Hakkımda

FİRUZ DEMİR YAŞAMIŞ Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirmiştir (1968). University of Southern California’da planlama (kentsel ve bölgesel çevre) ve kamu yönetimi yüksek lisans programlarını bitirmiştir (1976). Siyaset ve Kamu Yönetimi Doktoru (1991). Yerel Yönetimler, Kentleşme ve Çevre Politikaları bilim dalında doçent (1993). Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı’nın kuruluşu sırasında müsteşar vekili. (1978-80) UNICEF Türkiye temsilciliği. (1982-84) Dünya Bankası’nın Çukurova Kentsel Gelişme Projesi’nde kurumsal gelişme uzmanı. (1984-86) Çankaya Belediyesi’nin kurumsal gelişme projesini yürütmüştür. (1989-91) Yedinci Kalkınma Planı “Çevre Özel İhtisas Komisyonu”nun başkanlığı. DPT “Çevre Yapısal Değişim Projesi” komisyonu başkanlığı. Cumhurbaşkanlığı DDK’nun Devlet Islahat Projesi raportörü. (2000-1) Çevre Bakanlığı Müsteşarı (Şubat 1998 – Ağustos 1999). Sabancı Üniversitesi tam zamanlı öğretim üyesi. (2001-2005) Halen yarı zamanlı öğretim üyesi olarak çeşitli üniversitelerde ders vermektedir. Şimdiye kadar ders verdiği üniversiteler arasında Ankara, Orta Doğu, Hacettepe, Fatih, Yeditepe, Maltepe ve Lefke Avrupa (Kıbrıs) üniversiteleri bulunmaktadır.
Blogger tarafından desteklenmektedir.

Translate

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE
EV

Bu Blogda Ara

1 Haziran 2025 Pazar

 

 

 

AVRUPA BİRLİĞİ,

TÜRKİYE

VE

ÇEVRE

 

 

 

 

Doç. Dr. Firuz Demir YAŞAMIŞ



Giriş

 

1999 yılının Aralık ayının son günlerinde Helsinki’de yapılan Avrupa Birliği (AB) zirvesi Türkiye açısından son 35 yılda özlemle beklenen bir istemin gerçekleşmesi yolunda çok önemli gelişmelere sahne olmuştur. Helsinki’de yapılan yoğun görüşmeler sonucunda, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyeliği için “aday ülke” olarak kabul edilmesi karara bağlanmıştır. Ülkemizin ekonomik, toplumsal ve siyasal geleceği açısından belirleyici önemi oldukça fazla olan bu kararla, Türkiye’nin Avrupa ve batı dünyası içindeki yeri kesinleşmiş ve aksi yöndeki tartışmalar son bulmuştur.

 

Bu son derecede önemli karar, ülkenin Avrupa ile her açıdan bütünleşmesi, karşılıklı çıkarların dengelenmesi ve etkili ve devingen özellikler içeren ikili ilişkilere kavuşması anlamına gelmektedir. AB ile bütünleşme, aynı zamanda, ülke ekonomisinin Avrupa ülkelerinin ekonomileri ile yarışabilen konuma gelmesine yardımcı olacaktır. Batılı toplumsal değerlerin, nüfusunun önemli bir kesimi müslüman olan bir ülkede egemen ve başat toplumsal değerlerle karşılıklı etkileşim içine girmesi her iki kesimde de yeni toplumsal uyum ve hoşgörü ortamlarının yaratılmasına neden olacaktır. Daha da ötesi, bu karar, Türkiye’nin kamu yönetiminin daha çağdaş bir konuma ulaşmasında önemli katkılar sağlayacaktır.

 

Açıkça bilinmekte ve kabul edilmektedir ki, bu olumlu sonuçlar ülkenin aday ülke olarak kabul edilmesiyle bir anda gerçekleşebilecek olgular değildir. Ekonomiden kamu yönetimine, kurumsal düzenlemelerden hukuksal ve yasal düzenlemelere kadar bir çok alanda AB ile Türkiye arasındaki farkılılaşmaların hangi konular üzerinde yoğunlaştığını belirlemek ve bunları giderecek önlemler almak gerekmektedir. Bu süreç, hem bir uyum ve hem de bir bütünleşme süreci olacaktır.

 

Bu araştırmanın amacı, AB ile Türkiye arasındaki bütünleşme çalışmalarının önemli bir bileşeni olan çevre konusundaki bütünleşme sürecini irdelemektir.

 

Avrupa Birliği’nin Temel Hukuk Belgelerinde Çevre Kavramı

 

“Çevre” olgusu ve kavramı Avrupa Ekonomik Topluluğu’ndan Avrupa Birliği’ne geçiş süreci içinde önemli değişiklikler geçirmiştir. Kuşkusuz, bu bağlamda en önemli hukuksal belge Roma Anlaşması’dır. Ancak, bu belge, aşağıda özetlendiği şekilde ve çevresel kalitenin korunması ve geliştirilmesi bağlamında, zaman içinde önemli değişikliklere konu olmuştur.

 

1957 Roma Anlaşması

 

AB’nin temel hukuksal belgesi –bir anlamda Anayasa’sı- 1957 tarihli Roma Anlaşması’dır. İmzalandığı yılların koşulları içinde Roma Anlaşması içinde çevre ile doğrudan ilgili bir hüküm yer almamaktadır. Esasen, kuruluşundaki adıyla “Avrupa Ekonomik Topluluğu” (European Economic Community – EEC) ya da kısa adıyla “Common Market” (Ortak Pazar - OP) Avrupa ülkeleri arasında ekonomi alanındaki engelleri ortadan kaldırmak ve gümrük duvarları olmayan “ortak” ve her üye ülkenin “serbest ekonomik rekabeti”ne açık bir piyasa yaratmak ve bunun devamını sağlamak amacını taşımaktadır. Her ne kadar kurucularının zihinlerindeki asıl hedef “Avrupa Birleşik Devletleri”ni yaratmak ise de, 50’li yılların ortaları için henüz çok erken olan bu fikir yerine, Avrupa ülkeleri tarafından daha kolay kabul görebilecek bir ilke olan ekonomik piyasaların birleştirilmesi ve bütünleştirilmesi fikri yeni örgütün temel amacı olarak ortaya konmuştur.

 

Temel amaç bu şekilde ortaya konulunca da, çevre endişeleri Roma Anlaşması’nda başat bir endişe konusu olarak ortaya çıkmamaktadır. Buna karşın, Roma Anlaşması’nda çevre ile dolaylı olarak ilgisi kurulabilecek bazı hükümler yer almaktadır. Bunlardan biri OP içinde  “yaşama ve çalışma koşullarının sürekli olarak iyileştirilmesi” yolundaki hükümdür. Bu hükme göre, OP’a üye olan ülkeler, bireylerinin yaşama ve çalışma koşullarında sürekli iyileştirme çalışmaları yapacaklardır. Özellikle “yaşama koşullarının sürekli iyileştirilmesi” ilkesi çevre sorunları ile yakından ilgisi kurulabilecek bir ilkedir. Bu hükme dayanarak, OP’ın çevre ile ilgili girişimleri ve etkinlikleri başlatabilmesi olanağı ortaya çıkmıştır.

 

Roma Anlaşması’nda yer alan bir başka ilke olan “iç pazarı tehdit eden gelişmeler”e karşı önlem almak ilkesi ise “haksız rekabetin önlenmesi” ve “tüketicinin korunması” ilkeleri yanında “çevre sorunları” ile uğraşılması ilkesini de -dolaylı olarak- beraberinde getirmektedir. Bir ülkede görülebilecek olan çevre sorunlarının serbest rekabeti ve bu nedenle de OP’ı olumsuz etkilemesi durumunda bu engelin ortadan kaldırılması ilkesi üye ülkeler tarafından kabul edilmiş bulunmaktadır.

 

Roma Anlaşması’nın 100 üncü maddesi ise “ortak pazarın işlemesini doğrudan etkileyecek nitelikteki ülke yasaları arasında uyum sağlamak” zorunluluğunu getirmektedir. Bu bağlamda, Anlaşma’da “çevre” kavramından söz edilmemiş olsa dahi, üye ülkelerin yasaları arasında farklılık bulunması ve bu farklılığın OP’ın işlemesini doğrudan etkileyecek konumda olması durumlarında, OP bu duruma müdahale edebilecek ve ilgili yasalar arasında belirgin bir uyum sağlamak hak ve yetkisine sahip olacaktır. Çevre sorunlarının bu çerçevede de ele alınması olanaklıdır.

 

Roma Anlaşması’nın çevre konularında çalışmalar yapılmasına olanak veren bir başka hükmü de 235 inci maddedir. Bu madde, “Topluluk hedeflerinin gerçekleştirilmesini sağlamak üzere Anlaşmada bir düzenleme bulunmayan konularda gerekli düzenlemeleri yapmak yetkisi”ni OP’a vermektedir. Bu bağlamda, çevre sorunları konusunda herhangi bir yasal düzenlemenin olmaması durumunda dahi, OP Topluluk hedeflerinin gerçekleşmesi için gerekli önlemleri almak hak ve yetkisine sahip bulunmaktadır.

 

Buraya kadar yapılan açıklamalarda da görüldüğü üzere, Roma Anlaşması’nda çevre konusunda doğrudan bir hüküm bulunmamakla birlikte, OP çevre sorunlarının giderilmesi konusunda her türlü önlemi almak yetkisine sahip bulunmaktadır. Nitekim çevre konularının esaslı bir unsur olarak ele alındığı 1987 Avrupa Tek Senedi’ne kadar OP, çevre konusunda, pek çok hukuksal, kurumsal ve yönetsel düzenleme gerçekleştirmiştir.

 

1987 Avrupa Tek Senedi

 

1970’li yıllar dünya üzerinde çevresel bilinçlenme ve örgütlenme yılları olmuştur. 5 Haziran 1972’de Stockholm’de Birleşmiş Milletler’in (BM) öncülüğünde yapılan “Habitat” (İnsan ve Çevresi) toplantısı dünya uluslarını çevre sorunları konusunda harekete geçiren ilk önemli uluslararası girişim olmuştur.

 

1970’li yıllar, aynı zamanda, çevre konusundaki önemli kuramsal çalışmaların kamuoyuna yansıtıldığı yıllardır. Roma Klubü tarafından gerçekleştirilen ve Meadows, Meadows ve Behrens tarafından hazırlanan “Büyümenin Sınırları” (Limits to Growth) adlı rapor bunlardan en fazla ilgi çekeni olmuştur. “Dinamik sistemler” yaklaşımını esas alarak gerçekleştirilen bu çalışmada, tüm insanlığı çevrenin korunması konusunda eyleme geçmeye zorlayan yargılara ve sonuçlara varılmaktaydı. Raporda, insanlığın gelişimine o güne kadar olanak veren kıt kaynakların artık sonuna gelindiği, 2050’li yıllara gelinirken bu kaynakların büyük bir kesiminin tükenmiş olacağı ve bu nedenle de kıt kaynakların üretim ve tüketim kalıplarında önemli ve köktenci değişiklikler yapılması gerektiği belirtilmekteydi.

 

1970’li yılların ortalarında gerçekleştirilen bu rapordan bir süre sonra, ABD Başkanı’na sunulan “Global 2000” başlıklı bir başka raporda da benzer sonuçlara ulaşılmıştır.

 

Bu gelişmeler üzerine, ABD hükümeti çevre sorununu BM Genel Kurulu’nda gündeme getirmeye karar vermiştir. BM Genel Kurulu’nda yapılan görüşmelerden sonra alınan kararla, uluslararası bir komisyon oluşturulmuş ve Komisyon’un başkanlığına Norveç eski Başbakanı Bayan Gro Harlem Brutland getirilmiştir. Komisyon’un “Ortak Geleceğimiz” başlıklı raporu 1987’de yayınlanmıştır. “Sürdürülebilir kalkınma” kavramının ağırlıklı olarak dünya gündemine girmesine yol açan bu rapor Avrupa ülkeleri üzerinde de önemli etki yaratmıştır.

 

Bu gelişmeler üzerine OP, çevre sorunlarını daha farklı bir şekilde algılamaya başlamıştır. Roma Anlaşması’nın çevre konusunda yeterli açıklık taşımadığının bilincinde olan örgüt, Avrupa Federalizmi’ne dayalı “Avrupa Birleşik Devletleri” idealine doğru çizilen yolda önemli bir aşama olan ve “Tek Avrupa Senedi” adı verilen değişikliklerle, Roma Anlaşması’nın 130 “R”, “S” ve “T” maddelerinde değişiklikler yapmıştır. “Tek Avrupa” fikrinin kesinleştirilmesinde önemli rol oynayan bu değişiklikler sırasında çevre kavramı da Anlaşma metni içinde açıklıkla yer almıştır. Bu maddeler aşağıda verilmiştir:

 

“MD 130 R

 

1. Topluluğun çevre konusundaki etkinliklerinin amacı,

      (i) çevrenin özelliklerini korumak, aynen muhafaza etmek ve iyileştirmek

      (ii) insan sağlığının korunmasına katkıda bulunmak

      (iii) doğal kaynakların dikkatli ve akılcı bir biçimde kullanılmasını sağlamak

 

2. Topluluğun çevreyle ilgili çalışmaları, koruyucu tedbirlerin alınması, çevreye verilen zararların öncelikle kaynağında giderilmesi ve kirletenin ödemesi ilkeleri üzerine kuruludur. Çevre koruması konusundaki gereklilikler Topluluğun diğer politikalarının bir parçasını oluşturur.

 

3. Topluluk, çevre konusundaki eylem planını hazırlarken,

— kullanılabilir bilimsel ve teknik veriler;

      — Topluluğun çeşitli bölgelerinin çevre koşulları;

— eyleme geçmenin ya da eylemsiz kalmanın ortaya çıkarabileceği avantajlar ve yükler;

 — Topluluğun bütününde ekonomik ve sosyal kalkınma ile bölgelerin dengeli kalkınmasını gözönünde bulundurur.”

 

4. Topluluk, 1 inci fıkrada öngörülen amaç doğrultusunda tek tek üye devletler düzeyinden daha iyi gerçekleştirebildiği ölçüde, çevre ile ilgili konularda Toplululuk düzeyinde hareket eder. Üye devletler, Topluluğa özgü nitelikleri olan belirli tedbirler saklı kalmak kaydı ile diğer tedbirlerin finansmanını ve uygulanmasını sağlarlar.

 

5. Topluluk ve üye devletler, kendi yetkileri çerçevesinde, üçüncü ülkeler ve yetkili uluslararası kuruluşlarla işbirliği yaparlar. Topluluk içindeki işbirliğinin ayrıntıları taraflar arasında AT Kurucu Anlaşmasının 228 inci maddesi uyarınca Topluluk ve ilgili üçüncü taraflar arasında görüşülüp sonuçlandırılacak anlaşmaların konusunu oluşturabilir.”

 

MD 130 S

 

 “Konsey, Komisyonun önerisi üzerine ve Avrupa Parlamentosu ile Ekonomik ve Sosyal Komite’nin de görüşünü aldıktan sonra, Topluluk tarafından girişilecek etkinlikleri oybirliği ile kararlaştırır.   Konsey, önceki fıkrada öngörülen şartlar çerçevesinde, nitelikli çoğunlukla karar alınması gereken konuları belirler.”

 

MD 130 T

 

“130 uncu madde gereğince birlikte saptanan koruma önlemleri, her üye devletin bu Anlaşma ile bağdaşan daha sıkı koruma önlemleri almasını ve sürdürmesini engellemez.”

 

 

Yukarıya aktarılan hükümlerde de açıklıkla görüleceği üzere, çevre sorunları bu değişiklikle Roma Anlaşması’nın temel konularından biri konumuna gelmiştir. OP, bu bağlamda, çevreyi, insan sağlığını ve kıt kaynakları korumayı Topluluğun temel amaçları arasına almıştır. Aynı şekilde, Topluluk tarafından hazırlanan “Çevre Eylem Planları”nın temel özelliklerinin neler olması gerektiğine de açıklık getirmiştir. Ayrıca, “nitelikli çoğunlukla alınması gereken kararlar” ayrımı yaparak çevre konusunda da nitelikli çoğunluk aranabilmesine olanak vermiştir.

 

Yapılan değişikliklerle, üye ülkelerin, Topluluğun çevre konusunda getireceği düzenlemelere uymaları gerektiği, bu koşulları yumuşatamayacakları ancak istedikleri takdirde bunlardan daha sıkı önlemlere yer verebileceklerini ilke kararına bağlanmıştır.

 

1992 Maastricht Avrupa Birliği Anlaşması

 

“Avrupa Birleşik Devletleri” idealinin açıklıkla ortaya konması 1992 yılını bulmuştur. 1992 yılında Hollanda’nın Maastricht kentinde yapılan toplantıda Avrupa türü bir federalizmi gerçekleştirecek olan “Avrupa Birliği” fikri gündeme gelmiş ve OP ya da “Avrupa Ekonomik Topluluğu” olan adını Avrupa Birliği olarak değiştirerek bu gelişmeyi kesinleştirmiştir. Bu bağlamda, Roma Anlaşması metninde yapılan değişikliklerde, biraz önce sözü edilen maddeler de değiştirilmiştir. Bu maddelerin aldıkları yeni şekil aşağıda verilmiştir:

 

MD 130 R

 

1. Topluluğun çevre alanındaki politikası, aşağıdaki hedeflerin izlenmesine katkıda bulunur:

      — çevre kalitesinin korunması,  aynen muhafaza edilmesi ve iyileştirilmesi;

      — insan sağlığının korunması;

     doğal kaynakların temkinli ve akılcı kullanılması;

     bölgesel ya da dünya düzeyinde ortaya çıkan çevre sorunlarına karşı koymayı  hedefleyen önlemlerin uluslararası düzeyde geliştirilmesi.

 

2. Çevre alanındaki topluluk politikası, Topluluğun değişik bölgelerindeki durumların çeşitliliğini dikkate alarak yüksek bir koruma seviyesini hedefler.  İhtiyatkârlık ve koruyucu eylem ilkeleri,  çevreye verilen zararları öncelikle kaynağında düzeltme ilkesi ve kirleten öder ilkesi üzerine kurulmuştur. Çevrenin korunması konusundaki gereklilikler, Topluluk politikalarının belirlenmesine ve yürürlüğe konulmasına dahil edilmelidir. Bu bağlamda, bu tür gerekliliklere cevap getiren uyumlaştırma önlemleri, uygun hallerde, üye devletlere, ekonomik nitelikte olmayan ve çevreye bağlı gerekçeler ile bir Topluluk denetimi usulüne yükümlüyü tabi tutan geçici önlemleri alma iznini veren bir istisna hükmü içerebilir.

 

3. Çevre alanındaki potikasının oluşturulmasında, Topluluk şu unsurları dikkate alır:

       

     kullanılabilir bilimsel ve teknik veriler;

     Topluluğun çeşitli bölgelerinin çevre koşulları;

     eyleme geçmenin ya da eylemsiz kalmanın ortaya çıkarabileceği avantajlar ve yükler;

      Topluluğun bütününde ekonomik ve sosyal kalkınma ile bölgelerin dengeli kalkınması

 

4. Karşılıklı yetkileri çerçevesinde Topluluk ve üye devletler, üçüncü ülkeler ve uluslararası uzmanlık örgütleri ile işbirliği yaparlar. Topluluğun işbirliği yöntemleri, Topluluk ve ilgili üçüncü taraflar arasında AT Kurucu Anlaşmasının 228 inci maddesi uyarınca müzakere edilip sonuçlandırılacak olan anlaşmaların konusunu oluşturabilir. Bir önceki paragraf üye devletlerin uluslararası alanda müzakere sürdürüp uluslararası anlaşmalar yapma yetkisine halel getirmez.”

 

MD 130 S

 

1.    Konsey, 189 C maddesinde ele alınan usul uyarınca ve Ekonomik ve Sosyal Komite’ye danıştıktan sonra, 130 R maddesinde ele alınan hedeflerin gerçekleştirilmesi için Topluluğun üstleneceği etkinlikleri kararlaştırır.

 

2. 1 inci fıkrada öngörülen kararalma usulüne istisna olarak ve 100 A maddesine halel gelmeksizin, Konsey, Komisyon’un önerisi üstüne ve Avrupa Parlamentosu ile Ekonomik ve Sosyal Komite’ye danıştıktan sonra oybirliği esası ile;       

 

     esas olarak mali nitelikteki düzenlemeleri;

      arazilerin düzenlenmesi, atıkların işletilmesi ve genel nitelikli önlemler haricinde toprak tahsisi,  yanı sıra su kaynaklarının işletilmesiyle ilgili önlemleri;

     bir üye devletin değişik enerji kaynakları arasındaki tercihini ve enerji alanındaki beslenmesinin genel yapısını hassas bir biçimde etkileyen önlemleri belirler.

      Konsey, birinci bentde öngörülen koşullara göre oylama yoluna giderek, bu fıkra dahilinde ele alınan sorunların hangilerinde kararların nitelikli çoğunluk esası ile ele alınması gerektiğini belirleyebilir.

 

3. Diğer alanlarda, erişilecek öncelikli hedefleri saptayan genel nitelikli etkinlik alanları Konsey tarafından 189 B maddesinde ele alınan usul uyarınca Ekonomik ve Sosyal Komiteye danışıldıktan sonra belirlenir. Konsey duruma göre, 1 inci ya da 2 nci fıkralarda öngörülen koşullarda karar alarak bu planların yürürlüğe konulması için gerekli önlemleri belirler.

 

4. Topluluk, niteliği olan bazı önlemlere halel gelmeksizin üye devletler çevre konusundaki politikanın finansmanını ve uygulanmasını sağlar.

 

5. 1 inci fıkra uyarınca alınan bir önlemin, bir üye devletin kamu yetkisini kullanan mercilerine orantısız mali yükler getirmesi halinde, kirleten öder ilkesine halel gelmeksizin, Konsey, bu önlemin kabulünü düzenleyen işlem kapsamında:

 

-  geçici istisnalar ve/veya

- 130 D maddesi uyarınca, en geç 31 Aralık 1993 tarihinde kurulacak UYUM Fonu’ndan bir mali destek sağlanması şeklinde uygun düzenlemeleri öngörür.”

 

MD 130 T

 

“130 S maddesi uyarınca kabul edilen koruma önlemleri, her bir üye devlet tarafından geliştirilmiş koruma önlemlerinin sürdürülmesine ve tesisine engel oluşturmaz. Bu önlemlerin Anlaşmayla bağdaşması gerekir. Bu önlemler Komisyon’a tebliğ edilirler.”

 

Maastricht’te yapılan değişikliklerle çevre konusu tam anlamıyla ve etkili bir şekilde Birlik bünyesi içine alınmıştır. Anlaşma metninde yapılan iyileştirmelerle Birlik, çevresel kalitenin ve kıt kaynakların korunmasını özel bir konu olarak düzenlemiş ve çevresel kalitenin korunmasının Birliğin temel önceliklerinden biri olduğu hükmünü getirmiştir.

 

1997 Amsterdam Anlaşması: Sürdürülebilirliğe Doğru

 

1997’de Amsterdam’da yapılan toplantıda, Anlaşma’nın bazı maddelerinde yeniden düzenlemeler yapılmıştır. Yapılan bu düzenlemelerle;

 

·       “Sürdürülebilir kalkınma” kavramı Anlaşma’nın giriş bölümüne alınmıştır.

·       “Sürdürülebilir kalkınma” kavramının, ayrıca, AB’nin kuruluş amaçları ve ana hedefleri içine alınmasına karar verilmiştir.

·       “Çevrenin korunması” ve “sürdürülebilir kalkınmanın” sağlanması için alınacak önlemlerin bütün AB politikalarının tanım ve uygulamaları ile bütünleştirilmesi ilkesi kabul edilmiştir.

Üye ülkelerin çevre konusunda aldıkları ancak ortak pazara zarar verici, kendi lehlerine ayrımcılık yapabilecekleri ve çevresel düzenlemeleri gizli bir ticaret engeli olarak kullanabilecekleri ulusal nitelikli düzenlemeleri önlemek amacıyla yaptıkları düzenlemeleri Komisyon’a bildirmeleri ilkesi benimsenmiş ve Komisyon’un bu önlemlere onay verme sürecine açıklık getirilmiştir.

 

Nice Anlaşması: AB’nin Çevresel Tercihlerinin Kesinleştirilmesi

 

2000 yılının Aralık ayında imzalanan Nice Anlaşması ile Avrupa Birliği’nin çevre ile ilgili normları daha üst düzeye çıkarılmış ve daha belirgin bir konuma getirilmiştir. Anlaşmada yer alan iki hüküm Avrupa Birliği’nin çevre sorunlarının çözümüne verdiği önemi açıkça göstermektedir. Bunlardan birincisi şu hükmü taşımaktadır:

 

Anlaşmaya taraf olanlar, Avrupa Birliği’nin, çevre korumasının gerek Birlik içinde ve gerekse küresel düzeyde aynı hedefi izleyen uluslararası çabaların geliştirilmesinde öncü rol oynadığını görmekte kararlıdırlar. Bu hedefin izlenmesinde, sürdürülebilir kalkınmanın geliştirilmesini amaçlayan teşvikler ve piyasa türü araçlar da dahil olmak üzere, Anlaşma tarafından önerilen tüm olanaklar tam olarak kullanılacaktır.”

 

Nice anlaşmasında yer alan ikinci önemli düzenleme ise su kaynaklarının yönetimine ilişkindir. Alınan kararla, su kaynaklarının varlık düzeylerini doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyecek konularda Birliğin kararalma sisteminde ana ilke olan oybirliğinin değil fakat nitelikli çoğunluk ilkesinin esas olacağı ilkesi kabul edilmiştir.

 

 

Avrupa Topluluğu Anlaşması 2002

 

2002 yılında imzalanan ve 2003 yılı başlarında yürürlüğe giren anlaşma ile Roma Anlaşması esaslı ölçüde değiştirilmiştir. Çevre konusunda yapılan değişiklikler de bu bağlamda özel bir önem ve anlam taşımaktadır. Bu değişiklikle AB çevre sorunlarının Birlik ve üyeleri için önem taşıyan bir olgu olduğunu açıklık ve kesinlikle temel hukuk belgesi içine almış bulunmaktadır. Yeni anlaşmanın çevrenin korunması ve geliştirilmesiyle ilgili düzenlemeleri aşağıda yer almaktadır.

 

MD 95 (eski 100 A)

 

1.      94 üncü maddenin yarattığı ayrıcalıkla ve bu Anlaşmanın öteki kesimlerinde yapılan düzenlemelere uygun olmak koşuluyla aşağıda yer alan düzenlemeler 14 üncü maddede belirtilen hedeflerin elde edilmesi için uygulama alanına konulacaktır. Konsey, Ekonomik ve Sosyal Komite’ye danıştıktan sonra ve 251 inci maddede belirtilen sürece uygun olarak üye ülkelerin iç pazarın oluşturulması ve işlemesi amacıyla yürürlüğe koyduğu kanun, yönetmelik ve yönetsel düzenlemelerin bu anlaşmaya uygun konuma getirilmesi için gerekli önlemleri alacaktır.

 

2.      1 inci paragraph kişilerin serbest dolaşımı ve çalışanların hak ve çıkarlarına ilişkin akçalı düzenlemelere uygulanamaz.

 

3.      Komisyon, 1 inci paragrafa dayanarak yapacağı sağlık, güvenlik, çevre koruma ve tüketici koruma ile ilgili önerilerinde, bilimsel gerçeklere dayalı yeni gelişmeleri dikkate alarak,  yüksek düzeyde korumayı esas alacaktır. Kendi yetkileri çerçevesinde, Avrupa Parlamentosu ve Konsey de bu hedefi elde etmeye çalışacaktır.

 

BAŞLIK XIX – ÇEVRE

 

MD 174 (Eeski 130 R)

 

1. Toğluluğun çevre politikası aşağıdaki hedeflerin elde edilmesine katkıda bulunacaktır:

 

— çevresel niteliklerin saklanması, korunması ve geliştirilmes,i

  insan sağlığının korunması,

 doğal kaynakların dikkatli ve ussal kullanımı,

— Bölgesel ve dünya ölçeğindeki çevre sorunlarıyla ilgilenebilmek için uluslararası düzeyde önlem geliştirmek.

 

2. Topluluğun çevre politikası Topluluğun çeşitli bölgelerindeki koşulların değişikliğini dikkate alarak yüksek düzeyde korumayı amaçlayacaktır. Çevre politikası ihtiyatlılık ilkesine, çevresel zararların kaynağında düzeltilmesine öncelik veren önleme ilkesine ve kirleten öder ilkesine dayalı olacaktır. Bu bağlamda, çevre koruma gereklerine yanıt veren uyum önlemleri, uygun olan yerlerde ve Topluluğun denetim sürecine bağlı kalmak koşuluyla ekonomik amaç taşımayan çevresel nedenler karşısında üye ülkelerin çevre koruma gereklerine uygun geçici güvenlik önlemleri almalarına olanak veren hüküm içerebilecektir.

 

3. Topluluk çevre ile ilgili politikasını hazırlarken aşağıdakileri dikkate alacaktır:

 

 

 var olan bilimsel ve teknik veriler,

 Topluluğun çeşitli bölgelerindeki çevre koşulları,

 eylemlerin ya da eylemsizliğin yararları ve maliyetleri,

— Topluluğun bir bütün olarak ekonomik ve toplumsal gelişimi ve bölgelerin dengeli kalkınması.

 

4. Topluluk ve üye ülkeler, kendi yetki alanları çerçevesinde üçüncü ülkelerle ve yetkili uluslararası örgütlerle işbirliği yapabilecektir. Topluluğun işbirliği için yapılacak düzenlemeler Topluluk ile ilgili üçüncü  taraflar arasında 300 üncü maddeye uygun olarak görüşülmüş ve sonuçlandırılmış anlaşmaları konu olarak alabilecektir.

 

Bir önceki alt paragraf, üye ülkelerin uluslararası kurumlarla görüşme yapmak ve uluslararası anlaşma yapmak yetkisine dokunamaz.

 

 

MD. 175 (eski 130 R *)

 

 

1.      Konsey, Ekonomik ve Sosyal Komite’ye ve Bölgeler Komitesi’ne danıştıktan sonra ve 251 inci maddede belirtilen sürece dayanarak, 174 ünücü maddede atıfta bulunulan hedeflerin elde edilmesi için Topluluk tarafından yapılması gereken eylemleri kararlaştırır.

 

2.      Konsey, 95 inci maddeye dokunmaksızın ve 1 inci paragrafta belirtilen karar alma sürecinin tanıdığı ayrıcalıktan yararlanarak, Avrupa Parlamentosu’na ve Ekonomik ve Sosyal Komite’ye danıştıktan sonra Komisyon’dan gelen öneri üzerinde aşağıdaki konularda oybirliği ile karar alacaktır:

 

(a)    esas olarak akçalı nitelikte olan düzenlemeler;

(b)     

 

        kent ve ülke planlamasını,

        su kaynaklarının niceliksel yönetimini ya da bu kaynakları doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyen düzenlemeleri

        atık yönetimi hariç alan planlaması

 

Konsey, 1 inci alt paragrafta belirtilen koşullar altında, bu paragrafta belirtilen konuların hangileri hakkında özel çoğunlukla karar alınabileceğini belirleyecektir.

 

3. Öteki konularda, eld eedilmesi gereken öncelikli hedefleri belirleyen genel eylem programları 251 inci maddede belirtilen sürece uygun olarak ve Avrupa Parlamentosu’na ve Ekonomik ve Sosyal Komite’ye ve Bölgeler Komitesi’ne  danıştıktan sonra Konsey tarafından kararlaştırılacaktır.

 

Konsey, sorunlar karşısında 1 inci ve 2 nci paragraflar çerçevesinde eylemde bulunurken bu programların uygulanması için gerekli önlemleri alacaktır.

 

4. Topluluk tarafından alınması gereken önlemlere dokunmaksızın, üye ülkeler çevre politikasıının finansmanını sağlayacak ve politikayı uygulayacaklardır.

 

4.      Kirleten öder ilkesine dokunmaksızın, 1 inci parafta sayılan konularda alınması gereken bir önlem üye ülkenin kamusal yetkilerini aşan bir maliyet gerektirirse, Konsey, bu eylemin gerçekleşebilmesi için aşağıda belirtilen şekillere uygun düzenlemeler yapabilecektir:

 

-        geçici derogasyonlar sağlamak ve/veya

-        161 inci maddeye uygun olarak kurulan Uyum Fonu’ndan akçalı destek vermek

 

 

MD 176

175 inci maddeye uygun olarak alınacak koruyucu önlemler hiç bir üye ülkenin daha sıkı koruma önlemleri geliştirmesini ve yürürlüğe koymasını engellemeyecektir. Bu gibi önlemler bu Anlaşmaya uygun olmak zorundadır. Bunlar hakkında Komisyon’a bilgi verilecektir.

 

 

BÖLÜM 2 – ÇEŞİTLİ KURUMLAR İÇİN ORTAK HÜKÜMLER

 

MD 249

 

 

Avrupa Parlamentosu, Konsey ve Komisyon görevlerini yerine getirebilmek ve bu Anlaşma’nın öngördüğü düzenlemeleri yapabilmek için, işbirliği içinde, yönetmelik yapabilir, direktif yayınlayabilir, karar alabilir, öneride bulunabilir ya da görüş belirtebilir.

 

Yönetmelik genel bir uygulamadır. Bütünüyle bağlayıcıdır ve tüm üye ülkelerde doğrudan uygulanır.

 

Direktif, sonuçlarının elde edilebilmesi bağlamında ilgilisi olduğu üye devletler için bağlayıcıdır ancak şekil ve yöntem seçimini ulusal yetkililere bırakır.

 

Karar, ilgilileri için bütünüyle bağlayıcıdır.

 

Öneriler ve görüşler bağlayıcı değildir.

 

 

 

 

Avrupa Anayasası 2004

 

 

MD 13

 

 Ortak yetki alanları

 

1. Birlik, Anayasa’nın kendisine [12. ve 16.] Maddelerde belirtilen alanlarla ilgisi olmayan bir yetki verdiği durumlarda, bu yetkisini Üye Devletlerle paylaşır.

 

3.      Birlik ve Üye Devletler arasında paylaşılan ortak yetki, esas olarak aşağıdaki alanlara uygulanır:

. iç pazar,

. özgürlük, güvenlik ve adalet alanı,

. denizlerdeki biyolojik kaynakların korunması dışında tarım ve balıkçılık,

. ulaşım ve Avrupa çapındaki şebekeler,

. enerji,

. III. Bölümde tanımlanan açılardan toplumsal politika,

. ekonomik, toplumsal ve bölgesel uyum,

. çevre,

. tüketicilerin korunması,

. kamu sağlığı konularında ortak güvenlik meseleleri.

 

3. Birlik, araştırma, teknolojik gelişim ve uzay alanlarında, özellikle programların tanımlanması ve gerçekleştirilmesi olmak üzere, faaliyetlerde bulunma yetkisine sahiptir; ancak bu yetkinin kullanımı, Üye Devletleri kendi yetkilerini kullanmaktan alıkoymayacaktır

 

 

MD II-37

 

 

Çevrenin korunması

 

Gelişmiş düzeyde çevre koruma ve çevre kalitesinin artırılması konuları, Birlik politikalarına dahil edilmeli ve sürdürülebilir gelişim ilkesine göre sağlanmalıdır.

 

 

BÖLÜM 5   ÇEVRE

 

 

Madde III-129

 

 

1. Birlik’in çevre politikası, aşağıdaki hedeflerin gerçekleştirilmesine katkıda bulunur:

 

a) çevre kalitesinin muhafaza edilmesi, korunması ve geliştirilmesi;

b) insan sağlığının korunması;

c) doğal kaynaklardan sağgörülü ve makul biçimde faydalanılması;

d) bölgesel veya dünya çapında çevre sorunlarının üstesinden gelebilmek için uluslararası düzeyde tedbirlerin teşvik edilmesi.

 

2. Birlik’in çevre politikası, Birlik’in çeşitli bölgelerindeki durumların farklılığının dikkate alarak, yüksek düzeyde bir koruma hedefler. Bu politika, ihtiyati ilkeye ve önleyici tedbirlerin alınması, çevre hasarının bir öncelik olarak kaynağında düzeltilmesi ve kirletici unsurun cezasını bu bağlamda çekmesi gerektiği ilkelerine dayanır. Çevre koruma gerekliliklerine yanıt veren uyumlulaştırma tedbirleri, uygun olan durumlarda, Üye Devletlerin ekonomik olmayan çevreyle ilgili nedenlerle, Birlik tarafından bir denetim sürecine tabi olan geçici adımlar atmalarına izin veren bir koruma şartı içerir.

 

3. Çevre politikasını hazırlarken, Birlik aşağıdakileri göz önünde bulundurur:

 

a) mevcut bilimsel ve teknik veriler;

b) Birlik’in çeşitli bölgelerindeki çevre koşulları;

c) faaliyetin veya faaliyetsizliğin potansiyel faydaları ve maliyetleri;

d) Birlik’in bir bütün olarak ekonomik ve sosyal gelişimi ve bölgelerinin dengeli gelişimi.

 

4. Kendi yetki alanlarında, Birlik ve Üye Devletler, üçüncü ülkelerle ve yetkili uluslararası kuruluşlarla işbirliği yaparlar. Birlik’in işbirliği düzenlemeleri, Madde III-272’ye uygun olarak görüşülecek ve akdedilecek olan, Birlik ve ilgili üçüncü ülkeler arasındaki anlaşmaların konusu olabilir.

 

Bir önceki alt paragraf, Üye Devletlerin uluslararası teşkilatlarla müzakereye oturma ve uluslararası anlaşmalar akdetme yetkilerini ihlal etmez.

 

 

 

MD III-130

 

 

1. Avrupa yasaları veya çerçeve yasaları, Madde III-129’de öngörülen hedeflere ulaşmak için gerekli faaliyetleri belirler. Bunlar, Bölgeler Komitesi’ne ve Ekonomik ve Sosyal Komite’ye danışıldıktan sonra kabul edilir.

 

2. 1. paragrafa istisna olarak ve Madde III-65’i ihlal etmeksizin, Bakanlar Konseyi aşağıdakileri belirleyen Avrupa yasalarını ve çerçeve yasalarını oybirliğiyle kabul eder:

 

a) daha çok mali niteliğe sahip tedbirler;

b) aşağıdakileri etkileyen tedbirler:

 

i)                 şehir ve ülke planlamayı;

ii)                su kaynaklarının niceliksel yönetimini ya da doğrudan veya dolaylı olarak bu kaynakların kullanılabilirliğini;

iii)              atık  yönetimi haricinde, arazi kullanımını;

 

(c) bir Üye Ülkenin farklı enerji kaynakları arasından tercihini ve enerji kaynağının genel yapısını büyük ölçüde etkileyen tedbirler.

 

Bakanlar Konseyi, oybirliğiyle, bu paragrafın ilk alt paragrafında belirtilen meselelere uygulanabilen olağan yasama sürecini gerçekleştiren bir Avrupa kararını oybirliğiyle alabilir.

 

Her durumda, Bakanlar Konseyi, Avrupa Parlamentosu’na, Bölgeler Komitesi’ne ve Ekonomik ve Sosyal Komite’ye danıştıktan sonra harekete geçer.

 

3. Ulaşılacak öncelik hedeflerini belirleyen genel faaliyet programları, Avrupa yasaları veyaçerçeve yasalarıyla kanunlaştırılır. Bunlar, Bölgeler Komitesi’ne ve Sosyal Komite’ye danışıldıktan sonra kabul edilir.

 

Bu programların uygulanması için gereken tedbirler, duruma göre, 1. paragraf veya 2. paragraf altında kabul edilir.

 

4. Birlik tarafından kabul edilen belli tedbirleri ihlal etmeksizin, Üye Devletler çevre politikasını finanse eder ve uygular.

 

5. Kirletici unsurun cezasını çekmesi ilkesini ihlal etmeksizin, 1. paragrafa dayanan bir tedbir bir Üye Ülkenin kamu yetkilileri açısından oransız maliyetler içeriyorsa, bu tedbir uygun biçimde aşağıdakileri sağlayacaktır:

 

a) geçici istisnai uygulamalar ve/veya

b) Uyum Fonu’ndan mali destek.

 

 

MD III-11

 

 

Madde III-130.a göre kabul edilen koruyucu tedbirler, herhangi bir Üye Ülkeyi daha sert koruyucu hükümler sürdürmekten veya başlatmaktan alıkoymaz. Bu tür hükümler, Anayasa ile uyumlu olmalıdır. Bunlar, Komisyon’a bildirilir.

 

 

 

“Acquis Communautaire”: Mevzuat  [1]

 

AB’nin temel hukuk ilkesi, uluslarüstü  (supranational) bir egemenlik anlayışını temsil etmesidir. Birliğe üye ülkeler, ortaklık anlaşması ile birlikte AB’nin temel hukuk normlarına uymayı, iç hukuklarını Birlik hukukuna uygun konuma getirmeyi ve uyuşmazlık durumunda AB Adalet Divanı’nın vereceği karara rıza göstermeyi kabul etmektedir. Bu kabullenme, aynı zamanda, Avrupa Federalizmi’nin ortaya çıkmasını sağlamaktadır.

 

Birliğin yukarıda belirtilen temel hukuksal belgeleri yanında “acquis communautaire” olarak bilinen mevzuatı yer almaktadır. Kısaca “acquis” olarak isimlendirilen “mevzuat” AB’nin çalışmalarını biçimlendiren ve üye ülkeler için bağlayıcı özelliği olan düzenleyici hukuk metinleridir. Bu metinler, yönetmelikler, direktifler, kararlar ve önerilerden oluşmaktadır. Diğer alanlarda olduğu üzere, çevre konusunda da bugüne değin sayıları yüzleri bulan düzenleyici metin yürürlüğe konulmuş bulunmaktadır. 

            
Avrupa Birliği’nde Çevre Örgütlenmesi

 

Avrupa Birliği “acquis”nin kendisine verdiği görev, yetki ve sorumlulukları yerine getirmek üzere şu organlardan kurulmuştur: Komisyon, Konsey, Avrupa Parlamentosu ve Adalet Divanı (ECJ).  AB yargı sisteminde yapılan son bir değişiklikle Avrupa Adalet Divanı’nın artan işyükü sorununa çözüm yolu bulmak amacıyla Birinci Derece Mahkemesi (Court of First Instance, CFI) oluşturulmuştur. AB çevre müktesabatının yorumlanması ve uygulanmasında Adalet Divanı’nın yanında bu kurum da yetkili konuma gelmiştir.

 

AB’nin çevre sorunlarından sorumlu birimi ise “Çevre, Nükleer Güvenlik ve Sivil Savunma Genel Müdürlüğü”dür. AB’de genel müdürlüklere aynı zamanda sayısal kimlik de verildiğinden bu genel müdürlük aynı zamanda “11. Genel Müdürlük” olarak da anılmaktadır.

 

Avrupa Birliği’nin çevre ile ikinci kurumu “Avrupa Çevre Ajansı”dır (AÇA). 11. Genel Müdürlük, Birliğin çevre politikalarını yürütmekten sorumlu iken, AÇA’nın görevi çevre konularında bilgi toplamak, çözümlemek, monitoring ağı ve bilgi gözlemevleri kurmaktır. Genel Müdürlük’den farklı olarak, AÇA’ya üye olabilmek için AB üyesi olmak koşulu bulunmamaktadır. İsteyen ülkeler üye olabilmek için AÇA’ya başvurabilmektedir.

 

AB’nin çevre ile ilgili “yürütme” nitelikli bu kurumları yanında, “mevzuat önerisi geliştirme” ve “danışma” nitelikli kurumları da bulunmaktadır. Bunlardan birincisi “Çevre Danışma Forumu”dur. İkinci kurum, AB’ne üye ülkelerde kurulu bulunan çevre örgütlerinin yöneticileri arasında iletişim ve eşgüdüm ağı kurulmasını amaçlayan “Uygulama ve Yürütme Ağı”dır (Network for the Implementation and Enforcement of Environmental Law- IMPEL).  Üçüncü kurum ise “Çevre Politikalarını Değerlendirme Grubu”dur.

 

AB’nin Çevre Eylem Programları

 

AB çevresel çalışmalarını beşer yıllık “Çevre Eylem Programları” (ÇEP) aracılığıyla yürütmektedir. 1973 yılında başlayan bu uygulamayla bugüne kadar beş ÇEP hazırlanmıştır. Birinci ÇEP 1973-1977, İkinci ÇEP 1977-1981, Üçüncü ÇEP 1982-1986, Dördüncü ÇEP 1987-1992 ve Beşinci ÇEP de 1993-2000 yıllarını kapsamaktadır.

 

İlk dört ÇEP, esas olarak, kirliliği azaltmaya yönelik önlemler ve kirlilik ölçünlerinin belirlenmesi, kirliliği kaynağında önleme yaklaşımı, doğal kaynakların akılcı kullanımı, kirliliğin maliyeti, Çevresel Etki Değerlendirmesi, çevre politikalarının diğer Topluluk politikalarıyla bütünleştirilmesi, çevre ve istihdam ilişkisi, uluslararası alanda işbirliği, Toplulukta çevre bilincinin geliştirilmesi ve çok boyutlu katılım konuları üzerinde ağırlıklı olarak durmuştur.

 

Yedi yıllık bir dönemi kapsayan Beşinci ÇEP ise öncelikli alanların belirlenmesi, Topluluk politikalarının tümüne çevre boyutunun eklenmesi, çevre yönetiminde kullanılan araçların çeşitlendirilmesi, çevre politikalarının oluşturulması, hizmetlerin yerinde görülmesi (subsidiarity) ve uluslararası işbirliğinin geliştirilmesi konuları üzerinde durmuştur.

 

Beşinci ÇEP’in “öncelikli alanları” ise iklim değişikliği, asitleşme ve hava kalitesi, doğanın ve biyolojik çeşitliliğin korunması, su kaynaklarının yönetimi, kentsel çevre, kıyı şeritlerinin korunması ve yönetimi ve atık yönetimi alanlarıdır.

 

Beşinci ÇEP bunlar yanında şu üç konuyu “özel alan” kabul etmektedir: “endüstriyel riskler”, “radyasyondan korunma ve nükleer güvenlik” ve “sivil savunma ve çevre”.

 

Beşinci ÇEP’in bir başka önemli konusu ise Topluluk’un tüm politikalarına çevre boyutunun eklenmesidir. Bu alanlar ise, imalat sanayii, enerji, ulaştırma, tarım ve turizm sektörleri olarak saptanmıştır. Yine, Beşinci ÇEP’in bir başka öncelikli konusu olan çevre yönetimi araçlarının geliştirilmesi ise, ekonomik mali araçları, yatay destek mekanizmaları olan eğitim, bilgilendirme ve AR-GE çalışmalarını ve mali destek mekanizmalarını kapsamaktadır.

 

Beşinci ÇEP’in bir başka önemli önceliği de “subsidiarity” olarak bilinen ve Türkçe’ye “hizmetin yerinde görülmesi ilkesi” olarak çevrilebilecek olan ilkenin uygulama alanının geliştirilmesi konusudur. AB’nin diğer görev alanlarında da uygulanan temel ilkelerinden birisi olan bu ilke, hizmetin halka en yakın ve hizmet üretim koşulları açısından en uygun olan yerde ve düzeyde görülmesini sağlamak anlamına gelmektedir. Bu bağlamda, bizzat AB düzeyinde yapılması gereken çevresel işlevler olduğu gibi, üye ülkelerin ulusal çevre yönetimleri ve hatta bölgesel ve yerel yönetimleri tarafından da yapılması uygun olabilecek çevre işlevleri de vardır. Keza, bizzat işletmeler ve hatta bireyler, tüketiciler ve kamuoyu tarafından yerine getirilmesi gereken çevresel işlevlerden de söz etmek olasıdır. Beşinci ÇEP, bu ilke ile birlikte, çevresel işlevleri bu bağlamda yeniden gözden geçirmeyi, sınıflandırmayı ve hangi işlevin hangi düzeyde yerine getirilmesinin uygun olacağını karara bağlamayı hedeflemektedir.

 

Beşinci ÇEP’in üzerinde durduğu son önemli konu ise, çevre konusundaki uluslararası işbirliğinin geliştirilmesidir. Bu işbirliği konuları arasında, ozon tabakası ile ilgili olarak yürürlüğe konulan Viyana ve Montreal konvansiyonları, tehlikeli atıklarla ilgili Basel Konvansiyonu, Baltık Denizi’nin korunması ile ilgili Helsinki Konvansiyonu, PHARE, LOME ve MEDSPA gibi konular yer almaktadır.

 

Beşinci ÇEP’in Ara Değerlendirmesi

 

Beşinci ÇEP’in yedi yıllık bir dönemi kapsaması nedeniyle, dönem ortasında ara değerlendirmesi yapılması Programın yürürlüğe konması aşamasında kararlaştırılmıştı. Bu değerlendirme daha sonra yapılmış ve Birliğin temel politikalarıyla çevre politikalarının bütünleştirilmesi çabalarının elde ettiği ilerlemeler konusunda şu sonuçlara ulaşılmıştır.

 

İmalat sanayiinde çevre politikaları ie uyum konusunda kısa sürede hızlı bir ilerleme elde edilmiştir. Turizm ve tarım alanlarında elde edilen ilerlemeler ise son derecede sınırlı kalmıştır. Enerji alanında ise istenilen hedeflere ulaşılamamamıştır. Ulaşım alanında yapılan çalışmalar istenilen etkiyi sağlayamamıştır. İklim değişikliği konusunda ise, konulan vergiler olumlu olmuş buna karşılık enerji tasarrufunda yüzde 50 başarı sağlanabilmiştir. Asitleşme ve hava kalitesi konusunda ise, SO2 yayılımının azaltılması çalışmalarında olumlu sonuçlar alınırken, NOx çalışmalarında başarı olumsuz düzeyde kalmıştır. Doğanın ve biyolojik çeşitliliğin korunması konusunda mevzuat çalışmaları tamamlanmış ancak uygulama sınırlı kalmıştır. Su kaynaklarının yönetiminde, endüstriyel risklerin azaltılması ve kentsel çevrenin yönetiminde sınırlı ilerleme elde edilebilmiştir. Kıyı şeritlerinin korunması ve yönetiminde ise strateji geliştirilmiş ancak uygulama alanına konulamamıştır. Atık yönetiminde yasal çerçeve tamamlanmış olmakla birlikte, hedeflerin 2000’e yetişmesi zor görülmüştür. Radyasyondan korunma ve nükleer güvenlik konusunda ölçünlerin güncelleşmesi çalışması tamamlanmıştır. Sivil savunma ve çevre konusu ise en fazla ilerleme elde edilen alan olmuştur. Yönetim araçlarının geliştirilmesi (vergiler, Avrupa Çevre Ajansı, AR-GE, LIFE), hizmetin yerinden görülmesi, danışma forumu kurulması, çevre hukukundaki gelişmeleri izlemek üzere bir ağ kurulması ve uluslararası işbirliğinin geliştirilmesi alanlarında ise oldukça yoğun ilerlemeler elde edilmiştir.

 

AB Çevre Etkinliklerinin İçinde Bulunduğu Konum

 

Hava kirliliğinin önlenmesi konusunda izlenen AB politikasının esaslarını hava kalitesi ölçünlerinin belirlenmesi, hava kirliliğine yol açan emisyonların sınırlandırılması ve endüstri tesisleri için emisyon ölçünlerinin belirlenmesi oluşturmaktadır.         

 

Su kirliliğinin önlenmesi konusundaki politika ise zararlı maddelerin yüzey ve yeraltı sularına deşarjının sınırlanması, kentsel atık suların arıtımı ve yüzeysel sular için ölçünler geliştirilmesi amaçlarına dayalıdır.

 

Atık yönetimi politikası ise, ana çizgileri itibariyle, tehlikeli ve zararlı atıkların önlenmesi, atık taşımacılığı ölçünlerinin oluşturulması ve taşımacılığın denetlenmesi, bazı özel atık maddelerine ilişkin ölçünler geliştirilmesi ve kentsel atıkların yönetimi çalışmalarından oluşmaktadır.

 

Gürültünün önlenmesi konusunda yapılan çalışmalar motorlu taşıt araçları, motorsikletler, inşaat makineleri, motorlu ev aletleri, çim biçme makineleri ve uçaklardan kaynaklanan gürültünün azaltılması hedefine yönelik bulunmaktadır.

 

Doğal çevrenin korunması politikasının esaslarını nesli tükenmekte olan türlerin ticaretinin sınırlandırılması, yaban bitki ve hayvan türlerinin korunması ve ormanların korunması oluşturmaktadır.

 

Kimyasallar, kimyasalların çevresel riskleri ve biyoteknoloji alanındaki Birlik politikası, endüstriyel kazaların önlenmesi, zararlı kimyasal maddelerin ticaretinin durdurulması, zararlı maddelerin sınıflandırılması, ambalajlama ve etiketleme çalışmalarının geliştirilmesi ve genetik değişikliğe uğramış mikroorganizmalar konusunda gerekli koruyucu önlemlerin alınmasını amaçlamaktadır.

 

Ekonomik ve akçal nitelikli çevre yönetim araçlarının geliştirilmesi bağlamında yapılan çalışmalar arasında akçal kaynak yaratıcı ve özendirici işlev yapan çevresel vergi ve harçların (emisyon, deşarj, atık, ürün, kullanım) geliştirilmesi, pazarlanabilir kirletici kotaları oluşturulması, depozito sistemlerinin güçlendirilmesi, yatırım, işletme, çevre dostu ürünler ve yatay destek gibi mali yardımların artırılması, teşvik sistemleri kurulması, vergi indirimleri sağlanması, düşük faizli kredi verilmesi, kirlilik sigortası kurulması, yeşil nokta uygulamasının geliştirilmesi ve çevre etiketi uygulamalarına yaygınlık kazandırılması gibi etkinlikler yer almaktadır.

 

AB’de giderek yaygınlık kazanmakta olan çevre yönetimi etkinliklerinden bir başkası da özendirme ve gönüllü anlaşma çalışmalarıdır. Özendirme çalışmaları, esas olarak, çevre denetçiliği (environmental auditing) anlayışına dayalı EMAR VE EMAS (Ekolojik Yönetim ve Denetleme Yönetmeliği ve Sistemi) çerçevesinde yürütülmektedir. Bu bağlamda, işletmenin çevre politikası oluşturması ve kamuoyuna duyurması, işletmenin çevre üzerindeki etkilerinin belirlenmesi, işletmenin çevre üzerindeki olumsuz etkilerini giderecek programlar hazırlanması, işletmenin bir çevre yönetim sistemi oluşturması ve dönemsel irdeleme ve elde edilen başarımın kamuoyuna açıklanmasına önem ve öncelik verilmektedir.

 

Endüstri ile gönüllülük esasına dayalı anlaşmalar yapma çalışmaları ise daha çok Almanya ve Hollanda’da uygulanmakta ve Fransa, İngiltere, Belçika ve Portekiz’de de bu yolda önemli adımlar atılmaktadır.

 

Yatay destek mekanizmalarının geliştirilmesi çalışmaları çerçevesinde ise, Avrupa Çevre Ajansı’nın bilgi ve veri sağlama, gözlemağı kurma, veri işleme, veri yayınlama, ve çevresel geleceğin kestirimi çalışmalarına ağırlık verilmektedir. Çevre için eğitim giderek daha çok yaygınlaşmaktadır. AR-GE çalışmaları EUREKA, EUROMAR, EUROCARE ve EUROTRAC projeleri ile etkili bir şekilde desteklenmektedir.

 

Birliğin çevre politikalarına uyum çalışmalarının akçal yönden desteklenmesi çerçevesinde ise “LIFE” fonu, çevre ve doğanın korunması konusunda üçüncü ülkelere destek sağlamakta, “MEDSPA” ve “NORDSPA” gibi Akdeniz ve Kuzey Denizi için bölgesel nitelikli programlar geliştirilmekte ve çeşitli fonlardan Avrupa’da bölgesel kalkınma, sosyal gelişme ve tarımsal gelişme çalışmalarına destek sağlanmaktadır. Ayrıca, Birliğin genişleme çalışmaları çerçevesinde yeni üye olan ülkelerin uyum çalışmalarının akçal yönden desteklenmesi için oluşturulan Uyum Fonu’na dayalı olarak “PHARE”, “ALTENER”, “SAVE ve “MEDA” gibi projeler uygulama alnınan konulmuş bulunmaktadır.

 

Son olarak belirtilmelidir ki, AB’nin çevre yönetimi ve planlaması konusunda en etkili yöntemi olan çevresel etki değerlendirmesi uygulamaları da giderek gelişme göstermektedir.

 

Türkiye’de Çevre Yönetiminin Kurumsal Gelişim Çizgisi

 

AB çerçevesindeki bu gelişmelere karşılık, doğal çevre kaynakları ve biyoçeşitlilik düzeyi Avrupa’ya göre hala güçlü olan Türkiye’de çağdaş anlamda çevre hareketi Başbakanlığa bağlı Çevre Örgütü’nün kurulmasıyla 1970’li yılların sonuna doğru başlamıştır.

 

Ülkenin çevresel kalitesinin korunması ve geliştirilmesi konusunda temel özeksel hükümet birimi olarak 1978 yılında oluşturulan Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı çevresel kalitenin çeşitli dalları konusunda sorumluluk sahibi olan özeksel hükümet kuruluşları arasında ve özeksel hükümet ile yerel yönetimler arasında eşgüdüm sağlamak amacıyla kurulmuştur. 1978’den 1991 kadar geçen 13 yıllık süre içinde önce Müsteşarlık daha sonra Genel Müdürlük ve daha sonra yeniden Müsteşarlık olarak hizmet veren örgüt 1991 yılında Çevre Bakanlığı şekline dönüşmüştür.

 

Türkiye’de, çevre yönetimi konusunda birbirini tamamlayan ancak bazı eşgüdüm ve işbirliği sorunları içeren iki ayrı yaklaşım uygulanmaktadır. Bu çerçevede, bir yandan, Çevre ve Orman Bakanlığı tüm ülke düzeyinde çevresel yönetim ve planlama işlevlerini yürütmekte ve buna ek olarak bu Bakanlığa bağlı olarak kurulmuş olan Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı sahip oldukları ekolojik değerler ve ekosistem özellikleri nedeniyle özel bir koruma yönetimi ve denetimi altında tutulması gereken 12 özel çevre alanının yönetiminden sorumlu bulunmaktadır.

 

Öte yandan, bu çalışmalara ek olarak, öteki çeşitli özeksel hükümet kuruluşlarıyla (Orman Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Atom Enerjisi Komisyonu, Bayındırlık Bakanlığı gibi) yerel yönetimlerin çevreye ilişkin görev, yetki ve sorumlulukları da devam etmektedir. [2]

 

Türkiye’de Çevre Hukukunun Gelişim Çizgisi

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1923 yılından 1983 yılına kadar geçen sürede gelişen mevzuat içinde, çevresel kalitenin korunması ve geliştirilmesini amaçlayan önemli örnekler bulunmakla birlikte 1983 yılında yürürlüğe konulan Çevre Kanunu, Türkiye’de çağdaş anlamda çevre yönetimi ve planlamasına ilişkin hukuksal çerçevenin başlangıcı olarak kabul edilmektedir.

 

Yasal gelişme çizgisi içinde en fazla önem taşıyan gelişmeyi ise 1982 tarihli Anayasa gerçekleştirmiştir. Anayasa’nın pek çok maddesinde çevre yönetimine ilişkin hükümler yer almaktadır. Ancak, bunlar arasında en fazla önem taşıyanı olan “Sağlık Hizmetleri ve Çevrenin Korunması” başlıklı 56 ncı madde şu hükmü getirmektedir:

 

 “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.” 

 

Çevre Kanunu Anayasa’nın bu hükmünü gerçekleştirmek üzere çıkarılmıştır. Çevre Kanunu’nun 1 inci maddesinde Kanun’un amacı şu şekilde ortaya konmaktadır:

 

“…(B)ütün vatandaşların ortak varlığı olan çevrenin korunması, iyileştirilmesi; kırsal ve kentsel alanda arazinin ve doğal kaynakların en uygun şekilde kullanılması ve korunması; su, toprak ve hava kirlenmesinin önlenmesi; ülkenin bitki ve hayvan varlığı ile doğal ve tarihsel zenginliklerinin korunarak, bugünkü ve gelecek kuşakların sağlık, uygarlık ve yaşam düzeyinin geliştirilmesi ve güvence altına alınması için yapılacak düzenlemeleri ve alınacak önlemleri, ekonomik ve sosyal kalkınma hedefleriyle uyumlu olarak belirli hukuki ve teknik esaslara göre düzenlemek…”

 

Türkiye’de uygulama alanına konulan öteki temel çevre mevzuatı ise aşağıda belirtilmiştir:

 

·     Çevre ve Orman Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun

·     Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı Kurulmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname

·     Hava Kalitesinin Korunması Yönetmeliği

·     Gürültü Kontrol Yönetmeliği

·     Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği

·     Katıatıkların Kontrolü Yönetmeliği

·     Tıbbi Atıkların Kontrolü Yönetmeliği

·     Tehlikeli Maddelerin Kontrolü Yönetmeliği

·     Zararlı Kimyasal Madde ve Ürünlerinin Kontrolü Yönetmeliği

·     Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği

·     Çevre Kirliliğini Önleme Fonu Yönetmeliği

·     Özel Çevre Koruma Fonu Yönetmeliği

 

Bu alanda yaşanan son iki yasal gelişme “Bilgi Edinme Hakkı Kanunu” ile “Türk Ceza Kanunu” olmuştur. Bunlardan birincisi yurttaşların, her alanda olduğu üzere, çevre alanında da bilgi edinme hakkını güvence altına almaktadır. İkincisi ise, amaç bölümünde Yasa’nın amaçlarından birinin çevreyi korumak olduğunu belirtmekte ve çevre suçlarını tanımlayarak bu tür suçlara para ve hapis cezası uygulanmasını öngörmektedir.

 

Türkiye’de Çevre Sorunları: Kısa Bir Durum Saptaması

 

Tarımsal bir ülke olmaktan hızla endüstriyel bir ülke olma yolunda ilerleyen Türkiye göreli olarak yüksek olan doğum hızı ve daha da yüksek olan kentleşme hızı nedenleriyle önemli çevre sorunları ile karşı karşıya bulunmaktadır. Nitekim, 1980-90 yılları arasında ekonomik büyüme hızı Kanada’da yüzde 2.89, ABD’de yüzde 2.95, Fransa’da yüzde 2.22, İtalya’da yüzde 2.08, Almanya’da yüzde 2.21 ve İspanya’da yüzde 2.93 olurken Türkiye’de yüzde 5.36 olmuştur.

 

Avrupa’nın en genç nüfus yapısına sahip olan ve ulusal gelir artışı hızı itibariyle en hızlı büyüyen ülkesi durumunda olan Türkiye bir yandan kitlelerin yığınsal hizmet ve ürün taleplerine karşılık vermek durumunda kalmakta ve bir yandan da bozulma eğilimi içinde giren çevresel değerlerini korumak ve artmak eğilimi içine giren çevre kirliliklerini gidermek sorunu ile karşı karşıya bulunmaktadır.

 

Türkiye halen 65 milyon nüfusa sahiptir ve bunun yarısından fazlası kentlerde yaşamaktadır. 1970-90 yılları arasında OECD’ye üye ülkelerin toplam nüfusu yalnızca yüzde 6.2 oranında artarken aynı dönemde Türkiye’nin nüfusu yüzde 56.2 oranında artmıştır.   

 

1990’lı yıllara kadar yüzde 2’den yüksek olan yıllık nüfus artış hızı 1990’lı yılların sonuna doğru yüzde 2’nin altına inmiştir.

 

Önemli bir toplumsal gösterge olan motorlu araç sayısındaki artış sosyo-ekonomik gelişmeyi açıklıkla ortaya koymaktadır. 1980-90 yılları arasında yolcu taşıtları sayısındaki değişim Kanada’da yüzde 25, ABD’de yüzde 18, Fransa’da yüzde 22, Almanya’da yüzde 32, İtalya’da yüzde 48 ve İspanya’da yüzde 59 olurken Türkiye’de bu oran yüzde 154 olarak ölçülmüştür.

 

Ülke 1950’lerden bu yana çok hızlı bir kentleşme ve kentsel büyüme olgusu yaşamaktadır.

 

Ana çizgileriyle belirlenmeye çalışılan sosyo-ekonomik gelişmenin sonucu olarak önemli çevre sorunları ortaya çıkmış bulunmaktadır.

 

Bu sorunlara yol açan temel etmenler ise aşırı nüfus artışı, hızlı kentleşme ve kentsel büyüme ve endüstrileşmedir.

 

Bu durum bir yandan çevre kirliliklerinin artmasına yol açarken öte yandan biyoçeşitlilik üzerindeki baskıların yoğunlaşmasına neden olmaktadır.

 

Ülkenin çevre sorunlarının bazıları şunlardır:

 

·     Mera, orman ve sulak alan gibi marjinal alanlar tarıma açılmaktadır.

·     Hektar başına kullanılan gübre oranı hala OECD ülkelerinin altında olmasına rağmen giderek artan kimyasal gübre ve zararlı mücadelesi ilaçları nedeniyle toprak kirlenmektedir.

·     Türkiye topraklarının yaklaşık üçte ikisi orta ya da şiddetli ölçüde su ve rüzgar erozyonu tehlikesi altındadır.

·     Verimli tarım toprakları kentsel, endüstriyel ve turistik kullanıma açılmaktadır.

·     Niteliğini kaybetmiş orman toprağı yüzde 50’ye ulaşmıştır.

·     Toplam endüstriyel odun üretimi 1950’lerden bu yana düzenli bir artış göstermektedir.

·     1950’li yıllarda 37.8 milyon hektar olan mera alanı 1980’li yıllarda 21.7 milyon hektara düşmüştür.

·     Buna karşılık aynı dönemde sığır sayısı 21 milyondan 28.6 milyona çıkmıştır.

·     Türkiye sulak alanların sayısı ve kapsadığı alan bakımından Avrupa birincisidir. 250 kadar sulak alan vardır. Bunların önemli bir bölümü uluslararası ölçüde önemli göçmen kuş alanıdır.

·     İki önemli göçmen kuş yolu Türkiye üzerinden geçmektedir. Ancak, sulak alanlar önemli çevre sorunlarıyla karşı karşıyadır.

·     Türkiye bitki taksonları açısından Dünya’nın önde gelen zengin ülkelerinden biridir. Ancak, bu kaynaklar üzerindeki baskı giderek artmaktadır.

·     Denizlerdeki balık türlerinin sayısı önemli ölçüde azalmıştır.

·     Kırsal yerleşmelerde kanalizasyon sistemi yoktur.

·     Kentsel yerleşmelerin yüzde 56’sında kanalizasyon vardır ve bunların ancak yüzde 6’sında evsel atıksu arıtma tesisi vardır.

·     Endüstiyel kuruluşların yüzde 98’inde atıksu arıtma tesisi yoktur.

·     Yeraltı suları yapılan denetimsiz deşarjlar nedeniyle kirlenmektedir.

·     SO2 ve parçaçıklardan kaynaklanan hava kirliliği bir çok il merkezinde önemli boyutlara ulaşmıştır.

·     Hava kirliliğinin temel nedeni fosil yakıtlara olan aşırı bağımlılıktır. Ancak, hava kirliliği açısından temiz yakıt türü olan doğal gaz kullanımı hızla artmaktadır.

·     Toplam elektrik üretiminin yüzde 60’ı ortalama sülfür içeriği yüzde 1.3 ile yüzde 3.5 olan linyit kullanan termik santrallerden elde edilmektedir.

·     NOx yayılımlarının yaklaşık yarısının motorlu araçlardan kaynaklandığı sanılmaktadır. Gürültü ulaşım, endüstri ve inşaat çalışmalarından kaynaklanmaktadır.

·     Kıyı alanlarında turizme ve ikinci konut yapımına dayalı hızlı bir ekonomik gelişme yaşanmaktadır. Durum henüz denetim altından çıkmış olmamakla birlikte tehlike giderek büyümekte ve eko-turizm anlayışına dayalı acil çözüm beklemektedir.

·     Deniz kirliliği, evsel ve endüstriyel atık suların arıtılmadan boşaltılması nedeniyle giderek artmaktadır.

 

Türkiye’nin Çevre Politikaları: Temel Politika Belgeleri

 

Türkiye yaklaşık 20 yıldan bu yana ulusal, bölgesel ve küresel çevre kalitesinin korunması konusunda yoğun uğraşlar vermektedir. Türkiye, bir yandan ulusal çevre yönetiminin kurumsal, hukuksal ve teknolojik altyapısını tamamlamaya çalışırken öte yandan, Akdeniz ve Karadeniz ekosistemlerinin korunması örneğinde olduğu gibi komşu ülkelerle ortak çevresel değerlerin korunması ve geliştirilmesi konusunda işbirliği olanaklarını araştırmakta ve Rio’da düzenlenen Birleşmiş Milletler “Kalkınma ve Çevre Konferansı”nda olduğu gibi küresel çevrenin korunması çalışmalarına katılmaktadır.

 

Çevre yönetiminin ve planlamasının kurumsallaşmasına ve güçlendirilmesine yönelik çalışmalara devam edilmektedir

 

Korunan alanların sayısı artmaktadır. Bu bağlamda, Ulusal Park, Doğal Park, Doğal Anıt, Doğal Sit, Yaban Yaşamı Alanı, Biyogenetik Rezerv, Koruma Ormanı ve Özel Çevre Koruma Bölgesi olarak koruma altına alınan alanlar bu arada sayılması gereken gelişmelerdir.

 

Soyu tehlikeye düşmüş genlerin yerinde korunması (in situ) amacıyla Ulusal Eylem Planı hazırlanmıştır.

 

Doğal gaz kullanımı hızla artmaktadır.

 

Evsel ve endüstriyel atık suların arıtımı ile ilgili yatırımlar giderek çoğalmakta ve büyük kentlerde çağdaş katıatık yönetim sistemleri geliştirilmeye çalışılmaktadır.

 

Türkiye’de çağdaş anlamda çevre politikalarının 1970’li yıllarla birlikte başladığı görülmektedir. Bu bağlamda ülkenin temel politikalarının yer aldığı ana belge olan beş yıllık kalkınma planları önemli rol oynamaktadır.

 

İlk kez Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda (1975-1979) çevre sektörüne yer verilmiştir. Bu planda, ülkenin büyük yerleşim merkezlerinde çevre kirliliklerinin ortaya çıktığı, çevre sağlığının önemli bir sorun durumuna geldiği, erozyonun önlenmesi gerektiği belirtilmekte ve özeksel bir çevre örgütünün kurulması istenmektedir.

 

Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda (1980-1984) ise çevre sorunlarının kapsamlı olarak ortaya çıktığı yörelerde bazı yatırım çalışmalarının yapılmasına karar verilmiş ve bu amaçla finansman sağlanmıştır.

 

Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda (1985-1989) çevre sorunları kentleşme, erozyon, doğal afetler, endüstrileşme ve tarımda modernleşme sonucunda ortaya çıkan sorunlar tanımlanmıştır. Bu planda ilk kez ekolojik dengelerin korunmasından ve sürdürülebilir kılınmasından söz edilmektedir.

 

Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planı (1990-1994) ise 1987 yılında yayınlanan “Ortak Geleceğimiz” adlı raporun temel yaklaşımını benimsemiş ve “sürdürülebilir kalkınma” anlayışına dayalı bir kalkınma felsefesini ön plana çıkarmıştır.

 

Ancak, kalkınma planları ve çevre ilişkileri açısından en çok dikkate değer çalışmanın Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (1996-2000) olduğu görülmektedir.

 

Bu planın hazırlık çalışmaları çerçevesinde DPT tarafından oluşturulan Çevre Özel İhtisas Komisyonu tarafından hazırlanan “Çevre” başlıklı raporda Türkiye’de çevre yönetiminin içinde bulunduğu koşulların gelişmeye açık bir konumda bulunduğu, kurumsal yapının henüz oluşturulmakta olduğu belirtilmekte ve temel önceliğin çevresel örgütlenme ve kurumsallaşmanın, çevre yönetimi süreçlerinin ve çevre yönetiminin ekonomik ve finansal araçlarının geliştirilmesine verilmesi gerektiği belirtilmektedir.

 

Yine, DPT tarafından, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın hazırlık çalışmaları çerçevesinde özel bir çalışma grubuna hazırlattırılan “Temel Yapısal Değişim Projeleri: Çevrenin Korunması ve Geliştirilmesi Raporu”nda ise yapısal değişiklik için şu çalışmaların yapılması gerektiği belirtilmektedir:

 

·     Çevre yönetimi için temel bir anlayış çerçevesinin belirlenmesi

·     Çevre araştırmalarına ve envanter geliştirme çalışmalarına ivme kazandırılması

·     Ulusal çevre politikalarının ve stratejilerinin geliştirilmesi

·     Kurumsal çerçevenin oluşturulması

·     Ekonomik ve finansal çevre yönetimi araçlarının oluşturulması

·     Çevre yönetiminin hukuksal ve yasal çerçevesinin tamamlanması

·     Çevre için eğitim ve öğretimin kurumsallaşması

·     Çevre ölçünlerinin geliştirilmesi

 

OECD tarafından hazırlanan Türkiye’de Çevre Politikaları Raporu”nda ise temel politika seçenekleri olarak üç temel politika ve bunlara bazı bağlı alt politikalar dile getirilmektedir: 

 

·     Ekonomik ve çevre politikalarının bütünleştirilmesi:

 

·     Devletin sürdürülebilir kalkınma ilkesine bağlılığını ispatlaması

·     Politika hedeflerinin yeniden saptanması ve kararalma işlemlerini bütünleştirecek düzenlemelerin yapılması

 

·     Uygulamanın iyileştirilmesi:

 

·     Kurumsal değişikliklerin yapılması

·     Uygulama mekanizmalarının oluşturulması

      - yönetmelik ve ölçünlerin uygulanması

      - çevresel etki değerlendirmesi sürecine önem verilmesi

      - talep yönetiminin vurgulanması

      - çevresel bilgi sistemlerinin oluşturulması

      - halkın katılımının sağlanması

      -  özel bölgelerin korunması

 

·     Çevresel finansmanın güçlendirilmesi:

 

      - devletçe sağlanan finansman olanaklarının artırılması

      - kirlilik kontrolünün endüstri tarafından finansmanı

      - çevre alanında uluslararası finansman sağlanması

 

·     Uygulamanın iyileştirilmesi:

 

·     Kurumsal değişikliklerin yapılması

·     Uygulama mekanizmalarının oluşturulması

 

      - yönetmelik ve ölçünlerin uygulanması

      - çevresel etki değerlendirmesi sürecine önem verilmesi

      - talep yönetiminin vurgulanması

      - çevresel bilgi sistemlerinin oluşturulması

      - halkın katılımının sağlanması

      - özel bölgelerin korunması

 

·     Çevresel finansmanın güçlendirilmesi:

 

      - devletçe sağlanan finansman olanaklarının artırılması

      - kirlilik kontrolünün endüstri tarafından finansmanı

      - çevre alanında uluslararası finansman sağlanması

 

Yedinci Plan’a göre alınmasını gereken önlemler:

 

·     Sürdürülebilir kalkınma anlayışının yerleşik ve egemen kılınması

·     Koruyucu politikalara önem ve öncelik verilmesi

·     Ekonomik ve finansal çevre yönetimi araçlarının geliştirilmesi ve uygulama alanına konulması

·     Uluslararası ilişkilerde “ortak sorumluluk-farklı pay” ilkesinin kabulü

·     Tehlikeli atıkların ülkeye ithalinin yasaklanması

·     Ulusal Çevre Stratejisi ve Eylem Planı’nın hazırlanması

·     İlgili kurumlar arasında iş, görev, yetki ve sorumluluk dağılımının yeniden planlanması

·     Çevre denetçiliği sistemlerinin geliştirilmesi

·     Yerel yönetimlerin çevre yönetimi yeteneklerinin güçlendirilmesi

·     Çevresel risk yönetiminin yaygınlık kazanması

·     Çevre dostu teknolojilerin geliştirilmesi

·     Çevresel etki değerlendirmesi çalışmalarının etkililik düzeyinin artırılması

·     Çevre envanterleri hazırlanması ve veri bankaları kurulması

·     Monitoring ağlarının ve laboratuvarların kurulması

·     Çevresel performans göstergelerinin geliştirilmesi

·     Avrupa Birliği ile Türkiye arasında çevresel normlar konusunda paralellik sağlanması

·     Çevre ölçünlerinin geliştirilmesi

·     Çevresel finansman sistemlerinin yeniden oluşturulması

·     Çevre unsurunun ulusal gelir hesaplarının içine alınması

·     Erozyon ile mücadeleye yaygınlık kazandırılması

·     Çevre konusunda yurttaşların yaşam boyu eğitimi ilkesine önem verilmesi

 

Türkiye’de hazırlanan son çevre politikası belgesi Ulusal Çevre Stratejileri ve Eylem Planı”  (UÇEP) başlığını taşımaktadır. UÇEP, Dünya Bankası’nın akçal desteği altında DPT ve Çevre Bakanlığı tarafından hazırlanmış ancak asıl ağırlık DPT’de olmuştur. UÇEP, tamamlanmasından sonra, 1998 yılında DPT tarafından uygulanmak üzere Çevre Bakanlığı’na devredilmiştir. UÇEP’in gerek hazırlanması ve gerekse uygulanmasına ilişkin hukuksal bir dayanak yoktur. Bu nedenle UÇEP’in özellikleri, bağlayıcılığı ve uygulanabilirliği konusunda duraksamalar vardır. Ayrıca, UÇEP içinde ciddi ve önemli sayılması gereken çelişki ve tutarsızlıklar yer almaktadır. Tüm bunlara karşın, UÇEP Türkiye’de çevre yönetiminin geliştirilmesi bağlamında gözönünde tutulması gereken önemli ilkelere işaret etmektedir.

 

UÇEP’in öngördüğü stratejik hedefler aşağıda belirtilmiştir: 

 

·     Kirliliğin önlenmesi ve azaltılması

·     Temel çevre altyapı ve hizmetlerine erişimin kolaylaştırılması

·     Kaynakların sürdürülebilir kullanımını teşvik

·     Çevreyle ilgili sürdürülebilir uygulamaların desteklenmesi

·     Çevresel tehlikelere maruz kalmanın asgari düzeye indirilmesi

·     Demokratik ve katılımcı mekanizmaların kullanılması

·     Uzlaşma ve sahiplenme (gönüllülük)

·     Verimlilikle ekonomik rasyonalitenin kaynaştırılması

·     Öncelikli eylemlerin eşgüdümü ve içselleştirilmesi

·     Çözümlerin uygun düzeylerde yerelleştirilmesi

 

UÇEP’te yer alan “öncelikli eylemler”:

 

·     Ekonomik ve mali araçlar

 

- çevresel sübvansiyon politikalarının gözden geçirilmesi

- makro ekonomik politikaların çevresel sonuçlarının irdelenmesi

- çevreyle ilgili hukuksal düzenlemelerin ekonomik araçların da kullanımına olanak verecek şekilde gözden geçirilmesi

- çevre fonlarının ıslahı

     

·     Kurumsal reform

 

- kurumsal yapının reformu, ÇED’e işlerlik sağlanması, çevre denetimi

- devlet işletmelerinin çevre konusundaki duyarlılıklarının artırılması

- özelleştirmenin hızlandırılması ve özelleştirme sırasında çevre   unsurunun dikkate alınması

- yerel yönetimlerin çevre yönetimi konusunda güçlendirilmesi

- DPT’nin iç bünyesinin çevresel duyarlılığı güvence altına alacak şekilde yeniden düzenlenmesi

- ilgili devlet kurumlarında çevre birimlerinin oluşturulması

 

·     Yasal düzenlemeler

 

- çevre mevzuatının gözden geçirilmesi

-Çevre Bakanlığı kuruluş yasasında ve Belediye Kanunu’nda gerekli değişikliklerin yapılması

 

·     Planlama

 

- çevreyle ilgili duyarlılıkların yerel, bölgesel ve ulusal planlara işlenmesi

- imar ve çevre düzeni planlarının çevre değişkenlerini dikkate alacak şekilde değiştirilmesi

 

·     Envanter/Araştırma

 

- çevre ile iligili kurumların belirlenmesi

- çevrenin korunması ve yönetimi için potansiyel kaynakları belirleme

- uluslararası sözleşmelerden kaynaklanan yükümlülüklerin belirlenmesi

- mevcut çevre mevzuatının uygulanabilme düzeyinin saptanması

- çevre yönetimine halkın katılımı olanaklarının araştırılması

- çevre konusundaki toplumsal duyarlılığın sürekli olarak araştırılması

 

UÇEP’e göre gelecek yaklaşık 20 yıl içinde yapılmasına karar verilen yatırımlar:

 

·     Çevre yönetimi sisteminin güçlendirilmesi

 

- kurumsal çerçevenin uyumlaştırılması

- yasal çerçevenin uyumlaştırılması

- ekolojik havzaların belirlenmesi

- yerel çevre eylem planlarının hazırlanması

- ÇED sürecinin etkili kılınması

- arazi kullanım kapasitesinin sınıflandırılması ve planlanması

- kırsal kadastro işlemlerinin tamamlanması

- ulusal verimlilik eylem planlarının hazırlanması ve uygulanması

 

·     Enformasyon ve duyarlılık düzeyinin yükseltilmesi

 

- çevre verilerinin yönetimi

- çevre eğitimi

 

·     Çevreye yatırım

 

- atık yönetiminin iyileştirilmesi

- temiz teknolojilerin ve enerji kaynaklarının özendirilmesi

- kentsel gecekondularda iyileştirme

- kırsal çevre altyapısının iyileştirilmesi

- kıyı alanlarının yönetiminin iyileştirilmesi

- GAP Bölgesi çevre yönetimi                    

- çevresel risklerin azaltılması

 

 

Halen yürürlükte olan 8. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın (

 

 

2001-2005) çevre ile ilgili düzenlemeleri aşağıda yer almaktadır:

 

*

 

 

Mevcut Durum

 

 

 

 

-

Çevre sorunlarını çözmek amacıyla mevzuatta ve kurumsal yapının oluşturulmasında ilerlemeler kaydedilmiştir.

-      Ulusal Çevre Stratejisi ve Eylem Planı (UÇEP) hazırlanmıştır.

-   

Temiz bir çevreye yönelik toplumsal duyarlılık etkin bir düzeye getirilememiştir.

- 

 

Hızlı kentleşme, başta kıyı alanları ve denizler olmak üzere doğal kaynaklar üzerindeki baskıları, atıkların miktarını ve diğer çevre sorunlarını artırmıştır.

 

 

-      Eğitim, kararlara katılım süreçleri ve yerelleşme konularındaki eksiklikler vardır.

-      Doğal kaynakların sürdürülebilir yönetimi ve çevre sorunlarının çözümünde önemli sorunlar vardır.

 

- 

-Çevre ve kalkınma politikaları arasında uyum sağlanması ilkesi doğrultusunda etkili ve eşgüdüm içinde çalışan bir çevre denetim sistemi kurulması konusunda mesafe kaydedilememiştir.

 

 

-      Çevre ve kalkınma ile ilgili veri ve bilgi erişim sistemleri, çevre izleme ve ölçüm altyapısı, çevre envanterleri, istatistikler ve standartlar konularında yeterli gelişme sağlanamamıştır.

 

 

-   

Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) Yönetmeliğinin uygulama sürecinde istenen başarı elde edilememiştir.

 

 

 

 

 

-   

Sürdürülebilir kalkınma yaklaşımı doğrultusunda, insan sağlığı ve doğal dengeyi koruyarak ekonomik kalkınmaya imkan verecek, doğal kaynakların yönetimini sağlayacak, gelecek kuşaklara daha sağlıklı bir doğal, fiziki ve sosyal çevre bırakacak yönde arzulanan nitelikte bir gelişme kaydedilememiştir.

 

 

-    Çevre politikalarının ekonomik ve sosyal politikalarla entegrasyonu sağlanamamış ve bu konuda ekonomik araçlardan yeterince faydalanılamamıştır.

 

-   

 

 

 

 

Çevre Bakanlığı ile diğer ilgili bakanlıklar ve yerel yönetimlerin yetki ve sorumluluklarının yeniden düzenlenmesine ilişkin ihtiyaç devam etmektedir.

-    1996 yılında Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Çerçeve Sözleşmesine, 1998 yılında da Özellikle Afrika’da Ciddi Kuraklık ve/veya Çölleşmeye Maruz Ülkelerde  Çölleşme ile Mücadele için Birleşmiş Milletler Sözleşmesine taraf olunmuştur.

-

 

Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine taraf olunması konusunda çalışmalar devam etmektedir.

 

 

-    Çevre sorunlarının çözümü için uygulanan politikalar ve alınan karaların, AB normları ve uluslararası standartlara uyumlu hale getirilmesi çalışmalarına devam edilmektedir.

 

* Amaçlar, İlkeler ve Politikalar

 

-   

İnsan sağlığını, ekolojik dengeyi, kültürel, tarihi ve estetik değerleri korumak suretiyle ekonomik ve sosyal gelişmeyi sağlamak esastır.

-   

 

UÇEP kapsamında belirlenen öncelikli faaliyetler gözden geçirilerek uygulanması için başlıca ilgi grupları arasında eşgüdüm sağlanacak; çevre sorunlarının çözümüyle doğrudan ve dolaylı ilgisi olan kurum ve kuruluşlar arasında işbölümü ve işbirliği sağlanmasına yönelik çözümlerde toplumsal uzlaşma ve katılıma önem verilecektir.

 

-   

UÇEP güncelleştirilecek ve yasal bir çerçeveye kavuşturulacaktır.

-    UÇEP uygulamalarının da sağlıklı bir şekilde izlenmesi amacıyla sürdürülebilir kalkınma göstergeleri geliştirilecektir.

-    Çevresel yönetim kapasitesi geliştirilecek, çevre yönetim araçlarının  kullanımı etkin hale getirilecektir.

 

 

-    Çevre politikalarının ekonomik ve sosyal politikalarla entegrasyonunda ekonomik araçlardan yararlanılacaktır.

 

 

-    Uzun dönemde çevre sorunlarının çözümü için uygulanan politikalar ve stratejilerin ülke gerçekleri de dikkate alınarak AB normları ve uluslararası standartlara paralel olması sağlanacaktır.

 

-   

 

Çevre ve kalkınma ile ilgili veri ve bilgi erişim sistemleri oluşturulacak, çevre izleme ve ölçüm altyapısı geliştirilecek, çevre envanterleri, istatistikler ve standartlara yönelik ihtiyaç duyulan düzenlemeler gerçekleştirilecektir.

-    Doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımı teşvik edilecek; çevresel riskler en aza indirilecektir.

 

 

-    Biyolojik çeşitliliğin korunması ve sürdürülebilir kullanımı amacıyla  hazırlıkları tamamlanan Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Stratejisi ve Eylem Planı yürürlüğe konacaktır. Korunan alanlar için yönetim planları ve uygulamasına yönelik eylem planları hazırlanacaktır.

 

 

-    Çölleşme ve erozyonla etkili mücadele amacıyla, ormancılığı, tarımı, hayvancılığı, yerleşmeyi, sanayi, su kaynaklarıyla ilgili faaliyetleri, alternatif geçim kaynaklarını ve kırsal alt yapının geliştirilmesini entegre olarak ele alan, Ulusal Çölleşme Eylem Planları hazırlanacaktır.

 

-    Kamu kuruluşları başta olmak üzere, bütün sektörlerde çevreye duyarlılığın artırılması ve kirliliğin önlenmesi için gerekli çalışmalar sürdürülecektir.

 

 

Hava kirliliğinin önlenmesi konusunda tüm sektörlerde emisyon faktörleri belirlenerek emisyon envanterleri çıkarılacaktır.

 

 

-   

Sanayi politikalarının belirlenmesinde ve yeni sanayi yatırımlarında çevre dostu teknolojilere öncelik sağlanacak,  yerel imalatçılar çevre dostu teknolojiler konusunda bilgilendirilecek ve teşvik  edilecektir.

 

-   

ÇED sürecinin daha etkin kılınması yönünde düzenlemeler yapılacaktır.

-    Bio-teknolojik uygulamalardan kaynaklanabilecek olası bio-güvenlik risklerinin en aza indirilmesi için bütüncül bir yaklaşımla yasal, kurumsal ve uygulamaya ilişkin düzenlemeler yapılacaktır.

-    Küresel iklim sisteminin korunması kapsamında ülkemizin üzerine düşen sorumlulukları çerçevesinde; artan nüfusun gereksinimleri temel alınarak ortak fakat farklılaştırılmış yükümlülükler ilkesi doğrultusunda İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (İDÇS) sürecine katılmak üzere çalışmalar sürdürülecektir.

 

 

-   

Ulaştırma, enerji, sanayi ve konutlardan kaynaklanan sera gazı emisyonlarını kontrol etmek ve azaltmak amacıyla enerji verimliliğinin artırılması ve tasarruf sağlanması yönünde düzenlemeler yapılacaktır.

 

* Hukuki ve Kurumsal Düzenlemeler 

 

 

-

2872 sayılı Çevre Kanunun ve Çevre Bakanlığının Kuruluşu ve Görevleri Hakkında 443 sayılı KHK’da günün ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde düzenlemeler yapılacaktır.

 

-   

Bio-güvenlik Yasası çıkartılacak ve Ulusal Bio-güvenlik Kurulu oluşturulacaktır.

 

 

-   

Doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımını temin etmek üzere gerekli ve kurumsal düzenlemeler yapılacaktır. Bu bağlamda, 6831 sayılı Orman Kanunu, 3194 sayılı İmar Kanunu, 3621 sayılı Kıyı Kanunu , 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanununda ve çevreyle ilgili yönetmeliklerde gerekli düzenlemeler yapılacaktır.   

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                

Türkiye’de Çevresel Örgütlenme: Kuşbakışı İrdeleme

 

Türkiye’de çevresel işlevlerin özeksel yönetim ile yerinden yönetim kuruluşları arasında dağılımında bir belirsizlik vardır. Çevresel işlevler özeksel yönetim ve yerel yönetim kuruluşları arasında gelişigüzel dağıtılmıştır. Ancak, yürürlükteki mevzuat üzerinde yapılan araştırmalar bu dağılımda daha çok özeksel yönetimin ve bu yönetimin taşra örgütünün, yani valilik ve kaymakamlıkların, tercih edildiğini göstermektedir.

 

Ayrıca, özeksel hükümete bağlı pek çok bakanlığın çevre konusunda önemli görevleri vardır. Bu açıdan, özeksel yönetim içinde de bir görev, yetki ve sorumluluk dağılımı karmaşası olduğu görülmektedir.

 

Çevre sorunlarının ulus çapında özeksel yönetim aracılığıyla çözümlenmesinin tercih edildiğini gösteren en önemli kanıt Çevre Bakanlığı’nın 1991 yılında kurulmuş olmasıdır. Bu bakanlığa bağlı olarak Özel Çevre Koruma Kurumu İdaresi de kurulmuş ve ekolojik açıdan duyarlı bazı yörelerde alan yönetimi ve planlaması yetkisi bu Kurum’a bırakılmıştır.

 

Bakanlık, AKP hükümeti döneminde, AB uzmanlarının yönlendirmesiyle Orman Bakanlığı ile birleşmiş ve “Çevre ve Orman Bakanlığı” adını almıştır. Bakanlığın iç örgütlenme düzeni de birleşmeye uygun olarak değiştirilmiştir. Bu değişiklik, doğal çevrenin ve ekolojik sistemlerin yönetimi konusunda var olan çok başlılığın azaltılması açısından olumlu bir gelişme olarak kabul edilebilir. Ancak, Kültür Bakanlığı’nın tarihsel ve kültürel varlıklar yanında doğal varlıklar üzerinde de devam eden yetkileri bu alandaki yetki karmaşasının sürdüğünü göstermektedir.

 

Bu alandaki en önemli gelişme “Kamu Yönetimi Temel Kanunu” ile ortaya çıkmıştır. Bu Kanun, kamu hizmetlerinin özeksel yönetim ile yerel yönetimler arasında yeniden paylaşımını öngörmektedir. Bu bağlamda, çevre bir yerel hizmet olarak kabul edilmekte ve çevre yönetimi il özel idarelerine ve belediyelere bırakılmaktadır. Çevre ve Orman Bakanlığı ise özeksel yönetim olarak politika geliştirme, standart oluşturma, kaynak bulma ve denetim gibi işlevleri yerine getirecektir. Bize göre, bu yaklaşım yanlıştır ve zaman içinde önemli sorunların ortaya çıkmasına neden olacaktır. Kuşkusuz, illerin ve beldelerin hepsinin ayrı ayrı çevre sorunları vardır. Ancak, çevre sorunlarının önemli bir kesimi il ve belde sınırlarını aşan niteliktedir. Bu ve benzeri sorunlar sahipsiz kalacaktır. Örneğin, bir nehir havzasında ortaya çıkan su kirlenmesiyle mücadele olanaksız konuma gelecektir. Bir den fazla il sınırı içinde yer alan Tuz Gölü bu sakıncanın ilginç bir örneğidir. Öte yandan, bazı çevre sorunlarının il sınırlarını aşan özellikler taşıdığı ve bu açıdan bölgesel bazda ele alınması gerektiği gerçeği bir an için ihmal edilse bile, özeksel yönetimin ana unsurları olan il ve ilçelerde çevresel yönetimin oluşma koşullarına bakıldığında önemli yetersizlik ve darboğazlarla karşılaşılmaktadır.

 

Türkiye’de tüm illerde Çevre ve Orman İl Müdürlüğü çalışmalarını sürdürmektedir. Ancak, bu müdürlüklerin çalışmaları oldukça etkisiz ve yetersizdir. 1000’e yakın ilçenin hiçbirinde İlçe Çevre Müdürlüğü yoktur. 

 

Burada konunun teknik ayrıntılarına girmek gerekli olmamakla birlikte, içinde bulunulan koşullarda, alan üzerinde ortaya çıkan çevre sorunlarının giderilmesini güvence altına alacak bir örgütlenmenin kurulamamış olduğunun vurgulanması gerekmektedir.

 

Ayrıca, yerel yönetimler açısından olaya bakıldığında, durum daha da olumsuz görülmektedir. Yerel yönetimler bu konuda örgütlenememişler ve yerel çevre yönetimi konusunda herhangi bir ilerleme elde edememişlerdir.

 

Buraya kadar yapılan açıklamalar göstermektedir ki, mevzuat ve politikalar bağlamında Türkiye ile AB’nin yaklaşımları arasında söylemsel düzlemde önemli bir içerik farkı bulunmamaktadır. Ancak, aynı yargıyı uygulamalar ve gerçekleşmeler konusunda yineleyebilmek olanağı yoktur. AB’ne üye ülkelerde gerçek anlamda bir çevre yönetimi kurulmuş, çevresel kirlilikler denetim altına alınmış ve çevresel kalite ciddi ölçüde iyileştirilmiştir. Bunun da ötesinde, sürdürülebilir kalkınma amacı gerçek bir güvence altına alınmıştır. Buna karşılık, Türkiye’de yeterli ve etkili bir çevre yönetimi kurulamamıştır. Çevre kirlilikleri her geçen gün artmaktadır. Sürdürülebilir kalkınma üzerine söylemler üretilmekle birlikte çevresel endişeler ekonomik gelişme ve işsizliğin azaltılması yolundaki endişelerden çok sonra gelmektedir.

 

Türkiye’de Çevre İçin Ayrılan Bütçe Olanakları

 

Türkiye’nin çevre konusundaki durumunu belirleyen koşullardan bir başkası da çevresel kalitenin korunması ve geliştirilmesi için yapılan harcamalardır. Çevre ve Orman Bakanlığı’nın genel bütçeden aldığı payın yakın yıllar ortalaması binde 0.5-1 dolayındadır. Buna karşılık AB ülkelerinde bu değer ortalama yüzde 3’tür. 

 

Elde kesin bir bilgi olmamakla birlikte, özel sektörün yaptığı çevresel nitelikli harcamaların AB ülkelerinde özel sektörün yaptığı harcamalara oranla çok az düzeyde kaldığını söylemek yanıltıcı olmamalıdır.

 

Bu konudaki en önemli kanıt AB ülkelerinde yaygın bir uygulama olanağı bulmuş olan karbon vergisi ve atıksu vergisi gibi yeşil vergilere (çevre vergileri, ekolojik vergiler) karşılık Türkiye’de hiç bir yeşil verginin [3] olmamasıdır.

 

Türkiye-Avrupa Birliği İlişkilerinin Geçmişi

 

Türkiye, AB’ye üye olmamakla birlikte AB ile çevre konusunda çeşitli konularda işbirliği içinde bulunmaktadır. Bu bağlamda, LIFE programından sağlanan akçal destekle Türkiye’nin ilk “Ulusal Çevre Referans Laboratuvarı” kurulmuştur. 1998 Haziran ayında çalışmalarına başlayan bu kurum referans laboratuvarı, kalibrasyon merkezi ve eğitim merkezi olmak amacını taşımaktadır.

 

Aynı şekilde başlatılan “Çevre Gözlemevi Projesi” ise Türkiye’de kalkınma ve çevreye ilişkin değişme ve gelişmeleri izlemek üzere bir bilgi gözlemevi kurulması amacını taşımaktadır.

 

AB’nin “Çevresel Yönetim ve Denetim Programı/Raporu” (Eco-Management and Auditing Scheme/Reports - EMAS/EMAR) programının Türkiye’deki uygulama koşullarının geliştirilmesi amacıyla bir özel şirket aracılığıyla çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmanın finansmanı AB tarafından karşılanmıştır.

 

AB’nin “LIFE” ve “CORINNE” gibi fonlarından bazı projeler için akçal destek sağlanmıştır.

 

Son yıllardaki en önemli gelişme ise, Türkiye’nin AÇA’ya üyelik için başvurması olmuştur.

 

Türkiye, 9 Ekim 2000 tarihinde imzalanan Anlaşma ile AÇA üyesi olmuştur.  [4]

 

AB’de Genişleme Sorunu: Kopenhag Ölçütleri ve Çevresel Bütünleşme

 

AB sürekli olarak üye sayısını artırmakta olan bir örgüttür. Halen 25 olan üye sayısı yakın bir gelecekte 28’e çıkacaktır. Ancak, her yeni üye ile birlikte, yeni üyenin Birlik koşullarına uygunluk düzeyinin irdelenmesi ve Birliğe uyum sürecinin uygulanması sorunları başlamaktadır.

 

Birliğin adaylık konusunda aradığı özellikleri belirleyen belge Kopenhag ölçütleri olarak bilinmektedir. Bu belge aşağıda özetlenmiştir.

 

Kopenhag Ölçütleri

 

Kopenhag ölçütleri siyasal ölçütler, ekonomik ölçütler ve üyelik yükümlülükleri olmak üzere üç ana bölümden oluşmaktadır. Ayrıca, üye ülkelerin yönetsel kapasitelerinin de AB’ne uyum içinde olması gerekmektedir. Bu ölçütler şunlardır:

 

Siyasal ölçütler:

 

·     Demokrasiyi, hukuk devletini, insan haklarını ve azınlıkların korunmasını güvence altına alan kurumsal kararlılığın varlığı

·     Birlik içinde piyasa güçlerine ve rekabetin yaratacağı baskılara karşı koyabilecek kapasiteye sahip işlevsel piyasa ekonomisinin  varlığı

·     Siyasal, ekonomik ve parasal birlik de dahil olmak üzere üyeliğin gereklerini yerine getirebilme yeteneklerinin varlığı

 

Ekonomik ölçütler:

 

·     Piyasa güçlerinin serbest çalışması tarafından ortaya çıkan arz ve talep arasındaki dengenin varlığı

·     Liberal fiyat sisteminin oluşması

·     Piyasaya giriş ve çıkışlar konusundaki engellerin yokluğu

·     Mülkiyet hakkının düzenlenmesi de dahil olmak üzere yerleşik hukuk    sisteminin varlığı; yasaların ve sözleşmelerin uygulanabilirliği

·     Fiyatların kararlılığı ve sürdürülebilir kamu finansmanı ve dış borçlar da dahil olmak üzere, makro ekonomik kararlılığın gerçekleştirilmiş olması

·     Ekonomik politika konusunda geniş bir fikir birlikteliğinin varlığı

·     Birikimleri yatırıma yönlendirebilecek kadar gelişmiş finans sektörünün varlığı

 

Üyelik yükümlülükleri:

 

·     Sınırları olmayan iç piyasanın varlığı

·     Tam rekabetin varlığı

·     Siyasal, ekonomik ve parasal birlik de dahil olmak üzere Avrupa Birliği Sözleşmesi’nde yer alan tüm hedeflerin kabul edilmesi

·     Ortak dış ve iç güvenlik politikalarının kabul edilmesi

·     Bilgi toplumu, eğitim, öğretim ve gençlik programlarında yenilikler, araştırma ve teknoloji geliştirme programlarının varlığı

·     Sektörel politikalarla uyumun sağlanması: endüstri, tarım, enerji, su ürünleri, ulaşım, küçük ve orta ölçekli girişimler

·     İstihdam politikaları arasında uyum ve bölgesel/toplumsal uyumun sağlanması

·     Çevre politikalarının uyumlaştırılması

·     Tüketicinin korunması

·     Yargı ve iç güvenlik politikalarının uyumlaştırılması

·     Dış ilişkilerde uyum: dış ticaret, uluslararası ekonomik ilişkiler, gümrük

 

Yönetsel Kapasite:

 

·     Yönetsel yapıların uygunluk ve kabul edilebilirlik düzeyi

·     Yönetsel kapasitenin uyumu düzeyinin yeterliliği

·     Yargısal kapasitenin uyum düzeyinin yeterliliği

 

Ancak, Kopenhag ölçütleri yalnızca bunlardan ibaret değildir. Üye ülkenin, adaylığının kesinleşmesi için aşağıdaki unsurların da gerçekleşmesi gerektiği üyelik görüşmelerinin başlangıcında aday üye ülkeye açıklıkla ifade edilmektedir:

 

·     Hukuk devleti ilkesini benimsemekle kalmamak ve bu ilkeyi günlük yaşamın ayrılmaz bir parçası durumuna getirmek

·     İyi işleyen bir yargı sistemi kurmak

·     Yolsuzluklarla ve rüşvetle mücadele etmek

·     İfade ve basın özgürlüklerini güvence altına almak

·     AİH Mahkemesi’nin yetkilerini kabul etmek

·     “Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Anlaşması”nı kabul etmek

 

Ayrıca, ekonomik rekabet koşulunun yerine getirilmiş sayılması için de, aşağıdaki unsurların gerçekleşme koşullarına bakılacaktır:

 

·     Ekonomik unsurların kararlı ve önceden kestirilebilir bir ortam içinde kararalmalarına olanak verecek düzeyde makro ekonomik kararlılığın varlığı

·     Enerji, ulaşım ve telekomünikasyon da dahil olmak üzere yeterli düzeyde insan ve fiziksel sermaye ile  eğitim ve araştırma çalışmalarının varlığı

·     Rekabetin yönlendirilmesine olanak verecek ticaret politikası, rekabet politikası, devlet yardımları ve küçük ve orta ölçekli girişimler için destekleme politikasının varlığı

·     Üye ülkelerle yapılmakta olan ticaretin hacmi ve niteliği

·     Küçük şirketlerin ekonomi içindeki payı

·     EURO’ya geçiş için gerekli hazırlıkları yapma

·     Merkez bankasının bağımsızlığı

·     Ekonomik politikaların eşgüdümü

·     Sözleşmenin ekonomik kararlılık ve büyüme ile ilgili maddelerinin kabul edilmesi

·     Kamu açıklarının Merkez Bankası (ya da Hazine) tarafından karşılanmasından vazgeçilmesi

·     Sermaye hareketlerinin liberalleştirilmesi

·     Para değişim mekanizmaları ile işbirliği yapılması

·     Paranın dalgalanmaya bırakılmaktan sakınılması

·     AB mevzuatının yalnızca iç hukuk kuralları olarak kabul edilmemesi aynı zamanda bu kuralların uygulanır ve yürütülür kılınması

·     Yeni yönetsel kurumların kurulması ve mevcut kamu yöneticilerinin uygun şekillerde eğitilmesi

·     Yargı sisteminde reform yapılması

·     Yargı mensuplarının Topluluk Hukuku konularında eğitilmeleri

 

Çevresel Bütünleşme Stratejileri: Aday Ülkelerle Genişleme Yükümlülüğünün Çevre Konusunda Yerine Getirilmesi

 

AB’ne aday ülkelerin üyeliğe hazırlanmaları ve üyeliklerinin kesinleşmesi konusunda yapılacak çalışmalar arasında “çevre” etmeni önemli bir yer almaktadır. Aday ülkelerle AB üyesi ülkeler arasında çevre alanında herhangi bir farklılaşma olmaması, Birliğin çevre politikalarının aday ülke tarafından tümüyle benimsenmesi ve aday ülkenin çevre mevzuatının ve yönetiminin bu amaca uygun ve yeterli olması bu bağlamda üzerinde durulan temel konular olmak durumundadır.

 

Nitekim, AB Komisyon’u tarafından AB Konseyi’ne, Avrupa Parlamentosu’na, Bölgeler Komitesi’ne ve orta ve doğu Avrupa’daki aday ülkelere gönderilen bir genelgede (communication) bu konuda önemli ipuçları verilmekte ve önerilerde bulunulmaktadır. “Çevre İçin Katılma Stratejileri: Orta ve Doğu Avrupa’daki Aday Ülkelerle Genişleme Konusundaki Meydan Okumaların Karşılanması” (Accession Strategies for Environment: Meeting the Challenge of Enlargement with the Candidate Countries in Central and Eastern Europe) başlıklı bu genelge, çevresel bütünleşme konusunda yapılması gereken etkinlikleri ve karşılanması gereken koşulları açıklıkla ortaya koymaktadır.

 

Genelge’nin başlığında orta ve doğu Avrupa’daki aday  ülkelerden söz edilmesine karşın, Türkiye’nin adaylık sürecinde de aynı çevresel koşulların gündeme geleceğinden kuşku duymamak gerekmektedir.

 

Aday Ülkeler ve AB

 

Genelge, aday ülkelerle AB arasındaki çevresel özellikleri şu şekilde özetlemektedir:

 

·     Aday ülkelerde çevre sorumlulukları yeterince gelişmemiştir.

·     Bu ülkelerin çevre koruma çalışmalarında önemli boşluklar ve yetersizlikler vardır.

·     Buna karşılık bu ülkeler, geniş ve el değmemiş doğal kaynaklara ve zenginliklere sahiptirler.

 

Genelge, bu temel yargılardan yola çıkarak, AB’nin sorumlululuğunu, bu zenginlikleri ve varlıkları korumak ve aynı zamanda gerek ekonomik ve gerekse çevresel açıdan sürdürülebilir bir kalkınmayı yönetmek ve güvence altına almak olarak belirlemektedir.

 

Genelgeye göre, aday ülkelerle AB arasındaki çevresel bütünleşmenin köşetaşını çevre mevzuatı oluşturmaktadır.

 

Genelgeye göre, bu amacın gerçekleştirilmesi için aday ülkelerle AB arasında özel bir strateji geliştirilmelidir. Bu stratejide, öncelikle, aday ülkeye AB’nin çevre mevzuatının iç hukuk mevzuatı olarak kabul edilmesi, benimsenmesi ve uygulanması gerektiği açıklıkla ifade edilecektir. Ancak, bu çerçevede AB, katılma öncesi uyum çalışmalarının sürdürülmesi için destek çalışmalarını yoğunlaştıracaktır.

 

 Çevresel uyumun sağlanması için uygulanacak temel strateji ise şu şekilde belirlenmektedir:

 

·     Başta, hava ve su kirlilikleri olmak üzere, AB ile bütünleşme için, gerçekçi, ulusal, uzun erimli, aşamalı uyum stratejilerinin hazırlanması ve tüm başvuran ülkelerde katılma tarihinden önce uygulama alanına konulması

·     Katılma ile birlikte ele alınacak ve kilit önem taşıyan öncelikli alanların ve hedeflerin saptanması

·     Tam uyum için ayrı bir zamanlama programının hazırlanması

·     Bu konudaki aday ülke yükümlülüklerin katılma anlaşmalarında açıklıkla belirtilmesi

·     Katılan ülkelerde yapılacak yeni yatırımların AB çevre mevzuatına uygun olacağının güvence altına alınması

·     Özellikle özel sektörde olmak üzere, ulusal ve dış akçal kaynakların bu stratejilerin uygulanabilmesi için harekete geçirilmesi

·     AB’nin bu konuda yalnızca kesimsel akçal katkıda bulunması

 

Yukarıda belirtilen temel stratejiyi desteklemek üzere, adaylık süreci içinde bazı özel çalışmaların yapılması gerekmektedir. Bu özel görev alanları da aşağıda belirtilmiştir:

 

Mevzuat Uyumu

 

·     hukuksal boşukların analizi

·     önceliklerin saptanması

·     uyumun sağlanması için gerçekçi bir zamanlamanın yapılması

·     hukuk uzmanı açığının kapatılması

·     dil engelinin aşılması

 

Kurumsal Uyum

 

·     çevre yönetimi için kurumsal yapının güçlendirilmesi: gereksinimlerin    belirlenmesi ve giderilme yollarının geliştirilmesi

·     yeni örgütlerin kurulması

·     mevcutların yeniden örgütlenmesi

·     bu amaçla gerekli yasal mevzuatın hazırlanması

·     “bakanlıklararası”  ve “AB/aday ülke” eşgüdüm sorunlarının çözümlenmesi

·     görev ve yetki sahibi “bölgesel ve yerel yönetimler”in uyumu

·     personelin eğitimi sorununun çözümlenmesi

 

ÖZEL YÜKÜMLÜLÜKLER

 

Hava

 

·     AB’nin hava kalitesi gereklerini karşılamak için ortaya çıkan  güçlüklerin saptanması

·     AB hava kalitesi limit değerlerinin aşıldığı yerlerin ve  alanların belirlenmesi

·     bu tür bölgeler ve nokta kaynaklar için “optimizasyon planlar”ının   hazırlanması

·     emisyon limitlerini tuturamayan tesisler için kapatma hazırlıklarının  yapılması

·     yakıt ölçünlerinin uyumlaştırılması için rafinerilerde gerekli önlemlerin  alınması

·     mevzuat değişikliğinin hazırlanması

·     monitoring  ve veri toplama sistemlerinin kurulması

 

Atıklar

 

·     AB’nin katı ve tehlikeli atık yönetim kararlarına uyum için gerekli önlemlerin alınması

·     atıkların yakılması ile ilgili karara uyum için önlem alınması

·     mevcut tesislerin AB normlarına uygun duruma getirilmesi

·     atık toplama, depolama  ve bertarafı için gerekli yatırımların planlanması ve uygulanması

 

 

Su

 

·     içmesuyunun kalitesinin artırılması 

·     atık suların yönetimi için gerekli kanalizasyon ve arıtma tesisi yatırımlarının planlanması ve uygulama alanına konulması

·     sınıraşan sular konusunda  akarsu bazında su yönetimi sistemi kurulması

 

Endüstri

     

·     “Seveso” kararının uygulanması için gerekli önlemlerin alınması

·     “hot spot”lar için özel yönetim önlemlerinin alınması

·     temiz yakıt sağlanması

·     kirli yakıtların kullanımının durdurulması

      

2000 Yılı Katılma Ortaklığı Belgesinde Çevre

 

Aralık 1999’da yapılan ve Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkileri kesin olarak tam üyelik çizgisine oturtan AB Helsinki Zirvesi’nden sonra, 8 Kasım 2000’de yayınlanan “Türkiye Katılma Ortaklığı Belgesi” [5]  üyelik yolunda tarafların yerine getirmek durumunda oldukları yükümlülükleri belirlemek bakımından büyük bir önem taşımaktadır. Belgeye  “yol haritası” adı verilmesi de bu açıdan anlamlıdır. Zira, bu belge, geçiş ve uyum döneminde, tarafların ve özellikle Türkiye’nin tam üyelik için atması gereken adımları ortaya koymaktadır. Belge, öteki pek çok konu yanında, çevre konusuna da eğilmekte ve bir yandan Türkiye’deki ulusal ve yerel çevre yönetiminin içinde bulunduğu koşulların genel nitelikli değerlendirmelerini yaparken öte yandan da AB mevzuatı karşısında Türk çevre mevzuatının sahip olduğu yetersizlikleri saptamakta ve bunların giderilmeleri için alınması gereken önlemleri açıklamaktadır. Bu bölümde bu son gelişmelere göz atmak gerekmektedir.

 

Belge çevre ile ilgili 22 Bölümü’nün başlangıcında şu kesin saptamayı yapmaktadır:

 

“Son katılma ortaklığı normal belgesinin yayınlanmasından bu yana, hava kalitesi, atık yönetimi, su kalitesi, doğa koruma, endüstride kirliliklerin denetimi ve risk yönetimi, kimyasallar, genetik açıdan değişikliğe uğramış organizmalar, ozon tabakasını incelten maddeler, nükleer güvenlik ve radyasyondan korunma gibi alanlarda, AB mevzuatının Türkiye’ye uyarlanması konusunda ilerleme elde edildiğini gösteren bir belirti yoktur.”

 

Belgede, bu ana saptamadan sonra, öteki temel çevre sorunları konularında şu değerlendirmelerde bulunulmaktadır:

 

·       Özellikle çevre ölçünleri, monitoring gereksinimleri ve ölçme yöntemlerinde olmak üzere Tük mevzuatı hala Topluluk mevzuatından oldukça uzak bulunmaktadır.

·       Topluluğun çevre mevzuatının Türkiye tarafından benimsenmesi hedefi hala uzun erimli bir işlev olarak görülmektedir.

·       Yasaların uygulanması yolundaki isteklilik sınırlıdır.

·       Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği’nin Topluluk mevzuatına uygun duruma gelmesi için değiştirilmesi gerekmektedir.

·       Hava kalitesi konusundaki mevzuatın Topluluk mevzuatına uyarlanması gerekmektedir.

·       Hava kalitesi ölçüm sistemlerinde ilerleme elde edilmelidir.

·       Katıatık yönetimi, ilgili mevzuatın uygulanması açısından, en fazla sorun taşıyan alan olmak durumundadır. Evsel atıkların % 93’ü yasadışı olarak çevreye bırakılmaktadır. Katıatık yönetimi alanında Topluluk ölçünlerine ulaşabilmek için esaslı çabaya gereksinim vardır.

·       Su kalitesi ile ilgili mevzuat Topluluk mevzuatına uygun değildir.

·       Doğanın korunması konusu, uyum sürecinde, üzerinde özellikle durulması gereken önde gelen konulardan biridir. Topluluğun doğa koruma ile ilgili mevzuatına erişebilmek için Türkiye’nin doğa koruma konusunda çok önemli aşamalar elde etmesi gerekmektedir.

·       Endüstride kirlilik denetimi ve risk yönetimi ile ilgili AB mevzuatının Türkiye’ye tanıtılması ve aktarılması gerekmektedir.

·       AB’nin kimyasallar ile ilgili direktiflerinin Türkiye’ye tanıtılması ve aktarılması gerekmektedir.

·       1993 tarihi Zararlı Kimyasalların Kontrolü Yönetmeliği Topluluk mevzuatına uygun değildir.

·       Kimyasalların genel bir envanteri yapılmamıştır. Genetik olarak değişikliğe uğramış organizmalar konusundaki Türk mevzuatı Topluluk mevzuatına uygun değildir.

·       Nükleer güvenlik konusunda Türk mevzuatı Topluluk mevzuatına uygun değildir.

·       Gerek ulusal ve gerekse yerel düzeyde çevre yönetimi kapasitesi endişe konusudur.

·       Çevre konusunda bilinçlenme ve Topluluğun çevre konusundaki öngörüleri konusundaki bilgi yetersizdir. 

·       Çevre yükümlülerinin yükümlüklerini yerine getirmeleri güvence altına alınamamaktadır. Buna yolaçan nedenler ise, değişik düzeyde çok sayıda örgüt ve kurumun aynı konuyla ilgilenmesi, bu durumun yetki ve görev uyuşmazlıklarına neden olması, uzman ve eğitilmiş personel yetersizliği ve teknik donanım eksikliğidir.

·       Monitoring sistemleri kurulmasına gereksinim vardır.

·       Açma ve işletme izin sistemleri kurulmalıdır.

·       Güçlü bir çevre denetimi örgütü kurulmalıdır.

·       Kurallara aykırı davrananlara karşı gerekli yaptırımlar uygulanmalıdır.

·       Belediyelerin, başta eğitim olmak üzere, AB politikaları konusunda hazırlıklarını hızlandırmaları gerekmektedir.

·       Topluluk kurallarına uyumun sağlanması açısından çok önemli ölçüde çevresel yatırım yapılması gereklidir. Çevre yatırımları bütüncül bir yatırım stratejisi çerçevesinde yapılmalıdır. Bu bağlamda, Türkiye’de “Çevre Kirliliği Önleme Fonu”nun bulunması önem taşımaktadır.

 

Etkinlikler: Kısa ve Orta Vade

 

AB tarafından Türkiye’ye verilen KOB’de çevre ile ilgili olarak alınması gereken önlemler kısa ve orta vadeli olmak üzere iki bölüme ayrılmıştır. Kısa vadeli olan bölüm 2001 yılı içinde yapılması gereken etkinlikleri kapsamaktadır. Orta vadeli dönem ise 2001’den sonraki dört ya da beş yıllık süre içinde gerçekleştirilmesi gereken çalışmaları içermektedir. Bu etkinliklerin dökümü aşağıda  verilmiştir.

 

KISA VADELİ ÖNCELİKLER – 2001

 

 

·       Müktesabatın uyumu için direktifler özelinde ayrıntılı bir uyum programının benimsenmesi,

 

 

·       Çevresel Etki Değerlendirmesi’nin iç hukuka geçirilmesi,

·       Yatırımları finanse etmek üzere, her yıl için

·       gerçekçi,

·       kamu ve özel sektör finansman kaynakları ile

·       uyum maliyeti tahminlerine dayanan

·       direktifler özelinde

 

bir plan geliştirilmesi.

 

 

ORTA VADELİ ÖNCELİKLER – 4-5 YIL

 

·       Çevrenin korunmasını güvence altına alacak biçimde kurumsal, yönetsel ve izleme kapasitesinin güçlendirilmesi ile birlikte, özellikle çerçeve ve sektör mevzuatı geliştirmek suretiyle AB çevre müktesabatının yürürlüğe konması ve uygulanması

·       Çerçeve mevzuat, yatay mevzuat, doğal çevrenin korunması, su kalitesi ve atık yönetimi ile ilgili mevzuata özel bir önem vermek suretiyle müktesabatın uygulanması

·

 

 

·       Bir atık yönetimi stratejisinin uygulanması

 

· 

·       İzleme (monitoring) ağları kurulması

 

 

·       İzin usullerinin ve sistemlerinin kurulması

· 

·       Veri toplama sistemlerinin kurulması

·       Çevre müfettişliklerinin kurulması

·       Tüm diğer sektörel politikaların tanımlanması ve uygulanmasının sürdürülebilir kalkınma ilkeleri ile bütünleştirilmesi

·       ÇED direktifinin yürürlüğe konması ve uygulanması.

 

Yukarıda kısa ve orta vadeli etkinlik olarak belirtilen hükümler Türkiye’de tam, doğru, etkili, güçlü ve çağdaş bir çevre yönetiminin kurulmasını ve halen AB’ye üye ülkelerde uygulanmakta olan  tüm çevresel mevzuatın ülkemizde de uygulama alanına konulmuş olmasını güvence altına almak anlamına gelmektedir.

 

Türkiye, belirtilen süreler içinde bu hedefleri gerçekleştirebilmek olanaklarına sahip değildir.

 

Açıklıkla belirtmek gerekirki, belgede yeralan ve yukarıda özetlenen unsurların tümü doğru ve gerçekçidir. Esasen, bu sorunlar, bu araştırmanın daha önceki bölümlerinde değinilen ve daha önceki yıllarda yapılmış olan çalışmalarda da benzer ifadelere konu olmuştur.

 

Daha açık söylemek gerekirse, Türkiye, çevre yönetimi konusunda AB’nin çok gerisinde bulunmaktadır. Bu sonucu yaratan ana etmenler şunlardır:

 

·           Türkiye’nin çevresel altyapısı son decerede yetersizdir.

·           Türk mevzuatı AB mevzuatının gerisindedir.

·           Çevre yatırımları için gerekli parasal kaynaklar mevcut değildir.

·           Türkiye’de etkili bir çevre yönetimi sistemi kurulamamıştır.

·           Şimdiye kadar yürürlüğe konulan çeşitli mevzuatla kendilerine çevresel açıdan yükümlülük verilmiş özel ve tüzel kişiler izlenememekte ve denetlenememektedir.

·           Çevre yaptırımlarının uygulanması konusunda isteksizlik vardır.

 

Bu durum, AB’ne uyum sürecinde, Türkiye’nin çevre konusunda çok önemli adımlar atmasını zorunlu kılmaktadır. Ancak, özellikle Çevre ve Orman Bakanlığı’nın içinde bulunduğu koşullar karşısında bu konuda bir umut sahibi olabilmek olanağı bulunmamaktadır.

 

Türkiye’nin Ulusal Programında Çevre

 

AB’nin yukarıda açıklanan “Katılma Ortaklığı Belgesi”ne (KOB) karşılık, Türkiye “Mevzuatın Benimsenmesi için Aday Ülkenin Ulusal Çalışma Programı” (National Program for the Adoption of the Acquis) –kısa adıyla, Ulusal Programı, (UP)- Mart 2001’de açıklamış ve Avrupa Birliği’ne göndermiştir.

 

UP, aday ülke olarak Türkiye’nin, AB ile bütünleşmesi için KOB’da öngörülen koşulları nasıl, ne şekilde ve hangi zaman dilimi içinde yerine getireceğini belirlemektedir.

 

UP’nin çevre ile ilgili bölümünün incelenmesinden ortaya çıkan ana sonuç, UP’nin çevre bileşenini hazırlayanların, bilerek ya da bilmeyerek, hem AB felsefesini ve hem de KOB’da çevre ile ilgili olarak belirtilenleri yeteri kadar algılayamamış olduklarının ortaya çıkmasıdır. Örneğin, çevre ile ilgili bölümün “hava kalitesi” alt bölümünde, nihai hedeften söz edilirken “İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ile 1979 Uzun Menzilli Sınırlaraşırı Hava Kirliliği Sözleşmesi’nin eki Protokollerine ancak farklı sorumluluk ilkesi çerçevesinde katılınması mümkün olabilecektirsözlerine yer verildiği görülmektedir. Bu anlatım, “farklı sorumluluk” ilkesi kabul edilmediği takdirde,  ‘AB’ye katılınmayacaktır’ anlamına gelmektedir.

 

Oysa, aday ülkelerin AB’ye katılma sürecinde AB ile koşullar konusunda herhangi bir pazarlık yapmak olanakları yoktur. AB’de yürürlüğe konulan tüm mevzuatı benimsemiş olmak, adaylığın ilk ve temel koşuludur. Bu temel koşula karşın, UP’de böyle bir koşula yer verilmiş olması, AB kavramının uzmanlar tarafından yeteri kadar anlaşılamadığını göstermektedir.

 

İkinci önemli yetersizlik ise, çevre bölümünü hazırlayanların, hem evrensel çevre yönetimini yeteri kadar bilmediklerinin anlaşılması ve hem de Türkiye tarafından yapılması gereken tek eylemin AB ile Türk mevzuatı arasında koşutluğu sağlamak olduğunu sanmalarıdır. Bu kabullenme de yanlıştır. Zira, AB ile bütünleşebilmek için mevzuatın uyumlaştırılması yeterli değildir. Mevzuatın öngördüğü düzeyde ve yetkinlikte bir çevre yönetiminin hem ulusal ve hem de yerel -ve hatta bölgesel- ölçekte kurulması ve altyapısı ile birlikte işler konuma getirilmiş olması gerekmektedir. Hatta, bu dahi yeterli değildir ve alınan önlemlere karşın AB standartlarına uymayacağı anlaşılan bazı özel ya da kamu endüstriyel tesislerinin temelli kapatılması gerekecektir.

 

Bu gereklilik, ülkede ulusal ve yerel ölçekte etkili bir çevre yönetimi kurulmasını, tüm ulusal ve yerel politikalarda çevre bileşeninin tam ve net olarak yer almasını, çevresel altyapıların başta hava, su ve katı atıklarla ilgili olmak üzere ülke çapında kurulması ve AB standartlarının tüm ülke çapında elde edileceğinin kesin bir şekilde güvence altına alınması gerekmektedir.

 

Bu açık ve kesin zorunluluğa karşılık, UP, bütünleşme olayını yalnızca mevzuatta koşutluk hatta benzerlik sağlanması olarak algılamakta ve etkili bir çevre yönetiminin ve çevresel altyapıların kurulmasından ve altyapılar için gerekli finansman yükünün karşılanması için alınması gereken ulusal önlemlerden söz etmemektedir.

 

Öte yandan, UP’nin çevre alt bölümünün çeşitli çevresel medyalarla ilgili kesimlerinde kısa, orta ve uzun vadede  yapılacağı belirtilen etkinliklerin hemen tümü KOB’de belirtilen sorunların ve eksikliklerin gerçek anlamda çözümü ile uzaktan ya da yakından ilgisi olmayan etkinlikler niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır. UP’de yapılacağı belirtilen etkinliklerin yapılacağı kuşkuludur. Ancak, yapıldıkları varsayılsa bile bu etkinliklerle ülkede istenilen ve olması gereken düzeyde bir çevre yönetiminin oluşturulabilmesi olanaklı değildir.

 

Türkiye’de, konu ile ilgilenenler, Orman Bakanlığı ile birleşmesinden önce, Çevre Bakanlığı’nın gerek doğa koruma ve gerekse çevrese kirlilikleri önleme konusunda herhangi bir yetkisi olmadığını bilirler. Örneğin, doğa koruma çalışmalarında ana sorumlu bakanlık Kültür Bakanlığı’dır. Hava kirliliğinin önlenmesinde ana sorumlu bakanlık Sağlık Bakanlığı’dır. Su temini ve atık suların arıtımı konusunda DSİ ve belediyeler yetkilidir. Bu konularda Çevre ve Orman Bakanlığı’nın yetkileri az ve etkisizdir.

 

Bu koşullar altında, AB ile çevre alanında bütünleşebilmek için AB koşulları bağlamında yetkili, etkili ve güçlü bir çevre örgütü kurulması ve çevresel yetkilerin bu örgüte aktarılması gerekirken bu tür önlemlerden UP’de hiç söz edilememekte ve hatta bazı bölümlerde “bu konuda mevcut teşkilat yapısında değişiklik yapılmasına gerek bulunmaktadır” gibi anlaşılması olanağı bulunmayan ifadelere yer verilmektedir.

 

Kısaca belirtmek gerekirse, UP, çevre bağlamında KOB’da öngörülen isteklere yeterli yanıt vermekten uzak bulunmaktadır. Konu, uzmanlarca yeteri kadar algılanamamış ve anlaşılamamıştır. Bir anlamda, bu konudaki yükümlülükler geçiştirilmek istenmiştir.

 

 

Avrupa Birliği’nin Türkiye 2001 Yılı İlerleme Raporu

 

Avrupa Birliği’nin, Türkiye’nin tam adaylığı ile ilgili 2001 yılı İlerleme Raporu 13 Kasım 2001 günü yayınlanmıştır. Kamuoyunda “yol haritası” olarak nitelendirilen 2000 yılı İlerleme Raporu’nun üyelik için getirdiği görüşler çerçevesinde, Türkiye tarafından hazırlanan Ulusal Program’ın yeterliliği konusunda AB’nin ilk resmi belgesi olmak niteliğini taşıyacak olan 2001 yılı İlerleme Raporu’nun Türkiye Ulusal Programı’nı genelde yetersiz ve olumsuz bulduğu anlaşılmakla birlikte bizi asıl ilgilendiren bu raporun çevre ile ilgili bölümüdür.

 

2001 Yılı İlerleme Raporu Türkiye Ulusal Programı’nın çevre ile ilgili bölümünü de yetersiz ve olumsuz bulmuştur. 2001 Yılı İlerleme Raporu, Türkiye Ulusal Programı’nın çevre konusunda hiç bir yükümlülük altına girmediğini, çevresel uyum çalışmalarında kullanılmak üzere bir bütçe yapılmadığını ya da bütçede bu amaçla pay ayrılmadığını ve çevresel hasarların/zararların belirlenmemiş olduğunu bu konudaki görüşüne dayanak ve gerekçe yapmaktadır.

 

2001 Yılı İlerleme Raporu, çevre konusunda şu genel hükmü içermektedir: “Türkiye, son ilerleme raporundan bu yana, gerek yatay mevzuatın ve gerekse hava kalitesi, atık yönetimi, su kalitesi, doğa koruma, endüstriyel kirlenme ve risk yönetimi, genetik olarak değişime uğratılmış organizmalar, araç ve makinelerden kaynaklanan gürültü ve nükleer güvenlik ve radyasyondan korunma alanlarındaki mevzuatın ülkeye aktarılması konusunda önemli bir ilerleme göstermemiştir.” Raporda daha sonra, Türkiye’de çevre ile ilgili olarak son bir yıl içinde yapılan çalışmalar hakkında bilgi verilmekte ve çevresel bütünleşme konusunda şu genel değerlendirme yapılmaktadır:

 

-        Türk çevre mevzuatı, özellikle çevre standartları, monitoring ve ölçme yöntemleri başta olmak üzere, AB mevzuatından çok değişiktir.

 

-        AB’nin çevre mevzuatının bütünüyle uyarlanması için Türkiye’de esaslı bir çaba harcanmasına gerek vardır.

                                              

-        Çevre mevzuatının uygulanması ve yürütülmesi ile ilgili yönetsel kapasitenin esaslı ölçüde iyileştirilmesi gereklidir.

 

-        AB çevre direktiflerine uyumun sağlanabilmesi için mevcut mevzuatın ayrıntılı olarak incelenmesi gerekmektedir.

 

-        Türk hava kalitesi mevzuatının AB mevzuatına uyarlanması gerekmektedir.

 

-        Bunun da ötesinde, hava kalitesi ölçüm sisteminin AB mevzuatına göre esaslı ölçüde iyileştirilmesi gerekmektedir.

 

-        Atık yönetimi Türkiye’nin en sorunlu alanlarından biridir. Evsel atıkların yüzde 93’ü yasa dışı olarak çevreye bırakılmaktadır.

 

-        AB’nin atık yönetimi mevzuatının Türkiye’ye uyarlanması için esaslı bir çabaya gereksinim vardır.

 

-        Türkiye’nin su kalitesi mevzuatı AB mevzuatı ile uyum içinde değildir.

 

-        Doğanın korunması konusundaki mevzuat uyumunun sağlanması için Türkiye’nin esaslı ölçüde çaba göstermesi gerekmektedir.

 

-        Endüstriyel kirlilik ve risk yönetimi ile ilgili AB mevzuatının Türkiye’ye tanıtılması gerekmektedir.

 

-        Türkiye’de kimyasallarla ilgili bir envanter yoktur.

 

-        Türkiye’nin genetik açıdan değişikliğe uğramış organizmalarla ilgili mevzuatının AB mevzuatına uyarlanması gerekmektedir.

 

-        Nükleer güvenlikle ilgili Türk mevzuatı, Birlik mevzuatı ile tam uyum içinde değildir.

 

-        Türkiye’nin çevresel yatırımlarının AB mevzuatı çerçevesinde bütüncül bir sratejik planlamaya konu olması gerekmektedir.

 

-        Türkiye’nin çevre yönetiminden sorumlu merkezi ve yerel hükümet birimlerinin yönetim kapasitesi ciddi bir endişe konusudur.

 

-        Eğitilmiş ve uzman personel, maddi kaynak ve teknik araç ve gereç eksikliği yanında, aynı konuda çok sayıda kamu kuruluşunun yetkili, görevli ve sorumlu olması nedeniyle ortaya çıkan kuurmsal ve yönetsel karmaşa, çevre mevzuatının etkili bir şekilde yürütülmesini engellemektedir.

 

-        İzin ve izleme sistemlerinin etkili bir şekilde kurulması ve çalışması gerekmektedir.

 

-        Çevre müfettişliği/denetimi sistemi kurulmalıdır.

 

-        Yaptırımların caydırıcı etkisi artırılmalı ve uygulanmalıdır.

 

-        Belediyeler, özellikle eğitim ve çevre politikalarının uygulanması konularında güçlendirilmelidir.

 

Kuşkusuz, çevreyle ilgili olarak gelinen bu sonuç, buraya kadar yaptığımız açıklamalar çerçevesinde bir sürpriz olmak özelliğini taşımamakta ve belirttiğimiz görüşlerle örtüşmekte ve onları desteklemektedir.

 

Avrupa Birliği’nin Türkiye 2004 Yılı İlerleme Raporu

 

Birliğin Türkiye açısından kritik önem taşıyan 2004 yılı ilerleme raporunda çevre konusunda ciddi eleştiriler ve uyarılar yer almaktadır. Rapor, AB çevre mevzuatının 200’den fazla yasal düzenleme içerdiğini belirterek bunları uygulama alanına koymanın ve kurallara yükümlülerce uyumun güvence altına alınmasının önemli bir finansal destek ile ulusal, bölgesel ve yerel düzeyde güçlü ve iyi donatılmış yönetimlere kesin zorunluluk duyacağını söyelemektedir.

 

Rapor, mevzuata uyum konusunda bazı gelişmeler (ÇED yönetmeliği, Bilgi Edinme Hakkı ve İklim Değişikliği Sözleşmesi’nin onaylanması gibi) olmakla birlikte çevresel sorunların diğer politikalarla bütünleşmesi açısından bir gelişme elde edilmediğini belirtmektedir.

 

Raporda sınırlı ve hatta çok sınırlı gelişme elde edildiği belirtilen alanlar şunlardır:

 

-        Hava kalitesi

-        Katı atık yönetimi

-        Su kalitesi

-        Doğa koruma

-        Kimyasallar

-        Nükleer güvenlik ve radyasyondan korunma

-        Yönetsel kapasitenin güçlendirilmesi

-        Çevresel etki değerlendirmesi

 

Raporda gelişme elde edilmediği belirtilen alanlar şunlardır:

 

-        Genetik açıdan değişikliğe uğramış organizmalar

-        Gürültü

 

Raporda üzerinde daha fazla iyileştirme çalışması gereken alanlar ise şu şekilde saptanmaktadır:

 

-      Sınır aşan çevresel etkilerin değerlendirilmesi

-      Kyoto protokolünün onaylanması

-      Hava kalitesi ölçüm sistemlerinin kurulması

-      Ulusal katı atık yönetim stratejisinin ve planının oluşturulması

-      Su kalitesi yönetimi için bir çerçeve yasa çıkarılması

-      Su yönetimi konusunda komşu ülkelerle işbirliğinin artırılması

-      Doğal kaynakların yömetiminde kurumlar arası uyumun artırılması ve bu alanda yeni bir çerçeve yasa çıkarılması

-      Soyu tükenmekte olan varlıkların korunması

-      Endüstriyel kirlenme ve risk yönetimi

-      Genetik açıdan değişikliğe uğramış organizmalar

-      Gürültü

-      Nükleer güvenlik ve radyasyondan korunma

-      Sürdürülebilir kalkınmanın güvence altına alınması için diğer ulusal poltikalarla çevre poltikalarının bütüleştirilmesi

-      Çevre ve Orman bakanlıklarının  birleştirilmesinden beklenen yararların elde edilmesi için yeni önlemler alınması

-      Çevre konusunda bakanlıklar ve kurumlar arasında var olan görev, yetki ve sorumluluk tekrar ve boşukların giderilşmesi

-      Yerel yönetim reformu ile ilgili yasalar uyarınca yerel yöetimlerin çevresel yönetim kapasitelerinin güçlendirilmesi

-      Çevre denetim çalışmalarının planlanması ve planların uygulama alanına konulması

-      Eğitilmil eleman temini

-      Teknik araç ve gereç eksikliklerinin giderilmesi

-      AB çevre mevzuatı ile bütünleşme

-      Yeni yatırımların  AB mevzuatına uygunluğunun güvence altına alınması.

 

Rapor, sonuç olarak, elde edilen sınırlı gelişmelere karşın AB çevre mevzuatının ülke mevzuatına aktarılması çalışmalarının düşük düzeyde kaldığını belirterek asıl sorunun mevzuatın uygulama alanına konulmasında ve çevre yükümlülerinin yasal zorunluluklara uymalarını güvence altına alacak denetim ve yönetim sistemlerinde görülen zayıflıklarda yattığını söylemektedir. Rapor, AB mevzuatına geçişin alanların hava kalitesi, su kalitesi, doğa koruma, endüstriyel kirlenme ve risk yönetimi olduğunu belirtmekte ve üzerinde özellikle durulması gereken alanın ise yönetim kapasitesinin artırılması ve yetkili kurumlar arasında eşgüdüm mekanizmalarının güçlendirilmesi olduğuna işaret etmektedir. Raporda, son olarak, önümüzdeki 4-5 yıl içinde çevre alanında ciddi yatırım gereksiniminin ortaya çıkacağı ifade edilmektedir.

 

Ancak, çevre konusundaki asıl değerlendirme “Türkiye’nin Üyelik Perspektifinin Yaratacağı Sorunlar”  (Issues Arising from Turkey’s Membership Perspective) adlı bir başka raporda yer almaktadır. Türkiye’nin AB’ye üyeliğinin Türkiye ve Birlik açısından yaratacağı stratejik sorunları ele alan bu raporun çevre ile ilgili bölümünde özetle şu ifadeler yer almaktadır:

 

Türkiye’nin üyeliğinin çevre açısından yaratacağı asıl sorunöteki yatay sorunlara ek olarak finansaldır. Türkiye’nin çevresel uyum için kamu ve özel sektör aracılığıyla yapacağı yatırımların maliyeti on milyarlarca euro olacaktır. Bu yatırımlar esas olarak su temini, atık suların toplanması ve arıtımı ve katı atıkların toplanması ve bertarafı alanlarında olacaktır. Türk endüstrisi AB gerekliliklerine uymak için büyük yatırımlar yapmak zorunda kalacaktır.  Bu bağlamda, bütünleşik kirlenme önleme ve denetleme ile ilgili kurallara uyum için yapılacak yatırımlar ciddi boyutta olacaktır. İyileştirilmesi olanağı olmayan tesisler kapatılacaktır. Atıkların arıtımı ve hava kalitesi için özel çaba harcanması gerekmektedir. Ekonomik ve çevresel çıkar çatışması nedeniyle doğa koruma alanında ciddi güçlüklerle karşılaşılacaktır. Ulusal ve bölgesel düzeyde çevre yönetimi benzer durumda olan ve Birliğe yeni üye olan ülkelere oranla çok az gelişmiştir. Etkili bir yönetim sürecinin kurulması 10 yılı bulabilecektir.Avrupa Birliği yardımları ise ÇED ve doğa koruması konularının güvence altına alınması koşuluna bağlı olmalıdır. Su kaynaklarının yönetimi ve buna ilişkin altyapının kurulması giderek daha çok önemli olacaktır. Türkiye’nin Kyoto Prokolü’nü onaylaması AB hava kalitesine olumlu katkı yapacaktır.

 

Avrupa Adalet Divanı ve Çevre Konusunda Verdiği Kararlardan Örnekler

 

AB’ne katılma durumunda ortaya çıkacak temel gerçeklerden biri de Avrupa Adalet Divanı (AAD) olgusudur. Avrupa Birliği Anlaşması’na göre, AAD’nın ana görevi üye ülkelerle AB arasındaki uyuşmazlıkları AB mevzuatı çerçevesinde çözüme bağlamaktır. AAD’nın vereceği karar üye ülkeler açısından bağlayıcı nitelik taşımaktadır. AAD’nın çevre konusunda son yıllarda verdiği bazı kararlar AB’ne üye olmak durumunda ortaya çıkabilecek hukuksal yükümlülükler açısından ilginç işaretler vermekte ve önemli özellikler taşımaktadır. 

 

Avrupa Adalet Divanı tarafından görülen “AB Komisyonu vs. Yunanistan Cumhuriyeti” davasında 4 Temmuz 2000 günü verilen bir kararla, Yunanistan çevre yönetimi konusunda AB kurallarını uygulamamak nedeniyle para cezasına çarptırılan ilk üye ülke olmuştur. 1992 yılında imzalanan Avrupa Birliği Anlaşması, AAD kararını uygulamayan üye ülkeye günlük para cezası verme olanağı getirmektedir. AAD’nın bu kararıyla, Yunanistan, Girit Adası’nın Chania yöresinde atıkların güvenli yönetimi ile ilgili yükümlülüklerini yerine getirmemiş olması nedeniyle bu alandaki yükümlülüklerini yerine getirinceye kadar günlük 20000 Euro para cezası ödemeye mahkum edilen ilk Avrupa Birliği ülkesi olmuştur.

 

AAD tarafından 6 Temmuz 2000’de “AB Komisyonu vs. Belçika Krallığı” davası ile ilgili olarak verilen bir kararda da, Belçika’nın AB’nin 91/271 sayılı Direktifi (kentsel atıksuların arıtılması) ile ilgili yükümlülüklerini yerine getirmediği hükmü yer almıştır. Belçika’nın Brüksel-Başkent Bölgesi’ndeki iç sorunların bu konudaki yükümlülüklerin yerine getirilememesinde “zorlayıcı neden” (force majeure) olduğu yolundaki savunması ise AAD’nı tarafından yerinde görülmemiştir. ADD verdiği kararda, Brüksel bölgesi ile ilgili sorunun bu ülkenin siyasal ve yönetsel örgütlenmesi ile ilgili olduğu ve bu durumun -bu nedenle- tümüyle ülkenin bir iç sorunu olduğu ve bu nedenle de zorlayıcı neden olarak kabul edilemeyeceğini hükme bağlamıştır.

 

AAD, Ocak 2002, Yunanistan hükümetini deniz kaplumbağalarını AB “Habitat”  direktifine uygun olarak korumadığı için kınamış, gerekli önlemlerin alınması için iki ay süre vermiş ve aksi takdirde, Chania örneğinde olduğu gibi, para cezası uygulacağını bildirmiştir.

 

AAD, Eylül 2004’de Fransa’yı birlik mevzuatının ulusal mevzuata aktarılmasında yetersiz kaldığı gerekçesiyle kınamıştır.

 

AAD, aynı tarihte, İspanya hükümetini Valencia- Tarragona demiryolu hattı projesi ile ilgili çevresel etki değerlendirmesini yasalara aykırı olarak yapmaması nedeniyle kınamıştır.

 

AAD, aynı tarihte, İtalya hükümetini atık su arıtmasından çıkan çamur içindeki ağır metal miktarlarının açıklanmasına sansür uygulaması nedeniyle kınamıştır.

 

AAD, aynı tarihte GMO ile ilgili direktife uymaması nedeniyle Finlandiya hükümetini kınamıştır.

 

AAD, Eylül 2003’de, İtalya hükümetini yeni model taşıt araçlarının yakıt ekonomisi ve karbon dioksit emisyonu ilgili bilgileri tüketicilere açıklamaması nedeniyle kınamış ve İtalya hükümetinin gerekçe olarak öne sürdüğü anayasa reformu ve bütçe sınırlılıkları gibi nedenleri ise geçersiz bulmuştur.

 

AAD, aynı tarihte, İrlanda hükümetini kıta sahanlığında su kalitesinin korunması ile ilgili AB direktifine uymaması nedeniyle kınamıştır.

                                                    

Bu kararlar açıklıkla göstermektedir ki, üye ülkeler AB’ye girdikleri andan itibaren üyelikle ilgili tüm yükümlülüklerini yerine getirmek durumundadırlar. Üye ülke bu zorunluluğa uymadığı takdirde önce kınanmakta, gerekli önlemleri alması için süre vermekte ve gerekirse üye ülkeyi yükümlülüğünü yerine getireceği ana kadar günlük para cezasına çarptırılabilmektedir.

 

 

Akçal Yük

 

Genelgede, yukarıda belirtilen koşulların yerine getirilebilmesi için orta ve doğu Avrupa’da aday olan 10 ülkenin karşılaşacağı akçal yük için bir kestirimde de bulunulmaktadır. Buna göre, AB ile çevre konusundaki bütünleşmenin maliyeti 100-120 milyar Euro dolaylarında olacaktır. Bu miktara yalnızca hava kirliliği arıtma tesisleri, su ve atık su yatırımları ve katıatık yönetimi tesisleri dahildir. “Yürütme ve yönetim” giderleri ise bu miktar içinde yer almamaktadır.

 

Türkiye’de AB tarafından yaptırılan bir araştırmada ise Türkiye’nin AB ile çevresel bütünleşmesi için yapılması gereken altyapı yatırımlarının tutarının yaklaşık 50 milyar Euro olacağı hesaplanmıştır. Yukarıda 10 yeni ülke için verilen değer göz önünde tutulursa ve söz konusu ülkelerin toplam büyükülüğünün ancak Türkiye kadar olduğu gerçeği dikkate alınacak olursa, Türkiye için yapılan 50 milyar Euro kestirimin isabetli olmadığı anlaşılmaktadır. Türkiye’nin gerçekleştirmesi gereken çevresel altyapının 100-120 milyar Euro civarında olacağı varsayılmalıdır.

 

 

Çevresel Bütünleşmede Öncelikli Alanlar: Hava, Su ve Katıatıklar

 

Genelgeye göre, her ülkeye özgü koşullar gözönünde tutulmak üzere, öncelikle aday ülkedeki mevcut çevre kalitesi koşulları saptanmalıdır.

 

AB ile çevre konusunda bütünleşme için iki alana öncelik verilecektir: hava ve su kirliliklerinin önlenmesi ve hava ve su kalitesinin geliştirilmesi. Üçüncü öncelikli alan ise katıatıkların yönetimi olacaktır.

 

Bu çerçevede yapılacak temel çalışma ise, AB ile aday ülke arasında gerekli karşılaştırmaların yapılması ve mevzuata ilişkin ve kurumsal alanda görülen aksaklıkların, yetersizliklerin ve boşlukların saptanması olacaktır. Bu çalışmanın yapılabilmesi için aday ülkedeki mevcut ulusal çevre mevzuatının bütünüyle gözden geçirilmesi ve ortaya çıkan sonuçların AB mevzuatı ile karşılaştırılması gerekmektedir. Bu karşılaştırma, AB’nin çevre mevzuatının madde madde ele alınması şeklinde olacak ve her bir düzenlemenin ulusal karşılığının olup olmadığı ve varsa bu düzenlemenin yeterli olup olmadığı irdeleme konusu yapılacaktır.

 

       Bu amaçla AB tarafından hazırlanmış olan “AB Çevre Mevzuatına Yaklaşım Kılavuzu”  (Guide to the Approximation of the EU Environmental Legislation) temel yol gösterici olacaktır.

 

Bu çerçevede, orta ve doğu Avrupa’daki aday ülkeler için geliştirilmiş olan “Birliğin İç Pazarı İle Bütünleşme için Orta ve Doğu Avrupa’daki İlgili Ülkelerin Hazırlanması” (Preparation of the Associated Countries of Central and Eastern Europe for Integration into the Internal Market of the Union) başlıklı belge de gözönünde tutulacaktır.

                  

Daha sonraki aşama ise bütünleşmenin gerçekleşmesi için yapılması gerekenlerin saptanması ve planlanması olacaktır.

 

Bu çalışmayı, aday ülkedeki çevre ile ilgili kurumsal yapıların irdelenmesi bu kurumların güçlü ve zayıf noktalarının saptanması çalışması izleyecektir.

 

Sonuç olarak, AB ile çevresel bütünleşme için gerekli olan çevre yönetiminin temel süreçleri ve aday ülke için bir çerçeve çevre mevzuatı geliştirilmiş olacaktır.      

 

Sektörel Bütünleşme: Bütünleşme İçin Ulusal Program

 

Bütünleşmenin güvence altına alınması için her aday ülke bir çalışma programı hazırlayacaktır. Bu programa “Mevzuatın Benimsenmesi için Aday Ülkenin Ulusal Çalışma Programı” (National Program for the Adoption of the Acquis) adı verilmektedir. Aday ülkeler bu programlarını hazırlarken yukarıda belirtilen konular yanında, şu sorulara da yanıt verecektir: Enerji tasarrufu, temiz teknoloji, atık minimizasyonu ve geridönüşüm ile ilgili politikalar ülkenin ekonomik ve sektörel politikaları ile nasıl bütünleştirilecektir? Ülkenin çevresel ve kaynak sınırlılıkları gözönüne alındığında endüstriyel ve tarımsal üretim nasıl sürdürülebilir kılınacaktır? Bütünleşmenin ilk yıllarındaki ekonomik çöküşden ortaya çıkacak çevresel kazanım ekonominin büyümeye başlamasıyla nasıl sürekli kılınabilecektir? Birliğe yeni katılan ülkelerdeki yeni yatırımların AB mevzuatına tam olarak uygun olması koşulu nasıl güvence altına alınacaktır?

 

Bu düzenlemelerin esasını oluşturan AB Gündem 2000’i de çevre konusunda düzenleyici hükümler içermektedir. Buna göre, aday ülkeler, Birliğe girdikten sonra yapılacak tüm yeni yatırımlarda AB’nin yatırımlarla ilgili kurallarına uymak zorunda olacaklardır. Bu kural üye ülkede eski tesislerin esaslı ölçüde yenilenmesi ve genişletilmesi çalışmaları için de geçerli olacaktır.

 

Bir başka önemli yükümlülük de, alınan önlemlere karşın AB mevzuatına uyması olanağı görülmeyen tesislerin kapatılması zorunluluğudur.

 

AB’nin çevre açısından öncelikli konularından bir diğerini de nükleer enerji oluşturmaktadır. AB nükleer enerjinin yaratacağı risklerin azaltılmasına özel bir önem vermektedir. Aday ülkelerle yapılacak uyum çalışmaları sırasında, bu konu özellikle ele alınacak sorunlar arasında yer almaktadır. Özellikle orta ve doğu Avrupa ülkelerinde yer alan eski Sovyet teknolojisine dayalı nükleer santraller bu konuda ciddi bir sorun kaynağı olmak durumundadır.  Bu nedenle, Türkiye’nin almış olduğu nükleer elektrik santralinden vazgeçme kararının AB’nin beklentilerine uygun olduğu anlaşılmaktadır.

 

Bütünleşme Sürecinde AB Yardımları

 

Aday ülkenin içine gireceği çok büyük çaplı akçal, hukuksal, kurumsal, yönetsel ve yasal yükümlülüklere karşılık AB aşağıda belirtilen şu alanlarda aday ülkeye yardımcı olacaktır:

 

·     PHARE programı çerçevesinde yapılan yardımların artırılması: “Katılma Ortaklığı Fonu”ndan yardım, “Büyük Kapsamlı Altyapı Yatırımları Fonu”ndan (Large Scale Infrastructure Investment Facility) yardım, kurulması düşünülen “Katılma Öncesi Yardım için Yapısal Politikalar Fonu” (Instrument for Structural Policies for Pre-accession Assistance) aracılığıyla yardım sağlanması

·     Çok disiplinli alt çalışma ve danışma komitelerinin kurulması

·     Öteki akçal kaynakların aday ülkeye yardımcı olmak üzere harekete geçirilmesi

·     Uygulama ve kuralların yürütümü (enforcement) için kurumsal gelişme yardımında bulunulması

·     Aday ülkenin AB’nin çevre için temel akçal kuruluşu olan LIFE çalışmalarına katılmasının sağlanması

·     Aday ülkenin AÇA çalışmalarına katılmasının sağlanması

·     Araştırma projelerinin, pilot projelerin ve gösteri amaçlı örnek projelerin desteklenmesi.

 

 

Sonuç

 

Türkiye, AB’ne tam üyelik için aday olarak kabul edilmiş bir ülkedir. AB ile bütünleşme sürecinde çevre konusu son derecede önemli bir rol oynayacaktır.

 

Bu araştırmada, AB ile Türkiye arasındaki çevre konusunda içinde bulunulan koşulların, sahip olunan sorunların, sorunların giderilmesi için yapılmakta olan çalışmaların, çevre konusunda geliştirilmiş olan politikaların ve çevresel örgütlenmelerin çok genel nitelikli bir karşılaştırılması ve değerlendirmesi yapılmıştır.

 

Yapılan irdelemelerden ortaya çıkan sonuç, politikalar, söylemler ve hatta yasal mevzuat açısından Türkiye ile AB arasında önemli bir farkılılaşma olmadığıdır.

 

Ancak, AB’nin çevre mevzuatının madde madde ele alınması ve bu düzenlemelerin Türkiye’deki karşılıklarının varlığı, isabetliliği, geçerliliği ya da yeterlilikleri konusunda yapılacak irdelemede önemli sorunların ortaya çıkacağı anlaşılmaktadır.

 

Çevresel bütünleşmede asıl sorun eylem, uygulama, kurumsallaşma, örgütlenme ve çevresel yönetim ve planlama yetkinliklerinin irdelenmesinde ve ortaya çıkacak eksikliklerin giderilmesi için Ulusal Plan’ın hazırlanmasında ve uygulanmasında ortaya çıkacaktır.

 

Türkiye’nin bu eksiklikleri kısa zamanda giderebilmesi olanağı yoktur. Özellikle, Çevre ve Orman Bakanlığı’nın içinde bulunduğu ‘kurumsal yokluk’ ortamı bu konuda son derecede düşündürücü ve endişe vericidir.

 

Sorunun ağırlığını -biraz olsun- hafifletebilecek olan olgu, AB’nin bütünleşme sürecinde köşetaşını “mevzuatın uyumu” olarak belirlemiş olmasıdır. Mevzuatın uyumlaştırılması çevresel bütünleşme sürecinde Türkiye’ye zaman kazandırabilir.

 

Ancak, uygulamadaki farklılaşmanın giderilmesinin Türkiye açısından olanak dışı denilebilecek kadar zor olduğu bir ortam içinde bulunulduğu da yadsınmamalıdır.

 

Bu zorluğu daha da güçleştiren olgu ise, Türkiye’nin sürdürülebilir kalkınma ilkesine uygun eylemler ve uygulamalar geliştirme konusundaki isteksizliği, ekonomik gelişme ve işsizlik sorunlarının çözümüne daha fazla ağırlık ve öncelik vermesidir.

 

Sorunu asıl güçleştirecek olgu ise çevre konusunda ayrılabilecek kaynakların sınırlılığıdır. Türkiye çağdaş bir çevre yönetimine geçmek için çok önemli çevresel yatırımlar yapmak zorundadır. Kamu maliyesinin içinde bulunduğu koşullar ise bunu olanaksız kılmaktadır.


KAYNAKÇA

 

 

 

 

 

Avrupa Birliği Komisyonu, (2000), 2000 Regular Report From the Commission on Turkey’s Progress Towards Accession, 8 Kasım 2000, pp.82

 

Avrupa Birliği Komisyonu, (2001), 2001 Regular Report From the Commission on Turkey’s Progress Towards Accession, 13 Kasım 2001.

 

Avrupa Birliği Komisyonu, (2004 a), 2004 Regular Report From the Commission on Turkey’s Progress Towards Accession, 6 Ekim 2004.

 

Avrupa Birliği Komisyonu, (2004 b), Issues Arising from Turkey’s Membership Perspective, 6 Ekim 2004

 

Dışişleri Bakanlığı, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği, Ulusal Program.

 

DPT, (1994) Çevre, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Çevre Özel İhtisas Komisyonu Raporu.

 

DPT, (1995) Çevrenin Korunması ve Geliştirilmesi, Temel Yapısal Değişim Projesi Komitesi Raporu.

 

DPT, (1996) Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı.

 

DPT, (1998) Ulusal Çevre Stratejisi ve Eylem Planı.

 

DPT, (1997) Türk-AT Mevzuat Uyumu Sürekli Özel İhtisas Komisyonu, Çevre Alt Komisyonu Raporu.

 

İktisadi Kalkınma Vakfı (1998), Avrupa Birliği ve Türkiye Çevre Politikalarının Karşılaştırmalı İncelemesi.

 

OECD, (1992) Türkiye’de Çevre Politikaları.

 

Yaşamış, Firuz Demir, (1989a) Çevresel Yönetim ve Planlama.

 

Yaşamış, Firuz Demir, (1991a) Bebek Ölümlerinin Çevresel Nedenleri.

 

Yaşamış, Firuz Demir, (1995a) Çevre Yönetiminin Temel Araçları.

 

Yaşamış, Firuz Demir, (1997a) Çevresel Etki Değerlendirmesi.

 

Yaşamış, Firuz Demir, (1982a) Çevre Sorunlarının Önlenmesinde Belediyelerin Değerlendirilmeyen Yetki ve Olanakları, İller ve Belediyeler Dergisi, Sayı 443-444, Ankara, s.917-922.

 

Yaşamış, Firuz Demir, (1982b) Ülkemizde Çevre Örgütlenmesi, İller ve Belediyeler Dergisi, Sayı 440, Ankara, s.813-815.

 

Yaşamış, Firuz Demir, (1988) Çevre Koruma Kanunu Uygulanamıyor, Çevre Sorunlarına Yaklaşım Simgesel Boyutları Aşamadı, Milliyet Gazetesi, 10 Temmuz 1988, Istanbul, s. 9.

 

Yaşamış, Firuz Demir, (1989b) Edincik Olayı Geleceğin Habercisi, İnsan Sağlığını Doğrudan Tehdit Eden Çevre Olayları Artıyor, Milliyet Gazetesi, 20 Ağustos 1989, Istanbul, s.11.

 

Yaşamış, Firuz Demir, (1990) Ankara Hava Kirliliğine İlişkin Bir Değerlendirme, Çevre ve İnsan Dergisi, Sayı 12, Ankara, s.65-70.

 

Yaşamış, Firuz Demir, (1991b) Hızlı Kentleşmenin Sonuçları ve Belediyelerin Kurumsal, Örgütsel ve Yönetsel Olanakları, Amme İdaresi Dergisi, cilt 24 Sayı 3, Ankara, s.163-188.

 

Yaşamış, Firuz Demir, (1991c) Characteristics of Diesel Emission: Environmental and Health Impacts, Türk İdare Dergisi, Sayı 392, Ankara, s.187-212.

 

Yaşamış, Firuz Demir, (1992) Yerel Düzeyde Çevre Yönetimi ve Planlamasının İlke ve Yöntemleri, Amme İdaresi Dergisi, cilt 25, Sayı 1, s. 135-156.

 

Yaşamış, Firuz Demir, (1993) Yerel ve Bölgesel Çevre Araştırmaları İçin Bir Yaklaşım, Çağdaş Yerel Yönetim Dergisi, TODAİE, Cilt 2, Sayı 5, s. 27-35.

 

Yaşamış, Firuz Demir, (1994a) Çevresel Ölçüt ve Standartlar, Çağdaş Yerel Yönetim Dergisi TODAİE, Sayı 4, Ankara, s. 29-42.

 

Yaşamış, Firuz Demir, (1994b) Çevre Yönetiminin Kurumsal Temelleri, Türk İdare Dergisi, İçişleri Bakanlığı, Ankara, Sayı 403, s. 79-106.

 

Yaşamış, Firuz Demir, (1995b) Büyük Şehir Sorunsalı, Amme İdaresi Dergisi, Ankara, cilt 28, Sayı 1, s.93-111.

 

Yaşamış, Firuz Demir,  (1995c) Ulusal ve Yerel Çevre Örgütleri İçin Etkenlik Ölçütleri, Yeni Türkiye Dergisi, Ankara, sayı 5, s. 228-255.

 

Yaşamış, Firuz Demir, (1996) Türkiye'de Çevresel Etki Değerlendirmesi Sisteminin İçinde Bulunduğu Sorunlar ve Çözüm Yolları, Türk İdare Dergisi, Sayı 410, Ankara, s.37-57.

 

Yaşamış, Firuz Demir, (1997b) İstanbul'un Yönetimine İlişkin Kurumsal Sorunlar ve Bazı Çözüm Önerileri, Türk İdare Dergisi, Ankara, Sayı 411, s. 71-92.

 

Yaşamış, Firuz Demir, (1998a) Çevre ve Endüstri İlişkilerinde Yeni Bir Dönemeç Taşı: ISO 14000, Çevre ve İnsan, Sayı 38, s. 36-417.

 

Yaşamış, Firuz Demir, (1998b) Uluslararası Çevre Yönetimi Ölçünü: ISO 14000, Türk İdare Dergisi, Ankara, 1998, Sayı 419, s.7-34.

 

Yaşamış, Firuz Demir, (1999) Türk Çevre Hukuku: Temel İlkelere Genel Bir Bakış, Av. Dr. Faruk Erem Armağanı, ed., Türkiye Barolar Birliği, Yayın no 8, Ankara, s. 879-906.

 

Yaşamış, Firuz Demir, (2004) Çevresel Etki Değerlendirmesi. (Genişletilmiş ve güncelleştirilmiş ikinci baskı)

 

 



[1] Resmi kurumlar ve bazı yazarlar bu kavramı “müktesebat” ya da “Topluluk müktesebatı” olarak Türkçeye çevirmektedirler.

[2] AKP hükümeti tarafından 2003 yılında yapılan değişikliklerle bu bakanlıklarının bazılarının isimleri değiştirilmiş, bazıları birleştirilmiş ve bazıları kaldırılmıştır.

[3]  Türkiye’deki “Çevre Temizliği Vergisi” ya da bilinen adıyla “Çöp Vergisi” yeşil bir vergi değildir. Taşınmaz mallardan alınan ikinci bir emlak vergisi niteliliğindedir. Akaryakıt üzerindeki tüketim vergisi gibi vergiler ise yeşil vergiye benzerlik göstermekle birlikte asıl amacı tüketicilerin çevre koruma konusunda daha temiz seçeneklere yönlendirilmesi değil Hazine için yeni bir gelir kaynağı yaratılmasıdır. Bu nedenle, bu tür vergilerin de yeşil vergi olarak kabul edilmesi olanağı yoktur.

 

[4]  Türkiye’nin, Avrupa Çevre Ajansı’na üye olması gerek Avrupa Birliği ile bütünleşmenin ilk ve öncü adımı olması ve gerekse ülkemizin çevre yönetiminin kurumsallaşmasına yapabileceği potansiyel katkılar açısından oldukça önemlidir. Çevre Müsteşarlığı görevim sırasında aldığım bir kararla başlattığım AÇA’ya üyelik sürecinin bir yıl gibi kısa sürede sonuç vermiş olması üyelik görüşmelerini tek başına yürüten Dışişleri Bakanlığı’mız adına sevinç vericidir.

[5]  Avrupa Birliği Komisyonu, “2000 Regular Report From the Commission on Turkey’s Progress Towards Accession”, 8 Kasım 2000, s. 60-62.

Hiç yorum yok: