Doç. Dr. Firuz D. YAŞAMIŞ
Çevre Bakanlığı Eski
Müsteşarı
(90) (532) 3619156
KABAHATLER KANUNU
Giriş: Hak ve Hukuk
“Hak” kavramı kişilerin diğer gerçek ve tüzel kişilere karşı ileri
sürebilecekleri ya da diğerlerinden belirli bir davranış ya da edim
bekleyebilecekleri olguların bütünü anlamına gelir. “Hukuk” ise varlığı kabul
edilen hakkın kullanılma biçimini düzenleyen kuralların tümü demektir.
Günümüzde, Anayasa Hukuku terminolojisi açısından üçüncü kuşak temel hak ve
özgürlükler adlandırılan haklar biri de çevre hakkıdır. 1982 Anayasası da 56
ıncı maddesinde -65 inci maddesindeki sınırlar çerçevesinde- sağlıklı ve dengeli
çevrede yaşama hakkını düzenleyerek bu hakkı müspet mevzuat içine
almıştır. Çevre hakkının kullanılış
biçimini düzenlemek üzere çok sayıda yasa, tüzük ve yönetmelik de çevre
mevzuatı içine girmiş bulunmaktadır. Mevzuata son aylarda çok yeni ve oldukça ilginç iki
yasa daha girmiştir: Türk Ceza Kanunu ve Kabahatler Kanunu. Her iki yasal
düzenleme de çevre ceza hukuku açısından dikkat çekici düzenlemeleri
içermektedir. Bu yazının amacı son gelişmelerin hem kendi iç dinamikleri
açısından hem de Türk Çevre Hukuku ve Türk Çevre Ceza Hukuku açısından genel
nitelikli irdelemesini yapmaktır.
İç ve dış kamu oyununun dikkatini üzerinde toplayan ve
hazırlıkları uzun bir süreden bu yana sürdürülen yeni Türk Ceza Kanunu (YTCK)
2004 yılının son aylarında TBMM tarafından kabul edilerek yürürlüğe girmiştir.
Bu bağlamda yapılan değerlendirmeler iki temel sonuca işaret etmektedir: YTCK kendi iç dinamikleri bakımından olduğu
kadar yürürlükteki çevre hukuku ve çevre ceza hukuku açısından da çelişkili ve
sakıncalı düzenlemeleri içermektedir. Bu çelişkiler ülkemizde çevresel
kalitenin korunması ve geliştirilmesine katkı
sağlayacak nitelikte olmayıp aksine zarar verici özellikler taşımaktadır.
Hemen belirtmek gerekir ki, belirtilen bu temel endişe,
kamu oyunda ortaya çıkan ve YTCK ile getirilen hapis cezalarına ilişkin Yasa
hükümlerinin Yasa’nın öteki hükümlerinin yürürlüğe gireceği tarihten 1.5 yıl
sonra yürürlüğe girmesinin yol açacağı çevresel kirlenme olasılığı ile
Anayasa’da öngörülen kanun önünde eşitlik ilkesinin çiğnenmesi endişesi
üzerinde odaklanan tartışma konularının çok ötesindedir.
Açıklıkla belirtilmelidir ki, YTCK’nın yürürlüğe
girmesiyle pek çok belediye başkanının hapse gireceği yolundaki Çevre ve Orman
Bakanlığı yöneticilerinin açıklamalarının hiç bir geçerli ve doğru yanı yoktur.
Buna karşılık, YTCK’nın yürülüğe girmesiyle kuramsal olarak -gerçek olmasa
bile- tüm atık bırakanların hapse girmesi gerekmektedir.
Yine bu tartışmalar özünde yer alan 1.5 yıllık gecikmenin
ciddi boyutta çevresel yıkıma yol açacağı iddialarının da gerçekle bir ilgisi
bulunmamaktadır. Yasa koyucu bu amacında içten olsa bile böyle bir düzenlemenin
uygulama alanına konulmasından önce yükümlülere önlem almaları için süre
tanınması yerinde bir davranıştır. Ancak, açıklıkla bilinmelidir ki, ülkemizde
çevresel altyapılar konusundaki eksiklikler özel sektörde olduğu kadar kamu
sektöründe de vardır. Bu eksikliklerin 1.5 yıl içinde giderilmeleri olanaklı
değildir.
Farklılıklar ve
Çevre Hukuku Açısından Önemi
YTCK, söylemi itibarıyla, çevresel kalitenin korunması
açısından dikkat çekici şekilde olumlu
bir biçemi içermektedir. Dünya üzerinde ilk kez olmak üzere, Türkiye’de
kabul edilen bir Ceza Kanunu’nda, Ceza Yasası’nın temel amaçlarından birinin çevreyi korumak olduğu
belirtilmektedir. Yasa’nın amaç maddesi aşağıda verilmiştir.
“Ceza
Kanununun amacı
MADDE 1. - (1) Ceza
Kanununun amacı; kişi hak ve özgürlüklerini, kamu düzen ve güvenliğini, hukuk
devletini, kamu sağlığını ve çevreyi, toplum barışını korumak, suç işlenmesini
önlemektir. Kanunda, bu amacın gerçekleştirilmesi için ceza sorumluluğunun
temel esasları ile suçlar, ceza ve güvenlik tedbirlerinin türleri
düzenlenmiştir.”
Bu çok önemli, yerinde ve ileri nitelikli bir
iddiadır. Bunun da ötesinde, YTCK çevre
suçlarına hapis cezası verileceğini öngörmekle Dünya üzerinde bir “ilk”e imza
atmaktadır. [1] Ancak, çevre açısından
gelişmiş ülkelerde çevresel suçların önüne geçmek için özgürlükleri kısıtlayıcı
(hapis) yaptırımlar sıklıkla kullanılan bir yöntem değildir. Özgürlüğü
bağlayıcı cezalar toplumun ve bireylerin sağlığını ve güvenliğini tehdit eden ve
tehlikeye sokan çevresel olaylar için öngörülebilmektedir. Özgürlüğü
kısıtlayıcı nitelikli yaptırımlar çevresel kalitenin korunması için en son
başvurulması gereken yöntemlerdir. Bu aşamaya gelmeden önce, ulusal ve yerel
ölçekte etkili ve doğru işleyen bir çevre yönetimi sisteminin kurulması ve bu
sistemin yeşil vergiler, kirlilik sigortası ve çevresel sübvansiyonlar gibi
öteki ekonomik nitelikli çevre yönetim araçları ile desteklenmesi gerekir.
YTCK’da yer alan şekli ile son düzenleme biçimi toplumun çok büyük bir kesimini
potansiyel suçlu konumuna getirmiştir. Devletin görevi ve yasaların amacı
cezaevlerini çevre suçluları ile doldurmak olmamalıdır. Çevresel bozulmanın
önüne hapis cezası ile geçmeye çalışmak ülkedeki
çevre yönetiminin çok olumsuz koşullar altında olduğunu göstermektedir.
Öte yandan, YTCK’da yer alan ve çevre ile ilgili suçları
düzenleyen 181, 182 ve 183 üncü maddeler düzenleniş biçimi itibarıyla çok
önemli yanlışlıklar ve yetersizlikler içermektedir. Bu maddeler çevre suçlarını
tümüyle takipsiz ve cezasız bırakacak şekilde düzenlenmişlerdir.
YTCK’nın 181 inci maddesi aşağıya çıkarılmıştır.
“Çevrenin kasten kirletilmesi
MADDE 181. - (1) İlgili kanunlarla
belirlenen teknik usullere aykırı olarak ve çevreye zarar verecek şekilde, atık
veya artıkları toprağa, suya veya havaya kasten veren kişi, altı aydan iki yıla
kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Atık veya artıkları
izinsiz olarak ülkeye sokan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır.
(3) Atık
veya artıkların toprakta, suda veya havada kalıcı özellik göstermesi hâlinde,
yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza iki katı kadar artırılır.
(4) Bir ve
ikinci fıkralarda tanımlanan fiillerin, insan veya hayvanlar açısından tedavisi
zor hastalıkların ortaya çıkmasına, üreme yeteneğinin körelmesine, hayvanların
veya bitkilerin doğal özelliklerini değiştirmeye neden olabilecek niteliklere
sahip olan atık veya artıklarla ilgili olarak işlenmesi hâlinde, beş yıldan az
olmamak üzere hapis cezasına ve bin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.
(5) Bu
maddenin iki, üç ve dördüncü fıkrasındaki fiillerden dolayı tüzel kişiler
hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur.”
Yasa’nın 181 inci maddesinde kasda dayalı çevre suçunun
maddi unsuru açıklanırken “İlgili
kanunlarla belirlenen teknik usullere aykırı olarak ...” işlenen
çevre suçlarından söz edilmektedir. Türkiye’de yürürlükte bulunan yasalar
içerinde belirlenmiş bir teknik usul
yoktur. Teknik usüllerin yasalarla belirlenmesi olanaksızdır. Teknik usüller son derecede ayrıntılıdır ve sık sık
değişirler. Bu nedenle de yönetmelik ve standard gibi yönetsel metinlerle
düzenlenirler. YTCK kanunu ile
belirlenen şekli ile, kanunun amaç bölümünde belirtilen çevre koruma ile ilgili
görüşlere aykırı olarak çevresel suçların hemen hemen bütünü takipsiz ve
cezasız bırakılmıştır.
YTCK’nın 182 inci maddesinde yer alan taksirli çevre
suçları da ülkemizde halen yürürlükte olan çevre hukuku açısından geriye doğru
gidişi ifade etmektedir.
Yasa’nın 182 inci maddesi aşağıya çıkarılmıştır:
“Çevrenin taksirle kirletilmesi
MADDE 182. - (1) Çevreye zarar
verecek şekilde, atık veya artıkların toprağa, suya veya havaya verilmesine
taksirle neden olan kişi, adlî para cezası ile cezalandırılır. Bu atık veya
artıkların, toprakta, suda veya havada kalıcı etki bırakması hâlinde, iki aydan
bir yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(2) İnsan
veya hayvanlar açısından tedavisi zor hastalıkların ortaya çıkmasına, üreme
yeteneğinin körelmesine, hayvanların veya bitkilerin doğal özelliklerini
değiştirmeye neden olabilecek niteliklere sahip olan atık veya artıkların
toprağa, suya veya havaya taksirle verilmesine neden olan kişi, bir yıldan beş
yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
Oysa, yürürlükte bulunan 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 28
inci maddesi kusursuz sorumluluğu
düzenlemekte ve kusuru olmaksızın çevre suçu işleyenlerin eylemlerinden sorumlu
olacaklarını belirtmektedir. Bu
madde aşağıda verilmiştir:
“Kirletenin sorumluluğu
MADDE 28 -
(Değişik: 3416 - 3.3.1988) Çevreyi kirletenler ve çevreye zarar verenler sebep
oldukları kirlenme ve bozulmadan doğan zararlardan dolayı kusur şartı
aranmaksızın sorumludurlar. Kirletenin, meydana gelen zararlardan ötürü genel
hükümlere göre de tazminat sorumluluğu saklıdır.”
Doğru olan da budur. Ancak, YTCK çevre suçlarında kusuru
ön plana çıkararak kusursuz çevre sorumluluğu ilkesine aykırı bir düzenleme
getirmiştir. Bu düzenleme bir geri
gidişi ifade etmektedir.
YTCK’nın gürültü ile ilgili 183 üncü maddesi de gürültü ile ilgili suçları cezalandırılması
olanaksız bir konuma getirmiştir. Bu madde de aşağıya çıkarılmıştır:
“Gürültüye
neden olma
MADDE
183. - (1) İlgili kanunlarla belirlenen yükümlülüklere aykırı olarak, başka
bir kimsenin sağlığının zarar görmesine elverişli bir şekilde gürültüye neden
olan kişi, iki aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile
cezalandırılır.”
Yasa, bu maddesinde, “başka
bir kimsenin sağlığının zarar görmesine elverişli bir şekilde”
gürültü yapmak ölçütünü getirmiştir. Bu nedenle kişilerin sağlığına zarar
vermeyecek ancak barış, huzur ve sükunetini bozanların yaptırımsız kalmaları
sonucuna yol açacaktır. Bu düzenleme biçimi, gürültüden zarar gören bireylerin
sağlıklarının zarar gördüğünü tıp yoluyla mahkeme önünde ispatlamalarını
zorunlu kılmaktadır. Yürürlükteki mevzuat ise gürültüyü kişilerin huzur ve
sükununu bozmak eylemi olarak ele
almakta ve yaptırıma bağlamaktadır. Bu nedenle, gürültü ile ilgili düzenlemede yetersizdir ve geriye gidiştir.
YTCK’nun Çevre
Açısından İrdelenmesi
Belirtilmesi gereken
temel nokta çevre suçları kavramının YTCK’da yanlış ve yetersiz tanımlanmış
olduğudur. Çevre suçları YTCK’da öngörülenler çok daha değişik içerikler
kazanabilmekte ve hem de bunlara uygulanacak yaptırım türleri farklı
olabilmektedir. YTCK çevre suçlarını düzenlerken yalnızca teknik usüllere
aykırı olmayı esas kabul etmekle öteki türlerde işlenebilecek suçları ihmal
etmiş ve hem de uygulanacak yaptırımı hapis ve adli para cezası ile
sınırlayarak diğer olası yaptırım türlerini dikkate almamıştır.
Bunlardan daha da önemli olarak, YTCK’nun yürürlüğe
girmesiyle ülkemizde çevre hukuku alanında ciddi bir karmaşa ve kaos ortaya çıkacaktır. Türkiye’de YTCK’dan önce
yürürlükte bulunan çevre hukuku esas olarak çevre suçlarına yönetsel nitelikli
cezalar verilmesini öngören düzenlemelerden oluşmaktadır. YTCK ile çevre
suçlarına adli nitelikli cezalar öngörüldüğünden yönetsel nitelikli cezaların
hukuki geleceği tam bir belirsizlik içine düşmüştür. Zira, ceza hukukunun genel
ilkeleri açısından aynı suça birden fazla
ceza verilmesi olanaklı değildir.
Yeni düzenleme ile çevre suçu işleyen bir kimsenin hem
yargıç ve hem de kamu yöneticileri tarafından cezalandırılması olanağı ortaya
çıkmıştır. Bu sonuç hukukun genel ilkeleri açısından kabul edilebilir nitelikte
değildir. Bu durumda, YTCK ile kendisinden önce yürürlüğe girmiş olan “Çevre
Kanunu”, “Belediye Kanunu”, “Belediye Cezaları
Hakkında Kanun” ve “Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunu” (PVSK) gibi
yasal düzenlemeler arasında çelişki ve tekrarlar ortaya çıkmıştır. Hukuksal
yorumlama ilkeleri çerçevesinde, son çıkan genel yasa olarak YTCK hem genel
fakat eski yasa olan Belediye Kanunu, Belediye Cezaları Hakkındaki Kanunu ve
PVSK’nun ve hem de özel fakat eski yasal
düzenleme olan Çevre Kanunu’nun kendisine aykırı
olan hükümlerini ilga etmiş olmaktadır.
Buna göre, vali, kaymakam, sahil güvenlik bot komutanı,
liman başkanı ve büyük şehir belediye başkanı gibi kamu yöneticilerinin
çevresel suçlara yönetsel nitelikli (kapatma, para cezası gibi) yaptırım
uygulamak olanağı ortadan kalkmaktadır.
Bu hukuksal olgu ülkemizde çevresel kalitenin korunması
açısından kabul edilemez ve sakıncalı bir hukuksal yapının ortaya çıkmasına yol
açacaktır.
Kabahatler Kanunu
Çevre ceza hukuku alanında meydana gelen ikinci önemli
gelişme Kabahatler Kanunu’dur (KK). YTCK hazırlanırken, eski TCK’da (ETCK) var
olan cürüm-kabahat ayrışması ortadan kaldırılmış ve bu nedenle de kabahat
kavramına YTCK’da yer verilmemiştir. Ancak, kısa bir süre sonra kabahatlerle
ilgili düzenlemelerin yokluğu ceza kanunu uygulamasında çeşitli sakıncalar
yaratmış ve hükümet bu alanda ortaya çıkan boşluğu gidermek üzere KK’nu
hazırlamıştır. Bununla birlikte, KK, ETCK’dan önemli farklılıklar taşımakta ve
yeni düzenleme biçiminde kabahat kavramı hem tanım ve hem de uygulama biçimi
açısından önemli değişiklikler içermektedir. Yeni düzenleme biçiminde kabahat “haksız
eylem” kavramıyla özdeşletirilmektedir.
KK’nun “Tanım” başlıklı 2 nci maddesi şöyledir:
“Tanım
MADDE 2.- (1) Kabahat deyiminden; kanunun,
karşılığında idarî yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlık anlaşılır.”
Bu tanım yeni kanunun eskisinden farklı bir kabahat
kavramı getirdiğini göstermektedir. ETCK kabahatlere ilişkin yaptırımların
yargıçlar tarafından belirlenmesini öngörürken yeni düzenleme haksızlıklara
yönetimsel yaptırımlar uygulanması anlayışını benimsemektedir. Bununla
birlikte, kamu yöneticileri yanında kovuşturma sırasında yargıçlara ve hatta
savcılara da yönetsel para cezası verme yetkisi tanınmaktadır. Yargıçlar
açısından bu yetki kanunun kendi mantığı açısından tutarsızlık yaratırken
savcılara yönetsel para cezası verme yetkisi verilmesi hukuk mantığıyla
bağdaşması olanağı olmayan bir düzenleme biçimidir. Kanun yaptırım uygulama
yetkisinin kamu yöneticilerine ait olduğunu belirtmekte, ancak, bu yetkiye sahip yöneticileri açıkça
belirtmekten kaçınmakta ve diğer yasalarla kendilerine yetki verilmiş olan
makam ve kurullardan söz etmektedir.
Bu nedenle ortaya çıkan sonuç KK’nun bir yönetsel para
cezaları yasası olduğudur. Konunun çevre ile ilgili yanlarını ele almadan önce
bu konu üzerinde durmak gerekmektedir. Bu düzenleme biçimi, bana göre, hukuk
sistematiğine aykırı düşmektedir. KK içinde pek çok konuda düzenlemeler yer
almaktadır. Bu düzenlemelerin her biri ayrı bir temel yasayla esasen
düzenlenmiş bulunmaktadır. Söz konusu alanlarda eksiklik varsa bunların
yürürlükte bulunan yasada değişiklik veya ekleme yapmak yoluyla giderilmesi
daha uygun bir çözüm yolu olarak görülmeliydi. Ceza hukukunun temel ilkesi olan
kanunilik ilkesi de ceza verme yetkisine sahip olanların açıklıkla
belirlenmesini gerekli ve kaçınılmaz kılar. KK’unda olduğu gibi genel
anlatımlarla yetkili organları belirlemek uygulamada ciddi sorunlara yol
açacaktır. Bu bağlamda, adli yargı-yönetsel yargı karmaşası ciddi bir sakınca
olasılığıdır. Bu sakıncadan daha da önemli olmak üzere, aynı suça birden fazla
ceza vermek gibi ceza hukukunun temel ilkelerine aykırı düşen durumlarla karşılaşmak
ciddi bir başka olasılık olarak ortaya çıkmaktadır.
KK, çevre sorunları açısından “çevreyi kirletme”,
“gürültü” ve “afiş asma” adı altında üç ayrı suçu düzenlemektedir. “Afiş asma”
eylemi kolaylıkla anlaşılabilecek bir yönetsel suç türü olmakla birlikte
“çevreyi kirletme” eyleminin içeriği yukarıda açıklanmaya çalışılan sakıncalar
açısından daha da fazla önem taşımaktadır.
“Çevreyi
kirletme
MADDE 41.- (1) Evsel atık ve
artıkları, bunların toplanmasına veya depolanmasına özgü yerler dışına atan
kişiye, yirmi Türk Lirası idarî para cezası verilir. Bireysel atık ve
artıkların atılması halinde de bu fıkra hükmü uygulanır.
(2) Fiilin yemek pişirme
ve servis yerlerinde işlenmesi halinde işletme sahibi gerçek veya tüzel kişiye,
beşyüz Türk Lirasından beşbin Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir.
(3) Hayvan kesimine
tahsis edilen yerler dışında hayvan kesen veya kesilen hayvan atıklarını sokağa
veya kamuya ait sair bir alana bırakan kişiye, elli Türk Lirası idarî para
cezası verilir.
(4) İnşaat atık ve
artıklarını bunların toplanmasına veya depolanmasına özgü yerler dışına atan
kişiye, yüz Türk Lirasından üçbin Türk Lirasına kadar idarî para cezası
verilir. İnşaat faaliyetinin bir tüzel kişi adına yürütülmesi halinde bu tüzel
kişi hakkında verilecek idarî para cezasının üst sınırı beşbin Türk Lirasıdır.
Bu atık ve artıkların kaldırılmasına ilişkin masraf da ayrıca kişiden tahsil
edilir.
(5) Kullanılamaz hale gelen veya ihtiyaç fazlası ev
eşyasını bunların toplanmasına ilişkin olarak belirlenen günün dışında sokağa
veya kamuya ait sair bir yere bırakan kişiye elli Türk Lirası idarî para cezası
verilir. Bu eşyanın toplanması hususunda belediye tarafından belirli
aralıklarla yılda üç günden az olmamak üzere belirlenen günler önceden uygun
araçlarla ilân olunur.
(6) Kullanılamaz hale
gelen motorlu kara veya deniz nakil araçlarını ya da bunların mütemmim
cüzlerini sokağa veya kamuya ait sair bir yere bırakan kişiye ikiyüzelli Türk
Lirası idarî para cezası verilir. Bunların kaldırılmasına ilişkin masraf da
kişiden ayrıca tahsil edilir.
(7) Bu kabahatler dolayısıyla idarî para
cezasına belediye zabıta görevlileri karar verir.
(8) Bu kabahatler
dolayısıyla meydana gelen kirliliğin kişi tarafından derhal giderilmesi halinde
idarî para cezasına karar verilmeyebilir.
(9) Bu madde hükümleri,
belediye sınırları içinde uygulanır.
(10)
Özel kanunlardaki hükümler saklıdır.”
Kuşkusuz, çevresel açıdan ele alındığında yukarıdakilere benzer
nitelikte çok sayıda haksızlıktan söz edebilmek olanaklıdır. KK’nun
yalnızca bu eylemleri düzenleme konusu yapması -bir anlamda- kapsam dışında
kalan çevresel haksızlıkları meşrulaştırmak anlamına gelmektedir. Bu sakıncalı bir düzenleme şeklidir. Öte
yandan, YTCK’nın çevre suçu ile ilgili düzenlemesinde yer alan “çevreye
zarar verecek şekilde, atık veya artıkları toprağa, suya veya havaya kasten
veren” anlatımı dikkate alınacak olursa iki ayrı yasa maddesinin aynı konuları
düzenledikleri görülmektedir. Biri genel ilkeleri ortaya koyan diğeri bu genel
ilkeler kapsamı içine giren ancak belirli bir eylemi düzenleyen iki ayrı yasa
hükmü uygulamada çelişkilere, boşluklara ve yinelemelere yol açabilecek
nitelikte görülmektedir.
Bunlardan daha da önemlisi söz konusu maddenin 7 nci ve 8 inci
bentleridir. Yedinci bent şu hükmü taşımaktadır: “Bu kabahatler dolayısıyla idari
para cezasına belediye zabıta görevlileri karar verir”. Bu hüküm çevre mevzuatının öteki bazı
düzenlemeleriyle çelişmektedir. Çevre Kanunu kimlerin ceza vermek yetkisine
sahip olduğunu belirlemiştir. Çevre cezası vermeye yetkili olanlar mülki idare
amirleri, büyükşehir belediye başkanları, sahil güvenlik bot komutanları ve
liman sınırları içinde liman başkanlarıdır. Çevrenin korunması konusunda temel
sorumluluk sahibi olan kamu yöneticilerine KK bağlamında yetki verilmemiş olması önemli
bir hukuksal yanlışlık ve çelişki anlamına gelmektedir. Bunun da ötesinde, yasa
hükmünden belediye zabıta memurlarının dahi ceza vermek yetkisine sahip
oldukları anlamı çıkmaktadır. Oysa, belediye zabıta memurları birer uygulama
görevlisidir ve ceza vermek yetkileri yoktur. Belde suçuna ceza vermek yetkisi
Belediye Encümeni’ne ve kişisel olarak saptaması durumunda belediye başkanına verilmiş
olan bir yetkidir. Zabıta memuru yalnızca yasaya aykırılığı saptar ve gerekli
yaptırımın uygulanması için durumu ceza vermeye yetkili makama bildirir.
Belediye ceza hukuku açısından temel ilke olan bu düzenlemenin yasaya aktarılma
biçimi KK’nu hazırlayanların hukuk bilgisi ve yetkinliği açısından soru işaretleri
yaratmaktadır.
Kanun’un 41 inci maddesinin 8 inci bendi ise hukuk mantığıyla
bağdaşmayan şu düzenlemeyi içermektedir: “Bu kabahatler dolayısıyla
meydana gelen kirliliğin kişi tarafından derhal giderilmesi halinde idari para
cezası verilmeyebilir”. Bu düzenleme biçimi yukarıda belirtilen yargıyı
daha da güçlendirmektedir. Yönetsel takdir yetkisi yönetimin temel
yetkinliklerinden biridir. Bunun bir yasa hükmü durumuna getirilmesinin
uygulamada hiç bir yararı ve anlamı yoktur. Ancak, bu düzenleme bir “af”
niteliğinde ise bu takdirde af sürecinin nasıl yapılacağını belirleyen anayasal
hükümlere ters düşmektedir. Af yetkisi yasama organına aittir ve ancak yasa ile
düzenlenebilir. Bu nedenle, KK ile gerçekleştirilen düzenleme biçimi yasama
kalitesi açısından üzerinde endişe ile düşünülmesi gereken özellikler
taşımaktadır.
KK’nun çevre ile ilgili bir
başka düzenlemesi gürültü ile ilgilidir. Kanun’un 36 ncı maddesi aşağıya
çıkarılmıştır
“Gürültü
MADDE 36.- (1)
Başkalarının huzur ve sükununu bozacak şekilde gürültüye neden olan kişiye,
elli Türk Lirası idarî para cezası verilir.
(2)
Bu fiilin bir ticarî işletmenin faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde
işletme sahibi gerçek veya tüzel kişiye bin Türk Lirasından beşbin Türk
Lirasına kadar idarî para cezası verilir.
(3)
Bu kabahat dolayısıyla idarî para cezasına kolluk veya belediye zabıta
görevlileri karar verir.”
Gürültü sorunu, daha önce de işaret edildiği üzere, YTCK ile de
düzenlenmiştir. KK ile gürültü konusunda bir başka düzenleme daha yapılmıştır.
Böylelikle iki ayrı ceza yasasında iki ayrı gürültü düzenlemesi yapılmış
olmaktadır. YTCK’ya göre suç, başka bir kimsenin sağlığının zarar görmesine
elverişli bir şekilde gürültü yapmak iken KK gürültü suçunu başkalarının huzur
ve sükununu bozmak şeklinde tanımlamaktadır. Bu iki tanım arasındaki farkı
belirlemek son derecede zordur. Bu nedenle her iki kanun aynı konuyu düzenlemiş
olmaktadır. Bu durum yasaların çatışması anlamına gelir. Kısa zaman
aralıklarıyla aynı parlamento tarafından gerçekleştirilen bu önemli yasa
çatışması olgusu ülkemizde yasa yapma yetkinliğinin içine düşmüş olduğu düzey
açısından endişe vericidir. Gürültü konusunun PVSK ve Gürültü Kontrol
Yönetmeliği’nde de düzenleme konusu olduğu anımsanacak olursa bu alanda yasal
düzenleme enflasyonundan söz etmek olanaklıdır.
İtiraz Yeri
KK yönetsel para cezalarına sulh ceza mahkemelerinde ve bu mahkemelerin
kararlarına karşılık ağır ceza mahkemelerinde itiraz edilebileceği hükmünü
getirmektedir. Oysa, yönetsel eylem ve işlemlere karşı itiraz yeri yönetsel
yargı olmalıdır. Yargıtay’da verilen son içtihatlar da bu yoldadır. KK’nun
öngördüğü düzenleme yargı sistemimiz ile bağdaşmamaktadır.
Sonuç
Yukarıda yapılan açıklamalar göstermektedir ki, YTCK’nın ve KK’nun çevre
suçuyla ilgili yeni düzenlemeleri çevresel kalitenin korunması ve kirlenmelerin
önlenmesi açısından yetersiz ve sakıncalıdır. YTCK’nun çevreyi korumak şeklinde
ortaya konan amacı doğru değildir.
Her iki yasal düzenleme de çevre hakkını düzenleyerek Devlete sağlıklı bir
çevre yaratma ödevini veren Anayasa’nın 56 ncı maddesinin öngördüğü anayasal
yükümlülüğünün yerine getirilmesi açısından yarattığı olumsuzluklar nedeniyle
Anayasa’ya aykırı olmak özelliğini içinde barındırmaktadır.
KK ise, hukukun genel ilkelerine aykırı pek çok düzenlemeyi içinde
barındırmaktadır.
YTCK ile KK arasında çelişki ve çatışma vardır. Uygulamada çok ciddi
sıkıntılar ve yönetsel karmaşa ortaya çıkacaktır. Belediye zabıta görevlilerine
verilen yetkiler mevcut hukuk sistemiyle çatışma içindedir.
Yönetsel para cezalarına karşı itiraz yeri olarak sulh ceza mahkemelerinin
ve ağır ceza mahkemelerinin gösterilmiş olması yanlıştır. Yönetsel para
cezalarına karşı yönetsel yargıyı itiraz yeri olarak gösteren yasal
düzenlemelerle çelişmektedir.
Yukarıda sayılan hukuksal aksaklıkların giderilebilmesi her iki yasal
düzenlemede öngörülen çevre suçuna ilişkin tanımların yeniden yapılmasına,
yaptırımların ve süreçlerin yeniden oluşturulmasına bağlıdır.
KAYNAKÇA:
Şen, Ersan. (1994) Çevre Ceza Hukuku. 302 s.
TBMM. (2003) Türk Ceza Kanunu. http://www.tbmm.gov.tr
TBMM. (2005) Kabahatler Kanunu. http://www.tbmm.gov.tr
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder