Hakkımda

FİRUZ DEMİR YAŞAMIŞ Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirmiştir (1968). University of Southern California’da planlama (kentsel ve bölgesel çevre) ve kamu yönetimi yüksek lisans programlarını bitirmiştir (1976). Siyaset ve Kamu Yönetimi Doktoru (1991). Yerel Yönetimler, Kentleşme ve Çevre Politikaları bilim dalında doçent (1993). Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı’nın kuruluşu sırasında müsteşar vekili. (1978-80) UNICEF Türkiye temsilciliği. (1982-84) Dünya Bankası’nın Çukurova Kentsel Gelişme Projesi’nde kurumsal gelişme uzmanı. (1984-86) Çankaya Belediyesi’nin kurumsal gelişme projesini yürütmüştür. (1989-91) Yedinci Kalkınma Planı “Çevre Özel İhtisas Komisyonu”nun başkanlığı. DPT “Çevre Yapısal Değişim Projesi” komisyonu başkanlığı. Cumhurbaşkanlığı DDK’nun Devlet Islahat Projesi raportörü. (2000-1) Çevre Bakanlığı Müsteşarı (Şubat 1998 – Ağustos 1999). Sabancı Üniversitesi tam zamanlı öğretim üyesi. (2001-2005) Halen yarı zamanlı öğretim üyesi olarak çeşitli üniversitelerde ders vermektedir. Şimdiye kadar ders verdiği üniversiteler arasında Ankara, Orta Doğu, Hacettepe, Fatih, Yeditepe, Maltepe ve Lefke Avrupa (Kıbrıs) üniversiteleri bulunmaktadır.
Blogger tarafından desteklenmektedir.

Translate

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE
EV

Bu Blogda Ara

1 Haziran 2025 Pazar

 

 

 

 

 

TÜRKİYE’DE ÇEVRE YÖNETİMİ:

 

ULUSAL VE YEREL ÇEVRE

ÖRGÜTLERİNİN BAŞARIM

DÜZEYLERİNİN SAPTANMASI

ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA

 

 

 

 

 

 

 

 

Prof. Dr. Firuz D. YAŞAMIŞ

 

İstanbul Aydın Üniversitesi

 

 

 

 

 

 

EYLÜL 2010

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Alev’e…

 

 


 


İÇİNDEKİLER

 

 

 

BÖLÜM 1: GİRİŞ

 

1.1 KAPSAM VE AMAÇ……………………………………13

 

1.2 TÜRKİYE’DE DURUM VE HUKUKSAL ÇERÇEVE...17

 

1.3 ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ…………………………..35

                                                                                     

1.4 SORU KAĞIDI     ………………………………………….38

 

1.5 ÖLÇÜTLER YA DA BAŞARIM GÖSTERGELERİ.......39

 
 
BÖLÜM 2: ARAŞTIRMA SONUÇLARI                           

 

2.1 ÜST DÜZEY SİYASAL İSTENÇ……………………….47

2.1.1 Kuramsal Açıklama……………………………….47

2.1.2 Araştırma Sonuçları……………………………….47

 

2.1.3 Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme: Siyasal…..72

          İstenç                                                               

 

2.2 ÇEVRESEL AMAÇ VE HEDEFLER…………………...73

2.2.1 Kuramsal Açıklama……………...………………..73

2.2.2 Araştırma Sonuçları……………………………….75

2.2.3 Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme:Çevresel Amaç ve Hedefler………………………………….78

2.3 ÇEVRE YÖNETİMİ STRATEJİLERİ………………….78

2.3.1 Kuramsal Açıklama……………………………….78

2.3.2 Araştırma Sonuçları……………………………….80

 

2.3.3 Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme: Çevre Yönetimi Stratejileri………...……………..……….92

2.4 ÇEVRE POLİTİKALARI………………………..………93

2.4.1 Kuramsal Açıklama…...…………………………..93

2.4.2 Araştırma Sonuçları……………………………….96

2.4.3 Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme: Çevre Politikaları…………………………………………104

2.5 ÇEVRESEL YÖNETİM İŞLEVLERİ VE……….……..104

      SÜREÇLERİ: ULUSAL VE YEREL

2.5.1 Kuramsal Açıklama…………………...…………104

2.5.2 Araştırma Sonuçları………………………….......106

 

2.5.3 Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme: İşlev ve                 Süreçler……………………………………………139

2.6 ÇEVRE ÖLÇÜNLERİ………………………………….140

2.6.1 Kuramsal Açıklama………………...……………140

2.6.2 Araştırma Sonuçları……………………...………142

2.6.3 Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme:Ölçünler...145

 

2.7 ÇEVRE PLANLAMASI………………………………..145

 

2.7.1 Kuramsal Açıklama…………………...…………145

 

2.7.2 Araştırma Sonuçları………………………...……149

2.7.3 Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme: Çevresel Planlama…………………………………………..156

2.8 KURUMSAL YAPI VE YENİ KURUMSAL MODEL..156

                           2.8.1 Kuramsal Açıklama………..……………………..156

2.8.2 Araştırma Sonuçları……………………………...158

 

2.8.3 Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme: Örgütsel      Yapı…………...…………………………………..167

2.9 HUKUKSAL ALTYAPI: KAMUSAL ÇEVRE ÖRGÜTLERİNE VERİLEN YETKİLER……………..168

2.9.1 Kuramsal Açıklama…………...…………………168

2.9.2 Araştırma Sonuçları……………………………...171

2.9.3 Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme:Hukuksal                                 Altyapı…………...…………………….………….174

 

2.10 ÇED DİZGESİNİN KURUMSALLAŞMASI………...174

2.10.1 Kuramsal Açıklama…...………………………..174

2.10.2 Araştırma Sonuçları…………………………….176

2.10.3 Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme: ÇED….178

2.11 ÇEVRESEL ALTYAPILARIN YETERLİLİK

        DÜZEYİ…………………………………………….....179

2.11.1 Kuramsal Açıklama……...……………………..179

2.11.2 Araştırma Sonuçları…………………………….180

2.11.3 Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme: Çevresel             Altyapı…………...………………………………..183

2.12 EKONOMİK VE AKÇALI ÇEVRE YÖNETİMİ ARAÇLARININ YETERLİLİK DÜZEYİ…………….183

2.12.1 Kuramsal Açıklama…………………...………..183

2.12.2 Araştırma Sonuçları…………………………….185

 

2.12.3 Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme: Pazar 

Türü Yönetim Araçları……………………………...….192

 

2.13 ÇEVRE İÇİN BİLİM, EĞİTİM VE İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ……………….………………192

 

 

2.13.1 Kuramsal Açıklama……...……………………..192

 

2.13.2 Araştırma Sonuçları…………………………….194

 

2.13.3 Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme: Eğitim

            ve İnsan Kaynakları Yönetimi…………………199

 

2.14 KAMUSAL ÇEVRE ÖRGÜTLERİNİN YÖNETİM FELSEFESİ: BAŞARIM YÖNETİMİ…………………199

 

2.14.1 Kuramsal Açıklama……...……………………..199

 

2.14.2 Araştırma Sonuçları…………………………….200

 

2.14.3 Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme: Başarım Yönetimi…………...……………………………...203

 

BÖLÜM 3: GENEL SONUÇLAR, DÜZELTİM İÇİN EYLEM PLANI VE SON DEĞERLENDİRME

 

3.1 GENEL SONUÇLAR……………………………….....207

 

3.1.1 Araştırmanın Geçerliliği ve Güvenilirliği……….207

 

3.1.2 Sonuçların Genel Bir Özeti………………………207

 

3.2 KAMUSAL ÇEVRE YÖNETİMİ DÜZELTİMİ İÇİN   EYLEM PLANI…………………………………………….213

 

3.3 SON DEĞERLENDİRME……………………………..226

 

 

KAYNAKÇA

 


 

 

 

 

 

 

 

 

ÖNSÖZ

 

 

 

 

 

 

Bu araştırma yapılalı birkaç yıl oldu. Sonuçlarını ABD’de yayınlanan Environmental Management dergisinde yayınlamıştım. Ancak, uluslar arası hakemli dergilerde yayımlanan yazıların belirli bir kelime sayısını geçmemesi gerekiyor. Bu nedenle yazıda ancak temel sonuçları verebildim. Oysa bu araştırma yapılırken geliştirmiş olduğum teknik kendine özgü bir önem taşıyordu. Her düzeyde uygulanabilirdi. Özel sektörde, kamu sektöründe… Belde düzeyinde, il düzeyinde, bölge düzeyinde ve ülke düzeyinde… Ve de her ülkede. Çünkü geliştirilen teknik kuş bakışı bir yaklaşımla sorunlara tanı koymaya, sorunun nedenlerini anlamaya, gelişmiş örneklerle kıyaslamaya ve en doğru çözüm önerilerini geliştirmeye dayanıyor. Bunların tümünü bir makale boyutları içinde verebilmek olanaklı değildi. Bildiklerimi ve bulduklarımı daha geniş bir şekilde çevre yöneticilerinin ve plancılarının hizmetine sunmak istedim. Bu kitabın öyküsü bundan ibarettir.

 

FDY

 

İstanbul, 4 Ağustos 2010


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BÖLÜM 1

 

GİRİŞ

 



1.1 KAPSAM VE AMAÇ

 

Ulusal, bölgesel ya da yerel düzeyde görev yapmakta olan kamusal çevre örgütlerini irdelemek ve değerlendirmek olanaksız değilse bile oldukça zordur. Zorluğun temel nedenleri ise değerlendirilmesi gereken unsurların karmaşık ve kamusal kurumların başarım [1] düzeylerinin ölçülmesine olanak veren bilgi, teknik ve yeteneklerin sınırlı olmasıdır. Kuramsal açıdan bakıldığında, örgütsel başarım ölçütlerinin saptanmasının ve yeterli bir başarım izleme ve ölçme dizgesinin kurulmasının söz konusu sorunun çözümünü sağlayabileceği söylenebilir. Ancak, bu söylem kolay başarılabilecek süreç değildir ve bu nedenle de pek çok ülkede çevre yönetimi dizgelerinin etkililik ve etkenlik düzeyleri irdelenememektedir. Bu yetersizlik -doğal olarak- çevresel yönetim dizgesinin çalışmayan ya da aksayan bileşenlerine tanı konulmasında ve tanımlanan aksaklıkların giderilmelerini sağlayacak yöntemlerin ve süreçlerin geliştirilmesinde önemli gecikmelere ve başarısızlıklara yol açmaktadır.

 

Bu yapıtın ve yapıtın ana verilerini elde ettiği araştırmanın temel amacı ulusal, bölgesel ve yerel ölçekteki kamusal çevre örgütlerinin etkenlik düzeylerinin ölçülmesi yolunda duyulan gereksinimler ile bu bağlamda ortaya çıkan engeller arasındaki kuramsal boşluk üzerinde köprü oluşturmak ve böylelikle çevre yönetim dizgelerinin irdelenmesini kolaylaştıracak yeni yöntemler geliştirmektir. Bu amaçla öncelikle çevre yönetim dizgelerinin etkililik ve etkenlik düzeylerinin ölçülmesine olanak verecek ‘ölçütler listesi’ oluşturulmuş ve daha sonraki aşamada da ülkenin özeksel ve yerel çevre yönetimlerini kapsayan alan çalışması yapılarak geliştirilen modelin geçerlilik ve güvenilirlik nitelikleri sınanmıştır.

 

Tüm dünyada gelişmekte olan çevre yönetimi bilimi bir yandan giderek artan ve çeşitlenen çevre kirliliklerinin yarattığı olumsuz sonuçları çözümlemeye çalışırken öte yandan da toplumların çevresel ve yaşam niteliklerinin iyileştirilmesi ve geliştirilmesi yolundaki yoğun istemlerine yeterli ve etkili karşılıklar vermeye çalışmaktadır. (Busch 2004) Bazı ülkeler çevre alanında güçlü kurumsal yapılar oluşturarak olası doğal ve çevresel yıkımların ortaya koyabileceği olumsuz sonuçları etkili şekilde denetim altına alırken bazı toplumlar çevre sorunlarının ortaya çıkmasını önlemede ve gelecek kuşaklara güvenli ve yaşanabilir çevre koşulları bırakmak uğraşında başarısız olmuşlardır.

Dünya’nın pek çok ülkesinde gerek kamu sektöründe ve gerekse özel sektörde diğer toplumlar için ilham verici, yol gösterici ve örnek olabilecek yeni felsefe, strateji, politika ve süreçler geliştirilmekte ve uygulama alanına konulmaktadır. Bu bağlamda, yeni bir küresel gereksinim ortaya çıkmaktadır: etkili  çevre yönetiminin sahip olması gereken temel gereklilikleri gösteren kuramsal çerçeve oluşturmak. Bu çalışma bugüne değin yapılamamıştır. Sorumlu yöneticileri izlemeleri gereken yollar konusunda yönlendirmek ya da en azından kendilerine güçlü ve zayıf yanlarını görebilme şansını verebilmek zorunluluğu etkili çevre yönetimini kurumsallaştırabilmek için temel koşulları gösteren ölçütler listesi geliştirmenin önemini giderek artırmaktadır. Bu yolda atılacak her hangi bir adım öncelikle kuzey ve güney ülkelerinin çevresel yönetim dizgeleri konusunda esaslı ölçüde bilgi ve deneyim birikimi sahibi olmayı ve bu iki yapı arasında karşılaştırmalar yapmayı zorunlu kılacaktır.

 

Bugün, Dünya’da, kamusal çevre örgütlerinin genel niteliklerinin değişmekte olduğunu gösteren gelişmeler gözlemlenmektedir. (Wang et al. 2000) Bu bağlamda verilebilecek ilk örnek ABD’dir. Bu ülkede 1993 yılında yürürlüğe konulan ve genel olarak kamu yönetiminde devrim yapmayı amaçlayan “Kamu Kurumlarında Başarım ve Elde Edilen Sonuçlar Yasası” (Governmental Performance and Results Act - GPRA) kamusal çevre kurumlarının çevre yönetimi açısından elde ettikleri sonuçlar üzerinde de geniş kapsamlı etkiler yaratmıştır. Yasanın ortaya koyduğu ilk gözle görülebilir sonuç federal Çevre Koruma Örgütü (Environmental Protection Agency) ile yerel çevre örgütleri arasında imzalanan ve yerel kamusal çevre örgütlerinin kurumsal etkililik düzeyinin artırılmasını güvence altına almayı amaçlayan “başarım ortaklığı anlaşmaları” olmuştur.

 

İkinci örnek OECD tarafından yapılan çalışmalardır. OECD “Çevresel Başarım Değerlendirmeleri Programı” (Environmental Performance Reviews Program - EPR) adı altında yeni bir model geliştirmiş ve Türkiye’de dahil olmak üzere üye ülkelerin çevresel başarımlarını irdelemeye başlamıştır. Bu çalışmanın UNEP ve Asya Kalkınma Bankası tarafından da desteklendiği görülmektedir. OECD’nin bir başka uygulaması da “Kamusal Çevre Harcamalarının Yönetimi” (Public Environmental Expenditure Management - PEEM) girişimidir.  Bu girişim, çevre amaçlı kamu harcamalarında başarım düzeyinin artırılmasını ve doğru kurumsal çözümlerin uygulama alanına konulmasını amaçlamaktadır.

 

Üçüncü örnek Avrupa Birliği’dir (AB). AB de üye ülkelerin çevresel başarımlarının artırılması için bir dizi yönetsel önlemi yürülüğe koymuştur. AB’nin yeni politikaları arasında stratejik planlama, çevresel konularda bilgiedinme hakkı ve yersellik (subsidiarity) ilkesi yer almaktadır.

 

Dördüncü örnek Dünya Bankasıdır. (DB).  DB da “Ulusal Çevre Stratejileri ve Eylem Planları” (UÇEP) uygulamasına özel bir önem vermekte ve bu tür planların varlığını verilecek olası krediler için ön koşul olarak kabul etmektedir.

 

Verilebilecek beşinci örnek “Uluslararası Çevre Denetçileri ve Yöneticileri Ağı”dır.  (International Network of Environmental Compliance and Enforcement - INECE)  Bu kurum tarafından düzenlenen bir çalıştaya sunulan bildirilerde ve çalıştay sonucunda varılan sonuçlarda yasal çevre buyruklarını uygulamak ve bireysel çevre yükümlülüklerini denetlemek amacıyla yapılan çalışmaların (enforcement, compliance management) başarım düzeyini ölçecek ortak bir dizgeye gereksinim duyulduğu bildirilmiştir. (INECE 2003)

 

Açıklıkla görülmektedir ki, Dünya’nın dört bir köşesindeki hükümetler ve uluslararası örgütler kamusal çevre örgütlerinin kurumsal etkililiğini artırmak için çaba harcamaktadır. Örneğin, Çin Dünya Bankası ile birlikte çevresel başarımı ölçmek için yeni bir yöntembilim [2] geliştirmiştir. ‘Bağımsızlığını Yeni Kazanmış Ülkeler’den Arjantin’e ve Kanada’ya kadar uzanan birçok ülkede benzer girişimler gözlenmektedir. (INECE 2003) Bu girişimlerin ortak amacı kamusal çevre kurumlarının kurumsal etkililiğini artırmak için duyulan yerel gereksinimlere etkili yanıtlar üretebilmektir. OECD tarafından yapılan bir çalışmada, bu yolda yapılan çalışmaların çok değişik tercihlerle sonuçlandığı ve kamusal çevre kurumlarının hizmet üretme güçlerinin artırılması için ortaya konan kurumsal tercihlerin tüm yetki ve sorumluluklara sahip katı ve hiyerarşik çevre örgütleri kurmaktan, çeşitli bakanlıklarda ayrı çevre birimleri oluşturmaya ve bakanlıklararası çalışma grupları kurmaya, kabine düzeyinde alt komiteler oluşturmaya, inceleme komisyonları ve özel çevre timleri kurmaya ve hatta çevresel yetki ve sorumlulukları tümüyle özeksel yönetimden yerinden yönetim kuruluşlarına aktarmaya kadar değişen şekiller alabildiğini ortaya koymaktadır.  (OECD 2001).

 

Bu nedenle, küresel bağlamda yeni bir gereksinim ortaya çıkmıştır: kamusal çevre kurumlarının sahip olmaları gereken temel gereklilikleri gösteren kuramsal bir çerçeve geliştirmek. Ancak, ne varki, gerek ulusal ve gerekse yerel düzeyde çalışan kamusal çevre örgütlerinin kurumsal etkililik düzeylerini değerlendirmek ve irdelemek amacıyla yapılacak çalışmaların başarı şansı incelenmesi gereken konuların karmaşıklığı ve başarım düzeylerini ölçme yetkinliğinin sınırlı olması nedenleriyle oldukça zordur. Bu nedenle, kamusal çevre örgütlerinin başarım düzeyleri bugüne kadar etkili bir şekilde ölçülememiştir. Bu yetersizlik, doğal olarak, kamusal çevre yönetim dizgelerinin ve süreçlerinin aksayan yanlarının anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. Bu durumda, çevresel çalışmaların aksayan yönleri için etkili ve isabetli önlemler alınmasında açmazların oluşması kaçınılmaz olmaktadır. Bu yolda yapılan bilimsel çalışmaların oldukça yetersiz olduğu da bilinmektedir.  (Clerici et al. 2004)

 

Küresel bağlamda ortaya çıkan bu sorun Türkiye için de geçerlidir. Türkiye çevre yönetiminin gelişmesi sürecinde embriyonik bir aşamada bulunmaktadır. Varlığı ile yokluğu aynıdır. Var olduğu kabul edilse bile önemli yetersizlikler içinde bulunduğu anlaşılmaktadır. Yapılan çalışmalar bunu göstermektedir. (Yaşamış 2005) Kirlilik yükünde yaşanan artışlar bunu doğrulamaktadır. Bu çalışmanın kapsamını da bu yargı belirlemektedir: Türkiye’de ulusal ve yerel düzeyde çevre yönetiminin başarım düzeyi nedir? Aksayan ve yetersiz olan yanlar nelerdir? Başarılı olunan alanlar var mıdır? Ne gibi önlemler alınmalıdır?

 


1.2 TÜRKİYE’DE DURUM VE HUKUKSAL ÇERÇEVE

 

Gerek ulusal ve gerekse yerel ölçekte çalışan kamu kurumlarının başarım düzeylerinin etkili ve yeterli düzeyde olmasının ön koşulu söz konusu kurumun politikalarını saptayan, çalışmalarını yönlendiren ve karar almaya yetkili siyasal orunlarında çevresel niteliklerin korunması ve geliştirilmesi yolunda istencin (irade) varlığıdır. Siyasal istenç bir yandan yurttaşların çevre hakkının güvence altına alınmasını ve öte yandan da sürdürülebilir kalkınma ilkesinin göz önünde tutulmasını ve gerçekleştirilmesini amaçlamalıdır. Bu nedenle de etkili çevre yönetimini belirleyen unsurların başında siyasal istenç gelmektedir.

Siyasal istencin güvence altına alınması bağlamında gerek duyulan unsurların birincisi olan çevre hakkının gerçekleşmesi için şu üç temel bileşenin etkili kurumsal çözümlere kavuşturulmuş olmasının ön koşul olduğu bilinmelidir:

-       Çevresel konularda bilgi edinme hakkı,

-       Çevresel konularda kamusal karar almaya katılma hakkı ve

-       Doğrudan etkilenmiş ya da zarar görmüş olma koşulu aranmaksızın, çevre sorunu konusunda bilgi sahibi olan herkesin yargı yerlerinde dava açabilme hakkı (yargıya ulaşabilirlik).

Siyasal istenci belirleyen ikinci alt ölçüt olan sürdürülebilir kalkınma kavramı ise değişik şekillerde tanımlanabilmektedir. Üzerinde görüş birliğine varılmış ortak  tanım olmamakla birlikte, sürdürülebilir kalkınmanın geniş çapta kabul gören tanımı “kıt kaynakların gelecek kuşaklar tarafından da kullanılabilir olmasının güvence altına alınması”dır. Benim sürdürülebilir kalkınma ‘doğal kaynakların kendi kendilerini üretme hızından daha fazla hızla tüketilmemeleri’ şekindedir. Kuşukusuz, bu tanım, sürdürülebilir kalkınma konusundaki tüm toplumsal ve ekonomik kaygıları yeterince karşılamamaktadır. Sürdürülebilir kalkınma kavramı ekonomik kalkınma gereksinimleriyle ekolojik dizgelerin korunması gereksinimleri arasında çıkar ve amaç çelişkilerinin uzlaştırılmasını ve dengelenmesini zorunlu kılmaktadır. Ancak, yukarıda benimsediğimi belirttiğim sürdürülebilir kalkınma tanımı, ‘kalkınma hakkı’ ile ‘çevre hakkı’ kavramlarının birbirlerini reddeden ya da dışlayan iki ayrı kavram olmadığını aksine olarak bu kavramların birbirlerini reddetmeyen ve karşılıklı olarak destekleyen kavramlar olduğunu açıklıkla ortaya koymaktadır.

Yukarıda sayılan iki unsurun gerçekleşmiş olduğunun varsayılabilmesi için bu kavramların ülkenin anayasasında ve temel hukuk belgelerinde düzenlenmiş olması gerekir. Şayet varsa, ulusal ve yerel kalkınma planlarında da bu ilkelere yer verilmelidir. Bunlara ek olarak, çevre master planları bu kavramların uygulamada gerçekleştirilmeleri için izlenmesi gereken yolları ve yapılması gerekenleri açıklıkla göstermelidir. Bunların da ötesinde olmak üzere, yıllık ya da en fazla iki yıllık dönemleri kapsayan ve yürütme organı tarafından hem yasama organına ve hem de kamuoyunun bilgisine sunulan “Çevre Durum Bildirgesi” hazırlanmalıdır. Bu bildirgeyle çevre ile ilgili mevcut koşullar önleme, giderme ve temizleme çalışmaları için gerekli akçalı kaynakların ayrılmasının sağlanması amacıyla yasama organına bildirilmeli ve olası gelişmeler konusunda bilgili olmasının güvence altına alınması amacıyla kamuoyuna açıklanmalıdır.

Yukarıda yapılan kuramsal açıklamalar çerçevesinde Türkiye’de çevresel siyasal istencin varlığı ile ilgili kısa bir değerlendirme aşağıda yer almaktadır. Öncelikle belirtmek gerekirki, Türkiye’de 1982 yılında yürürlüğe giren Anayasa’nın 56 ncı maddesi “sağlıklı ve dengeli çevre hakkı”nı temel insan hakkı olarak anayasal güvence altına almaktadır. Bu madde aşağıda verilmiştir:

“VIII. SAĞLIK, ÇEVRE VE KONUT

A. SAĞLIK HİZMETLERİ VE ÇEVRENİN KORUNMASI

MADDE 56 - Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.

Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir”.

Bu maddeye göre, çevresel niteliklerin geliştirilmesi, çevre sağlığının korunması ve çevresel kirlenmelerin önlenmesi devletin yurttaşlara karşı ödevidir. Ancak, bu maddenin içinde yer aldığı bölüm “sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler” başlığını taşımakta ve aynı bölümde yer alan 65 inci madde ise şu düzenlemeyi getirmektedir:

XIII. Devletin iktisadi ve sosyal ödevlerinin sınırları

Madde 65.- Devlet, sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile belirlenen görevlerini, bu görevlerin amaçlarına uygun öncelikleri gözeterek mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirir.”

Yukarıda yer alan 65 inci madde devletin sosyal ve ekonomik alandaki ödevlerini yerine getirmesinin bazı sınırları olabileceğini kabul etmektedir. Maddenin son şeklinde iki sınırlılık ölçütü yer almaktadır: toplumsal ve ekonomik öncelikler ve akçalı kaynakların yeterliliği. Her iki madde birlikte ele alındığında ortaya şu sonuç çıkmaktadır: Türkiye’de çevrenin korunması yolunda anayasal siyasal istenç ortaya konulmuştur. Ancak, bu istenç tam ve mutlak değil göreceli istençtir. Devlet bu ödevini akçalı kaynakları elverdiği takdirde yerine getirecek ve bu kaynakları kullanırken öteki toplumsal ve ekonomik önceliklerini de göz önünde tutacaktır. Ancak, önceliklerin nasıl saptanacağı belli değildir. Ülkenin kaynaklarının kıt olduğu ve ekonomik gelişme ve istihdam yaratma önceliğinin başat öncelik olduğu bilindiğine göre, çevre koruma önceliği diğerlerine oranla ancak göreli öneme sahip olabilecektir. Bu bağlamda, yurttaşlar tüm kirlenmelerden arındırılmış çevrede yaşama hakkına sahip olduklarını Devlet’e karşı bir hak olarak öne süremeyeceklerdir. Anayasa’nın 56 ncı maddesinde dikkati çeken ikinci önemli eksiklik sürdürülebilir kalkınma ilkesine yer verilmemiş olmasıdır. Her ne kadar Anayasa’nın hazırlandığı yıllar olan 80’li yılların başlarında sürdürülebilir kalkınma kavramı henüz gelişme aşamasında olsa bile başka nedenlerle çok kez değişime konu olmuş olan Anayasa’mıza bu değişiklikler sırasında sürdürülebilir kalkınma kavramının girememiş olmasına özellikle dikkat etmek gerekmektedir.

Türkiye’de Anayasa’dan sonra gelen çevre ile ilgili temel düzenleme Çevre Kanunu’dur. 1983 yılında yürürlüğe giren 2872 sayılı bu Yasa da Anayasa’ya benzer ilke ve düzenlemeler içermektedir. Yasa’nın konumuzla ilgili maddesi şu hükmü içermektedir:

 

 

 

“AMAÇ

MADDE 1 - Bu Kanunun amacı, bütün vatandaşların ortak varlığı olan çevrenin korunması, iyileştirilmesi; kırsal ve kentsel alanda arazinin ve doğal kaynakların en uygun şekilde kullanılması ve korunması; su, toprak ve hava kirlenmesinin önlenmesi; ülkenin bitki ve hayvan varlığı ile doğal ve tarihsel zenginliklerinin korunarak, bugünkü ve gelecek kuşakların sağlık, uygarlık ve yaşam düzeyinin geliştirilmesi ve güvence altına alınması için yapılacak düzenlemeleri ve alınacak önlemleri, ekonomik ve sosyal kalkınma hedefleriyle uyumlu olarak belirli hukuki ve teknik esaslara göre düzenlemektir.”

Yasa’nın “ilkeler” başlığını taşıyan bölümünde çevresel değerlerin korunmasının herkesin ‘ödevi’ olduğu belirtilmektedir. Bu bölümde, Çevrenin korunması ve çevre kirliliğinin önlenmesi gerçek ve tüzel kişilerle vatandaşların görevi olup, bunlar bu konuda alınacak tedbirlere ve belirlenen esaslara uymakla yükümlüdürler” hükmü yer almaktadır. Bir başka ilke de kalkınma çabalarının çevre ile ilişkisine değinmekte ve “Çevre korunmasına ve kirliliğine ilişkin karar ve önlemlerin alınması ve uygulanmasında; insan ve diğer canlı varlıkların sağlığının korunması, alınacak önlemlerin kalkınma çabalarına olumlu ve olumsuz etkileri ile fayda ve maliyetleri dikkate alınarak kısa ve uzun vadeli değerlendirmelerin yapılması esastır” hükmünü ortaya koymaktadır. Bu anlatımlar açıklıkla göstermektedir ki, Çevre Kanunu da, Anayasa gibi, ekonomik kalkınma endişesini ön planda tutmakta ve çevre ile ilgili olarak alınacak önlemlerin kalkınma çabalarına olumsuz etkisinin olmamasını istemektedir. Söz konusu iki hukuk belgesinin ortak paydası şudur: ekonomik kalkınma gereksinimi önceliğe sahiptir ve çevre ile ilgili endişeler ancak ekonomik ve akçalı koşulların Devlet açısından elverişli olması durumunda ilgiye değer bulunacaklardır. Kuşkusuz bu ortak payda sürdürülebilir kalkınma ilkesi ile ideal uyum içinde değildir. Bu durum dikkate alındığında Türkiye’de sürdürülebilir kalkınma ilkesinin siyasal istenç olarak temel yasal düzenlemelere yansımış olduğunu belirtmekte ciddi sıkıntılar ortaya çıkacaktır. Belirtilen bu sonuç Türkiye’de çevre koruma ve geliştirme konusundaki siyasal istenç düzeyinin sınırlı olduğu anlamına gelmektedir.

Buna karşılık, Çevre Kanunu yargıya ulaşılabilirlik konusunda olağanüstü öneme sahip olanaklar getirmektedir. Kanun’un 30 uncu maddesi şu düzenlemeyi getirmektedir:

“İDARİ MAKAMLARA BAŞVURMA

MADDE 30 - Çevreyi kirleten veya bozan bir faaliyetten zarar gören veya haberdar olan gerçek ve tüzel kişiler, idari makamlara başvurarak bu faaliyetin durdurulmasını isteyebilirler.”

Bu düzenlemeye göre, ister doğrudan zarar görsün ve isterse doğudan zarar görmediği halde çevreyi kirleten ve bozan etkinlikler konusunda bilgisi olsun herkes sorumlu yöneticilere başvurarak söz konusu etkinliğin durdurulmasını istemek hakkına sahip olacaktır. Yasa’nın yukarıda anılan maddesi düzenlemiş olduğu yeni hak kavramı ile yargıya ulaşılabilirlik konusunda ciddi açılım getirmektedir. Bu ilke, aynı zamanda, idare hukukunun yerleşiklik niteliği kazanmış olan ve dava açma yeteneğinin saptanmasında temel ölçüt olan nedensellik bağı ilkesine de ayrıklık getirmekte ve herkese dava açmak hakkını vermektedir. Zira Türkiye’de yönetim yerleri ile ilgili ilişkileri düzenleyen temel yasal düzenleme olan ‘İdari Yargılama Usulü Hakkında Kanun’ kamu yönetimlerinin bireysel başvuruları 60 gün içinde yanıtlaması zorunluluğunu getirmekte ve bu süre içinde yanıt verilmediği takdirde yönetimin başvuruyu reddetmiş sayılacağı hükmünü içermektedir. Bu hukuksal olanak ise istemin reddedilmesi durumunda ilgililere yönetsel yargıya başvurma hakkını vermektedir. Bu hukuksal düzenleme Türkiye açısından gurur duyulacak niteliktedir ve uluslararası alanda ‘öncü gelişme’ olmak özelliğini taşımaktadır. Gerçekten de yönetsel yargının her aşamasında bu yolla verilmiş pek çok karar ortaya çıkmıştır. Ancak, henüz başarı şansı bulamamış olmakla birlikte, bu hakkı daraltmayı öngören bazı girişimlerin (doğrudan zarar görme ölçütünü ön plana çıkarma gibi) geçmişte yaşanmış olduğuna dikkat çekilmelidir.

Türkiye, çevre hakkının düzenlenmesi açısından temel uluslararası belge olan Aarhus Konvansiyonu’nun görüşmelerine katılmış ve Konvansiyon’u bazı çekincelerle “parafe” etmiştir. Bununla birlikte, ilgili kaynaklardan alınan bilgiler Türkiye’nin özellikle uluslararası sular ve yabancılara da dava açma hakkının verilmiş olması açısından bu Konvansiyon’a sıcak bakmadığını ve ancak AB ile tam üyelik ve katılma görüşmelerinin yürütülmesi aşamasında konuyu sonuçlandırmak istediğini göstermektedir.

Bu konuda son aylarda iki yeni yasal gelişme meydana gelmiştir. Bunlardan birincisi yeni Türk Ceza Kanunu’nun kesinleşmiş olmasıdır. Yasa çevre açısından ilginç özellikler taşımaktadır. İkinci gelişme de Kabahatler Kanunu’nun TBMM’de kabul edilmiş olmasıdır. Bu Yasa da çevre açısından ilginç ve dikkat çekici hükümler içermektedir. Her iki yasa Türkiye’de çevre hakkının varlığı açısından aşağıda irdeleme konusu yapılmıştır.

“Hak” kavramı kişilerin diğer gerçek ve tüzel kişilere karşı ileri sürebilecekleri ya da diğerlerinden belirli bir davranış ya da edim bekleyebilecekleri olguların bütünü anlamına gelir. “Hukuk” ise varlığı kabul edilen hakkın kullanılma biçimini düzenleyen kuralların tümü demektir. Günümüzde, Anayasa Hukuku terminolojisi açısından üçüncü kuşak temel hak ve özgürlükler adlandırılan haklar biri de çevre hakkıdır. 1982 Anayasası da 56 ıncı maddesinde -65 inci maddesindeki sınırlar çerçevesinde- sağlıklı ve dengeli çevrede yaşama hakkını düzenleyerek bu hakkı müspet mevzuat içine almıştır.  Çevre hakkının kullanılış biçimini düzenlemek üzere çok sayıda yasa, tüzük ve yönetmelik de çevre mevzuatı içine girmiş  bulunmaktadır. Mevzuata son aylarda çok yeni ve oldukça ilginç iki yasa daha girmiştir: Türk Ceza Kanunu ve Kabahatler Kanunu. Her iki yasal düzenleme de çevre ceza hukuku açısından dikkat çekici düzenlemeleri içermektedir. Bu yazının amacı son gelişmelerin hem kendi iç dinamikleri açısından hem de Türk Çevre Hukuku ve Türk Çevre Ceza Hukuku açısından genel nitelikli irdelemesini yapmaktır.

İç ve dış kamu oyununun dikkatini üzerinde toplayan ve hazırlıkları uzun bir süreden bu yana sürdürülen yeni Türk Ceza Kanunu (YTCK) 2004 yılının son aylarında TBMM tarafından kabul edilerek yürürlüğe girmiştir. Bu bağlamda yapılan değerlendirmeler iki temel sonuca işaret etmektedir: YTCK kendi iç dinamikleri bakımından olduğu kadar yürürlükteki çevre hukuku ve çevre ceza hukuku açısından da çelişkili ve sakıncalı düzenlemeleri içermektedir. Bu çelişkiler ülkemizde çevresel kalitenin korunması ve geliştirilmesine katkı sağlayacak nitelikte olmayıp aksine zarar verici özellikler taşımaktadır.

Hemen belirtmek gerekir ki, belirtilen bu temel endişe, kamu oyunda ortaya çıkan ve YTCK ile getirilen hapis cezalarına ilişkin Yasa hükümlerinin Yasa’nın öteki hükümlerinin yürürlüğe gireceği tarihten 1.5 yıl sonra yürürlüğe girmesinin yol açacağı çevresel kirlenme olasılığı ile Anayasa’da öngörülen kanun önünde eşitlik ilkesinin çiğnenmesi endişesi üzerinde odaklanan tartışma konularının çok ötesindedir.

Açıklıkla belirtilmelidir ki, YTCK’nın yürürlüğe girmesiyle pek çok belediye başkanının hapse gireceği yolundaki Çevre ve Orman Bakanlığı yöneticilerinin açıklamalarının hiç bir geçerli ve doğru yanı yoktur. Buna karşılık, YTCK’nın yürülüğe girmesiyle kuramsal olarak -gerçek olmasa bile- tüm atık bırakanların hapse girmesi gerekmektedir. Yine bu tartışmalar özünde yer alan 1.5 yıllık gecikmenin ciddi boyutta çevresel yıkıma yol açacağı iddialarının da gerçekle bir ilgisi bulunmamaktadır. Yasa koyucu bu amacında içten olsa bile böyle bir düzenlemenin uygulama alanına konulmasından önce yükümlülere önlem almaları için süre tanınması yerinde bir davranıştır. Ancak, açıklıkla bilinmelidir ki, ülkemizde çevresel altyapılar konusundaki eksiklikler özel sektörde olduğu kadar kamu sektöründe de vardır. Bu eksikliklerin 1.5 yıl içinde giderilmeleri olanaklı değildir.

YTCK, söylemi itibarıyla, çevresel kalitenin korunması açısından dikkat çekici şekilde olumlu bir biçemi içermektedir. Dünya üzerinde ilk kez olmak üzere, Türkiye’de kabul edilen bir Ceza Kanunu’nda, Ceza Yasası’nın temel amaçlarından birinin çevreyi korumak olduğu belirtilmektedir. Yasa’nın amaç maddesi aşağıda verilmiştir.

Ceza Kanununun amacı

MADDE 1. - (1) Ceza Kanununun amacı; kişi hak ve özgürlüklerini, kamu düzen ve güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını ve çevreyi, toplum barışını korumak, suç işlenmesini önlemektir. Kanunda, bu amacın gerçekleştirilmesi için ceza sorumluluğunun temel esasları ile suçlar, ceza ve güvenlik tedbirlerinin türleri düzenlenmiştir.”

Bu çok önemli, yerinde ve ileri nitelikli bir iddiadır.  Bunun da ötesinde, YTCK çevre suçlarına hapis cezası verileceğini öngörmekle Dünya üzerinde bir “ilk”e imza atmaktadır. [3] Ancak, çevre açısından gelişmiş ülkelerde çevresel suçların önüne geçmek için özgürlükleri kısıtlayıcı (hapis) yaptırımlar sıklıkla kullanılan bir yöntem değildir. Özgürlüğü bağlayıcı cezalar toplumun ve bireylerin sağlığını ve güvenliğini tehdit eden ve tehlikeye sokan çevresel olaylar için öngörülebilmektedir. Özgürlüğü kısıtlayıcı nitelikli yaptırımlar çevresel kalitenin korunması için en son başvurulması gereken yöntemlerdir. Bu aşamaya gelmeden önce, ulusal ve yerel ölçekte etkili ve doğru işleyen bir çevre yönetimi sisteminin kurulması ve bu sistemin yeşil vergiler, kirlilik sigortası ve çevresel sübvansiyonlar gibi öteki ekonomik nitelikli çevre yönetim araçları ile desteklenmesi gerekir. YTCK’da yer alan şekli ile son düzenleme biçimi toplumun çok büyük bir kesimini potansiyel suçlu konumuna getirmiştir. Devletin görevi ve yasaların amacı cezaevlerini çevre suçluları ile doldurmak olmamalıdır. Çevresel bozulmanın önüne hapis cezası ile geçmeye çalışmak ülkedeki çevre yönetiminin çok olumsuz koşullar altında olduğunu göstermektedir.

Öte yandan, YTCK’da yer alan ve çevre ile ilgili suçları düzenleyen 181, 182 ve 183 üncü maddeler düzenleniş biçimi itibarıyla çok önemli yanlışlıklar ve yetersizlikler içermektedir. Bu maddeler çevre suçlarını tümüyle takipsiz ve cezasız bırakacak şekilde düzenlenmişlerdir.

YTCK’nın 181 inci maddesi aşağıya çıkarılmıştır.

“Çevrenin kasten kirletilmesi

MADDE 181. - (1) İlgili kanunlarla belirlenen teknik usullere aykırı olarak ve çevreye zarar verecek şekilde, atık veya artıkları toprağa, suya veya havaya kasten veren kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Atık veya artıkları izinsiz olarak ülkeye sokan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(3) Atık veya artıkların toprakta, suda veya havada kalıcı özellik göstermesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza iki katı kadar artırılır.

(4) Bir ve ikinci fıkralarda tanımlanan fiillerin, insan veya hayvanlar açısından tedavisi zor hastalıkların ortaya çıkmasına, üreme yeteneğinin körelmesine, hayvanların veya bitkilerin doğal özelliklerini değiştirmeye neden olabilecek niteliklere sahip olan atık veya artıklarla ilgili olarak işlenmesi hâlinde, beş yıldan az olmamak üzere hapis cezasına ve bin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.

(5) Bu maddenin iki, üç ve dördüncü fıkrasındaki fiillerden dolayı tüzel kişiler hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur.”

 

Yasa’nın 181 inci maddesinde kasda dayalı çevre suçunun maddi unsuru açıklanırken “İlgili kanunlarla belirlenen teknik usullere aykırı olarak ...” işlenen çevre suçlarından söz edilmektedir. Türkiye’de yürürlükte bulunan yasalar içerinde belirlenmiş bir teknik usul yoktur. Teknik usüllerin yasalarla belirlenmesi olanaksızdır. Teknik usüller son derecede ayrıntılıdır ve sık sık değişirler. Bu nedenle de yönetmelik ve standard gibi yönetsel metinlerle düzenlenirler. YTCK kanunu ile belirlenen şekli ile, kanunun amaç bölümünde belirtilen çevre koruma ile ilgili görüşlere aykırı olarak çevresel suçların hemen hemen bütünü takipsiz ve cezasız bırakılmıştır.

YTCK’nın 182 inci maddesinde yer alan taksirli çevre suçları da ülkemizde halen yürürlükte olan çevre hukuku açısından geriye doğru gidişi ifade etmektedir.

Yasa’nın 182 inci maddesi aşağıya çıkarılmıştır:

“Çevrenin taksirle kirletilmesi

MADDE 182. - (1) Çevreye zarar verecek şekilde, atık veya artıkların toprağa, suya veya havaya verilmesine taksirle neden olan kişi, adlî para cezası ile cezalandırılır. Bu atık veya artıkların, toprakta, suda veya havada kalıcı etki bırakması hâlinde, iki aydan bir yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

(2) İnsan veya hayvanlar açısından tedavisi zor hastalıkların ortaya çıkmasına, üreme yeteneğinin körelmesine, hayvanların veya bitkilerin doğal özelliklerini değiştirmeye neden olabilecek niteliklere sahip olan atık veya artıkların toprağa, suya veya havaya taksirle verilmesine neden olan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 

Oysa yürürlükte bulunan 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 28 inci maddesi kusursuz sorumluluğu düzenlemekte ve kusuru olmaksızın çevre suçu işleyenlerin eylemlerinden sorumlu olacaklarını belirtmektedir.  Bu madde aşağıda verilmiştir:

“Kirletenin sorumluluğu

 

 

 

 

MADDE 28 - (Değişik: 3416 – 3.3.1988) Çevreyi kirletenler ve çevreye zarar verenler sebep oldukları kirlenme ve bozulmadan doğan zararlardan dolayı kusur şartı aranmaksızın sorumludurlar. Kirletenin, meydana gelen zararlardan ötürü genel hükümlere göre de tazminat sorumluluğu saklıdır.”

 

Doğru olan da budur. Ancak, YTCK çevre suçlarında kusuru ön plana çıkararak kusursuz çevre sorumluluğu ilkesine aykırı bir düzenleme getirmiştir. Bu düzenleme bir geri gidişi ifade etmektedir.

YTCK’nın gürültü ile ilgili 183 üncü maddesi de gürültü ile ilgili suçları cezalandırılması olanaksız bir konuma getirmiştir. Bu madde de aşağıya çıkarılmıştır:

“Gürültüye neden olma

MADDE 183. - (1) İlgili kanunlarla belirlenen yükümlülüklere aykırı olarak, başka bir kimsenin sağlığının zarar görmesine elverişli bir şekilde gürültüye neden olan kişi, iki aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.”

Yasa, bu maddesinde, “başka bir kimsenin sağlığının zarar görmesine elverişli bir şekilde” gürültü yapmak ölçütünü getirmiştir. Bu nedenle kişilerin sağlığına zarar vermeyecek ancak barış, huzur ve sükûnetini bozanların yaptırımsız kalmaları sonucuna yol açacaktır. Bu düzenleme biçimi, gürültüden zarar gören bireylerin sağlıklarının zarar gördüğünü tıp yoluyla mahkeme önünde ispatlamalarını zorunlu kılmaktadır. Yürürlükteki mevzuat ise gürültüyü kişilerin huzur ve sükûnunu bozmak eylemi olarak ele almakta ve yaptırıma bağlamaktadır. Bu nedenle, gürültü ile ilgili düzenlemede yetersizdir ve geriye gidiştir.

Belirtilmesi gereken temel nokta çevre suçları kavramının YTCK’da yanlış ve yetersiz tanımlanmış olduğudur. Çevre suçları YTCK’da öngörülenler çok daha değişik içerikler kazanabilmekte ve hem de bunlara uygulanacak yaptırım türleri farklı olabilmektedir. YTCK çevre suçlarını düzenlerken yalnızca teknik usüllere aykırı olmayı esas kabul etmekle öteki türlerde işlenebilecek suçları ihmal etmiş ve hem de uygulanacak yaptırımı hapis ve adli para cezası ile sınırlayarak diğer olası yaptırım türlerini dikkate almamıştır.

Bunlardan daha da önemli olarak, YTCK’nun yürürlüğe girmesiyle ülkemizde çevre hukuku alanında ciddi bir karmaşa ortaya çıkacaktır. Türkiye’de YTCK’dan önce yürürlükte bulunan çevre hukuku esas olarak çevre suçlarına yönetsel nitelikli cezalar verilmesini öngören düzenlemelerden oluşmaktadır. YTCK ile çevre suçlarına adli nitelikli cezalar öngörüldüğünden yönetsel nitelikli cezaların hukuki geleceği tam bir belirsizlik içine düşmüştür. Zira ceza hukukunun genel ilkeleri açısından aynı suça birden fazla ceza verilmesi olanaklı değildir.

Yeni düzenleme ile çevre suçu işleyen bir kimsenin hem yargıç ve hem de kamu yöneticileri tarafından cezalandırılması olanağı ortaya çıkmıştır. Bu sonuç hukukun genel ilkeleri açısından kabul edilebilir nitelikte değildir. Bu durumda, YTCK ile kendisinden önce yürürlüğe girmiş olan “Çevre Kanunu”, “Belediye Kanunu”, “Belediye Cezaları Hakkında Kanun” ve “Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunu” (PVSK) gibi yasal düzenlemeler arasında çelişki ve tekrarlar ortaya çıkmıştır. Hukuksal yorumlama ilkeleri çerçevesinde, son çıkan genel yasa olarak YTCK hem genel fakat eski yasa olan Belediye Kanunu, Belediye Cezaları Hakkındaki Kanunu ve PVSK’nun ve hem de özel fakat eski yasal düzenleme olan Çevre Kanunu’nun kendisine aykırı olan hükümlerini ilga etmiş olmaktadır.

Buna göre, vali, kaymakam, sahil güvenlik bot komutanı, liman başkanı ve büyükşehir belediye başkanı gibi kamu yöneticilerinin çevresel suçlara yönetsel nitelikli (kapatma, para cezası gibi) yaptırım uygulamak olanağı ortadan kalkmaktadır.

Bu hukuksal olgu ülkemizde çevresel kalitenin korunması açısından kabul edilemez ve sakıncalı bir hukuksal yapının ortaya çıkmasına yol açacaktır.

Çevre ceza hukuku alanında meydana gelen ikinci önemli gelişme Kabahatler Kanunu’dur (KK). YTCK hazırlanırken, eski TCK’da (ETCK) var olan cürüm-kabahat ayrışması ortadan kaldırılmış ve bu nedenle de kabahat kavramına YTCK’da yer verilmemiştir. Ancak, kısa bir süre sonra kabahatlerle ilgili düzenlemelerin yokluğu ceza kanunu uygulamasında çeşitli sakıncalar yaratmış ve hükümet bu alanda ortaya çıkan boşluğu gidermek üzere KK’nu hazırlamıştır. Bununla birlikte, KK, ETCK’dan önemli farklılıklar taşımakta ve yeni düzenleme biçiminde kabahat kavramı hem tanım ve hem de uygulama biçimi açısından önemli değişiklikler içermektedir. Yeni düzenleme biçiminde kabahat “haksız eylem” kavramıyla özdeşletirilmektedir.

KK’nun “Tanım” başlıklı 2 nci maddesi şöyledir:

“Tanım

MADDE 2.- (1) Kabahat deyiminden; kanunun, karşılığında idarî yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlık anlaşılır.”

Bu tanım yeni kanunun eskisinden farklı bir kabahat kavramı getirdiğini göstermektedir. ETCK kabahatlere ilişkin yaptırımların yargıçlar tarafından belirlenmesini öngörürken yeni düzenleme haksızlıklara yönetimsel yaptırımlar uygulanması anlayışını benimsemektedir. Bununla birlikte, kamu yöneticileri yanında kovuşturma sırasında yargıçlara ve hatta savcılara da yönetsel para cezası verme yetkisi tanınmaktadır. Yargıçlar açısından bu yetki kanunun kendi mantığı açısından tutarsızlık yaratırken savcılara yönetsel para cezası verme yetkisi verilmesi hukuk mantığıyla bağdaşması olanağı olmayan bir düzenleme biçimidir. Kanun yaptırım uygulama yetkisinin kamu yöneticilerine ait olduğunu belirtmekte,  ancak, bu yetkiye sahip yöneticileri açıkça belirtmekten kaçınmakta ve diğer yasalarla kendilerine yetki verilmiş olan makam ve kurullardan söz etmektedir.

Bu nedenle ortaya çıkan sonuç KK’nun bir yönetsel para cezaları yasası olduğudur. Konunun çevre ile ilgili yanlarını ele almadan önce bu konu üzerinde durmak gerekmektedir. Bu düzenleme biçimi, bana göre, hukuk sistematiğine aykırı düşmektedir. KK içinde pek çok konuda düzenlemeler yer almaktadır. Bu düzenlemelerin her biri ayrı bir temel yasayla esasen düzenlenmiş bulunmaktadır. Söz konusu alanlarda eksiklik varsa bunların yürürlükte bulunan yasada değişiklik veya ekleme yapmak yoluyla giderilmesi daha uygun bir çözüm yolu olarak görülmeliydi. Ceza hukukunun temel ilkesi olan kanunilik ilkesi de ceza verme yetkisine sahip olanların açıklıkla belirlenmesini gerekli ve kaçınılmaz kılar. KK’unda olduğu gibi genel anlatımlarla yetkili organları belirlemek uygulamada ciddi sorunlara yol açacaktır. Bu bağlamda, adli yargı-yönetsel yargı karmaşası ciddi bir sakınca olasılığıdır. Bu sakıncadan daha da önemli olmak üzere, aynı suça birden fazla ceza vermek gibi ceza hukukunun temel ilkelerine aykırı düşen durumlarla karşılaşmak ciddi bir başka olasılık olarak ortaya çıkmaktadır.

KK, çevre sorunları açısından “çevreyi kirletme”, “gürültü” ve “afiş asma” adı altında üç ayrı suçu düzenlemektedir. “Afiş asma” eylemi kolaylıkla anlaşılabilecek bir yönetsel suç türü olmakla birlikte “çevreyi kirletme” eyleminin içeriği yukarıda açıklanmaya çalışılan sakıncalar açısından daha da fazla önem taşımaktadır.

“Çevreyi kirletme   

MADDE 41.- (1) Evsel atık ve artıkları, bunların toplanmasına veya depolanmasına özgü yerler dışına atan kişiye, yirmi Türk Lirası idarî para cezası verilir. Bireysel atık ve artıkların atılması halinde de bu fıkra hükmü uygulanır.

(2) Fiilin yemek pişirme ve servis yerlerinde işlenmesi halinde işletme sahibi gerçek veya tüzel kişiye, beşyüz Türk Lirasından beşbin Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir.

(3) Hayvan kesimine tahsis edilen yerler dışında hayvan kesen veya kesilen hayvan atıklarını sokağa veya kamuya ait sair bir alana bırakan kişiye, elli Türk Lirası idarî para cezası verilir.

(4) İnşaat atık ve artıklarını bunların toplanmasına veya depolanmasına özgü yerler dışına atan kişiye, yüz Türk Lirasından üçbin Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir. İnşaat faaliyetinin bir tüzel kişi adına yürütülmesi halinde bu tüzel kişi hakkında verilecek idarî para cezasının üst sınırı beşbin Türk Lirasıdır. Bu atık ve artıkların kaldırılmasına ilişkin masraf da ayrıca kişiden tahsil edilir.

(5) Kullanılamaz hale gelen veya ihtiyaç fazlası ev eşyasını bunların toplanmasına ilişkin olarak belirlenen günün dışında sokağa veya kamuya ait sair bir yere bırakan kişiye elli Türk Lirası idarî para cezası verilir. Bu eşyanın toplanması hususunda belediye tarafından belirli aralıklarla yılda üç günden az olmamak üzere belirlenen günler önceden uygun araçlarla ilân olunur.

(6) Kullanılamaz hale gelen motorlu kara veya deniz nakil araçlarını ya da bunların mütemmim cüzlerini sokağa veya kamuya ait sair bir yere bırakan kişiye ikiyüzelli Türk Lirası idarî para cezası verilir. Bunların kaldırılmasına ilişkin masraf da kişiden ayrıca tahsil edilir.

 (7) Bu kabahatler dolayısıyla idarî para cezasına belediye zabıta görevlileri karar verir.

(8) Bu kabahatler dolayısıyla meydana gelen kirliliğin kişi tarafından derhal giderilmesi halinde idarî para cezasına karar verilmeyebilir.

(9) Bu madde hükümleri, belediye sınırları içinde uygulanır.

(10) Özel kanunlardaki hükümler saklıdır.”

Kuşkusuz, çevresel açıdan ele alındığında yukarıdakilere benzer nitelikte çok sayıda haksızlıktan söz edebilmek olanaklıdır. KK’nun yalnızca bu eylemleri düzenleme konusu yapması -bir anlamda- kapsam dışında kalan çevresel haksızlıkları meşrulaştırmak anlamına gelmektedir.  Bu sakıncalı bir düzenleme şeklidir. Öte yandan, YTCK’nın çevre suçu ile ilgili düzenlemesinde yer alan “çevreye zarar verecek şekilde, atık veya artıkları toprağa, suya veya havaya kasten veren” anlatımı dikkate alınacak olursa iki ayrı yasa maddesinin aynı konuları düzenledikleri görülmektedir. Biri genel ilkeleri ortaya koyan diğeri bu genel ilkeler kapsamı içine giren ancak belirli bir eylemi düzenleyen iki ayrı yasa hükmü uygulamada çelişkilere, boşluklara ve yinelemelere yol açabilecek nitelikte görülmektedir.

Bunlardan daha da önemlisi söz konusu maddenin 7 nci ve 8 inci bentleridir. Yedinci bent şu hükmü taşımaktadır: “Bu kabahatler dolayısıyla idari para cezasına belediye zabıta görevlileri karar verir”.  Bu hüküm çevre mevzuatının öteki bazı düzenlemeleriyle çelişmektedir. Çevre Kanunu kimlerin ceza vermek yetkisine sahip olduğunu belirlemiştir. Çevre cezası vermeye yetkili olanlar mülki idare amirleri, büyükşehir belediye başkanları, sahil güvenlik bot komutanları ve liman sınırları içinde liman başkanlarıdır. Çevrenin korunması konusunda temel sorumluluk sahibi olan kamu yöneticilerine KK bağlamında yetki verilmemiş olması önemli bir hukuksal yanlışlık ve çelişki anlamına gelmektedir. Bunun da ötesinde, yasa hükmünden belediye zabıta memurlarının dahi ceza vermek yetkisine sahip oldukları anlamı çıkmaktadır. Oysa, belediye zabıta memurları birer uygulama görevlisidir ve ceza vermek yetkileri yoktur. Belde suçuna ceza vermek yetkisi Belediye Encümeni’ne ve kişisel olarak saptaması durumunda belediye başkanına verilmiş olan bir yetkidir. Zabıta memuru yalnızca yasaya aykırılığı saptar ve gerekli yaptırımın uygulanması için durumu ceza vermeye yetkili makama bildirir. Belediye ceza hukuku açısından temel ilke olan bu düzenlemenin yasaya aktarılma biçimi KK’nu hazırlayanların hukuk bilgisi ve yetkinliği açısından soru işaretleri yaratmaktadır.

Kanun’un 41 inci maddesinin 8 inci bendi ise hukuk mantığıyla bağdaşmayan şu düzenlemeyi içermektedir: “Bu kabahatler dolayısıyla meydana gelen kirliliğin kişi tarafından derhal giderilmesi halinde idari para cezası verilmeyebilir”. Bu düzenleme biçimi yukarıda belirtilen yargıyı daha da güçlendirmektedir. Yönetsel takdir yetkisi yönetimin temel yetkinliklerinden biridir. Bunun bir yasa hükmü durumuna getirilmesinin uygulamada hiç bir yararı ve anlamı yoktur. Ancak, bu düzenleme bir “af” niteliğinde ise bu takdirde af sürecinin nasıl yapılacağını belirleyen anayasal hükümlere ters düşmektedir. Af yetkisi yasama organına aittir ve ancak yasa ile düzenlenebilir. Bu nedenle, KK ile gerçekleştirilen düzenleme biçimi yasama kalitesi açısından üzerinde endişe ile düşünülmesi gereken özellikler taşımaktadır.

KK’nun çevre ile ilgili bir başka düzenlemesi gürültü ile ilgilidir. Kanun’un 36 ncı maddesi aşağıya çıkarılmıştır

 

“Gürültü

MADDE 36.- (1) Başkalarının huzur ve sükununu bozacak şekilde gürültüye neden olan kişiye, elli Türk Lirası idarî para cezası verilir.

(2) Bu fiilin bir ticarî işletmenin faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde işletme sahibi gerçek veya tüzel kişiye bin Türk Lirasından beşbin Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir.

(3) Bu kabahat dolayısıyla idarî para cezasına kolluk veya belediye zabıta görevlileri karar verir.”

Gürültü sorunu, daha önce de işaret edildiği üzere, YTCK ile de düzenlenmiştir. KK ile gürültü konusunda bir başka düzenleme daha yapılmıştır. Böylelikle iki ayrı ceza yasasında iki ayrı gürültü düzenlemesi yapılmış olmaktadır. YTCK’ya göre suç, başka bir kimsenin sağlığının zarar görmesine elverişli bir şekilde gürültü yapmak iken KK gürültü suçunu başkalarının huzur ve sükûnunu bozmak şeklinde tanımlamaktadır. Bu iki tanım arasındaki farkı belirlemek son derecede zordur. Bu nedenle her iki kanun aynı konuyu düzenlemiş olmaktadır. Bu durum yasaların çatışması anlamına gelir. Kısa zaman aralıklarıyla aynı parlamento tarafından gerçekleştirilen bu önemli yasa çatışması olgusu ülkemizde yasa yapma yetkinliğinin içine düşmüş olduğu düzey açısından endişe vericidir. Gürültü konusunun PVSK ve Gürültü Kontrol Yönetmeliği’nde de düzenleme konusu olduğu anımsanacak olursa bu alanda yasal düzenleme enflasyonundan söz etmek olanaklıdır.

KK yönetsel para cezalarına sulh ceza mahkemelerinde ve bu mahkemelerin kararlarına karşılık ağır ceza mahkemelerinde itiraz edilebileceği hükmünü getirmektedir. Oysa yönetsel eylem ve işlemlere karşı itiraz yeri yönetsel yargı olmalıdır. Yargıtay’da verilen son içtihatlar da bu yoldadır. KK’nun öngördüğü düzenleme yargı sistemimiz ile bağdaşmamaktadır.

Yukarıda yapılan açıklamalar göstermektedir ki, YTCK’nın ve KK’nun çevre suçuyla ilgili yeni düzenlemeleri çevresel kalitenin korunması ve kirlenmelerin önlenmesi açısından yetersiz ve sakıncalıdır. YTCK’nun çevreyi korumak şeklinde ortaya konan amacı doğru değildir.

 

Her iki yasal düzenleme de çevre hakkını düzenleyerek Devlete sağlıklı bir çevre yaratma ödevini veren Anayasa’nın 56 ncı maddesinin öngördüğü anayasal yükümlülüğünün yerine getirilmesi açısından yarattığı olumsuzluklar nedeniyle Anayasa’ya aykırı olmak özelliğini içinde barındırmaktadır.

 

KK ise, hukukun genel ilkelerine aykırı pek çok düzenlemeyi içinde barındırmaktadır.

 

YTCK ile KK arasında çelişki ve çatışma vardır. Uygulamada çok ciddi sıkıntılar ve yönetsel karmaşa ortaya çıkacaktır. Belediye zabıta görevlilerine verilen yetkiler mevcut hukuk sistemiyle çatışma içindedir.

 

Yönetsel para cezalarına karşı itiraz yeri olarak sulh ceza mahkemelerinin ve ağır ceza mahkemelerinin gösterilmiş olması yanlıştır. Yönetsel para cezalarına karşı yönetsel yargıyı itiraz yeri olarak gösteren yasal düzenlemelerle çelişmektedir.

 

Yukarıda sayılan hukuksal aksaklıkların giderilebilmesi her iki yasal düzenlemede öngörülen çevre suçuna ilişkin tanımların yeniden yapılmasına, yaptırımların ve süreçlerin yeniden oluşturulmasına bağlıdır. Çevre konusunda siyasal istencin varlığına işaret edebilecek başka unsurun karar almaya katılma olabileceğine daha önce değinilmişti. Türkiye’de bu bağlamda var olan koşullar irdelendiğinde bu alanda hukuksal olanakların ‘var ama sınırlı’ olduğu görülmektedir. Karar almaya katılma yolunda verilebilecek tek yasal örnek Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği’dir (ÇEDY). ÇEDY yeni projenin yapılacağı yerde halkın katılımı toplantısı yapılmasını ve proje ile ilgili olarak yerel halka açıklayııcı bilgi verilmesini öngörmektedir. Bu toplantıya katılanlar görüşlerini belirtmekte ve bu görüşler Çevre ve Orman Bakanlığı yetkilileri tarafından karar verme sırasında göz önünde tutulmak üzere kayıt altına alınmaktadır. Ancak, toplantıya katılanların alacağı kararların yönetimi bağlayıcı olması söz konusu değildir.

 

Sürdürülebilir kalkınma ilkesinin kalkınma planlarında yer alması konusu da yukarıda belirtilenlerden farklı değildir. Bu ilkeye son planlarda yer verilmekte ve hatta Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda sürdürülebilir kalkınma ilkesinin önünde en önemli engel olarak belirtilen yetersiz kurumsal yapının geliştirilmesi için doğru önerilere yer verilmektedir. Ancak, ne varki, plan dönemi sonunda gerçekleştirilebilenlere bakıldığında önerilerin pek azının gerçekleştirildiği görülmektedir.

 

Kalkınma planlarına ek olarak Çevre ve Orman Bakanlığı, DPT ile işbirliği içinde taşıması gereken nitelikler açısından ulusal düzeyde çevre master planı olarak isimlendirilebilecek “Ulusal Çevre Stratejileri ve Eylem Planı” (UÇEP) hazırlamış bulunmaktadır. Ancak, uzun bir süre önce yürürlüğe konulmuş olmasına karşın elde edilebilen sonuçlar ihmal edilebilecek önem düzeyinde kalmıştır.

 

Bu açıklamalar açıklıkla göstermektedir ki Türkiye’de ulusal planlar düzeyinde sürdürülebilir kalkınma ilkesinin gerçekleşmesini öngören planların var ve yeterli olduğunu ileri sürebilmek olanaklı değildir. Tüm bunlara ek olarak belirtilmelidir ki çevre durum bildirgeleri kavramı henüz Türk çevre yönetimi içinde sızma ve Çevre ve Orman Bakanlığı’nın rutin uygulamaları içinde yer alma şansını elde edememiştir. Türkiye’de halen yürürlükte bulunan kamusal çevre yönetimi dizgesi Şekil 2’de özetlenmiştir.

ŞEKİL 2

TÜRKİYE’DE ÇEVRE ÖRGÜTLENMESİ [4]

 

Büyükşehir Belediyeleri

 

Belediyeler

 

İl Özel İdareleri

 

Köyler

 

MERKEZ ÖRGÜTÜ

 

TAŞRA ÖRGÜTÜ

Çevre ve Orman Bakanlığı ve Diğer Bakanlıklar

Özel Çevre Koruma Bölgeleri İdaresi

 

Çevre Koruma Fonu

Özel Çevre Koruma Bölgeleri Fonu

İl Valilikleri

 

İl Müdürlükleri

 

İlçe Örgütleri

 

İl Çevre Vakfı

Yüksek Çevre Kurulu

 

Çevre Şurası

İl Mahalli Çevre Kurulu

 

YEREL YÖNETİMLER

ULUSAL YÖNETİM

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Noktalı çizgilerle gösterilen ‘il özel idareleri’ Türkiye’nin en eski yerel yönetim birimlerinden biridir. Yürürlüğe girmiş olan “Kamu Yönetimi Temel Kanunu” çevre hizmetlerinin yönetiminde bu kurumu temel odak noktası konumuna getirmeyi öngörmektedir. Bu Kanun uygulanma olanağı bulursa, bazı bakanlıkların il müdürlükleri kaldırılacak ve her ilde ‘İl Özel İdaresi Çevre ve Orman Müdürlüğü’ kurulacaktır. Belediyelerin çevreye ilişkin görevleri ise sürecektir. Bu durumda, çevre hizmetlerinin yürütümünden kentsel alanlarda belediyeler ve kırsal alanda il özel idareleri sorumlu olacaktır. Çevre ve Orman Bakanlığı ise yalnızca politika geliştirme, kaynak yaratma ve politika oluşturma işlevlerini yerine getirecektir. Noktalı çizgiyle gösterilen köyler ise köy sınırları içindeki çevre sorunlarının yönetimi açısından kuramsal olarak önemli bir konuma sahiptir. Ancak, bu işlevlerin tümü özeksel yönetim tarafından üstlenilmiştir. Çevre Şurası da danışmanlık hizmeti üreten bir kurum olması nedeniyle kesikli çizgiyle şekilde yer almıştır.

 

 

 

 

1.3 ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ

 

Birbirlerinin yerine kullanılmalarına karşın, ‘bilgi’ (knowledge), ‘kurgu’ (spekülasyon, speculation) ve ‘görüş’ (opinion) birbirlerinden farklı anlamları olan kavramlardır. Bilgi kavramı esas olarak doğruluğu ispatlanmış ve güçlü verilerle desteklenmiş olgular anlamına gelir. Bilginin aksine olarak, kurgu kavramı ispat edilebilirlik düzeyi sınırlı bilgiler anlamına gelir. Görüş, kişisel inançların toplamıdır. Bilimsel araştırmanın amacı kurgu ve görüşler üzerindeki belirsizlikleri ve yeterince açık olmayan alanları gidererek bilgi şekline dönüştürmektir. Bir başka anlatımla, bilimsel çalışmaların amacı geçerli ve güvenilir bilimsel araştırma yöntemleri kullanarak görüş ve kurguları bilgi düzeyine yükseltmektir. “Delfi Tekniği” [5] bu bağlamda, veri toplama ve kestirim tekniği olarak, konu ile ilgili uzmanların görüşlerini birleştirerek ve uzlaştırarak var olan kimi görüş ve kurgular üzerindeki kapalılığı ve karmaşayı gidererek bunların bilimsellik düzeylerinin artırılmasını ve bilgi şekline dönüştürülmesini amaçlayan bilimsel araştırma yöntemidir.

 

Bu çalışmada kullanılan alan araştırması Delfi Tekniği’ne dayalıdır. Delfi tekniği,  kestirim (tahmin ve hatta bir anlamda ‘kehanet’) yöntemi olarak adını eski Yunan’da peygamberler ölçeğinde kehanetleri ile bilinen ünlü Delfi Kâhini’nden almaktadır. Adından da açıklıkla anlaşılabileceği üzere, Delfi Tekniği geleceğin kestirimini (forecasting) amaçlar. Üçüncü Dünya Savaşı’nın çıkacağı tarihi belirlemek, beş yıl sonraki fiat artışı oranını kestirmek ve on yıl sonra yeni otomobil alacak olanların kararlarını etkileyebilecek tasarım ve teknik özellikleri saptamak bu bağlamda verilebilecek örnekler arasındadır. Bu yöntem, üzerinde mevcut yeterli bilgi ve veri olmaması nedeniyle irdelenmesi olanağı olmayan geçmiş olguların değerlendirilmesi amacıyla da kullanılmaktadır.

 

Delfi üzerindeki çalışmalar 1930’lu yıllara kadar uzanmaktadır. Ancak, Delfi Tekniği,  “bilimsel araştırma yöntemi benzeri (quasi-scientific) yöntem” olarak ilk kez 1958 yılında ABD’deki Rand Corporation tarafından bilim dünyasına tanıtılmıştır. Yöntemin geliştirilmesinde öncü görevini yerine getiren araştırmacılar arasında bilinenler Mc Gregor, Catrill, Kaplan, Girsich and Shosted gibi isimlerdir. Ancak, Rand Corporation’da konu üzerinde asıl çalışmaları geliştiren bilim adamı ise Olaf Halmer olmuştur.

 

Delfi Tekniği gelecekteki olguların kestirimlerinin ya da geçmişteki olguların değerlendirilmesinin bilgi ve verilerin yetersizliği nedeniyle olanaksız, zor ve pahalı olması durumlarında araştırmacılara güçlü olanaklar sunmaktadır. Delfi Tekniği’nin bu gibi durumlarda bilim adamları, tasarımcılar, plancılar ve karar verme durumunda olan yöneticiler tarafından başvurulabilecek oldukça yararlı ve etkili yöntem olduğu yapılan araştırmalarla sınanmış ve ispatlanmıştır.

 

Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında, Delfi Tekniği uzmanların verdikleri yanıtların istatistiksel ortalamalarını saptama yoluyla üzerinde kesinlik bulunmayan konular hakkında denetimli veri/görüş toplamayı ve uzmanlar arasında oydaşlığı sağlamayı amaçlayan bilimsel araştırma süreci olarak tanımlanabilir. Bu bağlamda, her tur sonunda, sorulara verilen yanıtların ortalamalarından ve standart sapmalarından oluşan istatistiksel sonuçlar denetim grubu tarafından uzmanların bu yolda karar vermesine esas oluşturan gerekçelerle birlikte diğer panel üyelerine iletilmekte ve sonraki turlarda panel üyesi olan uzmanın diğer uzmanların görüşlerini dikkate alarak kendi tutum, davranış ve kararlarında değişikliğe yol açabilme olasılığının olup olmadığı araştırılmaktadır. Bu süreç üç ya da dört tur sürmekte ve süreç sonunda üzerinde oydaşlık sağlanabilen ve sağlanamayan konular belirlenmektedir.

 

Tekniğin temel özellikleri şu şekilde özetlenebilir: Delfi Tekniği’nde yanıtlar gizli ve anonimdir. Üyeler panelde kendilerinden başka uzman üyelerin de yer aldığını bilirler ancak bunların kimlikleri hakkında bilgi sahibi değildirler. İkincisi, soru-yanıt süreci denetim merkezi tarafından yönetilir. Üçüncüsü, grubun verdiği yanıtlar istatistiksel çözümlemeye konu olur ve elde edilen sonuçlar diğer üyelerin görüşlerinden bilgili olmaları amacıyla tüm üyelere bildirilir. Dördüncüsü ve sonuncusu, panel içinde yer alan uzmanlar konu hakkında ayrıntılı bilgi sahibi kimseler olmak durumundadır. Bu nedenle, uzmanların bu özellikleri nedeniyle panel içinde yer aldıkları bilinir. Dolayısıyla, örneklem rasgele (tesadüfî) olarak oluşturulmamıştır. Aksine, araştırma grubunda yer alan kimseler konuyu iyi düzeyde bilmeleri nedeniyle seçilmişlerdir.

 

Bu çalışmada 3’ü uluslararası örgütlerde çalışan ve Türkiye’deki çevre yönetiminin içinde bulunduğu koşullar hakkında yeterli bilgi sahibi uluslararası uzman olmak üzere, toplam 28 uzman görev almayı kabul etmiştir. Geri kalan 25 ulusal uzman (4 akademisyen, 4 endüstri yöneticisi, 3 vali, 3 kaymakam, 1 büyükşehir belediye başkanı, 1 belediye başkanı, 4 Çevre ve Orman il müdürü, 1 Devlet Planlama Teşkilatı uzmanı ve 4 sivil toplum örgütü yöneticisi) ise çeşitli akademik ve profesyonel kuruluşlarda çalışmaktadır.

 

Ölçüt ve alt ölçütler konusunda karar verme süreci ise şu şekilde oluşturulmuştur:

 

 

-       İstatistiksel açıdan normal bir dağılımda deneklerin yüzde 68’i birinci standart sapma değerleri içinde yer alırlar. İkinci standart sapma değeri ise deneklerin yaklaşık yüzde 95’ini kapsar.

-       Bu nedenle, karar vermede temel ölçüt birinci standart sapma değerleri olacaktır. Üyelerinin yüzde 68’ini kapsayan değerler karar vermede oydaşlığın sağlanıp sağlanamadığını göstermek açısından yeterli kabul edilmiştir.

-       Karar vermede ikinci önemli unsur yanıt skalasının medyan değeridir. Skalanın 1’den 5’e kadar değiştiği anımsanacak olursa, medyan değerin 3 olduğu görülecektir.

-       Bu bağlamda, alt ölçütler için elde edilen ortalama ve hesaplanan birinci standart sapma değeri birlikte hesaplanarak alt ve üst değerler bulunacaktır. (Yuvarlama dâhil)

-       Bulunan alt değer 3 ve 3’ün üzerinde bir değer ise alt ölçüt konusunda olumsuz oydaşma elde edilmiş olacaktır.

-       Bulunan üst değer 3’den daha düşük ise oydaşmanın olumlu yönde olduğu kararlaştırılacaktır.

-       Bulunan alt değer 3’den küçük ve üst değer 3’den büyük ise oydaşmanın sağlanamadığına karar verilecektir.

-       Daha sonraki aşamada, ölçütü oluşturan alt ölçütlerin ortalamalarının ortalaması (MMs) ve standart sapmalarının (MSDs) ortalaması hesaplanacak ve bu ortalamalar ölçütün ortalaması ve standart sapması olarak kabul edilecektir.

-       Bu şekilde elde edilen değerler yukarıda alt ölçütler için belirlenen yönteme uygun olarak irdelenecek ve ölçüt hakkında olumlu, olumsuz ya da oydaşlığın yokluğu kararı verilecektir. Örneğin, MMs = 4.08 ve MSDs = ± 0.79 (3.29-4.87) OLUMSUZ oydaşma; MMs = 2.05 ve MSDs= ± 0.75 (1.30-2.80) OLUMLU oydaşma; MMs = 3.11 ve MSD = ± 0.89 (2.22-4.00) oydaşmanın YOKLUĞU ve MMs = 3.60 ve MSDs = ± 0.74 (3.60-0.74 = 2.86 ~ 3.0) de OLUMSUZ oydaşma olarak kabul edilecektir.

 

 

1.4 SORU KÂĞIDI

 

Soru kâğıdı 123 alt-ölçüt sorusundan oluşmuştur. Sorular araştırılmak istenen alt-ölçüt konusunda ya bir görüş ya da bir yargı içermektedir. Yanıtlar, Likert sıralamasına (scale) uygun olarak “1” “kesinlikle katılıyorum”dan “5” “kesinlikle katılmıyorum”a kadar değişen 5 ayrı seçenekten oluşmakta ve uzmanlardan kendi görüşlerine en uygun düşen seçeneği “X” işareti ile belirtmeleri istenmektedir.

 

ŞEKİL 1

 

YANITLAMA SİSTEMİ

 

             1. (  )          2. (  )           3. (  )         4. (  )           5. (  )

Kesinlikle katılıyorum                                           Kesinlikle katılmıyorum

 

 

 

 

 


Uzmanlar bir yandan seçimlerini belirtirken öte yandan da bu seçimde kendilerini haklı kılan nedenleri, düşünceleri, bilgileri ve gerekçeleri açıklamaktadırlar. Bu açıklamalar yanıt sahiplerinin kimlikleri açıklanmaksızın ikinci turda bilgilendirilmeleri amacıyla öteki üyelere iletilmiştir. Bu bağlamda,  önceki turda verilen yanıtların istatistiksel çözümlemeleri yapılmış ve elde edilen ortalama ve standart sapma değerleri üyelerin tümüne bildirilmiştir. Bu yolla üyeler öteki üyelerin görüşlerini öğrenmişler ve soru üzerinde oydaşlık sağlanmasının olanaklı olup olmadığı konusunda kanı oluşturmuşlardır. Soru ve yanıt turları ‘internet’ üzerinden yürütülmüştür. Toplam üç tur gerçekleştirilmiştir. Üçüncü turun sonunda elde edilen ortalama ve standart sapmalar ise araştırmanın kesin sonucu olarak kabul edilmiştir. Buna ek olarak, ana ölçütlerin ve en sonunda da tüm soruların ortalamalarının ortalaması ve standart sapmalarının ortalaması hesaplanmıştır. Böylelikle, ana ölçütlerin ve dizgenin bütünü hakkındaki görüşler kesinleştirilmiştir. İstatistiksel çözümleme çerçevesinde yapılan son çalışmayı ise her turun ortalamaları ve standart sapmaları arasında yapılan çapraz çizelge ve ilgileşim ölçümleri oluşturmuştur.

 

1.5 ÖLÇÜTLER YA DA BAŞARIM GÖSTERGELERİ

 

Ulusal, bölgesel ve yerel ölçekte çalışan kamusal çevre örgütlerinin etkenlik ve etkililik düzeylerinin ölçülmesinde kullanılması kararlaştırılan ölçüt ve alt-ölçütlerin listesi aşağıda verilmiştir:

 

·      Siyasal istenç

§  Çevre hakkı

§  Çevresel konularda bilgi edinme hakkı

§  Çevresel konularda karar almaya katılma hakkı

§  Çevresel kmonularda yargıya ulaşma hakkı.

·      Sürdürülebilir kalkınma ilkesinin güvence altına alınması

§  Anayasa’da

§  Temel çevre mevzuatında

§  Ulusal ve yerel planlarda

§  Çevre master planlarında

§  “Çevrenin Durumu Bildirgeleri”nde

·      Çevresel amaç ve hedeflerin belirlenmiş olması

 

§  “Amaçlar” (soyut)

§  “Hedefler” (somut, ölçülebilir)

 

·      Çevre yönetim stratejilerinin gelişmişlik düzeyi

 

§  “Emret-Denetle stratejisi”, “çevre denetimi” ve “mevzuatın uygulanması” stratejisi

§  “Gönüllü uyum” stratejisi (ISO 14000 ve AB’nin EMAR-EMAS programları gibi)

§  “Pazar Türü Yönetim Araçları” stratejisi  [6]

 

·      Çevre politikalarının yeterlilik düzeyi

·      Çevresel yönetim süreçlerinin ve işlevlerinin gelişmişlik düzeyi

 

§  Kirliliklerin belirlenmesi

§  Çevresel ortamların, salım ve boşaltmaların, kitleticilerin zaman içinde ve alan üzerinde dağılım kalıplarının ölçümü

§  Ölçme, çözümleme ve ayar ölçünlerinin gelişmişlik düzeyi

§  Örnek alma ve iyi laboratuvar ölçünlerinin gelişmişlik düzeyi

§  Çevresel etki değerlendirmesi ve bildirge hazırlama dizgesinin etkenlik düzeyi

§  İşlemler, salımlar ve boşaltmalar için kurulan izin ve ehliyet süreçlerinin etkenlik düzeyi

§  Kirlenmelerin önlenmesi

§  Risk değerlendirme ve azaltma

§  Çevre için bilimsel araştırma ve teknoloji geliştirme çalışmalarının yeterlilik düzeyi

§  Çevresel eğitimin yeterlilik düzeyi

§  Çevre mevzuatının gelişmişlik düzeyi

§  Yürütme

§  Stratejik planlama

§  Bütçeleme

§  Fonlar

§  İnsan kaynakları yönetimi

§  Bilgi kaynaklarının yönetimi, bilgiye ulaşılabilirlik, veri ağları ve bilginin paylaşımı

§  Uluslarası ilişkiler ve bu ilişkilerden doğan sorumlulukların yerine getirilme düzeyi

§  Üretim için gerekli en az koşulların saptanması ve yasaklanan etkinliklerin saptanması

 

·      Yasaklar

·      Kirlilik vergileri ve harçları

·      İzinler

 

§  Çevreye duyarlı alan kullanımı planlaması

§  Ölçme ve izleme (monitoring) dizgeleri

§  Temiz yakıt ve ham madde sağlanması

§  Kirliliklerin giderilmesi ve arıtılması

§  Atıkların geri kazanımı

§  Güvenli katı atık depolama tesislerinin yeterlilik düzeyi

 

·      Çevresel ölçünlerin yeterlilik düzeyi

 

§  Alıcı ortam ölçünleri

§  Salım ve boşaltma ölçünleri

§  Üretim ölçünleri

§  Yakıt ölçünleri

§  Üretim malzemesi ölçünleri

§  Ölçün yapma ölçünü

 

·      Çevre planlaması ve çevre denetçiliği dizgelerinin yeterlilik düzeyi

 

§  Çevrenin içinde bulunduğu durumun saptanması

§  Mevcut kirlilik yükünün saptanması

§  Bütünleştirilmiş çevre yönetimi dizgesinin varlığı

§  Kirlilikleri denetim altına alma ve arıtma

§  Yerel kalkınma eğilimleri için alınan toplumsal ve ekonmik önlemlerin yeterlilik düzeyi

 

·      Kurumsal yapının etkenlik düzeyi

 

§  Mevcut çevre programlarının ve bunları yürüten kurum ve kuruluşların etkenlik düzeyleri

§  Bütçe ve fonların yeterliliği

§  Tesislerin yönetiminde etkililik

§  İnsan kaynakları yönetiminde etkenlik

§  Bilgi yönetiminde etkililik

§  Dış ilişkilerin yönetiminde etkenlik

 

·      Hukuksal çerçevenin ve yetkilerin yeterlilik düzeyi

 

§  Hukuksal süreçlerin etkililiği

§  Çevre polisi ya da denetçiliğinin varlığı

§  Çevresel cezalar ve yaptırımlar caydırıcılığı

 

·      Çevresel altyapıların yeterlilik düzeyi

 

§  Arıtma ve depolama tesislerinin yeterliliği

§  Envanterler, veri bankaları ve ağların varlığı

§  Laboratuvarların yeterliliği

 

·      Pazar türü yönetim araçlarının gelişmişlik düzeyi

 

§  Atık salım vergileri ve harçları

§  Boşaltma vergileri ve harçları

§  Ürün vergileri

§  Pazarlanabilir kirletici kotaları

§  Depozito dizgeleri

§  Teşvikler

§  Fonlar

§  Atık borsaları

§  Yeşil nokta

§  Çevresel muhasebe: makro ve mikro

§  Çevresel risk sigortası

 

·      “Başarım Yönetimi” yaklaşımının çevre örgütlerinde kurumsallaşma düzeyi
 
Yukarıda belirtilen etmenler doğru, isabetli, etkili, etken ve verimli bir çevre yönetiminin temel unsurları olarak kabul edilmişlerdir. Çevre yönetimi gelişmiş ve başarılı çalışma örnekleri ortaya koymuş ülkelerde yaptığım çalışmalardan çıkardığım sonuçlar bu etmenlerin doğru olduklarını göstermektedir. Kuşkusuz, gelecekte bu etmenlere yenileri eklenecektir. Ancak, yukarıdaki etmenlerin gerçekleştirilebilme oranının ve düzeyinin yüksekliği incelemeye konu olan çevre örgütünün başarım düzeyini denetleyen bağımlı değişkenler olacaktır. Bu varsayımdan hareket edilerek soru kâğıdında yer alan sorular saptanmış ve uzmanlara bu sorular yöneltilmiştir. Bu şekilde, Türkiye’deki ulusal ve yerel düzeydeki çevre yönetimi dizgeleri için -bir anlamda- ‘tanı koyma’ çizelgesi (check list) oluşturulmuştur. Yürütülen araştırma sonucunda bu yöntemin başarılı ve güvenilir olduğu saptanırsa ulusal ya da uluslararası tüm benzer olaylarda kullanılabilecek bir araç geliştirilmiş olacaktır. 
Bu araştırmada kullanılan ve birinci bölümün sonunda özetlenen liste Dünya ülkelerinin çevresel yönetim dizgeleri üzerinde yapılan incelemelere dayalıdır. Ölçütler listesi içinde yer alan ölçütlerin her biri aşağıda ayrıntılı olarak açıklanmıştır. Ölçütlerin açıklaması ile birlikte söz konusu ölçüt ve alt ölçütlerle ilgili olarak yapılan alan çalışmasından elde edilen sonuçlar da aşağıda verilmektedir.

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 
BÖLÜM 2

 

ARAŞTIRMA SONUÇLARI

 


 
2.1
ÜST DÜZEY SİYASAL İSTENÇ

2.1.1 Kuramsal Açıklama

Buraya kadar yapılan açıklamalar dikkate alındığında, Türkiye’de son 30 yıl içinde çevre sorunsalının yeni toplumsal endişe alanı olarak ortaya çıktığı ancak gerek ulusal ve gerekse yerel ölçekte çevresel değerlerin korunmasını ve geliştirilmesini öngören siyasal istencin gerçekleşmediği anlaşılmaktadır. Ekonomik gelişme ve istihdam artırıcı çabalar hala sürdürülebilir kalkınma ve çevresel değerlerin korunması ile ilgili endişelerin önünde yer almaktadır. Bu konudaki en anlamlı sözler Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 7 Ocak 2005 tarihinde Rize’de yaptığı konuşmada yer almıştır. Konuşmasında Doğu Karadeniz Bölgesi’ndeki akarsulara değinen Başbakan toplantıya katılanlara bu su kaynaklarının elektrik üretimi amacıyla değerlendirilmesi gerektiğini, bu yolda başlatılacak girişimlerin bürokratik engeller yanında “çevreci engellerle” de karşılaşılabileceğini ancak çevreci engellemelerin mutlaka aşılması gerektiğini söylemiştir. Bu sözler Türkiye’de siyasal istenç sahiplerinin ekonomik kalkınma ve çevre koruma arasındaki ilişkilere bakış açısını en çıplak şekilde ortaya koyan anlatımlardır. Başbakan Erdoğan 18 Nisan 2005 günü yaptığı bir açıklama da ise geçmiş

 

 

 

yönetimlerin çevreye yatırım yapmadıklarını ve bu nedenle ülkeye ihanet ettiklerini belirterek “Bugüne kadar gelen yönetimler çağdaş değil miydi? Hani bunlar muassır medeniyet seviyesine ulaşacaklardı? Niye böyle bir ihaneti bu ülkede yaptılar? Bu çöpleri sen gelir de denizin kenarına, denize dökersen bu bir ihanet değil de nedir?” diye sormuştur. Bu iki açıklama arasındaki farklılaşma çevre

 konusunda ulusal bir istenç bulunmadığını açıklıkla göstermektedir.

 

2.1.2 Araştırma Sonuçları

 

Yukarıda yapılan kuramsal açıklamalar esas alınarak “Delfi” panelinde yer alan uzmanlara Türkiye’de çevre koruma amaçlı ulusal ve yerel siyasal istenç konusunda çeşitli sorular sorulmuştur. Sorular ve üçüncü tur sonunda elde edilen ortalama ve standart sapmalar aşağıda Çizelge 1’de verilmiştir.

 

 

ÇİZELGE 1

ULUSAL VE YEREL İRADE

ALT ÖLÇÜTLER

O

SS

OYDAŞMA

1.    Türkiye’de, ulusal ölçekte, çevresel değerlerin ve kalitenin korunması ve geliştirilmesi konusunda bir siyasal irade vardır.

3.57

 

0.79

OLUMSUZ

2.    Türkiye’de, yerel yönetimler bağlamında, yerel çevresel değerlerin ve kalitenin korunması ve geliştirilmesi konusunda bir siyasal irade vardır.

3.82

 

0.67

OLUMSUZ

3.    Türkiye’de, “Çevre Hakkı”, temel bir hak ve özgürlük olarak, Anayasa’nın 56 ncı maddesinde düzenlenmiştir. Bunun bir sonucu olarak, Türkiye’de, ilgililer, merkezi yönetimin merkezdeki ve taşradaki temsilcilerinden çevre sorunlarına ilişkin konularda bilgi almak hakkına sahiptirler ve bu haklarını kolaylıkla kullanabilmektedirler.

3.46

0.84

YOK

4.    Türkiye’de, “Çevre Hakkı”, temel bir hak ve özgürlük olarak, Anayasa’nın 56 ncı maddesinde düzenlenmiştir. Bunun bir sonucu olarak, Türkiye’de, ilgililer, yerel yönetimlerden çevre sorunlarına ilişkin konularda bilgi almak hakkına sahiptirler ve bu haklarını kolaylıkla kullanabilmektedirler.

3.79

 

0.50

OLUMSUZ

5.    “Çevre Hakkı”nın tamamlayıcı bir öğesi olarak, Türkiye’de, ilgili gerçek ve tüzel kişiler çevresel konularda merkezi yönetimin planlama ve karar alma süreçlerine etkili bir şekilde katılabilmektedirler.

4.14

 

0.59

OLUMSUZ

6.    “Çevre Hakkı”nın tamamlayıcı bir öğesi olarak, Türkiye’de, ilgili gerçek ve tüzel kişiler çevresel konularda yerel yönetimlerde planlama ve karar alma süreçlerine etkili bir şekilde katılabilmektedirler.

4.04

 

0.58

OLUMSUZ

7.    “Çevre Hakkı”nın bir başka temel öğesi olarak, Türkiye’de, çevre sorunlarından doğrudan etkilenmiş olma koşulu aranmaksızın çevre sorunlarının önlenmesi ve giderilmesi istemiyle mahkemelerde dava açabilme olanağı Çevre Kanunu’nun 30 uncu maddesi uyarınca yurttaşlara tanınmıştır. Bu olanak, Türkiye’de çevresel kalitenin korunması ve geliştirilmesi açısından önemli bir rol oynamaktadır.

3.36

 

0.78

YOK

8.    “Sürdürülebilir kalkınma ilkesi” Türk Anayasası tarafından güvence altına alınmıştır.

 

3.46

 

1.07

YOK

9.    “Sürdürülebilir kalkınma ilkesi” Türkiye’de çevreye ilişkin temel mevzuat tarafından güvence altına alınmıştır.

3.11

 

1.13

YOK

10.         “Sürdürülebilir kalkınma ilkesi” Türkiye’de ulusal kalkınma planlarında ve yıllık programlarda etkili bir şekilde düzenlenmiştir.

3.11

 

1.07

YOK

11.         “Sürdürülebilir kalkınma ilkesi” Türkiye’de DPT tarafından geliştirilen ve uygulanmak üzere (Orman ve) Çevre Bakanlığı’na devredilen “Ulusal Çevre Stratejileri ve Eylem Planı” belgesinde etkili bir şekilde düzenlenmiştir.

2.71

 

0.98

YOK

12.         Ulusal yönetimlerin, çevresel işlevleri bazı ülkelerde dönemsel aralıklarla yayınlanan “Çevre Durumu Raporları”nda açıklanmakta ve irdelenmektedir. Türkiye’de böyle bir uygulamanın olmaması önemli bir eksiklik yaratmamaktadır.

4.64

 

0.49

OLUMSUZ

 

ORTALAMA

3.60

0.74

OLUMSUZ

 

 

Siyasal istenç konusunda sorulan 12 sorunun hiç birinde olumlu oydaşlık sağlanamamıştır. 6 alt ölçüt konusunda (ulusal siyasal istenç, yerel siyasal istenç, yerel düzeyde bilgiye ulaşma, ulusal düzeyde yönetime katılma, yerel yönetimlerde yönetime katılma ve Çevre Durum Raporları) olumsuz oydaşlık sağlanmıştır. Geri kalan 6 alt ölçüt konusunda (ulusal düzeyde bilgiye ulaşma, yargıya ulaşma ve sürdürülebilir kalkınma ilkesinin Anayasa’da, temel çevre mevzuatında, ulusal planlarda ve UÇEP’de güvence altına alınması) oydaşlık yoktur. Alt ölçütler bütün olarak ele alındığında ülkede ulusal ve yerel düzeyde çevre koruma ve geliştirme yolunda siyasal istenç bulunmadığı kararına varılmıştır.

 

Çizelgede de görüldüğü üzere, verilen yanıtların ortalamaları oldukça olumsuz bir görünüm ortaya koymaktadır. Bu bölümde yer alan 12 soruya verilen yanıtların ortalamalarının ortalaması 3.60 ve standart sapmaların ortalaması 0.74’dür. Açıkça görülmektedir ki, Türkiye’de çevre koruma ve geliştirme konusunda siyasal istenç güçlü değildir ve yerel yönetimlerde bu istenç daha da zayıflamaktadır. Panelin uluslararası uzmanları bu konuda ulusal uzmanlara göre daha iyimser görüşe sahiptirler. Ulusal uzmanlar arasında da endüstriden gelen uzmanlar çevre yöneticilerine, mülki idare amirlerine ve sivil toplum kuruluşlarına göre siyasal istenç konusunda daha olumlu görüş belirtmektedirler. Özellikle, Türkiye’de çevresel konularda karar almaya katılma olgusunun sınırlılığı ve  çevre durum bidirgelerinin eksikliği diğerlerine göre daha olumsuz sonuçlar üretmiştir.

 

Türkiye’de ulusal düzeyde çevre koruma konusunda siyasal istencin var olduğu yolunda olumlu düşünenler bu görüşlerini çeşitli gerekçelere dayandırmaktadırlar. Bu gerekçelerin başında da Türkiye’de “Çevre Bakanlığı”nın taşra örgütü birlikte kurulmuş olması gelmektedir.  Buna ek olarak, Orman Bakanlığı’nın bu bakanlık ile birleştirilmiş olması da siyasal istencin daha güçlü şekilde ortaya konulması olarak kabul edilmektedir. Türkiye’nin yönetim yapısı içinde Çevre Bakanlığı bulunan çok az ülkeden bir tanesi olduğu yolundaki görüş de siyasal istencin var olduğunu düşünenlere destek vermektedir.

 

Siyasal istencin varlığı yolunda ileri sürülen ikinci kanıt da beş yıllık kalkınma planları, yıllık yatırım programları ve -her ne kadar ilk iki belge düzeyinde olmasa da- “Ulusal Çevre Stratejileri ve Eylem Planı” (UÇEP) çerçevesinde çevresel değerlerin ve niteliklerin korunması ve geliştirilmesi konusunda stratejiler ve planlamalar yapılmış olması ve bunlara dayalı olarak ilgili mevzuat düzenlemelerinin yapılmış olması gösterilmektedir. Planların kamu sektörü için emredici ve özel sektör için de yol gösterici olmak özelliği bazı panel üyelerini plana yansımış olan çevre politikalarını ulusal kararlılık göstergesi olarak kabul etmek durumunda bırakmaktadır. Planların TBMM tarafından kabul edilerek yürürlüğe konması da yasama organının çevre konusundaki kararlılığı için yeterli kabul edilmektedir. DPT tarafından uluslararası akçalı destek altında hazırlanan ve uygulanmak üzere Çevre ve Orman Bakanlığı’na aktarılan UÇEP’in varlığı da ulusal planlar düzeyinde çevresel kararlılığın varlığına kanıt olarak gösterilmektedir.

 

Siyasal istencin varlığı konusunda ileri sürülen üçüncü kanıt da 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun ve bu Yasa’nın uygulamadaki ayrıntılarını düzenleyen yönetmeliklerin yürürlüğe konulmuş olmasıdır. Gerçekten Türkiye’de özellikle 1982 Anayasası başta olmak üzere hem bu Anayasa’dan önce ve hem de sonra çok sayıda hukuksal belge yürürlüğe konulmuştur. Bu yasalar, tüzükler, yönetmelikler ve genelgeler çevrenin korunmasını amaçladıklarını ileri sürmektedirler. Hatta daha önce de belirtildiği üzere, biraz da sıra dışı olmakla birlikte, yeni yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu amaç maddesinde yasanın amaçlarından birinin çevreyi korumak olduğunu vurgulamaktadır. Çevre Kanunu’na dayalı olarak yürürlüğe konulan yönetmelikler ise birer kamusal çevre politikası belgesi olarak kabul edilebilirler. Siyasal istenci bu bağlamda ele alan panel üyeleri ulusal düzeyde bir siyasal istencin varlığından söz edilebileceğini belirtmişlerdir.

 

Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) dizgesinin kurulmuş olması da bazı üyelerce siyasal istencin varlığını gösteren başka kanıttır. ÇEDY yukarıda sözü edilen hukuksal belgelerden birisidir. Amacı da çevresel kirlenme ve bozulmalar henüz ortaya çıkmadan önlenmelerini sağlamaktır. Böyle bir yönetsel planlama ve karar alma düzeneğinin ulusal düzeyde yürürlüğe konulmuş olması bazı üyeleri siyasal istencin varlığı konusunda inandırmaya yeterli olmaktadır.

 

Siyasal istenç konusunda ileri sürülen olumlu kanıtlardan biri de yargının çevre alanında oynadığı role ilişkindir. Çevresel konularda ulusal siyasal erkin bir başka organı olan yargının verdiği kararlar ve yaptığı yorumlarla önemli rol oynamaya başlaması da bu yolda önemli bir olumlu kanıt olarak ileri sürülmektedir.

 

Bu yolda ileri sürülen bir başka gerekçe de AB ile ilgilidir. AB’ne tam üye olmakta siyasal kararlılığa sahip olan Türkiye’nin aynı zamanda Kopenhag Ölçütleri’nin önde gelenlerinden biri olan çevre koruma ve sürdürülebilir kalkınma konularında da siyasal istenç sahibi olduğunun varsayılması gerektiği kimi panel üyeleri tarafından ileri sürülmüştür.

 

Yerel yönetimler açısından siyasal istencin varlığı konusunda olumlu görüş belirtenler savunma dayanakları olarak şunları öne sürmektedir:

 

Yerel yönetimler, çevresel değerlerin ve niteliklerin korunması için örgütlenmişlerdir. İl valilikleri bünyesinde çevresel korumayı güvence altına alma ve izleme konularında hemen her konuda yasalarla sorumlu ve yetkili kılınmış birimler vardır. Örneğin, İstanbul Çevre ve Orman Müdürlüğü ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Çevre Koruma Dairesi bunlar arasındadır. Benzer örgütleri diğer illerde ve belediyelerde de görmek olanaklıdır. Bu durum yerel ölçekte siyasal istencin varlığını kabul etmek için yeterlidir.

 

Bazı panel üyeleri ise yerel siyasal istencin varlığı konusunda tarafsız kalmayı yeğlemişlerdir. Bu görüş sahipleri tarafsız kalmayı tercih ettiklerini belirtmekte ve bazı belediyelerde çevre koruma konusunda siyasal istenç görüldüğünü ancak bu durumun tüm belediyelere genelleştirilemeyeceğini ileri sürmektedirler.

 

Bazı üyeler de siyasal istencin tek başına var olmasının yeterli sayılamayacağını söylemişler ve bu istencin güçlü örgütsel yapı ve yeterli eleman sayısıyla desteklenmesi gerektiğini belirtmişlerdir. Belediyelerin çoğunda bu tür örgütlenmenin olmaması ve bu birimlerde çalışan uzman personel sayısının yetersizliği yerel siyasal istenç konusunda panel üyelerinin bir kesimini duraksama içine düşürmektedir. Belediyelerin çevre ile ilgili çalışmalarının ve kadrolarının yeterli olmadığını belirten bazı uzmanlar çevre koruma konusunda bir iyiniyetin var olduğunun söylenebileceğini ancak uygulamada istenen sonuçların alınamadığını belirtmektedirler. Uzmanlar çevre konusundaki iyiniyetin daha çok bölgenin turizm, ekoloji ve tarım gibi özelliklerine ve siyasal otoritenin (belediye başkanının) kişisel ilgisine bağlı olarak değişiklikler gösterdiğini söylemişlerdir.

 

Uzmanları yerel siyasal istencin varlığı konusunda karar vermekte zorlayan unsurlardan birisi de belediyelerin çevre sorunlarına yaklaşımlarıyla ilgilidir. Uzmanlara göre, bireyleri doğrudan etkileyen, ancak sürdürülebilir kalkınma yaklaşımı ile ilgili olmayan güncel sorunlar yerel yönetimlerin gündemini işgal ettiğinden yerel çevresel değerlerin korunmasına ilişkin kamuoyu oluşamamakta ve çevre konusu kendiliğinden ortaya çıkan anlayış biçimi olarak gelişmektedir. Uzmanlara göre, çevresel olgular kamuoyunun gündemine girmişse ve basının ilgisini çekmişse sivil toplum örgütlerinin öncülüğünde yapılan çalışmalara katılmaya siyasal istenç sahibi kendisini zorunlu görmektedir. Bu yaklaşımı bütüncül ve köktenci davranış olmaktan çok anlık, parçacıl ve populist bir davranış olarak yorumlayan bazı panel üyeleri yerel düzeyde siyasal istenç konusunda kesin  görüş belirtmek istememişlerdir.

 

Siyasal istenç bağlamında üzerinde durulan alt ölçütlerden bir başkası olan çevresel konularda bilgiye ulaşılabilirlik konusunda olumlu görüş belirten uzmanlar şu görüşleri ileri sürmüşlerdir.

 

Türkiye’de çevre konusunda bilgi isteyen herkes bilgi alabilir; ancak, toplumsal çevre bilinci yeterli ölçüde gelişmediğinden bilgi almak isteyenlerin ve bunun hak olduğunu bilenlerin sayısı oldukça azdır. Bu uzmanlara göre, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının bu hakka sahip olduğu bir gerçektir. Ancak, bu hakkın kolaylıkla ve etkin şekilde kullanılabildiği konusunda duraksamalar vardır.

 

Bazı uzmanlara göre, Anayasa’nın 56 ncı maddesi ile Çevre Kanunu ve bu Kanuna dayanılarak çıkartılmış olan yönetmelikler toplumun çevre ile ilgili konularda bilgi alma hakkını düzenlemektedir. Bu durumun en iyi örneği ise ÇEDY’ne göre yapılan “Halkın Bilgilendirilmesi Toplantıları”dır. Bu toplantılarda önerilen proje konusunda yerel halka bilgi verilmekte ve halkın istek ve görüşleri kaydedilmektedir. Bu durum Türkiye’de bilgi edinme hakkının ve çevresel bilgiye ulaşılabilirliğin önemli  kanıtı olarak görülmektedir.

 

Bazı panel üyeleri de yerel yönetimlerin ulusal yönetime göre daha küçük gruplara muhatap olduğunu ve bu nedenle bilgi alma isteklerini daha iyi izleyebilecek ve uygun bilgilendirme kanallarını oluşturabilecek olanaklara sahip olduklarını belirtmiştir. Bu üyeler atanmış ve seçilmiş yerel yöneticilerin tutumları arasındaki farkın çok önemli olduğunu söylemişlerdir. Bu üyelere göre, halkın bilinçlenmesi ve haklarından bilgili olmaları konusunda sivil toplum kuruluşları da çok önemli rol oynamaktadır.

 

Çevre konusunda kamu yönetimlerinin karar alma süreçlerine halkın katılımı konusundaki ölçüte olumlu ya da olumluya yakın görüş belirtenler çeşitli gerekçeler öne sürmüşlerdir. Bu gerekçelerin başında sivil toplum örgütleri kamunun planlama ve karar alma süreçlerine sağladıkları katılım gelmektedirler. Bu katkının önemli olduğunu belirten uzmanlar buna karşın katılımın etkililik düzeyi konusunda aynı kararlı tutumu gösterememektedirler.

 

Bu konuda öne sürülen bir başka görüş de ilgili kamu tüzel kişileri tarafından mevzuat hazırlama sürecinde ulusal yönetimin kararlarına görüş vermek yoluyla katılmaları ile ilgilidir. Buna ek olarak, özel ihtisas komisyonlarının çalışmalarında olduğu gibi, DPT’nin 5 yıllık kalkınma planlarını hazırlama süreci içinde gerçek kişi ve tüzel kuruluşların görüşlerini alması da başka katılım örneği olarak gösterilmiştir.

 

İleri sürülen bir başka katılım örneği de “Çevre Şuraları” olmuştur. Çevre ile ilgili sivil toplum kuruluşlarının, üniversitelerin ve diğer ilgililerin çevre politikalarının görüşülmesi amacıyla düzenlenen Çevre Şuraları’nda görüşlerini belirtebilmeleri bazı uzmanlarca olumlu katılım örneği olarak değerlendirilmiştir. 

 

Çevre Kanunu’nun 30 uncu maddesinde yer alan ve ilgililere çevre sorunlarının önlenmesini isteme hakkını tanıyarak çevresel konularda yargıya ulaşılabilirliğe anlamlı işlevsellik kazandıran kavramın siyasal istenç açısından katkılarını ölçmeyi amaçlayan düzenleme konusunda olumlu görüş belirten uzmanların açıklamaları aşağıda verilmiştir.

 

Bazı üyeler çok geniş alanda uygulanamasa da kriz durumuna dönüşmüş ve tepkisel noktalara ulaşmış çevre olaylarında yargı yoluyla sonuç almada bazı başarılı örnekler ortaya çıktığını belirtmişlerdir. Bu üyeler, bunalımlı durumlarda “iyi ki yargı var” denildiğini belirtmekte ve olayın olumlu yanına karşın, bazı kamu yöneticilerinin kendilerini yargı kararlarına uyma konusunda oldukça rahat görmelerinin bu konudaki olumlu havayı sınırlandırdığını söylemektedirler. Üyeler, bu konudaki görüşlerine Gökova, Yeniköy ve Yatağan termik elektrik üretim santrallarına ilişkin davaların sonuçlarına karşın santrallarda üretim etkinliklerinin durdurulmamasını buna karşılık davayı açan İzmir Barosu’nu cezalandırmak amacıyla İzmir’in elektriğinin kesilmesini ve Bergama-Ovacık ile ilgili kesin mahkeme kararına karşın altın çıkaran yabancı firmanın halen çalışmalarını sürdürmesini örnek olarak göstermektedirler. Bu üyeler, bütün bu olumsuzluklara karşın, Türkiye’de yargı yolunun çevresel sorunların önlenmesi açısından etkili olduğunu belirtmektedirler. Bazı üyeler de son zamanlarda artan çevre bilinci ile birlikte sözü edilen hukuksal olanağın yurttaşlarca daha çok kullanılmaya başlandığını ileri sürmüşlerdir.

 

Bazı panel üyeleri ise,  bir çok Avrupa ülkesinde, insan ve çevresi için  sorun teşkil edecek en ufak davranış için yargıya ulaşılabilirliği öngören yasal düzenlemeler yapılmış olduğunu belirterek Türkiye’de 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun bu amaçla hazırlandığını ve çevresel niteliklerin korunması ve  geliştirilmesi açısından önemli yasal dayanak oluşturduğunu belirtmişlerdir.

 

Bazı üyeler de bu yoldaki olumlu görüşlerine karşın uygulamada ortaya çıkan durumdan aynı ölçüde hoşnut olmadıklarını söylemektedirler. Bu üyeler yargılama sürecinin uzun sürdüğünü ve ispat yükümlülüğünün davayı açan tarafa ait olmasının yargıya başvurmak konusunda yurttaşları cesaretsizlendirdiğini söylemektedirler. 

 

Bazı uzmanlar da yargıya başvurma olanağının zaman zaman yararlı olduğunu ancak, zaman zaman da yatırımlar için engelleyici unsur olabildiğini belirtmektedir. Bu uzmanlar görüşlerini gerekçelendirmek üzere İzmit Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılan İzaydaş Katı Atık Yakma Tesisi’ni göstermektedirler. Bu üyeler, hukuksal olanaklara dayanılarak gösterilen toplumsal tepkilerin varlığına kesin gereksinim duyulan ikinci İzaydaş tesisinin yapılamaması ile sonuçlandığını söylemektedirler.

 

Bazı üyeler de Çevre Kanunu’nun 30 uncu maddesi ile verilmiş olan bu hakkın olumlu olduğunu ancak yurttaşlar tarafından yeterince bilinmediğini öne sürmüşlerdir. Bu üyeler çevre ile ilgili uzmanlık mahkemelerinin yokluğunun açılan davaların sonucunu olumsuz olarak etkilediğini düşünmektedir.

 

Çevre konusunda siyasal istenç konusu irdelenirken üzerinde durulan ölçütlerden biri de sürdürülebilir kalkınma ilkesinin mevzuat tarafından güvence altına alınıp alınmadığı olmuştur. Bu yolda koşullu da olsa olumlu görüş belirten uzmanların gerekçeleri aşağıda yer almaktadır.

 

Panel üyesi bazı uzmanlar “sürdürülebilir kalkınma ilkesi”nin Anayasa tarafından güvence altına alındığını ancak bu güvencenin uygulamada ne işe yaradığının anlaşılamadığını söylemektedirler. Daha önce de belirttiğim üzere, 1982 Anayasası sürdürülebilir kalkınma ilkesine yer vermemiştir. Esasen vermesi de beklenemezdi. Zira, eski Norveç Başbakanı Bayan Gro Harlem Brundtland’ın başkanlığını yaptığı komisyonun yayınladığı ve sürdürülebilir kalkınma kavramının irdelendiği temel bildirge olan “Ortak Geleceğimiz” 1986 yılında yayınlanmıştır.

 

Bazı uzmanlar da çevreye ilişkin mevzuatın Türkiye’de kapsamlı şekilde yeniden oluşturulmasına devam edilmekte olduğunu belirterek kalkınmanın sürdürülebilirliğini güvence altına alacak olan unsurun sürdürülebilir kalkınma ilkesinin mevzuatta yer alması olmadığını ve önemli olanın bu kavramın uygulamaya yansıtılabilme yeteneğinin geliştirilmesi olduğunu belirtmektedirler. Bu üyelere göre mevzuat yeterlidir ancak sorun uygulamadadır.

 

Bazı üyeler de “sürdürülebilir kalkınma” ilkesinin sadece “çevrenin koruması” ile ilgili boyutlarının Türkiye’de mevzuatla güvence altına alındığını ancak bu ilkenin ekonomik ve toplumsal boyutlarının mevzuatta yeterli güvence altında olmadığını ileri sürmüşlerdir.

 

Kavramın mevzuatla güvence altına alındığını belirten kimi panel üyeleri de sürdürülebilir kalkınma ilkesinin ilk kez üçüncü beş yıllık kalkınma planında belirgin amaç olarak ortaya konulduğunu ve ilkenin daha sonraki planlarda da sürdürüldüğünü belirtmişlerdir. Bu üyelere göre, DPT’nin hazırladığı kalkınma planlarında “sürdürülebilir kalkınma” ilkesi önemle vurgulanmakta ve Çevre ve Orman Bakanlığı’nın ana amaçlarından biri olduğu belirtilmektedir. Bu üyeler, diğer bakanlıkların da bu kavrama yabancı olmadıklarını ve kendi çalışma planlarında sürdürülebilir kalkınma kavramına yer verdiklerini söylemişlerdir. Kalkınma planlarında “sürdürülebilir kalkınma” ilkesine yer verildiğini belirten üyeler bununla birlikte kalkınma planlarındaki bazı kararların ve Özel İhtisas Komisyonu bildirgelerindeki bazı saptamaların raflarda kalmasının ülkemizde alışılmış konumuna geldiğini ileri sürmektedirler. Planlara ilgili benzer eleştiri de “UÇEP” ile ilgili olarak ileri sürülmektedir. UÇEP’in sürdürülebilir kalkınma ilkesi göz önüne alınarak hazırlandığını belirten uzmanlar ancak UÇEP’in nasıl ve ne şekilde uygulamaya konulacağının belirlenmemiş olmasının önemli eksiklik yarattığını söylemişlerdir. Bu üyeler, UÇEP’in, esas olarak, DPT tarafından hazırlandığını ancak hazırlayıcı kurum olan DPT ile uygulayıcı kurum olan Çevre ve Orman Bakanlığı arasında bu yolda etkili işbirliği ve eşgüdüm sağlanamadığına dikkat çekmekte ve bu nedenle de sürdürülebilir kalkınma ilkesinin UÇEP içinde yer almasının fazla anlam taşımadığını belirtmektedirler.

 

Türkiye’de çevre konusunda siyasal istenç olmadığını belirten uzmanlar da görüşlerini çeşitli gerekçelere dayandırmışlardır. Olumsuz görüş belirten uzmanlar Türkiye’de hükümetlerin çevre ile ilgili uygulamalarına bakıldığında siyasal istencin zayıf görüldüğünü söylemektedirler. Bu üyelere göre, çevre Türkiye’de hiç bir siyasal grup için öncelik alanı olmamıştır. Hükümetlerin bu yolda öne sürdüğü temel özür ise “ülkenin öteki öncelikleri” olmaktadır. Bu üyeler hem ulusal ve hem de yerel ölçekte henüz çevresel değerlerin korunması ve geliştirilmesine ilişkin siyasal istencin gelişmemiş olduğunu ileri sürmektedirler. Bunlara göre, Türkiye’de siyasal istenç çevre koruma öncelikli değil ekonomik kalkınma önceliklidir ve sürdürülebilir kalkınma ilkesi geri plana atılmıştır. Bu görüşte olan uzmanlar ülkemizde siyasal istencin ekonomik çıkar ve kaygılar yönünden öncelikli olduğunu söylemekte ve bu görüşlerini desteklemek üzere somut örnek olarak “2 b” statüsündeki orman alanlarının siyasal güç sahipleri tarafından satılmak istenmesini göstermektedirler. Bu üyelere göre, siyasal istence sahip olanlar Türkiye’de konunun önemini yeterince anlamış değildir. Nitekim, bu uzmanlara göre, Çevre ve Orman Bakanlığı da yetkisiz ve etkisiz bakanlıktır. Bu üyelerin ileri sürdükleri diğer örnek de Türkiye’de günümüze kadar çevre konusunda çeşitli yasal düzenlemeler yapılmış olmasına karşın bunların göstermelik etkinlikler olarak kalmasıdır. Öne sürülen bir başka somut örnek de ulusal ölçekte çevre sorunlarının çözümlenmesini güvence altına alacak akçalı destek, teknik araç ve insangücünün siyasal istenç tarafından ilgili kamu yönetimlerine sağlanamamış olmasıdır. Bazı uzmanlar da çevre için eğitimde, kamunun çevresel örgütlenmesinde ve çevre ile ilgili yasal düzenlemelerde belli yere gelinememiş olmasını siyasal istenç eksikliğinin göstergesi olduğunu belirtmektedirler. Aynı uzmanlar, yerel yönetimlerde de çevresel konularda planlama ve karar alma süreçlerinde ekonomik ve siyasal endişelerin etkili olduğunu ve gerçek ya da tüzel kişilerin bu süreçlere katılmalarının ve etken olmalarının engellendiğini söylemektedirler.

 

Türkiye’de çevre koruma etkinliklerinin uluslararası sözleşmeler ve yükümlülükler bağlamında yürütüldüğünü belirten bazı uzmanlar da gerçek anlamda çevre korumacılığına yönelik ulusal politika ve siyasal istenç oluşmadığını belirtmektedirler.

 

Olumsuz görüş belirten uzmanlar, ülkemizde siyasal partilerle siyaset adamlarının çevre konusunda yeterince duyarlı olmadıklarını söylemektedirler. Bu üyelere göre, siyasal istenç çevresel değerleri korumaktan çok ellerine geçirdikleri iktidarı kaybetmemek için oy kaygısını ön plana almaktadır. Bu üyelere göre, son 50 yılda orman alanlarının yok olmasına yol açan nedenlerin başında yapılan yasal düzenlemeler gelmektedir. Bu yasal düzenlemeleri yapanlar da siyaset adamları ve siyasal istenci temsil edenlerdir.

 

Bazı panel üyeleri ise ülkemizde çevre konusundaki siyasal istenç yokluğunu çevre olayının henüz tam ve doğru olarak anlaşılamamış olmasına bağlamaktadır. Bu üyelere göre, çevre olayı siyaset adamları tarafından sadece sivil toplum tepkisi ve sol eğilimli radikal siyasal hareket olarak görülmektedir. Yine, bu üyelere göre, yalnızca siyaset adamları değil kamu yöneticileri de bu kavramdan tamamen habersizdirler.

 

Sağlıklı ve dengeli çevre ideali, ulusal ekonominin yönetimi ve ekonomik gelişme açısından geriletici ve frenleyici araç olarak görülmektedir. Özellikle son yirmi yılda ülke yönetiminde söz sahibi olmuş hiç bir siyasal istenç çevresel değerlerin korunmasını öncelikli politika alanı olarak görmemiştir. Aksine olarak, büyüme ve enflasyon gibi ekonomik sorunlar yaşayan ülkemizde çevre konusu daha çok  “lüks” ya da ekonomik gelişme yolunda “ayakbağı” olarak görülmüştür. Politikacıların yanında kimi sanayiciler de çevre olaylarını kendilerini ilgilendirmeyen cezalandırma aracı gibi görmektedir. Onlara göre, çevre sorunları ile uğraşmak  “lüks” ya da “ayakbağı” olmak niteliğindedir. Büyük akçalı güçlerin kullanılmasını gerektiren yatırımlar çevre gibi engellerle karşılaşmamalıdır. Bu durum özellikle Türkiye gibi ekonomik kalkınma ve işsizlik sorununu çözmek durumunda olan ülkeler açısından acil gereksinimdir. Bu savları öne sürenlerin sıklıkla yineledikleri başka sav da gelişmiş ülkelerin bugüne değin çevresel koşulları kötüye kullanarak zenginleştikleri ve şimdi doğal kaynakları kullanma sırasının azgelişmiş ülkelere geldiğidir. Ancak, azgelişmiş ülkelerin gelişmesini istemeyen gelişmiş ülkelerin çevre adı altında bu amaçlarına ulaşmak istedikleri ileri sürülmektedir. Bu sav ülkemizde gerek politikacılar ve gerekse endüstri temsilcileri arasında geniş yandaş topluluğu bulmaktadır.

 

Hatta kamuya ait endüstriyel tesislerin yöneticileri de bu sava katılabilmekte ve çevre olaylarını bu gözle görmektedirler. Kamu kurumları, özel kurumlara göre, çevre açısından daha da fazla zarar verici olabilmektedir. Kamu yöneticileri arasında “Devlet bize çalışma konumuzda ekonomik etkinliklerde bulunma görevi verdi; şimdi, ona engel olacak şeyler istenemez” görüşü egemendir. Örneğin DSİ, TCK, TEAŞ gibi kurumlar da (tıpkı özel kurumlar gibi ve hatta onlardan daha etkili olacak şekilde) denetim ve izin almaya ilişkin ödevlerini yerine getirmemektedir. Kamu kurumlarının tümü ÇED sürecini atlatabilmeyi başarı unsuru olarak kabul etmektedir. TEK’in mobil elektrik üretimi santrali kavramına kendince tanım getirip ÇED sürecini atlatması bunun en güzel kanıtıdır. Bu türden kavram kargaşalarını siyasal istenç sahipleri de fazlasıyla benimsemiş görünmektedir. Siyasal istenci temsil edenler “çevre” olayını “entellektüel fikir egzersizi” gibi gördüklerini açıkça belirtmektedirler. Çevre konularıyla uğraşının  “aydın oyalanması” olduğunu ve hatta ütopik olduğunu düşünmektedirler. Bu ve benzeri söylemlere dikkat çeken panel üyesi uzmanlar bu koşullar altındaki ülkede çevreyi koruma ve geliştirme bağlamında siyasal istencin varlığından söz edilemeyeceğini belirtmişlerdir.

 

Siyasal istenç konusunda olumsuz görüş belirten uzmanların bu konudaki kararlarına gerekçe yaptıkları görüşlerden bir başkası da çevre konusundaki toplumsal bilinç azlığıdır. Bu üyelere göre, halk çevre konusunda bilinçsizdir. Halkın çevre konusundaki bilinçsizliği siyasal istenç sahiplerini çevre konusunda istenç geliştirmekten uzaklaştırdığı gibi siyaset adamları da halkın çevre ile ilgili düşünce ve kaygılarını dikkate almadıklarından halkın çevre konusundaki bilinçlenme düzeyi yeterince gelişmemektedir.

 

Panelde yer alan uzmanların büyük bölümüne göre, yerel yönetimlerdeki çevre koruma amaçlı siyasal istenç ulusal siyasal istence göre daha da zayıftır. Kâğıt üzerinde bakıldığında yerel yönetimlerde çevre konusunda siyasal istenç var gibi gözükmesine karşın çevre koruma etkinliklerini yürütmek ve çevre altyapısını kurmakla görevli yerel yönetimlerde çevre koruma amacı diğer amaçlara göre daha az öncelikli niteliktedir. Oysa Türkiye’de yerel siyasal istenç sahiplerinin ulusal siyasal istenç sahiplerinden çevre konusunda farklı düşünmesi için bir neden yoktur. Yerel yönetimler halka daha yakın olmaları nedeniyle yerel toplumun çevre ile ilgili düşüncelerini daha yakından bilebilmek durumunda olmalıdır. Temiz su, kanalizasyon, temiz yakıt temini ve hava niteliklerinin korunması gibi altyapıya ilişkin sorunların çözümü bağlamında ilk başvuru yerinin yerel yönetimler olması ve altyapıya ilişkin proje sorumluluklarının da yerel yönetimlere ait olması bu kurumları çevre sorunlarına karşı daha ilgili kılmalıdır. Oysa büyükşehir belediyeleri dışındaki belediyelerde yerel çevresel değerlerin ve niteliklerin korunması ve geliştirilmesi konusunda planlı ve yeterli akçalı kaynak ayrılmış ve uygulama alanına konulmuş yerel çevre politikası yoktur. Akçalı yetersizlikler ekonomik sorunlar ve personel yetersizliği nedenleri de eklenebilir. Bu nedenlerden ötürü yerel yönetimler çevre alanında etkili siyasal istenç gösterememektedir.

 

Yerel siyasal istenç konusunda bazı panel üyelerinin görüşleri daha da olumsuzdur. Bu uzmanlar yerel yönetimlerin uygulamalarının genellikle çevresel değerlerin ve niteliklerin daha çok bozulması yönünde şekillendiğini söylemişlerdir. Bu üyeler, yerel yönetimlerde çevre mevzuatını uygulayacak teknik altyapı ve yönetsel kadronun mevcut olmadığını belirtmektedirler.

 

Uzmanların önemli bölümü ülkemizdeki yerel yönetimlerin çoğunda atık su arıtma, kanalizasyon dizgesi ve katı atık giderme ve değerlendirme tesislerinin yokluğuna dikkat çekmektedirler.

 

Yerel yönetimlerin çevre konusunda siyasal istenç gösterememelerinin başka nedeni olarak ulusal yönetimin yerel yönetimlerin çevre konusundaki isteklerine duyarsız kalması ve istekleri yanıtsız bırakması gösterilmektedir. Bu yolda görüş belirten panel üyelerine göre, yerel yönetimlerin isteklerinin yerine getirilebilmesi için gereken yasal yetki, akçalı kaynak ve insangücü desteğinin ulusal yönetim tarafından sağlanamaması yerel siyasal istencin oluşmasına engel olmaktadır. Bu gerçek, bazı üyeleri Türkiye’nin dev nitelikli özeksel yönetim yapısına sahip olduğunu vurgulamaya yöneltmiştir. Bu üyeler ülkenin özeksel yönetim yapısına dikkat çekerek çevre koruma alanında yerel yönetimlerden daha güçlü siyasal istenç beklenmemesi gerektiğine işaret etmişlerdir. Bu üyelere göre, Türkiye’de yerel yönetimler -genel eğilim olarak- özekde benimsenen politik tercihlerin uygulandığı alan olmak durumundadır. Bu nedenle, dönemin egemen ekonomik ve toplumsal politikaları dışında çevre hizmetlerinin niteliğini yükseltme ya da çevresel değerlerin korunmasına yönelik uygulamalar ancak birer ayrıklık olmak durumundadır. Bu üyelere göre,  bütün olarak bakıldığında yerel yönetimlerin çevre koruma alanında siyasal istenç sahibi olduğunu söylemek olanaklı değildir. Bu uzmanlar, son yirmi yılda ülkenin tek ve değişmez özeksel politik tercih olan neo-liberal piyasalaştırma, özelleştirme ve deregülasyon [7] politikalarının yerel yönetimlerde de egemen olduğunu ve kentsel rantı ön plana çıkaran bu politikalar yüzünden çevresel değerlerin sürekli olarak ikinci planda kaldığını ileri sürmüşlerdir. Bu üyeler Türkiye’de kamu yönetimlerinin karar alırken halka danışma alışkanlıklarının yeterince gelişmemiş olduğuna ve bu nedenle kararların çoğunlukla yerel halka ve ilgililere danışılmadan özeksel yetkililer tarafından alındığına inanmaktadırlar. Yerel ölçekte kamu yönetimlerinin kararlarına halk katılımı olgusunu irdeleyen üyeler de yöreden yöreye değişmekle birlikte yerel halk katılımın genelde fazla anlam taşımadığını söylemektedirler.

 

Panel üyeleri bazı kentlerde aydınların girişimiyle gerçekleşen gelişmeler dışında çevresel konuların yerel yönetimlerin gündemine giremediğine dikkat çekmektedirler. Bu üyelere göre, söz konusu bakış açısı yerel yönetimlerde çevre koruma amaçlı siyasal istencin ne denli zayıf olduğuna işaret etmektedir.

 

Yerel yönetimlerin imar planlarına ilişkin yaklaşımları yerel yönetimlerin çevre alanındaki olumsuz siyasal istençlerine başka örnek olarak gösterilmektedir. Panel üyesi uzmanların bir kesimi yerel yöneticilerin kent planlarında bozmayı ilk düşündükleri yerlerin yeşil alanlar olduğunun herkesçe bilindiğine işaret etmektedirler.

 

Yerel yönetimlerin çevresel kuralları çiğneyenlere yaptırım uygulamadaki isteksizlikleri yerel siyasal istencin olumsuzluğu konusunda ileri sürülen başka gerekçedir. Uzmanlar, yerel yönetimlerin çevreyi kirleten kuruluşların üzerine duyarlılıkla gittiğinin söylenemeyeceğini belirtmektedirler. Yerel çevre yönetiminin kuralların uygulanması anlamında işlevsiz ve etkisiz olduğunu belirten uzmanlar yerel yönetimlerde politik eğilimlerin, tercihlerin, kayırmaların ve nüfuzun ön plana çıktığını belirtmişlerdir.

 

Siyasal istenç konusunda göz önüne aldığım başka alt ölçüt olan çevre konusunda bilgiye ulaşılabilirlik konusunda da bazı uzmanlar olumsuz görüş bildirmişlerdir. Uzmanların önemli kesimi ülkemizde çevre konusunda yeterli bilgi birikimi olmadığını düşünmektedir. “Bilgi, ancak varsa alınır” diyen uzmanlar -Türkiye’de olduğu gibi- bilginin bulunmadığı veya güvenilir olmadığı yerlerde tam gizlilik ilkesinin topluma egemen olacağını ve ülkemizde çevre konusunda bu kuralın başarıyla uygulanmakta olduğunu belirtmişlerdir. Uzmanlar, halkın, kendi parasıyla satın alınan ölçüm cihazlarının verilerine bile ulaşamaz durumda olduğunu ve hatta üniversitelerde araştırma çalışmaları yapan akademisyenlerin bile bu bilgilere ulaşmasının kolay olmadığını ve hatta olanaksız olduğunu söylemektedirler.

 

Bilgi ile ilgili başka sorun alanı da bilginin niteliğine ilişkindir. Panel üyesi uzmanlar, ulaşılabilen bilgilerin de nitelik denetim sınavlarından geçemediklerini ileri sürmektedirler. Bu bulgu, kanıma göre, bilgiye ulaşılabilirliği ölçmekten daha da önemlidir. Zira doğru karar almanın ön koşulu dayanılan bilginin doğru olmasıdır. Yanlış bilgiye dayalı olarak doğru karar alabilmek olanağı yoktur. Çevresel bilginin azlığı yanında niteliğinin de güvenli olmaması çevresel konularda bilgiye ulaşılabilirliğin ülkemizde sınırlı olduğunu göstermektedir.

 

Çevresel konularda bilgiye ulaşılabilirliği sınırlı bulan uzmanlar bürokratik işlemlerin bilgi alma sürecini uzattığını ve sıkıntılı duruma getirdiğini söylemektedirler. Her ne kadar 2004 yılında yürürlüğe giren “Bilgi Edinme Kanunu” bilgiye ulaşma konusunda önemli açılımlar getirmekte ve bürokratik süreçleri disiplin altına almaktaysa da aradan geçen sürenin sınırlı olması bu alanda uygulamada ortaya çıkan sonuçların kesinleştirilmesine olanak vermemektedir.

 

Çevresel konularda bilgiye erişilebilirliği irdeleyen uzmanların belirttikleri görüşlerden biri de kamu yönetiminin saydamlığına ilişkindir. Çevre ile ilgili konularda merkezi yönetimin görüşlerini yazılı olarak almak daha da güçtür. Yönetimin saydam olmadığını belirten uzmanlar çevre mevzuatındaki gizliliğe ilişkin düzenlemelerden yakınmakta ve gizlilik davranışının “panik yaratmama” ve “devlete olan güvenin sarsılmaması” gibi endişelerden kaynaklandığını belirtmişlerdir. Uzmanlar bu konudaki yargılarına kısa süre önce ülkemizde yaşanan çaylardaki radyasyon tehlikesinin gizlenmesini ve gemi söküm tesisleri ile gündeme gelen asbest konusunda özeksel yönetimin halkı bilgilendirmemesini kanıt olarak göstermişlerdir.

 

Uzmanlar, çevre konusunda bilgilere ve çevre ile ilgili yayınlara ulaşmanın güç olduğu görüşündedir. Ulaşılan bilgiye bedel ödenmesi ve internet olanaklarının sınırlılığı da bilgiye ulaşmanın sınırlılığını gösteren öteki kanıtlar olarak ileri sürülmüştür. Kurulan ve çalışmakta olan “web” sitelerinde de çevresel riskler konusunda yeterli bilginin yer almadığı belirtilmiştir.

 

Uzmanlar çevre açısından kritik kabul edilen konularda gizliliğin egemen olduğunu ve hatta bazı bilgilerin de taraflı olduğunu belirtmişlerdir. Anayasa’nın 56 ncı maddesini içine alan bölümün başlığının temel hak ve özgürlüklerin konu edildiği “kişi hak ve özgürlükleri” değil daha çok devletin bireylere sağlamak zorunluluğunda olduğu hakları kapsayan “sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler” olduğuna işaret eden uzmanlar bu nedenle bilgi edinme hakkının Türkiye’de insan hakkı olarak kabul edilmiş sayılamayacağını söylemektedirler.

 

Panelde yer alan bazı uzmanlar yasalarda yer alan şekliyle hukuksal düzenlemelerin bireylerin bilgi alma haklarını kullanmalarını engellediği görüşündedirler. Uzmanlar, bu durumun yalnızca çevre alanında değil her alanda geçerli olduğuna inanmaktadırlar. Uzmanlara göre, bu sonuca yol açan asıl neden kamu görevlilerinin, ait oldukları toplumsal kültürün de etkisiyle, kendilerini bireylere bilgi verme sorumluluğunda görmemeleridir. Uzmanlara göre, kamu görevlileri kendilerinin vatandaş için esasen en iyisini bildiklerine inanırlar ve kendilerine açıkça bilgi verilmesi şeklinde emir verilmedikçe görev sınırlarını yorumlama zahmetine girmezler. Uzmanlar, çevre konusunda bilgiye ulaşamamada en büyük sıkıntının yasalardaki kısıtlamalardan çok kültürel ve özellikle de örgüt iklimine ilişkin olduğunu belirtmişlerdir. Açıklanan nedenlerle, ulusal ve yerel kamu yöneticileri çevreyle ilgili bilgileri toplumda aktarmada cimri davranmaktadır.  Kamu yöneticileri ellerinde yeterli bilginin var olmaması veya politik çekinceler nedeniyle ilgililere çevresel konularda bilgi vermekte yeterli olamamaktadırlar.

 

Bazı panel üyelerine göre, özeksel yönetimin özekteki ve taşradaki temsilcileri çoğunlukla çevre sorunları konusunda bilgisiz, ilgisiz ve duyarsızdır. Bu tarz bilgilerin kendilerinden talep edilmesini “fantazi” türde davranışlar olarak görmektedirler.

 

Türkiye’de hukuk devleti ilkesinin yeterince gelişmediğini belirten bazı uzmanlar Türkiye’de kamu yönetiminin hukuk ile ilişkisinin “Anayasa bir kez delinmekle bir şey olmaz” anlayışı çerçevesinde şekillenmiş olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu uzmanlara göre, içinde bulunulan koşullarda Anayasa’nın çevre hakkını insan hakkı olarak tanımış olmasının uygulamada anlamlı karşılığı yoktur. Uzmanlar bu görüşlerini desteklemek üzere Bergama altın madeni olgusunu kanıt olarak göstermişlerdir. Danıştay’ın Bergama İlçesi’nin Ovacık yöresindeki altın madeni işletmesinin izinlerini kesin olarak iptal etmiş olmasına karşın kamu yöneticilerinin bu kararın gereği olarak maden işletmesini kapatmak yerine her türlü hukuksuzluğa başvurarak madenin yıllardır eylemli olarak çalışmasını sağlamış olmaları uzmanların bu konudaki görüşlerini dayandırdıkları önemli toplumsal olgu olmuştur. Uzmanlar, bu “hukuk cinayeti”nin politik süreç içerisinde değişen siyasal iktidarların tümü tarafından sürdürüldüğüne işaret etmişlerdir.

 

Çevresel bilgiye ulaşılabilirlik konusunda yerel yönetimler hakkında olumsuz görüş sahibi olan panel üyesi uzmanlar yerel yönetimlerin ve yöneticilerin çevre konusunda yeterli bilgiye, altyapıya ve duyarlılığa sahip olmadıklarına inanmaktadırlar. Bu üyelere göre, yerel yönetimlerde profesyonel olarak çalışanlar konularında uzman değildir, konulara küresel bakış açısıyla yaklaşamamaktadırlar, verdikleri bilgiler sınırlıdır ve kararlar üst yöneticilerin güdümü altında alınmaktadır. Bu üyelere göre, yerel yönetimlerin pek çoğu “çevre hakkı”nın gereklerini yerine getirebilecek ve bu hakka dayanarak ortaya konan talepleri karşılayabilecek düzeyde siyasal ve kültürel bilinç, kadro, teknik donanım ve deneyim birikimine sahip değildir.

 

Çevre ve Orman Bakanlığı’nın bazı il müdürlüklerinin hazırladığı “İl Çevre Durum” bildirgelerine değinen üyeler ise bu çalışmanın genellikle özeksel yönetimin isteklerini yerine getirmeyi amaçladığını ancak yerel ilgililerin bu çalışmalardan yararlanmalarının olanaklı olmadığını belirtmişlerdir. Uzmanlar, ülkemizde “Çevre Durum Bildirgeleri”nin il müdürlüklerince yıllık olarak hazırlandığını, bildirgenin ülkedeki ve illerdeki çevre sorunlarını sorgulamaktan öte geçmediğini ve bu durumun önemli eksiklik olduğunu söylemektedirler. Çevre Bakanlığı’nın görevlerinden birinin çevre ile ilgili konularda belge hazırlama, yayın ve  tanıtma etkinliklerinde bulunmak olduğuna dikkat çeken uzmanlar bazı Çevre İl Müdürlükleri tarafından hazırlanan “Çevre Durum Bildirgeleri”nin bakanlık bünyesinde ulusal ölçekte bütünleştirilmemiş olmasını da önemli eksiklik olarak görmektedirler. Çevresel sorunlar açıklıkla bilinmeden sorunlara çözüm bulmanın olanaksız olduğunu belirten uzmanlar, ülke ölçeğinde güncel çevresel verilerin olmamasını, gerek yaptırım, gerek karar alma ve gerekse planlama alanlarında olumsuz yönde etki yarattığını söylemektedirler.

 

Türkiye’de ulusal çevre durum bildirgesinin yokluğunu dile getiren ve buna envanter eksikliğini de ekleyen uzmanlar yaygın bilgi ağı ile topluma ve yetkili kamu birimlerine yeterli bilgi sunulmamasının çok büyük eksiklik olduğuna dikkat çekmektedirler. Türkiye’nin AB ile çevresel bütünleşmesi açısından da yaşamsal önem taşıyan “Çevre Durum Bildirgeleri”nin aday ülke Türkiye tarafından hazırlanmamakta olması AB ile ilişkiler açısından ciddi kurumsal eksiklik olarak kabul edilmesi gerektiği uzmanlarca dile getirilmiştir. Bir başka uzman da, Akdeniz kıyılarındaki ve sulak alanlardaki büyük çaplı çevresel bozulmayı görenlerin bu tür bildirgelerin eksikliğinin yaratacağı sakıncaları da açıklıkla anlamaları ve görmeleri gerektiğini belirtmiştir. Uzmanlar, Türkiye’de bazı göstermelik ve bireysel konu dışında yerel yönetimlerin kendi üzerlerinde “Çevre Durum Bildirgeleri” hazırlamak ve topluma sunmak gibi bir baskı duymadıklarını belirtmektedirler. Uzmanlar bu alanda varlığı saptanan sorunun aslında bilgi edinmekle değil fakat yeterli düzeyde bilinçlenme ve anlamlı sorular sorabilme yeteneğiyle ilgili olduğuna dikkat çekmektedirler.

 

İl Mahalli Çevre Kurulu’na (İMÇK) değinen bazı panel üyeleri de bu kurula üye olarak katılanların dahi bu eylemlerini il yönetiminin istemine uymak ve destek vermek gibi algılamakta olduklarını bildirmişledir.

 

Yerel toplumun çevre konusundaki duyarlılığını irdeleyen bazı üyeler de özelde kentlerin önde gelenlerinin ve genelde vergi ödeyenlerin kendi yakın çevrelerinde gözlemledikleri bazı kötü fiziksel görüntüler dışında çevre sorunlarına ilgisiz kaldıklarını belirtmişlerdir. Bu üyelere göre, gerçek ya da tüzel kişiler çevre konusundaki haklarının neler olduğu hakkında yeterli bilgiye sahip değildirler ve bu alandaki haklarını korumak ve kullanmak isteyenler özeksel yönetimin gizlilik politikası nedeniyle planlama ve karar alma süreçlerinde yeterince etkinleşememektedir.

 

Halkın çevre konusundaki kararlara katılma yeteneği konusunda olumsuz görüş belirten panel üyesi uzmanlar katılma konusunda girişim gücünün özeksel yönetimin elinde olduğunu ve halkın ya da temsilcilerinin ancak kamu yönetimlerinin soru ve görüş sorması ve alınan yanıtları uygulamalarına yansıtması ölçüsünde karar alma sürecine katılabildiklerini söylemektedirler. Bu üyelere göre, halk katılımı Türkiye’de etkin değil edilgendir. Bu üyeler halk ya da temsilcilerinin toplantılara genelde gözlemci olarak çağrıldıklarını ve toplantılar genellikle Ankara’da yapıldığı için sınırlı sayıda kuruluşun bu toplantılara katılma olanağına sahip olabildiğini belirtmektedirler. Bu üyelere göre, toplantılarda kararlar çoğu kez önceden alınmakta ve daha sonra kamuoyunun bilgisine sunulmaktadır. Bu bağlamda, ulusal plan ve programlar hazırlanırken dahi halk tarafından belirtilen görüşlerin dikkate alınmadığı öne sürülmüştür. Türkiye’de gerçek ya da tüzel kişilerin çevresel konularda özeksel yönetimin planlama ve karar alma süreçlerine katılmadıklarını belirten üyeler bunun nedeninin katılım süreçlerinin yeterince açık olmaması olduğunu ileri sürmekte ve bu konuda Anayasa’da yer alan “dilekçe hakkı”nın kararlara katılma açısından yeterli olmadığını belirtmektedirler. Katılım konusunda Çevre ve Orman Bakanlığı’nın tutumuna dikkat çeken üyeler de bu bakanlığın hazırladığı kanun, tüzük ve yönetmelik taslakları ya da bunların değişiklikleri konusunda ilgili yanlardan görüş sorduğunu ancak bu görüşlere fazla itibar etmediğini söylemişlerdir.

 

Katılım konusunda hem olumsuz ve hem de olumlu görüş belirten uzmanların görüşlerini şu şekilde özetlemek olanaklıdır: Halkın çevre konusunda kamusal karar alma sürecine katılması konusunda yasal engel ya da sıkıntı yoktur. Özeksel yönetimin karar alma süreçlerini kalkınma planları, programları ve yasa taslaklarını hazırlama olarak ele aldığımızda geniş katılıma olanak veren dizgenin var olduğu görülmektedir. Kalkınma planları her beş yıllık dönemde yeniden hazırlanırken hemen her sektörde kurulan özel ihtisas komisyonları kamu, sivil toplum, özel sektör, üniversiteler ve hatta konu ile ilgili olduğunu belirten bireyleri de içine alan çalışma grupları aracılığıyla sorunları bütün boyutları ile tartışmakta ve öneriler geliştirmektedir. DPT, bu komisyonların bildirgelerinden de yararlanarak, politika ve programlarını oluşturmakta, öngörülen kurumsal düzenlemeler ve uygulamaya ilişkin değişiklikler de daha sonraki süreçte yasa tasarıları şekline dönüştürülmektedir. Kararların oluşumu sürecinde ve başlangıç aşamasında geniş katılım söz konusudur. Ayrıca, yasa tasarı veya taslaklarına ilişkin görüşler istendiğinde ilgili kurumlar görüşlerini sivil toplum ve akademisyenlerle görüşerek ilgililere iletmektediler. Ancak, ner var ki, bu yöntem işlevsel değildir. Sonuç itibarıyla hangi konuların gündeme gelmesi gerektiği hakkında kabaca katılımcılıktan söz edilebilir. Ancak, asıl önemli olan ayrıntıların belirlenmesinde katılımcılıktan söz edebilmek olanaklı değildir. Ayrıca, yasa taslaklarına görüş bildirme aşaması genellikle kısa süren ve kamuoyunun fazlaca bilgilendirilmediği bir süreçtir. Bilgi sahibi olmadan da katılımcılık olamaz. Özeksel yönetimin planları yeterli ölçüde saydam değildir ve toplumun katkısı bu planlara etken şekilde yansıtılmamaktadır. Bu üyeler, özellikle uluslararası alandaki ilişkiler ve üstlenilen sorumluluklar ve çeşitli projeler yoluyla kurulan kent meclisleri, HABITAT çalışmaları, çocuk ve kadın meclisleri gibi oluşumların yerel toplumun yerel yönetimlerle ilişki ve diyalog kurmasını kolaylaştırmakla birlikte, çevre konularında çıkar gruplarının daha baskın çıktığını, çevreyi gözeten grupların ise yeterli ve doğru bilgiye sahip olamadıkları için sürecin içinde bulunan ancak alınan son kararlarda kısıtlı etkiye sahip olan taraf olarak kaldıklarını belirtmişlerdir.

 

Bazı üyeler de soruna il özel idareleri açısından bakmakta, çeşitli illerin “İl Genel Meclisleri”nde kurulan “çevre komisyonları” gibi örneklere değinmekte ve bu komisyonların etkili  şekilde çalıştırılmasının sağlanamadığına işaret etmektedirler.

 

Bazı panel üyeleri, yerel yönetimlerce yapılan kent planlarında ve düzenlenen ihalelerde yeterli saydamlığın oluşmadığına dikkat çekmişlerdir.

 

1993 yılında Rio de Janeiro’da yapılan “Dünya Çevre ve Kalkınma Konferansı”ndan sonra yerel katılım açısından adından sıkça söz edilen ve bu açıdan oldukça iddialı girişim olan “Yerel Gündem 21” çalışmasını başlatan kimi yerel yönetimlerde sürecin bir şekilde uygulanıyor görülmekle birlikte istenen düzeyde sonuç alınamadığı uzmanlar tarafından dile getirilmiştir.

 

Bazı üyeler ise katılım konusundaki olumsuz görüşlerini ÇED sürecini örnek göstererek desteklemek istemişlerdir. Özeksel yönetimin ÇED sürecinde halkın bilgilendirilmesi olgusunu bile henüz yeterince özümseyemediğini söyleyen bu üyelere göre katılım kavramı Türk kamu yönetimi iklimine uygun düşen kavram değildir. Bu yolda görüş belirten bir üye şunları söylemektedir: “TMMOB Çevre Mühendisleri Odası, Anayasa’nın 135 inci maddesinde tanımlanan 66 ve 85 sayılı KHK ve 7303 sayılı yasa ile 6235 sayılı Yasa’ya göre kurulmuş kamu kuruluşu niteliğinde meslek kuruluşudur. Bu özelliği ile çevre ile ilgili tüm yasal düzenlemelerin tarafı olması gerekirken, özellikle son dönemde, katılım süreçlerinin dışında tutulmakta ve bütün düzenlemeleri dışarıdan izlemek ve sürece zorla girmek olmak zorunda akılmaktadır.”

 

Siyasal istenç konusunda üzerinde önemle durduğum başka alt ölçüt de çevresel konularda yargıya ulaşılabilirlik olmuştur. Türkiye’de yargıya ulaşılabilirlik konusunda olumsuz görüş belirten panel üyesi uzmanlar bu görüşlerini aşağıdaki gerekçelere dayandırmışlardır. Bazı üyelere göre, polisiye önlemlerle çevre korunamaz ve yargı yolu da bu tür polisiye önlemler arasındadır. Bu üyeler yargılama sürecinin çok uzun olmasının Çevre Kanunu’nun 30 uncu maddesi ile getirilen olanağın önemini azalttığını vurgulamışlardır. Ülkemizde son derece ağır işleyen yargı sürecinin yurttaşlarımızın bu hakkı kullanmalarında caydırıcı etkiye sahip olduğunu söyleyen üyeler Çevre Kanunu’nun vatandaşlara vermiş olduğu hakkın vatandaşlar tarafından yeterince bilinmediğine işaret etmişlerdir. Bu üyeler, ülkemizde çevresel bilinç düzeyinin yetersiz olduğunu ve toplumun genel olarak kirlilik içinde yaşamasına karşın tepki vermediğini ve itiraz etmediğini belirterek halkın yeterince örgütlenememesinin bu sonuca yol açan temel etmen olduğunu belirtmişlerdir. Çevre Kanunu’nun söz konusu maddesinin yurttaşlara verdiği hakkın kullanımı genele yayılmış olmadığından çevresel niteliklerin korunması ve geliştirilmesi açısından etkili olamadığı konusunda uzmanlar görüş birliği içine girmişlerdir. Uzmanlara göre, Türkiye’de yurttaş olma bilinci düzeyi yeterli olmadığı için 2872 sayılı Çevre Yasası’nın 30 uncu maddesine dayanarak dava açma hakkı yeterli düzeyde kullanılamamaktadır.

 

Kimi panel üyelerine göre, toplumsal sorumluluk Türkiye’de yeterince gelişmemiştir; vatandaşlar çevre sorunundan kısa erimde ve doğrudan etkilenmiyorsa bunu dert etmemektedir ve gelecekte ortaya çıkabilecek çevre sorunlarına karşı ise “Yarına Allah kerim” yaklaşımını uygulamaktadırlar. Bu üyeler, ancak, yasaların öncülük rolünün önemine inandıklarını ve bu alandaki genel eğitim düzeyinin artmasıyla birlikte yargı yolunun etkinlik kazanacağını söylemektedirler.

 

Bazı panel üyelerine göre, bu konuda sonuçsuz kalınmasının nedeni kamu yöneticileridir ve kamu yönetimlerinin oyalayıcı taktikleri nedeniyle hukuksal alanda kazanılan edinimler uygulamada sonuç vermemektedir. Bu üyeler bu konuda Çevre Bakanlığı aleyhine açılan davanın kazanılması sonucu iptal edilen yönetmelik hükmünün Bakanlık tarafından başka yönetmeliğin içerisinde yeniden yürürlüğe konulmasını örneğini vermektedirler.

 

Türkiye’de sürdürülebilir kalkınma ilkesine inanılmadığını belirten bazı panel üyesi uzmanlar bu kavramın Türkiye’nin de taraf olduğu çevre koruma alanında yürürlüğe konulmuş uluslararası metinler nedeniyle Türk çevre kamuoyunun gündeminde yer aldığını ancak Türk çevre mevzuatı genel olarak ele alındığında ekonomik gelişme endişesinin daha öncelikli olduğunun görüldüğünü belirtmişlerdir. Bu üyelere göre, “Sürdürülebilir Kalkınma Kavramı” Türkiye’de tam olarak tanımlanmamış ve anlaşılamamıştır. Sürdürülebilir kalkınma ilkesine Anayasa’da yer verilmemiş olması bu üyeler tarafından kavramın Türkiye’de benimsenmemiş olmasına yol açan temel etmen olarak görülmektedir. Bu görüş sahiplerine göre, Çevre Kanunu’nda kirlilik boyutuna önem verilerek çevre koruma boyutunun ihmal edilmiş olması sürdürülebilir kalkınma ilkesi ile ters düşmektedir. Türkiye’deki çevre politikalarının başlangıçta yalnızca ortaya çıkan kirlilikleri giderme amacına dayandığını belirten uzmanlar daha sonraki yıllarda önleyici politikaların ve son dönemde de sürdürülebilir kalkınma anlayışının ön plana çıkmaya başladığını ileri sürmektedirler. Türkiye’de çevreye ilişkin temel mevzuatın çok dağınık olduğunu belirten uzmanlar bu dağınıklığın dahi tek başına sürdürülebilir kalkınma kavramının henüz ilgililerce tam olarak benimsenmediğini gösterdiğini söylemektedirler. Uzmanlara göre, söz konusu ilke kalkınma planlarında ve yıllık uygulama programlarında dahi henüz anlamlı bütünlüğe kavuşamamıştır. Panel üyesi uzmanlara göre, “Sürdürülebilir Kalkınma” ilkesi ithal kavramdır, uygulamaya indirilememiştir, yönetilenlerce anlaşılamamıştır ve bu alanda yapılan düzenlemeler soyut kalmıştır.

 

Panel üyesi uzmanlara göre, Türkiye’de temel çevre mevzuatı (Anayasa, Çevre Kanunu, su ve hava niteliklerinin yönetimi yönetmelikleri ve diğerleri) sürdürülebilirlik kavramını içermemektedir. Bu tür hukuk belgelerinde daha sonra yapılan değişiklikler sırasında dahi bu temel ilke gündeme getirilememiştir. Yasal düzenlemelerin yeterli ve birbirleri ile uyumlu olmadığını belirten uzmanlar “Sürdürülebilir Kalkınma” ilkesinin mevzuatta güvence altına alınamadığını belirtmektedirler. 4737 sayılı ve 2002 tarihli “Endüstri Bölgeleri Kanunu”nun bu sonucu destekleyen en önemli kanıt olduğunu belirten uzmanlar “yüzer-gezer elektrik santralleri”nin de mevzuatın yetersiz olduğunu gösteren güçlü kanıt olduğunu söylemişlerdir.

 

Uzmanlar, Türkiye’yi yönetmiş ve yönetmekte olanların “sürdürülebilir kalkınma” gibi kaygısı olmadığını belirtmektedir. Beş Yıllık Kalkınma Planları’nın hazırlıklarına ilişkin çalışma bildirgelerinde sürdürülebilirlik ve kalkınma sözcüklerinin kullanılmakta olduğuna değinen uzmanlar plan metninde ve yıllık programlarda da benzer anlatımlarla karşılaşılabilindiğini ancak bu söylemlerin uygulanabilir nitelikte olmadıklarını ve uygulamada bu yargının doğrulandığını ileri sürmektedirler. Uzmanlar, sürdürülebilir kalkınma ile ilgili ulusal bildirgelerin ve özellikle Çevre Bakanlığı’nın “web” sitesinde de yer alan bildirgelerin birer “temenni” bildirgesi olduğunu ve Türkiye’ye bildirge nasıl yazılır konusunda çalışanlara eğitim vermekten başka amacı olmadığını söylemektedirler. Uzmanlar, bunun da ötesine geçerek, değişikliğe konu olan çevre yönetmeliklerinin “sürdürülebilir kalkınma ilkesi”ne aykırı olarak düzenlenmekte olduğunu ileri sürmektedirler. Bu bağlamda verilen örnek 6 Haziran 2002’de ÇED Yönetmeliği’nde yapılan değişikliktir. Uzmanlar, bu koşullar altında sürdürülebilir kalkınma ilkesine UÇEP’te yer verilmiş olmasının fazla anlam taşımayacağını düşünmektedirler.

 

Uzmanlar, Türkiye’de sürdürülebilir kalkınmadan daha öncelikli olguların var olduğuna inanıldığını, ekonominin gelişmesi ve güçlenmesine ilişkin kararların daha öncelikli olarak kabul edildiğini ve sonuç olarak çevre konusunun daha gerilerde kaldığını belirtmektedirler.

 

UÇEP’in yabancı uzmanlar tarafından hazırlandığına işaret eden panel üyeleri kalkınma planlarında “sürdürülebilir” kalkınma kavramının “sürekli” kalkınma olarak algılandığını ileri sürmektedirler. Uzmanlar, bu konudaki görüşleri için enerji öncelikli yatırımlarda çevre etmeninin çözümlemelerin dışında bırakılmasını kanıt olarak göstermişlerdir.

 

Çevre konusunda izlenecek stratejilerin, yapılacak yeni planların ya da plan değişikliklerinin ilgililerin katılımıyla daha sağlıklı şekilde gerçekleştirilmesi gerektiğini belirten panel üyeleri bunun ancak mevcut durum hakkında topluma yeterli bilgi verilmesiyle sağlanabileceğini ve bu şekilde davranmanın özeksel yönetimin topluma bilgi verme yükümlülüğünü yerine getirmiş olacağı anlamına geleceğini bildirmişlerdir. Uzmanlar, UÇEP’in hiç bir zaman uygulanma şansına kavuşamadığını belirtmişler ve -bundan daha önemli olarak- UÇEP’in beş yıllık kalkınma planının bütünleyici bir parçası da olmadığını ileri sürmüşlerdir.

 

2.1.3 Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme: Siyasal İstenç

 

Türkiye’de ulusal siyasal istenç konusunda uluslararası uzmanlar net bir görüş ortaya koyamamışlardır. Buna karşılık ulusal uzmanların görüşü açık ve nettir. Ulusal uzmanlar arasında yalnızca valiler (tümü değil) öteki grupların aksine olarak ülkede çevrenin korunması konusunda siyasal istenç bulunduğuna inanmaktadır. Bu konudaki en olumsuz görüş sahipleri ise sivil toplum temsilcileri alt grubu olmuştur. Yerel yönetimlerdeki siyasal istenç konusunda ise yalnızca belediye başkanları ile kaymakamların diğer ulusal ve uluslararası uzmanlara göre daha olumlu bir çizgiye sahip oldukları görülmektedir.

 

Çevre hakkının ulusal düzeyde uygulanması konusunda yalnızca uluslarası uzmanlar ile valiler arasında görüş birlikteliğine varılamamıştır. Diğer gruplar Türkiye’de çevre hakkının gerçekleşme biçimini olumsuz olarak yorumlamaktadırlar. Çevre hakkının yerel düzeyde gerçekleşmesi konusunda uluslararası uzmanlar göreli olarak olumlu görüş belirtirken diğer gruplar olumsuzluk konusunda görüş birliği içinde görülmektedir. Çevre Kanunu’nun 30 uncu maddesinin getirdiği çevre sorunları ile ilgili olarak yargıya başvurma hakkının kullanılması konusunda yalnızca uluslararası uzmanlar ile akademisyenler arasında göreli olarak olumlu görüş egemen olmuştur. Olumlu görüş daha çok kurmay nitelikli iş ve hizmet üreten alt grupta görülmektedir. Diğer gruplar yargıya ulaşma konusunda olumsuz görüş belirtmişlerdir. 1982 Anayasası’nın, Türkiye’deki temel çevre mevzuatının, ulusal kalkınma planları ile yıllık yatırım programlarının ve UÇEP’in sürdürülebilir kalkınma ilkesini güvence altına alma potansiyeli konusunda en olumsuz görüşlerin akademisyenler tarafından sergilendiği görülmüştür. Anayasa ve temel çevre mevzuatının sürdürülebilir kalkınmayı güvence altına almış olması konusunda en fazla sayıda olumlu görüş çevre yöneticileri alt grubunda görülmüştür.  Kalkınma planları ile yıllık uygulama programlarının sürdürülebilir kalkınma ilkesini etkili olarak düzenlemiş olmaları konusunda ise en olumsuz görüş kurmay nitelikli hizmet üretenler alt grubundan gelmiştir. Kurmay hizmet üretenlerden oluşan alt grup UÇEP konusunda da olumsuzluk belirten tek grup olmuştur. Diğer alt grupların UÇEP’e bakışı göreli olarak olumludur. Çevre Durumu Bildirgesi konusunda ise tüm gruplar olumsuz ve hatta çok olumsuz görüş belirtmişlerdir.

 

2.2 ÇEVRESEL AMAÇ VE HEDEFLER

2.2.1 Kuramsal Açıklama

Amaç ve hedef kavramları sıklıkla aynı anlamda kullanılmaktadır. Ancak, üzerinde duracağımız konunun açıklanması bakımından söz konusu iki kavramın anlamlarının ayrıştırılması gerekmektedir. “Amaç” kavramı varılmak istenen ideal ve genellikle soyut sonucu anlatır. Buna karşılık, “hedef” kavramı ulaşılmak istenen ölçülebilir ve somut sonuçlardır.

Çevre yönetimi ister ulusal ve isterse yerel düzeyde olsun yukarıda belirtilen tanımlara uygun şekilde amaç ve hedeflerini açıklık ve kesinlikle ortaya koymalıdır. Bu çerçevede çevre yönetimlerinin amaçlarının şunlardan ibaret olduğu söylenebilir: risk değerlendirme ve yönetme, ekolojik ve çevresel dizgelerin taşıma kapasitelerinin yönetimi ve geliştirilmesi ve yaşam niteliklerinin iyileştirilmesi.

Çevresel ve gelişmeye ilişkin kararların alındıkları her düzeyde bütünleştirilmesi, çevre kirliliklerinin ve sorunlarının önlenmesi, kıt kaynakların ve kaybolmakta olan türlerin korunması, çevresel etki değerlendirmesi dizgesinin kurumsal yapısının geliştirilmesi, çevresel veri bankaları ve envanterler oluşturulması ve kurumsal odak noktaların saptanması ve geliştirilmesi pek çok ülkede çevre yönetimlerinin başat amaçları olarak kabul edilmiştir. Ancak, çevresel hedeflerin belirlenmesi çevresel amaçların saptanmasından daha çok öneme sahiptir. Etkili çevre yönetimi alıcı ortamları sürekli olarak ölçerek izlemeli, mevcut durumu saptamalı ve gelecekte ulaşılmak istenen çevre niteliğini sayısal ve ölçülebilir değerlerle ortaya koymalıdır. Bu değerler alıcı ortam ölçünleri şeklinde olabileceği gibi çevre master planları içinde ya da yöreye özgü optimizasyon planları içinde de yer alabilir.

Yukarıda belirtilen kavramlar açısından Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar irdelendiğinde çevresel amaçların çeşitli yasalarda ve yönetmeliklerde belirtilmiş olduğu görülmektedir. Buna ek olarak, alıcı ortam, boşaltma ve salım ölçünlerinin de geliştirilmiş ve uygulama alanına konulmuş olduğu görülmektedir. Ancak bu alanda iki temel boşluğun bulunduğu anlaşılmaktadır: çevre ölçünlerinin uygulanması ya da ölçünlere uyum düzeyinin denetimi konusunda yaşanan yetersizlikler ve alan bazında optimizasyon projelerinin yokluğu. Bu bağlamda Türk çevre yönetiminin temel başarısızlığı çevresel kural, norm ve ölçünlerin uygulanması ve sorumluların bunlara uyum yeteneklerinin denetlenmesi konularında yaşanmakta olan yetkinlik düzeyi eksikliği belirtisinin (sendromunun) yol açtığı sorunlarla ilgilidir. Çevresel normların yürütülmesi sırasında yaşanmakta olan gelişigüzellik, yetersizlik, verimsizlik ve etkili çevresel denetim dizgesinin hem ulusal ve hem de yerel düzeyde yokluğu çevre suçlularına içinde serbestçe ve bağnazca hareket edebilecekleri geniş alan bırakmaktadır. Konuyu daha da içinden çıkılmaz kılan olgu ise belirli alanda kirlilik düzeyinin istenen düzeye indirilmesini amaçlayan optimizasyon projelerinin henüz geliştirilememiş ve uygulama alanına konulamamış olmasıdır.

 

2.2.2 Araştırma Sonuçları

Yapılan bu açıklamalara dayanarak panel üyelerine çeşitli sorular yöneltilmiştir. Sorular ve alınan yanıtların dağılımına ilişkin bilgiler aşağıda verilmiştir.

 

ÇİZELGE 2

ÇEVRESEL AMAÇ VE HEDEFLER

ALT ÖLÇÜTLER

O

SS

OYDAŞMA

1.              “Amaç” kavramı ideal olarak ulaşılmak istenen son noktalar/durumlar ve “Hedef” kavramı ulaşılmak istenen ölçülebilir,  sayısallaştırılabilir ve somut son noktalar/durumlar olarak tanımlanırsa, Türkiye’de ulusal çevre yönetiminin amaç ve hedeflerinin belirlenmiş olduğu ifade edilebilir.

3.61

 

0.96

OLUMSUZ

2.              “Amaç” kavramı ideal olarak ulaşılmak istenen son noktalar/durumlar ve “Hedef” kavramı ulaşılmak istenen ölçülebilir,  sayısallaştırılabilir ve somut son noktalar/durumlar olarak tanımlanırsa, Türkiye’de yerel yönetimlerin çevre yönetimlerinin amaç ve hedeflerinin belirlenmiş olduğu ifade edilebilir.

4.00

 

0.54

OLUMSUZ

ORTALAMA

3.81

0.75

OLUMSUZ

 

Çizelge 2’de verilen sonuçlar çevresel amaç ve hedeflerin ülkemizde gerek ulusal ve gerekse yerel ölçekte yeterli düzeyde saptanmamış olduğunu açıklıkla ortaya koymaktadır. Yapılan çözümlemeler uluslararası uzmanlar ile endüstriyi temsil eden panel üyelerinin bu konuda ikiye ayrıldıklarını ancak buna karşılık öteki üyelerin bu konuda tam oydaşlık içinde olduklarını göstermektedir. Ulusal çevre yönetimi ile karşılaştırıldığında yerel düzeydeki çevre örgütlerinin bu alanda daha çok başarısız oldukları anlaşılmaktadır. Bu nedenlerle, ülkede hem ulusal ve hem de yerel düzeyde çevresel amaç ve hedeflerin açık ve kapsamlı şekilde saptanmadığı, yasalaştırılmadığı ve uygulanmadığını söylemek yanlış olmayacaktır. Çevresel amaçların ilgili mevzuatta sayılmış olması ise genelde rafta kalmaları nedeniyle anlam taşımamaktadır.

Daha önce de belirtildiği gibi, birinci turda panel üyeleri yanıt seçenekleri üzerinde karar verirken aynı zamanda bu kararlarının gerekçelerini de açıklamışlardır. Çevresel amaç ve hedeflerle ilgili olarak olumlu görüş belirten üyeler şu gerekçeleri kararlarına esas olarak göstermişlerdir: Amaç ve hedefler hem ulusal mevzuat ile ve hem de çevre konusunda taraf olunan uluslararası sözleşmelerle belirlenmiştir.  Çevre Kanunu’nda ve bu Kanun’a dayanılarak hazırlanan çevre yönetmeliklerinde ve diğer bazı bakanlıkların görev alanlarını belirleyen mevzuatta çevrenin korunması ve çevresel kirlenmelerin önlenmesi ulusal bir “amaç” olarak ortaya konmuştur. Bu mevzuatta “ölçülebilir hedef”lere de yer verilmiştir. Bu üyelere göre, hava, su ve toprak niteliklerinin korunması konusundaki hedefler mevzuatta açık olarak belirlenmiştir. Olumlu görüş belirten üyeler yetkili ve sorumlu kamu yöneticilerinden bu hedeflere uymalarının istendiğini belirtmişler ve hem uygulama koşullarının ve hem de elde edilen sonuçların çevre üst yönetimi tarafından izlendiğini bildirmişlerdir.

Amaç ve hedeflerin yeterliliği konusunda olumsuz görüş belirtenler ise görüşlerini aşağıda sıralanan gerekçelerle desteklemişlerdir: Türkiye’nin çevre master planının olmadığına dikkat çeken bazı üyeler ulusal amaç ve hedeflerin belirlenmemiş sayılamayacağını ileri sürmüşlerdir. Bazı üyeler de amaçların göreli olarak belirlenmiş olduğunu ancak hedeflerin açık ve kesin olmadığını belirtmişlerdir. Bu üyeler yapılmakta olan yönetmelik değişikliklerinin ve yeni yönetmelik çalışmalarının çevrsel hedeflerde açıklık sağlamak amacını taşıdığını ancak bu çalışmalardan her zaman olumlu sonuç alınamadığını ileri sürmektedirler. Bu üyeler ÇEDY’de yapılan değişikliği örnek olarak vermektedirler. Bu üyelere göre, ÇEDY’de bürokratik süreçlerin azaltılması amacıyla yapılan değerlendirme süresinin kısaltılması, ilgili kurum görüşlerinin artık alınmaması ve merkeze bağımlı hareket etme gibi değişiklikler ÇED sürecine ilişkin değerlendirmelerin yüzeysel kalmasına neden olmuştur. Bir başka grup üye de UÇEP’te dahi hedeflerin açıklıkla belirlenmemiş olduğunu ileri sürmüştür. Bu üyelere göre, kurumların çevre ile ilgili görev alanlarındaki amaç ve hedefler belirli bir bütünlük gösterecek şekilde saptanmamıştır.   Üyeler, AB uyum süreci nedeniyle hazırlanan Ulusal Program’da da aynı eksikliklerin var olduğunu ve bu eksikliklerin Ulusal Plan’ın değiştirilmesi yoluyla giderilmeye çalışıldığını belirtmişlerdir.

Bazı üyeler ise amaç ve hedefler var olduğunu ancak bunları geliştirecek politikaların belirlenmemiş olduğunu söylemişleridir. Bu uzmanlar, bazı durumlarda belirlenmiş olan amaç ve hedeflerin özellikle zaman boyutu göz önüne alındığında aşırı iyimserlik taşıdığının gözlemlendiğini söylemişlerdir. Bu üyeler, Türkiye’de hedefe ilişkin tanımlamaların kâğıt üzerinde kaldığına ve varsayımlara dayalı olduğuna inanmaktadır. Hedeflerin belirlenme biçimini eleştiren üyeler hedeflerin en üst düzeyde karar verme orununda bulunanların kişisel görüş ve isteklerine göre belirlenme alışkanlığının var olduğunu ve hedefin elde edilmesi için gerekli girdilerin ve kaynakların yeterlilik durumu dikkate alınmadan hedefler saptandığını söylemektedirler.

Uzmanlar konunun yerel yönetimler açısından daha da olumsuz görünüm içinde bulunduğuna inanmaktadırlar. Bu üyeler, çeşitli yasal düzenlemelerle hedefler belirlenmiş olsa bile teknik donanım, altyapı, nitelikli personel ve akçalı kaynak yetersizliği yanında ve yerel yönetimlerin içinde bulunduğu ekonomik bunalım nedenleriyle yerel yönetimlerin çevresel hedef belirlemede yetersiz kaldıklarını belirtmektedirler. Üyelerin bir kesimi bu bağlamda büyükşehir belediyesi ve normal belediye ayrımı yaparak büyükşehir belediyeleri dışındaki belediyelerde çevresel hedef belirleme anlamında çalışma yapılmadığını söylemektedirler. Üyeler, yerel yönetimlerin uzun vadeli dizge oluşturmalarının kolay olmadığını ve yerel yöneticilerin bakış açılarındaki farklılaşma ve seçim dönemlerini esas alan çalışma alışkanlıklarının bu alandaki yetersizliğin temel nedenleri olduğunu belirtmişlerdir.

 

 

2.2.3 Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme:  Çevresel Amaç ve Hedefler

Ulusal düzeyde çevre yönetiminin amaç ve hedeflerinin belirlenmiş olduğu konusunda uluslararası uzmanlar, valiler, belediye başkanları ve özel sektör temsilcileri dağınık görüşler ortaya koyarken akademisyenler, kaymakamlar ve sivil toplum örgütleri olumsuzluk konusunda kesin bir oydaşlık içinde bulunmaktadırlar. Ulusal çevre yönetiminin elde etmeyi arzuladığı amaç ve hedefleri etkili bir şekilde belirlemiş olması konusunda yalnızca özel sektör temsilcileri kararsızdır. Diğer alt grupların bu konudaki kanısı olumsuzdur.

Yerel düzeyde çevre yönetiminin amaç ve hedefleri konusunda tüm gruplar olumsuz düşünmektedir. Yalnızca vali ve belediye başkanları bu konuda göreli olarak daha kararsız bir tutum içine girmişler; buna karşılık, diğer gruplar olumsuzluk seçeneğinde kesin bir oydaşlık ortaya koymuşlardır.

2.3 ÇEVRE YÖNETİMİ STRATEJİLERİ

2.3.1 Kuramsal Açıklama

Dünyanın çevre yönetimi gelişmiş ülkelerinde yapılan çözümlemeler bugüne değin geliştirilmiş olan çevresel yönetim stratejilerinin üç ana gruba ayrılabileceğini göstermektedir: “emret-denetle stratejisi” [8], “gönüllü uyum stratejisi” [9] ve “ekonomik ve akçalı araçlar stratejisi” [10]. Bu üç yönetim stratejisi birbirlerini dışlayan değil birbirleriyle uyum içinde, aynı zamanda ve birlikte uygulanabilecek çevre yönetimi stratejileridir. Çevre yönetiminde optimum sonuçların elde edilmesi söz konusu üç stratejinin etkili bileşiminin elde edilmesine ve uygulama alanına konmasına bağlıdır.

Söz konusu üç stratejiden birincisi olan “emret-denetle stratejisi” çevresel kural, norm ve ölçünlerin etkili şekilde geliştirilmesi, yasalaştırılması ve uygulanması ilkelerine dayalıdır. Bu amaçla, kamusal çevre yönetim örgütleri kurulmalı ve yükümlülerin kurallara uymalarını güvence altına alan çevre denetimi dizgeleri oluşturulmalıdır. Bu bağlamda, Türkiye’deki koşullara bakıldığında söz konusu stratejinin etkili ve yeterli şekilde uygulanmakta olduğunu söylemek olanağı yoktur. Bu duruma yol açan temel neden ise gerek ulusal ve gerekse yerel düzeyde etkin kurumsal yapıların ve etkili çalışma süreçlerinin henüz oluşturulamamış olmasıdır.

İkinci yönetim stratejisi olan “gönüllü uyum stratejisi” ise İngiliz standardı BS 7750, Uluslararası Ölçünler Örgütü’nün geliştirdiği “Uluslararası Çevre Yönetimi Stratejisi - ISO 14000 serisi ölçünler” [11], AB’nin uygulama alanına koyduğu “Ekolojik ve Çevresel Yönetim Programı” (Ecologic and Environmental Management Scheme) ve Ekolojik ve Çevresel Yönetim Yönetmeliği (Ecological and Environmental Management Regulation), kısaca EMAS-EMAR ve ABD’de uygulanan “Başkan’ın MükemmelÖnderlik” (President’s XL – Excellent Leadership) programlarında olduğu üzere çevre denetimi dizgesine ek olarak çevre yükümlülerinin çevresel norm, kural ve ölçünlere gönüllü olarak uymalarını özendirecek dizgelerin oluşturulmasını ve uygulama alanına konulmasını öngörmektedir. Bu tür uygulamalar kamunun çevre koruma amaçlı çalışmalarında önemli maliyet azalmasına yol açmakta ve kirleticilerle kamu yöneticileri arasında sürtüşme olasılığını azaltmaktadır.

Türkiye bu bağlamda ISO 14000 serisi ölçünlerini -14001 başta olmak üzere- “TSE-ISO”  serisi olarak uygulama alanına koymuş bulunmaktadır. Ancak, bu dizgenin etkili şekilde uygulanabilmesi için ön koşul olan çevre denetçiliği (environmental auditing) dizgesiyle ilgili altyapı ve uzmanlık bilgisinin yetersizliğine ek olarak “Türk Akreditasyon Kurumu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun” (4457–1999) ile getirilen belgeleme ve onama süreçlerinin tam olarak kurulamamış olması nedenleriyle dizge kendisinden beklenmesi gereken sonuçları üretememektedir.

Çevre ve Orman Bakanlığı’nın bu bağlamda her hangi bir yetki ve sorumluluğu bulunmaz iken, TSE uzmanlık alanına girmediği halde özel sektör kuruluşlarına ücretli çevre denetçiliği hizmetleri üretmeye soyunmuş ve bu amaçla ciddi sayıda eleman istihdam etmiştir. Konu üzerinde yapılan incelemeler bu bağlamda yapılan çevre denetçiliği çalışmalarının yüzeysel olduğunu ve belgenin isteyen hemen her kuruma verildiğini göstermektedir.

Üçüncü strateji olan “ekonomik ve akçalı çevre yönetimi araçları” ya da “piyasa türü çevre yönetim araçları” stratejisi ise özellikle endüstriyel etkinlikler ya da kıt kaynakların kullanımı sonucunda ortaya çıkan olumsuz dışsal ekonomik etkilerin (negative externalities) firma maliyetleri ile firmanın kar ve zarar hesapları içinde muhasebeleştirilmesi ve bu yolla da kirlilik üretenlerin ekonomik kararları üzerinde vergi, harç ve özendirme gibi çeşitli ekonomik yaptırımlarla çevresel duyarlılığı güvence altına alan düzeltici etkiler yaratılması amaçlanır. Kısaca değerlendirmek gerekirse, ülkemizde bu amaca yönelik tam, geçerli ve kabul edilebilir nitelikli çevre yönetim araçlarının mevcut olmadığı bilinmektedir.

Doğal olarak etkili çevre yönetimi dizgesinin kurumsallaşabilmesi için bu yönetim stratejilerinin çeşitli alt stratejilerle desteklenmesi gerekmektedir.  Bunlar arasında her çevre sorunu için mevcut çevre niteliklerinin belirlenmesi, noktasal, çizgisel ve alansal kaynaklardan yapılan atma, salma ve boşaltmaların denetlenmesi, toplumsal, ekonomik ve altyapısal gelişmelerin çevresel etkilerinin değerlendirilmesi ve doğal olarak kirlenmelerin arıtılması ve giderilmesi gibi stratejiler yer almaktadır.

Yukarıda yapılan açıklamalar dikkate alındığında ülkemizde çevre yönetim stratejilerinin gelişmişlik düzeyinin sınırlı kaldığı söylenebilir. Bu sonucun doğruluğunu gösteren temel gösterge her yıl azalma yerine artmakta olan kirlilik yüküdür.

Bu strateji ileride ayrı ve bağımsız bir bölüm olarak daha ayrıntılı olarak incelenecektir.

2.3.2 Araştırma Sonuçları

Çevresel yönetim stratejileri bağlamında ve yukarıda açıklanan tüm çevresel yönetim stratejilerini kapsamak üzere panel üyesi çevre uzmanlarına çeşitli sorular yöneltilmiştir. Sorulan sorular ve alınan yanıtların dağılımı istatistiksel çözümleme sonuçlarıyla birlikte aşağıda Çizelge 3’de verilmiştir.

 

 

 

ÇİZELGE 3

ÇEVRE YÖNETİMİ STRATEJİLERİ

ALT ÖLÇÜTLER

O

SS

OYDAŞMA

1.    Çevre yönetimi stratejilerinin önde gelenlerinden olan “emret-denetle stratejisi”, Türkiye’de merkezi yönetimin merkezdeki yetkilileri ve taşradaki temsilcileri tarafından “çevresel kural ve normların yürütülmesi” ve “çevre yükümlülerinin bu bağlamda izlenmesi ve denetlenmesi” işlevlerini de içerecek şekilde ve etkili bir biçimde düzenlenmiş ve uygulama alanına konulmuştur.

3.89

 

0.63

OLUMSUZ

2.    Çevre yönetimi stratejilerinin önde gelenlerinden olan “emret-denetle stratejisi”, Türkiye’de yerel yönetimler tarafından “çevresel kural ve normların yürütülmesi” ve “çevre yükümlülerinin bu bağlamda izlenmesi ve denetlenmesi” işlevlerini de içerecek şekilde ve etkili bir biçimde düzenlenmiş ve uygulama alanına konulmuştur.

4.07

 

0.60

OLUMSUZ

3.     Bir başka çevre yönetimi stratejisi olan “çevre yükümlülerinin mevzuatla düzenlenmiş çevresel yükümlülüklere gönüllü katılımı/uyumu stratejisi”, Türkiye’de, (“British Standart 7750”, TSE-ISO 14001 Uluslararası  Çevre Yönetimi Standartı, Avrupa Birliği’nin Çevresel Yönetim ve Denetleme Yönetmeliği (Eco-Management and Auditing Regulation) ya da  ABD’de uygulanmakta olan “Başkan’ın Muhteşem Liderlik Programı (President’s “XL” - Excellent Leadership Program) örneklerinde öngörülen düzenlemelere uygun  şekilde düzenlenmiş ve uygulama alanına konulmuştur.

4.29

 

0.85

OLUMSUZ

4.    “TSE-ISO 14001 Uluslararası Çevre Yönetimi Standartı” Türkiye’de kendisinden beklenen yararları sağlayabilecek şekilde düzenlenmiştir ve uygulanmaktadır.

3.46

 

0.88

YOK

5.    Çevre vergileri, çevre harçları, çevresel teşvikler, çevre koruma amaçlı yatırımlarda vergi indirimleri/kolaylıkları/geri ödemeleri ve çevresel risk ve kazalara karşı çevre sigortası oluşturulması gibi ekonomik ve akçalı önlemlerden oluşan “akçalı ve ekonomik çevre yönetimi araçlarını geliştirme stratejisi” Türkiye’de uygun bir şekilde düzenlenmiş ve uygulama alanına konulmuştur.

4.36

 

0.56

OLUMSUZ

6.    Çevre Bakanlığı, ya da daha geniş kapsamıyla merkezi Türk Çevre Örgütü 1980’li yıllardan bu yana yaptığı çalışmalarda yukarıda belirtilen çevre yönetimi stratejilerinin geliştirilmesinde ve uygulanmasında başarılı olmuştur.

3.43

 

1.00

YOK

7.    Yeni oluşturulan “Orman ve Çevre Bakanlığı” modeli yukarıda sayılan çevre yönetimi stratejilerinin geliştirilmesi ve uygulanmasında daha yüksek  başarı elde edecektir.

3.50

 

1.07

YOK

8.    Türkiye’de yerel yönetimler yukarıda açıklanan çevre yönetimi stratejilerinin yerel ölçekte geliştirilmesinde ve uygulama alanına konulmasında başarılı olmuşlardır.

4.18

 

0.55

OLUMSUZ

ORTALAMA

3.90

0.77

OLUMSUZ

 

Çizelgede verilen sonuçlar, yukarıda yapılan açıklamaları ve varılan yargıları doğrulamaktadır. Çevre yönetim stratejileri bağlamında irdelenen 8 alt ölçütden 3’ü üzerinde (TSE ISO 14001 ölçünü, Çevre Bakanlığı’nın yönetim stratejilerini geliştirmede başarısı ve yeni kurulan Çevre ve Orman Bakanlığı’nın bu konuda gelecekteki başarı şansı) oydaşma sağlanamamıştır. Hiç bir alt ölçüt üzerinde olumlu oydaşlık sağlanamamıştır. Geri kalan şu beş ölçüt üzerinde ise olumsuz oydaşlık elde edilmiştir: emret-denetle stratejisinin özeksel yönetim tarafından başarıyla uygulanması, emret-denetle stratejisinin yerel yönetimler tarafından başarıyla uygulanması, gönüllü uyum stratejisinin uygulanmasında elde edilen başarı,  piyasa türü yönetim araçlarının geliştirilmesinde elde edilen başarı ve yerel yönetimlerin çevre stratejilerini geliştirmede elde ettiği başarı. Sonuç olarak, panel üyeleri, çevre yönetimi stratejilerinin Türkiye’de yeterli ölçüde gelişmemiş olduğu konusunda oydaşlık içine girmişlerdir. Bu oydaşlık her üç yönetim stratejisi için olduğu kadar hem ulusal ve hem de yerel çevre örgütlerini kapsamaktadır. Daha önceki bileşenlerde olduğu üzere, çevre yönetim stratejileri konusunda da yerel yönetimlerin başarım düzeyi ulusal yönetime göre daha sorunlu  konum içinde bulunmaktadır.

Üzerinde oydaşlık elde edilmesine karşın bazı üyeler Türkiye’deki çevre yönetim stratejilerinin kimi olumlu yönlerinin bulunduğunu belirterek bu konular üzerinde yorumda bulunmuşlardır. Söz konusu olumlu yorumlar aşağıda özetlenmiştir:

Çevre ve Orman Bakanlığı gerçekleştirdiği yasal düzenlemelerle çevre yönetimi stratejilerini kesinleştirmiştir. Bu stratejiler il müdürlükleri tarafından etkin şekilde uygulanmakta ve uygulamadan olumlu sonuçlar alınmaktadır. Bu görüşü belirten üyelerden daha farklı düşünen bazı üyeler de stratejilerin özeksel yönetim tarafından yasal düzenlemelerle belirlenmiş olduğunu ancak uygulamada kimi sorunlar yaşandığını belirtmişlerdir.

Bu bağlamda, Türkiye’de bir süre önce yürürlüğe konulmuş olan “Çevresel Denetim Yönetmeliği” bazı uzmanlarca emret-denetle stratejisinin uygulanmakta olduğunu gösteren kanıt olarak gösterilmiştir.

Türkiye’de yapılan uygulamalar çerçevesinde, kuralları önceden konmuş ve denetleme koşulları önceden belirlenmiş mevcut çevre koruma dizgesini “emret-denetle stratejisi” şeklinde tanımlayan bazı panel üyesi uzmanlar mevcut stratejinin çevrenin tüm gereklerini yeterince karşılamasa bile gereksinimi büyük çapta kapsayan yasal ve yönetsel düzenlemelerin yapılmış ve uygulama alanına konulmuş olduğunu belirtmişlerdir.

Gönüllü katılım stratejilerine değinen bazı üyeler de bu stratejinin Türkiye’de geliştirilmesi yolunda bazı adımlar atıldığını ve AB üyesi olmayı amaçlayan Türkiye’nin Avrupa ve diğer dünya ülkelerinde uygulanmakta olan ISO 14000 Uluslararası Çevre Yönetimi Ölçünü’nü uygulama alanına koyarak önemli aşama elde ettiğini belirtmektedir. Bu uzmanlar, ISO 14001 yönteminin en azından bu belgeye gereksinim duyan ihracatçı kurumlar için oldukça iyi çalıştığını ileri sürmüşlerdir. Uzmanlar özellikle ihracata yönelik üretim yapan firmalar için ISO 14001 belgesi belirleyici öneme sahip olduğundan dizgenin etkin şekilde kullanıldığını belirtmişlerdir. Olumlu görüş belirten panel üyesi uzmanlar, TSE-ISO 14001 “Uluslararası Çevre Yönetimi Standardı”nın ilgili çevre mevzuatı uyarınca ve çevre kirliliğini önleme ve çevre niteliklerini koruma konularında araştırma konularının değerlendirme şablonu ile birlikte beklenen yararları sağlayabilecek şekilde düzenlendiği görüşündedir. Uzmanlar, bu belgeyi almış olan işletmelerin çevre konusunda oluşabilecek olası tüm kirlilik boyutlarını belirleyerek kısa ve uzun erimde ortaya çıkabilecek olumsuz etkilere karşı ilgili çevre mevzuatı uyarınca gerekli önlemleri aldıklarını ve iç denetimlerini yaptıklarını belirtmişlerdir. Bu görüşü belirten uzmanlar özeksel yönetimin yeterli ilgi göstermemesi nedeniyle sertifika sahibi uygulayıcı kurumların bu olanaktan yeterince yararlanamadıkları ve yapılan uygulamaların yetersiz kaldığı uyarısında bulunmuşlardır. Uzmanlar dizge üzerinde gerekli denetlemeler yapıldığı takdirde çok daha iyi sonuçlar alınacağına inanmaktadırlar. Bu görüşte olan uzmanlar “TSE-ISO 14001” yaklaşımının daha da gelişmesi için Türkiye’de büyük olanaklar olduğunu belirtmişlerdir.

TSE-ISO 14001 ölçününün zorunlu olmadığına ve kuruluşlarca gönüllülük ilkesine dayalı olarak uygulanmakta olduğuna dikkat çeken bazı panel üyeleri ise dizgenin yeterli olmadığını ve yetersizliğin temel nedenlerinin ilgili kamu yönetimlerinde egemen olan bürokratik yoğunluk ve kırtasiyecilik anlayışı olduğunu bildirmişlerdir.

Gönüllü katılım stratejisi içinde çevre danışmanlığı hizmetlerinin önemini vurgulayan bazı uzmanlar sürecin önemli unsurları olan inceleme (auditing), irdeleme (verification) ve belgeleme (certification) aşamalarına dikkat çekerek TSE’nin belgeleme çalışmalarının bazı alanlarda uygulanmakta olduğunu ancak bunun sınırlı kaldığını belirtmişlerdir. Bu uzmanlar, sınırlı uygulamaya örnek olarak TSE-ISO 14001 belgelemesinin özellikle madencilik konusunda hiç uygulanma şansı bulamadığına işaret etmişlerdir.

Bazı üyeler, ülkede çevre yönetimi stratejilerinin olumlu şekilde uygulanmakta olduğunu göstermek için yeni kurulan Çevre ve Orman Bakanlığı modelini kanıt olarak ileri sürmüşlerdir.  Daha güçlü örgütlenme ve kurumlararası işbirliği ile ortak çevre politikalarının belirlenmesinin ve belirlenen stratejilerin uygulanması için gerekli altyapının oluşturulmasının kritik öneme sahip olduğunu belirten bu uzmanlar yeni bakanlığa ayrılan bütçenin daha büyük olabileceğini ve birbirinden bağımsız, ayrı amaç ve hedeflere yönelik çalışmaların ortak özekten yürütülmesinin eşgüdümün sağlıklılığı, bürokratik formalitelerin yinelenmemesi ve kısa zamanda sonuca ulaşmak adına ulusal ve yerel çevre örgütlerinin başarım düzeyini olumlu yönde etkileyebilecek etmenler olduğunu bildirmişlerdir.

Bazı panel üyesi uzmanlar da, yeni kurulan Çevre ve Orman Bakanlığı modelinin gelecekteki başarı şansının yüksek olmasının hükümetin çevre yönetimi stratejilerinde başarılı olmayı öngören kararlılığına bağlı olduğunu vurgulamışlardır. Bu stratejiler geliştirilmediği takdirde yeni modelin başarılı olma şansı olmadığını bildiren bu uzmanlar şimdiden bu modelin değiştirileceği ve yeni modelin “Çevre Bakanlığı” ve “Bayındırlık Bakanlığı” birleşmesi şeklinde olacağını ileri sürmektedirler.

Çevre yönetim stratejilerinin yetersizliği konusunda belirtilen olumsuz görüşler olumlu görüşlerden çok daha fazladır. Bu görüşler aşağıda belirtilmiştir.

Çevre stratejileri konusunda belirtilen en olumsuz görüş Türkiye’de çevre yönetim dizgesinin henüz kurulmuş olmadığıdır. Panel üyesi çevre uzmanları yapılan düzenlemelerin var olduğunu ancak bunların tüm ülke çapında tam, sağlıklı ve aynı zamanda tektip olarak uygulanmadığına ve ülkemizde etkili denetim dizgesi oluşturulamadığına inanmaktadırlar.

Çevre ve Orman Bakanlığı’nın taşradaki örgütlenme yetersziliklerine değinen panel üyesi uzmanlar il düzeyinde örgütlenmenin henüz tamamlandığına ve ilçe düzeyinde örgütlenmenin ise hiç olmadığına dikkat çekmişlerdir. Örgütlenmenin yetersizliği yanında personel ve teknik donanım eksiklikleri olduğunu vurgulayan uzmanlar bu nedenlerle büyük iller dışında “emret-denetle” stratejisinin tam olarak uygulanamadığını belirtmişlerdir.

Uzmanlar gerek kural koyma ve gerekse denetleme konusunda yetki ve sorumlulukların açık şekilde belirlenmediğini ve toplumun bu konularda bilgilendirilmediğini söylemişlerdir. Ayrıca, cezaların caydırıcı olmadığını belirten uzmanlar bu ortamda emret-denetle stratejisinin etkili olarak uygulanamayacağını ileri sürmüşlerdir.

“Emret-denetle stratejisi”nin, aslında, Türk kamu yönetiminin temel çalışma biçemi olduğunu belirten uzmanlar çevre sorunlarının özgün yasalara kavuştuğu 1980’lerden daha önceki dönemde çevre konusunda projelerin denetlenmesi sürecinde uygulanan çok başlılık nedeniyle emret-denetle dizgesinin tam olarak uygulanamadığını söylemektedirler. Bu uzmanlara göre,  örneğin, atık su toplama ve arıtma projelerinin 1980 öncesi dönemde il sağlık müdürlükleri veya İller Bankası tarafından denetlendiğini ancak bunun emret-denetle stratejisine aykırı olduğunu söylemektedirler. Bu stratejinin kötüye kullanıldığını belirten üyeler daha sonraki yıllarda sivil toplum örgütlerinin (örneğin, mühendis odalarının) proje denetimi için devreye girmesinin amacın gerçekleşmesine sınırlı ölçüde katkıda bulunduğunu ancak bu durumun dahi hukuksal olanakların ve yetkilerin kötüye kullanılması olgusunu ortadan kaldıramadığını söylemektedirler. Bu ve benzeri yetersizlikler nedeniyle bozuk, çalışmaz ve pahalı nitelikte çok sayıda atık su arıtma tesisinin ortaya çıktığına değinen üyeler projeleri denetleyenlerin aynı zamanda işletmeden de sorumlu kişiler veya orunlar olmaları nedeniyle kusur ve hataların görmezden gelindiğini ileri sürmüşlerdir. Uzmanlara göre, çevre denetimleri devlet kurumları için gelir elde etme aracı gibi algılanmaya başlanmıştır.

Uzmanlara göre, yerel yönetimler ve özellikle büyükşehir belediyeleri teknik donanım, altyapı, personel ve kaynak yetersizlikleri nedenleriyle “emret-denetle stratejisi”ni etkili olarak uygulayamamaktadırlar. Panel üyesi uzmanlar, yerel yönetimlerin karar alma süreçlerinin etkisiz olduğunu belirtmişler ve çevre koruma amaçlı yerel yönetim uygulamalarının da bu gerçeğin ayrıklığı olmadığını söylemişlerdir.

Yine uzmanlara göre, emret-denetle stratejisi kimi yerde ekonomik ya da siyasal güç adına yerel baskı unsuru olarak kullanılabilmektedir.

İkinci çevresel yönetim stratejisi olan gönüllü katılım stratejisinin ülkemizdeki uygulanma koşullarına ilişkin olarak olumsuz değerlendirmede bulunan panel üyesi uzmanlar Türkiye’de gönüllü katılım stratejisinin olmadığını ve TSE-ISO 14001 türü uygulamaların ise yaygınlık kazanmadığını belirtmektedirler. Uzmanlar, gönüllü katılım çerçevesinde firmalara bazı belgeler verildiğini, firmaların dış satım olanaklarını artırmak gibi ekonomik çıkarları nedeniyle bu belgeleri aldıklarını ancak verilen nitelik belgeleri ile ilgili olarak yeterli denetim süreçlerinin oluşturulamadığını bildirmişlerdir.

TSE-ISO 14001 belgesine ilişkin bürokratik işlemlerin yüzeysel olarak yapıldığını belirten bazı uzmanlar bu konuda verilen eğitimlerin gelişigüzel olduğunu ve ilgili kurumlarca bir tür para kazanma ve gelir elde etme aracı olarak algılandıklarını ve uygulandıklarını söylemişlerdir. TSE-ISO 14001 ölçününün Türkiye’deki uygulamasının çok sınırlı kaldığını söyleyen uzmanlar bu alandaki uygulamaları firmaların tamamen gönüllülük esasına göre yürüttüklerini ve pek çok firmanın ürününü dış pazarlara satabilmek için bu belgeyi edinmek istediğine işaret etmişlerdir. Uzmanlar, dış satım için gerekli değil ise firmaların bu uygulamayı dikkate almadıklarını ve çok belge sahibi firma için de belgenin bir anlamda zorunlu bürokratik formalitenin yerine getirilmesi olarak görüldüğünü ileri sürmektedirler.

Uzmanlar, özel sektör kuruluşlarından pek çoğu (özellikle ihracata yönelik veya yabancı teknoloji uygulayan kuruluşların dışında kalanlar) ve kamu ekonomik işletmeleri için gönüllü katılım stratejisinin uygulanabilir strateji olmadığını söylemişlerdir. Bu kurumların “gönüllülük ilkesini” “entellektüel ama lüzumsuz” iş saydıklarını ileri süren uzmanlar bu tür kurumların dış ülkelerle ilişkileri gelişmediği sürece böyle düşünmeye devam edeceğine inanmaktadırlar.

Gönüllü katılım stratejisinin ülkemizde henüz çok dar kapsamda uygulama şansı bulduğuna işaret eden üyeler gönüllü katılım stratejisinin ancak saydamlık, güven, çevresel ekonomik geri dönüşümler, yatırım teşvikleri, kredi yardımları, ölçünlendirme ve çevresel eğitim gibi altyapı unsurlarının gerçekleşmiş olması durumunda uygulanabilirlik ve yaygınlık kazanabileceğini söylemişlerdir. Uzmanlar, ülkemizde ancak uluslararası pazarda söz sahibi olabilmiş ve ekonomisi güçlü işletmelerin devamlılık ve kalkınma adına bu strateji doğrultusunda hareket ettiklerinin görülebildiğini belirtmektedirler.

Olumsuz görüş belirten bazı üyeler de, gönüllü katılım uygulamalarının kamu yönetimleri tarafından özendirilmediği gerçeğine işaret etmişlerdir. TSE-ISO 14001 sürecinin ülkemizde uygulanmasında yönetsel çok başlılığın egemen olduğunu belirten panel üyesi uzmanlar Çevre ve Orman Bakanlığı ile TSE arasında eşgüdüm ve işbirliği sorunları yaşandığını ve Çevre ve Orman Bakanlığı’nın kendisini yakından ilgilendirmesine karşın bu süreçten dışlandığını bildirmişlerdir.

Bazı uzmanlar ise kamuda görevli birçok yetkilinin gönüllü katılım gibi çevre yönetimi stratejisinin varlığından bile haberleri olmadığını ileri sürmüşlerdir.

Ekonomik ve akçalı çevre yönetim araçları stratejisinin etkili çevre yönetimi dizgesinin bütünleyici alt dizgesi olarak tasarlanabileceğini söyleyen panel üyesi uzmanlar Türkiye’de bu bağlamda yapılan çalışmaların harç ve vergi yöntemleriyle üretilen kamu hizmetinin ‘ticari’leştirilmesinden başka ussalık unsuru taşımadığını belirtmişlerdir. Uzmanlar, ucuz enerji ve Çevre Temizlik Vergisi gibi ekonomik ve akçalı çevre yönetim araçlarının ülkemizde kesimsel, çok sınırlı ve etkisiz olarak uygulandığını bildirmektedirler.

Ülkemizde, Çevre Temizlik Vergisi’nin bir süre için toplandığını belirten uzmanlar bu vergiden elde edilen gelirin çevre koruma amaçlı hizmetlere ayrıldığını gösteren her hangi  bir bilginin gerek özeksel ve gerekse yerel yönetimlerden alınamadığını bildirmişlerdir. Arıtma tesislerindeki enerji giderlerinin indirimli tarife üzerinden ödenmesine ilişkin uygulamanın 2003 yılından itibaren kaldırıldığına dikkat çeken uzmanlar bu durumun ekonomik ve akçalı çevre yönetim araçları stratejisinin ülkemizde uygulanmadığını gösteren iyi örnek olduğuna inanmaktadırlar.

Bazı panel üyesi uzmanlar da ekonomik ve akçalı çevre yönetim araçları stratejisinin yalnız Türk çevre mevzuatında değil aynı zamanda Avrupa ülkelerinin çevre mevzuatında da yeterince düzenlenmemiş olduğuna işaret etmişlerdir. Bu üyelere göre, ekonomik ve akçalı çevre yönetim araçları stratejisi konusunda temel bir eksiklik söz konusudur: Türkiye’de yasa yapmada sorun yoktur; ancak yerel yönetimler düzeyinde daha belirgin olmak üzere, yasa ile düzenlenmiş alanlarda yasaya uygun uygulama da yoktur.

Ülkemizdeki vergi dizgesinin bütünüyle yanlış olduğunu ileri süren bazı üyeler aynı yanlışlığın yeşil vergiler konusunda da yaşandığını vurgulamışlardır. Yeşil vergilerin ülkemizde öteki özendirme dizgeleri gibi politik amaçlarla kullanıldığına işaret eden uzmanlar yeşil vergilerin bilimsel ilkelerle düzenlenmedikleri takdirde yarar yerine zarar vereceklerini ve nitekim ülkemizde de bu yolda sonuçlar elde edildiğini bildirmişlerdir. Uzmanlara göre, ülkemizdeki çevre sorunlarının gerçek anlamda çözümü piyasa türü yönetim araçlarının geliştirilmesinde yatmaktadır. Uzmanlar, alınan çevre vergilerinin amacına uygun olarak kullanılmadığını belirtmekte ve öteki özendirme önlemlerinde ise hiç ilerleme kaydedilmediğini söylemektedirler.

Türkiye’de gizli ya da açık pek çok yeşil vergi olduğunu söyleyen bazı uzmanlar ise bu vergilerden elde edilen gelirlerin tümünün genel bütçeye aktarıldığını, çevresel harcamalar için kullanılmadığını ve ilgisiz pek çok başka alanda kullanıldıklarını ileri sürmektedirler. Uzmanlar, Türkiye’deki uygulama şekliyle yeşil vergilerin bir tür ceza yaptırımı olduğunu ve özendirici ya da caydırıcı yanı olmadığını belirtmektedirler.

Panel üyesi uzmanlar tarafından ileri sürülen olumsuzluk gerekçelerinden bir başkası Çevre Bakanlığı’nın günümüze değin elde ettiği başarım düzeyi ile ilgilidir. Üzerinde oydaşlık sağlanamamış olsa bile, uzmanların önemli bir kesimi, Çevre Bakanlığı’nın Türkiye’de çevre yönetim stratejilerinin doğru ve etkili olarak kurulmasında başarısız olduğuna inanmaktadır. Bu inanç sahipleri söz konusu yetersizlikte sorumluluk payının Türk çevre örgütünün gelişmiş ülkelere göre geç kurulmuş olmasına ve sık sık değişen hukuksal konumu itibarıyla kalıcı yapılanmayı gerçekleştirememesine ait olduğunu belirtmişlerdir. Bu uzmanlara göre, çevre yönetim stratejilerinin Türkiye’de doğru ve etkili olarak kurulmasında Çevre Bakanlığı başarılı olamamıştır. Örneğin, bütünleştirilmiş su kaynakları yönetimi hem niteliksel ve hem de niceliksel açılardan diğer ülkelere göre çok zayıftır. Bu zayıflığın en önde gelen nedenlerinden biri de DSİ’nin Türkiye’nin su yönetimi alanında sahip oldukları göreli ağırlıktır. Uzmanlara göre, Türkiye’de çevre yönetim stratejilerinin geliştirilmesinde ancak kesimsel başarı elde edilmiştir ve elde edilen başarı yeterli değildir.

Bazı uzmanlar bu konuda daha bükülgen tavır ortaya koymaktadırlar. Bu uzmanlara göre, Türkiye’de çevre yönetim stratejilerinin doğru ve etkili olarak kurulması bağlamında -yalnızca 1980’den sonraki gelişmeler ele alınırsa- elde edilen hukuksal ve kurumsal gelişmenin çok olumlu olduğuna inanmaktadır.  Bu uzmanlara göre, çevre yönetmeliklerinin çıkarılması, uygulanması, denetlenmesi ve bu konudaki altyapının oluşturulması konusunda olumlu çalışmalar yapılmıştır. Söz konusu uzmanlar, asıl sorunun kuralların uygulanmasında ve yürütülmesinde olduğunu ve sürdürülebilir kalkınmanın etkili şekilde uygulamaya konulması açısından kamuoyunu hazırlama konusunda yeterli çalışmalar yapılamadığını belirtmektedirler.

Geleceğe yönelik kestirimlerde bulunan bazı panel üyesi uzmanlar yeni kurulan Çevre ve Orman Bakanlığı modelinin çalışma ve sorumluluk alanının daha da çoğalması nedeniyle çevre yönetim stratejilerinin geliştirilmesi çalışmalarında başarılı olamayacağına inanmaktadırlar. Bu üyelere göre, Çevre Bakanlığı bugüne kadar örgütlenmesini tamamlayamamıştır ve iki bakanlığın birleşmesi mevcut dizgeyi daha da bozacaktır. Yeni yapılanmanın istenilen düzeye gelmesi uzun zaman alacağı için çevresel yönetim süreçlerinde ve dizgelerinde aksamalar, gecikmeler ve gerilemeler yaşanacaktır. “Çevre örgütü”nün “orman örgütü” içinde eriyip gitmeye mahkûm olduğuna inanan bazı üyeler, bu durumun ormancılık çalışmalarını da olumsuz etkileyeceğini belirtmektedirler. Söz konusu üyeler, Çevre ve Orman Bakanlığı’nın ortaya koyacağı yeni yönetim stratejilerinin ve buna bağlı olarak çıkaracağı yasa ve yönetmeliklere dayalı olarak yapacağı uygulamaların diğer bakanlıkların uygulamalarını etkileyici nitelikte olacağını ve bu nedenle de Çevre Bakanlığı’nın Orman Bakanlığı ile birleştirilmiş olmasının ilke olarak ormanlar üzerindeki çevre koruma kurallarının uygulanamaması sonucunu doğurabileceğini belirtmişlerdir. İki bakanlığın birleştirilmesinden daha önemli olan unsurun bu iki bakanlığın neden birleştirildiği sorusu olduğuna değinen kimi üyeler de birleştirme sürecinde yasa taslağında yapılan değişiklikler ve yasalaşma sırasında yaşanan diğer tartışmalar göz önüne alındığında mevcut siyasal istencin bakanlıkları daha “güçlü” çevresel örgütlenme için değil, daha “esnek” çevre örgütlenmesi için birleştirdiği gerçeğinin ortaya çıktığını ileri sürmektedirler. Bu üyelere göre, bu tercih dahi gelecekteki başarısızlık için yeterli nedendir. Benzer görüşleri dile getiren bir başka uzman ise daha çok kural, norm ve ölçün geliştirip bunların her kurum tarafından benimsemesini sağlayacak üst yönetim ve eşgüdüm otoritesi olması gereken Çevre Bakanlığı’nın yürütücü bir Bakanlık içinde yürütme etkinlikleri ön plana çıkarılmak istenen yapı şekline dönüştürülmüş olmasının pek çok yönetsel sorunu da beraberinde getireceğini ileri sürmüştür. Bazı uzmanlar ise Bayındırlık Bakanlığı’nın da bu ikili gruba katılması sonucunda çevre yönetimine ilişkin sorunların daha da büyüyeceği kestiriminde bulunmuştur.

Özeksel yönetim yanında yerel yönetimlerin çevre yönetim stratejileri de araştırmada irdeleme konusu yapılmıştır. Uzmanlar çevre sorunlarının önemli kısmının kaynağı veya sorumlusu olan belediyelerin çevre yönetimi stratejilerinin geliştirilmesi konusunda başarılı sayılmalarının söz konusu olamayacağı konusunda görüş birliğine varmışlardır. Yerel yönetimlerin çevre yönetimi stratejilerini uygulamadaki başarım düzeyinin yetersiz olduğunu belirten üyeler, yerel yönetimlerin, uzun yıllar itibarıyla, çevresel altyapının oluşturulması, çevresel denetleme amaçlı uygulamanın başlatılması, yerel çevre planlaması adına yerel gündem 21’lerin oluşturulması ve yerel çevresel kararların oluşturulması sürecinde demokratik halk katılımının sağlanması konusunda ciddi adımlar atamadıklarına inanmaktadırlar. Bu üyeler, yerel düzeyde çevre bilincine ek olarak “sürdürülebilir kalkınma bilincinin” oluşması için daha fazla süreye gereksinim olduğuna inanmaktadırlar. Bir kesim uzman da, yerel yönetimlerde bazı bireysel başarı örnekleri görülmekle birlikte yerel çevre yönetimi stratejilerinin henüz yeterince kurumsallaşmamış olduğuna değinmekte ve yerel yönetimlerin çevre sorunlarını genelde görmezden geldikleri savını öne sürmektedirler. Bazı üyeler de yerel yönetimlerin çevre yönetimi konusunda bilgi, teknik donanım, altyapı, personel ve kaynak yetersizlikleri nedenleriyle çevre yönetim stratejilerini geliştirmede ve uygulamada başarılı olamadıklarını belirtmişlerdir. Bu üyeler, Çevre Kanunu çerçevesinde büyükşehir belediyeleri dışında kalan yerel yönetimlere yeterli düzeyde hukuksal yetki ve sorumluluk verilmemiş olduğuna dikkart çekmişlerdir. Yerel yönetimlerin başarısızlığı konusunda ileri sürülen nedenlerden bir başkası da ülkemizde belediyelerde görülen siyasal parti yandaşlığı gibi yönetsel yozlaşma ve yolsuzluklardır. Üyeler, bu tür olumsuz koşullar altındaki yerel yönetimlerin, diğer konularda olduğu gibi, çevre yönetimi stratejilerinin geliştirilmesi konusunda da başarılı olamayacaklarını belirtmişlerdir.  Bu üyeler, yerel yönetimlerin başarı şansının karar alma düzeyinin yerelleşmesine, yerel çevre sorunlarının çözümüne yerel halkın katkı düzeyinin artmasına ve yerel akçalı kaynakların yeterlilik düzeyinin gelişmesine bağlı olacağını bildirmişlerdir.

 

2.3.3 Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme:  Çevre Yönetimi Stratejileri

Emret-denetle stratejisinin ulusal düzeyde uygulanma biçimi konusunda tüm gruplar olumsuz tavır içine girmişlerdir. Bu gruplardan uluslararası uzmanlar, valiler ve özel sektör temsilcileri alt grupları olumsuz görüş belirtmekle birlikte bu konuda tarafsız kalmayı da reddetmemektedirler. Diğer gruplar ise kesin olarak olumsuz düşündüklerini belirtmektedirler. Emret-denetle stratejisinin yerel düzeydeki çevre örgütleri tarafından uygulanma biçimi ise tüm gruplar tarafından olumsuz olarak nitelendirilmiştir. Tarafsızlığa ilişkin yönelimler yalnızca uluslararası uzmanlar grubunda görülmüştür. Gönüllü katılım stratejisinin uygulanması konusunda ise tüm gruplar olumsuz düşünmektedirler. Sadece iki belediye başkanının bulunduğu grupta bir belediye başkanı ortada bir görüş belirtirken diğer belediye başkanı olumsuz düşündüğünü bildirmiştir. TSE-ISO 14001 ölçününün Türkiye’deki uygulaması konusunda beklendiği üzere sadece özel sektör temsilcileri olumlu görüş belirtirken diğer grupların yaklaşımı olumsuzluk çizgisi üzerinde olmuştur. Piyasa türü araçlara dayalı çevre yönetim stratejisi konusunda ise tüm gruplar kesin olarak olumsuz görüş belirtmişlerdir. Çevre Bakanlığı’nın çevre yönetim stratejilerinin uygulanması konusundaki geçmiş başarım düzeyini irdeleyen gruplar -biri hariç- ne olumlu ve ne de olumsuz görüş belirtmeyi uygun görmüşlerdir. Kesin olumsuzluk belirten tek grup ise sivil toplum örgütleri olmuştur. Olumlu bakış açısına sahip olanların önemli bir kesimi ise çevre yönetcileri alt grubunda yer almaktadır. Buna karşılık, yeni kurulan Çevre ve Orman Bakanlığı modelinin bu stratejilerin uygulanmasında daha başarılı olabileceği kestirimi ise hiç bir grup tarafından kabul edilmemiş ve benimsenmemiştir.

 

2.4 ÇEVRE POLİTİKALARI

2.4.1 Kuramsal Açıklama

Daniel J. Fiorino “Çevre Politikası Yapmak” adlı kitabında üç ayrı türde politika kavramından söz etmektedir: ussal politikalar, sınırlı (bounded) ussallığa dayalı politikalar ve aşamalı (incremental) politikalar. Fiorino’ya göre, poitika geliştirmede ussallık “kişinin gerçekleştirmek üzere saptadığı hedefi elde etmek için kaynaklarını bu hedefe yöneltmek konusunda aldığı bilinçli karar” olarak tanımlanmalıdır. Fiorino bu kavramı açıklamak için şunları söylemektedir: “Adından da anlaşılacağı üzere, kamu politikasının hazırlanmasına akılcı yaklaşım hedeflerin açıklıkla belirlenmiş ve üzerlerinde görüş birliğine varılmış olduğunu varsayar. Politika seçenekleri ve bunların değerlendirilmesinde kullanılacak ölçütler tanımlanmıştır ve seçeneklerin sonuçlarına ilişkin bilgiler tamdır. Ussal süreçte kararlar bilgi sahibi kimselerce doğrusal ve sıralı şekilde alınır. Politika hazırlayanlar şayet görevlerini hakkıyla yapıyorlarsa, üzerinde karar kılacakları seçenekten en fazla yararı elde ederek hem kendi çıkarlarının ve hem de toplumun çıkarlarının en iyi noktada buluşmasını sağlayacak kararlar alırlar... Ancak, büyük örgütlerde çalışmakta olanların bu şekilde karar almadıklarının ayırdına varmaları zaman alacaktır. Birçok büyük ve karmaşık örgütte hedefler belirsiz ya da çelişkilidir; insanların algılama gücü sınırlıdır; zaman kıttır ve politika seçenekleri akışkandır ve yetersiz şekilde tanımlanmışlardır... Sınırlı ussallık kavramı ise insanların ussal olmayı istemekle birlikte kaynak, zaman ve algılama gücü bakımından sınırlılıklar içinde bulunduğu gerçeğinin bilincindedir...  Aşamalı modelde, poitikalar küçük adımlar şeklinde, seçeneklerin marjinal noktalarında ‘birbirini izleyen sınırlı karşılaştırmalar’ yapılarak hazırlanır. Bazı yıllarda alınan kararlar geçmişte verilen kararlara dayalıdır. Seçenekler ve ölçütler bilgiler değiştikçe değişir ve karardan etkilecek yanlar arasında görüş birlikteliğinin yaratılmasına gereksinim duyulur. Kararlar alındıkça politikalar oluşur.” [12]

Yukarıda da belirtildiği üzere, her üç model içinde belirli düzeyde bilgi birikimine, seçeneklerin belirlenmesine ve irdelenmesine gereksinim vardır. Türkiye’de çevresel politika üretme çalışmalarına bakıldığında bu unsurların esaslı ölçüde eksik olduğu görülmektedir. OECD [13] gibi uluslararası örgütler tarafından hazırlanmış olan bildirgelere karşın, bana göre, Türkiye’de çevre politikalarının hazırlanmasında yukarıda belirtilen anlamda somut ve elle tutulur karar almaya olanak veren temel yoktur. Bu bağlamda, Türkiye’de üretilmekte olan çevre politikalarının yukarıda sıralanan üç model açısından da olması gereken koşullar içinde bulunmadıklarını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu konuda -bana göre- kullanılabilecek en iyimser yargı Türkiye’deki çevre politikalarının aşamalı karar alma modeline benzemekte olduğudur.

Bu yargının doğruluğunu göstermek için ideal özellikler taşıyan varsayımsal bir hava niteliklerini yönetme politikası irdelenmeli ve bu alanda benzer toplumsal ve ekonomik kalkınma düzeyindeki öteki bazı ülkelerde geliştirilen politikalarla Türkiye arasında karşılaştırmalar yapılmalıdır. İdeal ve varsayımsal olarak,  hava nitelikleri yönetim dizgesi şu bileşenleri içermelidir: kirletici kaynaklarının saptanması, ölçme, izleme ve denetleme dizgelerinin kurulması, alıcı ortam niteliklerinin belirlenmesi, gelecekte olması gereken hava kirliliği koşullarının ölçünlerle belirlenmesi, son iki değer arasındaki farkların saptanması ve farklılık varsa ikinci değerin elde edilmesi için gerekli stratejilerin kararlaştırılması, stratejiye uygun politikalarının geliştirilmesi ve politikanın gerçekleşmesi için yapılması gereken eylemlerin zaman, alan ve akçalı boyutlar da dikkate alınarak kesinleştirilmesi.

İdeal modelde, hava niteliklerinin geliştirilmesi için aşağıdaki eylemler yapılması gereken çalışmalar içinde mutlaka yer almalıdır: alıcı ortamın hava nitelikleri, kirletici, yakıt ve ürün ölçünlerinin belirlenmesi; üzerinde çalışma yapılacak alanda hüküm süren koşulların saptanması; gelecekteki hava niteliklerine ilişkin kestirim ve modelleme (simulation) çalışmalarının yapılması, hava kirliliğini önleme ve kirleticileri arıtma programlarının hazırlanması; topografik, meteorolojik, iklimsel, demografik, endüstriyel ve kitlesel ulaşım kalıplarına ilişkin verilerin toplanması, sınıflandırılması ve çözümlenmesi; kirletici kaynakları, kirletici türleri ve bunların zaman içinde ve alan üzerinde dağılım kalıplarının saptanması; kirleticilerin sınıflandırılması, ölçme ve izleme (monitoring) dizgelerinin kurulması ve işletilmesi; hava kirleticilerinin olumsuz etkilerinin belirlenmesi; gelecekteki alan kullanımı, yer seçimi tercihleri, ulaşım biçimleri ve güzergâhları, rekreasyonel gereksinimler, enerji kullanımı için karşı önlemler geliştirilmesi ve son olarak da bu eylemlerin planlanması ve programlanması. Bu bağlamda, hava kirleticilerinin kaynağında azaltılması sağlanmalı, temiz enerji seçenekleri geliştirilmeli ve hava niteliklerini yönetme dizgesi oluşturulmalıdır.

1980’li yıllarda Polonya hükümetinin UNDP ve WHO ile birlikte Yukarı Silezya Bölgesi için geliştirdiği “optimizasyon” projesi bu tür  yaklaşım için örnek olarak kabul edilebilir. Proje öncelikle model çalışma bölgesinin özelliklerinin saptanmasıyla çalışmalarına başlamış ve daha sonra da bölgedeki hava kirliliğiyle mücadele için yöntembilim geliştirmiştir. Bu yöntembilim şu unsurları içermektedir: bilgi toplama ve irdeleme dizgesinin kurulması, ölçme ve labaratuvar dizgesi oluşturulması, karar alma için verilerin toplanması, kirleticilerin dağılım kalıplarının saptanması, kitlesel ulaşım biçemlerinin ve güzergâhlarının saptanması, kirliliklerin denetim altına alınması için kullanılacak olası teknolojik yöntemlerin incelenmesi, kullanılacak denetim teknolojisinin seçimi, çevre koruma çalışmalarının ekonomik açıdan değerlendirilmesi ve kirleticilerin insanlar, bitkiler ve ürünler üzerindeki olumsuz etkilerinin belirlenmesi.

Bu bilgilere dayalı olarak, bölgenin belli başlı çevre sorunları ve bu arada hava kirliliği sorunu için optimizasyon planı hazırlanmıştır. Optimizasyon planı kirleticilerin ve atıkların istenen düzeye getirilmesi için yapılması gereken harcamaların toplam maliyetini, akçalı kaynakların yeterlilik düzeyini ve harcama sonucunda elde edilecek iyileşmelerden doğacak toplumsal ve ekonomik net yararları optimum noktada dengelemek amacını taşımaktadır.  Bu çalışmalara dayalı olarak, bütünleştirilmiş hava kirliliği azaltma programı hazırlanmış, olması gereken atmosferik koşullar saptanmış ve yapılacak yatırımlar için zamanlama çalışması yapılmıştır.  [14]

Türkiye’nin çevre politikaları ise başta 5 yıllık kalkınma planlarında ve “Ulusal Çevre Stratejileri ve Eylem Planı”nda (UÇEP) açıklanmış bulunmaktadır. Ancak, yeterliliği kuşkulu olan bu politikalar somut eylemler şekline dönüşememiş ve kararlar genelde raflarda kalmıştır. Buna ek olarak, su nitelikleri, gürültü, doğal afetler, enerji, radyasyon toksik atıklar ve pestisitler gibi konularda da geçerli, etkili ve verimli politikalar geliştirilememiştir. Benzer şekilde, proje düzeyinde de bu tür politikaların geliştirilemediği görülmektedir. Her ne kadar bazı büyük kentlerde ısınmada kükürt oranı yüksek kömür ve linyit yerine doğalgazın kullanımıyla hava niteliklerinde ilerlemeler elde edilmişse de bu sonuç hava niteliklerinin iyileştirilmesi endişesinden çok enerji gereksiniminin farklı kaynaklarla giderilmesi kaygısıyla ilgilidir.

2.4.2 Araştırma Sonuçları

Türkiye’nin çevre politikalarının etkililik ve yeterlilik düzeyinin ölçülmesi amacıyla panel üyelerine aşağıdaki sorular yöneltilmiştir. Alınan yanıtların dağılımı ve bunlara ilişkin istatistiksel çözümleme özetleri Çizelge 4’de verilmiştir.

 

 

 

 

ÇİZELGE 4

ÇEVRE POLİTİKALARI

ALT ÖLÇÜTLER

O

SS

OYDAŞMA

1. Çevre Bakanlığı, hava kalitesi, su kalitesi, gürültü, katı atık, tıbbi ve tehlikeli kimyasal maddeler/atıklar, doğal afetler, enerji, radyasyon ve pestisidler gibi çevre ve ekolojik değerlerin korunması ve geliştirilmesine ilişkin temel konularda ulusal çevre politikaları üretmek çabasında başarılı olmuştur.

3.21

 

0.92

YOK

2. Devlet Planlama Teşkilatı, çevreye ilişkin konularda politika üretmek işlevini başarıyla yerine getirmiştir.

3.54

 

0.96

YOK

3.    Çevre Bakanlığı’na bağlı “Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı” kendi görev alanına giren konularda politika üretmek işlevini başarıyla yerine getirmiştir.

3.64

 

0.78

OLUMSUZ

4.    “Yüksek Çevre Kurulu” kendisinden beklenen görevleri başarıyla yerine getirmiştir.

4.18

 

0.72

OLUMSUZ

5.    Yerel yönetimler, Türkiye’de, hava kalitesi, su kalitesi, gürültü, katı atık, tıbbi ve tehlikeli kimyasal maddeler/atıklar, doğal afetler, enerji, radyasyon ve pestisidler gibi çevre ve ekolojik değerlerin korunması ve geliştirilmesine ilişkin temel konularda yerel çevre politikaları üretmek çabasında başarılı olmuşlardır.

4.18

 

0.62

OLUMSUZ

6.    “Orman ve Çevre Bakanlığı” modeliyle Türkiye’de çevre politikaların üretilmesinde daha yüksek başarı elde edilecektir.

3.79

 

0.79

OLUMSUZ

ORTALAMA

3.76

0.80

OLUMSUZ

 

Çevre politikaları konusunda panel üyelerine altı soru yöneltilmiştir. Bunlar arasında yer alan iki alt ölçüt üzerinde (Çevre Bakanlığı’nın çevre politikalarını geliştirme konusunda başarısı ve DPT’nin çevre politikalarını geliştirme konusunda başarısı) oydaşma sağlanamamıştır. Olumlu oydaşlık yoktur. Dört alt ölçüt üzerinde olumsuz oydaşlık sağlanmıştır: ÖÇKK’nun sorumluluk alanına giren görevlerle ilgili politika geliştirmede elde ettiği başarı, YÇK’nun başarı düzeyi, yerel yönetimlerin çevre politikaları geliştirmede elde ettiği başarı ve yeni kurulan Çevre ve Orman Bakanlığı’nın gelecekte çevre poltikaları üretme konusunda başarı şansı. Yukarıdaki çizelgede verilen sonuçlar ışığında Türkiye’de en azından tüm kamu yönetimini bağlayacak düzeyde çevre politikaları geliştirilemediğini ve uygulama alanına konulamadığını belirtmek yanlış olmayacaktır. Bu yargının en önemli kanıtlarından birincisi ülkenin en düzey yöneticilerinden oluşan ve ülkenin en üst düzeyde çevre politikalarını kararlaştırma yeri olan Yüksek Çevre Kurulu’nun (YÇK) içinde bulunduğu koşullara ilişkindir. YÇK’nun irdelenmesi amacıyla sorulan soruya verilen yanıtın ortalaması 4.18 olmuştur. Uzmanlar yerel yönetimlerin çevre politikalarını ise daha olumsuz olarak değerlendirmişlerdir. Bu bağlamda en fazla eleştirinin sivil toplum kuruluşlarından geldiği görülmüştür.Alt ölçütlere verilen yanıtlara dayalı olarak çevre politikaları ölçütü üzerinde ortaya çıkan oydaşlık olumsuzdur. Panel üyesi uzmanlar Türkiye’de çevre politikalarının gelişmişlik düzeyinin yetersiz olduğu konusunda görüş birlikteliği içindedir.

Türkiye’de çevre politikalarının yeterlilik düzeyi konusunda panel üyesi çevre uzmanlarına yöneltilen sorulara olumlu ve olumsuz yanıtlar alınmıştır. Aşağıda olumlu yanıt veren uzmanların bu kararlarını dayandırdıkları gerekçeler yer almaktadır:

Panel üyesi uzmanların bir kesimi mevcut yasal düzenlemelerin yeterli olduğuna ve kesimsel de olsa Türkiye’de çevre politikaları oluşturmada başarı sağlandığına inanmaktadır. Bu uzmanlar Türkiye’de pek çok çevre yönetmeliğinin yürürlüğe konduğunu ve bunların genelde uluslararası ölçünlere uygun olduğunu belirtmektedir. Bazı üyeler de, Çevre ve Orman Bakanlığı’nın çevre politikaları üretme konusunda gerekli çabayı gösterdiğini ancak uygulamada yaşanan zorlukların ve siyasal içerikli kararların bu konuda daha fazla ilerleme elde edilmesine engel olduğunu belirtmektedir.

Bazı panel üyeleri ise ulusal çevre politikalarının geliştitilmesinden sorumlu  başka kuruluş olan DPT’nin sürdürülebilir kalkınma ilkesinin devlet politikası olmasında başarılı olduğunu söylemekte ve bunu kanıtlamak üzere UÇEP örneğini öne sürmektedir. Bu üyeler DPT’nin yönlendirici nitelikte işleve sahip olduğunu ve ulusal çevre politikaları oluşturulması konusunda ciddi çalışmalar yaptığını belirtmekte ancak bu çalışmaları yeterli bulmamaktadırlar.

Bazı panel üyesi uzmanlar yerel ölçekte çevre politikaları üretildiğine inanmaktadır. Bu üyeler gerek valiliklerin ve gerekse belediyelerin yörelerindeki çevre sorunları ile ilgili olarak çeşitli komisyonlar kurduklarını ve buralarda sınırlı da olsa yerel politikalar oluşturduklarını belirtmektedir. Yerel yönetimlerin yerel çevre politikaları oluşturma alanında çaba gösterdiklerini söyleyen bu üyeler özeksel yönetimin akçalı, insangücü ve araç-gereç desteği sağlaması durumunda daha etkili yerel çevre politikalarının geliştirilebileceğini bildirmektedir.

Bu üyeler, yeni oluşturulan ve Çevre ve Orman bakanlıklarının birleştirilmesi olgusuna dayanan yeni yönetim modelinin ulusal çevre politikalarının oluşturulmasında daha başarılı olabileceğini söylemektedirler. Bu üyeler, iki bakanlığın birleşmesine AB’ne uyum süreci çerçevesinde altyapı oluşturmak için karar verildiğini belirtmekte ve bu nedenle yeni kurumsal modelin politika üretme alanında daha başarılı olacağını ileri sürmektedirler. Bu üyeler, içine girilmekte olan AB ile bütünleşme çabalarında başarılı olmak zorunluluğunun kendisini çevre politikaları üretme alanında da göstereceğini ve özellikle uluslararası çevre politikaları konusunda somut tutum sergilenmesi ve süreklilik gerektiren konuların izlenmesinde aksaklık olmaması gerektiğini vurgulamaktadır.

Olumsuz görüş belirten uzmanlar ise kararlarını şu gerekçelerle açıklamışlardır:

Bir grup panel üyesi, ulusal çevre politikaları oluşturma yolunda yapılan iyiniyetli çabalara karşın başarı elde edilemediğine inanmaktadır.  Uzmanlar, çevresel ve ekolojik değerlerin korunması ve geliştirilmesi bağlamında Çevre Bakanlığı’nın, Çevre Kanunu ile ilgili yönetmelikleri uygulamaya yönelik örgütlenme, planlama, yönetmelik değişikliği yapma, yeni yönetmelik oluşturma gibi çalışmaları olmuşsa da bu çalışmaların Çevre Bakanlığı’nın ulusal çevre politikaları ürettiğini gösteremeyeceğini ileri sürmektedir. Bu üyeler, Çevre Bakanlığı’nın bu alanda kurumsal kararlılığa hiç bir zaman sahip olmadığını, diğer kurumlarla etkili iletişim, eşgüdüm ve işbirliği sağlayamadığını ve çoğu zaman yanlış tercihlerde bulunarak “eşgüdümcü” yerine “yürütücü” olma hevesine kapıldığını söylemektedirler. Bu üyeler, Çevre Bakanlığı’nın ulusal çevre politikalarının geliştirilmesinde öteki bakanlıklarla yeterli işbirliği içine girememesi ve bu bakanlıklarda etkili rol üstlenememesi nedenleriyle başarısız kaldığını bildirmektedir.

Bazı üyeler ise çevrenin korunması ve çevre kirliliğinin önlenmesine ilişkin mevzuatın diğer ülkelerin çevre mevzuatından alındığı için Türkiye’nin gerçeklerini tam yansıtamadığını ve bu nedenle ulusal ölçekte yapılan uygulamalarda başarı elde edilemediğini belirtmektedir. Bu üyeler, çevre politikalarının hukuksal belge şekline dönüştürüldüğü çevre yönetmeliklerinin dış ülkelerin mevzuatından yapılan birer çeviri olduğunu ve çeviri yapılırken Türkiye’nin yönetim yapısına ilişkin koşulların ve kamu yönetimi dizgesinin göz önünde tutulmadığını söylemişlerdir.

Çevre Şurası’nın içinde bulunduğu koşulları irdeleyen bazı uzmanlar bu kurumun temel amacının ulusal çevre politikaları üretmek olduğunu ancak şura kararlarının demokratik olmayan yöntemlerle alındığını ileri sürmektedir. Bazı üyeler de şura kararlarının ulusal kalkınma planlarına yeterince yansıtılamadığına inanmaktadır. 

DPT’nin çevre politikaları üretmesi konusundaki rolüne değinen bazı üyeler ise ulusal çevre politikaları üretmekten sorumlu bir başka kurum olan DPT’nin ürettiği politikaların genel nitelikleriyle ele alındığında çevreye ilişkin gözükmekle birlikte çevre öncelikli olmadıklarının anlaşıldığını ileri sürmektedirler. Bu üyeler, hükümetlere danışmanlık hizmeti vermek üzere kurulan ve çalışan DPT’nin siyasal istenci çevre koruma konusunda çok fazla etkileyemediğini ve bu başarısızlığa ekonomik belirsizlik ortamının süreklilik kazanması kadar kalkınma ve sanayileşme öncelikli siyasal kararlar nedeniyle çevresel değerleri göz ardı eden populist hükümet politikalarının da katkıda bulunduğunu belirtmiştir. Bu üyeler, ulusal kalkınma planlarının hazırlanması aşamasında ulusal çevre politikaları üretilmesi konusunda çabalar harcandığını ancak bu çalışmaların planlara yansımadığını ileri sürmektedir. Bu üyelere göre, DPT, özellikle son 15 yılda, diğer konularda olduğu gibi çevre konusunda da ülke gerçeklerini dikkate alan politikalar üretememiştir ve üretilen politikalar da uygulanabilir nitelikli olmaktan uzaktır. Bu konuda daha ileri nitelikte görüş belirten bazı üyeler de DPT’nin ulusal çevre politikası geliştirmek konusunda bilgi sahibi olmadığını ileri sürmektedir.

Bazı üyeler ulusal çevre politikalarının kendisine ait bölümünü geliştirmekten sorumlu olan Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı’nın (ÖÇKK) başlangıç aşamasında başarılı olduğunu, özel çevre koruma bölgeleri kavramını Türkiye’ye yerleştirdiğini ancak çalışmalarına uluslararası içerik kazandıramadığını ve kurumsal kapasitesini gereksinimlere yanıt verebilecek düzeye getiremediğini bildirmektedir. Bu üyeler, ÖÇKK’da sıksık yapılan siyasal içerikli yönetim değişikliklerinin çalışmalara zarar verdiğine inanmakta ve ÖÇKK’nun sulak alanların geri kazanılması ve deniz kaplumbağalarının korunması yolunda önceki yıllarda elde ettiği başarı düzeyinin giderek düşmekte olduğunu bildirmektedirler. Bu üyeler, ÖÇKK’nun bugüne değin elde ettiği başarımı irdelerken kurumun “koruma bölgeleri” ilan etmenin dışında işlevi olmadığını söylemeleri dikkat çekmektedir. Bu üyeler, ÖÇKK’nun denetimi altındaki özel çevre koruma alanlarının kapsadığı alanların Türkiye yüzölçümünün oldukça küçük payını oluşturmasına karşın bu alanların korunması bağlamında yeterli koruma politikaları üretemediğini söylemektedir. Bu üyeler ÖÇKK’nun öncelikle ekolojik açıdan duyarlı alanları belirleyen ölçütler çerçevesinde korunması için ilgili kamu otoritelerini uyaran ve bu kurumların yaptıkları çalışmaları izleyen ve denetleyen  yapıda olması gerektiğini aksi takdirde sınırı belirsiz alanda çeşitli kurumların görevlerine de müdahale ederek para harcayan  kurum şekline dönümesinin uzun erimde daha çok yönetsel karmaşa yaratacağını bildirmektedirler. Üyeler, ÖÇKK’nun ulusal çevre politika üretmek değil fakat koruma bölgelerindeki yapılaşmayı denetlemek ve bazı altyapı çalışmalarını gerçekleştirmek amacına yöneldiğini söylemektedir.

Uzmanların çevre politikası üretmek konusunda başarısız bulduğu kurumlardan biri de -az önce değinildiği üzere- YÇK’dur. Türkiye’de ulusal çevre politikalarının oluşturulmasından ve bu yolda bakanlıklar arasında eşgüdüm ve işbirliği sağlamaktan sorumlu olan kurumun YÇK olduğunu belirten uzmanlar bu kurulun hukuksal statüsü konusunda belirsizlik bulunduğunu ve yürütücü ya da danışma kurumu olmak seçenekleri arasında değişik görünümler alabilen statü belirsizliğinin ulusal çevre politikalarının üretilmesine engel olduğunu söylemektedirler. Üyeler, YÇK’nun işlevsizliğinin ve çalışmalarındaki verim düşüklüğünün bu kurulun varlık nedeni konusunda dahi duraksamalara yol açtığını bildirmektedir. İllerde kurulu bulunan “Mahalli Çevre Kurulları”nın (MÇK) dahi YÇK’ndan daha etkin çalıştığını belirten üyeler YÇK’nu “adı var ama kendisi yok” olarak tanımlamakta ve kamuoyunun bu kurulu tanımadığını belirtmektedir.

Yerel yönetimlerin çevre politikası üretmek konusundaki çalışmalarını olumsuz bulan kimi panel üyesi uzmanlar ise yerel yönetimlerin yerel çevre politikaları üretmesi konusunda sayıları sınırlı olsa da başarılı örneklerin bulunduğunun yadsınamayacağını ancak yerel yönetimlerin yerel çevre politikaları üretmek konusunda ülke bütününde başarılı olduklarını söylemenin de olanaksız olduğunu belirtmektedirler. Bu üyeler, yerel yönetimlerin mevzuat yetki vermesine karşın etkili çevre denetimi yapamadıklarını ve yaptırım uygulayamadıklarını ileri sürmektedirler. Bu üyelere göre, yerel yönetimler açısından çevre konusu arka planda yer alan konudur ve bu nedenle de yerel yönetimler yerel çevre politikaları üretmek gibi bir çaba içinde olmamışlardır. Yerel yönetimlerin çevre yönetim stratejilerinin uygulamasında yetersiz kaldığını belirten üyeler yerel yönetimlerin yerel çevre politikaları üretme çabalarından söz edebilmenin olanaksız olduğunu; zira, çevre politikalarını üretme işlevinin, karar alma ve uygulama süreçlerinin başında yer alması gereken olgu olduğuna dikkat çekmişlerdir. Bu üyeler, yerel yönetimlerin,  bazı bireysel olumlu örnekler dışında, “günü kurtarmayı” amaçlayan çevre politikaları ürettiklerini ve  “MÇK”, “Yerel Gündem 21’ler” ve “Kent Konseyleri” gibi kurumsal yapıların yerel çevre politikaları üretme amacıyla oluşturulmuş kurumlar olduklarına dikkat çekerek MÇK’lar dışında kalan diğer kurumların ülkenin her ilinde yaşama geçirilemediğini ve MÇK’ların çalışmalarına ise çoğu kez özeksel yönetim temsilcilerinin müdahale ettiklerini bildirmektedirler. Bu üyeler, yerel yönetimlerin tesislere açılış izni vermek ve tesisleri denetlemek dışında yaptıkları çevresel çalışma bulunmadığını söylemektedirler.

Panel üyesi bazı uzmanlar da yeni oluşturulan ve Çevre ve Orman bakanlıklarının birleştirilmesi olgusuna dayanan yönetim modelinin gelecekte ulusal çevre politikalarının oluşturulmasında bugünkünden daha yüksek başarı düzeyi elde edemeyeceğine inanmaktadırlar. Bu üyeler, iki bakanlığın birleştirilmesiyle oluşan yeni bakanlığın sorumluluk alanının fazlasıyla genişlediğini ve bu durumun bakanlığın işlevselliğini olumsuz yönde etkileyeceğini belirtmektedirler. Birleştirilen bakanlıkların kurumsal görev anlayışlarının birbirinden farklı olduğuna dikkat çeken uzmanlar farklı anlayıştaki kurumların birleştirilmesinden daha yüksek düzeyde başarım beklemenin aşırı iyimserlik olacağına inanmaktadırlar. Bu üyelere göre, yeni  kurumsal modelde çevre olgusu ikinci planda kalmıştır ve siyasal istenç, çevrenin korunmasıyla değil, orman arazilerinin satışından elde edeceği ekonomik ve siyasal rantla daha çok ilgilidir. Bu üyeler, yeni oluşturulan ve Çevre ve Orman bakanlıklarının birleştirilmesi olgusuna dayanan modelin ulusal çevre politikalarının oluşturulmasında başarılı olacağını söylemenin bilimsel olarak da olanaklı olmadığını söylemektedirler. Bu üyelere göre, iki ayrı uçta yer alan bu kurumların çalışma alanlarını oluşturan olguların temel nitelikleri bir diğerine benzememektedir. Bu üyeler, çevreyi ve yeşili korumayı endemik türleri korumak gibi algılayanların Dünya’da ilk kez politik anlamda karar vermek durumuna geldiklerine inanmakta ve Dünya’nın hiç bir ülkesinde bugüne kadar böyle bir örgütlenme örneğinin ortaya konmadığını ileri sürmektedirler.

2.4.3 Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme: Çevre Politikaları

Ulusal çevre politikalarının gelişmişlik düzeyi ile ilgili soruya verilen yanıtlar ilginç özellikler göstermektedir. Panelin uluslararası uzmanları bu konuda kararsız bir tavır içine girmişlerdir. Ulusal uzmanlardan endüstriyi temsil edenler de uluslararası uzmanlarla aynı tavrı sergilerken, il çevre müdürleri ulusal politikalar konusunda olumlu görüş belirtmişler ve buna karşılık akademisyenler ve valiler olumsuz görüş bildirmişlerdir. En fazla olumsuzluk belirten grup ise sivil toplum örgütleri olmuşlardır. DPT’nin çevre politikaları geliştirmedeki etki düzeyi ile ilgili soruya ise genelde kararsızlık içeren yanıtlar verilmiştir. Uzmanlar DPT’nin bu alandaki çalışmaları konusunda da kararsız bir tutum sergilemişlerdir. ÖÇKK’nun kendi görev alanına giren konularda politika geliştirme yetkinliğiyle ilgili soruda ise uluslararası uzmanlar, valiler ve belediye başkanları kararsız bir durum sergilerken diğer grupların tavrı olumsuz olmuştur. YÇK’nun kendisinden beklenen görevleri yerine getiremediği konusunda ise tüm alt gruplar arasında bir oydaşlık görülmektedir. Aynı oydaşlık yerel yönetimlerin çevre politikası geliştirme yetkinliği konusunda da ortaya çıkmaktadır. Yeni kurulan Çevre ve Orman Bakanlığı’nın ulusal çevre politikalarının geliştirilmesinde daha başarılı olabileceği konusundaki kestirim karşısında yalnızca valiler kararsız bir tutum sergilerken diğer gruplar bu konudaki kanılarının olumsuz olduğunu ortaya koymuşlardır.

 

2.5 ÇEVRESEL YÖNETİM İŞLEVLERİ VE SÜREÇLERİ: ULUSAL VE YEREL

2.5.1 Kuramsal Açıklama

Etkili çevre yönetiminin temel işlev ve çalışma süreçlerinin açıklıkla belirlenmiş olması zorunluluktur. Bu işlevler teknik, yönetsel, hukuksal, ekonomik ve akçalı niteliklidir. Çevresel kuralları uygulamak durumunda olan kamu yöneticileri ve çevre yükümlülerini denetlemek durumunda olan çevre denetçileri bu işlev ve süreçleri bilmek durumundadırlar. Teknik açıdan belirtmek gerekirse, bu işlevler en azından kirlilikleri belirleme, çevresel ortamların içinde bulundukları koşulların, salım ve boşaltmaların ölçülmesi, salımın dağılım kalıplarının saptanması, alan üzerinde ve zaman içinde oluşan değişimlerin gözlemlenmesi, örnek alma, ölçme, çözümleme, iyi laboratuvar uygulamaları ve ayar ölçünlerinin belirlenmesi yetkinliklerini içermelidir. Yönetsel açıdan ise bu işlevler arasında etkili  çevresel etki değerlendirme bildirgesi hazırlama süreci yer almalıdır.

Yönetimsel işlevler açısından şunların üzerinde özellikle durulmalıdır: etkili  çevresel etki değerlendirme ve bildirge hazırlama sürecinin oluşturulması, işyerlerinin çalışmalarına, atık salımlarına ve boşaltmalarına ilişkin izin ve ruhsat süreçlerinin kurulması, çevre suçlularının izlenmesi amacıyla çevre polisi ya da denetçiliği dizgesinin oluşturulması.

Hukuksal açıdan öncelik verilmesi gereken işlevler arasında çevre suçlularına uygulanacak yaptırımların saptanması ve buna ilişkin süreçlerin belirlenmesi yer almalıdır.

Dünyanın çevre yönetimi gelişmiş ülkelerinde uygulanmakta olan ve adına piyasa türü çevre yönetimi araçları ya da ekonomik ve akçalı nitelikli çevre yönetimi araçları denilen işlev ve süreçlerin listesi aşağıda verilmiştir.

o  Atık salım/boşaltma vergileri

o  Atık salım/boşaltma harçları

o  Ürün vergileri

o  Pazarlanabilir kirlilik kotaları

o  Depozito dizgesi

o  Teşvikler

o  Fonlar

o  Atık borsaları

o  Yeşil nokta katı atık toplama dizgesi

o  Çevre muhasebesi: makro ve mikro

o  Çevresel risk sigortası

 

Bu listede yer alan işlev ve süreçlerin uygulama alanına konulmuş olması etkili çevre yönetiminin güvencesi olarak kabul edilmelidir.

Öte yandan, çevre örgütünün amacına ulaşmış sayılabilmesi için şu işlevleri de yeterli ölçüde yerine getirmesi gerekir: kirlenmelerin önlenmesi, arıtılması ve giderilmesi, çevresel teknolojinin ve bilimsel araştırılmaların geliştirilmesi, toplumun çevre konusunda eğitilmesi, çevre mevzuatının iyileştirilmesi, stratejik planlama ve bütçeleme, çevre fonlarının oluşturulması, çevresel konularda bilgi edinme hakkına ve yargıya ulaşılabilirlik ilkelerine işlerlik kazandırılması, envanterler, gözlemevleri ve bilgi ağları kurulması ve uluslararası ilişkilerin yürütülmesi ve taraf olunan uluslararası anlaşmalardan doğan yükümlülüklerin yerine getirilmesi.

Yukarıda sayılanların yanında çeşitli doğrudan müdahale edici, koruyucu, düzeltici ve destekleyici işlev ve süreçlerin de geliştirilmesi gerekmektedir. Çevre sorunlarına doğrudan müdahale edilmesini öngören işlevler çevre ölçünlerinin geliştirilmesi, üretim süreçlerinde kullanılacak girdilerin taşıması gereken en az nitelik koşullarının belirlenmesi, yasaklanan etkinliklerin kesinleştirilmesi ve halka duyurulması bu nitelikteki süreçlerdir. Dolaylı müdahale yönetiminin en önemlisi ise çevreye duyarlı alan planlaması (arazi kullanımı) çalışmalarının yeterlilik düzeyinin artırılması olmalıdır. Çevre için bilim, teknoloji ve eğitim çalışmaları ise doğrudan ve dolaylı müdahale çalışmalarını destekleyen işlevler olarak çalışma ortamı içinde yer almalıdır. Koruyucu işlevler ise monitoring ve denetim dizgelerinin kurulması ve çalıştırılması, temiz yakıt ve ham madde sağlanması ve çevresel risk sigorta dizgelerinin geliştirilmesi olarak sınıflandırılabilir. Düzeltici işlevler ise arıtma, güvenli depolama ve geri kazanma süreçlerinden ibarettir.

 

Belirtilen bu işlev ve süreçler ulusal ya da yerel ayrımı yapılmaksızın tüm kamusal çevre örgütleri tarafından yerine getirilmesi gereken işlevlerdir.

 

2.5.2 Araştırma Sonuçları

 

Alan araştırmasında çevresel işlev ve süreçlerle ilgili olarak uzmanlara yöneltilen sorular buraya kadar yapılan açıklamalara dayalıdır. Uzmanlara yukarıda sayılan çevre yönetimi işlevlerinin Türkiye’de yeteri kadar gelişip gelişmediği sorulmuştur. Alınan yanıtlar hem ulusal ve hem de yerel düzeyler için ayrı ayrı olmak üzere aşağıda iki ayrı çizelge şeklinde verilmiştir.

 

 

 

ÇİZELGE 5

ULUSAL ÇEVRE YÖNETİMİ İŞLEVLERİ VE SÜREÇLERİ

ALT ÖLÇÜTLER

O

SS

OYDAŞMA

1.             Merkezi hükümete bağlı kuruluşların ve bunların taşra örgütlerinin kirliliklerin saptanması amacıyla bugüne değin yapmış oldukları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

3.86

 

0.80

OLUMSUZ

2.             Merkezi hükümete bağlı kuruluşların ve bunların taşra örgütlerinin çevresel ortamların çevre kalitelerinin, kirletici emisyonlarının ve deşarjlarının ölçülmesi ve kirliliklerin zaman içinde ve alan üzerinde dağılma/yayılma biçimlerinin saptanması amacıyla bugüne değin yapmış oldukları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

3.82

 

0.61

OLUMSUZ

3.             Merkezi hükümete bağlı kuruluşların ve bunların taşra örgütlerinin ölçme, örnek alma, analiz etme, ayar (kalibrasyon) ve laboratuvar uygulamaları için standart geliştirme amacıyla bugüne değin yapmış oldukları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

3.75

 

0.65

OLUMSUZ

4.             Merkezi hükümete bağlı kuruluşların ve bunların taşra örgütlerinin iş yeri açma/çalışma ve kirlilik ve atık yayma/boşaltma için “izin” ve “ruhsat” sistemleri kurulması ve uygulanması amacıyla bugüne değin yapmış oldukları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

 

3.64

 

0.78

OLUMSUZ

5.             Merkezi hükümete bağlı kuruluşların ve bunların taşra örgütlerinin çevresel kirlenmelerin önlenmesi amacıyla bugüne değin yapmış oldukları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

 

3.93

 

0.60

OLUMSUZ

6.             Merkezi hükümete bağlı kuruluşların ve bunların taşra örgütlerinin çevresel risklerin değerlendirilmesi, planlanması, yönetilmesi ve azaltılması amacıyla bugüne değin yapmış oldukları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

4.00

 

0.72

OLUMSUZ

7.             Merkezi hükümete bağlı kuruluşların ve bunların taşra örgütlerinin çevre için bilimsel araştırma ve teknoloji geliştirme amacıyla bugüne değin yapmış oldukları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

4.04

 

0.84

OLUMSUZ

8.             Merkezi hükümete bağlı kuruluşların ve bunların taşra örgütlerinin çevre koruma amaçlı çalışmalar için bütçe olanakları ve finansman kaynakları sağlamak amacıyla bugüne değin yapmış oldukları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

 

4.32

 

0.61

OLUMSUZ

9.             Çevre Bakanlığı ve Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı’nın çevre fonlarının çevre koruma çalışmalarına katkı sağlayacak şekilde işletilmesi amacıyla bugüne değin yapmış oldukları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

4.50

 

0.84

OLUMSUZ

10.         Merkezi hükümete bağlı kuruluşların ve bunların taşra örgütlerinin çevre için insan kaynakları planlaması ve yönetimi sisteminin kurulması amacıyla bugüne değin yapmış oldukları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

4.18

 

0.55

OLUMSUZ

11.         Merkezi hükümete bağlı kuruluşların ve bunların taşra örgütlerinin çevre ile ilgili uluslararası yükümlüklerin yerine getirilmesi amacıyla bugüne değin yapmış oldukları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

3.39

 

0.79

YOK

12.         Merkezi hükümete bağlı kuruluşların ve bunların taşra örgütlerinin çevre koruma amaçlı alan, mekân ve arazi kullanımı planlaması amacıyla bugüne değin yapmış oldukları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

4.04

 

0.64

OLUMSUZ

13.         Merkezi hükümete bağlı kuruluşların çevre koruma amaçlı ekonomik teşvik sistemlerinin uygulanması amacıyla bugüne değin yapmış oldukları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

 

4.36

 

0.56

OLUMSUZ

14.         Merkezi hükümete bağlı kuruluşların ölçme, izleme ve denetleme (monitoring) sistemleri kurulması amacıyla bugüne değin yapmış oldukları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

3.96

 

0.58

OLUMSUZ

15.         Merkezi hükümete bağlı kuruluşların çevrenin korunması bağlamında üretim tesislerine temiz yakıt ve ham madde sağlanması amacıyla bugüne değin yapmış oldukları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

3.93

 

0.66

OLUMSUZ

16.         Merkezi hükümete bağlı kuruluşların çevresel risk ve kazalara karşı çevre sigortası sistemi kurulması ve uygulanması amacıyla bugüne değin yapmış oldukları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

4.36

 

0.87

OLUMSUZ

17.         Merkezi hükümete bağlı kuruluşların ve bunların taşra örgütlerinin kirlenmiş alanların temizlenmesi amacıyla bugüne değin yapmış oldukları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

 

3.93

 

0.86

OLUMSUZ

18.         Merkezi hükümete bağlı kuruluşların ve bunların taşra örgütlerinin atık su arıtma tesisleri kurulması amacıyla bugüne değin yapmış oldukları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

3.71

 

0.81

OLUMSUZ

19.         Merkezi hükümete bağlı kuruluşların ve bunların taşra örgütlerinin katı atıklar için güvenli depolama alanları kurulması amacıyla bugüne değin yapmış oldukları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

4.00

 

0.67

OLUMSUZ

20.         Merkezi hükümete bağlı kuruluşların ve bunların taşra örgütlerinin atık maddelerin geri kazanımı amacıyla bugüne değin yapmış oldukları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

 

4.11

0.88

OLUMSUZ

21.         Merkezi hükümete bağlı kuruluşların ve bunların taşra örgütlerinin gürültünün önlenmesi amacıyla bugüne değin yapmış oldukları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

4.00

 

0.86

OLUMSUZ

22.         Merkezi hükümete bağlı kuruluşların ve bunların taşra örgütlerinin hava kirliliğinin önlenmesi amacıyla bugüne değin yapmış oldukları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

3.54

 

1.00

YOK

ORTALAMA

3.97

0.74

OLUMSUZ

 

Ulusal çevre yönetimi işlevleriyle ilgili olarak 22 alt ölçüt irdeleme konusu yapılmıştır. Alt bileşenlerin hiç biri üzerinde olumlu oydaşlık sağlanamamamıştır. Sadece iki alt ölçüt (uluslararası yükümlülüklerin yerine getirilmesi ve hava kirliliğinin önlenmesi) üzerinde oydaşlık sağlanamamıştır. Geri kalan 20 alt ölçüt üzerinde olumsuz oydaşlık sağlanmıştır. Bu alt ölçütler şunlardır:

 

-       kirliliklerin saptanması

-       çevresel ortamların çevresel niteliklerinin, kirletici salım ve boşaltmalarının ölçülmesi ve kirliliklerin zaman içinde ve alan üzerinde dağılma/yayılma biçimlerinin saptanması

-       ölçme, örnek alma, analiz etme, ayar (kalibrasyon) ve laboratuvar uygulamaları için ölçün geliştirme

-       iş yeri açma/çalışma ve kirlilik ve atık yayma/boşaltma için “izin” ve “ruhsat” sistemleri kurulması ve uygulanması

-       çevresel kirlenmelerin önlenmesi

-       çevresel risklerin değerlendirilmesi, planlanması, yönetilmesi ve azaltılması

-       çevre koruma amaçlı çalışmalar için bütçe olanakları ve finansman kaynakları sağlanması

-       çevre fonlarının çevre koruma çalışmalarına katkı sağlayacak şekilde işletilmesi

-       insan kaynakları planlaması ve yönetimi sisteminin kurulması

-       çevre koruma amaçlı alan, mekan ve arazi kullanımı planlaması

-       ekonomik teşvik sistemlerinin uygulanması

-       ölçme, izleme ve denetleme (monitoring) sistemleri kurulması

-       üretim tesislerine temiz yakıt ve ham madde sağlanması

-       çevresel risk ve kazalara karşı çevre sigortası sistemi kurulması ve uygulanması

-       kirlenmiş alanların temizlenmesi

-       atık su arıtma tesisleri kurulması

-       katı atıklar için güvenli depolama alanları kurulması

-       gürültünün önlenmesi

 

Yukarıda verilen çizelgede yer alan veriler Türkiye’de ulusal çevre yönetimi işlevlerinin yeterince gelişmemiş olduğunu ortaya koymaktadır. Yanıtların ortalamalarının ortalaması 3.97dir. Standart sapmaların ortalaması ise 0.74’dür. Bu sonuç, ülkede çevre yönetimi işlevlerinin gelişmemişliği konusunda uzmanların ortak kanıya sahip olduklarını göstermektedir. Nitekim bu soruların tümünü kapsayan ve anlamda işlevlerin bütünün yeterlilik düzeyini ölçmek isteyen “Bugüne değin elde ettikleri performansı genel olarak irdelemek gerekirse, (Orman ve) Çevre Bakanlığı ve bu bakanlığın bağlı kuruluşu olan “Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı” başta olmak üzere, ulusal çevre yönetiminden sorumlu olan merkezi hükümet kuruluşu içinde yer alan bakanlıkların ve bunların taşra örgütlerinin çevresel kalitenin korunması açısından yasaların kendilerine vermiş olduğu görevlerini yerine getirmiş oldukları ifade edilebilir”  yargısına verilen yanıtların ortalaması 3.79 ve standard sapması da 0.74’dür. Bu sonuç ile bölüm içinde yer alan soruların tümüne verilen yanıtların ortalamalarının ortalaması ve standart sapmalarının ortalaması arasındaki benzerlik dikkat çekicidir. Bu durum uzmanların bu yoldaki oydaşlığının kesin olduğunu göstermektedir.

Bu yargıyı destekleyen pek çok kanıt bulmak olasıdır. Her şeyden önce ülkede çevre yönetim işlevlerinin neler olduğunu ve nasıl uygulanacaklarını gösteren belgelere ulusal çevre yönetimi dizgesi içinde raslanamamaktadır. Öte yandan, çevre yükümlülerin kurallara uyup uymadıklarını saptayacak denetim dizgesi yasal zorunluluk olmasına (Çevre Kanunu madde 12) [15] ve kâğıt üzerinde oluşturulmuş olmasına karşın uygulama alanına etkili şekilde sokulamamıştır. Ayrıca, ileride üzerinde durulacağı üzere, çevre yönetiminin teknik altyapısı da yeterince kurulamamıştır. Diğer örnekler arasında ölçme ve izleme (monitoring) dizgelerinin kurulamamış olmasını ve veri ve bilgi envanterlerinin yokluğunu sıralamak olanaklıdır.

Ulusal çevre işlevleri ile ilgili olarak panel üyesi uzmanlar tarafından belirtilen olumlu görüşler aşağıda belirtilmiştir.

Bazı panel üyesi uzmanlara göre, Türkiye’de çevre koruma düşüncesinin diğer ülkelerle karşılaştırıldığında göreli olarak yeni gelişmeye başlayan bir kavram olduğu görülmektedir. Bu üyeler, bu gerçeğe karşın, Türkiye’de çevreye ilişkin yasal ve kurumsal altyapının kurulmuş ve işler hale getirilmiş olduğunu belirtmekte ve gelişme sürecinin devam edeceğine ilişkin beklentilerini dile getirmektedirler. AB ile uyum çerçevesinde gerekli düzenlemelerin yapılmakta olduğunu belirten üyeler bunu uygulamaların izleyeceğini söylemektedir. Uzmanlara göre, artan toplumsal bilinçle birlikte kamuoyu bir taraftan daha fazla ekonomik kalkınma isteminde bulunurken diğer yandan çevrenin daha iyi korunmasını isteyecektir. Çevre koruma çalışmalarının ekonomik maliyetinin şimdilik göz ardı edildiğini ileri süren bu uzmanlar yatırımları çevre felaketlerine karşı sigortalama uygulamasının yeterince gelişmemiş olduğuna dikkat çekmektedir. Uzmanlar “kirleten öder” ilkesinin de çevresel risk sigortacılığı dizgesinin geliştirilememiş olması nedeniyle uygulamaya konulamadığını bildirmişlerdir. Türkiye’de kirlilik kaynaklarının saptanmaya başlandığını belirten üyeler bu tür çalışmaların kirliliklerin önlenmesi adına atılan önemli adımlar olduğunu belirtmektedirler.

Olumlu görüş sergileyen üyelerin bazıları ülke genelinde uygulama birlikteliği sağlanamaması nedeniyle farklı yörelerde farklı sonuçlar elde edildiğini belirtmektedir. Bakanlık tarafından yasal düzenlemelerin yapılmış olduğunu bildiren bazı uzmanlar da özel çevre koruma açısından işlev ve süreçlerin geliştirilmesi çalışmalarının istenilen düzeye ulaşamadığını söylemektedir. Bu amaçla çeşitli yönergelerin uygulamaya konulduğunu belirten uzmanlar ulusal düzeyde uygulama birlikteliğinin sağlanması ve ülke bazında tektip değerlendirme yapılması gerektiğini söylemektedirler.

Bazı üyeler de çevresel konularda yerel yönetimlere yeni yasal düzenlemelerle daha fazla hukuksal yetki, akçalı destek ve insan kaynağı desteği sağlanması gerektiğini bildirmişlerdir.

Bazı üyeler ise, Türkiye’de nitelik denetimlerinin yapılması durumunda mevcut çevresel verilerin çoğunun işe yaramaz olduğunun görüleceğini bildirmiştir. Bu üyelere göre, kullanılan örnekleme ve çözümleme yöntemleri, verilerin istatistiksel değerlendirme yöntemleri ve bunların topluma duyurulma şekilleri yetersizdir.

Ulusal düzeyde çevresel kirlilikleri önlemek için yapılacaklar ile çevre koruma önlemlerinin hangi nitelik ve ölçülerde olması gerektiğinin saptanmasının bu konudaki yasal düzenlemelerin uygulamasını gösterecek ölçün ve sınır değerleri belirleyebilmek bakımından gerekli olduğunu belirten bazı uzmanlar kirliliklerin gelişme süreçlerinin alan üzerinde ve zaman içinde izlenmesi gerektiğini bildirmişlerdir. Çevresel kirlenmelerin yol açabilecekleri olumsuz etkiler konusunda önceden önlem alınması gerektiğini bildiren uzmanlar ancak son aşamaya gelindiğinde kirliliğe müdahale etmek seçeneğinin yöneticiler tarafından tercih edildiğini ileri sürmüşlerdir.

Bazı üyeler de ölçme, örnek alma, çözümleme, ayar (calibration) ve laboratuvar uygulamaları için ölçün geliştirme çalışmalarının olumlu olduğunu ancak sayılarının yetersiz kaldığını bildirmektedirler. Bu üyelere göre, Ankara Gölbaşı’nda AB fonlarından yararlanılarak gerçekleştirilen Ulusal Çevre Referans Laboratuvarı’nın kurulması bu alanda önemli katkılar sağlanmıştır.

Panel üyesi uzmanların bir bölümü iş yeri açma ve çalışma ve kirlilik ve atık yayma ve boşaltma için “izin” ve “ruhsat” dizgelerinin etkili şekilde uygulanmakta olmasının iyi ve olumlu olduğunu belirtmekte ve kirlilik salma ve boşaltma izinlerinin yeterlilik düzeyi kuşkulu olmakla birlikte bir şekilde yürütülmekte olduğunu söylemektedir. Kirlenmelerin önlenmesi yolunda yapılan ulusal çalışmaları iyi ve olumlu olarak nitelendiren bazı üyeler ÇED uygulamasını bu olumluluğun kanıtı olarak göstermektedir. Bu üyeler, eski tesislerden kaynaklanan kirliliklerinin önlenmesi için yoğun çaba harcandığını ve kentlerimizde hava kirliliğinin azaltılması yolunda ciddi adımlar atıldığını belirtmektedirler. Doğal gazın yaygınlaştırılmasının bu anlamda olumlu ve önemli  örnek olarak verilebileceğini belirten uzmanlar kentlerde evsel ısınma için doğal gaz sağlanmış olmasını olumlu gelişme olarak nitelendirmişler; ancak, ülkemizde bunun dışında başkaca olumlu gelişmenin izlenemediğini belirtmişlerdir.

Ulusal düzeyde çevresel risk değerlendirme, risk planlama, risk yönetimi ve risk azaltma çalışmalarının iyi ve olumlu olduğunu söyleyen bazı uzmanlar ise bu çalışmalara orta ve uzun erimde daha gerçekçi yön verilebileceğini ileri sürmektedirler. Çevresel risk değerlendirme, planlama, yönetim ve azaltma çalışmalarının çevre koruma çalışmalarının temelini oluşturduğunu belirten bu üyeler bu tür çabaların daha sonra yaşanacak olumsuzlukları denetim altında tutmayı, koruyucu planlamalar yapabilmeyi ve yatırımdan ya da etkinlikten tamamen vazgeçmeyi çevresel değerleri koruma adına olanaklı kılacağını söylemektedirler. Bu yolda yapılacak çalışmaların sürdürülebilir kalkınma ilkesine uygun hareket edebilme koşullarından birisi olduğunu bildiren bazı üyeler de bu konudaki kimi uygulamaların ÇED mevzuatı uyarınca daha projenin başlangıç aşamasında yapılmakta olduğuna işaret etmektedir. Bu üyelere göre, ÇED bildirgesinin hazırlanmasıyla işletmenin çevresel etkileri belirlenmekte ve gerekli önlemlerin alınması sağlanmaktadır. ÇED kapsamında bu tür çalışmaların yapılmakta olduğunu belirten uzmanlar bakanlıkların ilgi alanlarına giren konularda risk planlama ve yönetimi konusunda daha da bilinçlendiklerinin gözlendiğini belirtmektedir. Bu üyeler, TSE-ISO 14001 Uluslararası Çevre Yönetimi Belgesi alan kuruluşların çalışmaları arasında da bu tür etkinlikler bulunduğuna işaret etmektedirler. Bazı panel üyesi uzmanlar da akademik anlamda su kirliliği denetim ve arıtma teknolojisi geliştirme, hava niteliklerini ve kirletici atmaları belirleme, modelleme çalışması yapma gibi konularda Türk bilim adamlarının kısıtlı olanaklar altında oldukça çok sayıda ve yüksek nitelikte yayın yapmakta olmalarını ulusal çevre yönetim işlevleri adına olumlu katkı olarak vurgulamaktadırlar.

 

Bazı üyeler de, çevre için bilimsel araştırma ve teknoloji geliştirme çalışmaları bağlamında üniversitelerde TÜBİTAK’ın yönlendirmesiyle -yeterli olmamakla birlikte- bazı çalışmalar yapılmakta olduğunu belirtmişlerdir.

Ulusal çevre yönetimi işlevleri çerçevesinde ülkenin uluslararası yükümlülüklerini yerine getirme düzeyini irdeleyen bazı üyeler de Türkiye’nin çevre ile ilgili uluslararası yükümlüklerini yerine getirmekte olduğunu söylemekte ve Avrupa Birliği ile bütünleşme sürecinde söz konusu yükümlülüklerin yerine getirilmesinin ülkemiz açısından itibar kaynağı ve hukuksal zorunluluk olduğunu belirtmektedirler. Bu üyeler, AB’ne katılmak isteyen Türkiye’nin çeşitli sözleşmelere imza atarak üzerine aldığı yükümlülükleri yerine getirmekte olduğunu söylemekte ve örnek olarak MARPOL–73, BERN, BARCELONA ve CENEVRE sözleşmelerini göstermektedirler. Türkiye’nin uluslararası anlaşmalardan doğan yükümlülüklerini ‘bazı’ alanlarda yerine getirmekte olduğunu söyleyen üyeler bu çerçevede yapılması gereken daha pek çok çalışma bulunduğunu sözlerine eklemektedirler. Çevresel kirlilikleri coğrafya sınırlarıyla açıklamanın olanaklı olmadığını belirten uzmanlar çevre kavramından asıl anlaşılması gerekenin ekolojik dizgeler olması gerektiğini ve bu nedenle çevre koruma bilincinin aynı ekodizgeleri paylaşan ülkeler arasında yaygınlaşmasının ve ortak geleceğimizin güvence altına alınabilmesi için ortak uygulama biçimlerinin geliştirilmesinin zorunlu olduğunu belirterek çevreye zarar vermemek ve çevresel olgulardan zarar görmemek için uluslararası yükümlülükleri önce “bilmek” ve sonra da “yerine getirmek” gerektiğini söylemektedirler. Türkiye’nin uluslararası anlaşmalardan doğan yükümlülüklerini belirli geçiş dönemi içinde yerine getirmeye çalışması gerektiğini belirten bazı üyeler de uluslararası dayatmalara karşı dikkatli olunması gerektiğini; zira, yabancı ülkelerin bazen kendi ülkelerinde tam uygulayamadıklarını Türkiye’nin eksiksiz uygulamasını istediklerini ileri sürmektedirler.

Bu olumlu görüşlere karşılık panel üyesi çevre uzmanlarının çoğunluğu ulusal çevre yönetimi işlevlerinin gelişmişlik düzeyi konusunda olumsuz görüş belirtmişlerdir. Ulusal çevre işlevleri ile ilgili olarak panel üyesi uzmanlar tarafından belirtilen olumsuz görüşler aşağıda belirtilmiştir.

Uzmanların önemli bölümüne göre, Türkiye’de olması gereken düzeyde ulusal çevre yönetimi dizgesi Çevre Müsteşarlığı’nın kuruluşundan bu güne kadar geçen 25 yıla karşın henüz oluşturulamamıştır. Uzmanların bu yoldaki önemli eleştirilerinden biri Çevre Bakanlığı’nın taşra örgütlenmesinin yetersizliğine yöneliktir. Uzmanlar Çevre Bakanlığı’nın Orman Bakanlığı ile birleşmesinden sonra sorumluluk alanının da genişlemesi nedeniyle yeterlilik düzeyinin tartışmaya daha da açık duruma geldiğini bildirmiştir.

Bazı üyeler, ülkede çevresel risk kavramının henüz yerleşmediğini belirtmekte ve çevre bilinci ve risk unsuru konusunda ulusal çalışma yapılmadığını söylemektedirler. Bu üyeler, mevcut durumun çözümlenmesine ilişkin çalışmalar yeterli düzeyde yapılmadığı için risk değerlendirme, planlama ve yönetim çalışmalarında aksamalar olduğunu belirtmektedirler.

Bazı panel üyesi uzmanlar ise çevresel yatırımların uygun teknoloji ve maliyetlerle gerçekleştirilmesini sağlayıcı çalışmaların yapılmasına gereksinim duyulduğunu belirtmekte ve bu yapılabildiği takdirde çevresel yatırımların yaygınlaşacağını ve çözümün kolaylaşacağını söylemektedirler. Bu konuda örnek veren  üye zeytinyağı üretim tesislerinden oluşan kara suyun arıtımı konusunda ülkemiz koşullarında uygulanabilir çözümün halen geliştirilememiş olduğuna dikkat çekmektedirler.

Bazı üyeler ise çevre yönetimine ilişkin işlev ve süreçlerin başlatılmış olduğunun söylenebileceğini ancak bunların gelişmişlik ve yeterlilik düzeyinin öngörülen hedeflere ulaşmayı sağlayacak düzeyde olmadıklarını belirtmektedirler. Sürdürülebilir kalkınma ilkesine bu süreçlerde daha fazla yer verilmesi gerektiğini belirten uzmanlar taşrada ilçeler bazında da (çevre kirliliği açısından özellikli ilçeler başta olmak üzere) örgütlenmenin gerekli olduğunu söylemektedirler.

Etkililik kavramıyla yeterlilik kavramının karıştırılmaması gerektiğini söyleyen bazı uzmanlar ise Türkiye’de çevre üst yönetiminin yeterlilik düzeyinin giderek yükseldiğini ancak alt yönetim düzeyinde günlük rutin iş ve işlemlerin yarattığı yoğun baskının çevresel kurumların çalışmalarının etkililik ve etkenlik düzeyini azalttığını vurgulamaktadırlar.

Olumsuz görüş belirten bazı uzmanlar da Türkiye’de güvenilir ve nitelikli çevre envanterlerinin bulunmadığını bildirmişler ve kirlenmelerin saptanmasına ilişkin çalışmalarda bölgeler ve iller arasında eşitsizlikler görüldüğünü belirterek özellikle 2001 yılından sonra Çevre Bakanlığı tarafından kurulan yerel çevre örgütlerinin kirlenmenin saptanabilmesi için gerekli olan her türlü teknik donanımdan yoksun olduklarını söylemişlerdir. Kirliliğin saptanması yolundaki çalışmaların yetersizliğine değinen bazı uzmanlar da Türkiye’de kirlilik kavramının ortak tanımının henüz yapılmamış olduğunu belirterek yönetmeliklerde yer alan ölçünlerin çok seyrek yapılan gözlemlere dayanılarak ‘aşılmış’ olduğunun belirlenmesinin kirliliğin saptaması için yeterli sayılamayacağına işaret etmişlerdir. Bazı üyeler de kirletici salma ve boşaltmaların ölçülmesi için yeterli ölçüm dizgelerinin bulunmaması ve laboratuvarların araç ve gereç açısından yetersiz olmaları nedeniyle kirliliklerin saptanmasını öngören çalışmaların sonuçsuz kaldığını belirtmişlerdir. Bu üyelere göre, kirlenmelerin saptanması amacıyla dizgesel ve dönemsel gözlemler yapılmamakta ve bu gözlemlere dayalı ve kullanılabilir nitelikte veri tabanı oluşturulamamaktadır. Aynı üyeler, ölçme, örnek alma, çözümleme, ayar ve laboratuvar uygulamaları için ölçün geliştirme çalışmalarının yetersiz olduğunu ve Türkiye’de tekil bir kaç akademik çalışma dışında yaygın anlamda bu bağlamda çalışma yapılmadığını bildirmektedirler. Konu üzerinde daha ayrıntılı görüş belirten üye ise bu bağlamda verilebilecek tek örneğin “Çevre ve Orman Bakanlığı’nın Gölbaşı Ulusal Referans Laboratuvarı” olduğunu ancak bu tesisin sadece Ankara ve yakın çevresi için hizmet ürettiğini, periferiden alınan örneklerin ilk 6 saat içerisinde laboratuvara ulaştırılması gerektiğini belirterek TÜBİTAK ve üniversiteler gibi yetkili laboratuvarların da bulunmadığı illerde ölçme ve çözümleme çalışmalarının yapılamadığını söylemektedir. Diğer üyeler de bir çok il merkezindeki kurum ve kuruluşlarda çevre laboratuvarlarının tam olarak oluşturulamadığı görüşüne katılmışlardır. Bu üyelere göre, ölçme, örnek alma, çözümleme, ayar ve laboratuvar uygulamaları Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya doğru gidildikçe ve özellikle küçük ölçekli kırsal belediyelerde ya hiç uygulamamakta ya da şeklen uygulanmaktadır.

Ulusal düzeyde kirlenmelerin önlenmesi yolunda bazı iyiniyetli çalışmalar olmakla birlikte bunların ülke çapında başarılı olduğunu ileri sürebilmenin olanaklı olmadığına değinen uzmanlar bu bağlamda yapılan çalışmalarda bilimsel yöntemlerin kullanılmadığını söylemektedirler. Özellikle endüstriden kaynaklanan kirliliklerin canlı organizmalarda kalıcı zararlara yol açtığını belirten uzmanlar kirlenmelerin önlenmesi çalışmaları çerçevesinde Ankara’nın hava kirliliği ve İzmit Körfezi kirliliği dışında başarılı sayılabilecek örneklerin henüz ortaya konulamadığını bildirmişlerdir. Çevre sorunlarının önüne geçilmesi için teknik ve yöntemler geliştirildiğini belirten uzmanlar bu tür kuramsal yöntemlerin ülkemizde henüz uygulama alanına konulamadığını belirtmektedirler. Uzmanlara göre, kirlenmelerin önlenmesi yolunda toplumun, endüstri temsilcilerinin ve turizm işletmecilerinin doğru bilinçlenmesinin sağlanamamış olması kirliliklerin önlenmesi yolunda  ciddi engel yaratmaktadır.

Ulusal düzeyde sürdürülen çevre için bilimsel araştırma ve teknoloji geliştirme çalışmalarının yetersiz olduğunu belirten uzmanlar özeksel yönetimin çevre için bilimsel araştırma ve teknoloji geliştirme çalışmaları konusunda üniversiteleri de desteklemediğini bildirmektedir.

Ulusal düzeyde akçalı kaynak yetersizliğine değinen bazı uzmanlar ülkemizde yapılması gereken çevre yatırımlarının akçalı kaynak sağlanamaması nedeniyle yapılamadığını bildirmektedirler. Bu uzmanlar, özellikle kentsel yerleşmelerden kaynaklanan katı ve sıvı atıkların arıtımının ve gideriminin yapılabilmesi için bütçeden çevresel yatırımlar için yeterli pay ayrılmasının gerekli olduğunu ancak ayrılabilen payların duyulan gereksinim karşısında çok yetersiz kaldığını açıklamaktadırlar. Uzmanlar, çevre vergilerinin ilgili mevzuata uygun toplandığının ve kullanıldığının saptanması için yapılan bürokratik işlemler üzerinde gerekli inceleme ve denetlemelerin yapılmasının ve elde edilecek sonuçlara göre çevresel denetim dizgesinin yeniden düzenlenmesinin son derece yararlı olacağını söylemektedirler. Bu bağlamda, Çevre ve Orman il müdürlüklerine akçalı destek sağlanması gerekirken bunun yapılmadığına işaret eden bazı uzmanlar çevre konusunda yapılan araştırmaların yetersiz olduğunu, kurumlar arasında eşgüdüm sağlanamadığını ve özellikle taşra örgütlerinin 2001 yılından sonra kurulduğu illerde bütçe ve finansman olanaklarının çok sınırlı kaldığını bildirmektedirler.

Ulusal çevre yönetimi işlevlerini irdeleyen bazı uzmanlar da “Çevre Kirliliğini Önleme Fonu”nun ülkemizde siyasal istencin çıkarları doğrultusunda köylere ve belediyelere traktör ve vidanjör gibi araçlar dağıtmak için kullanıldığını belirtmektedirler. Uzmanlar Çevre Fonu’nun gelirlerinin genel bütçeye aktarılmakta olduğunu ve yapılması gereken harcamaların ancak Maliye Bakanlığı’nın verdiği izin oranında gerçekleşebildiğini söylemektedirler. Bazı üyeler de fonların kullanılma şeklinin saydam olmadığını, araç ve gereç alımlarında gereksinim çözümlemelerinin yeterince yapılmadığını, Motorlu Taşıt Vergisi gibi kaynaklardan çevre fonları için gelir toplanırken özellikle gemi alım ve satımından çevreye hiç fon aktarılamadığını söylemişler ve bu alanda görülen başarısızlığın başlıca nedeninin fon gelirlerinin enflasyona göre ayarlanamaması olduğunu belirtmişlerdir. Üyeler, Fon’un tümünün politik amaçlarla israf edildiği konusunda görüş birliği içindedir.

Ulusal çevre yönetiminde uzman personel sayısının yetersiz olduğunu belirten üyeler bu nedenle proje üretiminde ya da ÇED bildirgesi hazırlama aşamalarında yetenekli uzman gereksiniminin ortaya çıktığını ve özellikle çevre sorunlarının günlük yönetim bağlamında eğitim ve kapasite geliştirme çalışmalarına büyük gereksinim duyulduğunu belirtmişlerdir. Üyeler, duyulan bu gereksinimlere karşın Türkiye’de çevre için insan kaynakları planlaması yapılmadığını söylemektedirler.

Bazı üyelere göre, Türkiye uluslararası anlaşmalardan doğan yükümlülüklerini yerine getirmemektedir. Bu konudaki yargılarını desteklemek üzere Türkiye’nin İklim Değişikliği Sözleşmesi’ni yıllarca imzalamayı reddettiğini ve kükürtoksit salımlarını sınırlamayı onyıllardır kabul etmediğini ileri süren uzmanlar Çevre Bakanlığı’nın Johannesburg’daki “Rio+10” zirvesine sunulan Türkiye Ulusal Bildirgesi’nin bile sağlanan dış akçalı kaynakla sivil toplum kuruluşlarına hazırlatılmış olmasının anlamlı olduğunu söylemektedirler. Uluslararası yükümlülüklerin yerine getirilmesinde görevli kamu kurumları arasında yetki boşluğu, yinelemesi ve çatışması yaşandığını söyleyen üyeler bu durumun pek çok konuda önemli fırsatların kaçmasına yol açtığını ileri sürmektedirler.

Ulusal çevre yönetimi işlevlerinin olumsuz olduğunu belirten kimi üyeler de ülkemizde genelde makro ölçekte arazi kullanımı planlaması yapılmadığı için çevre koruma amaçlı alan, mekan ve arazi kullanımı planlaması bağlamında da planlama çalışması yapılamadığını bildirmişlerdir. Üyelere göre, ülke genelinde, master plan uygulamaları yeterince önemsenmemekte ve yapılanlar da uygulamaya konulamamaktadır.

Çevre koruma amaçlı ekonomik özendirme dizgelerine değinen bazı üyeler de bu alanda yapılan çalışmaların yetersiz olduğunu belirtmişler ve arıtma dizgelerine sağlanan elektrik sübvansiyonunun kaldırılmış olmasını örnek olarak göstermişlerdir. Gerek işletmeciler ve gerekse kuruluşlar için üretim maliyetine doğrudan yansıyan çevre yatırımı giderlerinin özendirmelerle çekici kılınmasının çevre koruma çalışmalarında başarıyı artıracağını belirten üyeler özendirme koşullarının açık ve kesin duruma getirilmesinin, bu yoldaki denetimlerin sürekli kılınmasının ve ayrıcalıklı uygulamalara son verilmesinin gerekli olduğunu belirtmişlerdir. Çevre amaçlı ekonomik özendirme dizgesinin ülkemizde iyi işlemediğini ve çok sık politik müdahalelerle karşılaştığını belirten uzmanlara göre son olarak atık su arıtma tesislerine uygulanan ucuz elektrik tarifelerinde yapılan değişiklikle bu özendirmenin kaldırılmış olduğuna dikkat çekmişlerdir. Atık borsaları ve “yeşil nokta” uygulamalarıyla ekonomik özendirmeler oluşturulmaya çalışıldığını söyleyen bazı uzmanlar da bu uygulamaların henüz başlangıç aşamasında olduğunu belirtmişlerdir.

Bazı panel üyesi uzmanlar ise, Türkiye’de ölçme, izleme ve denetleme dizgelerinin yetersiz olduğunu belirterek yeni yürürlüğe konulan “Çevre Denetimi Yönetmeliği”nin dahi uygulamada gerçek dönüşüme hizmet etmekten çok firmalar için bir gündem yaratmanın yararlı olacağı düşüncesiyle ve güdüsüyle uygulama alanına konulduğunu söylemişlerdir. Bu üyelere göre, Türkiye’de ölçme, izleme ve denetleme çalışmaları bağlamında DSİ’nin yaptığı sınırlı çalışmalar dışında çalışma yapılmamaktadır ve diğer kurumların çalışmalarının tamamı bu açıdan yetersizdir.

Uzmanların ulusal çevre yönetimi işlevlerinin irdelenmesi bağlamında üzerinde yorum yaptıkları konulardan biri de işletmelere çevre açısından temiz yakıt ve ham madde sağlanması olmuştur. Çevrenin korunması bağlamında üretim tesislerine temiz yakıt ve ham madde sağlanmasının ulusal ekonomik sıkıntılar ve enerjide dışa bağımlılık devam ettiği sürece gerçekleşmesinin olanaklı olmadığını ileri süren uzmanlar bazı desülfürizasyon çalışmalarının özelleştirme kapsamındaki rafinerilerde yıllardır gerçekleştirilememesini örnek olarak göstermektedirler. Çevre korumada kirliliğin kaynağında denetim altına alınmasının esas olduğunu belirten üyelere göre ham madde ve yakıt gibi üretim girdilerinin uygun ekonomik maliyetlerin sağlanması durumunda çevrenin korunması açısından son derece yararlı olacağını belirtmektedirler. İşletmelerde ve konutlarda hava kirletici etkisi nedeniyle kullanımı yasaklanan 6 nolu fuel-oil üretiminin halen devam ettiğini ve tüm denetimlere karşın ısınma amacıyla tüketilmeye devam edildiğini belirten uzmanlar çözümün yasak koymak yerine bu üretimi durdurmak ya da alternatif temiz ve ucuz yakıt sağlamak olduğunu söylemektedirler. Üyelere göre, Türkiye’de temiz ham madde ve yakıtın ülkenin uzak ve gelişmemiş bölgelerine getirilmesi henüz gerçekleştirilememiş hedeftir. Üretilen yakıtların niteliksiz olduğunu belirten uzmanlar Çevre Bakanlığı’nın ÇED bildirgesi yükümlülüğünü kaldırdığı mobil elektrik santrallerinin kullandığı 6 numaralı fuel-oilin temiz yakıt olmadığını belirtmişler ve temiz ham madde ve enerji sağlanması konusunda devlet uygulaması yapılmadığını bildirmişlerdir.

Çevresel risklerin sigortalanması olgusuna değinen bazı uzmanların çevresel risk hesaplarının bilimsel olarak kabul edilebilir yöntemlerle yapılmadığına ve bunlara ÇED bildirgelerinde yer verilmediği sürece çevre sigortası dizgesinin Türkiye’de işletilemez olduğuna inandıkları anlaşılmaktadır. Esasen çevresel risklere karşı sigortalama dizgesinin henüz Türkiye’de kurulamamış olduğunu belirten bu uzmanlar Ovacık-Bergama altın madenini işleten firmanın böyle bir sigortayı dile getiren bir tam sayfa gazete ilanı verdiğini ancak uygulamaya girişmediğini anımsatmışlardır.

Endüstriyel kazalara ilişkin olarak illerde yapılması gereken “acil müdahale planları”nın henüz tamamlanamadığına dikkat çeken uzmanlar çevresel risklere karşı sigortalamanın ülkemiz açısından henüz çok yeni bir kavram olduğunu, “environmental liability” anlamında sigorta uygulamasının Türkiye’de mevcut olmadığını ve uygulanmadığını belirtmişlerdir. Normal sigorta dışında, kirlenmiş alanların temizlenmesini amaçlayan bazı çabaların (Haliç, İzmir Körfezi, İzmit Körfezi gibi) olumlu sonuç verdiğini belirten bazı uzmanlar Türkiye genelinde bu amaçla başarılı olunduğunun söylenemeyeceğini belirtmektedirler.

Ulusal çevre yönetimi işlevlerinin irdelenmesi bağlamında kirletilen alanların temizlenmesi yolunda yapılan çalışmaları yetersiz bulan bazı panel üyesi uzmanlar ise kirletilen alanın kullanım şeklinin, çevresi ile etkileşiminin ve kirleticinin niteliği ile denetim altında tutulmak istenen alana yayılımının devam edip etmediğinin dikkate alınarak yapılacak çözümlemeler sonucunda alanın temizlenmesine karar verilmesinin doğru yaklaşım olacağını aksi takdirde çalışmalardan olumlu sonuç alınamayacağını bildirmişlerdir. Büyük kanal projesi tamamlanmadan İzmir Körfezi’nde uzunca süre ve yüksek maliyetlerle devam ettirilen dip çamurunu temizleyerek Körfez’i temizleme projesini örnek olarak gösteren uzmanlar bu tür yaklaşımların iyi ve olumlu sonuçlar veremeyeceğini belirtmektedirler. Atık su arıtma tesisleri kurulması konusunda ülkemizde kimi çalışmalar yapıldığını anımsatan uzmanlar bu çalışmaların varlığı bilinen sorunun büyüklüğü karşısında yeterli olduğunu ileri sürebilmenin olanaklı olmadığını belirtmekte ve yapılan etkinlikler sonucunda oluşan endüstriyel ve evsel atık suların alıcı ortamın kendi kendini arıtabileceği (soğurma - absorption) düzeye kadar arıtılmasının çevre kirliliğini önlemek açısından gerekli olduğunu ve atık suların kaynağında denetim altına alınması durumunda bu tür tesislerin kurulmasının iyi ve olumlu sonuç verebileceğini belirtmektedirler. Uzmanlar, kirliliklerin önlenmesi için yapılması gereken tesislerin teknik olarak yetersiz kalması ve ussal işletme koşullarının sağlanamaması durumlarında ekonomik anlamda ölü yatırım şekline dönüşmesi ve hatta çevreyi kirletici nitelik kazanması riskinin bulunduğunu belirtmişlerdir. Bu uzmanlar bazı kentlerde atık suların ve ÇED kapsamında “ÇED olumlu kararı” alan yeni işletmelerin atık sularının arıtıldığını belirten uzmanlar bununla birlikte kurulmuş olduğu halde çeşitli nedenler ötürü işletilemeyen atık su arıtma tesislerinin sayısının oldukça çok olduğuna dikkat çekmektedirler. Ülkemizde atık su arıtma tesisi kurulması konusunda yapılan çalışmaların sınırlı olduğunu ve ülkenin gerçek gereksinimi karşısında yetersiz kaldığını açıklayan uzmanlar kurulmuş tesislerin birçoğunun oldukça kötü koşullar altında çalıştığını, işletme maliyetlerini karşılayacak parasal kaynaklarının yetersiz olduğunu ve bu tesislerde çalışan yetkin teknik personel sayısının az olduğunu belirtmişlerdir.

Aynı çerçevede katı atık sorununu irdeleyen uzmanlar katı atıklar için güvenli depolama alanları kurulmasının doğal çevrenin korunması bağlamında tartışmasız bir zorunluluk olduğunu; ancak, bir kaç büyük şehirdeki sınırlı sayıda sağlıklı ve güvenli katı atık depolama alanı dışında bu tür tesislerin ülkemizde mevcut olmadığını söylemektedirler. Katı atıkların giderilmesi konusunun ülkemiz için öncelikli çevre sorunlarının başında geldiğini belirten uzmanlar ülkedeki güvenli depolama alanlarının çok yetersiz olduğunu söylemektedirler. Uzmanlar, vahşi katı atık depolama alanlarının yakın ve uzak çevresinin kısa ve uzun erimde çevre kirletici unsurların yaratacağı olumsuz etkileri yaşamak zorunda kalacakları uyarısını yapmışlardır. Katı atıkların doğru yer seçimi ve güvenilir teknik altyapı anlamında güvenli alanlarda depolanmasının sağlanması durumunda çevre ve insan sağlığı adına risk oluşturmasının engellenebileceğini belirten uzmanlar bu alanları işletme güçlüklerinin ve maliyetlerinin yüksekliğinin göz önünde bulundurularak katı atık çözümlemeleri yaptıktan sonra giderme yöntemine karar verilmesinin ya da tamamlayıcı giderme yöntemlerinin saptanmasının daha doğru bir yaklaşım olacağını belirtmektedirler. Uzmanlar, ülkemizdeki uygulama biçimiyle katı atıklar konusunda ne asıl ve ne de tamamlayıcı giderme yöntemi olarak düzenli depolama alanlarının kurulamadığını ve vahşi depolama ile ülke çapında çevre kirliliği oluşturulmaya devam edildiğini bildirmişlerdir. Mevcut katı atık tesislerinin yetersiz olduğunu belirten uzmanlar kurulmuş olan bazı tesislerin de atıl durumda bulunduğunu açıklamışlardır. Ülkemizde katı atık giderme yöntemlerinin yeterince değerlendirilmediğini söyleyen uzmanlar bir çok ilimizde katı atık sorunu yaşandığını ve özeksel yönetimin katı atık konusunda daha fazla akçalı destek sağlamasının zorunlu olduğunu belirtmektedirler.

Atık maddelerin geri kazanılması bağlamında hızla tükenen yer altı ve yer üstü kaynaklarını daha iyi kullanabilmek ve depolama alanı ya da geri kazanma tesisi için ayrılacak alanların azaltılmasının çevre koruma bilincinin geliştirilmesi adına çok olumlu olduğunu belirten uzmanlar bu tesislerin bizzat kendilerinin çevre kirletici etkilerinin göz ardı edilmemesi gerektiğini ve bu açıdan teknolojik olarak güvenilir ve yeterli olmalarının güvence altına alınmasının önemli olduğunu söylemekte ancak uygulamalara bakıldığında bu tür tesislerin yaygın olmamaları ve mevcut olanların da yeterli çevre koruma önlemlerini almamış olmaları nedeniyle çevre sorunları oluşturduklarını belirtmişlerdir. Bazı üyeler, Türkiye’de uygulanmakta olan katı atıkların toplanması ve giderimi ile ilgili hukuksal ve yönetsel çerçevenin endüstriyel katı atıklar da dahil olmak üzere katı atıkların geri kazanımını olanaksız duruma getirdiğini ileri sürmüşlerdir.

Gürültü önleyici önlemlere değinen bazı uzmanlar bu alandaki çalışmaların genel anlamda yetersiz kaldığını bildirmişlerdir.

Hava kirliliğinin önlenmesi için ulusal düzeyde bazı önlemler alındığını belirten uzmanlar Türkiye’de hava kirliliği ölçünlerinin oluşturulduğunu, kurumsal yapının kurulduğunu, denetimlerin yapılmakta olduğunu, kentsel ve evsel ısınmada doğal gaz kullanımının yaygınlaştığını ve egzost gazlarının denetlenmesinde belirli yol alındığını açıklamışlardır. Uzmanlara göre, yukarıda sayılan olumlu girişimlere karşın Türkiye’de hava kirleticilerinden kaynaklanan hastalıklara ilişkin hiç bir epidemiyolojik araştırma yapılmamış olması hava kirliliğinin önlenmesi konusundaki çalışmaların yetersizliğini gösteren önemli  kanıttır.

Buraya kadar yapılan açıklamalar göstermektedir ki Türkiye’de ulusal çevre işlevleri yeterince gelişmemiştir. Ulusal düzeyde bazı çalışmaların yapılmakta olduğu kuşkusuzdur. Ancak, uzmanlar bu çalışmaların niteliksel ve niceliksel açıdan ülkemizde sağlıklı çevre koşulları oluşması açısından önemli ölçüde yetersiz olduğuna inanmakta ve bunu gerekçelendirmektedirler. Esasen bu yolda verdikleri karar yukarıdaki çizelgede verilen sonuçlara yansımış ve yukarıda özetlenen uzman görüşleriyle de desteklenmiş bulunmaktadırlar.

Ulusal düzeyde yapılan ve sonuçları yukarıda özetlenen irdelemeyi yerel ölçekte uygulanmakta olan çevre yönetimi işlevlerinin irdelenmesi izlemiştir. Yerel yönetimlerin çevresel işlev ve süreçler açısından içinde bulundukları koşullar aşağıda ele alınmıştır. Ulusal çevre yönetimi işlevlerinin irdelenmesi için sorulan sorular uzmanlara yerel yönetimler açısından da sorulmuştur. Alınan yanıtlar aşağıda Çizelge 6’da verilmiştir.

 

ÇİZELGE 6

YEREL ÇEVRE YÖNETİMİ İŞLEVLERİ VE SÜREÇLERİ

ALT ÖLÇÜTLER

O

SS

OYDAŞMA

1. Yerel yönetimlerin kirliliklerin saptanması amacıyla bugüne değin yaptıkları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

4.11

0.74

OLUMSUZ

2. Yerel yönetimlerin çevresel ortamların çevre kalitelerinin, kirletici emisyonlarının ve deşarjlarının ölçülmesi ve kirliliklerin zaman içinde ve alan üzerinde dağılma/yayılma biçimlerinin saptanması amacıyla bugüne değin yaptıkları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

4.11

 

0.79

OLUMSUZ

3. Yerel yönetimlerin ölçme, örnek alma, analiz etme, ayar (kalibrasyon) ve laboratuvar uygulamaları için standart geliştirme amacıyla bugüne değin yaptıkları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir. 

4.11

 

0.74

OLUMSUZ

4. Yerel yönetimlerin iş yeri açma/çalışma ve kirlilik ve atık yayma/boşaltma için “izin” ve “ruhsat” sistemlerinin etkili şekilde kurulması ve uygulanması amacıyla bugüne değin yaptıkları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

3.93

 

0.54

OLUMSUZ

5. Yerel yönetimlerin kirlenmelerin önlenmesi amacıyla bugüne değin yaptıkları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

4.11

 

0.69

OLUMSUZ

6. Yerel yönetimlerin çevresel risklerin değerlendirilmesi, planlanması, yönetilmesi ve azaltılması amacıyla bugüne değin yaptıkları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

4.25

 

0.70

OLUMSUZ

7. Yerel yönetimlerin çevre için bilimsel araştırma ve teknoloji geliştirme amacıyla bugüne değin yaptıkları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

4.29

 

0.76

OLUMSUZ

8. Yerel yönetimlerin çevre amaçlı çalışmalar için bütçe olanakları ve finansman kolaylıkları sağlanması amacıyla bugüne değin yaptıkları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

4.25

 

0.70

OLUMSUZ

9. Yerel yönetimlerin çevre fonlarını çevre koruma çalışmalarına katkı sağlayacak şekilde kullanmak amacıyla bugüne değin yaptıkları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

4.43

 

0.69

OLUMSUZ

10. Yerel yönetimlerin çevre için insan kaynakları planlaması ve yönetimi sisteminin kurulması amacıyla bugüne değin yaptıkları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

4.32

 

0.55

OLUMSUZ

11. Yerel yönetimlerin çevre ile ilgili uluslararası yükümlüklerin yerine getirilmesi amacıyla bugüne değin yaptıkları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

4.18

 

0.90

OLUMSUZ

12. Yerel yönetimlerin çevre koruma amaçlı alan, mekan ve arazi kullanımı planlaması yolunda bugüne değin yaptıkları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

4.00

 

0.54

OLUMSUZ

13. Yerel yönetimlerin çevre koruma amaçlı ekonomik teşvik sistemlerinin uygulanması amacıyla bugüne değin yaptıkları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

4.36

 

0.68

OLUMSUZ

14. Yerel yönetimlerin ölçme, izleme ve denetleme (monitoring) sistemleri kurulması amacıyla bugüne değin yaptıkları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

3.96

 

0.74

OLUMSUZ

15. Yerel yönetimlerin çevrenin korunması bağlamında üretim tesislerine temiz yakıt ve ham madde sağlanması amacıyla bugüne değin yaptıkları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

3.86

 

0.89

OLUMSUZ

16. Yerel yönetimlerin çevresel risk ve kazalara karşı çevre sigortası sistemi kurulması amacıyla bugüne değin yaptıkları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

4.21

 

0.88

OLUMSUZ

17. Yerel yönetimlerin kirlenmiş alanların temizlenmesi amacıyla bugüne değin yaptıkları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

3.86

 

0.80

OLUMSUZ

18. Yerel yönetimlerin atık su arıtma tesisleri kurulması amacıyla bugüne değin yaptıkları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

3.68

 

0.61

OLUMSUZ

19. Yerel yönetimlerin katı atıklar için güvenli depolama alanları kurulması amacıyla bugüne değin yaptıkları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

3.79

 

0.79

OLUMSUZ

20. Yerel yönetimlerin atık maddelerin geri kazanımı için tesisler kurulması amacıyla bugüne değin yaptıkları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

4.11

 

0.79

OLUMSUZ

21. Yerel yönetimlerin gürültünün önlenmesi amacıyla bugüne değin yaptıkları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

4.11

 

0.57

OLUMSUZ

22. Yerel yönetimlerin hava kirliliğinin önlenmesi amacıyla bugüne değin yaptıkları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

3.79

 

0.79

OLUMSUZ

ORTALAMA

4.08

0.69

OLUMSUZ

 

Çizelgede de görüldüğü üzere, uzmanlar tarafından yerel yönetimler için yapılan değerlendirme ulusal çevre yönetimine oranla daha da olumsuz sonuçlar üretmiştir. İrdeleme konusu yapılan 22 alt ölçüt üzerinde de olumsuz oydaşlık sağlanmıştır. Tüm sorulara verilen yanıtların ortalamalarının ortalaması 4.08 ve standart sapmaların ortalaması ise 0.69’dur. Bu sonuç yerel yönetimlerin çevresel işlev ve süreçlerinden duyulan hoşnutsuzluğu yansıtmaktadır. Nitekim ulusal yönetimde olduğu gibi, yerel yönetimlerde de bu işlevlerin tümünü kapsayan “Bugüne değin elde ettikleri performansı genel olarak irdelemek gerekirse, yerel çevre yönetiminden sorumlu olan yerel yönetimlerin (belediyeler ve il özel idareleri) yerel çevresel kalitenin korunması açısından yasaların kendilerine vermiş olduğu görevleri yerine getirmiş oldukları ifade edilebilir” yargısına verilen yanıtların ortalaması 4.07 ve standart sapması da 0.6’dır. Bu değerler ile tüm soruların ortalamalarının ve standart sapmalarının ortalaması arasındaki benzerlik dikkat çekicidir.

Yerel yönetimlerin yerine getirmekte olduğu çevre yönetimi işlevlerinin yeterlilik düzeyinin ulusal çevre yönetimine göre daha düşük olduğu verilen yanıtlardan anlaşılmaktadır. Aşağıda uzmanların yanıtlarını belirlerken dayandıkları görüşler verilmiştir.

Yerel yönetimlerin iş yeri açma, çalışma ve kirlilik ve atık yayma ve boşaltma için “izin” ve “ruhsat” dizgelerini yönettiklerine dikkat çeken kimi uzmanlar bu bağlamda ilgili kuruluşlara kirletici atma ve boşaltma izni verildiğini ve ruhsat işlemleri iş yerinin çalışabilme koşullarını da belirlediğinden bu dizgenin etkili şekilde uygulanmasının kirliliklerin önlenmesine ve azaltılmasında katkıda bulunmakta olduğunu belirtmektedirler. Bazı üyeler de izin ve ruhsat dizgesiyle yerel yönetimlerin yörelerindeki kirleticileri kayıt altına aldıklarını belirtmişlerdir.

Bazı üyeler de son yıllarda başta büyükşehir belediyeleri olmak üzere kirlenmelerin önlenmesi amacıyla yerel yönetimler tarafından önemli çalışmalar yapıldığını bildirmişler, bunlar arasında arıtım dizgeleri ve sağlıklı katı atık depolama alanlarının bulunduklarını belirtmişler ve Kocaeli’nde kurulan İZAYDAŞ tesisleri ile İstanbul’da kurulan İSKİ arıtma tesislerini bu yoldaki görüşlerini örneklendirmek üzere kullanmışlardır. Aynı konuya değinen bazı panel üyesi uzmanlar da ülkemizde yerleşim yerlerinden kaynaklanan atık suların büyük çoğunluğunun her hangi bir arıtmaya konu olmaksızın çevreye gelişigüzel boşaltıldığını belirterek alıcı ortamların korunması ve su kaynaklarının kirlenmesinin önlenmesi için arıtma tesislerinin yapılmasının zorunlu olduğunu ve hızlandırılmaları gerektiğini bildirmişler ve bu bağlamda yerel yönetimler tarafından yapılan çalışmaların göz ardı edilemeyecek boyutta geniş kapsamlı ve oldukça başarılı oldukları yorumunda bulunmuşlardır. Bazı üyeler ise İller Bankası’nın çalışmalarına dikkat çekerek İller Bankası kanalıyla son yıllarda atık su arıtma tesislerinin projelendirilmekte ve yapılmakta olduğunu söylemişlerdir.

Hava niteliklerinin yönetimi konusunu ele alan bazı uzmanlar ise yerel yönetimlerin hava kirliliğinin önlenmesi amacıyla yürüttükleri çalışmalarda gelinen noktanın oldukça iyi olduğunu belirtmişler ve kötü nitelikli kömürlerin kullanılmaması konusunda ciddi denetim çalışmaları yapılmakta olduğunu bildirmişlerdir.

Göreli olarak olumlu sayılabilecek bu görüşler yanında yerel yönetimlerin çevresel işlevlerinin yeterlilik düzeyinin olumsuz olduğunu ileri süren görüşler daha ağır basmaktadır. Bu görüşler aşağıda özetlenmiştir.

Olumsuzluğun nedenlerine değinen bazı uzmanlar yetişmiş personel ve akçalı kaynaklar gibi hizmet üretim girdilerinde yaşanmakta olan sıkıntıların yerel yönetimlerin çevreye ilişkin işlevlerinin yeterlilik düzeylerinin gelişmesini engellediğini belirtmektedirler. Panel üyesi bazı uzmanlar yerel yönetimlerin yerel çevre sorunlarıyla ilgili olarak karar alma yetkileri ve yeterli akçalı kaynakları olmadığını belirtmektedir.  Bu üyeler çevre mevzuatının uygulanması için yeterli düzeyde ve eğitimli kadroların yerel yönetimler tarafından istihdam edilmemesi ve gerekli teknik altyapının oluşturulmamış olması nedenleriyle yerel yönetimlerden çevre konusunda başarılı ve olumlu çalışmalar beklenmesinin gerçekçi olamayacağı görüşündedirler.

Bazı üyeler ise yerel yönetimlerde çevre yönetimi kavramının olmadığını söylemişlerdir. Bu üyelere göre, ülke bir bütün olarak ele alındığında yerel yönetimlerin çevresel işlevleri konusunda iyi ve olumlu değerlendirme yapılamaz. Bu üyeler, belediyeler arasında bazı farklılıklar görülmekle birlikte, yerel yönetimler açısından genel olarak ele alındığında iyi bir tablodan söz etmenin olanaklı olmadığını belirtmektedirler. Bir iki büyükşehir belediyesi dışında olumlu çalışma görülemediğini söyleyen uzmanlar yerel yönetimlerin çok azında çevre konusunda çalışan ayrı birim veya personel grubu bulunduğunu belirterek çevre yönetimi kavramının yerel yönetimler tarafından bilinmediğini ileri sürmüşlerdir. Bu uzmanlar, çevre yatırımlarının ‘üzeri toprakla kapalı yatırımlar’ olması ve halk tarafından çıplak gözle görülemeyen nitelikte olmaları nedeniyle yerel bütçeden akçalı kaynak ayırırken çevre yatırımlarına öncelik verilmediğini belirtmekte ve yerel yönetimlerde çevre sorununun ancak kirliliğin çok belirgin olduğu, sağlık açısından tehlike yarattığı ve toplumsal yaralar açtığı durumlarda gündeme geldiğini bildirmişlerdir.

Yerel çevre sorunları konusunda kamunun bilinç düzeyinin oldukça düşük olduğuna işaret eden bazı uzmanlar ise yerel yönetimlerin yerel çevre kirliliklerinin saptanmasına ilişkin çalışmalarının yöreden yöreye değişiklik gösterdiğini söylemektedirler.

Bazı panel üyesi uzmanlar ise kirliliğin ortaklaşa kabul edilmiş tanımının bulunmadığına dikkat çekerek yerel yönetimlerin çevre sorunlarını ve kirlenmelerini olası sorumlulukları nedeniyle göz ardı ettiklerini ve her şeyi Çevre ve Orman Bakanlığı’ndan beklediklerini söylemektedirler.

Çevre yönetiminin hemen her ülkede kabul gören temel ilkelerine değinen bazı uzmanlar ise çevresel ortamların içinde bulundukları koşulların ve niteliklerin öğrenilmesinde, kirletici yayma ve boşaltmaların ölçülmesinde ve kirliliklerin zaman içindeki ve alan üzerindeki dağılma ve yayılma biçimlerinin saptanmasında ilk aşamanın sorunla ilgili yeterli ve güvenli veri elde edilmesi olduğunu belirtmişlerdir. Uzmanlar, inceleme konusu olan alandaki çevresel niteliklerin belirlenmesi açısından yapılması gereken çalışmalara ışık tutması ve sorunu çözebilecek doğru planların üretilmesi bakımından yeterli ve güvenli bilgi sahibi olmanın çok önemli olduğunu bildirmişlerdir. Uzmanlar, sınırlı sayıdaki bazı büyükşehir belediyelerinde yürütülen kirlilik ölçümleri dışında bilgi ve veri toplama konusunda her hangi bir yerel etkinlik görülmediğini belirtmektedirler. Bu üyelere göre, sadece büyükşehir belediyelerince yürütülen anlamlı sayılabilecek kısıtlı sayıda çalışma vardır ve öteki belediyelerde bu bağlamda yapılan çalışmalar yeterli değildir.

Ölçme, örnek alma, analiz etme, ayar ve laboratuvar uygulamaları için ölçün geliştirmenin uygulamada birlikteliğin sağlanması açısından gerekli olduğuna işaret eden uzmanlar kirliliğin ölçülmesi için kullanılacak cihazların çok pahalı olması ve gerekli uzman personelin olmaması nedeniyle yerel yönetimlerde bu tür çalışmaların yapılmasının olanaklı olmadığını belirtmişlerdir. Yerel yönetimlerin çevresel hizmetler açısından ve özellikle de teknik donanım ve kadro açısından gerekenin çok altında donanıma sahip olduklarını belirten uzmanlar bu nedenle yerel yönetimlerin alıcı ortamları ölçmek ve buralardan örnek almak gibi teknik nitelikli çalışmalarının olmadığını söylemektedirler. Ülkemizde ölçün geliştirme çalışmalarının hız kazandığını belirten bazı uzmanlar ise her yerel yönetimde laboratuvar uygulaması yapılamadığını ve teknik çözümlemelerin yöreye en yakın Bölge Hıfzısıhha Müdürlüğü’nde yapılabildiğini belirtmektedirler. Bu konuda sadece üniversitelerin ve araştırma kurumlarının yaptıkları çalışmaların olumlu olduğunu belirten uzmanlar farklı laboratuvarlarda yaptırılan çözümlemelerin farklı sonuçlar verebildiğini ve bu durumun hem uygulamayı yapanı ve hem de denetlenen iş yerini zor durumda bıraktığını açıkmaktadırlar.

İş yeri ‘açma ve çalışma’ ile ‘kirlilik ve atık yayma/boşaltma’ için izin verme ve ruhsat düzenleme işlemlerinin dahi yerel yönetimler tarafından etkili şekilde yönetilemediğine değinen bazı uzmanlar da bu süreçlerin bir kaç büyükşehir belediyesi dışında etkili bir şekilde gerçekleştirilemediğini bildirmektedirler. Bu nedenle bir çok iş yerinin ruhsatsız olarak çalıştığını söyleyen uzmanlar ruhsat verilirken de yeterli inceleme ve denetim yapılmadığını ileri sürmektedirler. Belediyeler tarafından bol miktarda izin ve ruhsat verme eyleminin yapılmakta olduğunu söyleyen bazı uzmanlar buna karşılık verilen izin ve ruhsatların uygulanma koşullarının yeterli düzeyde izlenmediğini ve denetlenmediğini bildirmektedir. Ruhsatlandırma işlevinin işletmeleri denetim altına almak bakımından önemli olduğunu söyleyen uzmanlar izin  veya ruhsat denetimlerinde Tarım Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı ile yerel yönetimler arasında yetki karmaşası yaşanabildiğini belirtmektedirler. Yerel yönetimlerin ruhsatlandırma ve denetleme işlevini başarıyla yerine getirmediğini söyleyen bazı uzmanlar ise Türkiye’de bu sorumluluğun yerine getirilme biçiminin yeniden sorgulanması gerektiğini öne sürmekte ve bu görevin ulusal hükümete ya da nehir havzaları bazında örgütlenecek yeni yerel çevre yönetimlerine bırakılmasını önermektedirler. Sonuç olarak, belediyelerin yerel çevre yönetimi açısından belki de etkin olabildikleri tek çevresel yönetim işlevi olan ruhsatlandırma ve denetleme sürecinin dahi -verilen yasal yetkilere karşın- ciddi şekilde aksadığı konusunda uzmanlar arasında oydaşlık oluşmuştur.

Yerel yönetimlerin yerel kirlenmelerin önlenmesi açısından yapacakları çalışmaların çevresel değerlerin korunması, çevre sorunlarının oluşmaması ve oluşanların denetim altına alınması için gerekli olduğunu belirten panel üyesi uzmanlar yerel yönetimlerin bu alandaki uygulamalarına bakıldığında önlemlerin kirlilik oluştuktan sonra alınmakta olduğunun görüldüğünü söylemektedirler. Uzmanlar, kirliliklere müdahale etmekte gecikilmesi nedeniyle maliyetlerin yükseldiğini ve daha gelişmiş teknolojilere gereksinim duyulduğunu bildirmektedirler. Uzmanlara göre, bu sonuç önemli kısıtlar içinde çalışmakta olan yerel yönetimlerin çevre koruma alanındaki çalışmalarını daha da zorlaştırmaktadır. Yine uzmanlara göre, çevresel altyapı dizgeleri sınırlı olan yerel yönetimlerin kirlenmelerin önlenmesi amacıyla çalışma yapabilmeleri olanağı yoktur.

Yerel yönetimlerin çevresel risk değerlendirme, planlama, yönetim ve azaltma çalışmaları bağlamında çevresel risk etmenlerinin belirlenmesine yönelik olarak yaptıkları planlama çalışmalarının önerilen yatırımın yerini ve koşullarını belirlemede ve çevre kirliliğini denetim altına almada önem taşıdığını belirten uzmanlara göre bu çerçevede önemli bir ön koşul olan çevresel risk kavramı henüz yerel yönetimlerimizde oluşmamıştır. Bazı üyelere göre, çevresel risk bağlamında yerel yönetimlerin kırsal ve kentsel yerel yönetimler olarak ikiye ayrılması ve kentsel yerel yönetimlerde çevresel risk kavramının zorunlu işlevler arasında sayılması daha uygun bir kurumsal yaklaşım olacaktır.

Yerel yönetimlerin çevresel etki değerlendirmesi çalışmalarını irdeleyen bazı uzmanlar, kent sınırları içinde yapılacak yatırımlar için ÇED bildirgesi hazırlanmasının kentsel çevre sorunlarının oluşmadan önce çözülmesi açısından önemli olduğunu belirtmişler ve yerel yönetimlerin bu konuda daha fazla yasal yetkiye ve uzman teknik personele gereksinimi olduğunu bildirmişlerdir.

Günümüzde bir çok konuda araştırma ve geliştirme çalışmaları yapılmakta olduğunu belirten uzmanlar çevre yatırımlarının uygun teknoloji ve maliyetlerle gerçekleştirilmesini sağlayıcı araştırma ve geliştirme çalışmalarının yapılmasına gereksinim bulunduğunu bildirmekte ve yerel çevre sorunları için bilimsel araştırma ve teknoloji geliştirme çalışmalarının yapılmasının yerel yönetim bütçelerinin yetersiz olması nedeniyle gerçekleşemediğini söylemektedirler. Bazı yerel yönetimlerde çevre konusunda bilimsel araştırmalar yapılmakta olduğunu ve teknolojik gelişmelere bağlı olarak daha kolay kullanılabilir cihazların üretilmekte olduğunu açıklayan bazı uzmanlar ise özellikle arıtma tesislerinde otomasyona geçildiğini belirtmekte ancak bu yoldaki çalışmaların daha iyiye gidebilmesi için yerel yönetimlere akçalı destek sağlanması gerektiği uyarısında bulunmaktadırlar.

Bazı uzmanlar ise olağan belde hizmetlerini bile yeterli düzeyde üretemeyen yerel yönetimlerin çevre için bilimsel araştırma yapmalarının ve teknoloji geliştirmelerinin olanaklı olmadığını bildirmektedir.

Panel üyelerinin önemli bölümü yerel yönetimlerin çevre için ayırdıkları akçalı kaynakların yetersiz olduğu konusunda görüş birliği içindedirler. Çevre koruma ve geliştirme amaçlı çalışmalar için yerel yönetimlerin yeterli bütçe ve akçalı olanak sağlayamadığını belirten uzmanlar ülkemizde çevresel bilinç yetersizliği ve çevre için eğitim eksikliği gibi nedenler yanında çevresel yatırımların gerçekleştirilememesinin bir başka nedeninin de ekonomik kaynakların yetersizliği olduğunu belirtmişler ve bu nedenle yerel yönetimlerin çevre koruma çalışmalarına ulusal hükümetin akçalı destek sağlamasının gerekli ve zorunlu olduğunu bildirmişlerdir. Ancak, sınırlı sayıdaki yerel yönetimin çevre koruma amacıyla akçalı kaynak ayırdığını söyleyen bazı uzmanlar da öteki belediyelerin yeterli kaynak ayıramamasının temel nedeninin çevresel değerleri korumanın bu belediyeler açısından öncelik sırasının üst basamaklarında yer almaması olduğunu belirtmektedirler. Yerel yönetimlerin bütçe olanaklarının yetersiz olduğunu bildiren bazı uzmanlar ise çevre temizlik vergisinden elde edilen gelirlerin çevre dışındaki amaçlar için kullanıldığına işaret etmekte ve büyükşehir belediyeleri dışında kalan diğer belediyelerin öz finansman kaynaklarının hemen hemen yok düzeyinde olduğunu bildirmektedir. Bu uzmanlara göre, yeterli akçalı kaynak olmadığı için pek çok yerel yönetim çevre koruma ve geliştirme amaçlı çalışmalar yapamamakta ya da gereği gibi yapamamaktadır.

Yerel yönetimlerin çevre için insan kaynakları planlaması ve yönetimi dizgesi kurması ve bu yolda çalışmalar yapması konusuna değinen bazı uzmanlar ise bu alanlarda her hangi bir çalışma ile karşılaşmadıklarını söylemişlerdir.

Yerel yönetimlerin çevre koruma amaçlı alan planlaması çalışmaları ile mevcut kentsel arazilerin kullanım koşullarını doğru saptamalarının çevre kirliliğini önleme çalışmalarına destek olacak potansiyel yerel yönetim işlevi olduğuna işaret eden panel üyesi uzmanlar çevresel planlama çalışmalarının yatırımcıların hangi yatırımı nerede yapabileceklerinin belirlenmesi açısından yatırıma hız kazandıracak ve arazi spekülasyonunu ortadan kaldıracak bir araç olduğunu bildirmişlerdir. Bu gerçeğe karşın, yerel yönetimler tarafından yapılan imar planlama çalışmalarının yetersiz kaldığını ileri süren uzmanlar pek çok belediyenin güncelliği olan nazım planının olmadığını bildirmekte ve planlama işlevi katılımcı yöntemlerle yapılmadığı için kent planlarının yapılmasında ve uygulanmasında önemli sorunlar yaşandığına dikkat çekmektedirler.

Yerel yönetimlerin yerel hava niteliklerinin yönetimi bağlamında yaptıkları çalışmaları irdeleyen uzmanlar yerel yönetimlerin hava niteliklerinin korunması açısından çalışma yapmalarının insan ve çevre sağlığı açısından oldukça önemli olduğuna işaret etmişlerdir. Uzmanlara göre, kirliliğin önlenmesi adına teknolojik yatırımların yapılması ve yerel yönetimlerin ekonomik anlamda güçlendirilmesi ancak temiz yakıt kullanımının çekici kılınmasıyla olanak kazanabilir. Termik elektrik üretim santrallerinde olduğu gibi, resmi kurumların birçoğunda hava kirliliğini önleyebilecek filtreleme dizgesinin bulunmadığını belirten uzmanlar endüstriyel üretim sırasında kullanılabilecek yakıtlara ilişkin yasak ve kısıtlamaların yerel yönetimler tarafından etkili şekilde uygulanmadığını belirtmişlerdir. Hava kirliliğinin önlenmesinde yakıt ve yakma dizgelerinin dışında konutların yapımında ısı yalıtımının sağlanmasının ve bu durumun imar yönetmelikleri ile güvence altına alınmasının etkili olabileceğini söyleyen uzmanlar belediyelerin bu gibi konularda var olan durumu kabullenmekten öteye gitmeyen yönetim yaklaşımı içinde bulunduklarını ileri sürmektedirler. Trafik düzensizliğinin bu duruma iyi bir örnek olabileceğini söyleyen uzmanlar özellikle trafik yükünün fazla olduğu bölgelerde hava niteliği ölçümlerinin sıklaştırılması ve denetimlerin artırılması gerektiğini belirterek bu alanlarda kirletici ölçümlerinin daha sağlıklı yapılması için yerel yönetimlere daha fazla yetki verilmesi gerektiğini bildirmişlerdir.

Yerel hava niteliklerinin yönetimine ilişkin koşulları irdeleyen bir grup uzman da bir kaç büyükşehir belediyesi dışında yerel yönetimlerin kirlilik ölçme, izleme ve denetleme dizgelerinin bulunmadığını söylemişlerdir. Yerel yönetimlerin kirletici kuruluşlara geç müdahale ettiğini belirten uzmanlar hukuksal süreçlerin karmaşık olması ve bilirkişi bildirgelerinin zamanında verilmemesi nedenleriyle kirleticiler üzerinde etkili yaptırım uygulanamadığını bildirmektedirler. Yerel yönetimlerin kuruluşlara temiz yakıt ve ham madde sağlamasının hava kirleticilerinin kaynakta denetlenmesini sağlaması bakımından çevrenin korunması adına olumlu sonuçlar doğuracağını söyleyen uzmanlar ancak soruna ülke ekonomisi ve yerel yönetimlerin yetki alanları açısından bakıldığında önemli yetersizliklerin görüldüğünü bildirmişlerdir. Kentsel ve evsel ısınma amaçlı yakıt sağlama dışında yerel yönetimlerin temiz yakıt ve ham madde sağlanması yolunda çalışması olmadığını vurgulayan uzmanlar yerel yönetimlerin bu alanda tam anlamıyla ters yönde sayılabilecek uygulamalar içinde olduklarının dahi söylenebileceğini; zira, yerel yönetimlerin mevcut çevresel değerlerin bedava ve ücretsiz üretim girdileri olduğuna inanmak gibi temel bir yanlışlık içinde bulunduklarını ileri sürmektedirler.

Uzmanlar yerel çevresel risk ve kazalara karşı kurulabilecek çevre sigortası dizgesinin olası kazalarda oluşabilecek çevre kirliliğinin etkili şekilde ortadan kaldırılması yanında yerel yönetimler için ek gelir kaynağı olabileceğine dikkat çekmişlerdir. Yerel yönetimlerin başkaları tarafından yaratılan çevresel zararların giderilmesi amacıyla yaptıkları harcamaları Belediye Gelirleri Kanunu uyarınca kirletenden alabilmek hakkına sahip olduğunu belirten uzmanlar yerel yönetimlerin bu amaçla yaptıkları giderleri sorumlulardan geri alabilmek için “Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanun”un verdiği hukuksal olanakları kullanmak durumunda olduğunu belirtmişler ve bu sürecin zor, uzun ve pahalı olduğuna işaret etmişlerdir.  Uzmanlar, çevresel risk sigortasının yerel yönetimlerin çevre koruma ve geliştirme çalışmalarına önemli akçalı katkılar sağlama potansiyeline sahip olduğunu ancak böyle bir kavramın henüz ülkemizde duyulmuş dahi olmadığını açıklamışlardır.

Çevre kirliliklerinin katlanarak artmasının ancak kirlenmiş alanların temizlenmesi ve bu alanların koruma altına alınmasıyla olanaklı olabileceğini belriten panel üyesi uzmanlar bu amaçla ekonomik ve çevresel fizibilite çalışmalarının yapılması gerektiğini ancak ülkemizdeki yerel yönetimlere bu bağlamda bakıldığında Haliç, İzmit ve İzmir körfezleri gibi kaç yöresel örnek dışında bu yolda çalışma yapıldığının görülemediğini ve bu nedenle yerel yönetimlerde kalıcı ve etkili çözümler yerine geçici nitelikte etkisiz çözümler üretildiğini belirtmektedirler.

Bazı uzmanlara göre, kirliliklerin yeterince ortadan kaldırılmamış olmasının en önemli nedeni bu konuda ulusal çevre yönetimi ile yerel yönetimler arasında doğru ve etkili  görev paylaşımının yapılmamış olmasıdır.

Yerel çevre işlevleri bağlamında yerel su niteliklerinin yönetimi konusunu irdeleyen bazı uzmanlar kanalizasyon ve atık su toplama dizgeleri oluşturarak atık ve kirli suların belli bölgede toplanmasının ve alıcı ortama verilmeden önce arıtılarak sucul yaşamın korunması gerektiğini ve bu nedenle de arıtma dizgeleri kurulmasının zorunlu olduğunu belirtmektedirler. Yerel yönetimlerin kentsel, evsel ve endüstriyel atık suların arıtımını amaçlayan tesislerinin sayısının yeterli olmadığını belirten uzmanlar belediyelerin yaklaşık yüzde birinin evsel atıklarını arıtma tesisine yolladıklarını, bu tesislerin kurulmasına yönelik çabaların yetersiz olduğunu ve özeksel yönetimin yerel yönetimlere bu tür altyapıları oluşturmada akçalı destek ve insan gücü desteği sağlaması gerektiğini bildirmişlerdir.

Katı atık depolama alanlarının içinde bulundukları koşullar itibarıyla çevreleriyle karşılıklı etkileşim içinde bulunduklarını ve bu nedenle kirleticilerin olumsuz etkilerinin yoğun olarak yaşandığı yerler olduğunu belirten uzmanlar katı atıkların teknolojik olarak yeterli ve güvenli alanlarda depolanmalarının çevre ve insan sağlığı adına gerekli olduğunu bildirmişlerdir. Uzmanlar, ülkemizdeki yerel yönetimlerin düzenli depolama tesislerinin yapılması yolunda gerekli özeni ve dikkati göstermediklerini ileri sürmüşlerdir. Katı atık depolama konusunda bazı çalışmalar yapıldığının görüldüğünü ancak bunların yeterli olarak kabul edilemeyeceklerini belirten uzmanlar özellikle Karadeniz Bölgesi’nde belediyelerin katı atıklarını düzenli depolama yerlerine değil denize veya akarsu yataklarına döktüklerini bildirmektedirler.

Uzmanlar, Ümraniye’deki çöp patlamasının yerel yönetimlerimizin katı atıkların depolanması açısından yeterliliklerini belirleyen en iyi gösterge olduğu inancındadır. Ulusal hükümetin katı atık alanındaki yetersizliklerinin sorunun boyutlarını büyüttüğünü belirten uzmanlar katı atık yönetiminin yalnızca Türkiye’de değil tüm Akdeniz ülkelerinde çözüm bekleyen ciddi çevre sorunu olduğunu belirtmektedirler.

Panel üyesi uzmanlar atık maddelerin geri kazanımı sayesinde doğal kaynakların korunduğunu ve ülke ekonomisine katkı sağlandığını belirtmekte ve atıkların ekonomiye yeniden kazandırılmasının yeraltı ve yer üstü kaynaklarının daha uzun süre kullanımına olanak verdiğini söylemektedirler. Yerel yönetimlerin katı atık miktarlarını azaltılmasının ekonomik katkı yanında yerel çevre koruma bilincinin gelişmesine de katkısı olacağını söyleyen uzmanlar yerel yönetimler tarafından gerçekleştirilen geri kazanım tesislerinin sayıca yetersiz olduklarını bildirmişlerdir. Bazı büyükşehir belediyelerinde kurulmuş olan tesislerin kapasitelerinin altında hizmet verdiğini belirten uzmanlar ayıklama tesislerine giden geri kazanılabilir malzemenin artırılması için toplumun eğitilmesi gerektiğini bildirmişlerdir. 

Uzmanlar, yerel yönetimlerin gürültü konusunu da öncelikli yerel sorunlar arasında değerlendirmediğine inanmaktadırlar. Gürültü ile mücadele çalışmalarında istenilen sonuca ulaşılamadığını söyleyen uzmanlar yerel yönetimlerde gürültüye henüz sıranın gelmediğini ve kamuoyunun gürültüye ilişkin görüş ve yakınmalarının yerel yönetimler tarafından dikkate alınmadığını söylemişlerdir. Uzmanlar, gürültünün kaynağında denetlenmesine ilişkin önlemler alınmasının daha etkili ve ekonomik sonuçlar vereceğini bildirmişlerdir.

Uzmanların buraya kadar özetlenen ulusal ve yerel çevre yönetimi işlevlerine ilişkin görüşleri yukarıda yer verilen son iki çizelgenin birlikte ele alınmasıyla açık  gerçeği ortaya koymaktadır: Türkiye’de hem ulusal ve  hem de yerel düzeyde çevre yönetimi işlev ve süreçleri yetersizdir, etkisizdir ve etkin değildir.

 

2.5.3 Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme: İşlev ve Süreçler

Ulusal çevre yönetiminin geçmişteki başarım düzeyinin kabul edilebilirliği konusunda hiç bir alt grup olumlu görüş belirtmemiştir. Yalnızca uluslararası uzmanlar ile valilerin genelde kararsız bir tutum içinde oldukları ancak diğer grupların bu soruya olumsuz yanıt verdikleri görülmektedir. Olumsuzluk sivil toplum örgütlerinde en üst düzeye çıkmaktadır. Ulusal yönetimin çevresel kirlilikleri önlemedeki başarı düzeyinin yeterliliği konusunda çok az üyeden olumlu yanıt alınırken, uluslararası uzmanlar bu konuda tarafsız kalmayı yeğlemişler; ancak, öteki alt gruplar bu konuda olumsuz görüş belirtmişlerdir. Ulusal yönetimin atıkların ve çevresel kirlenmelerin izlenmesi konusunda yaptığı çalışmaların olumsuz olduğu konusunda yine alt gruplar arasında belirgin bir oydaşlık oluşmuştur. Aynı yargıyı ulusal yönetimin labaratuvar uygulamaları için de yinelemek olanaklıdır. Ulusal yönetimin emret-denetle stratejisi çerçevesinde açma ve işletme izni vermesi ve izine uyum koşullarının daha sonraki aşamalarda denetlenmesi yolundaki işlevi olumsuz olarak değerlendirilmiştir. Uluslararası uzmanlar ve valiler bu soru karşısında ortada bir tavır benimsemişlerdir. Çevresel kirliliklerin önlenmesi amacıyla ulusal yönetim tarafından yapılan çalışmaların başarım düzeyinin yetersizliği konusunda olumsuz bir oydaşlık panele egemen olmuştur. Ulusal yönetimin çevresel risk yönetimi konusundaki başarım düzeyi de aynı şekilde tüm alt gruplar tarafından olumsuz olarak değerlendirilmiştir. Ulusal yönetimin çevre araştırmalarının yeterliliği konusunda uluslararası uzmanlar grubu kararsız bir tutumu benimserken diğer alt grupların tavrı olumsuz yöndedir. Ulusal yönetimin çevre çalışmalarına akçalı kaynak ayırması konusunda da uluslararası uzmanlar grubu dışında olumsuz bir oydaşlık ortaya çıkmıştır. Çevre fonlarının kullanım biçiminin isabetlilik düzeyi konusunda ise tüm gruplar olumsuz bir oydaşlık içine girmişlerdir. Olumsuzluk akademisyenler ve sivil toplum örgütleri temsilcileri arasında en üst düzeye çıkmaktadır. Uzmanların ulusal yönetimin çevresel işlevlerinin olumsuz olduğu yönünde oydaşlığa ulaştığı diğer işlevler arasında insan kaynakları yönetimi, çevre koruma amaçlı alan kullanımı planlaması, çevre koruma amaçlı ekonomik özendirme dizgeleri uygulanması, ölçme ve izleme dizgeleri kurulması ve işletilmesi, işletmelere temiz ham madde ve yakıt sağlanması, çevresel riskler için sigorta dizgesi kurulması, kirliliklerin ortadan kaldırılması, atık suların arıtılması, katı atıklar için sağlıklı ve güvenli depolama tesisleri kurulması, katı atıkların geri kazanılması, gürültü kirliliğinin önlenmesi ve hava kirliliğinin önlenmesi işlevleri yer almaktadır.

Yerel yönetimlerin (il özel idareleri ve belediyeler) çevresel işlevlerinin geçmiş başarım düzeylerinin irdelenmesi ile ilgili genel nitelikli soruya verilen yanıta ise tüm alt gruplar bakımından tam bir olumsuzluk egemen olmuştur. Olumsuzluk sivil toplum örgütü temsilcileri arasında en üst düzeye çıkmaktadır. Yukarıda ulusal yönetimle ilgili olarak sıralanan tüm çevre yönetimi işlevlerine yerel yönetimler açısından bakıldığında tüm işlevler açısından tam anlamıyla olumsuz bir görünüm ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle yerel yönetimlerin çevresel işlevlerinin tek tek ele alınmasına gerek görülmemiştir.

              2.6 ÇEVRE ÖLÇÜNLERİ

2.6.1 Kuramsal Açıklama

Alıcı ortam, salım ya da boşaltma, ürün, üretim girdileri ve yakıt ölçünleri şeklindeki çevre ölçünleri “emret-denetle” olarak bilinen çevre yönetimi stratejisinin temel bileşenidir. Alıcı ortamların ve bu ortama yapılan salımların yarattığı çevre koşulları içinde yaşayan organizmaların her türlü çevresel tehlikeye karşı güvenli çatı altında korunmalarının sağlanabilmesi için alıcı ortam koşullarının sayısal ve ölçülebilir değerlerle belirtilmesi gerekmektedir. Sağlıklı çevre yaratmak ve korumakla ödevli kamusal çevre örgütlerinin risk grupları için güvenilir  korugan yaratabilmeleri çevre ölçünlerine uyumu güvence altına alabilmeleriyle olanaklı olacaktır.

Ancak, ne varki, ölçün yapmak ve uygulamak zor iştir. Bu bağlamda yeterli yanıt bekleyen pek çok yaşamsal öneme sahip soru vardır:

-       “Hangi maddeler ölçün yoluyla denetim altına alınmalıdır?”

-       “Bu maddeler neden denetim altına alınmalıdır?”

-       “Eşik değerler nelerdir?”

-       “Ölçme ve çözümleme yöntemleri nelerdir?”

-       “Konu üzerinde karar almaya yetecek düzeyde bilimsel bilgi var mıdır?”

-       “Yeni düzenlemenin ekonomik sonuçları ve etkileri neler olacaktır?”

Bu ve benzeri sorulara tam, yeterli, doğrudan ve bilimsel yanıtlar verilmesi gerekmektedir.

ABD, Çevre Koruma Ajansı (Environmental Protection Agency, EPA) tarafından geliştirilen hava niteliklerine ilişkin ölçün yapma sürecine kısaca göz atmak ölçün yapmanın zorluklarını ortaya koymaya yeterli olacaktır. EPA’nın bu düzenlemesine göre, ölçün yapmanın ana aşamaları şunlardır: konu ile ilgili tüm bilgi ve belgelerin gözden geçirilmesi, ilk taslak ölçün belgesinin yazılması, bilim adamlarının taslak belge ile ilgili görüşlerinin alınması, ilk taslak ile ilgili çalıştayın yapılması, elde edilen tüm bilgilerin ilgili kamu kurumlarına gönderilerek görüş istenmesi, ikinci taslak bildirgenin hazırlanması, ikinci bildirgenin kesinleştirilmesi, yeni düzenlemenin ekonomik etkilerinin araştırılması, ABD Bütçe Yönetimi’nin konuyla ilgili görüşlerinin alınması, EPA yöneticisinin yeni ölçünü yürürlüğe koyması, ölçünün yürürlüğe girmesinden 5 yıl sonra ölçünü gözden geçirme çalışmalarının başlatılması.

Ülkemizde bu anlamda ölçünleştirme çalışmaları yapılmadığı bilinmektedir. TSE tarafından çevre ölçünleriyle ya da Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından düzenlenen çeşitli yönetmeliklerle yürürlüğe konulan ölçünler üzerinde dış kaynakların etkisi açıkca görülebilmektedir. [16]

2.6.2 Araştırma Sonuçları

Türkiye’de uygulama alanına konulan çevresel ölçünlerin yeterlilik düzeyi ile ilgili olarak panel üyelerine çeşitli sorular yöneltilmiştir. Sorular ve alınan yanıtlara ilişkin bilgiler aşağıda Çizelge 7’de verilmiştir.

ÇİZELGE 7

ÇEVRE ÖLÇÜNLERİ

ALT ÖLÇÜTLER

O

SS

OYDAŞMA

1. Türkiye’de uygulama alanına konulmuş alıcı ortam standartları yeterli olarak kabul edilebilir.

3.07

 

1.21

YOK

2. Türkiye’de uygulama alanına konulmuş olan emisyon ve deşarj standartları yeterli olarak kabul edilebilir.

2.96

 

1.17

YOK

3. Türkiye’de uygulama alanına konulmuş olan üretim malzemelerine ve girdilerine ilişkin standartlar yeterli olarak kabul edilebilir.

3.43

 

0.69

 

4. Türkiye’de uygulama alanına konulmuş olan yakıt standartları yeterli olarak kabul edilebilir.

3.11

 

0.99

YOK

5. Türkiye’de uygulama alanına konulmuş olan TSE-ISO 14000 dizisi Uluslararası Çevre Yönetimi Standartları’nın uygulanması amacıyla bugüne değin yapılan çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir.

3.39

 

0.92

YOK

6. Türkiye’de çevresel standart geliştirme çalışmaları standartlaştırılmıştır.

3.93

 

0.98

OLUMSUZ

ORTALAMA

3.32

0.99

YOK

 

Panel üyeleri çevresel ölçünler konusunda oydaşma sağlayamamışlardır. Uzmanlara yöneltilen 6 sorudan yalnızca biri (ölçün çalışmalarının ölçünleştirilmesi) üzerinde olumsuz oydaşma vardır. Geri kalan 5 alt ölçüt (alıcı ortam ölçünlerinin yeterlilik düzeyi, salım ve boşaltma ölçünlerinin yeterlilik düzeyi, üretim malzemelerine ve girdilerine ilişkin ölçünlerin yeterlilik düzeyi, yakıt ölçünlerinin yeterlilik düzeyi ve TSE-ISO 14000 dizisi Uluslararası Çevre Yönetimi Standartları’nın uygulanması amacıyla bugüne değin yapılan çalışmaların yeterlilik düzeyi) üzerinde olumlu ya da olumsuz oydaşma sağlanamamıştır. Yukarıda verilen sonuçlar çevre ölçünleri konusunda belirgin bir olumsuzluğu gösterme eğilimi içinde olsalar bile uzmanların çevresel ölçünlerin yeterliliği ve etkililiği konusunda oydaşlığa ulaşamadıklarını göstermektedir. Sorulara verilen yanıtların ortalamalarının ortalaması 3.32 ve standart sapmaların ortalaması da 0.99’dur. Bu durumda yanıtlar 2.33 ile 4.32 arasında değişmektedir. Dağılımın birinci standart sapmasını gösteren bu değerler yanıt veren uzmanların yüzde 68’ini kapsamaktadır. Bu nedenle, uzmanların çevresel ölçünler konusunda oydaşmaya varamadıklarını belirtmek gerekmektedir.

 

Çevresel ölçünlerle ilgili olarak sorulan sorulara panel üyesi uzmanlardan olumlu ve olumsuz yorumlar alınmıştır. Bu yanıtların çözümlenmesi çevresel ölçünler konusunda ayrıntılı bilgi vermektedir. Aşağıda önce olumlu görüşlere yer verilmiştir.

 

Bazı uzmanlar Türkiye’deki alıcı ortam ölçünlerinin gelişmiş ülkelerdeki alıcı ortam ölçünleriyle örtüştüğüne inanmaktadır. Ülkemizdeki çevre mevzuatı ve ilgili yönetmelikler bütün olarak ele alındığında çevre ölçünlerinin oldukça iyi ve yeterli olduğunun söylenebileceğini ileri süren bazı uzmanlar uygulama alanına konulan çevre ölçünlerinin çevre kirliliğini önleme ve çevresel değerlerin korunması amacına yönelik olarak Avrupa ülkelerinin ölçünlerinden örnek alınarak oluşturulduğunu belirtmektedirler. Tek başına düşünüldüğünde ölçünlerin yeterli ve ülkenin altyapısına uygun olduğunu söyleyen uzmanlar buna karşılık uygulamada çeşitli sorunlar yaşandığını kabul etmektedirler.

 

Uzmanlara göre, TSE-ISO 14000 dizisi Uluslararası Çevre Yönetimi Standartları’na ilişkin olarak belge alan kurum ya da kuruluşlar çevre ile uyumlu çalışmalar yapmakta; kısa ve uzun erimde çevre koruma adına etkinliğin türüne göre oluşabilecek atıkları kaynağında denetim altına almaya ya da en aza indirmeye çalışmakta, kirliliği önleyici tesisler kurmak gibi planlar yapmakta ve atıkların da geri dönüşümünü sağlamaktadırlar. Uzmanlar, bu gibi kurumların topluma açıklanmış çevre politikaları olduğunu, çevre yönetim dizgesi oluşturduklarını, politikalarının uygulamasına ilişkin koşulları sürekli izlediklerini ve ölçtüklerini ve çevre yönetim dizgesinin işlerliği hakkında etkili iç denetim yaptıklarını bildirmişlerdir. Kurulan çevre yönetim dizgesinin koşullarında farklılaşma oluştuğunda yeniden değerlendirme yapıldığını ve dizgenin gözden geçirildiğini belirten uzmanlar bu özellikleri itibarıyla TSE-ISO 14000 dizisi ölçünlerin ülkemizde çevrenin korunmasına olumlu katkı yaptıklarını söylemektedirler. Çevresel ölçünler konusunda olumlu yorumda bulunan uzmanların bir kesimi Türkiye’nin çevre ölçünleri konusunda uluslararası düzeyi yakaladığını söylerken bir grup uzman da Türkiye’de çevre için ölçün geliştirme çalışmalarının son yıllarda yoğunluk kazandığını ancak, bununla birlikte, çevresel ölçünlerin ülkemizdeki uygulamasında -Avrupa Birliği ülkelerindeki gibi- kesinlik ve netliğin henüz ortaya çıkmadığını belirtmişlerdir.

 

Çevresel ölçünlerle ilgili olarak belirtilen olumsuz görüşler aşağıda sıralanmıştır:

 

Bazı panel üyesi uzmanlar farklı durumlar için farklı ölçünler yapılmasının gerekli olduğunu söylemiş ve bu farklılaştırmanın ülkemizde yapılmamış olmasının uygulamada boşluklar yarattığını belirtmişlerdir. Uzmanlar, “6 nolu fuel-oil”in yakıt olarak kullanılmaya devam edilmesinin ve özel kalorifer yakıtı adı altında piyasaya sürülen bu yakıtın yanması sonucunda elde edilen sonuçların kabul edilebilir sınır değerlerin üzerinde kalmasının bu amaçla verilebilecek iyi bir örnek olduğunu belirtmektedirler.

 

TSE-ISO 14000 dizisi Uluslararası Çevre Yönetimi Ölçünü’ne ilişkin uygulamaları değerlendiren bazı uzmanlar ise bu uygulamanın büyük ölçekli, geniş olanaklara sahip ve yurt dışı ilişkileri gelişmiş firmalar dışında uygulama şansı bulabildiğinin söylenemeyeceğini bildirmişlerdir. Ülkemizde bu ölçün dizgesi hakkında kesin karar verebilmeye yetecek sayıda örnek olmadığını söyleyen uzmanlar bu nedenle uygulamanın sınırlı kaldığını belirtmişlerdir.

 

Türkiye’de çevresel ölçün geliştirme çalışmalarının ölçünleştirilmemiş olduğuna dikkat çeken bazı uzmanlar da çevresel ölçünleri belirleyen ve yürürlüğe koyan yönetmeliklerin ve ölçünlerin bizzat kendilerinin dış kaynaklardan yapılmış çeviriler olduklarını bildirmişlerdir. Uzmanlar çevresel ölçün geliştirme konusunda kamu kurumları arasında çok başlılık yaşandığına dikkat çekmişler ve ülkemizde çevresel ölçün geliştirme çalışmalarının tam olarak sonuçlanmamış olduğunu belirtmişlerdir.

 

2.6.3 Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme: Ölçünler

 

Türkiye’de yürülükte bulunan çevre ölçünlerinin yeterliliği ile ilgili soruya verilen yanıtların ortalaması 3.07 olarak ölçülmüştür. Ancak, soruyu yanıtlayan alt gruplar irdelendiğinde bu sorunun ortalamasının gerçek durumu yansıtmadığı ve uzmanların çevre ölçünlerini yeterli buldukları anlaşılmaktadır. Söz konusu yeterlilik tam ve mutlak bir tatmini yansıtmamaktadır. Ancak, göreli bir yeterlilik duygusunun uzmanlara egemen olduğu görülmektedir. Çevre ölçünlerini olumsuz olarak değerlendiren tek alt grup akademisyenler olmuştur. Aynı değerlendirmeyi kirletici salım ve boşaltma ölçünleri konusunda da yapabilmek olanaklıdır. Ancak, üretim malzemeleri ve girdileriyle ilgili ölçünler söz konusu edildiğinde uzmanların tavrı belirgin bir kararsızlığa dönüşmektedir. Yakıt ölçünleri konusunda ise uluslararası uzmanlar, valiler ve özel sektör temsilcileri olumlu görüş öne sürerken diğer gruplar olumsuz düşünce belirtmişlerdir. TSE-ISO 14001 ölçünü konusunda ise uluslararası uzmanların uygulamaların yeterli kabul edilmesine ilişkin görüşüne karşılık diğer alt grupların eğilimi kararsızlıktan olumsuzluğa doğru bir dağılım göstermektedir. Ölçün hazırlama çalışmalarının ölçünleştirilmiş olması konusunda ise alt grupların tümünün olumsuz düşünmekte olduğu anlaşılmaktadır.

 

              2.7 ÇEVRE PLANLAMASI

 

2.7.1 Kuramsal Açıklama

 

Plan, ulaşılmak istenen hedefler için gerekli araçları, ödevleri ve zamanlamaları belirleyen programdır. Plan, aynı zamanda, planlanmak istenen alanın gereksinimlerinin ışığında, yörenin fiziksel, ekonomik ve toplumsal özelliklerini ve zaman kısıtlarını da dikkate alarak kıt kaynakların en iyi kullanım biçimini belirleyen ve toplumsal çıkarları en üst düzeyde gerçekleştirmeyi amaçlayan yönetim aracı ya da işlevidir.

 

Çevre yönetimi iki temel kavram üzerine dayalı olmalıdır: stratejik planlama ve başarım yönetimi. Bunlardan birincisi olan stratejik planlama ulaşılmak istenen somut hedeflerin belirlenmesi ve bu hedeflere ulaşma yolunda izlenecek temel tercihler anlamına gelen stratejilerden, stratejiler dayanacakları politikalardan, politikalar kendilerini gerçekleştirecek eylemlerden ve eylemler de kendilerine ilişkin zaman ve yer boyutlarının kesinleştirilmesini öngören süreçlerden oluşur. Stratejik planlama, örgütün tüm ilgili yanlarını kapsayacak şekilde, iç koşulların irdelenmesine, dış çevre koşullarının anlaşılmasına, ölçülebilir hedeflerin oydaşma yoluyla saptanmasına, önceliklerin belirlenmesine ve uygulamalar sırasında çevresel parametrelerde oluşan gelişmeleri ve değişmeleri izlemek üzere gözlem ve değerlendirme dizgesine gereksinim duyacaktır. Bunun da ötesinde, stratejik planlama süreci insan kaynakları, akçalı kaynaklar, veri kaynakları, kurumsal açıdan zayıf ve güçlü yanlar, mevcut strateji, örgütsel yapı, örgüt kültürü (iklimi), çevresel eğilimler, toplumsal gelişmeler, gelişmelerden etkilenecek kesimler, teknolojik gelişmeler, kamuoyunun yaklaşımı ve mevcut koşulların taşıdığı kısıtlar gibi konuları da ayrıntılı şekilde irdelemelidir.

 

Planlama süreci planlanacak alanın temel özelliklerini saptayarak çalışmalarına başlamalıdır. Bu özellikler arasında bölgenin demografisi, coğrafyası, ekonomisi ve kentleşme eğilimleri gibi pek çok unsur yer almalıdır. Bunu ölçme ve izleme (monitoring) dizgelerinin oluşturulması, gerekli en az bilgi düzeyinin saptanması, verilerin işlenme süreçlerinin belirlenmesi ve veri bankaları oluşturulması gibi yöntembilim geliştirme çalışmaları izlemelidir. Elde edilen veriler çözümlenmeli, en yüksek ve en düşük değerler yanında ortalama değerler hesaplanmalı, frekans dağılımları elde edilmeli, gelişme ve değişme eğilimleri anlaşılmalı ve bunlara dayalı olarak kirlilik dizinleri yaratılmalıdır. Bu çalışmayı izleyen aşama elektronik ortamda örnek benzetimlerin (simulation modelling) hazırlanması ve çözüm seçeneklerinin ortaya konması çalışması olmalıdır. Bu çalışmalara dayalı olarak sonuç ürün olan ‘en elverişli durum’ (optimization) planı hazırlanmalı ve plana dayalı uygulama programı ve eylem planı tasarımlanmalıdır. Kuşkusuz, bu çalışmalara koşut olarak gerekli kurumsal önlemler de saptanmalı ve uygulama alanına konulmalıdır.

 

İdeal  çevresel planlama aşağıdaki eylemleri içermelidir:

·      Çevresel nitelik göstergelerini, ekolojik koşulları, su döngüsü özelliklerini, alan kullanma kalıplarını, ekonomik ve toplumsal özellikleri dikkate alarak mevcut durumun saptanması.

·      Bu çalışmaların alan araştırmaları, uydu görüntüleri ve ikincil verilerle desteklenmesi.

·      Bölgede var olan doğal kaynakların, madenlerin ve insangücü kaynaklarının saptanması.

·      Bölgenin kirlilik yükünün belirlenmesi ve bu amaçla baca ve kirlilik salımlarının, atık su boşaltımlarının ve katı atık miktar ve bileşiminin saptanması, bunlarda ve alıcı ortamlarda zaman içinde oluşan değişikliklerin gözlemlenmesi.

·      Bu verilere dayalı olarak, bölgenin taşıma, soğurma (assimilative) ve destekleme (supportive) sığalarını (capacity) dikkate alan bütüncül  çevre yönetimi planının hazırlanması.

·      Bu çerçevede, mevcut koşulların anlaşılması, bu koşullarla yürürlükte olan çevre ölçünlerinin karşılaştırılması, bağımlı ve bağımsız değişkenler arasında ilgileşimler (correlation) kurulması, geleceğe yönelik kestirimler yapılması (projections, extrapolations) ve bu çalışmaların karışma (dilution) ve dağılım (dispersion) biçimlerinin modelleme ve hesaplama çalışmalarıyla desteklenmesi. 

Çalışmalar, planlanan çevrenin soğurma ve destekleme sığaları dikkate alınarak en elverişli çözümün nasıl elde edileceği noktası üzerinde odaklanmalıdır. Bu çerçevede, en iyi kaynak kullanımının nasıl olabileceğine ilişkin kararlar alınmalı, kirlenmelere karşı alınacak önlemler saptanmalı ve kirliliklerin denetim altına alınmasının ve arıtılmasının yol ve yöntemleri karara bağlanmalıdır. Bölgenin ekonomik ve toplumsal gelişmesinin yaratacağı sonuçlara karşı alınması gereken önlemler belirlenmelidir. Salınan ve boşaltılan atıkların geri kazanımı planlanmalı ve bu amaçla ekonomik özendirme programları uygulama alanına konulmalıdır. Kuşkusuz, planlamanın son amacı soğurma sığasından en yüksek ölçüde yararlanmak, destekleme sığasının sağlayacağı olanakları anlamak, taşıma sığasını belirlemek ve çevresel nitelikleri bozmadan büyüme kalıplarını denetim altında tutmak olmalıdır.

Türkiye’de kamu sektörünün planlama yaklaşımı sıralı nitelik taşır. Basamakların başında DPT tarafından 5 yıllık dönemlerle hazırlanan kalkınma planları yer alır. Bunu izleyen basamak hem alan kullanma ve hem de sektör planlama unsurlarını içinde barındıran bölge planlarıdır. Bu planların öngörülen ölçeği 1/100.000’dir. Bu planı hazırlama görevi de DPT’ye aittir. GAP Bölgesi dışında bu amaçla hazırlanmış plan yoktur. DAP ve KAP gibi hazırlıklar ise Türkiye’de bölge planlarının var olduğunu iddia etmek açısından yeterli değildir. Bunu izleyen aşama çevre düzeni planları adını taşımaktadır. Ölçeği 1/25.000 veya 1/50.000 olabilen bu planların kurumsal sorumluluğunun hangi bakanlığa ait olduğu ve içeriksel kapsamı tartışmalıdır. Başlangıçta Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’na ait olan kurumsal sorumluluk Çevre Bakanlığı’nın kuruluşuna ilişkin yasal düzenlemeler yapılırken Çevre Bakanlığı’na aktarılmıştır. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı bu planları üst ölçekli alan planlaması olarak algılarken Çevre Bakanlığı planları çevre planlarının bir türü olarak görmüştür. Son yasal düzenlemelere kadar bu alandaki hukuksal sorumluluk Çevre Bakanlığı’na ait olmasına karşın Bayındırlık ve İskân Bakanlığı bu planları hazırlamaya ve onaylamaya devam etmiştir. Çevre ve Orman Bakanlığı’nın kuruluşu ile ilgili yasalarda görevin bu bakanlığa ait olduğu yinelenmektedir. Bu planları izleyen basamak kentlerin nazım planlarıdır.  Bu planlar 1/10.000 ölçeğinde ilgili belediye tarafından hazırlanır ve daha sonra 1/5.000 veya 1/1.000 ölçekli uygulama ve islah planları şekline dönüştürülür.

Bunlara ek olarak, Çevre Kanunu’na dayalı olarak çeşitli alt düzey hukuk belgesi içinde (Hava Kalitesini Koruma, Su Kirliliğini Önleme, Gürültü Önleme yönetmelikleri gibi) bazı planlama kavramlarına değinildiği görülmektedir. Bu yönetmeliklerde planlama kavramına değinilmekle birlikte planların içerikleri ve yöntemleri konusunda tanımlama ya da açıklama yer almamaktadır. Bu tür planların uygulamaya konulmuş örneği de bulunmamaktadır. Bunun yanında, yasal dayanağı olmamakla birlikte adına master plan ya da ulusal plan denilen bazı belgelerin bazı bakanlıklarca yayımlandığı görülmektedir. Bu planların hangi yasaya dayanılarak hazırlandıkları ve yasal açıdan bağlayıcılık düzeyleri belirli değildir.

Ulusal planların başarı düzeylerine ilişkin değerlendirmeler bu çalışmanın önceki bölümlerinde yapılmıştır. Aynı şekilde, UÇEP de daha önce irdelenmiştir. Türkiye’de gerçekleşmiş olan çevre planlaması örneklerine Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından hazırlattırılan Ulusal Gündem 21 ve bazı taşra yönetimleri ve yerel yönetimler tarafından yapılan Yerel Gündem 21 çalışmalarının eklenmesi de olanaklıdır.

Özel sektör bağlamında çevre planlamasının nasıl gerçekleştirilebileceğini gösteren en iyi örneklerden biri kuşkusuz çevre denetçiliği (environmental auditing) kavramıdır. Bu açıdan Türkiye’deki durum irdelendiğinde, henüz gerekli altyapının oluşmadığı ve EMAR-EMAS ve ISO 14001 türü çevre denetçiliği çalışmalarının ülke özel sektöründe yaygınlık kazanamadığı görülmektedir.

2.7.2 Araştırma Sonuçları

Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında hazırlanarak panel üyelerine yöneltilen sorular ve sorulara alınan yanıtlara ilişkin sonuçlar aşağıda Çizelge 8’de verilmiştir.

 

ÇİZELGE 8

ÇEVRE PLANLAMASI

ALT ÖLÇÜTLER

O

SS

OYDAŞMA

1.             Türkiye’de, ulusal düzeyde,  bütün olarak ülkenin ve/veya ülkenin alt bölgelerinin çevresel koşullarının belirlenmesini, doğal, insan ve yer altı kaynaklarının saptanmasını/irdelenmesini, bu bölgelerde çevre kirliliği türlerinin/yüklerinin belirlenmesini,  kirliliklerin denetim altına alınması ve giderilmesi için alternatif önlemlerin/yöntemlerin belirlenmesini, katı atıklarda geri kazanım/yeniden kullanım olanaklarının saptanmasını öngören çalışmalar yapan, bu amaçla bilgi izleme/toplama sistemleri kuran, toplanan bilgileri veri bankaları şekline dönüştüren ve bu bağlamda yapılan çalışmaları zaman ve finansman boyutlarını da dikkate alarak düzenleyen ulusal çevre planlaması çalışmaları yeterli sayılabilecek düzeye ulaşmıştır.

4.11

 

0.57

OLUMSUZ

2.             Türkiye’de, yerel yönetimler düzeyinde çevresel koşullarının belirlenmesini, doğal, insan ve yer altı kaynaklarının saptanmasını/irdelenmesini, çevre kirliliği türlerinin/yüklerinin belirlenmesini,  kirliliklerin denetim altına alınması ve giderilmesi için alternatif önlemlerin/yöntemlerin belirlenmesini, katı atıklarda geri kazanım/yeniden kullanım olanaklarının saptanmasını öngören çalışmalar yapan, bu amaçla bilgi izleme/toplama sistemleri kuran, toplanan bilgileri veri bankaları şekline dönüştüren ve bu bağlamda yapılan çalışmaları zaman ve finansman boyutlarını da dikkate alarak düzenleyen yerel çevre planlaması çalışmaları yeterli sayılabilecek düzeye ulaşmıştır.

4.25

 

0.59

OLUMSUZ

3.             Türkiye’de, “Ulusal Gündem 21” çalışmaları mevcut ve gelecekte ortaya çıkabilecek çevre sorunlarını çözümleyebilecek yeterliliğe sahiptir.

3.68

 

0.61

OLUMSUZ

4.             “Yerel Gündem 21” çalışmaları ülke çapında başarıyla uygulanmaktadır.

3.71

 

0.66

OLUMSUZ

5.             Türkiye’de, “Çevre Denetçiliği” (Environmental Auditing) hizmeti veren özel sektör kuruluşları endüstriyel çevre sorunlarının çözümüne önemli katkılar sağlamaktadır.

3.57

 

0.84

OLUMSUZ

ORTALAMA

3.86

0.65

OLUMSUZ

 

Çevresel planlama bağlamında 5 alt ölçüt üzerinde durulmuştur: ulusal düzeyde çevre planlaması, yerel düzeyde çevre planlaması, Ulusal Gündem 21 çalışmalarının yeterlilik düzeyi,  Yerel Gündem 21 çalışmalarının yeterlilik düzeyi ve çevre denetçiliği çalışmalarının yeterlilik düzeyi. Beş alt ölçüt üzerinde de olumsuz oydaşma sağlanmıştır. Doğal olarak, yukarıda belirtilen alt ölçütlere dayalı olarak ölçülen çevre planlaması ölçütünde de oydaşlık olumsuz yönde olmuştur. Açıkça görülmektedir ki, ülkede çevre planlaması çalışmalarının yetersizliği konusunda panel üyeleri arasında güçlü oydaşlık oluşmuştur. Uzmanların yüzde 68’i ulusal çevresel planlama çalışmalarının içinde bulunduğu koşulları 3.21 ile 4.51 arasında değerlendirmiştir. Yerel yönetimlerin çevresel planlama çalışmalarına ilişkin olumsuzluk duygusu ise daha da güçlüdür. Aynı şekilde, özel sektörün çevresel planlama çalışmaları da yetersiz bulunmuştur. Özel sektör tarafından yürütülebilecek ISO 14001 ve EMAR/EMAS türü çevresel planlama ve denetleme çalışmalarının yetersiz olduğu yolunda panel üyeleri arasında güçlü oydaşlık sağlanmıştır.

Türkiye’de ulusal ve yerel çevre planlamasının işlevsel açıdan yeterlilik düzeyini ölçmek amacıyla panelde yer alan üyelere sorulan ve sonuçları yukarıda açıklanan sorular için verilen yanıtlarda uzmanlar kararlarının gerekçelerini açıklamak üzere olumlu ve olumsuz görüşler ileri sürmüşlerdir. Aşağıda önce uzmanların olumlu görüşlerine yer verilmiştir:

Bazı panel üyesi uzmanlara göre, yaşam niteliklerinin iyileştirilmesi, çevresel bilinç ve duyarlılığının geliştirilmesi, çevre yönetiminin iyileştirilmesi ve sürdürülebilir nitelikte ekonomik, toplumsal ve kültürel gelişme sağlanması hedefleri ile hazırlanan UÇEP’in hazırlanmış olması ulusal çevre planlaması çalışmaları için olumlu örnektir. Bu uzmanlar, belirttikleri olumlu görüşe karşın, UÇEP’in akçalı boyutunun yeterli olmadığına inanmaktadırlar. UÇEP’in, Ulusal Gündem 21’in temel taşlarından birini oluşturduğunu belirten uzmanlar Ulusal Gündem 21 ve sürdürülebilir kalkınma ilkesi kapsamında UÇEP ile ulaşılması planlanan hedeflerin uygulamaya ilişkin çeşitli proje paketleri ile yaşama geçirilmesinin özeksel çevre planlaması çalışmaları açısından olumlu bir gelişme olduğunu belirtmişlerdir. Ulusal Gündem 21 çalışmasında ülke çapında oluşabilecek çevre sorunlarının ayrıntılı şekilde ele alındığını bildiren uzmanlar bu bağlamda Başbakanlık, Çevre Bakanlığı ve DPT’ye önemli yetkiler verildiğini ve aynı yetkilerin yerel yönetimlere de bir an önce verilmesi gerektiğini söylemektedirler.

Bir grup uzman da, Ulusal Gündem 21 çalışmalarının özeksel yönetimin çevre planlaması çalışmaları açısından olumlu bir başka örnek olduğu görüşündedir. Yerel Gündem 21 çalışmalarının yerel çevre planlaması sürecinde ve planın uygulanması aşamasında halk katılımın sağlanması açısından önemli katkılar sağladığını belirten uzmanlar bununla birlikte bu tür çalışmalara katılanların kamu yöneticileri ya da çalışanları tarafından birer ‘terör örgütü üyesi’ olarak algılanmamaları gerektiği yolunda uyarıda bulunmuşlardır.

Yerel çevre planlaması konusunda olumlu görüş belirten uzmanlar da yerel yönetimlerin kendi sınırları içindeki veya yakınındaki bölgelerde çevresel etmenlerin saptanması, araştırılması ve değerlendirilmesi konusuyla yakından ilgilendiklerini ve sorunların planlanması için diğer yerel yönetimlerle bağlantıya geçtiklerini söylemektedirler. Bu uzmanlara göre, Türkiye’de yerel çevre planlaması yerel olanaklar ölçüsünde yapılmaktadır; ancak, daha gelişmiş çevre planlaması için ulusal çevre yönetiminin akçalı desteğine ve daha nitelikli uzman personele gereksinim duyulmaktadır. Yerel Gündem 21 çalışmasının Türkiye’nin yaklaşık 50 kadar değişik yerleşim yerinde başarıyla sürdürüldüğünü söyleyen uzmanlar bu çalışmalara karşı çıkan bazı mülki idare amirleri ve belediye başkanlarının bulunduğunu bildirmektedirler. Karşı çıkmanın nedeninin “Yerel Gündem 21” çalışmalarının bir çeşit ombudsman” (kamu denetçisi) işlevi yerine getirmesi olduğunu ileri süren uzmanlar yerel kamu yöneticilerinin bu biçimle dahi olsa başkaları tarafından denetlenmekten hoşlanmadıklarını belirtmişlerdir. Bazı uzmanlar da Yerel Gündem 21 çalışmalarının -çevre değerlerinin sınır tanımazlığı göz önüne alındığında- mevcut sınırlı kurumsal örgütlenmeler çerçevesinde çevre sorunlarının yerel ölçekte sınırlı tutulmasına yardımcı oldukları görüşündedirler. Yerel Gündem 21 çalışmalarında sınırlı olsa da bazı başarılar elde edildiğine inanan uzmanlar Yerel Gündem 21 çalışmalarının uygulamaya yansıtıldığını ancak bu çalışmaların başarı düzeyinin saptanması için ölçüt ya da gösterge geliştirilmediğini ve bu nedenle de yerel yönetimlerin Yerel Gündem 21’den ne anladıkları konusunun tartışmalı olduğunu söylemişlerdir.

Türkiye’deki “Çevre Denetçiliği” çalışmalarını irdeleyen bir grup uzman da bu yöntem aracılığıyla Türk özel sektörünün dünyada çevre konusunda yapılan değişikleri ve gelişmeleri daha dikkatle ve daha yakından izlediğini ve daha doyurucu çözümler ortaya koyabildiğini belirtmektedir.

Türkiye’de özeksel ve yerel çevre planlaması çalışmalarının yetersiz olduğunu belirten görüşler ise şunlardır:

Uzmanların önemli bölümü Türkiye’de çevre planlamasına ilişkin çalışmaların yetersiz olduğuna inanmaktadır. Çevre planlarının uygulanabilirlik yeteneklerinin artırılması gerektiğini belirten uzmanlar yeni girişilecek çevre planlaması çalışmalarında planın uygulanabilirlik yeteneği üzerinde özellikle durulması gerektiğini bildirmişlerdir. Ulusal çevre planlaması çalışmaları adı altında yürütülen bazı çalışmalardan söz edildiğini belirten uzmanlar çevre planlaması çalışmalarının parça parça ve birbirinden bağımsız olarak yürütülmesi nedeniyle bütünlükten yoksun olduklarını ve bu bağlamda ülkenin en önemli eksikliklerinden birinin veri yetersizliği ve veri bankalarının yokluğu olduğunu bildirmişlerdir. Uzmanlar, ideal planda olması gerektiği gibi neden-sonuç ilişkilerinin sorgulandığı, geri kazanım ilkesinin toplumun yaşam felsefesi şekline dönüştürüldüğü ve bilgilerin veri bankalarında herkesin ulaşabileceği biçimde toplandığı  “Ulusal Çevre Planlaması Çalışması”nın Türkiye’de olmadığı görüşündedir. Ulusal çevre planlamasının istenilen düzeye ulaşabilmesi için ulusal çevre bilincinin ve finansman desteğinin artması gerektiğini söyleyen uzmanlar çevresel planlama alanında üniversiteler de dahil olmak üzere yeterli teknik donanıma sahip kuruluş sayısının yok denebilecek düzeyde olduğunu belirtmişlerdir. Uzmanlar planın yapılmış olmasının yeterli sayılamayacağını asıl önemli olanın yapılan veya uyarlanan planların uygulanabilme yeteneğine sahip olması olduğunu bildirmişlerdir.

Çevre ve Orman Bakanlığı’nın il örgütlerinde yapılan çevre planlaması çalışmalarının “Çevre Durum Bildirgeleri”nden ibaret olduğunu söyleyen uzmanlar bu bildirgelerin de bazı bilgi ve belgelerin içinde toplandığı bir derleme çalışması olmaktan ibaret olduğunu ve bilimsel açıdan değer taşımadıklarını bildirmişlerdir. Uzmanlara göre, ulusal düzeyde çevresel etmenler bütün olarak ele alınmamaktadır. Uzmanlar bunun aksine olarak çevresel sorunların planlama çalışmaları yoluyla değil bireylerin tepkileri nedeniyle kamuoyunun gündemine geldiğini ve ancak bu aşamadan sonra yetkili ve sorumlu kamu kurumlarının sorunla ilgili planlanma çalışmalarına başladıklarını söylemektedirler.

Panel üyesi uzmanlar, Türkiye’de, ulusal yönetim düzeyinde olduğu gibi, yerel yönetimler düzeyinde de çevresel planlama çalışması yapılmadığını ileri sürmüşler ve ulusal ölçekte yetersiz kalan çevre planlaması çalışmalarının yerel yönetimlere de yansıdığını ve esasen yeterli altyapıya ve akçalı olanaklara sahip olamayan yerel yönetimlerin bu konuda da başarısız kaldıklarını söylemişlerdir.  Bir grup uzman da yerel yönetimlerin genel olarak çevre planlaması çalışmalarını yeterli düzeye ulaştırdığını söylemenin olanaklı olmadığını belirterek bu sonuca yol açan ana nedenlerin ekonomik yetersizlik, bilgi eksikliği ve eğitimli uzman personel sayısının azlığı olduğuna işaret etmişlerdir. Uzmanlara göre, halkın çevresel bilinç düzeyinin sınırlılığı ve karar alma süreçlerine katılımın sağlanamaması da de yerel yönetimlerin çevre planlaması yapmasını geciktiren etmenler arasında yer almaktadır.

Özeksel yönetimin dahi başarılı olamadığı çalışmaları yerel yönetimlerden beklemenin olanaksız olduğunu söyleyen uzmanlar çevresel planlama alanında genel çabanın varlığını gösterecek ülke çapında yaygın çalışmadan söz edilemeyeceğini belirtmektedirler. Yerel çevresel planlama çalışmalarında elle tutulur somut başarı elde edilemediğine inanan uzmanlar bu gibi çabaların eğitim düzeyinin yüksek ve sivil toplum örgütlerinin güçlü olduğu yörelerde kesimsel başarı gösterse de bu başarının ülke düzeyine genelleştirilmesinin olanaksız olduğunu ve hatta bazı marjinal gruplar tarafından sevimsiz hale getirilen yerel çevre planlaması çalışmalardan bile söz edilebileceğini bildirmişlerdir.

 

Yerel Gündem 21 çalışmaları konusunda henüz ülke çapında yeterli uygulama olmadığına işaret eden uzmanlar bu alandaki uygulamaların illere göre değişiklik gösterdiğini ve uygulandığı yerlerde itici güç olma özelliğinin henüz yaşanamadığını bildirmektedir. Uzmanlar, Yerel Gündem 21 çalışmalarının çok az ilde ve etkili olmayan biçimde devam ettiğini söylemektedirler. Aynı konuya değinen bazı uzmanlar da sivil toplum örgütlerinin büyük çoğunluğunun Yerel Gündem 21 toplantılarına hazırlıksız katıldıklarını, bildirgelerin yeterliliği kabul edilen uzmanlarca hazırlanmadığını ve Yerel Gündem 21 platformunun bazı durumlarda ideolojik söylemler için kullanılmakta olduğunu belirtmişlerdir.

Türkiye’de, özel sektörün çevresel planlama yetkinliği açısından önem taşıyan “Çevre Denetçiliği” sektörünün ülkemizde yeterince gelişmemiş olduğunu belirten uzmanlar sürece ilişkin yasal düzenlemelerin henüz tamamlanmamış olduğunu ve bu alanda sağlıklı örgütlenme altyapısının oluşturulamadığını bildirmişlerdir. Bu uygulamanın piyasadaki rekabet koşullarını olumsuzlaştıracağını ileri süren uzmanlar çevre denetçiliği yapan ve akredite olmuş yerli kuruluş bulunmadığını ve çalışmaların daha çok yabancı ülkelerden gelen kuruluşlar ya da bu kuruluşların Türkiye’deki temsilcileri veya ortakları tarafından yürütüldüğünü belirtmişlerdir.

 

 

 

2.7.3 Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme: Çevresel Planlama

Ulusal çevre planlamasının yetersizliği konusunda alt grupların büyük çoğunluğunda oydaşlık vardır. Verilen yanıtların ortalaması olan 4.11 değeri bu konuda alt gruplar arasında egemen olan görüşü tam olarak yansıtmaktadır. Aynı yargıyı yerel çevre planlaması çalışmaları için de yinelemek olanaklıdır. Ancak, uzmanların yerel yönetimlere bakış açısı ulusal çevre planlaması çalışmalarına oranla daha olumsuzdur. Ulusal ve Yerel Gündem 21 çalışmalarının yeterliliği konusunda alt gruplar arasında olumsuzluk yönünde belirgin bir oydaşlık vardır. Çevre denetçiliği konusunda ise alt gruplar olumlu ve olumsuz düşünenler arasında ikiye arılmış görülmektedir. Uluslararası uzmanlar ve özel sektör temsilcileri bu konuda olumlu görüş belirtirken diğer grupların yaklaşımı olumsuz olmuştur.

2.8 KURUMSAL YAPI VE YENİ KURUMSAL MODEL

2.8.1 Kuramsal Açıklama

Çevre yönetimi ekolojik dizgeleri yönetecek etkili, güçlü ve verimli örgütsel yapıya sahip olmak zorunluluğundadır. Ancak, etkili ve verimli örgüt yaratma ödevi temel siyasal tercihler, kurumlararası ilişkiler, parasal olanaklar, siyasal istencin oluşturulması ve yansıtılması ve kamunun desteğinin sağlanması açılarından kurumsallaşmaya ilişkin sorunların dikkatli biçimde ele alınmasını gerektirir. Örgütsel özel ödev alanlarının (mission) belirlenmesi, üzerinde durulacak temel çevresel hedeflerin tanımlanması, bu sorunların ele alınma koşul ve biçimleri, hangi kurumların ne gibi sorumluluklara sahip olduklarının saptanması, bu kurumların yetkilendirildikleri kaynakların belirlenmesi, hukuksal çatının oluşturulması, yeni örgütsel yapı oluşturmanın yasal gereklerinin anlaşılması, karar alma orunlarının ve biçiminin saptanması, kurulacak kurumun hukuksal statüsünün belirlenmesi, yeni örgütün yönetsel işlevlerinin belirlenmesi ve ulusal yönetimle yerel yönetimler arasındaki ilişki biçimlerinin saptanması bu bağlamda üzerinde durulması gereken ana unsurlar olacaktır.

Kurumlararası ilişkiler göz önüne alındığında ise, yürürlükteki çevresel programların belirlenmesi ve halen çalışmalarını sürdürmekte olan kurumların bu bağlamda sahip oldukları rollerin ve kurumlararası ilişkilerin güçlü ve zayıf yanlarının anlaşılması ve gelecekteki eşgüdüm gereksinimlerinin kestirilmesi yanıt bulunması gereken pek çok sorudan yalnızca bazıları olacaktır.

Yeni kurumsal yapıyı oluşturmak zorunda olanların akçalı sorunlara ve fon yönetimine ilişkin yönetsel işlevler açısından da şu konular üzerinde durmaları gerekecektir: çalışma önceliklerinin saptanması, karar vericilerin belirlenmesi, hizmet sunumunda özel sektörün rol ve payının artırılması ve bütçe kaynaklarının harcama kalemlerine tahsis edilme yöntemlerinin saptanması. [17]

Yukarıda sözü edilen sorunlar kurumsal değerlendirme çalışmaları yapılırken üzerinde durulması gereken unsurlardan bazılarıdır. Bunların tümüne uygun çözümler bulunması gerekir. Bu konular üzerinde karar kılındıktan sonra bütçeleme, planlama, tesislerin yönetimi, insan kaynakları yönetimi, bilgi ve verilerin yönetimi, dış ilişkilerin yönetimi, hukuksal danışmanlık ve politika geliştirme gibi temel süreçleri yürütecek iç örgütsel birimlerin oluşturulması sağlanmalıdır. Bunlara ek olarak, hava, su, toprak ve gürültü gibi çevresel sorun alanları (environmental media) için ölçünler hazırlayacak, yükümlülerin kurallara uyma koşullarını izleyecek, kirlenmeleri önleyecek ve giderecek, riskleri değerlendirecek ve bunlara karşı önlemler geliştirecek işlevsel odak noktaları oluşturulmalıdır.

 Türkiye’nin çevre yönetimine ilişkin kurumsal yapısı Şekil 2’de verilmiştir. Bu dizge esas olarak iki dala ayrılmaktadır: ulusal yönetim (Ankara’daki bakanlık örgütü ve il ve ilçelerdeki taşra örgütü) ve yerel yönetimler (il özel idareleri, belediyeler ve köyler). Türkiye’de Çevre ve Orman Bakanlığı yanında, pek çok öteki bakanlığın çevre yönetimi alanında görev ve sorumlulukları vardır. Çevre ve Orman Bakanlığı’nda ‘duyarlı ekolojik alanlar’ için ayrı bağlı kurum oluşturulmuştur. Her iki kurum için ayrı fonlar kurulmuştur. Ancak bu fonlar şu anda işlevsel değildir ve Maliye Bakanlığı’nın bünyesine alınmıştır. Türkiye’de halen iki ayrı türde belediye bulunmaktadır: iki aşamalı büyükşehir belediyeleri ve tek aşamalı normal belediyeler. Bu kurumlar da çevre alanında önemli görevlere sahiptir. “Kamu Yönetimi Temel Kanunu”nun bu alanda getireceği yeni düzenlemelere dip notta değinilmiştir.

 

 

2.8.2 Araştırma Sonuçları

Yukarıda yapılan açıklamar ışığında panelde yer alan uzmanlara dokuz ayrı soru yöneltilmiştir. Çevresel kurumların verimlilik ve etkililik durumlarını anlamayı amaçlayan bu sorular ve alınan yanıtların dağılımı Çizelge 9’da verilmiştir.

ÇİZELGE 9

KURUMSAL YAPI

ALT ÖLÇÜTLER

O

SS

OYDAŞMA

1.             “Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı”ndan “bakanlık” olmaya kadar değişen gelişme çizgisi içinde Çevre Bakanlığı başarılı ve etkili örgütlenme öyküsü ortaya koymuştur.

3.86

 

0.93

OLUMSUZ

2.             “Çevre Koruma Fonu” çevre sorunlarının giderilmesine finansal kaynak sağlamak bakımından başarılı olmuştur.

4.11

 

0.69

OLUMSUZ

3.             Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı, görevli olduğu alanlarda/konularda çevre sorunlarının çözümlenmesi açısından başarılı olmuştur.

3.43

 

0.69

OLUMSUZ

4.             “Özel Çevre Koruma Fonu” özel çevre koruma bölgelerindeki çevre sorunlarının giderilmesine finansal kaynak sağlamak bakımından başarılı olmuştur.

3.68

 

0.61

OLUMSUZ

5.             İl Çevre Müdürlükleri’nin örgütlenme koşulları ilin çevresel kalitesinin korunması ve geliştirilmesi açısından etkili ve başarılıdır.

3.75

 

0.70

OLUMSUZ

6.             İl Çevre Vakıfları, illerin çevre sorunlarının çözümlenmesi bakımından doğru bir kurumsal çözümdür.

3.96

 

0.92

OLUMSUZ

7. İlçe (kaymakamlık) düzeyinde çevre örgütü kurulmasına gerek yoktur.

3.82

 

1.36

YOK

8. İllerde kurulan, Mahalli Çevre Kurulları başarılıdır.

3.61

 

0.69

OLUMSUZ

9. Türkiye’de, belediyeler/büyükşehir belediyeleri, iç örgütlenmeleri çerçevesinde yerel  çevresel kalitenin korunması ve geliştirilmesi bağlamında etkili ve başarılı şekilde örgütlenmişlerdir.

3.93

 

0.54

OLUMSUZ

ORTALAMA

3.79

0.79

OLUMSUZ

Türkiye’deki çevresel örgütlenmenin yeterlilik düzeyi konusunda yapılan irdelemede 9 alt ölçüt üzerinde durulmuştur. Bunlardan biri üzerinde (ilçe düzeyinde çevre örgütü kurma gerekliliği) konusunda oydaşma sağlanamamıştır. Geri kalan 8 alt ölçüt konusunda olumsuz oydaşma sağlanmıştır. Bu alt ölçütler şunlardır: Çevre Bakanlığı’nın başarılılık ve etkililik düzeyi, Çevre Koruma Fonu’nun yeterlilik düzeyi, Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı’nın başarılılık ve etkililik düzeyi,  İl Çevre Müdürlükleri’nin başarılılık ve etkililik düzeyi, İl Çevre Vakıfları’nın başarılılık ve etkililik düzeyi, Mahalli Çevre Kurulları’nın başarılılık ve etkililik düzeyi ve belediyelerle büyükşehir belediyelerinin başarılılık ve etkililik düzeyi. Yukarıdaki çizelgede de görüldüğü üzere, panel üyeleri gerek ulusal ve gerekse yerel çevre örgütlerinin bugüne kadar elde ettikleri başarımın etkili ve yeterli olmadığı konusunda görüş birliğine varmışlardır. Dokuz soruya verilen yanıtların ortalamalarının ortalaması 3.79 ve standart sapması da 0.79’dur. Böylelikle, birinci standart sapma içinde yer alan ve toplam deneklerin yüzde 68’ini oluşturan uzmanlar grubu kurumsal dizgeyi 3.00 ile 4.58 arasında değerlendirmiş olmaktadırlar. Bu sonuç, yanıt skalasında ortadan en kötüye kadar değişen alanı işaret etmektedir.

ÇİZELGE 10

YENİ KURUMSAL DÜZENLEMELER

ALT ÖLÇÜTLER

O

SS

OYDAŞMA

1. Orman Bakanlığı’nın ile Çevre Bakanlığı ile birleşmesi isabetli olmuştur.

3.96

 

1.07

OLUMSUZ

2. Oluşturulan bu yeni ulusal çevre örgütlenmesi modeli çevre sorunlarını çözmede başarılı olacaktır.

3.89

 

0.88

OLUMSUZ

3. Yeni çevre örgütlenmesinin taşra örgütlenme biçimi (Orman ve Çevre il müdürlükleri) ildeki çevre sorunlarını çözümlemede daha fazla başarı sağlayacaktır. 

3.86

 

0.93

OLUMSUZ

ORTALAMA

3.90

0.96

OLUMSUZ

 

Türkiye, son yıllarda, AB uzmanlarının da etkisiyle, çevre hizmetlerinin yürütümüne ilişkin kurumsal yapısında önemli değişiklikler yapmış ve bu arada çevre ve orman bakanlıkları ile bu bakanlıkların il müdürlükleri birleştirilmiştir. Yeni modelin çevre sorunlarının giderilmesi açısından gelecekte elde edebilecekleri başarı düzeyini kestirmek amacıyla uzmanlara üç ayrı soru yöneltilmiştir. Sorular ve alınan yanıtlar Çizelge 10’da verilmiştir. Üyelerin geleceğe yönelik bekleyişleri de olumsuzdur. Her üç soruya verilen yanıtların ortalaması 4 dolayındadır. Bu sonuç, diğer alanlarda yeterli önlem alınamazsa yalnızca kurumsal yapıda yapılacak şekilci değişikliklerden fazla şey beklenmemesi gerektiği anlamına gelmektedir.

Araştırma çerçevesinde Çevre Bakanlığı’nı esas alan örgütlenme biçimiyle ve yeni  kurumsal seçenek olarak üzere geliştirilen Çevre ve Orman Bakanlığı modelinin yeterlilik durumlarıyla ilgili olarak panel üyesi uzmanlara çeşitli sorular yöneltilmiştir. Alınan yanıtlar yukarıda yer alan çizelgelerde açıklanmıştır. Genelde olumsuz olmakla birlikte uzmanlar verdikleri kararları gerekçelendirmek amacıyla hem olumlu ve hem de olumsuz görüşler ileri sürmüşlerdir. Bu gerekçelerden önce olumlu olanları aşağıda belirtilmiştir.

Bazı panel üyesi uzmanlar Çevre Bakanlığı’nın öteki kamusal kurumlarla karşılaştırıldığında onlara göre daha çabuk kurumsallaştığının yadsınamaz gerçek olduğu düşüncesindedir ve kurumsallaşmada elde edilen hız bu üyeleri mutlu etmiş görünmektedir. Bazı üyeler de olumlu düşüncelerini çevre mevzuatının hızla geliştirilmiş olmasına bağlamışlardır. Bu üyelere göre, Çevre Kanunu, çevre yönetmelikleri, çevre ölçünleri ve çevresel bilinçlenme Çevre Bakanlığı döneminde gerçekleştirilmiştir. Olumlu görüş belirten uzmanlar çevre konusunda yeni elemanların bu dönemde yetiştirilmiş olmasını ve gerek özeksel ve gerekse bölgesel kurumsal yapıların çekirdeklerinin aynı dönemde hazırlanmış ve uygulamaya konulmuş olmasını başarı unsuru olarak kabul etmektedirler.

Bazı uzmanlar ise Türkiye’nin kurumsallaşma alanındaki sorunlarının diğer ülkelerden farklı olmadığını belirterek ve DSİ örneğini öne sürerek Çevre Bakanlığı’nın kendisinden önce kurulmuş olan ve önemli güce ve büyüklüğe ulaşmış ve geniş yatırım olanaklarına sahip öteki kamusal kurumlarla nasıl baş edilebileceği sorunsalını ortaya koymakta ve bu sorunsalın çözümünün hiç bir ülkede kolay olmadığını bildirmektedirler.

Bir kesim uzman da Özel Çevre Koruma (ÖÇKK)  Bölgeleri uygulamasını başarılı bulduklarını belirtmişler ve ÖÇKK ilan edilen alanlarda mevcut ekolojik koşulların daha iyi korunduğunu görmelerinin bu yoldaki düşüncelerini güçlendirdiğini bildirmişlerdir. ÖÇKK’nun elde ettiği başarının sınırlı olabileceğini belirten uzmanlar ancak bu bölgelerdeki çevre değerlerinin kapsam dışındaki bölgelerdeki çevre değerlerine göre çok daha fazla korunmuş olduğu gerçeğinin yadsınamayacağını söylemektedirler. Uzmanlar, bu çerçevede, “Özel Çevre Koruma Fonu”nun da olanakları ölçüsünde başarılı sayılabileceğini belirtmektedir.

Çevre il müdürlüklerinin başarısını irdeleyen bazı uzmanlar ise bu müdürlüklerin başarı düzeylerinin mülki idare amirleri ve ilgili diğer kamusal kurumlarla eşgüdüm içinde çalışabilmesine bağlı olduğunu ve bu kurumlarla sağlanacak işbirliğinin ve eşgüdümün çevresel denetimlerin artırılması sonucunu yaratacağını ve bu durumun da söz konusu müdürlüklerin genel başarı düzeyini yükselteceğini belirtmişlerdir. Bu üyelere göre, Çevre il müdürlükleri ÇED sürecini yürütmek, İl Mahalli Çevre Kurulu’nun asli üyeliğini ve sekreterliğini yapmak ve çevre kirliliklerini denetlemek gibi kendilerinden beklenen temel işlevleri yerine getirmektedirler. Bazı bölgelerde iyiniyetli, çalışkan ve sorumluluk alan bürokratlar bulunduğunu ve bu nedenle bazı Çevre İl Müdürlükleri’nin diğerlerine göre daha başarılı olabildiğini söyleyen uzmanlar ülkemizde her ilin çevre sorunlarının farklı ve kendisine özel olduğunu ve endüstriyel ve turistik etkinliklerin yoğunlukta olduğu illerde il müdürlüklerinin daha güçlü örgütleme içinde olmalarının zorunlu olduğunu belirtmektedirler.

İllerde kurulan İl Çevre Vakıfları’na değinen bazı uzmanlar, bu kurumların il çevre müdürlüklerince yürütülen çevresel hizmetlerinin sağlıklı  şekilde gerçekleşmesi için önemli kaynaklar sağladıklarını ve il çapındaki çevre projelerinin yaşama geçirilmesinde akçalı destek sağlayarak çalışmaları ilerletici işlev yerine getirdiklerini söylemektedirler.

İlçe düzeyinde çevre örgütü sorununu irdeleyen bazı uzmanlar ise yeni yönetim kademesi yaratılmaması açısından bu yaklaşımın yerinde olduğunu ve il bazında örgütlenmenin yeterli olacağını bildirmişlerdir. Bu uzmanlara göre, ilçelerde örgütlenmek yerine çevre yönetim işlevlerinin belediyelere aktarılması ve belediyelerde çevre örgütleri kurulması daha uygun çözüm olacaktır.

İl Mahalli Çevre Kurulu’nu (İMÇK) irdeleyen bazı uzmanlar da il ölçeğinde çevreyle ilgili konularda tüm kurum ve kuruluş temsilcilerinin görüşlerini ortaya koyabilecekleri platform oluşturması açısından bu kurulların önemsenmesi gerektiğini bildirmektedir. Aynı uzmanlar, çevre sorunlarının çözümü ve çevresel bilinçlenmenin artması için gerekli unsurlardan birinin kurumlararası eşgüdüm olduğunu, çevre sorunlarının doğası gereği konuyla ilgili, bilgili ve yetkili birimlerin bir araya gelmesini ve görüş alışverişinde bulunmasını gerekli kıldığını belirtmişler ve kurumlararası bilgilendirmenin ve eşgüdümün gerçekleşmesinin il düzeyinde il mahalli çevre kurulları aracılığıyla sağlanabildiğine işaret ederek bu kurulların yararlı bir işlev yerine getirdiğini söylemişlerdir. Uzmanlar, bu kurulların işlevsellik düzeyinin illere göre değişiklik gösterdiğini görüşlerine eklemişlerdir.

Yerel yönetimlerin çevresel örgütlenme düzeyi konusunda göreli olarak olumlu görüş belirten uzmanlar ise büyükşehir belediyelerinin sahip oldukları olanaklar nedeniyle çevre konusunda normal belediyelere oranla daha etkili örgütlenme sağladıklarının kabul edilebileceğini ancak ülke genelinde -büyükşehir belediyeleri dışında kalan- normal belediyeler için aynı şeyi söylemenin olanaklı olmadığını ve çevresel örgütlenme biçiminin belediyeden belediyeye değiştiğini bildirmektedirler.

Çevresel örgütlenme konusunda ileri sürülen gerekçeler ağırlıklı olarak olumsuz görüşlerden oluşmaktadır. Panel üyesi uzmanlarca çevresel örgütlenme konusuyla ilgili olarak belirtilen olumsuz görüşler aşağıda yer almaktadır:

Bazı panel üyesi uzmanlar Çevre Bakanlığı’nın örgütlenme felsefesinin yanlış olduğuna inanmakta ve özellikle taşra örgütünün nehir (akarsu) havzaları bazında örgütlenmesi gerektiğini ve bu modelin daha başarılı sonuçlar verebileceğini bildirmektedirler. Çevre Bakanlığı’nın hem özekteki ve hem de taşradaki örgütlenme sürecinin henüz tamamlanmadığını belirten bazı üyeler de kimi illerde halen bir iki kişi ile müdürlük etkinliklerinin sürdürülmekte olduğunu söylemişlerdir.

Bazı üyeler ise çevre mevzuatının oluşturulması ve geliştirilmesi süreci ile Bakanlığın taşradaki örgütlenme süreci bir diğerine koşut olarak ilerleyemediğinden yönetmeliklerin uygulama alanına sokulmasında geç kalındığını ve uygulamada bölgesel ve yöresel farklılıklar oluştuğunu açıklamışlardır.

Bazı üyeler ise olumsuz görüşlerine gerekçe olarak çevre eğitimine gereken önceliğin verilmemiş ve çevre için eğitimin ülke geneline yayılmamış olmasını göstermişlerdir.

Hizmet içi eğitime de değinen uzmanlar farklı meslek gruplarından oluşan bakanlık personeline hizmet içi eğitim verilmemiş olmasının uygulamalarda tektipliliği sağlayamama sonucunu beraberinde getirdiğini söylemişlerdir. 

Bazı üyeler de Bakanlık çalışmalarını eleştirerek, özeksel yönetimin sadece cezalandıran değil aynı zamanda yol gösteren, destekleyen ve yeni teknolojileri araştıran nitelikte olması ve saydam politikalar izlemesi gerektiğini bildirmişlerdir. Bu üyelere göre, eşgüdümcü bakanlık olması gerekirken yürütücü bakanlık olması Çevre Bakanlığı için dezavantaj yaratmıştır. Müsteşarlık düzeyinden bakanlık düzeyine dönüşmenin önem ve statü açısından yükselme gibi görünebileceğine işaret eden uzmanlar, asıl önemli olanın çevre gibi birçok kesimi ilgilendiren konuda özeksel yönetimin eşgüdüm işlevinin öne çıkması olduğunu ileri sürerek Çevre Bakanlığı’nın ayrı bakanlık olarak örgütlenmesi yerine bütün bakanlıkların üstünde kalan -örneğin Başbakanlık’a bağlı- kurum olmasının çevre alanında daha etkin işleyiş sağlayabileceğini belirtmişlerdir.

Bir kesim uzman da, çevre biliminin birden çok disiplini kapsayan çalışma alanı olduğunu belirterek Çevre Bakanlığı’nın bu disiplinleri kendi bünyesinde anlamlı şekilde bütünleştiremediği için başarılı olamadığına ve bu nedenle de etkili örgütlenme yapamadığına inanmaktadır.

Eski bir Çevre Bakanı’nın Çevre Bakanlığı için söylediği “zurnanın son deliği” olmak nitelemesini yineleyerek vurgulayan bazı uzmanlar örgütlenme sürecinin siyasal çekişmelerle sürekli olarak yıpratıldığını ve bu koşullar altında örgütlenme alanında elde edilen olumsuz sonucun olağan karşılanması gerektiğini belirtmişlerdir.

Çevre Koruma Fonu’nun çevre sorunlarının giderilmesinde akçalı kaynak sağlaması amacıyla konulan yasa hükümlerinin yaşama geçirilmediğini bildiren uzmanlar fon gelirlerinin çevresel yatırımlara yeterli akçalı kaynak sağlayamadığını açıklamışlardır. Bu üyeler çevre cezaları yoluyla Fon’a aktarılan gelirlerin dahi çevre koruma amaçlı çalışmalar için kullanılmadığını belirterek Fon’un yanlış kullanıldığını, her yeni bakanın Fon’u “çiftlik bütçesi olarak” görerek Fon kaynaklarını politik nedenlerle israf ettiklerini ve hatta kötüye kullandıklarını ileri sürmüşlerdir.

ÖÇKK çalışmalarını eleştiren bazı uzmanlar da bu kurumun sadece koruma alanları ilan etmekle yetindiğini ve uygulamada başarı sağlayamadığını bildirmişlerdir. Aynı şekilde, “Özel Çevre Koruma Fonu”nun da başarılı olamadığını söyleyen uzmanlar bu Fon’un çevre dışı amaçlarla kullanıldığını bildirmişlerdir.

Bazı panel üyesi uzmanlar da Çevre il müdürlüklerine yapılan müdür atamalarında özenli davranılmadığını, adaylarda belli alanlarda uzman olmak koşulu aranmadığını ve öğretmen ve doktor gibi kimi meslek mensuplarının il müdürü olarak atandıklarını ve bu yaklaşımın örgütlenme alanında başarı elde edilmesine izin vermediğini belirtmişlerdir.

İl müdürlüklerinin başarısız olduğunu vurgulayan bazı üyeler de başta akçalı kaynak yetersizliği olmak üzere hizmet girdilerinin sınırlı olmasının çevre il müdürlüklerini başarısız ve etkisiz kıldığını söylemişlerdir.

Bazı üyeler de çevre il vakıfları aracılığıyla toplanan gelirlerin çevre adına yapılacak işlemler için kullanılma oranının illere göre değişiklik gösterdiğini bildirerek İl Çevre Müdürlükleri’nce yürütülen İl Çevre Vakfı yaklaşımının yanlış kurumsal çözüm olduğunu ve söz konusu vakıfların kötüye kullanıldıklarını açıklamaktadırlar. Vakıfların gelirlerinin yüzde 30’una Çevre ve Orman Bakanlığı’nın el koyduğunu belirten uzmanlar il bazında toplanan gelirlerin Ankara’ya gittiğini, Maliye Bakanlığı’nın il çevre vakıflarını vergi yükümlüsü olarak kabul ettiğini ve gelirlerden vergi aldığını belirtmişlerdir. Bu nedenlerle il çevre vakıflarının sınırlı akçalı olanaklarıyla ancak küçük çaplı projelere destek sağlayabildiğini belirten uzmanlar il özel idarelerinin akçalı destek sağlanması konusunda il çevre vakıflarından daha çok yarar sağladığına dikkat çekmektedirler.

Vakıfların özel hukuk tüzel kişisi olduğunu belirten uzmanlar bu nitelikte kurumsallaşmanın kamusal olmak özelliği ağır basan çevre hizmetleri için daha başlangıçta yapılan hata olduğunu bildirerek siyasal istenç sahiplerinin her alanı kendi çıkarları doğrultusunda denetim altında tutmak adına “buluş (!)” niteliğinde kurumsal düzenlemeler yapmakta olduklarını ileri sürmüşlerdir. Kamu yönetimini ve yöneticisini esas alan ve odak kabul eden vakıf kurulmaması gerektiğini belirten panel üyesi uzmanlar vakıf kavramının tanımının kamusal hizmet üretme amacına aykırı olduğunu söylemişlerdir. Vali merkezli İl Çevre Vakfı modelinin de bu tür buluşlardan olduğunu belirten uzmanlar bu kurumların “ masa ve  memur” vakıfları olduklarını bildirmişlerdir. Kamunun kamusal hizmet üretmek amacıyla vakıf kurmasının “hukuk cinayeti” olduğunu söyleyen uzmanlar kamusal hizmetlerin vakıflara aktarılmasının da başka tür cinayet olduğunu belirtmişler ve hukuka uygun olmayan kurumsallık olamayacağını vurgulamışlardır.

İlçe düzeyinde örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan bazı panel üyesi uzmanlar çevre hizmetlerinin alanda örgütlenmesi açısından ilginç bir öneri geliştirmişlerdir. Nüfus ve/veya endüstriyel tesis sayısı gibi ölçütler geliştirilmesi gerektiğini belirten uzmanlar bu ölçütü karşılayan ilçelerde çevre örgütü kurulmasını önermişlerdir. Yerel düzeyde denetim çalışmalarının güçlendirilmesi ve yaptırımların uygulanma yeteneğinin artması bakımlarından ilçe düzeyinde örgütlenmenin gerekli olduğunu belirten uzmanlara göre çevre sorunlarının yerinde saptanması, izlenmesi ve çözümlenebilmesi için özellikle kirliliğin yoğun olarak yaşandığı ilçelerde bu tür örgütlenmeye gereksinim vardır. Bu üyeler, çevre kirliliği konusunda sorunlarını ve şikâyetlerini kolaylıkla iletebilecekleri kamusal birimin varlığının, illere oranla farklı ekonomik, sosyal ve eğitim yapısına sahip ilçe halkının çevresel bilincinin gelişmesine ve çevre bilincinin kalıcı kılınmasına daha çok yardımcı olacağını bildirmişlerdir.

İMÇK’nun yapısını hantal ve çalışma sürecini ağır bulan bazı üyeler ise kurulun sadece imza atmak için toplantılar yaptığını ileri sürmüşlerdir. İMÇK’nun, yapıları ve karar alma dizgeleri itibarıyla daha çok emir ve yönlendirmeyle çalışan kurullar olduklarını bildiren uzmanlar bu nedenle İMÇK’nun işlevsel olmadığını ve yerel çevre politikaları oluşturamadıklarını açıklamaktadırlar. Uzmanlar yaptırım gücü olmayan bu kurulların Çevre Yasası’ndan çıkartılması ve/veya İl Hıfzısıhha Kurulu ile birleştirilmesi gerektiğini bildirmişlerdir. Bu üyelere göre, İMÇK, bir kaç büyük il dışında, Valiliğin “diğer” bir bürokratik kurulu olmak niteliğindedir.

Belediyelerin statüleri, konumları ve yerel gereksinimlerin yarattığı zorunluluklar sonucunda çevresel örgütlenme yoluna gittiklerini bildiren uzmanlar belediyelerin çevresel değerlerin korunması ve geliştirilmesi bağlamında politika üretmek, proje geliştirmek ve başarılı uygulama yapmak konularında yetersiz kaldıklarına inanmaktadırlar. Ülkemizde, henüz, Avrupa ülkelerinde olduğu gibi yerel yönetimlerde yeterli teknik altyapı oluşturulmasına önem verilmediğini söyleyen uzmanlar 1593 sayılı Umumi Hıfzısıhha Kanunu ile 1580 sayılı Belediye Kanunu’nun yürürlüğe konuldukları tarih itibarıyla oldukça iyi ve ileri nitelikli yasalar olduklarını belirterek bu yasaların 2872 sayılı Çevre Kanunu ile birlikte güncelleştirilmesi gerektiğini ve çevre açısından daha güçlü “belediyeler yasası” oluşturulması gerektiğini bildirmişlerdir. Farklı siyasal görüşte olmaları nedeniyle belediyelerde tektip ya da benzer nitelikli iç örgütlenme sağlanamadığına işaret eden uzmanlar araç, personel ve akçalı kaynak yetersizliği gibi nedenlerle belediyelerin ancak kısıtlı olanakları çerçevesinde hareket edebildiklerini belirtmişler ve yerel yönetimlerde çevre sorunlarının arka planda kalan ve önceliği olmayan uğraşı konusu olduklarını bildirerek yerel yönetimlerin yerel çevresel niteliklerin korunması konusunda başarı elde edemedikleri sonucuna varmışlardır.

2.8.3 Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme: Örgütsel Yapı

Ulusal çevre örgütlenmesinin bugüne değin yaptığı çalışmalarda elde ettiği başarı ve etki düzeyi ölçülen ilk özellik olmuştur. Bu soruya çok az sayıda olumlu yanıt gelmiştir. Tüm alt gruplar ulusal çevre örgütünün bugüne değin yaptıkları çalışmalarda başarılı ve etkili olamadığını düşünmektedir. Çevre Bakanlığı tarafından yönetilen Çevre Kirliliğini Önleme Fonu söz konusu olduğunda ise olumsuz yaklaşım daha da güçlenerek ortaya çıkmaktadır. ÖÇKK’nun çalışmalarının irdelenmesi konusunda ise kesin bir görüş belirtmeyenlerin sayıca göreli olan çokluğu dikkat çekmekteyse de kararsızların görüşü bir an için ihmal edildiğinde ortaya olumsuz bir görünüm çıkmaktadır. ÖÇKK konusunda özellikle akademisyenlerin ve belediye başkanlarının olumsuz kanıda oldukları görülmüştür. ÖÇKK Fonu konusunda ise hiç bir uzman olumlu görüş belirtmemiştir. Kararsızların sayısı fazla olmakla birlikte genel kanı ÖÇKK Fonu’nun başarılı olamadığı yönündedir. İl Çevre Müdürlükleri’nin örgütlenme koşulları ise hiç bir alt grup tarafından etkili bulunmamıştır. İl Çevre Vakıfları için de aynı yargıyı yineleyebilmek olanaklıdır. Vakıflar konusunda özellikle olumsuz görüş belirten alt gruplar ise başta sivil toplum temsicileri olmak üzere özel sektör temsilcileri, akademiyenler ve il çevre müdürleri olmuştur. Uluslararası uzmanlar, akademisyenler, valiler, kaymakamlar ve il çevre müdürleri ilçe düzeyinde çevre müdürlüğü olmamasını eksiklik olarak görürken özellikle sivil toplum temsilcileri ve diğer alt gruplar bu durumun bir sakınca yaratmadığını belirtmişlerdir. İMÇK konusunda da olumsuz bir kanı uzmanlara egemen görünmektedir. Bu konuda uluslararası uzmanlar, akademisyenler, il çevre müdürleri ve sivil toplum temsilcileri olumsuz tavır içinde olmuşlardır. Belediyelerin çevresel örgütlenme konusundaki başarı ve etki düzeyi de olumsuz olarak nitelendirilmiştir. Bu konuda da bir oydaşlığın uzmanlara egemen olduğu görülmüştür.

Çevre ve Orman bakanlıklarının birleştirilmesi, çevre sorunlarının daha etkili bir şekilde çözümlenmesi için hem AB uzmanlarınca Türk hükümetine önerilmiş ve hem de hükümet bu birleşmeden olumlu sonuçlar beklemiştir. Birleşmenin isabetli olacağı ve çevre sorunlarının çözümünde başarı sağlayacağı düşünülmüştür. Bu yaklaşıma ve beklentiye sadece bir uzman katılmıştır. Uluslararası uzmanlar, valiler ve belediye başkanları yaklaşımın getireceği olumlu katkılar konusunda pek emin görünmemektedirler. Diğer alt gruplar ise bu konuda olumsuz görüş belirtmişlerdir.

Yeni örgütlenme modelinin doğal sonucu il düzeyinde de her iki müdürlüğün birleşmesidir. Bu birleşmenin olumlu sonuç vereceği beklentisine ise sadece uluslararası uzmanlar alt grubu katılmaktadır. Diğer alt gruplar il düzeyindeki birleşmenin olumlu bir katkı getirmeyeceğini belirtmişlerdir.

2.9 HUKUKSAL ALTYAPI: KAMUSAL ÇEVRE ÖRGÜTLERİNE VERİLEN YETKİLER

2.9.1 Kuramsal Açıklama

Çevre sorunları özünde çatışma taşır. Toplumun bazı kesimleri doğal ve çevresel kaynakları serbestçe ve ücretsiz olarak kullanarak kendileri için zenginlik ve refah yaratırken; diğer kesimleri yaratılan çevresel kirlenme ve bozulmaların olumsuz sonuçlarına katlanmak zorunda kalır. Buna, Pigouvian ekonomi öğretisinde “dışsallık”, çevre açısından daha doğru bir anlatımla “olumsuz dışsallık” denilmektedir. Çevre sorunlarının tümünün ortak özelliği birer olumsuz dışsallık olgusu olmalarıdır. Kişiler ya da gruplar yaptıkları eylemlerin sonucunda olumlu sonuçlar elde ederken aynı eylemler başka kişi ya da grup ve genelde de doğal kaynaklar üzerinde zarar verici olumsuz etki yaratırlar. ‘Dışsal’ deyimi bu etkilere konu olanların kendi istençlerinin sonucu olarak söz konusu olumsuzluğa katlanmadıklarını ve olumsuz olgunun diğer kimselerin istenci ile başkalarına uygulandığını anlatmaktadır. Bu çatışma ya da çıkar çelişkisi gerçek kişilerin kendi aralarında ya da gerçek kişilerle kamu tüzel kişileri arasında olabilir. Çatışmanın önlenmesi, çıkarların uzlaştırılması, kıt kaynakların ve çevresel değerlerin korunması amacının gerçekleşmesi çözümü öngören hukuksal kuralların etkili şekilde ortaya konulmasına ve sorunu çözmek durumunda olanlara (örneğin yargıçlara ya da kamu güvenliğini ve sağlığını korumakla görevli kamu yöneticilerine) yeterli düzeyde hukuksal yetki verilmesine bağlıdır. Etkili çevre yönetiminin oluşabilmesi için bu gereklidir.

Dünyanın tüm ülkelerinde çevresel değerlerin korunması ile ilgili hukuksal gelişmelere ilişkin oldukça uzun tarihsel gelişme süreci vardır. Örneğin, ABD’de çevresel değerlerin ve toplumsal sağlığın korunması için Kongre son yüz yıl boyunca pek çok yasa çıkarmıştır. Bunun gibi, Türkiye’de de Cumhuriyet’in kurulduğu 1923’den bu yana aynı amaçla çıkarılan 50 kadar yasal düzenleme vardır. Medeni Kanun 1926’da çıkarılmış ve 2003 yılında yenilenmiştir.  Bu yasada yer alan “malikin sorumluluğu” ve “komşuluk hakkı” kavramları özel gerçek kişiler arasındaki çevresel çatışmaların çözümünde önemli hukuksal olanaklar sunmaktadır. Kamu hukuku açısından bakıldığında 1949 tarihli “İl İdaresi Kanunu” il valilerine ve ilçe kaymakamlarına uygun gördükleri her türlü ekolojik ve çevresel önlemi almak yetkisini vermektedir. 1930 tarihli “Belediye Kanunu” [18] kentsel sağlığın korunması ve geliştirilmesi yolunda önemli görevler, ödevler, yetkiler ve sorumluluklar vermektedir. Yeni düzenlenen Belediye Kanunu’nda da bu görevler pekiştirilmektedir. 1930 yılında çıkarılan “Umumi Hıfzısıhha Kanunu” kamu sağlığının korunması bağlamında mülki yönetimin taşradaki temsilcilerine ve yerel yönetimlere önemli ölçüde yetki vermektedir. Yukarıda belirtilen yasalara dayalı olarak Türkiye’de de kentsel düzenin ve kamu sağlığının korunması amacıyla pek çok tüzük ve yönetmelik yürürlüğe konulmuş bulunmaktadır.

Çevre mevzuatı bağlamında Türkiye için dönemeç taşı olan 1982 Anayasası “sağlıklı ve dengeli çevrede yaşama hakkını” önde gelen “insan hakkı” olarak tanımaktadır. Anayasa’nın yürürlüğe girmesinden sonra pek çok yasa ve yönetmelik söz konusu anayasal ödevin gerçekleştirilmesi amacıyla yürürlüğe konulmuştur. Bunların başında 1983 tarihli “Çevre Kanunu” gelmektedir. Bu Yasa yurttaşların çevre konusundaki hak ve ödevlerini tanımlamakta, kalkınma ve çevre koruma endişeleri arasında anlamlı denge kurulmasını öngörmekte, yeni yatırımlarda temiz ve uygun teknoloji kullanılmasını öngörmekte, kirleten öder ilkesini düzenlemekte, kirletici yayma eylemini suç olarak tanımlamakta, kirleticilerin ödevlerini belirlemekte, yerel yöneticilere önemli sayılacak yetkiler getirmekte, yurttaşların çevresel konularda yargıya ulaşmasını kolaylaştırmakta ve çevre ceza hukukunun temellerini atmaktadır. Bunlara ek olarak, özel öneme sahip ekolojik bölgeler özel yönetim statüsü altına alınmışlardır. “Özel Çevre Koruma Bölgeleri İdaresi” bu amaçla kurulmuştur.

İçlerinde, “Çevresel Etki Değerlendirmesi” Yönetmeliği de olmak üzere, havanın, suyun ve toprağın korunması amacıyla pek çok yönetmelik Çevre Kanunu’nun verdiği yetkiye dayalı olarak uygulama alanına konulmuştur.

Yasal düzenlemeler alanındaki bu gelişmelere koşut olarak, anayasal, adli ya da yönetsel yargı yerlerinde alınan kararlarla çevresel niteliklerle ilgili yasal düzenlemelere açıklık getiren ve bu düzenlemeleri yorumlayan ve bu yolla da çevre hukuku öğretisini geliştiren yeni ve değişik çevre hukuku içtihatları geliştirilmiştir.

 

Bunlara ek olarak, Türkiye çevre konusunda küresel çevreyi korumayı amaçlayan 50’den fazla uluslararası anlaşmaya taraf olmuştur.

 

Yapılan bu açıklamalara dayalı olarak Türkiye’deki hukuksal altyapının hem 1982 öncesinde ve hem de sonrasında yeterli olduğunu söyleyebilmek olanaklıdır. Bu düzenlemelerin sonucu olarak kamu yöneticilerine kâğıt üzerinde yeterli hukuksal yetkiler verilmiştir. Bu yetkiler kirletici tesislere para cezası verilmesinden tesislerin bütünüyle kapatılmasına kadar değişebilmektedir.

 

Ancak, bu alandaki bazı yetersizliklere ve eksikliklere de değinmek gerekir. Bunların başında sürdürülebilir kalkınma ilkesinin henüz tam olarak hukuksal belgelere yansıtılamamış olması gelmektedir. Bir başka yetersizlik ise ekonomik gelişme ve işsizliğin önlenmesi yolundaki endişelerle çevre koruma endişeleri arasında anlamlı dengenin hukuksal belgelerde kurulamamış olmasıdır. Başka bir yetersizlik de kirleten öder ilkesi gibi ilkelerin yasalarda yer almasına karşın uygulamada gerçekleştirilememiş olmalarıdır. Aynı şekilde, özellikle 1982’den sonra yürürlüğe konulan hukuksal düzenlemelerin çoğunun yabancı kaynaklardan yapılan çeviriler olması gerçeği de bir başka yetersizliktir. Bu yönetmeliklerle getirilen teknik nitelikli çözümler ülkenin yönetim yapısına uyumlu kılınamamışlardır. Bu bağlamda belirtilebilecek başka önemli yetersizlik de çevre polisi ya da çevre denetmeni dizgesinin (denetleyici kamu görevlisi anlamında) henüz Türkiye’de kurulamamış olmasıdır. Sayılan bu yetersizlikler çevre yönetimini çevresel değerlerin korunması ve geliştirilmesi konusunda etkisiz ve yetkisiz bırakan temel etmenler olmuşlardır.

 

 

 

 

2.9.2 Araştırma Sonuçları

 

Yukarıda yapılan açıklamalara dayalı olarak panel üyesi çevre uzmanlarının Türkiye’deki çevre yönetiminin hukuksal altyapısı konusundaki görüşlerini almak üzere çeşitli sorular hazırlanmıştır. Sorular ve alınan yanıtlar aşağıda Çizelge 11’de verilmiştir.

 

ÇİZELGE 11

HUKUKSAL ALTYAPI

ALT ÖLÇÜTLER

O

SS

OYDAŞMA

1.             Türkiye’deki çevre mevzuatı çevre sorunlarının önlenmesi açısından yeterli sayılabilecek hukuksal yetkileri kamu yöneticilerinin emrine vermemiştir.

3.32

 

1.02

YOK

2.             Çevre cezaları/yaptırımları çevre suçu işleyenleri bu davranışlarından uzaklaştırıcı/caydırıcı etki yaratabilecek düzeydedir.

3.18

 

1.16

YOK

3.             Türkiye’de çevre polisinin olmaması önemli eksiklik değildir.

3.50

 

1.20

YOK

ORTALAMA

3.33

1.13

YOK

 

Hukuksal yetkilerin yeterlilik düzeyini ölçmek amacıyla üç alt ölçüt üzerinde durulmuştur: çevre mevzuatının yeterliliği, yaptırımların caydırıcılık gücü ve çevre polisinin yokluğu. Her üç alt ölçüt konusunda da oydaşma sağlanamamıştır. Yukarıda verilen sonuçlar panelde yer alan uzmanların çevresel yetkilerin yeterliliği ya da yetersizliği konusunda bir oydaşlığa erişemediklerini göstermektedir. Yanıtların ortalamalarının ortalaması 3.33 ve standart sapması da 1.13’dür. Bu durumda üyelerin yüzde 68’inin değerlendirmesi 2.20 ile 4.46 arasında değişmektedir. Belirtilen bu sonuç yukarıda yapılan kuramsal açıklamaları destekler niteliktedir. Sonuç olarak, kamusal çevre yöneticilerine verilen hukuksal yetkilerin yeterliliği ya da yetersizliği konusunda oydaşlığa ulaşılamamıştır.

Panel üyelerinin Türkiye’deki çevre yönetimine ilişkin olarak kamu yöneticilerine verilen hukuksal yetkilerin olumluluğu hakkındaki görüşleri aşağıda verilmiştir.

Olumlu görüş belirten uzmanlar mevcut yasal düzenlemelerin gereksinime yanıt verecek yeterlilikte olduğunu söylerken bazı uzmanlar da hukuksal yetkilerin var olduğunu ancak yeterli sayılamayacğını belirtmektedir. Bazı uzmanlar da, yerel yönetimlerin denetlemelerinin sonucunda kişi ve işletmelere karşı kullanacağı hukuksal yetkilerin ‘Tarım’ ve ‘Sağlık’ bakanlıklarının yersiz müdahaleleriyle sınırlandığını ve bu nedenle yeni yasal düzenlemelerle yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılması gerekmektiğini söylemektedir.

Çevre cezalarının ve yaptırımlarının çevre suçu işleyenleri bu davranışlarından uzaklaştırıcı ve caydırıcı etki yaratabilecek düzeyde olduğunu belirten uzmanlar uygulamada karşılaşılan somut örnekler ışığında bu kanıya varmanın olanaklı olduğunu, denetlemeler sonucunda işyerlerine ve kirleticilere oldukça ağır cezalar verilebildiğini ve iş yerinin kapatılmasının da bu yaptırımlar içinde yer aldığını belirtmektedirler. Bu uzmanlar, gerek para cezalarının ve gerekse işletmenin çalışmalarını durdurma yolundaki yaptırımların -ceza işlemlerinin doğru uygulanması durumunda- yeterince caydırıcı etki yaratabilecek düzeyde olduğuna inanmaktadırlar.

Bazı uzmanlar ise, Türkiye’de çevre polisinin olmamasının önemli eksiklik olmadığını ve her konu için ayrı polis gücü kurulmaması gerektiğini belirtmektedirler. Mevcut güvenlik örgütüne çevre alanında açık sorumluluk ve yetki verilmesi durumunda daha yüksek başarı sağlanabileceğini söyleyen uzmanlar Jandarma Genel Komutanlığı’nın (JGK) bu alanda ciddi çevre koruma işlevi üstlendiğine dikkat çekerek JGK’nun bu alandaki emirlerinin uygulamada etkili olduğunu bildirmişlerdir. Bazı üyeler ise tam üyelik ve katılma görüşmelerinin başladığı AB’nin çevre koruma konusundaki temel yaklaşımının çevreyi kolluk güçleri aracılığı ile değil çevre dostu politikalarla korumak olduğunu belirterek çevre polisi örgütünün kurulmasına karşı çıkmışlardır.

Hukuksal yetkiler konusunda olumsuz görüş belirten uzmanlar ise görüşlerini gerekçelendirmek üzere aşağıdaki açıklamaları yapmışlardır.

Panel üyesi uzmanların bir kesimi Türkiye’de kamu görevlilerine çevre konusunda yeterli düzeyde yetki verildiğini ancak ülkenin değişik yerlerinde uygulama farklılıkları olduğunu belirterek uygulamalara tektiplilik getirilmesi ve uygulamaların politik etkilerden arındırılması gerektiğini söylemiştir. Yeterli yetkinin var olduğunu belirten bir başka grup uzman ise kamunun çevre örgütlerinde yaşanan yetersizlikler ve toplumun çevre bilincinin azlığı nedenleriyle söz konusu yetkilerin etkili ve amaca uygun olarak kullanılamadıklarını bildirmişlerdir.

Bazı panel üyesi uzmanlar da, ceza yaptırımlarının çevre suçu işleyenleri caydırıcı nitelik taşımadığını, yaptırımların firmaların büyüklüğüne ve işlenen suçun ağırlığına göre çeşitlenmediğini ve her olayda tektip ve değişiklik göstermeyen uygulamalar yapıldığını belirtmişlerdir.

Türkiye’de çevre polisinin olmamasının önemli eksiklik olduğunu savunan uzmanlar ise mevcut yapılanmayla çevresel değerlerin etkili olarak korunamayacağını belirtmişler ve çevrenin istenilen şekilde korunmasının ancak güvenlik yetkililerine verilecek uygun nitelikli eğitimle olanaklı olabileceğine dikkat çekmişlerdir. Çevre polisinin görev tanımının yapılması ve görevle ilgili ilişki ve bağlantılarının açıklıkla belirtilmesi gerektiğini söyleyen uzmanlar çevre polisinin çevresel denetim uygulamalarına olumlu katkı getireceğini belirtmişlerdir. Bu uzmanlara göre, gerek denetim sırasında ve gerekse yasal yaptırımların uygulanması aşamasında çevre polisinin olay yerinde bulunmasının çevrenin korunması açısından hem yararlı ve hem de zorunlu olduğunu inanmaktadırlar. Çevre polisi dizgesinin kurulmasının çevreye gelişigüzel ve denetimsiz atık bırakanların otokontrol sürecini güçlendireceğini belirten uzmanlar, JGK tarafından oluşturulan “Çevre Koruma Timleri”nin oldukça yararlı çalışmalar yapmakta olduklarına işaret ederek Emniyet Genel Müdürlüğü’nün de benzer şekilde  “Çevre Polisi” örgütü kurması gerektiğini bildirmişlerdir. Polis kavramına sıcak bakmayan bazı uzmanlar ise çevre polisi yerine çevre ‘müfettişliği’ veya ‘denetmenliği’ dizgesi kurulması gerektiğini ileri sürmektedirler.

 

2.9.3 Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme: Hukuksal Altyapı

Bu bölümde kritik önem taşıyan soru çevre mevzuatı ile düzenlenen yaptırımların çevre suçu işlemek eğiliminde olanların davranışları üzerinde caydırıcı ya da bu tür davranışlardan uzaklaştırıcı etki yapıp yapamadığı sorusudur. Bu soruya verilen yanıtlardan uzmanların ilginç bir şekilde iki ayrı gruba ayrıldığı görülmektedir. Yasal düzenlemelerin yeterli düzeyde caydırıcı olduğunu belirten alt gruplar özel sektör temsilcileri, valiler ve kaymakamlardır. İl çevre müdürleri ve belediye başkanları bu konuda hem olumlu hem de olumsuz düşünmektedir. Uluslararası uzmanlar, akademisyenler ve sivil toplum örgütlerinin temsicileri ise olumsuz görüş sahibidirler. Bu dağılım çevresel yetkiler konusunda oydaşma sağlanamamasının nedenlerini de açıkça ortaya koymaktadır.

Bu bağlamda ilginç bir sonuç da çevre polisi konusunda elde edilmiştir. Özel sektör temsilcileriyle sivil toplum temsilcileri ülkemizde çevre polisinin kurulmamış olmasını önemli bir eksiklik olarak görmezken uluslararası uzmanlar, kaymakamlar ve akademisyenler bunun önemli bir eksiklik olduğunu düşünmektedir. Valiler bu konuda kesin bir tavır sergileyememiştir. Belediye başkanları ise çevre polisi kurulmasının olumlu olabileceğini düşünmektedir.

2.10 ÇED DİZGESİNİN KURUMSALLAŞMASI

2.10.1 Kuramsal Açıklama

Çevresel planlama ve yönetim açısından küresel gelişmelere bakıldığında çevresel etki değerlendirmesi yönteminin çevre alanında son 30 yıla damgasını vurduğu görülmektedir. ÇED, ilke olarak, yer seçimi yapılmadan, akçalı kaynaklar harcanmadan ve kullanılacak teknoloji hakkında kesin karar verilmeden önce önerilen projenin olası etkilerinin kestirilmesi, çözümlenmesi ve olası önemli olumsuz etkilerinin giderilmesi için çözüm yolu önerilerinin geliştirilmesi demektir. Böylelikle, projeden kaynaklanabilecek olası olumsuzluklar önceden belirlenirler ve ortaya çıkmadan önlenirler. [19]

ÇED’in kuramsal geçmişi oldukça uzundur. Ancak, ÇED yöntemi ilk kez 1 Ocak 1974’de ABD’de federal hükümet düzeyinde yürürlüğe konulmuş ve sonraki yıllarda bu ülkeyi pek çok öteki ülke izlemiştir. Türkiye 1983 yılında yürürlüğe giren ve metni aşağıda verilen Çevre Kanunu’nun 10 uncu maddesi ile bu dizgeyi müspet çerçevesinde düzenlemiş ve yürürlüğe koymuştur. Bu maddeye, 2004 yılında, kapsam açısından bazı tür yatırımlara ayrıklık getiren iki yeni fıkra eklenmiştir:

“MADDE 10 - Gerçekleştirmeyi planladıkları faaliyetleri sonucu çevre sorunlarına yol açabilecek kurum, kuruluş ve işletmeler  "Çevresel Etki Değerlendirme Raporu" hazırlarlar. Bu raporda çevreye yapılabilecek tüm etkiler göz önünde bulundurularak çevre kirlenmesine sebep olabilecek atık ve artıkların ne şekilde zararsız hale getirilebileceği ve bu hususta alınacak önlemler belirtilir.

"Çevresel Etki Değerlendirme Raporu"nun; hangi tip projelerde isteneceği, ihtiva edeceği hususlar ve hangi makamca onaylanacağına dair esaslar yönetmelikle belirlenir.

(Ek fıkra: 5177 – 26.5.2004 / m.28) Petrol, jeotermal kaynak ve maden arama faaliyetleri, çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) kapsamı dışındadır.

(Ek fıkra: 5177 – 26.5.2004 / m.28) Madenlerin işletilmesi ile ilgili hususlar Maden Kanununun 7 nci maddesine göre yürütülür.”

Kanun’un öngördüğü yönetmelik, Kanun’un yürürlüğe girmesinden 10 yıl sonra, 1 Ocak 1994 günü yürürlüğe girmiştir. ÇEDY, sonuncusu AB uzmanlarının verdikleri bildirgeler doğrultusunda olmak üzere, bugüne değin üç kez değiştirilmiştir.

ÇED’e konu olacak alanlar ve projeler ÇEDY’nde iki ayrı liste içinde belirtilmiştir. ÇED (ya da tam ÇED) olarak bilinen birinci listede geniş kapsamlı projeler ve altyapı yatırımları yer almaktadır. Ön-ÇED olarak bilinen ikinci liste ise daha sınırlı kapsamlı bazı yatırım türlerini kapsamaktadır. ÇED süreçlerinin yönetim sorumluluğu Çevre ve Orman Bakanlığı ile il valilikleri arasında değişik düzenlemelere konu olmaktadır.

Bugüne değin yapılan çalışmalar irdelendiğinde, Türkiye’de ÇED dizgesinden istenilen yararların sağlanabildiğini ileri sürmenin olanaklı olmadığı görülmektedir. Bu sonuca yol açan pek çok etmen arasında ÇED yönetmeliklerinde (en sonuncusunu da kapsamak üzere) öngörülen süreçsel tasarımın isabetsizlikleri, bildirge hazırlama ve değerlendirme aşamalarında karşılaşılan zorluklar ve projenin yapımı sırasında ve proje işletmeye alındıktan sonra karşılaşılan sorunlar başta gelmektedir.

2.10.2 Araştırma Sonuçları

Bu düşünceler ışığında, Türkiye’deki ÇED dizgesinin etkililik ve etkenlik durumunu ölçmek amacıyla panelde yer alan uzmanlara çeşitli sorular sorulmuş ve alınan yanıtlar Çizelge 12’de verilmiştir:

ÇİZELGE 12

ÇEVRESEL ETKİ DEĞERLENDİRMESİ

ALT ÖLÇÜTLER

O

SS

OYDAŞMA

1.             Çevre Bakanlığı tarafından yapılan Çevresel Etki Değerlendirilmesi uygulamaları, olası olumsuz çevresel etkilerin proje tasarlama aşamasında önlenmesi ve önemli olumsuz etkileri için çözüm yollarının projelendirme aşamasında önlenmesi bakımından Türkiye’de başarılı uygulama örneği vermiştir.

3.43

 

1.00

YOK

2.             Valilikler ve Mahalli Çevre Kurulları tarafından yapılan Çevresel Etki Değerlendirilmesi Ön Araştırma uygulamaları, olası olumsuz çevresel etkilerin proje tasarlama aşamasında önlenmesi bakımından Türkiye’de başarılı uygulama örneği vermiştir.

3.32

 

0.90

YOK

ORTALAMA

3.38

0.95

YOK

 

ÇED konusunda hem ulusal çevre yönetimi tarafından yürütülen “tam ÇED” süreci ve hem de il valilikleri tarafından yürütülen “Ön-ÇED” süreci irdeleme konusu yapılmıştır. Her iki alt ölçüt konusunda da oydaşma sağlanamamıştır. Daha önce irdeleme konusu yapılan çevresel yetkiler konusunda olduğu üzere, ÇED dizgesinin etkililik ve yeterlilik düzeyi konusunda da uzmanlar arasında oydaşlık yoktur. Her ne kadar alınan yanıtlarda belirgin olumsuzluk gözlemlenmekteyse de uzmanların yüzde 68’inin içinde yer aldığı birinci standart sapma değerinin 2.43 ile 4.33 arasında olması istatistiksel açıdan oydaşlığın ortaya çıkmasını engellemektedir. Özet olarak, ÇED dizgesi konusunda oydaşlığa ulaşılamamıştır.

Aşağıda panel üyelerinin ÇED konusundaki olumlu görüşleri verilmiştir.

Bazı panel üyesi çevre uzmanları ÇED konusunda üllke çapında uygulama birlikteliğinin ve bütünlüğünün sağlanmış olmasını başarı olarak değerlendirmektedir. ÇED süreci aracılığıyla proje sahibinden sorumluluk yüklenimi belgesi alınmakta olduğunu ve proje yapım ve işletme süresince söz konusu yükümlülüklere uyulup uyulmadığının denetlenmekte olduğunu belirten uzmanlara göre çevresel sorunların denetim altında tutulması açısından başarı söz konusudur.

Bazı uzmanlar da ÇED konusunda toplumda belirli ölçüde duyarlılık sağlandığını ancak kamu otoritelerine ‘sunulan ÇED bildirgesi sayısı’ ile endüstriyel gelişime bakılarak kestirilen ‘olması gereken ÇED bildirgesi sayısı’ arasında önemli farklar görülmekte olduğunu ve bu farklılaşmanın bazı işletmelerin ÇED yükümlülüğünden kaçtığını gösterdiğini belirterek bu nedenle Türkiye’de ÇED dizgesi için “başarı” kelimesinin kullanılmasının doğru olmadığını söylemektedirler.

Bir kesim uzman da il valilikleri tarafından yürütülen ÇED ön değerlendirmesi (Ön-ÇED) uygulamalarının başarılı olduğunu belirtmekte ve bu süreç içinde projeyle ilgili kurum ve kuruluşlar arasında olması gereken uyum ve eşgüdümün güvence altına alındığını söyleyerek bu sonucun çevresel niteliklerin korunması açısından önemli bir katkı sağladığını bildirmektedir. Bu uzmanlara göre, Ön-ÇED dizgesi, basit projeler için, karmaşık projelere uygulanan bürokratik karmaşayı azaltması bakımından yararlı olmuştur.

ÇED konusunda olumsuz görüş belirten uzmanlar aşağıdaki açıklamaları yapmışlardır.

Olumsuz görüş belirten bazı uzmanlar, ÇED olumlu ya da olumsuz kararının Çevre Bakanlığı tarafından verildiğini ve bu kararın devamı niteliğinde olan denetim işlevinin valilikler ve taşra örgütleri tarafından yerine getirilmekte olduğunu belirterek ÇED uygulamasının başarısının büyük ölçüde taşra örgütüne bağlı olduğuna dikkat çekmişler ve taşra örgütlerinin genelde başarısız oldukları göz önüne alındığında ÇED uygulamasının Türkiye genelinde başarılı olduğunun söylenemeyeceğini bildirmişlerdir. 

ÇED Yönetmeliği’nin amacına dikkat çeken bazı uzmanlar bu amacın aslında çevre koruma çalışmalarının temelini oluşturduğunu ve ÇED Yönetmeliği’nin de uygulama şekli bakımından yeterli olduğunu söylemekte ancak uygulayıcıların ve ÇED bildirgesi hazırlayanların yeterli teknik altyapıya sahip olmamasının uygulamaların niteliğini düşürmekte olduğunu ve hedeflenen sonuç yerine evrak düzenleme ve bürokratik süreci tamamlama şekline dönüşmesine neden olduğunu ileri sürmektedirler. Uzmanlar, ÇED Yönetmeliği’nin daha etkili şekilde uygulaması için daha yüksek düzeyde halk katılımının sağlanması gerektiğine işaret etmektedir. ÇED uygulamalarının projelerin tasarlanma aşamasında yapılması gerektiğini belirten uzmanlar uygulamada tesisin yapımına başlandıktan sonra ÇED bildirgesinin hazırlandığına tanık olunduğunu açıklamaktadırlar.

6 Haziran 2002 tarihinde son kez değiştirilen ÇED Yönetmeliği ile İl Mahalli Çevre Kurulları’nın “ÇED Ön Araştırma” sürecinin dışında bırakıldığına işaret eden bazı uzmanlar yasadan 10 yıl sonra yürürlüğe konulan ve bugüne değin 10 yılda 3 kez değiştirilen ÇED Yönetmeliği’nin başarılı olamadığını bildirmişlerdir.

 

2.10.3 Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme: ÇED

ÇED sisteminin Türkiye’deki uygulamalardan elde edilen sonucun olumlu olduğunu belirten hemen hiç bir alt grup yoktur. Uluslarası uzmanlar, valiler, belediye başkanları  ve özel sektör temsilcileri ortada bir tutum sergilerken akademisyenler, sivil toplum örgütü temsilcileri ve kaymakamlar ÇED süreci konusunda olumsuz görüş belirtmişlerdir. Bu konuda en sert tepkinin akademisyenlerden gelmiş olması dikkat çekicidir. Valilikler tarafından uygulanan ön ÇED uygulaması konusunda ise uzmanlar daha kararsız bir tutum içine girmişlerdir. Bu konuda en kritik alt gruplar olan valiler ve kaymakamlar belirgin bir tercih sahibi olamamışlardır. İl çevre müdürleri ve sivil toplum örgütü temsilcileri olumsuza doğru bir eğilim gösterirken uluslararası uzmanlar ve akademisyenler bu yolda olumsuz görüş belirtmişlerdir.

 

2.11 ÇEVRESEL ALTYAPILARIN YETERLİLİK DÜZEYİ

2.11.1 Kuramsal Açıklama

Etkili çevre yönetiminin gelişmiş ve çok çeşitli teknik donanıma gereksinim duyacağı kuşkusuzdur. Teknik donanım bir yandan çevre kirliliklerinin alan üzerinde ve zaman içinde sahip olacağı değişik özelliklerin izlenmesine ve anlaşılmasına yardımcı olurken öte yandan ortaya çıkan atıkların denetim altına alınmasını ve arıtılmasını sağlayacaktır. Kirlenme olayı, türü ne olursa olsun, çeşitli kimyasal ve fiziksel tepkimelerden oluşur. Bu tepkimeleri ve sonuçlarını anlayabilmek için çevresel olaylarla ilgili olarak yeterli düzeyde bilgi sahibi olmak gerekir. Bu süreç, verilerin toplanması, derlenmesi, sınıflandırılması ve irdelenmesi demektir. Bunun da ötesinde, oluşan kirliliklerin arıtılması gerekir. Bu işlemin yapılabilmesi için gelişmiş teknolojilere gereksinim duyulur.

Bu çerçevede, Türkiye’deki çevresel altyapı sorunu ele alındığında, son yıllarda giderek artan yatırımlara ve harcamalara karşın, altyapının yeterli olduğunu söyleyebilmek olanaklı değildir. AB fonlarından yararlanılarak Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından yaptırılan araştırmada AB ile çevresel bütünleşmenin güvence altına alınması amacıyla temel çevresel kirlenmelerin denetlenmesi, giderilmesi ve arıtılması için yapılması gereken altyapı yatırımlarının maliyetinin yaklaşık 50 milyar Euro olduğu hesaplanmıştır. Bize göre, harcanması gereken para bu değerin en az iki katıdır. Türkiye’de atık suların ancak yüzde 20’sinin arıtılabildiği, yalnızca 3-4 belediyede güvenli atık depolama tesisi bulunduğu ve Ankara dışındaki yerleşim yerlerimizde yeterli düzeyde hava niteliklerini ölçme dizgesinin bulunmadığı dikkate alınırsa 50 milyar Euro’nun hava, su, katı atık ve gürültü kirliliklerinin önlenmesi için yeterli olmadığı açıkça ortaya çıkacaktır. Veri bankalarının ve envanterlerin olmayışı, iletişim dizgeleri ile laboratuvarların yetersizliği bu alanda verilebilecek öteki örneklerdir. Nitekim, AB’ye son olarak üye olan ve tümünün toplumsal, demografik ve ekonomik nitelikleri birlikte göz önüne alındığında ancak Türkiye büyüklüğünde bir topluluğunun ortaya çıktığı on doğu  Avrupa ülkesi için yine AB tarafından yaptırılan araştırmada AB ile bütünleşme yolunda gerçekleşmesi gereken çevresel altyapıların maliyetinin 100 milyar Euro olduğu hesaplanmıştır. Bu nedenle, araştırmaya dayalı olsa da, 50 milyar Euro tutarında çevresel altyapı yatırımının Türkiye için yeterli olmayacağı açıktır. Miktar ne olursa olsun, AB ile çevresel bütünleşme için dile getirilen bu değerler, aslında, Türkiye’nin çevresel altyapıya ne denli gereksinim içinde bulunulduğunu açıkça göstermektedir. Doğal olarak, içinde bulunulan bu koşullar altında, gerek ulusal ve gerekse yerel düzeydeki çevre yönetimlerimizde etkili çevre yönetiminin oluşabilmesi olanaklı değildir.

2.11.2 Araştırma Sonuçları

Bu çerçevede, panel üyelerine sorulan sorular ve elde edilen yanıtlara ilişkin istatistiksel bilgiler aşağıda Çizelge 13’de verilmiştir.

ÇİZELGE 13

ÇEVRESEL ALTYAPI

ALT ÖLÇÜTLER

O

SS

OYDAŞMA

1. Türkiye genelinde, yüzeysel suların kirlenmesini önemli ölçüde önleyebilecek sayıda kentsel ve endüstriyel atık su arıtma tesisi vardır.

4.39

 

0.57

OLUMSUZ

2. Türkiye’de hava kirliliğinin önlenmesi çalışmaları açısından etkili ve yeterli monitoring sistemleri kurulmuştur.

4.18

 

0.77

OLUMSUZ

3. Türkiye’de katı atıkların güvenli depolanması ve geri kazanımı ile ilgili olarak yeterli sayıda tesis kurulmuştur.

4.61

 

0.50

OLUMSUZ

4. Türkiye’de yeterli sayıda çevre analiz laboratuvarı vardır.

4.07

0.66

OLUMSUZ

ORTALAMA

4.31

0.63

OLUMSUZ

 

Çevresel altyapılarla ilgili olarak 4 alt ölçüt üzerinde durulmuştur: atıksu arıtma tesisleri, hava kirliliği ölçme ve izleme dizgeleri, katı atık depolama tesisileri ve labaratuvarlar. Dört alt ölçüt üzerinde de olumsuz oydaşlık sağlanmıştır. Yukarıdaki sonuçlar açıklıkla göstermektedir ki, Türkiye’deki çevresel altyapının yetersizliği panel üyeleri arasında elde edilen en güçlü oydaşlıklardan biri olmuştur.  Bu konuda sorulan 4 soruya alınan yanıtların ortalaması 4.31 ve standart sapması da 0.63’dür. Bu değerler kesin oydaşlığı işaret etmektedir. Altapıların yetersizliği konusunda geniş çaplı oydaşlık sağlandığı açıktır.

Panel üyesi uzmanlar altyapı konusunda genelde olumsuz görüşler dile getirmişlerdir. Yalnızca bazı uzmanlar ülkemizdeki araştırma laboratuvarları konusunda kimi olumlu sayılabilecek görüşleri dile getirmişlerdir. Bu görüşler aşağıda verilmiştir.

Bazı uzmanlara göre, Hıfzısıhha Enstitüleri’nin, DSİ’nin, Tarım Bakanlığı’nın, üniversitelerin, Çevre ve Orman Bakanlığı’nın, MTA’nın ve bazı özel sektör kuruluşlarının laboratuvarları yeterlidir ve güvenli çevresel çözümlemeler için kullanılabilir. Bu uzmanlara göre, bu tür altyapının oluşması önemli olanaktır ve laboratuvarların yapılmış olması da başarı unsurudur. Bazı uzmanlar ise bu konuda daha dikkatli bir yaklaşım içine girmişler ve laboratuvarların var olduğunu; ancak, bu laboratuvarlarda AB’nin “en iyi laboratuvar uygulaması” ölçünlerinin uygulanmadığını, laboratuvarlarda araç ve gereç yetersizlikleri bulunduğunu ve yetenekli uzman eleman sayısının yetersiz olduğunu belirtmişlerdir.

Uzmanların büyük bir kesimi çevresel altyapı konusunda olumsuz görüş belirtmişlerdir. Bu görüşler aşağıda sıralanmıştır.

Panel üyesi çevre uzmanlarına göre, Türkiye genelinde, yüzeysel suların kirlenmesini önemli ölçüde önleyebilecek sayıda kentsel ve endüstriyel atık su arıtma tesisi yoktur ve mevcut yüzeysel su kaynaklarındaki kirlilik her zaman gündemde kalan sorun olarak hala çözüm beklemektedir. Uzmanlar, atık su arıtma tesislerinin sayısının yetersiz olduğunu ve var olanların da verimsiz çalıştıklarını belirtmişlerdir. Ülkemizin çoğunluğunda yerleşim alanlarının atık sularının arıtılmadan yüzeysel sulara boşaltıldığını söyleyen uzmanlar halen kirletilmeye devam eden yüzeysel su kaynaklarının sayıca fazlalığının kentsel ve endüstriyel atık su arıtma tesislerinin yeterli sayıda olmadığının göstergesi olduğunu belirtmişlerdir. Arıtma tesislerinin bazılarının işletme giderlerinin yüksekliği nedeniyle çalıştırılmadığını söyleyen uzmanlar bu tür tesislerin sayısının az olduğunu bildirmektedirler. Türkiye'de 3000’den fazla belediyeden sadece 43 tanesinde işletilmekte olan arıtma tesisi bulunduğuna işaret eden uzmanlar bu sayının Türkiye'de atık suların arıtılması sorununun tam olarak çözülemediğini gösterdiğini bildirmişlerdir.

Uzmanlar, kentsel atık su tesislerinde mimari ve mühendislik tasarımının ilk adım olduğunu ancak tesisin Dünya Sağlık Örgütü’nün ölçünlerine ve ulusal ölçünlere uygun olarak sürekli çalışmasının ve kesintisiz çalışmayı güvence altına almak için gerekli akçalı kaynakların ve insangücünün sağlanmış olmasının daha da önemli olduğunu bildirmişlerdir.

Türkiye’de hava kirliliğinin önlenmesi çalışmaları açısından etkili ve yeterli ölçme ve izleme (monitoring) dizgeleri kurulamadığını belirten uzmanlar hava kirliliği sorunu yaşanan alanlarda (Ankara-İstanbul-Kocaeli gibi) ölçme ve izleme dizgelerinin öncelikle geliştirilmesi gerektiğini bildirmişlerdir. Ölçme ve izleme dizgelerinin yetersiz kalmasında ekonomik ve akçalı olanakların azlığının doğal bir gerekçe olarak ortaya çıktığını belirten uzmanlar, ülkemizin pek çok yöresinde hava kirliliğinin olumsuz etkilerinin devam ettiğini ve  yeterli düzeyde izleme, ölçme ve denetim dizgesi kurulamadığından hava kirliliğinin boyutları hakkında yeterli bilgi edinilemediğini ve değerlendirme yapılamadığını söylemişlerdir.

Katı atıklara ilişkin altyapıları irdeleyen uzmanlar ise Türkiye’de katı atıkların güvenli depolanması ve geri kazanımı ile ilgili olarak yeterli sayıda tesis kurulamadığını bildirmişler ve ekonomik ve akçalı olanakların azlığının bu olumsuz durumun temel nedeni olduğunu açıklamışlardır. Ülkemizde katı atıkların yüzde 90’ının vahşi şekilde depolandığını belirten panel üyesi uzmanlar İstanbul ve İzmir büyükşehir belediyeleri dışında ülkede güvenli ve sağlıklı katı atık depolama tesisi bulunmadığını bildirmişlerdir. Katı atık sorununun ülkemizde ancak çöp depolama alanları patladığında veya sızıntı suyunun içme suyuna karıştığında ortaya çıkan sorun olduğunu bildiren uzmanlar belediyelerin katı atık sorununu görmezden geldiklerini söylemektedirler.

Çevresel çözümleme laboratuvarları konusunda olumsuz görüş belirten bazı uzmanlar ise çevre denetimlerinin yoğun olduğu yerlerde bu tür laboratuvarların kurulmuş olduğunu; ancak, sayının kesinlikle yeterli olmadığını söylemişlerdir. Uzmanlar, üniversitelerde bile laboratuvar yetersizliği nedeniyle bilimsel araştırmalar için gerekli olan çözümlemelerin yapılamadığını ve akademik araştırmalar açısından gereksinim duyulan bilimsel çözümlemelerin yakın çevredeki Hıfzısıhha Enstitüleri’ne veya özel sektör laboratuvarlarına yaptırıldığını bildirmişlerdir.

2.11.3 Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme: Çevresel Altyapı

Türkiye’deki atık su arıtma tesislerinin yetersizliği konusunda tüm alt gruplar arasında tam ve kesin bir oydaşma vardır. Aynı oydaşlık hava kirliliğinin ölçülmesini öngören altyapının yetersizliği ile çevre labaratuvarlarının yetersizliği konularında da elde edilmiştir. Türkiye’deki sağlıklı ve güvenli katı atık depolaması ve katı atıkların geri kazanılması ile ilgili altyapının yetersizliği konusunda elde edilen oydaşma ise biraz önce belirtilenlerden çok daha güçlü ve kesin olmuştur. Türkiye’de çevresel altyapının yetersizliği konusunda uzmanlar kesin görüş sahibidir.

2.12 EKONOMİK VE AKÇALI ÇEVRE YÖNETİMİ ARAÇLARININ YETERLİLİK DÜZEYİ

2.12.1 Kuramsal Açıklama

Çevre yönetimi gelişmiş ülkelerde biraz önce sözü edilen olumsuz ekonomik dışsallıkların firmaların iç bünyelerine aktarılmasını (içselleştirme) ve bu yolla çevresel kirlenmelerin önlenmesini amaçlayan çevresel yönetim araçları çeşitlenmekte ve bu tür araçları uygulayan ülkelerin sayısı giderek artmaktadır. Dünya Bankası, OECD ve AB gibi uluslararası örgütler de bu yoldaki çabalara öncü olmakta, ivme kazandırmakta ve yaygınlaşması için yoğun çaba harcamaktadır. Ekonomik ve akçalı türdeki çevresel yönetim araçlarına ilişkin bir sınıflandırma ve bu araçların Türkiye’deki konumunu gösteren bilgiler aşağıda Şekil 3’de verilmiştir.

 

ŞEKİL 3
EKONOMİK VE AKÇALI ÇEVRE YÖNETİM ARAÇLARI VE TÜRKİYE’DEKİ KONUMLARI

ARAÇ TÜRLERİ

TÜRKİYE’DEKİ KONUMU
KİRLETİCİ SALIM/BOŞALTMA VERGİLERİ

·     Taşıt alım vergisi

·     Çevre Temizliği Vergisi

ÜRÜN VERGİLERİ

Yakıt tüketim vergisi

KİRLETİCİ SALIM/BOŞALTMA VE KAYNAK KULLANMA HARÇLARI

·     Atık su harcı

·     Havaalanı uçak iniş harcı (Uygulanmıyor)

PAZARLANABİLİR KİRLETİCİ KOTALARI

Yok

DEPOZİTO DİZGELERİ

Katı Atık Kontrolü Yönetmeliği

ÖZENDİRMELER

Olumlu ve olumsuz etkiler arada.

FONLAR

·     Çevre Kirliliği Önleme Fonu

·     Özel Çevre Koruma Bölgeleri Fonu

ATIK BORSALARI

Yok

YEŞİL NOKTA

Yok

ÇEVRE MUHASEBESİ: MAKRO

Yok

ÇEVRE MUHASEBESİ: MİKRO

Yok

ÇEVRESEL RİSK SİGORTASI

Yok

 

 

Türkiye’de ekonomik ve akçalı türde bazı çevre yönetim araçları kullanılmasına karşın bunların yaygın ve etkili olduklarını söyleyebilmek olanağı yoktur. Bu yargıyı vurgulamak için, bana göre, akçalı çevre yönetimi araçlarında mutlaka bulunması gereken kimi niteliklere işaret etmek gerekmektedir. Yeşil vergi olarak da bilinen bu tür yaklaşımların kirleticilerin davranışlarını çevre açısından istenen yolda değiştirebilecek yaptırım ya da caydırma gücüne sahip olması ve vergilendirme oranının atıkların marjinal arıtma ya da giderme maliyetlerine eşit ya da yakın bir düzeyde olması gerekir. Türkiye’de uygulanmakta olduğu söylenebilecek olan “yeşil vergiler” bu iki koşulu da yerine getirememektedir. Bu nedenle ülkemizde yeşil vergi olduğunu söylemek gerçekçi söylem olmayacaktır. Örneğin, ürün vergileri geliştirilmemiştir; pazarlanabilir kirletici kotaları kavramı topluma tanıtılmamıştır ve depozito dizgesi KAKY’de düzenlenmiştir; ancak, etkili bir şekilde uygulanmamaktadır. Kalkınmayı özendirmek amacıyla yoğun ekonomik ve akçalı özendirme programları uygulanmakta, kalkınma projeleri bu yollarla artırılmakta ancak yatırımların çevre üzerindeki yıkıcı etkilerinin önüne geçmeyi amaçlayan çevresel yatırımların bu tür özendirme programlarından yararlandırılması gerekliliği göz önüne alınmamaktadır. Türkiye’de çevresel yatırımlar için özendirme önlemleri yasal temele kavuşmuştur. Ancak, uygulamada etkenlik kazanamamıştır. Çevre fonları kurulmuş olmasına karşın tümüyle işlevsiz bırakılmıştır. Amaçlarından uzaktır. Atık borsası yalnızca isimden ibarettir. “Yeşil nokta” türü atık toplama dizgeleri simgesel boyuttadır. Çevre muhasebesi kavramı hem DİE tarafından yönetilen ulusal gelir hesaplarına ve hem de firmaların muhasebe dizgesine girmemiştir. Çevresel risklerin sigortalanması söz konusu değildir.

 

Sonuç olarak belirtmek gerekirse, ekonomik ve akçalı türde çevre yönetim araçları ülkemizde gelişmemiştir ve bunların geliştirilmesi yolundaki gereksinim ötekilere göre daha önceliklidir.

 

2.12.2 Araştırma Sonuçları

 

Ekonomik ve akçalı türdeki çevresel yönetim araçlarının etkenlik, etkililik ve yeterlilik durumunu saptamak amacıyla panel üyelerine çok sayıda sorulmuştur. Sorular ve alınan yanıtlar Çizelge 14’de verilmektedir.

 

 

 

 

 

ÇİZELGE 14

EKONOMİK VE AKÇALI YÖNETİM ARAÇLARI

ALT ÖLÇÜTLER

O

SS

OYDAŞMA

1. Çevre vergileri, kirletici emisyon vergileri ve atık su deşarj vergisi sistemleri gibi ekonomik ve finansal çevre yönetimi araçları kirleticilerin yol açtıkları çevresel maliyeti kendi ekonomik bünyelerine içselleştirerek çevresel kalitenin korunmasını güvence altına almayı amaçlar. Türkiye’de, bu bağlamda, çevre yönetiminin bir aracı olarak, etkili bir çevre vergileri sistemi oluşturulmuş ve uygulama alanına konulmuştur.

4.64

 

0.62

OLUMSUZ

2. Yukarıda yapılan açıklamaya paralel olarak, Türkiye’de, kirletici emisyon harcı/ücreti ve atık su deşarj harcı/ücreti ve kullanıcı harcı/ücreti sistemleri oluşturulmuş ve uygulama alanına konulmuştur.

3.57

 

1.03

YOK

3. Türkiye’de çeşitli ürünlerde (örneğin, akaryakıt) çeşitli adlar altında yer alan vergiler tüketicilerin çevre açısından olumsuz davranışlarını, çevresel kalitenin korunmasına katkıda bulunacak şekilde değiştirmelerinde önemli bir etmendir.

3.89

 

0.79

OLUMSUZ

4. Pazarlanabilir kirletici kotaları sistemi Türkiye’de etkili şekilde geliştirilmiş ve uygulama alanına konulmuştur.

4.50

 

0.64

OLUMSUZ

5. Katı Atıkların Kontrolü Yönetmeliği uyarınca uygulama alanına konulan depozito ve kota sistemi Türkiye’de başarı kazanmıştır.

4.00

 

0.72

OLUMSUZ

6. Atık borsaları sistemi Türkiye’de başarıyla uygulanmaktadır.

4.00

0.72

OLUMSUZ

7. Yeşil nokta sistemi Türkiye’de başarıyla uygulanmaktadır.

4.11

0.57

OLUMSUZ

8. Çevre muhasebesi (environmental accounting) sistemi Türkiye’de etkili  şekilde uygulanmaktadır.

4.50

0.51

OLUMSUZ

9. Çevre sigortası sistemi Türkiye’de etkili  şekilde geliştirilmiş ve uygulama alanına konulmuştur.

4.36

 

0.49

OLUMSUZ

ORTALAMA

4.17

0.60

OLUMSUZ

 

Pazar türü çevresel yönetim araçları konusunda 9 ayrı alt ölçüt üzerinde durulmuştur: çevre vergileri, harçlar, pazarlanabilir kirletici kotaları dizgesi, depozito ve kota dizgesi, atık borsaları, yeşil nokta dizgesi, çevre muhasebesi ve çevre sigortası. Bunlardan biri dışında tümü üzerinde olumsuz oydaşma sağlanmıştır. Üzerinde oydaşma sağlanamayan tek alt ölçüt ise çevre harçlarıdır. Ekonomik ve akçalı türde yönetim araçları bütün olarak ele alındığında oydaşmanın olumsuz olduğu anlaşılmaktadır. Ekonomik ve akçalı türde çevre yönetim araçlarının yetersizliği panelde yer alan uzmanların üzerinde kesin oydaşlığa vardıkları konuların başında gelmektedir. Alınan yanıtların ortalamalarının ortalaması 4.17 ve standart sapması da 0.60’dır. Bu sonuç, açık ve kesin olarak, üretilen olumsuz dışsallıkların firma bünyelerine içselleştirilmediği, çevreyi kirletmenin özgür ve maliyetsiz bir davranış olduğu ve ulusal ekonomik hesapların ekonomik zenginleşmeyi dikkate alırken çevresel fakirleşmeyi önemsemediği anlamına gelmektedir.

 

Çevresel altyapılar konusunda olduğu gibi ekonomik ve akçalı nitelikli pazar türü çevre yönetimi araçlarının gelişmişlik düzeyinin yetersizliği konusunda da üyeler arasında kesin oydaşlık sağlanmıştır. Üyelerden çok azı bu konuda olumlu görüş belirtirken büyük kesimi olumsuz görüş belirtmişlerdir. Aşağıda önce olumlu görüşlere yer verilmiştir.

 

Bazı panel üyeleri ekonomik ve akçalı tür yönetim araçlarının başlangıç aşaması olan “kirleten öder” ilkesinin Çevre Kanunu ile kabul edilmiş olmasını olumlu adım olarak yorumlamaktadır.  Bu üyeler, Türkiye’de çeşitli ürünlerde çeşitli adlar altında yer alan vergilerin tüketicilerin çevre açısından olumsuz davranışlarını, çevresel değerlerin korunmasına katkıda bulunacak şekilde değiştirmelerinde önemli bir etmen olduğuna inanmaktadır. Bu uzmanlara göre, bu tür vergiler, ekonomik anlamda çekici oldukları sürece, bilinçli ve çevresel etmenlerin dikkate alındığı tüketim eğiliminin toplumda daha da yaygınlaşmasına yardımcı olacaktır.

 

Bazı üyeler de KAKY uyarınca cam ve plastik kaplar için getirilen geri kazanma dizgesinin bu yolda atılan önemli ve olumlu adım olduğunu belirtmişlerdir. Uygulamada elde edilen etkili denetim süreçlerinin başarıyı beraberinde getirdiğini belirten bu üyelere göre pet şişe ve kaplarla ilgili bu düzenlemenin kapsamı daha da genişletilebilir.

 

Bazı üyeler de atık borsaları dizgesi ile ilgili olarak Kocaeli Sanayi Odası tarafından yapılan denemelerin olumlu olduğunu belirtmişlerdir.

 

Bazı üyeler ise Türkiye’de çevre vergileri dizgesinin var olduğuna ancak bu vergilerden elde edilen gelirlerin çevre koruma amacıyla kullanılmamakta olduğuna inanmaktadırlar.

 

Ekonomik ve akçalı nitelikli çevre yönetim araçları hakkında belirtilen olumsuz görüşler de aşağıda yer almaktadır.

 

Panel üyelerinin çoğunluğuna göre, Türkiye’de ekonomik ve akçalı nitelikli çevre yönetim araçları yasalarla tanımlanmamış, yasal temele oturtulmamış ve bu nedenle de ekonomik ve akçalı türde çevre yönetim araçları dizgesi ülkemizde henüz oluşturulamamıştır. Özetle belirtmek gerekirse, panel üyelerinin çoğunluğuna göre, Türkiye’de çevresel (yeşil) vergi dizgesi yoktur, olanlar yetersizdir ve toplanan gelirler de çevre dışı amaçlarla kullanılmaktadır.

 

Panel üyesi uzmanlar saptadıkları bu eksikliğe karşın, ülkemizin etkili çevre vergileri dizgesine gereksinimi olduğunu belirtmekte ve bu tür vergi dizgesinin ülkede yerleştirilmesi için öncelikle özeksel yönetimin çevre konusunun sorun olduğunu kabul etmesi ve bu konuda çözüm yolları arayışına girmesi gerekmektedir. Uzmanlara göre,  2872 sayılı Çevre Yasası’nın bugüne kadar hiç kullanılmayan Çevre Kirliliğini Önleme Fonu ile ilgili 18/1 maddesi hükmü uygulanabilir ve kullanılabilir koşullara kavuşturulmalıdır.  [20]

 

Bazı üyeler de çevresel vergilerin etkenlik düzeyinin toplanan gelirin miktarı ve dizgenin işleyişiyle anlaşılabileceğine işaret ederek vergi matrahının belirlenme biçiminin netleştirilmesi gerektiğini belirtmektedir. Vergilerden elde edilen gelirin çevre için yapılması gereken harcamalardan çok az olduğunu belirten uzmanlar vergilerin tamamının toplanması durumunda çevresel değerlerin korunması için ne denli güvence oluşturulabileceği sorusuna cevap aranması gerektiğini belirterek toplanılan vergi gelirinin çevresel harcamalara tahsis edilmediğini bildirmişlerdir.

 

Yerel yönetimler tarafından “Çevre Temizlik Vergisi” ve “kanal bağlantı vergisi” gibi isimler altında toplanan gelirlerin çevresel sorunların çözümü için yeterli olmadığına değinen uzmanlar bu vergilerin doğru değerlendirilmesi ve gerçek gereksinim sahibi olay ve kişilere tahsis edilmesi gerektiğini belirtmektedirler. Uzmanlar, çevresel vergilerden elde edilen gelirlerin artırılmasının zorunlu olduğunu bildirmektedirler.

 

Kirletici harçları konusunda olumsuz görüş belirten uzmanlar yasal düzenlemelerin tamamlanmamış olması nedeniyle kirletici salım harcı ya da ücreti, atık su boşaltma harcı ya da ücreti veya kullanıcı harcı ya da ücreti konularında henüz çözüm üretilemediğini bildirmişlerdir. Bazı üyeler ise ülkemizde çevresel amaçlı bazı harçlar bulunduğunu ancak bu düzenlemelerin yeterli ve dizgesel olmadığını söylemektedirler.

 

Türkiye’de çeşitli ürünlerde çeşitli adlar altında yer alan vergilerin tüketicilerin çevre açısından olumsuz davranışlarını çevresel değerlerin korunmasına katkıda bulunacak şekilde değiştirmelerinde önemli bir etmen olduğunu belirten bazı uzmanlar ise ekonomik ve akçalı türde çevre yönetim araçlarına ilişkin uygulamalarda çevre olgusu yeterince vurgulanmadığından bu tür yönetim araçlarının çevresel değerlerin korunması ve geliştirilmesi açısından önemli bir katkı yaratamadığını ve etkili olamadığını belirtmektedirler. Aynı sorunu değişik bakış açısından ele alan bazı uzmanlar da Türkiye’de ekonomik ve akçalı türde çevre yönetim araçları konusunda bilinç düzeyinin düşük olduğunu, tüketicilerin ödediği verginin amacını ve elde edilen gelirin nereye harcandığını bilemediğini, bu alanda olması gereken bilinçlenme için malzeme eksikliği bulunduğunu belirtmekte ve bu koşullar altında çevre vergilerinden beklenen yararın gerçekleşemeyeceğini bildirmektedirler. Bu üyeler, çevreyi korumayı ve geliştirmeyi öngören yeşil vergiler politikasının henüz Türk kamuoyu tarafından yeterince anlaşılamadığını söylemektedirler.

 

Uzmanlar, yukarıdakilere benzer şekilde, ekonomik ve akçalı türde çevre yönetim araçlarının önde gelenlerinden olan ve çevre yönetimi gelişmiş bazı ülkelerde kullanılan pazarlanabilir kirletici kotaları yönteminin de henüz Türk çevre yönetimine sızma olanağı bulamadığını belirtmektedirler.

 

Uzmanlara göre, bu tür yönetim araçlarından olan depozito ve kota dizgesi ise ülkemizde henüz daha yeni yeni oturmaya başlamıştır. Uzmanlar, bu dizgenin yaygınlaşması ve yerleşiklik özelliği kazanmasının ekonomik nitelikli çevre yönetim araçları açısından başarı anlamına geleceğine inanmaktadırlar. KAKY uyarıca ülkemizde toplanması gereken atık miktarının ancak yüzde 30-35’inin toplanabildiğini belirten uzmanlar bu sonucun  başarılı olduğunun söylenemeyeceğini bildirmişlerdir. Uzmanlar, kota ve depozito dizgesinin başarıyla uygulanmış olması durumunda bu oranın Avrupa ülkelerinde olduğu üzere yüzde 80 düzeyinde olması gerektiğine inanmaktadırlar. Uzmanlara göre, geçmiş yıllarla karşılaştırıldığında KAKY çerçevesinde uygulanan depozito dizgesinin günümüzde gerilediği ve kota dizgesinin ise artık işlemediği görülmektedir.

 

Panel üyesi uzmanlar atık borsaları dizgesinin ülkemizde henüz yaygın olmadığını belirtmekte ve Türkiye’de yeterli ölçekte ve sayıda atık borsasının kurulu olduğunu iddia etmenin olanaklı olmadığını söylemektedirler. Atık borsaları çerçevesinde atıklarla ilgili olarak yeterli duyuru ve bilgilendirme yapılmadığını belirten uzmanlar atık borsasına ilişkin uygulamaların ilgili çevrelerce yeterince bilinmediğini bildirmekte ve atık borsasının “Web” sitesinin “örümcek tuttuğunu” söylemektedirler.

 

Uzmanlara göre, yeşil nokta dizgesi de ülkemizde yaygın değildir ve bu yolda yapılan sınırlı uygulamalar da tüketici tarafından fark edilememektedir. Yeşil nokta dizgesinin bu ürünlerin kullanımının toplum tarafından tercih nedeni olarak görülmesini güvence altına alacak yasal düzenlemelerin ülkemizde henüz yapılmamış olduğunu belirten panel üyesi çevre uzmanları yeşil nokta uygulamasının ÇEVKO tarafından yaygınlaştırılmaya çalışıldığını belirtmekte ve Çevre ve Orman Bakanlığı’nın konuya sahip çıkmasının bu alandaki olası başarı için ön koşul olduğunu bildirmektedirler.

 

Çevre muhasebesi (environmental accounting) dizgesinin ülkemizde gerek makro ve gerekse mikro düzeyde henüz başlamadığına işaret eden panel üyesi uzmanlar Devlet İstatistik Enstitüsü’nün yapmış olduğu “Çevre İstihdam ve Harcamalar Anketi”ne bakıldığında çevre için yapılan harcamaların çok düşük olduğunun görüldüğünü belirtmektedirler. Uzmanlar, DİE’nin bu anketinin Çevre Muhasebesi’nin kuramsal temelini oluşturmak açısından yararlı olabileceğini ancak yapılan çalışmadan yeterli ölçüde veri sağlanamadığını bildirmişlerdir. Bazı üyeler, çevre muhasebesi konusunun zengin ve gelişmiş ülkelerdeki uygulamalarının sınırlı olduğuna dikkat çekmişlerdir.

 

Çevre sigortası dizgesinin ülkemizde mevcut olmadığını açıklayan uzmanlar bu konunun hiç el atılmamış konular listesinde yer aldığını belirterek sigorta şirketlerinin çevre nedeniyle önemli akçalı riskler içeren konulara girmek istemediklerini söylemektedirler.

 

2.12.3 Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme: Pazar Türü Yönetim Araçları

 

Ekonomik ve akçalı türde çevre yönetim araçlarının ülkemizde yeterli düzeyde gelişmemiş olduğu tüm alt gruplar tarafından ortkalaşa kabul edilen bir yargı olmuştur. Bu konudaki akademiyenler ve valiler en olumsuz kanı belirten alt gruplar olmuşlardır. Kirletici harçları ve atık su harçları konusunda durum biraz farklıdır. Belediye başkanları ve özel sektör temsilcileri bu konuda olumlu düşünmektedirler. Diğer gruplar ise olumsuz görüş belirtmişlerdir. Çevre içerikli bazı vergilerin yurttaşların yanlış çevresel davranışlarını değiştirme gücü konusunda ise tüm alt gruplar olumsuz görüş belirtmişlerdir. Pazarlanabilir kirletici kotalarının ülkemizde yetersizliği konusunda da alt gruplar arasında kesin oydaşlık vardır. Aynı olumsuz görüş KAKY uyarınca uygulanan depozito ve kota dizgeleri, atık borsaları ve yeşil nokta uygulaması için de belirtilmiştir. Tüm alt gruplar bu dizgelerin ülkemizde etkili bir şekilde uygulanmadığını düşünmektedirler. Çevre muhasebesi ve çevresel risklere karşı sigortalama dizgelerinin ülkemizdeki konumları da tüm alt grupların üzerinde oydaşlık sağladıkları öteki yönetsel yetersizlik alanları olmuştur.

 

2.13. ÇEVRE İÇİN BİLİM, EĞİTİM VE İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ

 

2.13.1 Kuramsal Açıklama

 

Çevre sorunlarının özünde insanların çevre açısından sakıncalı ve zarar verici davranışları yatmaktadır. Çevre konusunda toplumda var olan bilinç düzeyinin düşüklüğü, yanlış alışkanlıklar ve çevresel sorunlara karşı duyarsızlık bu davranışlara yol açan temel nedenlerdir. Toplumlar çevresel değerlerin korunması için bireylerin az önce işaret edilen nitelikteki davranışlarını eğitim ve öğretim yoluyla düzeltmek, geliştirmek ve iyileştirmek isterler. Gerekli ve yeterli bilginin kitlelelere aktarılmasıyla bilinçsizliğin yerini dikkatli karar verme, alışkanlıkların yerini akılcı karar verme ve duyarsızlığın yerini doğaya ve başkalarına önem verme olguları alacaktır. Bilginin kitlelere aktarılmasında başarı düzeyinin artması da gerek örgün ve gerekse kitlesel eğitimde hedef grupların istenen yönde gerekli bilgilerle donatılması amacıyla örgütlenmesine ve hizmet üretmesine bağlı olacaktır. Bu süreç çevre için eğitim ve öğretim hizmetlerinin kamu tarafından topluma etkili bir şekilde sunulması demektir. Çevresel değerlerin korunması ve geliştirilmesi gereksinimi bu tür hizmet üretimini zorunlu kılmaktadır. Çevresel kirliliklerin önlenmesi, ortadan kaldırılması ve giderilmesi büyük ölçüde arıtma ve giderme çalışmalarında elde edilecek başarılara bağlı olabilir. Ancak, kirliliklerin artması sonucuna yol açan kitlelerin yanlış çevresel davranışlarının azaltılmasına katkıda bulunacak olan eğitim çalışmaları da aynı derecede önemli ve değişik çevresel yönetim aracı olarak kabul edilmelidir. Kişilerin çevreye zarar veren davranışlarının bilgilendirme ve aydınlatma yoluyla önlenmesi kirliliklerin arıtılması kadar önem taşımaktadır.

 

Hemen belirtmek gerekirki, kitlelerin eğitimi yanında çevre için teknoloji geliştirme ve bu amaçla gerek toplumsal ve gerekse müspet bilim dallarında teknoloji geliştirme çabalarının güçlendirilmesi de aynı düzeyde önem taşımaktadır. Çevresel kirlenmelerin önlenmesi ve önlenemeyen kirliliklerin arıtılması ve giderilmesi için ileri teknoloji düzeyinde araç ve gerece gereksinim duyulmaktadır.

 

Buna ek olarak, çevre ile ilgili çalışma alanlarında ileride görev alacak olan uzmanların yetiştirilmesi de önem taşıyan çevresel yönetim işlevidir. Gelecekte gereksinim duyulacak bilimsel disiplin ve yetenek alanlarının saptanması ve bu alanlarla ilgili olarak uzman açığının belirlenmesi de önem taşımaktadır. Yeni çevre ölçünlerinin yürürlüğe konması nedeniyle eski ve kirletici teknoloji kullanan bazı işyerlerinin kapanmak zorunda kalması işsizliğin artmasına yol açabilir. Ancak,  bunun yanında, yeni çevre yönetimi hizmetlerinin topluma sunulması bağlamında daha çok sayıda fizikçiye, kimya mühendisine, biyologa, çevre mühendisine ve şehir ve bölge plancısına gereksinim duyulacaktır. Bu ikilemin kamu yöneticileri tarafından iyi kavranması ve etkili çözüm yollarına kavuşturulması gerekmektedir. Öte yandan, çevre yönetiminin doğası gereği çok disiplinli olması çevre için önem taşıyan ‘eğitim-öğretim-insan kaynakları planlaması’ üçgeni açısından duyulan sıkıntıları daha da artırmaktadır. Ancak, “yetenek boşluğu çözümlemeleri” gibi çağdaş insan kaynakları yönetimi teknikleri sorunun kolaylıkla aşılması yönünde güçlü olanaklar sunmaktadır.

 

Buraya kadar kısaca anlatılmaya çalışılan ‘çevre için eğitim’ ve ‘çevre için insangücü planlaması’ kavramları açısından Türkiye’de var olan koşullar irdelendiğinde bu bağlamda yapılan çalışmaların başarılı olamadığı anlaşılmaktadır. Örgün ve yaygın eğitimde çevre olgusuna yer verilmiş olmakla birlikte istenen sonuçlar elde edilememiştir. Çevre alanında çok sayıda ve belki de gereksinimden fazla profesyonel eleman yetiştirilmiş; bu amaçla bütçeden ciddi ölçüde pay ayrılmış ancak bu elemanlar eğitim gördükleri alanda iş bulamamaları nedeniyle eğitimleriyle ilgisi olmayan alanlarda çalışmak zorunda kalmışlardır.

 

Öte yandan, çevresel etki değerlendirmesi, çevre muhasebesi ve çevre denetçiliği gibi çevre ile ilgili pek çok kritik alanda yetişmiş eleman açığı vardır ve bu tür uzmanlara gereksinim duyulmaktadır. Kamu yönetimleri çevre ile ilgili hizmetleri etkili düzeyde örgütleyememişler ve bu nedenle yeterli sayıda çevre uzmanı istihdam edememişlerdir. Bir yandan uzman gereksinimi var iken ve öte yandan çevre sorunlarının çözümü ve yönetimi için bu elemanlara olan gereksinim açık bir şekilde ortada dururken yetişmiş elemanların işsiz kalması ve çevresel hizmetler sunmak durumunda olan kamu kurumlarının bu yönde bir örgütlenmeye gidememesi açıklanması olanağı bulunmayan toplumsal sorunlardır.

 

2.13.2 Araştırma Sonuçları

 

Çevre için eğitim ve insan kaynakları planlamasının ülkemizde içinde bulunduğu koşulların irdelenmesi amacıyla uzmanlara yöneltilen sorular bu yaklaşımın ışığı altında hazırlanmıştır. Sorular ve alınan yanıtlar aşağıda Çizelge 14’de verilmektedir.

 

Bu bağlamda altı alt ölçüt irdeleme konusu yapılmıştır: biçimsel eğitim, yaygın eğitim, yüksek öğretim, profesyonel eğitim çalışmaları, hizmet içi eğitim ve insan kaynakları planlaması. Tüm alt ölçütler konusunda olumsuz oydaşma sağlanmıştır. Yukarıda verilen sonuçlarda da görüldüğü üzere, ülkemizdeki çevre için eğitim, öğretim, teknoloji geliştirme, çevresel araştırma ve insan kaynakları planlaması konularındaki çalışmaların yetersizliği ve etkisizliği panelde yer alan uzmanların üzerinde güçlü oydaşlık kurdukları bir araştırma alanı olmuştur. Sorulara verilen yanıtların ortalamalarının ortalaması 5 ile belirtilen edilen en olumsuz düzeye oldukça yakın olarak 4.10 ile sonuçlanmıştır. Elde edilen standart sapma değeri de 0.56’dır. Bu değerler oydaşlığın güçlü olduğunu ve bu alanda yapılan değerlendirmenin oldukça olumsuz olduğunu göstermektedir.

 

ÇİZELGE 15

EĞİTİM-ÖĞRETİM-İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ

ALT ÖLÇÜTLER

O

SS

OYDAŞMA

1. Türkiye’de biçimsel eğitim (okullardaki eğitim) kurumları aracılığıyla verilen çevre için eğitim yeterlidir.

4.14

 

0.36

OLUMSUZ

2. Türkiye’de yüksek öğrenim kurumlarında verilen çevre için eğitim yeterlidir.

4.11

 

0.50

OLUMSUZ

3. Türkiye’de yaygın eğitim (yetişkin eğitimi, halk eğitimi) kurumları aracılığıyla verilen çevre için eğitim yeterlidir.

4.36

 

0.56

OLUMSUZ

4. Türkiye’de çevre uzmanı yetiştirme amacıyla uygulanmakta profesyonel eğitim çalışmaları yeterlidir.

3.86

 

0.65

OLUMSUZ

5. Çevre Bakanlığı’nın merkez ve taşra örgütünde çalışanlar için sağladığı hizmet içi eğitim yeterli düzeydedir.

3.89

 

0.74

OLUMSUZ

6. Türkiye’de ulusal ve yerel çevre yönetimi için gelecekte gereksinim duyulacak insan kaynakları etkili bir şekilde planlanmış ve plan uygulama alanına konulmuştur.

4.21

 

0.57

OLUMSUZ

ORTALAMA

4.10

0.56

OLUMSUZ

 
Panelde yer alan uzmanların kararlarına gerekçe olarak gösterdikleri olumlu yorumla karşılaşılamamıştır. Uzmanların konuya ilişkin olumsuz değerlendirmeleri aşağıdadır:
 
Panel üyesi uzmanlar, örgün eğitimde çevre derslerinin ayrı ve zorunlu ders olarak okutulması ve derslerin uzmanlar eliyle verilmesi gerektiğini belirtmekte ve verilen eğitimi yeterli bulmamaktadırlar. Uzmanlara göre, örgün eğitim programı içinde çevrenin yeri oldukça azdır ve içerik olarak kalıplaşmış bir yaklaşım izlenmektedir. Çevresel eğitimin içeriğinde bireylerin ödev ve sorumluluklarını anlatmak yerine çevre sorunlarının yaşamsal öneminin incelenmesi gerektiğini belirten uzmanlar görsel-işitsel eğitimin bu konuda önemli yer tuttuğuna işaret etmektedirler. Milli Eğitim Bakanlığı yayınlarında çevre kirliliği konusunun ele alındığını belirten uzmanlar “yaparak ve yaşayarak öğrenmenin daha kalıcı öğrenmedir” ilkesinin doğru olduğunu belirterek bu ilkeye göre hareket edildiğinde çevre bilincinin çok küçük yaşlarda öğrencilere verilmesinin gelecekteki çevresel sorunların boyutlarının çok daha dar olmasına yardımcı olacağını bildirmektedirler. Uzmanlar, bu yoldaki toplumsal bilincin oluşmasında yerel örgütlerin özeksel örgütlerden daha etkili olacağını söylemektedir.
 
Uzmanlar çevre için eğitimi amaçlayan kimi ulusal uygulamaları eleştirmekte ve bu uygulamaların “sürdürülebilir kalkınma kavramını” benimsetmekten çok endüstrileşmeyi olumsuz göstermeyi amaçladığını belirterek bu tür yaklaşımın sakıncalı olduğunu öne sürmektedir.
 
Eğitimin her dalında olduğu gibi çevre için eğitimde de çok fazla eksiklik bulunduğunu söyleyen uzmanlar öncelikle eğitim veren eğitmenlerin çevre konusunda eğitilmeleri gerektiğini bildirmektedirler.
 
Bazı uzmanlar da, Türkiye’de yüksek öğrenim kurumlarında verilen çevre için eğitimin yetersiz kaldığını belirtmekte ve kuramsal ve uygulamalı eğitimin zaman zaman çeliştiğini söylemektedirler. Uzmanlara göre, çevre ile ilgili mesleklerin uygulanmasında ciddi zorluklar yaşanmaktadır. Bu uzmanlar, sadece bazı üniversitelerin çevre bölümlerinde yeterli çevre eğitimi verilmekte olduğunun söylenebileceğini bildirmektedirler. Üniversitelerimizde çevre için verilen eğitimin yetersiz olduğunu açıklayan uzmanlar üniversitelerde öğrencilere yetersiz düzeyde kuramsal bilgi yüklendiğini bildirmektedirler. Uzmanlar, üniversite eğitimi alan kişilerin çalışma alanları düşünüldüğünde çevre konusunda toplumsal uygulamalara yönelik bilgi ve çevre mevzuatının irdelenmesi gibi konularda öğrencilere yeterli eğitim verilmediğini belirtmişlerdir. Uzmanlara göre, Türkiye’de yüksek okullarda eğitim genel olarak öğrencilerin akademik niteliğini yükseltmek yerine yüksek öğretimi ülke çapında yaygınlaştırmak amacına yönelik olarak yürütülmektedir. Uzmanlar, bu yaklaşımın yanlış olduğunu ileri sürerek eğitimin öğrencilerin akademik niteliklerinin yükseltilmesi amacına yönlendirilmesi gerektiği görüşünü savunmuşlardır.
 
Üniversitelerin çevre bilimlerini öğreten bölümlerinden mezun olanların içinde yer aldığı meslek örgütlerinin, çevre sorunlarına çözüm üretme çalışmalarında bulunmaktan çok çevreye dokunulmaması konusunda duyarlı olduklarını ileri süren bazı uzmanlar ise bu tür tercih ve yaklaşımların ülkenin kalkınması açısından olumsuz sonuçlar üreteceğini bildirmektedirler.
 
Yaygın eğitim çalışmalarını irdeleyen bazı uzmanlar ise Türkiye’de çevre amaçlı yaygın eğitim çalışmalarının yeterli olmadığını belirtmekte ve gönüllü kuruluşlarca verilenler dışında böyle bir programın yokluğunun bile ileri sürülebileceğini bildirmektedirler. Uzmanlara göre, çevre ile ilgili sorunlar henüz yaygın eğitim çalışmalarının kapsamına alınmamıştır ve yaygın eğitim çalışmaları içinde daha çok kişilerin ekonomik ve sosyal eğitimine yönelik programlara yer verilmektedir. Uzmanlar, çevrenin diğer yaygın eğitim konularına kıyasla yakın bir geçmişinin olmasının bu kurumlardaki yöneticilerin yeterince çevre bilgisine ve bilincine sahip olmadıkları sonucunu ortaya koyduğuna inanmaktadır.
 
Çevre için uzman personel yetiştirme amacıyla yapılan çalışmaların Çevre ve Orman Bakanlığı ve sayılı bazı üniversitelerle sınırlı kaldığını belirten uzmanlar bu nedenle çevre uzmanı yetiştirmek amacıyla yapılan çalışmaların çok sınırlı ve yetersiz olduğunu söylemektedirler. Profesyonel eğitim çalışmaları adı altında Çevre ve Orman Bakanlığı’nın vermiş olduğu kuramsal ağırlıklı kurslar bulunduğunu söyleyen bazı uzmanlar ise bu çalışmaların profesyonel eleman yetiştirmek açısından yeterli olmadığını açıklamaktadırlar.
 
Çevre ve Orman Bakanlığı’nın çalışanları için sağladığı hizmet içi eğitim çalışmalarının oldukça yetersiz olduğunu belirten uzmanlar bu çalışmaların yılda bir kez yapıldığını ve çevre bilimleri alanında elde edilen son gelişmeleri aktarma yeteneğinden yoksun olduğunu ileri sürmektedirler. Hizmet içi eğitimin Başbakanlık’a bağlı “Çevre Müsteşarlığı” şeklindeki örgütlenmenin ilk dönemlerinde üzerinde daha titizlikle durulan konu olduğunu belirten uzmanlar ilerleyen yıllarda hızlı personel alımının da etkisiyle hizmet içi eğitim çalışmalarının ertelendiğini ve yetersiz uygulamalar şekline getirilerek düzeyinin düşürüldüğünü bildirmişlerdir. Uzmanlar, Çevre ve Orman Bakanlığı’nın taşra örgütlerinde çalışanların alanda yapılması gereken işlevleri alan çalışmaları sırasında diğer kıdemli arkadaşlarından görerek öğrendiklerini ve kendi kişisel uygulamalarını bu bilgiler doğrultusunda şekillendirdiklerini söylemektedirler. Uzmanlar, bir anlamda, “usta-çırak” türü bir hizmet içi eğitimin söz konusu olduğunu ve tektip ve yaygın bir hizmet içi eğitimin Çevre ve Orman Bakanlığı içinde yer almadığını söylemektedirler. Uzmanlara göre, sınırlı sayıda ve genelde yetersiz olan hizmet içi eğitim programlarında “ceza yazma, takip ve uygulama” gibi konulara ağırlık verilmektedir.
 
Bazı uzmanlar ise hizmet içi eğitimin içeriğinde yer alan eksikliklere işaret ederek çevre için verilen eğitimde çevre çalışmalarının ekonomik yönünün (çevresel süreçlerin maliyetlendirilmesi gibi) dikkate alınmadığını söylemektedirler.
 
Uzmanlara göre, Türkiye’de ulusal ve yerel çevre yönetimi için gelecekte gereksinim duyulacak insan kaynakları etkili şekilde planlanmamış ve bu türde bir plan şimdiye kadar uygulama alanına konulmamıştır. Uzmanlar, en önemli hizmet girdisi ve kaynağı olan insan kaynağına -her alanda olduğu gibi- çevre yönetimi için eğitim alanında da önem verilmediğine inanmaktadırlar.

 

Bazı uzmanlar da, UÇEP’in yeni oluşturulmuş olduğunu ve UÇEP’e ilişkin altyapı hazırlık çalışmalarının sürdürüldüğünü belirtmekte ve bu durumda ulusal ve yerel ölçekte çevre yönetiminden söz etmenin olanaklı olmadığını bildirmektedir. Uzmanlara göre, gelecekte gereksinim duyulacak yetkinlikler için insan kaynaklarının planlaması yapılması da bu alandaki gereksinimin netleşmemiş olması nedeniyle olanaklı değildir.

 

2.13.3 Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme: Eğitim ve İnsan Kaynakları Yönetimi

 

Hizmet içi eğitim bileşenini de kapsayacak şekilde çevre için ulusal ve yerel düzeyde yürütülen örgün ve yaygın eğitim etkinlikleri ile çevre çalışmaları için insangücü planlaması (insan kaynakları yönetimi) konularında tüm alt gruplar kesin bir olumsuzluk belirtmektedirler. Olumsuzluk belirtilen konular örgün eğitimde çevre için verilen eğitimin yeterliliği, üniversitelerde verilen çevre eğitiminin yeterliliği, yaygın eğitimde verilen çevre eğitiminin yeterliliği, profesyonel anlamda çevre uzmanı yetiştirmek amacıyla düzenlenen eğitim çalışmalarının yeterliliği (bu konuda uluslararası uzmanlar kararsız görünmektedir), Çevre Bakanlığı’nın hizmet içi eğitim çalışmalarının yeterliliği (belediye başkanları hariç) ve insan kaynaklarının planlanmasının etkililiği (uluslararası uzmanlar grubu olumlu görüş bildirmektedir) konularını kapsamaktadır.

 
 

 

2.14 KAMUSAL ÇEVRE ÖRGÜTLERİNİN YÖNETİM FELSEFESİ: BAŞARIM YÖNETİMİ

 

2.14.1 Kuramsal Açıklama

 

Kamusal çevre yönetimlerinin etkenlik ve etkililik düzeylerinin saptanması amacıyla geliştirilen ölçütler listesinin son unsuru yönetim felsefesine ayrılmıştır. Çağdaş yönetim biliminin verimlilik ve etkenliğin artırılması yolunda keşfettiği önemli unsur “hedef” kavramıdır. Burada sözü edilen somut, sayısal ve ölçülebilir nitelikli hedeflerdir. Bu bağlamda, çağdaş yönetim felsefesi çalışmalarını, esas olarak, “elde edilen ve edilemeyen sonuçlar” kavramı üzerinde yoğunlaştırmaktadır.

 

Bu yönetim anlayışına göre, her yönetim daha çalışmalarının başlangıç aşamasında elde edilmek istenen sonuçları başarım göstergeleri şeklinde açık ve kesin bir şekilde ortaya koymalı, üretim girdilerini bu hedeflerin gerçekleşmesini güvence altına alacak şekilde sağlamalı, örgütünü bu hedefe göre kurmalı ve çalışma süreçlerini söz konusu sonuçları elde edebilecek şekilde tasarlamalıdır. Çalışmaların başlamasından sonra yapılacak dönemsel irdelemelerle varılan sonuçlar varılması gerekenlerle karşılaştırılmalı ve bu çerçevede yetersizlik varsa giderilmesi için gerekli önlemler alınmalıdır. Bu yaklaşım yönetim bilimleri terminolojisinde “hedefe/amaca yönelik yönetim”, “başarım yönetimi” ve “sonuç yönetimi” gibi isimler almaktadır.

 

Bu bağlamda, çevre bilimleri ile yönetim bilimleri arasındaki karşılıklı ilişki açık  şekilde ortaya çıkmaktadır. Her iki bilim alanının ortak paydası vardır: “hedef”. Çevre yönetimleri canlı varlıkların gelecekte güvenlik sınırları içinde yaşamlarını sürdürmelerine olanak verecek hedefleri belirlemek, çevre ölçünleri şeklinde yürürlüğe koymak ve bu amaçla çalışmalarını eylem planına dayalı olarak yürütmek durumunda olmalıdır. Bu anlayış her iki bilim alanını anlamlı şekilde bütünleştirmektedir. Bu nedenle, çevre yönetimleri başarım yönetimi felsefesini benimsemeli ve çalışmalarını bu anlayışa göre, yani ‘başarım’, ‘hedef’ ve ‘sonuç’ kavramlarına dayalı olarak yürütmelidir.

 

Günümüzün yönetim anlayışları açısından ikinci önemli kavram “toplam kalite yönetimi”dir. ABD ve Japonya’da uzun kuramsal gelişme geçmişine sahip olan bu yönetim felsefesi özellikle özel sektör kurumları arasında geniş uygulama alanı bulmuştur. Müşteri odaklılığı ve artan müşteri tatmini nedeniyle yönetsel verimliliğin ve çalışanların işten elde ettikleri tatminin artması karlılığı esas edinen kurumları “sürekli ve sürdürülebilir gelişme”, “sıfır hata” ve “müşteri odaklılığı” kavramları üzerinde düşünmeye ve çalışmaya zorlamaktadır.

 

‘Toplam çevre yönetimi kalitesi’ olarak adlandıracağımız kavram da bu yaklaşımın kamusal çevre yönetimlerine egemen kılınması anlamına gelmektedir. Ulusal ya da yerel ölçekte çalışmakta olan kamusal çevre kurumları çevresel değerler üzerinde sürekli ve sürdürülebilir gelişmeyi kendilerine esas almak durumunda olmalıdır. “Toplam kalite yönetimi”nde olduğu gibi çevre yönetiminde de “stratejik  planlama ve stratejik yönetim” kavramları ön plana çıkmaktadır.

 

2.14.2 Araştırma Sonuçları

 

Buraya kadar kısaca açıklanmaya çalışılan kavramlar açısından Türkiye’ye bakıldığında, tüm kamu yönetiminde olduğu üzere, kamusal çevre yönetimi alanında da önemli ölçüde yetersizlikle karşılaşılmaktadır. Bu durumu incelemek üzere panel üyelerine çeşitli sorular yöneltilmiştir. Sorular ve alınan yanıtlar Çizelge 15’de yer almaktadır.

 

 

ÇİZELGE 16

BAŞARIM YÖNETİMİ VE ÇEVRE YÖNETİMİNDE

TOPLAM KALİTE ANLAYIŞI

ALT ÖLÇÜTLER

O

SS

OYDAŞMA

1.           Türkiye’de, ulusal çevre yönetimi kurumlarında, hedefe yönelik yönetim, sonuç yönetimi, toplam kalite yönetimi ve performans yönetimi gibi çağdaş yönetim yöntem ve teknikleri uygulanmaktadır.

4.07

 

0.60

OLUMSUZ

2.           Türkiye’de, yerel yönetimlerin çevre ile ilgili birimlerinde, hedefe yönelik yönetim, sonuç yönetimi, toplam kalite yönetimi ve performans yönetimi gibi çağdaş yönetim yöntem ve teknikleri uygulanmaktadır.

4.43

 

0.57

OLUMSUZ

ORTALAMA

4.25

0.58

OLUMSUZ

 

 

Türkiye’de, gelişmiş çevre yönetimi felsefe, anlayış, yöntem ve tekniklerinin yerel ve ulusal düzeyde kamusal çevre örgütleri tarafından kullanılması alanında yaşanmakta olan yetersizlikler uzmanların üzerinde en güçlü oydaşlık sağladıkları araştırma konuları arasına girmiştir. Bu amaçla sorulan iki soruya alınan yanıtların ortalaması 4.00’ün üzerindedir. Standart sapmaların ortalaması da 0.58 olmuştur. Bu durum uzmanlar arasında elde edilen oydaşlığın güçlü ve olumsuz yönde olduğunu göstermektedir.

 

Bu soruya olumlu yanıt veren üye olmamıştır. Olumsuz görüş belirten panel üyelerinin kararlarını dayandırdıkları gerekçeler aşağıda belirtilmiştir.

 

Panel üyesi çevre uzmanları ulusal çevre örgütünün çalışmaları göz önüne alındığında Türkiye’de ulusal çevre yönetimi kurumlarında, hedefe yönelik yönetim, sonuç yönetimi, toplam kalite yönetimi ve başarım (performans) yönetimi gibi çağdaş yönetim yöntem ve teknikleri uygulandığını söylemenin olanaklı olmadığına inanmaktadırlar. Uzmanlara göre, kamu kurumlarında bu yöndeki uygulamalar yetersizdir ve yapılan girişimler kâğıt üzerinde kalmaktadır.

 

Çevre yönetimi için gerekli ve yeterli akçalı kaynaklar sağlanmadıkça bu kavramlardan söz etmenin olanaksız olduğuna işaret eden uzmanlar Türkiye’de yerel yönetimlerin çevre ile ilgili birimlerinde de, hedefe yönelik yönetim, sonuç yönetimi, toplam kalite yönetimi ve başarım yönetimi gibi çağdaş yönetim yöntem ve tekniklerin uygulanmadığını söylemektedirler.

 

Yerel düzeyde önemli sayıda çözüm bekleyen çevre sorununun varlığının bu yargıyı doğrulamakta olduğunu belirten uzmanlar yerel yönetimlerde bu anlamda çağdaş yönetim dizgeleri kurulamadığını belirtmişlerdir. Yerel yönetimlerde çevre ile ilgili birimlerin sadece büyükşehir belediyelerinde görülebildiğini belirten uzmanlar bu birimlerin de çağdaş yönetim anlayışlarına uygun çalışmalar yaptığının söylenemeyeceğini bildirmişlerdir. Uzmanlara göre, yerel yönetimlerdeki çevre birimleri daha çok mevcut yasa ve yönetmelikler çerçevesinde iş yerlerine verilecek izin ve denetim gibi konularla ilgilenmektedirler. Uzmanlar, sınırlı sayıdaki uygulama dışında, yerel yönetimlerde çağdaş yönetim tekniklerinin uygulanmadığına ve yapılan çalışmaların çoğunun amaç ve hedef gibi kavramlardan uzak olduğunu belirtmektedirler.  Bazı uzmanlar ise yerel yönetimlerde uygulamaların özeksel yönetime oranla daha esnek olduğunu ancak genelde bu çalışmaların da yetersiz ve politik güdüm altında yapılmakta olduğunu belirtmişlerdir. Uzmanlara göre, yerel yönetimlerin çevre ile ilgili birimleri çok yetersizdir ve öncelikle yetersizliğe yol açan bu eksikliklerin giderilmeleri gerekmektedir.

 

Bir uzman ise kamusal çevre örgütlerinin çağdaş yönetim felsefelerine uygun biçimde çalışmaları konusundaki görüşlerini ünlü siyah lider Martin Luther King’in “Benim bir rüyam var” özdeyişiyle özetlemiştir.

 

2.14.3 Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme: Başarım Yönetimi

 

Türkiye’de ulusal ve özeksel çevre yönetimi kurumlarında çağdaş yönetim tekniklerinin kullanılmakta olduğu ve modern yönetim felsefesinin bu örgütlere egemen olduğu yolunda belirtilen görüşlere genelde katılan alt grup yoktur. Sadece uluslararası uzmanlar grubunun bu konuda kararsız kaldığı görülmektedir.

 

Aynı sorunsal yerel düzeyde çalışan kamu kurumları açısından ele alındığında ise olumsuz kanı daha da kesin ve güçlü bir görünüm almaktadır. Tüm alt gruplar bu konuda olumsuz görüş belirtmişlerdir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BÖLÜM 3

 

GENEL SONUÇLAR

VE SON DEĞERLENDİRME

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

3.1 GENEL SONUÇLAR

 

3.1.1 Araştırmanın Geçerliliği ve Güvenilirliği

Bu araştırma hem Türk ve hem de uluslararası çevre yönetimi yazını açısından bir ilk olmak özelliğini taşımaktadır. Türk kamusal çevre yönetiminin başarım düzeyini ele alan ilk çalışma olması yanında bu araştırma ülkemizde Delfi Tekniği’nin uygulandığı ilk çevre araştırması olmak durumundadır. Uluslararası çevre yazınında da araştırmanın bir başka benzeri bulunmamaktadır. Kamusal çevre yönetimi konusunda öteki ülkelerde yapılmış çeşitli çalışmalar kuşkusuz vardır. Ancak, bunların hiçbiri bu araştırmada olduğu gibi geniş bir spektrumu kapsamamakta ve çevre yönetiminin kesimsel yönlerini ele almaktadır. Oysa bu araştırmanın giriş bölümünde de değinildiği gibi kamusal çevre örgütlerinin başarım düzeylerinin belirlenmesi, aksayan yönlerinin saptanması ve aksaklıkların giderilmesi için çözüm yolları geliştirilmesi çevresel niteliklerin korunması ve geliştirilmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Araştırma bu bağlamda amacına ulaşmıştır. Her şeyden önce bu amaçla geliştirilen bir irdeleme yönteminin geçerlilik ve güvenilirlik düzeyi sınanmış ve bu sınav başarılı sonuç vermiştir. Geliştirilen yöntemle gerek ulusal ve gerekse yerel ölçekte çalışmakta olan kamusal çevre örgütlerinin başarım düzeylerinin irdelenmesinin olanaklı olduğu anlaşılmıştır. Bu araştırmada Türkiye bir örnek olay olarak ele alınmış ve bu yolda bir çalışma yapılmıştır. Elde edilen sonuçlar amacın gerçekleşmiş olduğunu göstermektedir. Bundan sonra yapılması gereken çalışma eylemli çevre yöneticilerine düşmektedir. Yapılması gereken çalışma bu araştırmayla varlığı saptanan sorunlara çözüm yolları geliştirmek ve uygulama alanına koymaktadır. Geliştirilen yöntembilimin diğer ülkelerde de uygulanması olanaklıdır. Bu nedenle geliştirilen yöntembilimin evrensel nitelikte olduğu açıklıkla ortaya çıkmaktadır.

 

3.1.2 Sonuçların Genel Bir Özeti

Araştırma sonuçları daha önceki bölümlerde ayrıntılı olarak açıklanmıştır. Araştırmanın özet niteliğindeki genel sonuçları aşağıda Çizelge 17’de verilmiştir. Araştırma kapsamında (123 alt ölçüte dayalı olarak) 16 ölçüt irdeleme konusu yapılmıştır. Bunlardan 3’ü üzerinde oydaşma sağlanamamıştır. Geri kalan 13 ölçüt üzerinde olumsuz oydaşma vardır. Ölçütlerin hiçbirinde olumlu oydaşlık elde edilememiştir.

ÇİZELGE 17

ARAŞTIRMA SONUÇLARI

 

ÖLÇÜTLER

ORTALAMALARIN ORTALAMASI

STANDART SAPMALARIN ORTALAMASI

 

OYDAŞMA

SİYASAL İSTENÇ

3.60

0.74

OLUMSUZ

ÇEVRESEL AMAÇ VE HEDEFLER

3.81

0.75

 OLUMSUZ

ÇEVRE YÖNETİM STRATEJİLERİ

3.90

0.77

OLUMSUZ

ÇEVRE POLİTİKALARI

3.76

0.80

OLUMSUZ

ULUSAL ÇEVRE YÖNETİMİ İŞLEV VE SÜREÇLERİ

3.97

0.74

OLUMSUZ

YEREL ÇEVRE YÖNETİMİ İŞLEV VE SÜREÇLERİ

4.08

0.69

OLUMSUZ

ÇEVRE ÖLÇÜNLERİ

3.32

0.99

YOK

ÇEVRE PLANLAMASI

3.86

0.65

OLUMSUZ

KURUMSAL YAPI

3.79

0.79

OLUMSUZ

YENİ KURUMSAL MODEL

3.90

0.96

OLUMSUZ

HUKUKSAL ALTYAPI

3.33

1.13

YOK

ÇEVRESEL ETKİ DEĞERLENDİRMESİ

3.38

0.95

YOK

TEKNİK ALTYAPI

4.31

0.63

OLUMSUZ

PAZAR TÜRÜ ARAÇLAR

4.17

0.60

OLUMSUZ

ÇEVRE İÇİN EĞİTİM VE İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ

4.10

0.56

OLUMSUZ

ÇAĞDAŞ YÖNETİM TEKNİKLERİ

4.25

0.58

OLUMSUZ

GENEL ORTALAMA

3.898

0.756

OLUMSUZ

 

 


Üzerinde oydaşma sağlanamayan ölçütler şunlardır:

 

·     ÇEVRE ÖLÇÜNLERİ

·     HUKUKSAL ALTYAPI

·     ÇEVRESEL ETKİ DEĞERLENDİRMESİ

 

Üzerinde olumsuz oydaşma sağlanan ölçütler ise şunlardır:

 

·     SİYASAL İRADE

·     ÇEVRESEL AMAÇ VE HEDEFLER

·     ÇEVRE YÖNETİM STRATEJİLERİ

·     ÇEVRE POLİTİKALARI

·     ULUSAL ÇEVRE YÖNETİMİ İŞLEV VE SÜREÇLERİ

·     YEREL ÇEVRE YÖNETİMİ İŞLEV VE SÜREÇLERİ

·     ÇEVRE PLANLAMASI

·     KURUMSAL YAPI

·     YENİ KURUMSAL MODEL

·     TEKNİK ALTYAPI

·     PAZAR TÜRÜ ARAÇLAR

·     ÇEVRE İÇİN EĞİTİM VE İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ

·     ÇAĞDAŞ YÖNETİM TEKNİKLERİ

 

 

Araştırmada elde edilen genel nitelikli sonuçlar şunlardır:

 

1.    Türkiye’de ulusal kamusal çevre yönetimlerinin başarım düzeyini ölçmek amacıyla saptanan ölçütlere verilen yanıtların hiç birinde olumlu sonuç elde edilememiştir. Bunun aksine olarak, ülkenin kamusal çevre yönetimini geleceğinin kuşkulu olacağını gösteren güçlü kanıtlar elde edilmiştir. Bu sonuç, ülkenin ulusal ve yerel düzeyde çalışan kamusal çevre yönetimlerinde köktenci nitelikte iyileştirmeler yapılması gerektiğine işaret etmektedir.

 

2.         Yerel kamusal çevre yönetimlerinin bu yoldaki gereksiniminin daha fazla olduğu anlaşılmaktadır.

 

3.         Uzmanların çevre yönetimin genel etkililik ve etkenlik düzeyi konusundaki görüşleri olumsuzdur. Sorulan toplam 123 soruya verilen yanıtların ‘ortalamalarının ortalaması’ alınmış ve bu değer birinci turda 3.418, ikinci turda 3.867 ve üçüncü ve son turda 3.898 olmuştur. Daha önce de açıklandığı üzere, yanıt seçenekleri ise “1” “kesinlikle katılıyorum” ve “5” “kesinlikle katılmıyorum” seçenekleri arasında değişmekte ve “3” kararsızlık belirten medyan değeri göstermektedir. Bu nedenle kamusal çevre yönetimi dizgesinden elde edilen tatminin 3.898 düzeyinde sonuçlanması önemli düzeyde tatminsizliği göstermektedir. Sorulara verilen yanıtların sıralamasını gösteren SPSS grafiği aşağıda verilmiştir. Birinci turda verilen yanıtların ikinci ve üçüncü turda nasıl değiştiği Grafik 1’de açıklıkla görülmektedir.

 

 

GRAFİK 1

 

ORTALAMALAR

 

 


4.    Buna benzer şekilde, yanıt verenlerin yüzde 68’inin içinde yer aldığı birinci standart sapma değerleri de benzer gelişme göstermiştir. Standart sapma değerlerinin ortalaması birinci turda 1.071 iken bu değer ikinci turda 0.906 ve üçüncü ve son turda 0.756 olmuştur. Standart sapma ortalamalarındaki bu azalma araştırmanın en önemli bulgularından biridir ve kullanılan yöntemin bilimsel açıdan güvenilir olduğunu göstermektedir.

 

5.    Bu nedenle, uzmanların yüzde 68’i Türkiye’nin çevre yönetimine 5 üzerinden 3.898 olumsuz not vermişlerdir. Bu durum, standart sapma değeri dikkate alındığında uzmanların yüzde 68’inin Türkiye’deki çevre yönetimi dizgesini 3.142 ile 4.654 aralığında değerlendirdiğini göstermektedir. 5” değerinin en fazla olumsuzluğu anlattığı ettiği düşünülecek olursa, uzmanların duydukları olumsuzluğun düzeyi açıkça ortaya çıkmaktadır. Sorular itibarıyla elde edilen standart sapma değerleri her üç tur için aşağıdaki grafikte olarak verilmiştir. Turlar geliştikçe standart sapma değerinde görülen daralma Grafik 2’de açıkça görülmektedir.

 

GRAFİK 2

 

STANDART SAPMA DEĞERLERİ

 

 

 

6.      Her üç turda edilen ortalamaların ortalaması olan değerler ile standart sapma değerleri arasında yapılan ilgileşim ölçümlemesine ilişkin sonuçlar aşağıda Çizelge 18 ve 19’da verilmiştir. Ortalamalar arasındaki ilgileşim değeri 0.01 düzeyinde önemli bulunmuştur. Bu değer, turlar arasındaki tutarlılığa işaret etmektedir. İkinci ve üçüncü turda elde edilen standart sapma değerleri arasındaki ilgileşim de 0.01 düzeyinde önemli bulunmuştur.  Bu sonuç, söz konusu iki tur arasındaki tutarlığa işaret etmektedir.

 

 

ÇİZELGE 18

TURLARDA ELDE EDİLEN ORTALAMALAR

ARASINDA İLGİLEŞİM ÖLÇÜMÜ

 

TUR1

O

TUR2

O

TUR3

O

TUR1 O

 

 

Pearson İlgileşimi

1.000

.496*

.490*

Sig. (2-kuyruklu)

.

.000

.000

N

123

123

123

TUR2 O

 

 

Pearson İlgileşimi

.496*

1.000

.917*

Sig. (2-kuyruklu)

.000

.

.000

N

123

123

123

TUR3 O

 

 

Pearson İlgileşimi

.490*

.917*

1.000

Sig. (2-kuyruklu)

.000

.000

.

N

123

123

123

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

*  Bu değerler 0.01 (2-kuyruklu) düzeyinde önemlidir.

ÇİZELGE 19

TURLARDA ELDE EDİLEN STANDART SAPMA DEĞERLERİ ARASINDA İLGİLEŞİM ÖLÇÜMÜ

 

TUR1

SS

TUR2

SS

TUR3

SS

TUR1 STANDART SAPMA

 

 

Pearson İlgileşimi

1.00

.056

.112

Sig. (2-kuyruklu)

.

.539

.216

N

123

123

123

TUR2

STANDART

SAPMA

 

Pearson İlgileşimi

.056

1.000

.780*

Sig. (2-kuyruklu)

.539

.

.000

N

123

123

123

TUR3

STANDART

SAPMA

 

Pearson İlgileşimi

.112

.780*

1.000

Sig. (2-kuyruklu)

.216

.000

.

N

123

123

123

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

*  Bu değerler 0.01 (2-kuyruklu) düzeyinde önemlidir.

 

 

3.2 KAMUSAL ÇEVRE YÖNETİMİ DÜZELTİMİ [21] İÇİN EYLEM PLANI

 

Yapılan araştırma sonucunda üzerinde olumsuz oydaşlık sağlanan alt ölçütler kesinleştirilmiştir. Üzerinde olumsuz oydaşma sağlanan sorunlar Çizelge 20’de verilmiştir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ÇİZELGE 20

ÜZERİNDE OLUMSUZ OYDAŞLIK SAĞLANAN

ALT ÖLÇÜTLER VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

 

SORUNLAR

 

ÇÖZÜM ÖNERİLERİ [22]

1. Türkiye’de, ulusal ölçekte, çevresel değerlerin ve niteliklerin korunması ve geliştirilmesi konusunda siyasal istenç.

Ulusal istenç oluşturulmalı ve topluma kabul ettirilmelidir.

2. Türkiye’de, yerel yönetimler bağlamında, yerel çevresel değerlerin ve niteliklerin korunması ve geliştirilmesi konusunda siyasal irade.

Yerel yönetimler çevrenin korunması konusunda siyasal istençlerini geliştirmelidir.

3. “Çevre Hakkı”nın bir sonucu olarak, ilgililerin, yerel yönetimlerden çevre sorunlarına ilişkin konularda bilgi almak haklarını kolaylıkla kullanabilmesi.

Yerel yönetimler çevresel konularda Bilgi Edinme Hakkı Kanunu’nun uygulanmsına işlerlik kazandırmalıdır.

4. “Çevre Hakkı”nın tamamlayıcı bir öğesi olarak, gerçek ve tüzel kişilerin çevresel konularda özeksel yönetimin planlama ve  karar alma süreçlerine etkili bir şekilde katılabilmesi.

Özeksel yönetim çevre konusunda planlama ve karar alma çalışmalarına yurttaşların daha fazla katılmasına olanak vermelidir.

5 “Çevre Hakkı”nın tamamlayıcı bir öğesi olarak, gerçek ve tüzel kişilerin çevresel konularda yerel yönetimlerde planlama ve karar alma süreçlerine etkili bir şekilde katılabilmesi.

Yerel yönetimler çevre konusunda planlama ve karar alma çalışmalarına yurttaşların daha fazla katılmasına olanak vermelidir.

6. Ulusal yönetimin, “Çevre Durumu Raporları” yayınlaması.

Çevre ve Orman Bakanlığı “Çevre Durumu Raporları”nı hazırlamalı ve yayınlanmalıdır.

7. Ulusal çevre yönetiminin çevresel “Amaç” ve “Hedef”leri belirlemesi.

Ulusal kamusal çevre yönetimi içinde yer alan kurumlar amaç ve hedeflerini saptamalıdır.

8. Yerel kamusal çevre yönetimlerinin çevresel “Amaç” ve “Hedef”leri belirlemesi.

Yerel kamusal çevre yönetimi içinde yer alan kurumlar amaç ve hedeflerini saptamalıdır.

9. “Emret-denetle stratejisi”nin özeksel yönetimin özekteki yetkilileri ve taşradaki temsilcileri tarafından “çevresel kural ve normların yürütülmesi” ve “çevre yükümlülerinin bu bağlamda izlenmesi ve denetlenmesi” işlevlerini de içerecek şekilde ve etkili bir biçimde düzenlenmesi ve uygulama alanına konulması.

Ulusal çevre örgütlerinin çevre ile ilgili yasal yükümlülüklerin sorumluları tarafından yerine getirilmesini etkili bir şekilde denetlemesi.

10. “Emret-denetle stratejisi”nin yerel yönetimler tarafından “çevresel kural ve normların yürütülmesi” ve “çevre yükümlülerinin bu bağlamda izlenmesi ve denetlenmesi” işlevlerini de içerecek şekilde ve etkili bir biçimde düzenlenmesi ve uygulama alanına konulması.

Yerel çevre örgütlerinin çevre ile ilgili yasal yükümlülüklerin sorumluları tarafından yerine getirilmesini etkili bir şekilde denetlemesi sağlanmalıdır.

11. “Çevre yükümlülerinin mevzuatla düzenlenmiş çevresel yükümlülüklere gönüllü katılımı/uyumu stratejisi”nin düzenlenmesi ve uygulama alanına konulması.

ISO 14001 uygulamalarına anlam, içerik, derinlik ve ciddiyet kazandırılmalı ve çevre denetçiliği hizmeti verecek özel kuruluşlar özendirilmelidir.

12. “Akçalı ve ekonomik çevre yönetimi araçlarını geliştirme stratejisi”nin düzenlenmesi ve uygulama alanına konulması.

Pazar türü çevre yönetim araçları geliştirilmeli ve uygulama alanına konulmalıdır.

13. Yerel yönetimlerin çevre yönetimi stratejilerinin yerel ölçekte geliştirmesi ve uygulama alanına koyması.

Yerel yönetimlerin çevre yönetimi stratejilerini geliştirmeleri güvence altına alınmalıdır.

14. “Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı”nın politika üretme yetkinliği.

ÖÇKK’nun özel çevre koruma bölgeleri ile ilgili politika geliştirme yetkinliği artırılmalıdır.

15. “Yüksek Çevre Kurulu” kendisinden beklenen görevleri yerine getirmesi.

YÇK yeniden düzenlenmelidir.

16. Yerel yönetimlerin yerel çevre politikaları üretmek çabası.

Yerel yönetimlerin yerel çevre politikası üretme yetkinliği geliştirilmelidir.

17. “Orman ve Çevre Bakanlığı” modeli ve ulusal çevre politikaları.

Yeni kurumsal modelin başarı şansını artıracak düzenlemeler yapılmalı ya da yeni modeller aranmalıdır.

18. Özeksel yönetimin kirliliklerin saptanması çalışmaları.

Özeksel yönetim kirliliklerin belirlenmesi ve saptanması çalışmalarını geliştirmelidir.

19. Özeksel yönetimin çevresel ortamların çevresel niteliklerinin, kirletici salma ve boşaltmaların ölçülmesi ve kirliliklerin zaman içinde ve alan üzerinde dağılma/yayılma biçimlerinin saptanması çalışmaları.

Tüm kirletici salma ve boşaltmalarıyla ilgili ölçme ve izleme dizgeleri kurulmalıdır.

20. Özeksel yönetimin ölçme, örnek alma, analiz etme, ayar (kalibrasyon) ve laboratuvar uygulamaları için ölçün geliştirme çalışmaları.

Özeksel yönetimin bu ve benzer alanlardaki ölçün geliştirme çalışmaları geliştirilmelidir.

21. Özeksel yönetimin iş yeri açma/çalışma ve kirlilik ve atık yayma/boşaltma için “izin” ve “ruhsat” dizgeleri kurması ve uygulaması çalışmaları.

Özeksel yönetimin “yürütme” nitelikli işlevleri güçlendirilmelidir.

22. Özeksel yönetimin çevresel kirlenmelerin önlenmesi çalışmaları.

Özeksel yönetim kirlilikleri önleme çalışmalarına ivme kazandırmalıdır.

23. Özeksel yönetimin çevresel risklerin değerlendirilmesi, planlanması, yönetilmesi ve azaltılması çalışmaları.

Özeksel yönetimin çevresel risk yönetimi yetkinliği geliştirilmelidir.

24. Özeksel yönetimin çevre için bilimsel araştırma ve teknoloji geliştirme çalışmaları.

Özeksel yönetimin çevre odaklı bilimsel araştırma ve teknoloji geliştirme çalışmalarına ivme kazandırılmalıdır.

25. Özeksel yönetimin çevre koruma amaçlı çalışmalar için bütçe olanakları ve finansman kaynakları sağlama çalışmaları.

Özeksel yönetim çevre koruma çalışmaları için daha çok akçalı kaynak ayırmalıdır.

26. Çevre fonları.

Çevre fonları yeniden düzenlenmelidir.

27. Özeksel yönetimin insan kaynakları planlaması ve yönetimi dizgesi.

Kamusal çevre örgütlerinin insan kaynakları yönetme yetkinliği geliştirilmelidir.

28. Özeksel yönetimin çevre koruma amaçlı alan planlaması çalışmaları.

Özeksel yönetimin çevre koruma amaçlı alan kullanımı planlaması yetkinliği geliştirilmelidir.

29. Özeksel yönetimin çevre koruma amaçlı ekonomik özendirme çalışmaları.

Özeksel yönetim ekonomik özendirme çalışmaları içine çevre koruma amaçlı projeleri de almalıdır.

30. Özeksel yönetimin ölçme, izleme ve denetleme (monitoring) dizgeleri kurma çalışmaları.

Ulusal ölçekte monitoring dizgeleri kurulmalıdır.

31. Özeksel yönetimin temiz yakıt ve ham madde sağlanması çalışmaları.

Özeksel yönetim temiz yakıt ve ham madde sağlama çalışmalarına ivme kazandırmalıdır.

32. Özeksel yönetimin çevresel risk ve kazalara karşı çevre sigortası dizgesi kurması.

Çevresel risk ve kazalara karşı çevre sigortası dizgesi kurulmalıdır.

33. Özeksel yönetimin kirlenmiş alanların temizleme çalışmaları.

Kirlenmiş alanların temizlenmesi çalışmalarına ivme kazandırılmalıdır.

34. Özeksel yönetimin atık su arıtma tesisleri kurma çalışmaları.

Atık su arıtma tesislerinin sayısı sorunu çözecek düzeye çıkarılmalıdır.

35. Özeksel yönetimin katı atıklar için güvenli depolama alanları kurma çalışmaları.

Sağlıklı ve güvenli katı atık depolama alanlarının sayısı artırılmalıdır.

36. Özeksel yönetimin atık maddelerin geri kazanımı çalışmaları.

Atıkların geri kazanılması çalışmalarına ivme kazandırılmalıdır.

37. Özeksel yönetimin gürültü önleme çalışmaları.

Gürültü önleme çalışmalarına ivme kazandırılmalıdır.

38. Yerel yönetimlerin kirlilikleri saptama çalışmaları.

Kirliliklerin belirlenmesi ve saptanması çalışmaları geliştirilmelidir.

39. Yerel yönetimlerin çevresel niteeliklerin, kirletici salmalarını ve boşaltmalarını ölçme çalışmaları.

Tüm kirletici salma ve boşaltmalarıyla ilgili ölçme ve izleme dizgeleri kurulmalıdır.

40. Yerel yönetimlerin ölçme, örnek alma, analiz etme, ayar (kalibrasyon) ve laboratuvar uygulamaları için standart geliştirme çalışmaları. 

Ölçün geliştirme çalışmaları geliştirilmelidir.

41. Yerel yönetimlerin iş yeri açma/çalışma ve kirlilik ve atık yayma/boşaltma için “izin” ve “ruhsat” dizgeleri kurma çalışmaları.

Yerel yönetimlerin “yürütme” nitelikli işlevleri güçlendirilmelidir.

42. Yerel yönetimlerin kirlenmeleri önlemesi çalışmaları.

Yerel yönetimlerin kirlilikleri önleme çalışmalarına ivme kazandırmalıdır.

43. Yerel yönetimlerin çevresel riskleri değerlendirme, planlama, yönetme ve azaltma çalışmaları.

Yerel yönetimlerin çevresel risk yönetimi yetkinliği geliştirilmelidir.

44. Yerel yönetimlerin çevre için bilimsel araştırma ve teknoloji geliştirme çalışmaları.

Yerel yönetimlerin çevre odaklı bilimsel araştırma ve teknoloji geliştirme çalışmalarına ivme kazandırılmalıdır.

45. Yerel yönetimlerin çevre amaçlı çalışmalar için bütçe olanakları ve finansman kolaylıkları sağlama çalışmaları.

Yerel yönetimler çevre koruma çalışmaları için daha çok akçalı kaynak ayırmalıdır.

46. Yerel yönetimlerin çevre fonlarını çevre koruma çalışmalarına katkı sağlayacak şekilde kullanma çalışmaları.

Yerel yönetimlerin çevre için ayırdıkları fonları daha ussal ve verimli şekilde kullanmaları güvence altın a alınmalıdır

47. Yerel yönetimlerin çevre amaçlı insan kaynakları planlaması ve yönetimi çalışmaları.

Yerel kamusal çevre örgütlerinin insan kaynakları yönetme yetkinliği geliştirilmelidir.

48. Yerel yönetimlerin çevre ile ilgili uluslararası yükümlükleri yerine getirme çalışmaları.

Yerel yönetimlerin çevre ile ilgili uluslararası yükümlülükleri yerine getirebilme yetkinliği artırılmalıdır.

49. Yerel yönetimlerin çevre koruma amaçlı alan planlaması çalışmaları.

Yerel yönetimlerin çevre koruma amaçlı alan kullanımı planlaması yetkinliği geliştirilmelidir.

50. Yerel yönetimlerin çevre koruma amaçlı ekonomik teşvik dizgeleri uygulama çalışmaları.

Yerel yönetimlerin çevre koruma amaçlı ekonomik özendirme çalışmaları geliştirilmelidir.

51. Yerel yönetimlerin ölçme, izleme ve denetleme (monitoring) sistemleri kurma çalışmaları.

Yerel ölçekte monitoring dizgeleri kurulmalıdır.

52. Yerel yönetimlerin üretim tesislerine temiz yakıt ve ham madde sağlama çalışmaları.

Yerel yönetimler temiz yakıt ve ham madde sağlama çalışmalarına ivme kazandırmalıdır.

53. Yerel yönetimlerin çevresel risk ve kazalara karşı çevre sigortası dizgesi kurma çalışmaları.

Yerel yönetimler çevresel risk ve kazalara karşı çevre sigortası dizgesi kurmalı ya da kurulmasını özendirmelidir.

54. Yerel yönetimlerin kirlenmiş alanları temizleme çalışmaları.

Kirlenmiş alanların temizlenmesi çalışmalarına ivme kazandırılmalıdır.

55. Yerel yönetimlerin atık su arıtma tesisleri kurması çalışmaları.

Atık su arıtma tesislerinin sayısı sorunu çözecek düzeye çıkarılmalıdır.

56. Yerel yönetimlerin katı atıklar için güvenli depolama alanları kurma çalışmaları.

Sağlıklı ve güvenli katı atık depolama alanlarının sayısı artırılmalıdır.

57. Yerel yönetimlerin atık maddelerin geri kazanımı için tesis kurma çalışmaları.

Atıkların geri kazanılması çalışmalarına ivme kazandırılmalıdır.

58. Yerel yönetimlerin gürültüyü önleme çalışmaları.

Gürültü önleme çalışmalarına ivme kazandırılmalıdır.

59. Yerel yönetimlerin hava kirliliğini önleme çalışmaları.

Yerel yönetimler hava kirliliğini önleme çalışmalarına ivme kazandırmalıdır.

60. Türkiye’de çevresel ölçün geliştirme çalışmaları ölçünleştirilmiştir.

Ölçün geliştirme çalışmaları ölçünleştirilmelidir.

61. Ulusal düzeyde çevre planlaması çalışmaları.

Ulusal düzeyde çalışan kamusal çevre örgütlerinde planlama yetkinliği geliştirilmelidir.

62. Yerel ölçekte çevre planlaması çalışmaları.

Yerel düzeyde çalışan kamusal çevre örgütlerinde planlama yetkinliği geliştirilmelidir.

63. “Ulusal Gündem 21” çalışmaları.

“Ulusal Gündem 21” çalışmalarına içerik, anlam ve derinlik kazandırılmalıdır.

64. “Yerel Gündem 21” çalışmaları.

“Yerel Gündem 21” çalışmalarına içerik, anlam ve derinlik kazandırılmalıdır.

65. Türkiye’de, “Çevre Denetçiliği” (Environmental Auditing) hizmeti veren özel sektör kuruluşlarının katkısı.

Çevre denetimi yapan özel sektör kuruluşları desteklenmelidir.

66. Çevre Bakanlığı’nın geçmiş başarım düzeyi.

Çevre Bakanlığı’nın bugüne değin yaptığı çalışmalar başarım düzeyi açısından irdelenmeli ve başarım düzeyinin artırılması için kurumsal, örgütsel ve yönetsel düzenlemeler yapılmalıdır.

67. “Çevre Koruma Fonu”nun geçmiş başarım düzeyi. 

“Çevre Koruma Fonu”nun bugüne değin yaptığı çalışmalar başarım düzeyi açısından irdelenmeli ve başarım düzeyinin artırılması için kurumsal, örgütsel ve yönetsel düzenlemeler yapılmalıdır.

68. Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı’nın geçmiş başarım düzeyi. 

Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı’nın bugüne değin yaptığı çalışmalar başarım düzeyi açısından irdelenmeli ve başarım düzeyinin artırılması için kurumsal, örgütsel ve yönetsel düzenlemeler yapılmalıdır.

69. “Özel Çevre Koruma Fonu” nun geçmiş başarım düzeyi.  

“Özel Çevre Koruma Fonu”nun bugüne değin yaptığı çalışmalar başarım düzeyi açısından irdelenmeli ve başarım düzeyinin artırılması için kurumsal, örgütsel ve yönetsel düzenlemeler yapılmalıdır.

70. İl Çevre Müdürlükleri’nin örgütlenme koşulları.

İl Çevre Müdürlükleri yeniden örgütlendirilmelidir.

71. İl Çevre Vakıfları.

İl Çevre Vakıfları kurumsal açıdan doğru çözüm yolu değildir. Geliştirilmeli, değiştirilmeli ya da kaldırılmalıdır.

72. İl Mahalli Çevre Kurulları.

İl Mahalli Çevre Kurulu yheniden düzenlenmelidir.

73. Yerel yönetimlerin örgütlenme koşulları.

Yerel yönetimlerin çevresel örgütlenme biçimleri yeniden düzenlenmelidir.

74. Orman Bakanlığı ile Çevre Bakanlığı’nın birleşmesi ve oluşan yeni ulusal çevre örgütlenmesi modeli.

Birleşme doğru değildir. Çevre Bakanlığı bağımsız bir bakanlık olarak yoluna devam etmelidir.

75. Yeni çevre örgütlenmesinin taşra örgütlenme biçimi.

Birleşme doğru değildir. Çevre İl Müdürlüğü ayrı olarak yoluna devam etmelidir.

76. Yüzeysel suların kirlenmesini önemli ölçüde önleyebilecek atık su arıtma tesisleri.

Atık su arıtma tesisleri sayıca yetersizdir. Bu konuda geniş çaplı yeni yatırımlar yapılmalıdır.

77. Hava nitelikleri monitoring dizgeleri.

Monitoring dizgelerinin sayısı yetersizdir. Bu konuda geniş çaplı yeni yatırımlar yapılmalıdır.

78. Katı atıkların güvenli depolanması ve geri kazanımı ile ilgili tesisler.

Tesisler sayıca yetersizdir. Bu konuda geniş çaplı yeni yatırımlar yapılmalıdır.

79. Çevre analiz laboratuvarı.

Tesisler sayıca yetersizdir. Bu konuda geniş çaplı yeni yatırımlar yapılmalıdır.

80. Çevre vergileri.

 

Çevre vergileri yetersizdir. Çevre vergileri dizgesi köktenci bir şekilde yeniden düzenlenmelidir.

81. Pazarlanabilir kirletici kotaları dizgesi.

Pazarlanabilir kirletici kotaları dizgesi yoktur. Düzenlenerek uygulama alanına konulmalıdır.

82. Depozito ve kota dizgesi.

Depozito ve kota dizgesi yetersizdir. Bu dizge köktenci bir şekilde yeniden düzenlenmelidir.

83.         Atık borsaları dizgesi.

Dizge yetersizdir. Köktenci bir şekilde yeniden düzenlenmelidir.

84. Yeşil nokta dizgesi.

Dizge yetersizdir. Köktenci bir şekilde yeniden düzenlenmelidir.

85. Çevre muhasebesi.

Dizge yetersizdir. Köktenci bir şekilde yeniden düzenlenmelidir.

86.         Çevre sigortası dizgesi.

Dizge yetersizdir. Köktenci bir şekilde yeniden düzenlenmelidir.

87. Biçimsel çevre eğitimi.

Dizge yetersizdir. Köktenci bir şekilde yeniden düzenlenmelidir.

88. Yüksek öğrenim kurumlarında çevre eğitimi.

Dizge yetersizdir. Köktenci bir şekilde yeniden düzenlenmelidir.

89. Yaygın eğitimde çevre için eğitim.

Dizge yetersizdir. Köktenci bir şekilde yeniden düzenlenmelidir.

90. Çevre alanında profesyonel eğitim çalışmaları.

Dizge yetersizdir. Köktenci bir şekilde yeniden düzenlenmelidir.

91. Çevre Bakanlığı’nda hizmet içi eğitim.

Dizge yetersizdir. Köktenci bir şekilde yeniden düzenlenmelidir.

92. İnsan kaynakları yönetimi.

Dizge yetersizdir. Köktenci bir şekilde yeniden düzenlenmelidir.

93. Ulusal çevre yönetimi kurumlarında çağdaş yönetim yöntem ve teknikleri.

Dizge yetersizdir. Köktenci bir şekilde yeniden düzenlenmelidir.

94. Yerel yönetimlerin çevre ile ilgili birimlerinde çağdaş yönetim yöntem ve teknikleri.

Dizge yetersizdir. Köktenci bir şekilde yeniden düzenlenmelidir.

 

 

Kamusal çevre yönetimi açısından bir sorunları olan bir çevre yönetimi konusu anlamına gelen bu saptama doğal olarak çözüm yollarını da beraberinde getirmektedir. Kuşkusuz bu çizelgede belirtilen öneri örnekleri varsayımlara dayalıdır ve yalnızca inceleme konusu olan olguları ve kavramları somutlaştırmak amacıyla verilmiştir. Gerçek öneriler yapılacak ayrıntılı araştırmalara dayanmalıdır.

 

Bu çalışmayı izlemesi gereken aşama uygulanması kabul edilen öneriyle ilgili olarak stratejileri, politikaları ve eylemleri saptama aşaması olmalıdır. Eylemler saptandıktan sonra harcanabilecek bütçe saptanmalı ve eylemler bütçe olanakları ışığında yeniden önceliklendirilmelidir. Bu çalışma sonucunda ortaya çıkacak eylem planına -elde edilecek iyileşme ile harcanacak akçalı olanakları optimum noktada dengelenmesi bakımından- optimizasyon planı denilebilir. Optimizasyon planının haızrlanması ile birlikte kamusal çevre yönetimin düzeltimi çalışmaları başlamış olacaktır.

 

 

 

 



3.3 SON DEĞERLENDİRME

 

Bu araştırma,  bu yolda Türkiye’de ve diğer ülkelerde görülen eksiklikleri gidermek ve boşlukları doldurmak amacına yöneliktir. Başarılı örneklerden yola çıkarak hazırlanan başarım ölçütleri listesi sayıları 28 olan ulusal ve uluslararası uzmanlar tarafından yanıtlanmış ve elde edilen sonuçlar yorumlanmıştır. Araştırmadan dört önemli sonuç çıkmıştır:

 

1.          Ulusal ve yerel düzeyde kamusal çevre yönetimlerinin başarım düzeyinin saptanması olanaklıdır.

 

2.          Verilen yanıtların çözümlenmesi Türkiye’de ulusal ve yerel düzeyde uygulanmakta olan çevresel yönetim dizgelerinin etkisiz, yetersiz ve aksayan yönlerinin saptanması ve giderilmesi ve gelecekteki başarım düzeyinin artırılması yönünde gerekli önlemlerin alınması yolunda önemli fırsat ve olanaklar sunmaktadır.

 

3.          Bu özellikleri itibarıyla, bu araştırma ile geliştirilen yöntembilimin veri ve bilgi eksikliği yaşanan benzer ülke, olay ve alanlarda kamusal çevre yönetimlerinin geliştirilmesi açısından yeni ve önemli kapılar açabilecek potansiyel güce sahip olduğu saptanmıştır. Daha önce de vurgulandığı üzere, ulusal ya da yerel düzeyde etkili ve başarılı kamusal çevre örgütleri kurmak karmaşık ve zor ödevdir. Öte yandan, dünyanın hemen her ülkesinde çevresel hizmetler sunmak üzere pek çok çevre örgütü kurulmuştur. Bunların bazılarında ciddi başarılar elde edilmiştir. Ancak,  bu araştırmanın gerçekleştirildiği ana kadar, bu başarılardan ve hatta başarısızlıklardan ders çıkararak diğer ülkelere örnek olabilecek, yol gösterebilecek ve önerilerde bulunabilecek rehber ya da kılavuz nitelikte her hangi bir belge ortaya çıkamamıştır.

 

4.          Açıkça görülmektedir ki, bu araştırmada yer alan ölçütlerden yola çıkarak kamusal çevre örgütlerinde yönetsel gelişmişlik ya da az gelişmişlik niteliklerini gösteren dizinler yaratılabilmesi olanaklıdır. Gerek bu araştırma nedeniyle geliştirilen başarım ölçütleri listesi ve gerekse bu verilere dayanarak ileride hazırlanabilecek yönetsel başarım dizini çevre yönetimi biliminin gelişmesine önemli katkılar sağlayacaktır.


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KAYNAKÇA

 

 


 


Ament, Robert H. (1972) Comparison of Delphi forecasting studies. Edited in Search for Alternatives: Public Policy and the Study of the Future: 164-175.

 

DeLurgio, Stephen A. (1998). Forecasting principles and applications. Irwin McGraw Hill.

 

Enzer, Selwyn. (1973). Delphi and cross impact techniques: an effective combination for systematic future analysis.  Edited in Search for Alternatives: Public Policy and the Study of the Future: 143-163.

 

Fiorino, Daniel J. (1995) Making Environmental Policy. University of California Press.

 

Helmer, Olaf. (1967 a). Systematic use of expert opinions. The Rand Corporation.

 

Helmer, Olaf, (1967 b). Analysis of the future: The Delphi Method. The Rand Corporation.

 

Jantsch, Erich. (1967). Technological forecasting in perspective. OECD.

 

Jantsch, Erich. (1972). Technological planning and social futures. Halsted Press.

 

Kamieniecki, Sheldon (1997) George A. Gonzalez and Robert O. Vos. Flashpoints in Environmental Policy Making. State University of New York Press.

 

Kaplan, Abraham. (1964). The conduct of inquiry. Chandler Publishing.

 

Lewis, George H. (ed). (1975). Fistfights in the kitchen: manners and methods in social research. Goodyear Publishing.

 

Linstone, Harold A. and Murray Turoff. (Eds) (2002). Olaf Helmer foreword. The Delphi Method: techniques and applications. Electronic book.

 

Martino, Joseph P. (1972). Technological forecasting for decision-making. American Elsevier.

 

OECD, (1992) Environmental Policies in Turkey.

 

OECD, (1999) Environmental Performance Review: Turkey.

 

Pill, Juri.  (1971). The Delphi Method: Substance, context, a critique and an annotated bibliography, Socioeceonomic Planning Sciences. 5: 57-71.

 

Ryding, Sven-Olof (1992). Environmental Management Handbook. Lewis Publishers.

 

Sackman, Harold. (1975). Delphi critique. Lexington Books.

 

Simon, Julian L. (1969). Basic research methods in social science: the art of empirical investigation. Random House.

 

UNDP, WHO, People’s Republic of Poland. (1979). Environmental Protection Final Report.

 

Webb, Eugene, Donald T. Campbell, Richard D. Schwarz and Lee Sechrest. (1966). Unobtrusive measures: nonreactive research in the social sciences. Rand McNally.

 

Yaşamış, Firuz D. OECD. (1989 a) Group on Urban Affairs. Project Group on Urban Infrastructure Policies. UP/UI Örnek Olay no 9: Urban Infrastructure Provision in Ankara, Turkey. Paris.

 

Yaşamış, Firuz D. OECD. (1989 b) Group on Urban Affairs. Project Group on Urban Infrastructure Policies. UP/UI Örnek Olay no 8: Urban Linear Infrastructures of Barcelona, Spain.  Paris.

 

Yaşamış, Firuz D. (1991 a) Bebek Ölümlerinin Çevresel Nedenleri.  Ankara.

 

Yaşamış, Firuz D. (1991 b) Characteristics of Diesel Emission: Environmental and Health Impacts. Türk İdare Dergisi. Ankara. 392: 187-212.

 

Yaşamış, Firuz D. (1992) Yerel Düzeyde Çevre Yönetimi ve Planlamasının İlke ve Yöntemleri. Amme İdaresi Dergisi. Ankara. 25(1): 135-156.

 

Yaşamış, Firuz D. (1993 a) Yerel ve Bölgesel Çevre Araştırmaları İçin  Yaklaşım. Çağdaş Yerel Yönetim Dergisi. Ankara. 2(5): 27-35.

 

Yaşamış, Firuz D. (1993 b) Belediyelerin Temel Gereksinimi: Örgütsel ve Yönetsel Yeniden Yapılanma. Türk İdare Dergisi. Ankara. 398: 159-179.

 

Yaşamış, Firuz D. (1994 a) Çevresel Ölçüt ve Standartlar. Çağdaş Yerel Yönetim Dergisi. Ankara. 3(4): 29-42.

 

Yaşamış, Firuz D. (1994 b) Çevre Yönetiminin Kurumsal Temelleri. Türk İdare Dergisi, Ankara. 403: 79-106.

 

Yaşamış, Firuz D. (1995 a) Çevre Yönetiminin Temel Araçları. İmge Yayınevi. Ankara. 

 

Yaşamış, Firuz D. (1995 b) Ulusal ve Yerel Çevre Örgütleri İçin Etkenlik Ölçütleri. Yeni Türkiye Dergisi. Ankara. 5: 228-255.

 

Yaşamış, Firuz D. (1996) Türkiye'de Çevresel Etki Değerlendirmesi Sisteminin İçinde Bulunduğu Sorunlar ve Çözüm Yolları. Türk İdare Dergisi. Ankara. 410: 37-57.

 

Yaşamış, Firuz D. (1997) Çevresel Etki Değerlendirmesi.  Ankara, Çevresel Etki Değerlendirmesi. (2003). Geliştirilmiş ve güncelleştirilmiş ikinci bası.  ÇEKÜL Vakfı Yayını. İstanbul.

 

Yaşamış, Firuz D. (1998 a) Çevre ve Endüstri İlişkilerinde Yeni Dönemeç Taşı: ISO 14000. Çevre ve İnsan. Ankara. 38: 36-417.

 

Yaşamış, Firuz D. (1998 b) Uluslararası Çevre Yönetimi Ölçünü: ISO 14000.  Türk İdare Dergisi. Ankara. 419: 7-34.

 

Yaşamış, Firuz D. (1999 a) Ankara Hava Kirliliğine İlişkin Bir Değerlendirme. Çevre ve İnsan Dergisi. Ankara. 12: 65-70.

 

Yaşamış, Firuz D. (1999 b) Türk Çevre Hukuku: Temel İlkelere Genel Bakış. Av. Dr. Faruk Erem Armağanı. Türkiye Barolar Birliği. Ankara. 879-906.

 

Yaşamış, Firuz D. (1999 c) Turkish Environmental Law: An Overview of Legal Principles. Av. Dr. Faruk Erem’in Anısına. Türkiye Barolar Birliği. Ankara. 879-906.

 

Yaşamış, Firuz D. (2000 a) Türkiye’nin Avrupa Birliği ile Çevresel Bütünleşmesi.  Yeni Türkiye Dergisi. Ankara. 36: 1032-1056.

 

Yaşamış, Firuz D. (2000 b) Türkiye’nin Avrupa Birliği ile Çevresel Bütünleşmesi. Türk İdare Dergisi. Ankara. 429: 43-82. 

 

Yaşamış, Firuz D. (2004) World Environment Organization: A Desperate Need for Global Environmental Management. Türk İdare Dergisi. Ankara. 445: 159-172.

 

Yaşamış, Firuz D. (2005) Assessment of Compliance Performance of Environmental Regulations of Industries in Tuzla (Istanbul, Turkey). Environmental Management. (Yayın kararı alındı.)

 

Yaşamış, Firuz D. Assessing the Performance of Environmental Organizations. Environmental Management. (Uluslararası hakem değerlendirmesine sunuldu.) Çevresel risk bağlamında yerel yönetimlerin kırsal ve kentsel olarak ikiye ayrılması ve kentsel yerel yönetimlerde risk kavramının ele alınması uygun olacaktır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 



[1] Performans

[2] Metodoloji

[3] Bu konuda bir başka örnek ülke de Çin’dir.

[4]

[5] Kavramın ingilizcesi “the Delphi technique”dir.

[6] Kirletici ve kaynak kullanıcılarının yarattığı dışsal etkilerin firma/ürün maliyetine içselleştirilmesini amaçlayan ve böylelikle kirletici ve kullanıcılar üzerinde etken akçalı ve ekonomik yaptırım sağlama stratejisi

 

[7] Yasal düzenlemelerin sadeleştirilmesi ve azaltılması.

[8] Türkiye’de bu stratejiye “komuta-kontrol” (command-and-control) stratejisi de denilmektedir. Olması gerekenden fazla bir disiplin gösterisini çağrıştıran bu militer nitelikli anlatım yerine “emret-denetle” deyimi bana daha sıcak gelmektedir.

[9] Deyimin ingilizcesi “voluntary compliance”dır.

[10] Bu stratejiye “piyasa türü yönetim araçları stratejisi” (market-type tools) de denilmektedir.

[11] 2004 yılında yapılan değişiklikle bu küme ölçünleri “ISO 14000 – 2004” olarak adlandırılmıştır.

[12] Fiorino, Daniel J., “Making Environmental Policy” s. 13.

[13] OECD bildirgeleri: “Environmental Policies in Turkey” ve “Environmental Performance Review: Turkey”.

[14] UNDP, WHO, Polonya, “Environmental Protection Final Report”, Mart 1979, Katowice.

[15] Madde şöyledir:

“DENETİM - MADDE 12 - (Değişik: 3416 – 3.3.1988) Atık, artık ve yakıtların arıtılması, uzaklaştırılması, zararsız hale getirilmesi ve ithali ile ilgili denetimler Çevre Genel Müdürlüğünce yapılır. Denetimlerin nasıl yapılacağı, denetleme elemanlarının nitelikleri, yönetmelikle belirlenir.

Kuruluş ve işletmeler faaliyetlerinin denetlenmesi için kullandıkları yakıtın ve çıkardıkları atık ve artıkların özellik ve miktarına ilişkin bilgileri sürekli ve düzenli olarak belirlemek, bu hususu belgelemekle ve bunları Çevre Genel Müdürlüğüne bildirmekle yükümlüdürler.”

 

[16] Bu konuda ayrıntılı bilgi için şu kaynaklara bakınız: Yaşamış, Firuz D., “Çevre Yönetiminin Temel Araçları” ve Yaşamış, Firuz D., “Uluslararası Çevre Yönetimi Ölçünü: ISO 14000”, Türk İdare Dergisi, Ankara, 1998, no: 419, s. 7-34.

[17] Bu konuda daha fazla bilgi için bakınız: Sven-Olof Ryding, “Environmental Management Handbook”, Lewis Publishers, 1992.

[18] Belediye Kanunu 2004 yılında tümüyle değiştirilmiş ancak şekil eksikliği nedeniyle Anayasa Mahkemesi yeni yasayı iptal etmiştir.

[19] Bakınız: Yaşamış, Firuz D., “Çevresel Etki Değerlendirmesi”.

[20] Çevre Kanunu’nun anılan maddesi Bazı Fonların Kaldırılması Hakkında Kanun’un 6/e maddesiyle yürürlükten kaldırılmıştır. Bu madde metni şöyledir: “e) 9.8.1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun "Dördüncü Bölüm" başlığı ile 17, 18 ve 19 uncu maddeleri yürürlükten kaldırılmış, 24 üncü maddesinin (a) bendinin üçüncü paragrafında geçen "Çevre Kirliliğini Önleme Fonuna" ibaresi, "Çevre Bakanlığı Merkez Saymanlığı hesabına" şeklinde değiştirilmiş, aynı paragrafın son cümlesi yürürlükten kaldırılmıştır.”

 

[21] Reformu

[22] Varsayıma dayanan olası öneri örnekleri.

Hiç yorum yok: