TÜRK BOĞAZLARINDAN YAPILACAK TRANSİT GEMİ
GEÇİŞLERİNİN GÜVENLİLİK DÜZEYİNİN ARTIRILMASI VE TERÖRİST EYLEMLERİN ÖNLENMESİ
AMACIYLA YAPILACAK DÜZENLEMELERİN MONTREUX ANLAŞMASI AÇISINDAN HUKUKSAL
GEÇERLİLİK DÜZEYİNİN İRDELENMESİ ÜZERİNE BİR ÇALIŞMA
Doç. Dr. Firuz Demir YAŞAMIŞ
Sabancı Üniversitesi
Haziran 2002
Tuzla, İstanbul
Giriş
1.
İstanbul ve Çanakkale Boğazları, deniz ulaştırmacılığı
açısından, Dünya’nın en önde gelen iki
uluslararası geçiş noktalarıdır. Bu bağlamda, özellikle İstanbul Boğazı,
geçiş yapan gemilerin nitelikleri, sayısı ve taşıdıkları toplam yükleri
itibarıyla Dünya’nın öteki önemli geçiş noktaları olan Panama, Süveyş ve
Corinth kanallarından daha fazla stratejik öneme sahip bulunmaktadır.
2.
Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra kurulan yeni
Cumhuriyetlerde ve bu arada Hazar Denizi’nde ortaya çıkarılan yeni petrol rezervleri Dünya’nın petrol
gereksiniminin uzun on yıllar karşılayabilecek düzeyde görülmektedir. Bu
bağlamda, Orta Asya ve Hazar Denizi petrollerinin Arab Yarımadası ile Kuzey
Denizi’ndeki petrol yataklarından çok daha fazla rezerve sahip olduğu
anlaşılmaktadır.
3.
Bu durumun doğal sonucu olarak, söz konusu yeni
rezervlerin uluslararası tüketime sunulmasıyla birlikte, 1936’dan bu yana
uluslararası ticarette elde edilen artışlara ve deniz ulaşım teknolojisinde
görülen sürekli ilerlemelere koşut olarak Türk
Boğazlarından yapılmakta olan transit gemi geçişlerinin temel özelliklerinde
önemli değişiklikler olacaktır.
4.
Son 10 yıl içinde meydana gelen devrimsel nitelikteki
bir başka olay da Tuna ve Main kanalının
Avrupa’nın bu iki nehrini birleştirmiş olmasıdır. Böylelikle, Avrupa’nın bu
iki önemli akarsuyu tüm Avrupa’yı içine alacak şekilde bütünleşmiş ve bu
durumun doğal sonucu olarak Kuzey Denizi ile İstanbul Boğazı arasında çalışan
gemi sayısında ciddi artışlar meydana gelmiştir. Avrupa ülkelerinin bu yeni
teknolojik oluşuma uyum sağlamaları sürecine bağlı olarak Tuna ve Main üzerinde
çalışan ve Boğazlardan transit geçiş yapan gemi sayısında artışlar olacaktır.
5.
Bu değişikliklerin olası sonuçları, esas olarak, geçiş yapan tanker sayısının artması,
tanker uzunluklarının olağanüstü derecede büyümesi ve güvenli geçiş için
gerekli geçiş süresinin uzaması şeklinde olacaktır. Bu anlatım, özellikle
İstanbul Boğazı’ndaki deniz trafiğinin
tıkanma ölçüsünde sıkıntı içine düşmesi, kaza olasılıklarının artması ve
çevresel kirlenme risklerinin olağanüstü düzeyde artması anlamına
gelmektedir.
6.
11 Eylül 2001 günü Dünya için yeni bir Milat günü
olmuştur. Bu tarihte ABD’nin New York
kentinde ikiz kulelere yönelik olarak meydana gelen terörist saldırılar
Dünya’nın hçbir noktasında siyasal, çevresel, ekonomik ve toplumsal
güvenliğinin olmadığını açıklıkla ortaya koymuştur. Dünya üzerinde terör riski
giderek artmaktadır. Teröristler amaçlarına ulaşmak için onbinlerce sivilin
öldürülmesi gibi trajik sonuçlara dahi sıcak bakabilmektedir. Bunun da
ötesinde, Türkiye, PKK bağlamında, esasen uluslararası terörün en acı şeklini
son 20 yılda fazlasıyla yaşamıştır. Etnik
yada uluslararası kökenli terör girişimleri olasılığı İstanbul kenti açısından
transit geçilerde deniz güvenliğinin önemini olağanüstü düzeyde artırmıştır.
7.
Bu çerçevede, gerek Orta Asya petrollerinin boğazlardan
geçmesinin yol açabileceği kaza riski
ve gerekse 11 Eylül’den sonra biçim ve içerik değiştiren uluslararası terör riski özellikle İstanbul
Boğazı’nın güvenlik açısından çok riskli bir konuma getirmektedir.
8.
Mevcut koşullar altında Boğazlardan geçişi düzenleyen
temel döküman 1936 tarihli Montrö Sözleşmesi’dir. Bu Sözleşme’nin özelliklerine
daha sonra değinilecektir.
9.
Ancak, Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, son yıllarda
meydana gelen Boğaz’lardaki gemi ve tanker kazalarını önlemek amacıyla, 1993
yılında yeni bir Tüzük (Türk Boğazları Deniz Trafik Düzeni Tüzüğü)
hazırlamış ve bu Yönetmeliği Ocak 1994 yılında yürürlüğe koymuştur. Bu Tüzük
ile, Türkiye, Montrö Sözleşmesi’nden uzaklaşarak, serbest geçiş ilkesine ek
olarak güvenli geçiş için düzenlemeler
yapmak politikasını yürürlüğe koymuştur. Bu Tüzük, 1998 yılında aynı ismi
taşıyan bir başka Tüzük ile değiştirilmiştir. 1998 Tüzüğü halen yürülükte
bulunmaktadır.
10. Tüzük,
başta Sovyetler Birliği ve Yunanistan olmak üzere, Karadeniz’deki başka bazı
ülkelerin tepkisini çekmiş ve
Tüzüğün Montrö Sözleşmesine aykırı olduğu iddia edilmiştir. Bu iddia üzerine
konu, Uluslararası Denizcilik Örgütü’ne (IMO) iletilmiş ve IMO Türk
Yönetmeliği’nden “daha az sınırlayıcı
özellikleri olan düzenlemeler yapılmasını” karara bağlamıştır.
11. Her ülke gibi, Türkiye’de her iki riski
ortadan kaldıracak önlemleri almak zorunluluğundadır. Bu bağlamda, Türkiye’nin
bu konuda yeni düzenlemeler yapması egemenlik hakkının kullanılmasının doğal
bir sonucudur.
12. Ancak,
ne varki, Türk Boğazları, aynı zamanda
uluslararası su yolları olmaları nedeniyle uluslararası düzenlemelere de konu
olmuş durumdadırlar. Bu bağlamda alınacak önlemlerin, Türkiye’nin daha önce
taraf olduğu ya da olmadığı (Deniz Hukuku
Sözleşmesi gibi) uluslararası anlaşmalara, anlaşmalarda hüküm bulunmaması
durumunda uluslararası “adetler” (custom) hukukuna ve de uluslararası mahkemelerin benzer konularda
verdiği içtihatlara uygun olması gerekmektedir.
Hukuksal Çözümleme
13. Boğazlardan
ve uluslararası su yollarından geçişi düzenleyen uluslararası anlaşmalar
şunlardır: Küçük Kaynarca Anlaşması,
Lozan Anlaşması, Montrö Anlaşması, Uluslararası Deniz Hukuku Konvansiyonu,
Karadeniz’in Kirlenmelere Karşı Korunması Sözleşmesi.
14. Küçük
Kaynarca Anlaşması, Fatih’in 1452’de İstanbul’u fethetmesiyle birlikte tüm
Karadeniz ve Boğazlar için ilan ettiği egemenlik iddiasını sınırlayan ve
Boğazlardan geçiş yapacak savaş gemileri için yalnızca Osmanlı Devleti’ne ve
Rusya’ya olanak veren anlaşmadır. Bu
konuda daha sonraki yıllarda başka anlaşmalar da yapılmıştır. Montrö
Sözleşmesi, 1936’dan bu yana, Boğaz geçişlerini düzenleyen temel uluslararası
sözleşmedir. 1992 tarihli Karadeniz’in Kirlenmelere Karşı Korunması Anlaşması
ise, Karadeniz’de kıyısı bulunan ülkelerin Karadeniz’deki kirlenmeyi önleme
amacıyla alacakları önlemleri belirlemektedir. Uluslararası Deniz Hukuku Sözleşmesi ise bu konuda çok önemli bir
düzenlemedir. Ancak, Türkiye bu sözleşmeyi imzalamamıştır.
15. Hemen
belirtmek gerekirki, 1936 yılından bu yana Boğazların hukuksal statüsünü
düzenleyen Montrö Anlaşması amacına ulaşmakta başarılı olmuştur. Ancak, bu başarıya karşın Montrö Anlaşması
günümüz koşulları açısından ideal bir
düzenleme olmak özelliğini yitirmiştir. Özellikle, çevre kirliliklerinin önlenmesi ve uluslararası terörist eylemlerin
önüne geçilmesi gibi çok önemli konularda Montrö Anlaşması bir hüküm içermemektedir. 1936 yılının
koşullarına uygun olarak hazırlanan Montrö Anlaşması, günümüz koşullarında
etkisini yitirmiştir. Boğazlardaki deniz trafiği 1936’lardaki trafiğin çok
ötesine geçmiş, gemilerin taşıdığı yükün nitelikleri önemli ölçüde
değişmiş, nükleer ve toksik etkili
kimyasallar çok daha fazla miktarlarda transit geçiş yapmaya başlamıştır.
16. Bu bağlamda, gerekli düzenleyici önlemleri
almamaktan zarar gören tek taraf Türkiye ve Türkiye’nin doğal ve çevresel
zenginlikleri olmuştur.
17. Türkiye,
çok haklı olarak güvenlik önlemlerini artırmak durumunda olduğu Boğazlar’dan
yapılacak transit gemi geçişlerini düzenlemek konusunda eli kolu bağlı konuma gelmiştir. Giderek boyutlarını
geliştiren ve 11 Eylül saldırısı ile en yüksek noktasına ulaşan uluslararası terör ise ülkenin karşı
karşıya bulunduğu tehlikenin boyutlarını daha da artırmıştır.
18. Bu
bağlamda, Ortaasya petrollerinin boğazlardan geçirilerek batıdaki tüketim
noktalarına ulaştırılması zorunluluğu durumu daha da vahim bir konuma getirmiştir.
19. Boğazlar
konusunda uluslararası ilşikilerde ortaya çıkan sonuçlar iki ayrı noktada odaklanmaktadır. Türkiye, Montrö Anlaşması’nın
uygulayıcısı konumundaki tek ülke olarak, öncelikle
boğazlardan petrol geçişini sınırlamak istemekte ve bu amaçla petrol boru
hatları seçeneğini tercih etmektedir. Buna karşılık, Rusya ise, Ortaasya’da
ortaya çıkan yeni zenginlikten daha fazla pay sahibi olabilmek için Boğaz geçişini tercih etmekte, Türkiye’yi
çevresel ve güvenlik endişeleri açısından samimi olmakla suçlamakta ve
Türkiye’nin petrol boru hattı seçeneğinin kabul edilmesi için Boğazların
konumunu kullanmak istediği görüşünü öne sürmektedir. Türkiye, Montrö Anlaşması’nın Boğazlardaki geçişi düzenlemek yetkisini
kendisine verdiğini ileri sürerken, Rusya, Yunanistan ve Kıbrıs başta olmak
üzere diğer bazı ülkeler Montrö Anlaşması’nın sivil gemiler bakımından barış
zamanında mutlak geçiş serbestliği öngördüğünü ve bu tür düzenlemelerin serbest
geçiş hakkını ortadan kaldırdığını öne sürmektedir.
20. İstanbul
Emniyet Müdürlüğü’nün Üniversitemize gönderdiği yazıda görülen ilk önemli
eksiklik askeri ve sivil gemi ayrımı
yapılmamış olmasıdır. Gerek Lozan ve gerekse Montrö anlaşmaları bu iki
sınıf gemi arasında önemli düzenleme farklılıkları içermektedir. Ancak, yazının
içeriğinden asıl amacın sivil nitelikli gemiler ve tankerler olduğu
anlaşılmaktadır. Bu bakımdan, aşağıda yapılacak hukuksal çözümlemeler sivil gemiler esas alınarak
yapılmıştır.
21. İstanbul
Emniyet Müdürlüğü’nün yazısının son bölümünde yer alan ve üzerinde görüş
belirtilmesi istenen konular, şimdiye kadar Boğazlar konusunda ortaya çıkan
görüşlerden ve hatta görüş ayrılıklarından çok daha farklı unsurları içinde
barındırmaktadır. Boğazlardan yapılacak uluslarararası transitı gemi
geçişlerinde bugüne kadar esas olarak petrol taşıyan gemilerden kaynaklanacak çevresel riskler nedeniyle alınması
gereken önlemler ağırlık taşırken, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden alınan ve bu
çalışmaya esas olan yazıda bu durumun çok ötesine geçen, gemileri koruma altına almak, gemilere güvenlik elemanı yerleştirmek ve
kılavuz kaptanlık hizmetini zorunlu duruma getirmek gibi önlemlerden söz
edilmektedir.
22. Bu
durum, Türkiye açısından, Boğazlar konusunda bugüne kadar ortaya konan ulusal
politikaların çok ötesine geçen yeni bir
politika geliştirmek anlamına gelmektedir. Bu nedenle, bu tip hukuksal
düzenlemelerin uluslararası tepkileri bilinenden ve beklenenden çok daha farklı
olacaktır.
23. Herşeyden
önce özellikle bilinmelidir ki, gerek Montrö ve gerekse öteki uluslararası
hukuk belgelerinin temel amacı uluslararası su yollarında tam serbest geçişi güvence altına almaktır. Bu nedenle, yapılacak
düzenlemeler hiç bir şekilde serbest
geçiş hakkının ortadan kalkması sonucunu vermemelidir.
24. Ancak,
kanımıza ve uluslararası hukuk kurallarına göre, bu koşul saklı kalmak üzere, Türkiye transit gemi geçişlerinde gerek
çevresel ve gerekse teröre ilişkin risklerin azaltılması için önlemler alma
hakkına sahiptir.
25. Bu
bağlamda, hemen belirtmek gerekirki, daha önce sözü edilen “Türk Boğazları Deniz Trafik Düzeni Tüzüğü”nde yer alan düzenlemeler,
Rusya ve benzeri ülkelerin itirazlarına karşın, uluslararası hukuka uygun
düzenlemelerdir. Tarafsız uluslararası hukuk çevrelerinde de bu yolda bir oydaşlık görülmektedir.
26. Herşeyden
önce, Montrö Anlaşması, çevresel, deniz
ulaşımı ve uluslararası terör gibi konularda bir hüküm ve düzenleme
içermemektedir. Boğazlardan geçişi düzenleyen tek belge olan Montrö
Anlaşması’nın bu alanlarda taşıdığı boşlukların
anlaşmanın uygulayıcısı ülke tarafından doludurulması ve Montrö Anlaşması’nı bu
amaçla yorumlaması uluslararası hukuka uygundur.
27. Uluslararası Adalet Divanı, Korfu Kanalı
ile ilgili olarak verdiği kararında boğaz ve kanallardan geçişi düzenlemenin
devletler için bir hak değil bir ödev
olduğunu belirtmiştir.
28. Uluslararası
sözleşmeler zaman içinde
geçerliliklerini kaybedebilirler. Günümüzde büyük bir hızla değişim
gösteren teknolojinin olumsuz sonuçları olan çevresel kirlenme risklerinin
önceden saptanması ve önlenmesi olanağı yoktur. Bu bağlamda, uluslararası sözleşmelerde yer alan
düzenlemeler yetersiz kalabilir ya da bu belgelerde yeni ortaya çıkan durumları
kapsayacak düzenlemeler yer almayabilir.
29. Bu
gibi durumlarda ise uluslarararası adet
hukukunun bilinen ve kabul edilen ilkelerinden yararlanılır. Uluslararası
uygulamalara bakıldığında ise, gerek IMO uygulamaları, gerek çevresel
kirlenmelerin ve uluslararası terörizmin önlenmesini amaçlayan çok taraflı
anlaşmalar çeşitli yönetsel, hukuksal ve teknik düzenlemeler öngörmektedir.
Tehlikeli kimyasalların uluslararası dolaşımının önlenmesi konusunda yapılan “Basel
Sözleşmesi” ve “Nesli Tehlikeye Düşen Varlıkların Uluslararası Ticaretinin
Önlenmesi (CITES) Sözleşmesi” bu durumun tipik örnekleridir. Her iki
uluslararası sözleşme de taşıma araçlarının
yüklerinin bildirilmesi ve gerektiğinde içlerinin aranması gibi yetkileri
ulusal devletlere vermektedir.
30. IMO
ise, deniz trafiğinin güvenliğinin artırılması için “geçiş şeritleri”
uygulamasını çok uzun yıllar önce benimsemiştir. Bu bağlamda, Türkiye, kanımızca, sivil gemilerde, bu gemilerin
uluslararası geçiş hakkını sınırlamamak koşuluyla güvenlik önlemleri almak
hakkına ve hatta ödevine sahiptir. Uluslararası adet hukuku Türkiye’nin
konumunu güçlendirmektedir. Zira, “geçiş özgürlüğü” artık uluslarası
adet hukukunda mutlak bir serbestlik anlamına gelmemektedir. Geçiş özgürlüğü,
geçişin rasyonel olmayan nedenlerle kısıtlanmaması ve düzenleme içine giren
bölgede deniz ulaşımındaki güvenliğin zarar görmeyecek şekille kullanılması
anlamına gelmektedir.
31. Unutmamak
gerekirki, Montrö Anlaşması’nın 24 üncü
maddesi Türkiye’nin Boğazlar üzerindeki egemenliğini kabul etmiştir.
Egemenlik hakkı ise, gerek çevre ve
gerekse insan güvenliğinin sağlanması konusunda önlem alınması hakkını
egemenlik sahibi ülkeye tanımak durumundadır.
32. Doğal
olarak, Türkiye, Montrö Sözleşmesi’nin
garantör tarafı olarak sözleşmeyi yorumlamak hakkına da sahiptir. Kaldı ki,
Türkiye’nin taraf olmadığı “Uluslararası
Deniz Hukuku Sözleşmesi” de deniz ulaşım güvenliğinin artırılması konusunda
Türkiye’nin görüşünü destekleyen hükümler içermektedir.
33. Bu
bağlamda, biraz önce sözü edilen 1993 ve 1998 Tüzükleri uluslararası hukuka
uygun düzenleyici metinlerdir. Türkiye bu konuda daha cesur bir politika izlemelidir.
34. Ancak,
İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün
yazısında söz konusu edilen “transit geçiş yapan tehlikeli madde yüklü
gemilerin geçiş süresince SGK’ca koruma ve denetim altına alınması”, “Boğaz
girişlerinde gemilere güvenlik kuvveti (koruma) konulması”, “gerektiğinde
aranması”, “kılavuz kaptan alınması zorunluluğu getirilmesi” ve “ücretsiz
kılavuz verilmesi” gibi düzenleyici önlemlerin üzerinde ayrıntılı olarak
durmak gerekmektedir
35. Herşeyden
önce belirtilmelidir ki, yapılacak yeni hukuksal düzenlemelerde, İstanbul
Emniyet Müdürlüğü’nün yazısında yer alan güvenliğe
ilişkin unsurlarla çevresel risk önlemleri ayrı ayrı değil birlikte ele
alınmalı ve ilgili Tüzük bu bağlamda yeniden düzenlenmelidir. Ancak, yeni
düzenlemede, Montrö Anlaşması’nın, uluslararası hukukun ve Uluslararası Deniz
Hukuku Sözleşmesi’nin öngördüğü “geçiş
özgürlüğü ilkesi” hiç bir şekilde sınırlanmamalıdır.
36. “Transit geçiş yapan tehlikeli madde yüklü
gemilerin geçiş süresince SGK’ca koruma ve denetim altına alınması”nda,
kanımızca uluslararası hukuk açısından bir sakınca
bulunmamaktadır. Türkiye, gerek deniz ulaşımında güvenliğin sağlanması,
gerek çevresel kirlenmelerin önlenmesi ve gerekse terörist eylemlerin
durdurulması bakımından tehlikeli yük taşıyan gemileri “gözetim” altında tutabilir. Bu uygulama, SGK gemilerince izlenme şeklinde olabileceği gibi, radarla ya da uydu
aracılığıyla izleme şeklinde de olabilir.
37. “Boğaz girişlerinde gemilere güvenlik
kuvveti (koruma) konulması” ise kanımıza göre, hukuksal açıdan savunulması oldukça zor bir önlem türü olacaktır.
Bu gemiler, hangi noktada bulunursa bulunsun bayrağını taşıdığı ülkenin toprağı olarak kabul edilirler. Bu
nitelikteki bir gemiye bir başka ülkenin güvenlik güçlerinin konması ve
güvenliğin onlar tarafından sağlanmak istenmesi uluslararası hukuka aykırı düşecektir.
38. “Arama” ise daha farklı bir önlem olarak
ortaya çıkmaktadır. Biraz önce sözü edilen CITES Anlaşması nesli tehlikeye
düşen doğa varlıklarının uluslararası ticaretinin önlenmesi bakımından ilgili
devletlere geniş yetkiler vermektedir. Sözleşmenin düzenlediği izin belgesi
gibi unsurlar yanında, 8 inci maddenin 1
inci bendinde “Taraflar işbu sözleşmenin
hükümlerinin uygulanmasını ve türlerin işbu sözleşmeye aykırı şekilde ticarete
konu olmasını yasaklamak üzere uygun tedbirleri alacaklardır. Bu
tedbirler (a) bu örneklerin ticaretini veya bulundurulmasını veya hem
ticaretini hem de bulundurulmasını cezalandırmaya
ve (b) bu örneklerin ihraç eden Devlet’e müsaderesini veya geri
gönderilmesini sağlamaya yönelik olacaktır” hükmü yer almaktadır.
39. Tehlikeli
atıkların sınırlar ötesi taşınmasının önlemesini amaçlayan “Basel Sözleşmesi” de
-deniz ulaşım özgürlüğünün engellenmemesi koşuluyla- benzer düzenlemeler
içermektedir. Örneğin, Basel Sözleşmesi’nin “Genel Yükümlülükler” başlıklı 4
üncü maddesinin 2/d bendi şu hükmü içermektedir: “Taraflar, aşağıdaki hususlarda gerekli
tedbirleri alacaktır: … Tehlikeli atıkların ve diğer atıkların sınırlar
ötesi taşınımında bu atıkların asgari seviyeye indirilen miktarının çevreyle
uyumlu ve etkin yönetiminin garantisini ve insan sağlığını ve çevreyi, bu
taşınımın olumsuz etkilerinden koruyacak
şekilde yürütülmesini temin etmek”.
40. Aynı
maddenin 11 inci bendi de şu hükmü getirmektedir: “İşbu sözleşmede yer alan hiç bir hüküm, Tarafların insan sağlığını ve
çevreyi daha iyi korumak amacıyla, işbu Sözleşmenin
hükümleriyle tutarlı ve uluslararası hukuka uygun şartlar koymasını
engellemeyecektir”.
41. Bunlardan
daha önemli olarak, “Denizlerin Gemiler Tarafından
Kirletilmesinin Önlenmesine Ait Uluslararası Sözleşme”nin (MAR-POL 73)
“Aykırı hareketlerin araştırılması ve sözleşmenin yürürlüğünün sağlanması”
başlıklı 6 ncı maddesinin 2 nci bendi şu hükmü getirmektedir: “Bu Sözleşme hükümlerine tabi olan herhangi
bir geminin kurallara aykırı hareket ederek, bir Tarafın herhangi bir liman
veya kıyı açığı bir terminalinde denize zararlı bir madde boşaltıp boşaltmadığı
hususunun kanıtlanması maksadı ile; o Tarafın atadığı veya yetkili kıldığı
memur tarafından sözü edilen gemi
muayeneye tabi tutulabilir.”
42. Yukarıdaki
örneklerde de görüldüğü üzere, arama
konsunda kanımızca uluslararası hukuk açısından bir sakınca görülmemektedir.
43. “Kılavuz kaptan alınması zorunluluğu
getirilmesi” ve “ücretsiz kılavuz verilmesi” gibi önlemler açısından da
kanımızca uluslararası hukuka aykırı
düşen bir durum yoktur. Özellikle, İstanbul Boğazı’nda deniz ulaşım
güvenliğinin sağlanması, çevresel ve teröre ilşkin risklerin ortadan
kaldırılması bağlamında bu tür önlemlerin alınması uluslararası hukuka uygun
düzenlemeler olarak kabul edilmelidir.
Sonuç
44. Türkiye’nin Boğazlardaki geçiş güvenliğinin
sağlanması açısından önlemler alması uluslararası hukuka uygundur.
Yürürlükte bulunan Tüzük -Türkiye ile
Rusya arasındaki görüş farklılığına karşın- bu bağlamda uluslararası hukuk
açısından herhangi bir aykırılık
taşımamaktadır.
45. Ortaya
çıkan yeni gelişmeler karşısında Türkiye,
çevresel ve teröre ilişkin risklerini azaltmayı amaçlayan yeni hukuksal
düzenlemeler yapabilir. Bu konuda gözöünde tutulması gereken tek koşul uluslararası su yolarından geçiş özgürlüğünün hiçbir
şekilde kısıtlanmamış olmasıdır.
46. Ancak,
yine bilinmelidir ki, bu önlemler Rusya, Yunanistan, Kıbrıs ve Karadeniz’de
kıyısı bulunan başka bazı ülkelerce şiddetle
eleştirilecek ve uluslararası uyuşmazlık ve sorun konusu yapılacaktır.
47. Sonuç
olarak belirtmek gerekirse, kanımıza göre, Türkiye,
Montrö Anlaşması’nın yeniden düzenlenmesi de dahil olmak üzere, Boğazlardan
transit gemi geçişlerinde çevre ve terör risklerinin azaltılması konularında
daha cesur ve atak bir politika izlemelidir. Uluslararası hukuk ve
uluslararası adet hukuku bu konularda Türkiye’nin temel savlarına daha yakın
konumdadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder