarsu bazında su yönetimi
sistemi kurulması
Endüstri
· “Seveso” kararının
uygulanması için gerekli önlemlerin alınması
· “hot spot”lar için özel
yönetim önlemlerinin alınması
· temiz yakıt sağlanması
· kirli yakıtların
kullanımının durdurulması
2000
Yılı Katılma Ortaklığı Belgesinde Çevre
Aralık
1999’da yapılan ve Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkileri kesin
olarak tam üyelik çizgisine oturtan AB Helsinki Zirvesi’nden sonra, 8 Kasım
2000’de yayınlanan “Türkiye Katılma Ortaklığı Belgesi” [5] üyelik yolunda tarafların yerine getirmek
durumunda oldukları yükümlülükleri belirlemek bakımından büyük bir önem
taşımaktadır. Belgeye “yol haritası” adı
verilmesi de bu açıdan anlamlıdır. Zira, bu belge, geçiş ve uyum döneminde,
tarafların ve özellikle Türkiye’nin tam üyelik için atması gereken adımları
ortaya koymaktadır. Belge, öteki pek çok konu yanında, çevre konusuna da
eğilmekte ve bir yandan Türkiye’deki ulusal ve yerel çevre yönetiminin içinde
bulunduğu koşulların genel nitelikli değerlendirmelerini yaparken öte yandan da
AB mevzuatı karşısında Türk çevre mevzuatının sahip olduğu yetersizlikleri
saptamakta ve bunların giderilmeleri için alınması gereken önlemleri
açıklamaktadır. Bu bölümde bu son gelişmelere göz atmak gerekmektedir.
Belge
çevre ile ilgili 22 Bölümü’nün başlangıcında şu kesin saptamayı yapmaktadır:
“Son katılma ortaklığı normal belgesinin yayınlanmasından bu yana, hava
kalitesi, atık yönetimi, su kalitesi, doğa koruma, endüstride kirliliklerin
denetimi ve risk yönetimi, kimyasallar, genetik açıdan değişikliğe uğramış
organizmalar, ozon tabakasını incelten maddeler, nükleer güvenlik ve
radyasyondan korunma gibi alanlarda, AB mevzuatının Türkiye’ye uyarlanması
konusunda ilerleme elde edildiğini gösteren bir belirti yoktur.”
Belgede,
bu ana saptamadan sonra, öteki temel çevre sorunları konularında şu
değerlendirmelerde bulunulmaktadır:
·
Özellikle çevre ölçünleri, monitoring
gereksinimleri ve ölçme yöntemlerinde olmak üzere Tük mevzuatı hala Topluluk
mevzuatından oldukça uzak bulunmaktadır.
·
Topluluğun çevre mevzuatının Türkiye tarafından
benimsenmesi hedefi hala uzun erimli bir işlev olarak görülmektedir.
·
Yasaların uygulanması yolundaki isteklilik
sınırlıdır.
·
Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği’nin
Topluluk mevzuatına uygun duruma gelmesi için değiştirilmesi gerekmektedir.
·
Hava kalitesi konusundaki mevzuatın Topluluk
mevzuatına uyarlanması gerekmektedir.
·
Hava kalitesi ölçüm sistemlerinde ilerleme elde
edilmelidir.
·
Katıatık yönetimi, ilgili mevzuatın uygulanması
açısından, en fazla sorun taşıyan alan olmak durumundadır. Evsel atıkların %
93’ü yasadışı olarak çevreye bırakılmaktadır. Katıatık yönetimi alanında
Topluluk ölçünlerine ulaşabilmek için esaslı çabaya gereksinim vardır.
·
Su kalitesi ile ilgili mevzuat Topluluk mevzuatına
uygun değildir.
·
Doğanın korunması konusu, uyum sürecinde, üzerinde
özellikle durulması gereken önde gelen konulardan biridir. Topluluğun doğa
koruma ile ilgili mevzuatına erişebilmek için Türkiye’nin doğa koruma konusunda
çok önemli aşamalar elde etmesi gerekmektedir.
·
Endüstride kirlilik denetimi ve risk yönetimi ile
ilgili AB mevzuatının Türkiye’ye tanıtılması ve aktarılması gerekmektedir.
·
AB’nin kimyasallar ile ilgili direktiflerinin
Türkiye’ye tanıtılması ve aktarılması gerekmektedir.
·
1993 tarihi Zararlı Kimyasalların Kontrolü
Yönetmeliği Topluluk mevzuatına uygun değildir.
·
Kimyasalların genel bir envanteri yapılmamıştır.
Genetik olarak değişikliğe uğramış organizmalar konusundaki Türk mevzuatı
Topluluk mevzuatına uygun değildir.
·
Nükleer güvenlik konusunda Türk mevzuatı Topluluk
mevzuatına uygun değildir.
·
Gerek ulusal ve gerekse yerel düzeyde çevre
yönetimi kapasitesi endişe konusudur.
·
Çevre konusunda bilinçlenme ve Topluluğun çevre
konusundaki öngörüleri konusundaki bilgi yetersizdir.
·
Çevre yükümlülerinin yükümlüklerini yerine
getirmeleri güvence altına alınamamaktadır. Buna yolaçan nedenler ise, değişik
düzeyde çok sayıda örgüt ve kurumun aynı konuyla ilgilenmesi, bu durumun yetki
ve görev uyuşmazlıklarına neden olması, uzman ve eğitilmiş personel
yetersizliği ve teknik donanım eksikliğidir.
·
Monitoring sistemleri kurulmasına gereksinim
vardır.
·
Açma ve işletme izin sistemleri kurulmalıdır.
·
Güçlü bir çevre denetimi örgütü kurulmalıdır.
·
Kurallara aykırı davrananlara karşı gerekli
yaptırımlar uygulanmalıdır.
·
Belediyelerin, başta eğitim olmak üzere, AB
politikaları konusunda hazırlıklarını hızlandırmaları gerekmektedir.
·
Topluluk kurallarına uyumun sağlanması açısından
çok önemli ölçüde çevresel yatırım yapılması gereklidir. Çevre yatırımları
bütüncül bir yatırım stratejisi çerçevesinde yapılmalıdır. Bu bağlamda,
Türkiye’de “Çevre Kirliliği Önleme Fonu”nun bulunması önem taşımaktadır.
Etkinlikler: Kısa ve Orta Vade
AB tarafından
Türkiye’ye verilen KOB’de çevre ile ilgili olarak alınması gereken önlemler
kısa ve orta vadeli olmak üzere iki bölüme ayrılmıştır. Kısa vadeli olan bölüm
2001 yılı içinde yapılması gereken etkinlikleri kapsamaktadır. Orta vadeli
dönem ise 2001’den sonraki dört ya da beş yıllık süre içinde gerçekleştirilmesi
gereken çalışmaları içermektedir. Bu etkinliklerin dökümü aşağıda verilmiştir.
KISA VADELİ ÖNCELİKLER – 2001
Müktesabatın uyumu için direktifler özelinde ayrıntılı bir uyum programının benimsenmesi,
·
Çevresel Etki Değerlendirmesi’nin iç hukuka geçirilmesi,
·
Yatırımları finanse etmek üzere, her yıl
için
·
gerçekçi,
·
kamu ve özel sektör finansman
kaynakları ile
·
uyum maliyeti tahminlerine dayanan
·
direktifler özelinde
bir plan geliştirilmesi.
ORTA VADELİ ÖNCELİKLER – 4-5 YIL
·
Çevrenin korunmasını güvence altına
alacak biçimde kurumsal, yönetsel ve izleme kapasitesinin güçlendirilmesi ile
birlikte, özellikle çerçeve ve sektör mevzuatı geliştirmek suretiyle AB çevre müktesabatının yürürlüğe konması
ve uygulanması
Çerçeve mevzuat, yatay mevzuat, doğal çevrenin korunması, su kalitesi ve atık yönetimi ile ilgili mevzuata özel bir önem vermek suretiyle müktesabatın uygulanması
Bir atık yönetimi stratejisinin uygulanması
·
İzleme (monitoring) ağları kurulması
İzin usullerinin ve sistemlerinin kurulması
·
·
Veri toplama sistemlerinin kurulması
·
Çevre müfettişliklerinin kurulması
·
Tüm diğer sektörel politikaların tanımlanması ve uygulanmasının sürdürülebilir
kalkınma ilkeleri ile bütünleştirilmesi
·
ÇED direktifinin yürürlüğe konması ve uygulanması.
Yukarıda
kısa ve orta vadeli etkinlik olarak belirtilen hükümler Türkiye’de tam, doğru,
etkili, güçlü ve çağdaş bir çevre yönetiminin kurulmasını ve halen AB’ye üye
ülkelerde uygulanmakta olan tüm çevresel
mevzuatın ülkemizde de uygulama alanına konulmuş olmasını güvence altına almak
anlamına gelmektedir.
Türkiye,
belirtilen süreler içinde bu hedefleri gerçekleştirebilmek olanaklarına sahip
değildir.
Açıklıkla
belirtmek gerekirki, belgede yeralan ve yukarıda özetlenen unsurların tümü
doğru ve gerçekçidir. Esasen, bu sorunlar, bu araştırmanın daha önceki
bölümlerinde değinilen ve daha önceki yıllarda yapılmış olan çalışmalarda da
benzer ifadelere konu olmuştur.
Daha
açık söylemek gerekirse, Türkiye, çevre yönetimi konusunda AB’nin çok gerisinde
bulunmaktadır. Bu sonucu yaratan ana etmenler şunlardır:
·
Türkiye’nin çevresel altyapısı son decerede
yetersizdir.
·
Türk mevzuatı AB mevzuatının gerisindedir.
·
Çevre yatırımları için gerekli parasal kaynaklar
mevcut değildir.
·
Türkiye’de etkili bir çevre yönetimi sistemi
kurulamamıştır.
·
Şimdiye kadar yürürlüğe konulan çeşitli mevzuatla
kendilerine çevresel açıdan yükümlülük verilmiş özel ve tüzel kişiler
izlenememekte ve denetlenememektedir.
·
Çevre yaptırımlarının uygulanması konusunda
isteksizlik vardır.
Bu
durum, AB’ne uyum sürecinde, Türkiye’nin çevre konusunda çok önemli adımlar
atmasını zorunlu kılmaktadır. Ancak, özellikle Çevre ve Orman Bakanlığı’nın
içinde bulunduğu koşullar karşısında bu konuda bir umut sahibi olabilmek
olanağı bulunmamaktadır.
Türkiye’nin
Ulusal Programında Çevre
AB’nin
yukarıda açıklanan “Katılma Ortaklığı Belgesi”ne (KOB) karşılık, Türkiye “Mevzuatın
Benimsenmesi için Aday Ülkenin Ulusal Çalışma Programı”nı (National Program for the Adoption of the
Acquis) –kısa adıyla, Ulusal Programı, (UP)- Mart 2001’de açıklamış ve
Avrupa Birliği’ne göndermiştir.
UP, aday ülke olarak Türkiye’nin, AB ile bütünleşmesi
için KOB’da öngörülen koşulları nasıl, ne şekilde ve hangi zaman dilimi içinde
yerine getireceğini belirlemektedir.
UP’nin çevre ile ilgili bölümünün incelenmesinden ortaya
çıkan ana sonuç, UP’nin çevre bileşenini hazırlayanların, bilerek ya da
bilmeyerek, hem AB felsefesini ve hem de KOB’da çevre ile ilgili olarak
belirtilenleri yeteri kadar algılayamamış olduklarının ortaya çıkmasıdır.
Örneğin, çevre ile ilgili bölümün “hava kalitesi” alt bölümünde, nihai hedeften
söz edilirken “İklim Değişikliği Çerçeve
Sözleşmesi ile 1979 Uzun Menzilli Sınırlaraşırı Hava Kirliliği Sözleşmesi’nin
eki Protokollerine ancak farklı sorumluluk
ilkesi çerçevesinde katılınması mümkün olabilecektir” sözlerine yer
verildiği görülmektedir. Bu anlatım, “farklı sorumluluk” ilkesi kabul
edilmediği takdirde, ‘AB’ye
katılınmayacaktır’ anlamına gelmektedir.
Oysa, aday ülkelerin AB’ye katılma sürecinde AB ile
koşullar konusunda herhangi bir pazarlık yapmak olanakları yoktur. AB’de
yürürlüğe konulan tüm mevzuatı benimsemiş olmak, adaylığın ilk ve temel
koşuludur. Bu temel koşula karşın, UP’de böyle bir koşula yer verilmiş olması,
AB kavramının uzmanlar tarafından yeteri kadar anlaşılamadığını göstermektedir.
İkinci önemli yetersizlik ise, çevre bölümünü
hazırlayanların, hem evrensel çevre yönetimini yeteri kadar bilmediklerinin
anlaşılması ve hem de Türkiye tarafından yapılması gereken tek eylemin AB ile
Türk mevzuatı arasında koşutluğu sağlamak olduğunu sanmalarıdır. Bu kabullenme
de yanlıştır. Zira, AB ile bütünleşebilmek için mevzuatın uyumlaştırılması
yeterli değildir. Mevzuatın öngördüğü düzeyde ve yetkinlikte bir çevre
yönetiminin hem ulusal ve hem de yerel -ve hatta bölgesel- ölçekte kurulması ve
altyapısı ile birlikte işler konuma getirilmiş olması gerekmektedir. Hatta, bu
dahi yeterli değildir ve alınan önlemlere karşın AB standartlarına uymayacağı
anlaşılan bazı özel ya da kamu endüstriyel tesislerinin temelli kapatılması
gerekecektir.
Bu gereklilik, ülkede ulusal ve yerel ölçekte etkili bir
çevre yönetimi kurulmasını, tüm ulusal ve yerel politikalarda çevre bileşeninin
tam ve net olarak yer almasını, çevresel altyapıların başta hava, su ve katı
atıklarla ilgili olmak üzere ülke çapında kurulması ve AB standartlarının tüm
ülke çapında elde edileceğinin kesin bir şekilde güvence altına alınması
gerekmektedir.
Bu açık ve kesin zorunluluğa karşılık, UP, bütünleşme
olayını yalnızca mevzuatta koşutluk hatta benzerlik
sağlanması olarak algılamakta ve etkili bir çevre yönetiminin ve çevresel
altyapıların kurulmasından ve altyapılar için gerekli finansman yükünün
karşılanması için alınması gereken ulusal önlemlerden söz etmemektedir.
Öte yandan, UP’nin çevre alt bölümünün çeşitli çevresel
medyalarla ilgili kesimlerinde kısa, orta ve uzun vadede yapılacağı belirtilen etkinliklerin hemen
tümü KOB’de belirtilen sorunların ve eksikliklerin gerçek anlamda çözümü ile
uzaktan ya da yakından ilgisi olmayan etkinlikler niteliğinde olduğu
anlaşılmaktadır. UP’de yapılacağı belirtilen etkinliklerin yapılacağı
kuşkuludur. Ancak, yapıldıkları varsayılsa bile bu etkinliklerle ülkede
istenilen ve olması gereken düzeyde bir çevre yönetiminin oluşturulabilmesi
olanaklı değildir.
Türkiye’de, konu ile ilgilenenler, Orman Bakanlığı ile
birleşmesinden önce, Çevre Bakanlığı’nın gerek doğa koruma ve gerekse çevrese
kirlilikleri önleme konusunda herhangi bir yetkisi olmadığını bilirler.
Örneğin, doğa koruma çalışmalarında ana sorumlu bakanlık Kültür Bakanlığı’dır.
Hava kirliliğinin önlenmesinde ana sorumlu bakanlık Sağlık Bakanlığı’dır. Su
temini ve atık suların arıtımı konusunda DSİ ve belediyeler yetkilidir. Bu
konularda Çevre ve Orman Bakanlığı’nın yetkileri az ve etkisizdir.
Bu koşullar altında, AB ile çevre alanında
bütünleşebilmek için AB koşulları bağlamında yetkili, etkili ve güçlü bir çevre
örgütü kurulması ve çevresel yetkilerin bu örgüte aktarılması gerekirken bu tür
önlemlerden UP’de hiç söz edilememekte ve hatta bazı bölümlerde “bu konuda mevcut teşkilat yapısında
değişiklik yapılmasına gerek bulunmaktadır” gibi anlaşılması olanağı
bulunmayan ifadelere yer verilmektedir.
Kısaca belirtmek gerekirse, UP, çevre bağlamında KOB’da
öngörülen isteklere yeterli yanıt vermekten uzak bulunmaktadır. Konu,
uzmanlarca yeteri kadar algılanamamış ve anlaşılamamıştır. Bir anlamda, bu
konudaki yükümlülükler geçiştirilmek
istenmiştir.
Avrupa Birliği’nin Türkiye 2001 Yılı İlerleme Raporu
Avrupa Birliği’nin, Türkiye’nin tam adaylığı ile ilgili
2001 yılı İlerleme Raporu 13 Kasım 2001 günü yayınlanmıştır. Kamuoyunda “yol
haritası” olarak nitelendirilen 2000 yılı İlerleme Raporu’nun üyelik için
getirdiği görüşler çerçevesinde, Türkiye tarafından hazırlanan Ulusal
Program’ın yeterliliği konusunda AB’nin ilk resmi belgesi olmak niteliğini
taşıyacak olan 2001 yılı İlerleme Raporu’nun Türkiye Ulusal Programı’nı genelde
yetersiz ve olumsuz bulduğu anlaşılmakla birlikte bizi asıl ilgilendiren bu raporun
çevre ile ilgili bölümüdür.
2001 Yılı İlerleme Raporu Türkiye Ulusal Programı’nın
çevre ile ilgili bölümünü de yetersiz ve olumsuz bulmuştur. 2001 Yılı İlerleme
Raporu, Türkiye Ulusal Programı’nın çevre konusunda hiç bir yükümlülük altına
girmediğini, çevresel uyum çalışmalarında kullanılmak üzere bir bütçe
yapılmadığını ya da bütçede bu amaçla pay ayrılmadığını ve çevresel
hasarların/zararların belirlenmemiş olduğunu bu konudaki görüşüne dayanak ve
gerekçe yapmaktadır.
2001 Yılı İlerleme Raporu, çevre konusunda şu genel
hükmü içermektedir: “Türkiye, son ilerleme raporundan bu yana, gerek yatay
mevzuatın ve gerekse hava kalitesi, atık yönetimi, su kalitesi, doğa koruma,
endüstriyel kirlenme ve risk yönetimi, genetik olarak değişime uğratılmış
organizmalar, araç ve makinelerden kaynaklanan gürültü ve nükleer güvenlik ve
radyasyondan korunma alanlarındaki mevzuatın ülkeye aktarılması konusunda
önemli bir ilerleme göstermemiştir.” Raporda daha sonra, Türkiye’de çevre ile ilgili
olarak son bir yıl içinde yapılan çalışmalar hakkında bilgi verilmekte ve
çevresel bütünleşme konusunda şu genel değerlendirme yapılmaktadır:
-
Türk çevre mevzuatı, özellikle çevre standartları, monitoring ve ölçme
yöntemleri başta olmak üzere, AB mevzuatından çok değişiktir.
-
AB’nin çevre mevzuatının bütünüyle uyarlanması için Türkiye’de esaslı bir
çaba harcanmasına gerek vardır.
-
Çevre mevzuatının uygulanması ve yürütülmesi ile ilgili yönetsel
kapasitenin esaslı ölçüde iyileştirilmesi gereklidir.
-
AB çevre direktiflerine uyumun sağlanabilmesi için mevcut mevzuatın
ayrıntılı olarak incelenmesi gerekmektedir.
-
Türk hava kalitesi mevzuatının AB mevzuatına uyarlanması gerekmektedir.
-
Bunun da ötesinde, hava kalitesi ölçüm sisteminin AB mevzuatına göre
esaslı ölçüde iyileştirilmesi gerekmektedir.
-
Atık yönetimi Türkiye’nin en sorunlu alanlarından biridir. Evsel
atıkların yüzde 93’ü yasa dışı olarak çevreye bırakılmaktadır.
-
AB’nin atık yönetimi mevzuatının Türkiye’ye uyarlanması için esaslı bir
çabaya gereksinim vardır.
-
Türkiye’nin su kalitesi mevzuatı AB mevzuatı ile uyum içinde değildir.
-
Doğanın korunması konusundaki mevzuat uyumunun sağlanması için
Türkiye’nin esaslı ölçüde çaba göstermesi gerekmektedir.
-
Endüstriyel kirlilik ve risk yönetimi ile ilgili AB mevzuatının
Türkiye’ye tanıtılması gerekmektedir.
-
Türkiye’de kimyasallarla ilgili bir envanter yoktur.
-
Türkiye’nin genetik açıdan değişikliğe uğramış organizmalarla ilgili
mevzuatının AB mevzuatına uyarlanması gerekmektedir.
-
Nükleer güvenlikle ilgili Türk mevzuatı, Birlik mevzuatı ile tam uyum
içinde değildir.
-
Türkiye’nin çevresel yatırımlarının AB mevzuatı çerçevesinde bütüncül bir
sratejik planlamaya konu olması gerekmektedir.
-
Türkiye’nin çevre yönetiminden sorumlu merkezi ve yerel hükümet
birimlerinin yönetim kapasitesi ciddi bir endişe konusudur.
-
Eğitilmiş ve uzman personel, maddi kaynak ve teknik araç ve gereç
eksikliği yanında, aynı konuda çok sayıda kamu kuruluşunun yetkili, görevli ve
sorumlu olması nedeniyle ortaya çıkan kuurmsal ve yönetsel karmaşa, çevre
mevzuatının etkili bir şekilde yürütülmesini engellemektedir.
-
İzin ve izleme sistemlerinin etkili bir şekilde kurulması ve çalışması
gerekmektedir.
-
Çevre müfettişliği/denetimi sistemi kurulmalıdır.
-
Yaptırımların caydırıcı etkisi artırılmalı ve uygulanmalıdır.
-
Belediyeler, özellikle eğitim ve çevre politikalarının uygulanması
konularında güçlendirilmelidir.
Kuşkusuz, çevreyle ilgili olarak gelinen bu sonuç,
buraya kadar yaptığımız açıklamalar çerçevesinde bir sürpriz olmak özelliğini
taşımamakta ve belirttiğimiz görüşlerle örtüşmekte ve onları desteklemektedir.
Avrupa Birliği’nin Türkiye 2004 Yılı İlerleme Raporu
Birliğin Türkiye açısından kritik önem taşıyan 2004 yılı ilerleme raporunda
çevre konusunda ciddi eleştiriler ve uyarılar yer almaktadır. Rapor, AB çevre
mevzuatının 200’den fazla yasal düzenleme içerdiğini belirterek bunları
uygulama alanına koymanın ve kurallara yükümlülerce uyumun güvence altına
alınmasının önemli bir finansal destek ile ulusal, bölgesel ve yerel düzeyde
güçlü ve iyi donatılmış yönetimlere kesin zorunluluk duyacağını söyelemektedir.
Rapor,
mevzuata uyum konusunda bazı gelişmeler (ÇED yönetmeliği, Bilgi Edinme Hakkı ve
İklim Değişikliği Sözleşmesi’nin onaylanması gibi) olmakla birlikte çevresel
sorunların diğer politikalarla bütünleşmesi açısından bir gelişme elde
edilmediğini belirtmektedir.
Raporda
sınırlı ve hatta çok sınırlı gelişme elde edildiği belirtilen alanlar
şunlardır:
-
Hava kalitesi
-
Katı atık yönetimi
-
Su kalitesi
-
Doğa koruma
-
Kimyasallar
-
Nükleer güvenlik ve radyasyondan korunma
-
Yönetsel kapasitenin güçlendirilmesi
-
Çevresel etki değerlendirmesi
Raporda
gelişme elde edilmediği belirtilen alanlar şunlardır:
-
Genetik açıdan değişikliğe uğramış organizmalar
-
Gürültü
Raporda
üzerinde daha fazla iyileştirme çalışması gereken alanlar ise şu şekilde
saptanmaktadır:
-
Sınır aşan çevresel etkilerin değerlendirilmesi
-
Kyoto protokolünün onaylanması
-
Hava kalitesi ölçüm sistemlerinin kurulması
-
Ulusal katı atık yönetim stratejisinin ve planının
oluşturulması
-
Su kalitesi yönetimi için bir çerçeve yasa çıkarılması
-
Su yönetimi konusunda komşu ülkelerle işbirliğinin
artırılması
-
Doğal kaynakların yömetiminde kurumlar arası uyumun
artırılması ve bu alanda yeni bir çerçeve yasa çıkarılması
-
Soyu tükenmekte olan varlıkların korunması
-
Endüstriyel kirlenme ve risk yönetimi
-
Genetik açıdan değişikliğe uğramış organizmalar
-
Gürültü
-
Nükleer güvenlik ve radyasyondan korunma
-
Sürdürülebilir kalkınmanın güvence altına alınması için
diğer ulusal poltikalarla çevre poltikalarının bütüleştirilmesi
-
Çevre ve Orman bakanlıklarının birleştirilmesinden beklenen yararların elde
edilmesi için yeni önlemler alınması
-
Çevre konusunda bakanlıklar ve kurumlar arasında var olan
görev, yetki ve sorumluluk tekrar ve boşukların giderilşmesi
-
Yerel yönetim reformu ile ilgili yasalar uyarınca yerel
yöetimlerin çevresel yönetim kapasitelerinin güçlendirilmesi
-
Çevre denetim çalışmalarının planlanması ve planların
uygulama alanına konulması
-
Eğitilmil eleman temini
-
Teknik araç ve gereç eksikliklerinin giderilmesi
-
AB çevre mevzuatı ile bütünleşme
-
Yeni yatırımların
AB mevzuatına uygunluğunun güvence altına alınması.
Rapor, sonuç olarak, elde edilen sınırlı
gelişmelere karşın AB çevre mevzuatının ülke mevzuatına aktarılması
çalışmalarının düşük düzeyde kaldığını belirterek asıl sorunun mevzuatın
uygulama alanına konulmasında ve çevre yükümlülerinin yasal zorunluluklara
uymalarını güvence altına alacak denetim ve yönetim sistemlerinde görülen
zayıflıklarda yattığını söylemektedir. Rapor, AB mevzuatına geçişin alanların
hava kalitesi, su kalitesi, doğa koruma, endüstriyel kirlenme ve risk yönetimi
olduğunu belirtmekte ve üzerinde özellikle durulması gereken alanın ise yönetim
kapasitesinin artırılması ve yetkili kurumlar arasında eşgüdüm mekanizmalarının
güçlendirilmesi olduğuna işaret etmektedir. Raporda, son olarak, önümüzdeki 4-5
yıl içinde çevre alanında ciddi yatırım gereksiniminin ortaya çıkacağı ifade
edilmektedir.
Ancak, çevre konusundaki
asıl değerlendirme “Türkiye’nin Üyelik Perspektifinin Yaratacağı Sorunlar” (Issues Arising from Turkey’s Membership
Perspective) adlı bir başka raporda yer almaktadır. Türkiye’nin AB’ye üyeliğinin
Türkiye ve Birlik açısından yaratacağı stratejik sorunları ele alan bu raporun
çevre ile ilgili bölümünde özetle şu ifadeler yer almaktadır:
Türkiye’nin üyeliğinin çevre açısından yaratacağı asıl sorunöteki yatay
sorunlara ek olarak finansaldır. Türkiye’nin çevresel uyum için kamu ve özel
sektör aracılığıyla yapacağı yatırımların maliyeti on milyarlarca euro
olacaktır. Bu yatırımlar esas olarak su temini, atık suların toplanması ve
arıtımı ve katı atıkların toplanması ve bertarafı alanlarında olacaktır. Türk
endüstrisi AB gerekliliklerine uymak için büyük yatırımlar yapmak zorunda
kalacaktır. Bu bağlamda, bütünleşik
kirlenme önleme ve denetleme ile ilgili kurallara uyum için yapılacak
yatırımlar ciddi boyutta olacaktır. İyileştirilmesi olanağı olmayan tesisler
kapatılacaktır. Atıkların arıtımı ve hava kalitesi için özel çaba harcanması
gerekmektedir. Ekonomik ve çevresel çıkar çatışması nedeniyle doğa koruma
alanında ciddi güçlüklerle karşılaşılacaktır. Ulusal ve bölgesel düzeyde çevre
yönetimi benzer durumda olan ve Birliğe yeni üye olan ülkelere oranla çok az
gelişmiştir. Etkili bir yönetim sürecinin kurulması 10 yılı
bulabilecektir.Avrupa Birliği yardımları ise ÇED ve doğa koruması konularının
güvence altına alınması koşuluna bağlı olmalıdır. Su kaynaklarının yönetimi ve
buna ilişkin altyapının kurulması giderek daha çok önemli olacaktır.
Türkiye’nin Kyoto Prokolü’nü onaylaması AB hava kalitesine olumlu katkı
yapacaktır.
Avrupa
Adalet Divanı ve Çevre Konusunda Verdiği Kararlardan Örnekler
AB’ne
katılma durumunda ortaya çıkacak temel gerçeklerden biri de Avrupa Adalet
Divanı (AAD) olgusudur. Avrupa Birliği Anlaşması’na göre, AAD’nın ana görevi
üye ülkelerle AB arasındaki uyuşmazlıkları AB mevzuatı çerçevesinde çözüme
bağlamaktır. AAD’nın vereceği karar üye ülkeler açısından bağlayıcı nitelik
taşımaktadır. AAD’nın çevre konusunda son yıllarda verdiği bazı kararlar AB’ne
üye olmak durumunda ortaya çıkabilecek hukuksal yükümlülükler açısından ilginç
işaretler vermekte ve önemli özellikler taşımaktadır.
Avrupa
Adalet Divanı tarafından görülen “AB
Komisyonu vs. Yunanistan Cumhuriyeti” davasında 4 Temmuz 2000 günü verilen
bir kararla, Yunanistan çevre yönetimi konusunda AB kurallarını uygulamamak
nedeniyle para cezasına çarptırılan ilk üye ülke olmuştur. 1992 yılında
imzalanan Avrupa Birliği Anlaşması, AAD kararını uygulamayan üye ülkeye günlük
para cezası verme olanağı getirmektedir. AAD’nın bu kararıyla, Yunanistan,
Girit Adası’nın Chania yöresinde atıkların güvenli yönetimi ile ilgili
yükümlülüklerini yerine getirmemiş olması nedeniyle bu alandaki
yükümlülüklerini yerine getirinceye kadar günlük 20000 Euro para cezası ödemeye
mahkum edilen ilk Avrupa Birliği ülkesi olmuştur.
AAD
tarafından 6 Temmuz 2000’de “AB Komisyonu
vs. Belçika Krallığı” davası ile ilgili olarak verilen bir kararda da,
Belçika’nın AB’nin 91/271 sayılı Direktifi (kentsel
atıksuların arıtılması) ile ilgili yükümlülüklerini yerine getirmediği
hükmü yer almıştır. Belçika’nın Brüksel-Başkent Bölgesi’ndeki iç sorunların bu
konudaki yükümlülüklerin yerine getirilememesinde “zorlayıcı neden” (force
majeure) olduğu yolundaki savunması ise AAD’nı tarafından yerinde
görülmemiştir. ADD verdiği kararda, Brüksel bölgesi ile ilgili sorunun bu
ülkenin siyasal ve yönetsel örgütlenmesi ile ilgili olduğu ve bu durumun -bu
nedenle- tümüyle ülkenin bir iç sorunu olduğu ve bu nedenle de zorlayıcı neden
olarak kabul edilemeyeceğini hükme bağlamıştır.
AAD,
Ocak 2002, Yunanistan hükümetini deniz kaplumbağalarını AB “Habitat” direktifine uygun olarak korumadığı için
kınamış, gerekli önlemlerin alınması için iki ay süre vermiş ve aksi takdirde,
Chania örneğinde olduğu gibi, para cezası uygulacağını bildirmiştir.
AAD,
Eylül 2004’de Fransa’yı birlik mevzuatının ulusal mevzuata aktarılmasında
yetersiz kaldığı gerekçesiyle kınamıştır.
AAD,
aynı tarihte, İspanya hükümetini Valencia- Tarragona demiryolu hattı projesi
ile ilgili çevresel etki değerlendirmesini yasalara aykırı olarak yapmaması
nedeniyle kınamıştır.
AAD,
aynı tarihte, İtalya hükümetini atık su arıtmasından çıkan çamur içindeki ağır
metal miktarlarının açıklanmasına sansür uygulaması nedeniyle kınamıştır.
AAD,
aynı tarihte GMO ile ilgili direktife uymaması nedeniyle Finlandiya hükümetini
kınamıştır.
AAD,
Eylül 2003’de, İtalya hükümetini yeni model taşıt araçlarının yakıt ekonomisi
ve karbon dioksit emisyonu ilgili bilgileri tüketicilere açıklamaması nedeniyle
kınamış ve İtalya hükümetinin gerekçe olarak öne sürdüğü anayasa reformu ve
bütçe sınırlılıkları gibi nedenleri ise geçersiz bulmuştur.
AAD,
aynı tarihte, İrlanda hükümetini kıta sahanlığında su kalitesinin korunması ile
ilgili AB direktifine uymaması nedeniyle kınamıştır.
Bu
kararlar açıklıkla göstermektedir ki, üye ülkeler AB’ye girdikleri andan
itibaren üyelikle ilgili tüm yükümlülüklerini yerine getirmek durumundadırlar.
Üye ülke bu zorunluluğa uymadığı takdirde önce kınanmakta, gerekli önlemleri
alması için süre vermekte ve gerekirse üye ülkeyi yükümlülüğünü yerine
getireceği ana kadar günlük para cezasına çarptırılabilmektedir.
Akçal Yük
Genelgede,
yukarıda belirtilen koşulların yerine getirilebilmesi için orta ve doğu
Avrupa’da aday olan 10 ülkenin karşılaşacağı akçal yük için bir kestirimde de
bulunulmaktadır. Buna göre, AB ile çevre konusundaki bütünleşmenin maliyeti 100-120 milyar Euro dolaylarında
olacaktır. Bu miktara yalnızca hava kirliliği arıtma tesisleri, su ve atık su
yatırımları ve katıatık yönetimi tesisleri dahildir. “Yürütme ve yönetim”
giderleri ise bu miktar içinde yer almamaktadır.
Türkiye’de AB
tarafından yaptırılan bir araştırmada ise Türkiye’nin AB ile çevresel
bütünleşmesi için yapılması gereken altyapı yatırımlarının tutarının yaklaşık
50 milyar Euro olacağı hesaplanmıştır. Yukarıda 10 yeni ülke için verilen değer
göz önünde tutulursa ve söz konusu ülkelerin toplam büyükülüğünün ancak Türkiye
kadar olduğu gerçeği dikkate alınacak olursa, Türkiye için yapılan 50 milyar
Euro kestirimin isabetli olmadığı anlaşılmaktadır. Türkiye’nin gerçekleştirmesi
gereken çevresel altyapının 100-120 milyar Euro civarında olacağı
varsayılmalıdır.
Çevresel Bütünleşmede Öncelikli
Alanlar: Hava, Su ve Katıatıklar
Genelgeye göre, her ülkeye özgü koşullar gözönünde
tutulmak üzere, öncelikle aday ülkedeki
mevcut çevre kalitesi koşulları saptanmalıdır.
AB ile çevre konusunda bütünleşme için iki alana öncelik verilecektir: hava ve su kirliliklerinin önlenmesi ve
hava ve su kalitesinin geliştirilmesi. Üçüncü öncelikli alan ise katıatıkların yönetimi olacaktır.
Bu çerçevede yapılacak temel çalışma ise, AB ile aday
ülke arasında gerekli karşılaştırmaların
yapılması ve mevzuata ilişkin ve kurumsal alanda görülen aksaklıkların,
yetersizliklerin ve boşlukların saptanması olacaktır. Bu çalışmanın
yapılabilmesi için aday ülkedeki mevcut
ulusal çevre mevzuatının bütünüyle gözden geçirilmesi ve ortaya çıkan
sonuçların AB mevzuatı ile karşılaştırılması gerekmektedir. Bu
karşılaştırma, AB’nin çevre mevzuatının madde
madde ele alınması şeklinde olacak ve her bir düzenlemenin ulusal karşılığının olup olmadığı ve varsa bu
düzenlemenin yeterli olup olmadığı
irdeleme konusu yapılacaktır.
Bu amaçla
AB tarafından hazırlanmış olan “AB Çevre Mevzuatına Yaklaşım Kılavuzu” (Guide
to the Approximation of the EU Environmental Legislation) temel yol
gösterici olacaktır.
Bu çerçevede, orta ve doğu Avrupa’daki aday ülkeler
için geliştirilmiş olan “Birliğin İç Pazarı İle Bütünleşme için Orta
ve Doğu Avrupa’daki İlgili Ülkelerin Hazırlanması” (Preparation of the Associated Countries of Central and Eastern Europe
for Integration into the Internal Market of the Union) başlıklı belge de
gözönünde tutulacaktır.
Daha sonraki aşama ise bütünleşmenin gerçekleşmesi için yapılması gerekenlerin saptanması ve
planlanması olacaktır.
Bu çalışmayı, aday ülkedeki çevre ile ilgili kurumsal yapıların irdelenmesi bu
kurumların güçlü ve zayıf noktalarının saptanması çalışması izleyecektir.
Sonuç olarak, AB ile çevresel bütünleşme için gerekli
olan çevre yönetiminin temel süreçleri ve aday ülke için bir çerçeve çevre
mevzuatı geliştirilmiş olacaktır.
Sektörel Bütünleşme: Bütünleşme İçin
Ulusal Program
Bütünleşmenin güvence altına alınması için her aday
ülke bir çalışma programı
hazırlayacaktır. Bu programa “Mevzuatın Benimsenmesi için Aday Ülkenin
Ulusal Çalışma Programı” (National
Program for the Adoption of the Acquis) adı verilmektedir. Aday ülkeler bu
programlarını hazırlarken yukarıda belirtilen konular yanında, şu sorulara da
yanıt verecektir: Enerji tasarrufu, temiz
teknoloji, atık minimizasyonu ve geridönüşüm ile ilgili politikalar ülkenin
ekonomik ve sektörel politikaları ile nasıl bütünleştirilecektir? Ülkenin
çevresel ve kaynak sınırlılıkları gözönüne alındığında endüstriyel ve tarımsal
üretim nasıl sürdürülebilir kılınacaktır? Bütünleşmenin ilk yıllarındaki
ekonomik çöküşden ortaya çıkacak çevresel kazanım ekonominin büyümeye
başlamasıyla nasıl sürekli kılınabilecektir? Birliğe yeni katılan ülkelerdeki
yeni yatırımların AB mevzuatına tam olarak uygun olması koşulu nasıl güvence
altına alınacaktır?
Bu düzenlemelerin
esasını oluşturan AB Gündem 2000’i de çevre konusunda düzenleyici hükümler
içermektedir. Buna göre, aday ülkeler, Birliğe girdikten sonra yapılacak tüm yeni yatırımlarda AB’nin yatırımlarla
ilgili kurallarına uymak zorunda olacaklardır. Bu kural üye ülkede eski
tesislerin esaslı ölçüde yenilenmesi ve genişletilmesi çalışmaları için de
geçerli olacaktır.
Bir başka önemli
yükümlülük de, alınan önlemlere karşın AB mevzuatına uyması olanağı görülmeyen tesislerin kapatılması zorunluluğudur.
AB’nin çevre
açısından öncelikli konularından bir diğerini de nükleer enerji oluşturmaktadır. AB nükleer enerjinin yaratacağı
risklerin azaltılmasına özel bir önem vermektedir. Aday ülkelerle yapılacak
uyum çalışmaları sırasında, bu konu özellikle ele alınacak sorunlar arasında
yer almaktadır. Özellikle orta ve doğu Avrupa ülkelerinde yer alan eski Sovyet
teknolojisine dayalı nükleer santraller bu konuda ciddi bir sorun kaynağı olmak
durumundadır. Bu nedenle, Türkiye’nin
almış olduğu nükleer elektrik santralinden vazgeçme kararının AB’nin
beklentilerine uygun olduğu anlaşılmaktadır.
Bütünleşme Sürecinde AB Yardımları
Aday ülkenin
içine gireceği çok büyük çaplı akçal, hukuksal, kurumsal, yönetsel ve yasal
yükümlülüklere karşılık AB aşağıda belirtilen şu alanlarda aday ülkeye yardımcı
olacaktır:
· PHARE programı çerçevesinde
yapılan yardımların artırılması: “Katılma Ortaklığı Fonu”ndan yardım, “Büyük
Kapsamlı Altyapı Yatırımları Fonu”ndan (Large Scale
Infrastructure Investment Facility)
yardım, kurulması düşünülen “Katılma Öncesi Yardım için Yapısal Politikalar
Fonu” (Instrument for Structural Policies for Pre-accession Assistance) aracılığıyla yardım sağlanması
· Çok disiplinli alt çalışma
ve danışma komitelerinin kurulması
· Öteki akçal kaynakların aday
ülkeye yardımcı olmak üzere harekete geçirilmesi
· Uygulama ve kuralların
yürütümü (enforcement) için kurumsal gelişme yardımında
bulunulması
· Aday ülkenin AB’nin çevre
için temel akçal kuruluşu olan LIFE çalışmalarına katılmasının sağlanması
· Aday ülkenin AÇA
çalışmalarına katılmasının sağlanması
· Araştırma projelerinin,
pilot projelerin ve gösteri amaçlı örnek projelerin desteklenmesi.
Sonuç
Türkiye, AB’ne
tam üyelik için aday olarak kabul
edilmiş bir ülkedir. AB ile bütünleşme sürecinde çevre konusu son derecede önemli bir rol oynayacaktır.
Bu araştırmada,
AB ile Türkiye arasındaki çevre konusunda içinde bulunulan koşulların, sahip
olunan sorunların, sorunların
giderilmesi için yapılmakta olan çalışmaların,
çevre konusunda geliştirilmiş olan politikaların
ve çevresel örgütlenmelerin çok
genel nitelikli bir karşılaştırılması ve değerlendirmesi yapılmıştır.
Yapılan
irdelemelerden ortaya çıkan sonuç, politikalar,
söylemler ve hatta yasal mevzuat açısından Türkiye ile AB arasında önemli bir
farkılılaşma olmadığıdır.
Ancak, AB’nin
çevre mevzuatının madde madde ele
alınması ve bu düzenlemelerin Türkiye’deki karşılıklarının varlığı, isabetliliği, geçerliliği ya da yeterlilikleri konusunda yapılacak irdelemede önemli sorunların ortaya çıkacağı anlaşılmaktadır.
Çevresel
bütünleşmede asıl sorun eylem, uygulama, kurumsallaşma, örgütlenme
ve çevresel yönetim ve planlama yetkinliklerinin irdelenmesinde ve ortaya
çıkacak eksikliklerin giderilmesi için Ulusal Plan’ın hazırlanmasında ve
uygulanmasında ortaya çıkacaktır.
Türkiye’nin bu
eksiklikleri kısa zamanda giderebilmesi
olanağı yoktur. Özellikle, Çevre ve
Orman Bakanlığı’nın içinde bulunduğu ‘kurumsal
yokluk’ ortamı bu konuda son derecede düşündürücü ve endişe vericidir.
Sorunun
ağırlığını -biraz olsun-
hafifletebilecek olan olgu, AB’nin bütünleşme sürecinde köşetaşını “mevzuatın uyumu” olarak belirlemiş olmasıdır. Mevzuatın
uyumlaştırılması çevresel bütünleşme sürecinde Türkiye’ye zaman kazandırabilir.
Ancak, uygulamadaki farklılaşmanın giderilmesinin
Türkiye açısından olanak dışı denilebilecek kadar zor olduğu bir ortam içinde
bulunulduğu da yadsınmamalıdır.
Bu zorluğu daha
da güçleştiren olgu ise, Türkiye’nin
sürdürülebilir kalkınma ilkesine uygun eylemler ve uygulamalar geliştirme
konusundaki isteksizliği, ekonomik gelişme ve işsizlik sorunlarının çözümüne
daha fazla ağırlık ve öncelik vermesidir.
Sorunu asıl güçleştirecek olgu ise çevre konusunda ayrılabilecek kaynakların
sınırlılığıdır. Türkiye çağdaş bir
çevre yönetimine geçmek için çok önemli çevresel yatırımlar yapmak zorundadır.
Kamu maliyesinin içinde bulunduğu koşullar ise bunu olanaksız kılmaktadır.
KAYNAKÇA
Avrupa Birliği Komisyonu, (2000), 2000 Regular Report From the Commission on Turkey’s Progress Towards
Accession, 8 Kasım 2000, pp.82
Avrupa Birliği Komisyonu, (2001), 2001 Regular Report From the Commission on Turkey’s Progress Towards
Accession, 13 Kasım 2001.
Avrupa Birliği Komisyonu, (
Avrupa Birliği Komisyonu, (2004 b), Issues Arising from Turkey’s Membership
Perspective, 6 Ekim 2004
Dışişleri Bakanlığı, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği, Ulusal Program.
DPT, (1994) Çevre,
Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Çevre Özel İhtisas Komisyonu Raporu.
DPT, (1995) Çevrenin
Korunması ve Geliştirilmesi, Temel Yapısal Değişim Projesi Komitesi Raporu.
DPT, (1996) Yedinci
Beş Yıllık Kalkınma Planı.
DPT, (1998) Ulusal
Çevre Stratejisi ve Eylem Planı.
DPT, (1997) Türk-AT Mevzuat Uyumu Sürekli Özel İhtisas
Komisyonu, Çevre Alt Komisyonu Raporu.
İktisadi Kalkınma Vakfı (1998), Avrupa Birliği ve Türkiye Çevre Politikalarının Karşılaştırmalı
İncelemesi.
OECD, (1992) Türkiye’de Çevre Politikaları.
Yaşamış, Firuz Demir, (1989a) Çevresel Yönetim ve Planlama.
Yaşamış, Firuz Demir, (1991a) Bebek Ölümlerinin Çevresel Nedenleri.
Yaşamış, Firuz Demir, (1995a) Çevre Yönetiminin Temel Araçları.
Yaşamış, Firuz Demir, (1997a) Çevresel Etki Değerlendirmesi.
Yaşamış, Firuz Demir, (1982a) Çevre Sorunlarının Önlenmesinde Belediyelerin Değerlendirilmeyen Yetki
ve Olanakları, İller ve Belediyeler Dergisi, Sayı 443-444, Ankara,
s.917-922.
Yaşamış, Firuz Demir, (1982b) Ülkemizde Çevre Örgütlenmesi, İller ve Belediyeler Dergisi, Sayı
440, Ankara, s.813-815.
Yaşamış, Firuz Demir, (1988) Çevre Koruma Kanunu Uygulanamıyor, Çevre Sorunlarına Yaklaşım Simgesel
Boyutları Aşamadı, Milliyet Gazetesi, 10 Temmuz 1988, Istanbul, s. 9.
Yaşamış, Firuz Demir, (1989b) Edincik Olayı Geleceğin Habercisi, İnsan Sağlığını Doğrudan Tehdit Eden
Çevre Olayları Artıyor, Milliyet Gazetesi, 20 Ağustos 1989, Istanbul, s.11.
Yaşamış, Firuz Demir, (1990) Ankara Hava Kirliliğine İlişkin Bir Değerlendirme, Çevre ve İnsan
Dergisi, Sayı 12, Ankara, s.65-70.
Yaşamış, Firuz Demir, (1991b) Hızlı Kentleşmenin Sonuçları ve Belediyelerin Kurumsal, Örgütsel ve
Yönetsel Olanakları, Amme İdaresi Dergisi, cilt 24 Sayı 3, Ankara,
s.163-188.
Yaşamış, Firuz Demir, (1991c) Characteristics of Diesel Emission: Environmental and Health Impacts, Türk
İdare Dergisi, Sayı 392, Ankara, s.187-212.
Yaşamış, Firuz Demir, (1992) Yerel Düzeyde Çevre Yönetimi ve Planlamasının İlke ve Yöntemleri,
Amme İdaresi Dergisi, cilt 25, Sayı 1, s. 135-156.
Yaşamış, Firuz Demir, (1993) Yerel ve Bölgesel Çevre Araştırmaları İçin Bir Yaklaşım, Çağdaş
Yerel Yönetim Dergisi, TODAİE, Cilt 2, Sayı 5, s. 27-35.
Yaşamış, Firuz Demir, (1994a) Çevresel Ölçüt ve Standartlar, Çağdaş Yerel Yönetim Dergisi TODAİE,
Sayı 4, Ankara, s. 29-42.
Yaşamış, Firuz Demir, (1994b) Çevre Yönetiminin Kurumsal Temelleri, Türk İdare Dergisi, İçişleri
Bakanlığı, Ankara, Sayı 403, s. 79-106.
Yaşamış, Firuz Demir, (1995b) Büyük Şehir Sorunsalı, Amme İdaresi Dergisi, Ankara, cilt 28, Sayı
1, s.93-111.
Yaşamış,
Firuz Demir, (1995c) Ulusal ve Yerel Çevre Örgütleri İçin Etkenlik Ölçütleri, Yeni
Türkiye Dergisi, Ankara, sayı 5, s. 228-255.
Yaşamış,
Firuz Demir, (1996) Türkiye'de Çevresel
Etki Değerlendirmesi Sisteminin İçinde Bulunduğu Sorunlar ve Çözüm Yolları,
Türk İdare Dergisi, Sayı 410, Ankara, s.37-57.
Yaşamış,
Firuz Demir, (1997b) İstanbul'un
Yönetimine İlişkin Kurumsal Sorunlar ve Bazı Çözüm Önerileri, Türk İdare
Dergisi, Ankara, Sayı 411, s. 71-92.
Yaşamış,
Firuz Demir, (1998a) Çevre ve Endüstri
İlişkilerinde Yeni Bir Dönemeç Taşı: ISO 14000, Çevre ve İnsan, Sayı 38, s.
36-417.
Yaşamış,
Firuz Demir, (1998b) Uluslararası Çevre
Yönetimi Ölçünü: ISO 14000, Türk İdare Dergisi, Ankara, 1998, Sayı 419,
s.7-34.
Yaşamış,
Firuz Demir, (1999) Türk Çevre Hukuku:
Temel İlkelere Genel Bir Bakış, Av. Dr. Faruk Erem Armağanı, ed., Türkiye
Barolar Birliği, Yayın no 8, Ankara, s. 879-906.
Yaşamış, Firuz Demir, (2004) Çevresel Etki Değerlendirmesi. (Genişletilmiş ve güncelleştirilmiş
ikinci baskı)
[1] Resmi kurumlar ve bazı yazarlar bu kavramı
“müktesebat” ya da “Topluluk müktesebatı” olarak Türkçeye çevirmektedirler.
[2] AKP hükümeti tarafından 2003 yılında yapılan
değişikliklerle bu bakanlıklarının bazılarının isimleri değiştirilmiş, bazıları
birleştirilmiş ve bazıları kaldırılmıştır.
[3]
Türkiye’deki “Çevre Temizliği Vergisi” ya da bilinen adıyla “Çöp
Vergisi” yeşil bir vergi değildir. Taşınmaz mallardan alınan ikinci bir emlak
vergisi niteliliğindedir. Akaryakıt üzerindeki tüketim vergisi gibi vergiler
ise yeşil vergiye benzerlik göstermekle birlikte asıl amacı tüketicilerin çevre
koruma konusunda daha temiz seçeneklere yönlendirilmesi değil Hazine için yeni
bir gelir kaynağı yaratılmasıdır. Bu nedenle, bu tür vergilerin de yeşil vergi
olarak kabul edilmesi olanağı yoktur.
[4]
Türkiye’nin, Avrupa Çevre Ajansı’na üye olması gerek Avrupa Birliği ile
bütünleşmenin ilk ve öncü adımı olması ve gerekse ülkemizin çevre yönetiminin
kurumsallaşmasına yapabileceği potansiyel katkılar açısından oldukça önemlidir.
Çevre Müsteşarlığı görevim sırasında aldığım bir kararla başlattığım AÇA’ya
üyelik sürecinin bir yıl gibi kısa sürede sonuç vermiş olması üyelik
görüşmelerini tek başına yürüten Dışişleri Bakanlığı’mız adına sevinç
vericidir.
[5] Avrupa Birliği Komisyonu,
“2000 Regular Report From the Commission on Turkey’s Progress Towards
Accession”, 8 Kasım 2000, s. 60-62.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder