TÜRKİYE’DE
ÇEVRE YÖNETİMİ:
ULUSAL
VE YEREL ÇEVRE
ÖRGÜTLERİNİN
BAŞARIM
DÜZEYLERİNİN
SAPTANMASI
ÜZERİNE
BİR ARAŞTIRMA
Prof. Dr. Firuz D.
YAŞAMIŞ
İstanbul
Aydın Üniversitesi
EYLÜL 2010
Alev’e…
İÇİNDEKİLER
BÖLÜM 1: GİRİŞ
1.1 KAPSAM VE AMAÇ……………………………………13
1.2
TÜRKİYE’DE DURUM VE HUKUKSAL ÇERÇEVE...17
1.3 ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ…………………………..35
1.4
SORU KAĞIDI ………………………………………….38
1.5
ÖLÇÜTLER YA DA BAŞARIM GÖSTERGELERİ.......39
BÖLÜM 2:
ARAŞTIRMA SONUÇLARI
2.1 ÜST DÜZEY SİYASAL İSTENÇ……………………….47
2.1.1 Kuramsal Açıklama……………………………….47
2.1.2 Araştırma Sonuçları……………………………….47
2.1.3 Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme:
Siyasal…..72
İstenç
2.2 ÇEVRESEL AMAÇ VE HEDEFLER…………………...73
2.2.1 Kuramsal Açıklama……………...………………..73
2.2.2 Araştırma Sonuçları……………………………….75
2.2.3 Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı
İrdeleme:Çevresel Amaç ve Hedefler………………………………….78
2.3 ÇEVRE YÖNETİMİ STRATEJİLERİ………………….78
2.3.1 Kuramsal Açıklama……………………………….78
2.3.2 Araştırma Sonuçları……………………………….80
2.3.3 Çapraz Çizelgelerle
Ayrıntılı İrdeleme: Çevre Yönetimi Stratejileri………...……………..……….92
2.4 ÇEVRE POLİTİKALARI………………………..………93
2.4.1 Kuramsal Açıklama…...…………………………..93
2.4.2 Araştırma Sonuçları……………………………….96
2.4.3 Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme: Çevre
Politikaları…………………………………………104
2.5 ÇEVRESEL
YÖNETİM İŞLEVLERİ VE……….……..104
SÜREÇLERİ: ULUSAL VE YEREL
2.5.1 Kuramsal Açıklama…………………...…………104
2.5.2 Araştırma Sonuçları………………………….......106
2.5.3 Çapraz Çizelgelerle
Ayrıntılı İrdeleme: İşlev ve Süreçler……………………………………………139
2.6 ÇEVRE ÖLÇÜNLERİ………………………………….140
2.6.1 Kuramsal Açıklama………………...……………140
2.6.2 Araştırma Sonuçları……………………...………142
2.6.3 Çapraz Çizelgelerle
Ayrıntılı İrdeleme:Ölçünler...145
2.7 ÇEVRE PLANLAMASI………………………………..145
2.7.1 Kuramsal Açıklama…………………...…………145
2.7.2 Araştırma Sonuçları………………………...……149
2.7.3 Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme: Çevresel
Planlama…………………………………………..156
2.8 KURUMSAL YAPI VE YENİ KURUMSAL MODEL..156
2.8.1
Kuramsal Açıklama………..……………………..156
2.8.2 Araştırma Sonuçları……………………………...158
2.8.3 Çapraz Çizelgelerle
Ayrıntılı İrdeleme: Örgütsel Yapı…………...…………………………………..167
2.9 HUKUKSAL ALTYAPI: KAMUSAL
ÇEVRE ÖRGÜTLERİNE VERİLEN YETKİLER……………..168
2.9.1
Kuramsal Açıklama…………...…………………168
2.9.2
Araştırma Sonuçları……………………………...171
2.9.3 Çapraz Çizelgelerle
Ayrıntılı İrdeleme:Hukuksal Altyapı…………...…………………….………….174
2.10 ÇED DİZGESİNİN KURUMSALLAŞMASI………...174
2.10.1 Kuramsal Açıklama…...………………………..174
2.10.2 Araştırma Sonuçları…………………………….176
2.10.3 Çapraz Çizelgelerle
Ayrıntılı İrdeleme: ÇED….178
2.11 ÇEVRESEL ALTYAPILARIN YETERLİLİK
DÜZEYİ…………………………………………….....179
2.11.1 Kuramsal Açıklama……...……………………..179
2.11.2 Araştırma
Sonuçları…………………………….180
2.11.3 Çapraz Çizelgelerle
Ayrıntılı İrdeleme: Çevresel Altyapı…………...………………………………..183
2.12 EKONOMİK VE AKÇALI ÇEVRE
YÖNETİMİ ARAÇLARININ YETERLİLİK DÜZEYİ…………….183
2.12.1 Kuramsal Açıklama…………………...………..183
2.12.2
Araştırma Sonuçları…………………………….185
2.12.3 Çapraz Çizelgelerle
Ayrıntılı İrdeleme: Pazar
Türü Yönetim Araçları……………………………...….192
2.13 ÇEVRE İÇİN BİLİM, EĞİTİM VE İNSAN KAYNAKLARI
YÖNETİMİ……………….………………192
2.13.1 Kuramsal Açıklama……...……………………..192
2.13.2 Araştırma Sonuçları…………………………….194
2.13.3 Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme:
Eğitim
ve
İnsan Kaynakları Yönetimi…………………199
2.14 KAMUSAL ÇEVRE ÖRGÜTLERİNİN
YÖNETİM FELSEFESİ: BAŞARIM YÖNETİMİ…………………199
2.14.1 Kuramsal Açıklama……...……………………..199
2.14.2 Araştırma Sonuçları…………………………….200
2.14.3 Çapraz Çizelgelerle
Ayrıntılı İrdeleme: Başarım Yönetimi…………...……………………………...203
BÖLÜM 3: GENEL SONUÇLAR,
DÜZELTİM İÇİN EYLEM PLANI VE SON DEĞERLENDİRME
3.1 GENEL SONUÇLAR……………………………….....207
3.1.1 Araştırmanın Geçerliliği
ve Güvenilirliği……….207
3.1.2 Sonuçların Genel Bir
Özeti………………………207
3.2 KAMUSAL ÇEVRE YÖNETİMİ DÜZELTİMİ İÇİN EYLEM PLANI…………………………………………….213
3.3 SON
DEĞERLENDİRME……………………………..226
KAYNAKÇA
ÖNSÖZ
Bu araştırma yapılalı birkaç yıl oldu. Sonuçlarını
ABD’de yayınlanan Environmental Management dergisinde yayınlamıştım. Ancak,
uluslar arası hakemli dergilerde yayımlanan yazıların belirli bir kelime
sayısını geçmemesi gerekiyor. Bu nedenle yazıda ancak temel sonuçları
verebildim. Oysa bu araştırma yapılırken geliştirmiş olduğum teknik kendine
özgü bir önem taşıyordu. Her düzeyde uygulanabilirdi. Özel sektörde, kamu
sektöründe… Belde düzeyinde, il düzeyinde, bölge düzeyinde ve ülke düzeyinde…
Ve de her ülkede. Çünkü geliştirilen teknik kuş bakışı bir yaklaşımla sorunlara
tanı koymaya, sorunun nedenlerini anlamaya, gelişmiş örneklerle kıyaslamaya ve en
doğru çözüm önerilerini geliştirmeye dayanıyor. Bunların tümünü bir makale
boyutları içinde verebilmek olanaklı değildi. Bildiklerimi ve bulduklarımı daha
geniş bir şekilde çevre yöneticilerinin ve plancılarının hizmetine sunmak
istedim. Bu kitabın öyküsü bundan ibarettir.
FDY
İstanbul, 4 Ağustos 2010
BÖLÜM 1
GİRİŞ
1.1 KAPSAM VE AMAÇ
Ulusal, bölgesel ya da yerel düzeyde görev
yapmakta olan kamusal çevre örgütlerini irdelemek ve değerlendirmek olanaksız
değilse bile oldukça zordur. Zorluğun temel nedenleri ise değerlendirilmesi
gereken unsurların karmaşık ve kamusal kurumların başarım [1]
düzeylerinin ölçülmesine olanak veren bilgi, teknik ve yeteneklerin sınırlı
olmasıdır. Kuramsal açıdan bakıldığında, örgütsel başarım ölçütlerinin
saptanmasının ve yeterli bir başarım izleme ve ölçme dizgesinin kurulmasının
söz konusu sorunun çözümünü sağlayabileceği söylenebilir. Ancak, bu söylem
kolay başarılabilecek süreç değildir ve bu nedenle de pek çok ülkede çevre
yönetimi dizgelerinin etkililik ve etkenlik düzeyleri irdelenememektedir. Bu
yetersizlik -doğal olarak- çevresel yönetim dizgesinin çalışmayan ya da aksayan
bileşenlerine tanı konulmasında ve tanımlanan aksaklıkların giderilmelerini
sağlayacak yöntemlerin ve süreçlerin geliştirilmesinde önemli gecikmelere ve
başarısızlıklara yol açmaktadır.
Bu yapıtın ve yapıtın ana verilerini elde ettiği
araştırmanın temel amacı ulusal, bölgesel ve yerel ölçekteki kamusal çevre
örgütlerinin etkenlik düzeylerinin ölçülmesi yolunda duyulan gereksinimler ile
bu bağlamda ortaya çıkan engeller arasındaki kuramsal boşluk üzerinde köprü
oluşturmak ve böylelikle çevre yönetim dizgelerinin irdelenmesini
kolaylaştıracak yeni yöntemler geliştirmektir. Bu amaçla öncelikle çevre
yönetim dizgelerinin etkililik ve etkenlik düzeylerinin ölçülmesine olanak
verecek ‘ölçütler listesi’ oluşturulmuş ve daha sonraki aşamada da ülkenin
özeksel ve yerel çevre yönetimlerini kapsayan alan çalışması yapılarak
geliştirilen modelin geçerlilik ve güvenilirlik nitelikleri sınanmıştır.
Tüm
dünyada gelişmekte olan çevre yönetimi bilimi bir yandan giderek artan ve
çeşitlenen çevre kirliliklerinin yarattığı olumsuz sonuçları çözümlemeye
çalışırken öte yandan da toplumların çevresel ve yaşam niteliklerinin
iyileştirilmesi ve geliştirilmesi yolundaki yoğun istemlerine yeterli ve etkili
karşılıklar vermeye çalışmaktadır. (Busch 2004) Bazı ülkeler çevre alanında
güçlü kurumsal yapılar oluşturarak olası doğal ve çevresel yıkımların ortaya
koyabileceği olumsuz sonuçları etkili şekilde denetim altına alırken bazı
toplumlar çevre sorunlarının ortaya çıkmasını önlemede ve gelecek kuşaklara
güvenli ve yaşanabilir çevre koşulları bırakmak uğraşında başarısız
olmuşlardır.
Dünya’nın pek çok ülkesinde gerek kamu
sektöründe ve gerekse özel sektörde diğer toplumlar için ilham verici, yol
gösterici ve örnek olabilecek yeni felsefe, strateji, politika ve süreçler
geliştirilmekte ve uygulama alanına konulmaktadır. Bu bağlamda, yeni bir
küresel gereksinim ortaya çıkmaktadır: etkili
çevre yönetiminin sahip olması gereken temel gereklilikleri gösteren
kuramsal çerçeve oluşturmak. Bu çalışma bugüne değin yapılamamıştır. Sorumlu
yöneticileri izlemeleri gereken yollar konusunda yönlendirmek ya da en azından
kendilerine güçlü ve zayıf yanlarını görebilme şansını verebilmek zorunluluğu
etkili çevre yönetimini kurumsallaştırabilmek için temel koşulları gösteren
ölçütler listesi geliştirmenin önemini giderek artırmaktadır. Bu yolda atılacak
her hangi bir adım öncelikle kuzey ve güney ülkelerinin çevresel yönetim
dizgeleri konusunda esaslı ölçüde bilgi ve deneyim birikimi sahibi olmayı ve bu
iki yapı arasında karşılaştırmalar yapmayı zorunlu kılacaktır.
Bugün,
Dünya’da, kamusal çevre örgütlerinin genel niteliklerinin değişmekte olduğunu
gösteren gelişmeler gözlemlenmektedir. (Wang et al. 2000) Bu bağlamda
verilebilecek ilk örnek ABD’dir. Bu ülkede 1993 yılında yürürlüğe konulan ve
genel olarak kamu yönetiminde devrim yapmayı amaçlayan “Kamu Kurumlarında
Başarım ve Elde Edilen Sonuçlar Yasası” (Governmental Performance and
Results Act - GPRA) kamusal çevre kurumlarının çevre yönetimi açısından
elde ettikleri sonuçlar üzerinde de geniş kapsamlı etkiler yaratmıştır. Yasanın
ortaya koyduğu ilk gözle görülebilir sonuç federal Çevre Koruma Örgütü (Environmental
Protection Agency) ile yerel çevre örgütleri arasında imzalanan ve yerel
kamusal çevre örgütlerinin kurumsal etkililik düzeyinin artırılmasını güvence
altına almayı amaçlayan “başarım ortaklığı anlaşmaları” olmuştur.
İkinci
örnek OECD tarafından yapılan çalışmalardır. OECD “Çevresel Başarım
Değerlendirmeleri Programı” (Environmental Performance Reviews Program -
EPR) adı altında yeni bir model geliştirmiş ve Türkiye’de dahil olmak üzere
üye ülkelerin çevresel başarımlarını irdelemeye başlamıştır. Bu çalışmanın UNEP
ve Asya Kalkınma Bankası tarafından da desteklendiği görülmektedir. OECD’nin
bir başka uygulaması da “Kamusal Çevre Harcamalarının Yönetimi” (Public
Environmental Expenditure Management - PEEM) girişimidir. Bu girişim, çevre amaçlı kamu harcamalarında
başarım düzeyinin artırılmasını ve doğru kurumsal çözümlerin uygulama alanına
konulmasını amaçlamaktadır.
Üçüncü
örnek Avrupa Birliği’dir (AB). AB de üye ülkelerin çevresel başarımlarının
artırılması için bir dizi yönetsel önlemi yürülüğe koymuştur. AB’nin yeni
politikaları arasında stratejik planlama, çevresel konularda bilgiedinme hakkı
ve yersellik (subsidiarity) ilkesi yer almaktadır.
Dördüncü
örnek Dünya Bankasıdır. (DB). DB da
“Ulusal Çevre Stratejileri ve Eylem Planları” (UÇEP) uygulamasına özel bir önem
vermekte ve bu tür planların varlığını verilecek olası krediler için ön koşul
olarak kabul etmektedir.
Verilebilecek
beşinci örnek “Uluslararası Çevre Denetçileri ve Yöneticileri Ağı”dır. (International Network of Environmental
Compliance and Enforcement - INECE)
Bu kurum tarafından düzenlenen bir çalıştaya sunulan bildirilerde ve
çalıştay sonucunda varılan sonuçlarda yasal çevre buyruklarını uygulamak ve
bireysel çevre yükümlülüklerini denetlemek amacıyla yapılan çalışmaların (enforcement,
compliance management) başarım düzeyini ölçecek ortak bir dizgeye
gereksinim duyulduğu bildirilmiştir. (INECE 2003)
Açıklıkla
görülmektedir ki, Dünya’nın dört bir köşesindeki hükümetler ve uluslararası
örgütler kamusal çevre örgütlerinin kurumsal etkililiğini artırmak için çaba
harcamaktadır. Örneğin, Çin Dünya Bankası ile birlikte çevresel başarımı ölçmek
için yeni bir yöntembilim [2]
geliştirmiştir. ‘Bağımsızlığını Yeni Kazanmış Ülkeler’den Arjantin’e ve
Kanada’ya kadar uzanan birçok ülkede benzer girişimler gözlenmektedir. (INECE
2003) Bu girişimlerin ortak amacı kamusal çevre kurumlarının kurumsal
etkililiğini artırmak için duyulan yerel gereksinimlere etkili yanıtlar
üretebilmektir. OECD tarafından yapılan bir çalışmada, bu yolda yapılan
çalışmaların çok değişik tercihlerle sonuçlandığı ve kamusal çevre kurumlarının
hizmet üretme güçlerinin artırılması için ortaya konan kurumsal tercihlerin tüm
yetki ve sorumluluklara sahip katı ve hiyerarşik çevre örgütleri kurmaktan,
çeşitli bakanlıklarda ayrı çevre birimleri oluşturmaya ve bakanlıklararası
çalışma grupları kurmaya, kabine düzeyinde alt komiteler oluşturmaya, inceleme
komisyonları ve özel çevre timleri kurmaya ve hatta çevresel yetki ve
sorumlulukları tümüyle özeksel yönetimden yerinden yönetim kuruluşlarına
aktarmaya kadar değişen şekiller alabildiğini ortaya koymaktadır. (OECD 2001).
Bu nedenle, küresel bağlamda yeni bir
gereksinim ortaya çıkmıştır: kamusal çevre kurumlarının sahip olmaları gereken
temel gereklilikleri gösteren kuramsal bir çerçeve geliştirmek. Ancak, ne
varki, gerek ulusal ve gerekse yerel düzeyde çalışan kamusal çevre örgütlerinin
kurumsal etkililik düzeylerini değerlendirmek ve irdelemek amacıyla yapılacak
çalışmaların başarı şansı incelenmesi gereken konuların karmaşıklığı ve başarım
düzeylerini ölçme yetkinliğinin sınırlı olması nedenleriyle oldukça zordur. Bu nedenle,
kamusal çevre örgütlerinin başarım düzeyleri bugüne kadar etkili bir şekilde
ölçülememiştir. Bu yetersizlik, doğal olarak, kamusal çevre yönetim
dizgelerinin ve süreçlerinin aksayan yanlarının anlaşılmasını zorlaştırmaktadır.
Bu durumda, çevresel çalışmaların aksayan yönleri için etkili ve isabetli
önlemler alınmasında açmazların oluşması kaçınılmaz olmaktadır. Bu yolda
yapılan bilimsel çalışmaların oldukça yetersiz olduğu da bilinmektedir. (Clerici et al. 2004)
Küresel bağlamda ortaya çıkan bu sorun
Türkiye için de geçerlidir. Türkiye çevre yönetiminin gelişmesi sürecinde
embriyonik bir aşamada bulunmaktadır. Varlığı ile yokluğu aynıdır. Var olduğu
kabul edilse bile önemli yetersizlikler içinde bulunduğu anlaşılmaktadır.
Yapılan çalışmalar bunu göstermektedir. (Yaşamış 2005) Kirlilik yükünde yaşanan
artışlar bunu doğrulamaktadır. Bu çalışmanın kapsamını da bu yargı
belirlemektedir: Türkiye’de ulusal ve yerel düzeyde çevre yönetiminin başarım
düzeyi nedir? Aksayan ve yetersiz olan yanlar nelerdir? Başarılı olunan alanlar
var mıdır? Ne gibi önlemler alınmalıdır?
1.2 TÜRKİYE’DE DURUM VE
HUKUKSAL ÇERÇEVE
Gerek ulusal ve gerekse yerel
ölçekte çalışan kamu kurumlarının başarım düzeylerinin etkili ve yeterli
düzeyde olmasının ön koşulu söz konusu kurumun politikalarını saptayan,
çalışmalarını yönlendiren ve karar almaya yetkili siyasal orunlarında çevresel
niteliklerin korunması ve geliştirilmesi yolunda istencin (irade) varlığıdır.
Siyasal istenç bir yandan yurttaşların çevre hakkının güvence altına alınmasını
ve öte yandan da sürdürülebilir kalkınma ilkesinin göz önünde tutulmasını ve
gerçekleştirilmesini amaçlamalıdır. Bu nedenle de etkili çevre yönetimini
belirleyen unsurların başında siyasal istenç gelmektedir.
Siyasal istencin güvence altına
alınması bağlamında gerek duyulan unsurların birincisi olan çevre hakkının
gerçekleşmesi için şu üç temel bileşenin etkili kurumsal çözümlere
kavuşturulmuş olmasının ön koşul olduğu bilinmelidir:
-
Çevresel konularda bilgi edinme hakkı,
-
Çevresel konularda kamusal karar almaya katılma
hakkı ve
-
Doğrudan etkilenmiş ya da zarar görmüş olma koşulu
aranmaksızın, çevre sorunu konusunda bilgi sahibi olan herkesin yargı
yerlerinde dava açabilme hakkı (yargıya ulaşabilirlik).
Siyasal istenci belirleyen
ikinci alt ölçüt olan sürdürülebilir kalkınma kavramı ise değişik
şekillerde tanımlanabilmektedir. Üzerinde görüş birliğine varılmış ortak tanım olmamakla birlikte, sürdürülebilir
kalkınmanın geniş çapta kabul gören tanımı “kıt kaynakların gelecek kuşaklar
tarafından da kullanılabilir olmasının güvence altına alınması”dır. Benim
sürdürülebilir kalkınma ‘doğal kaynakların kendi kendilerini üretme hızından
daha fazla hızla tüketilmemeleri’ şekindedir. Kuşukusuz, bu tanım,
sürdürülebilir kalkınma konusundaki tüm toplumsal ve ekonomik kaygıları
yeterince karşılamamaktadır. Sürdürülebilir kalkınma kavramı ekonomik kalkınma
gereksinimleriyle ekolojik dizgelerin korunması gereksinimleri arasında çıkar
ve amaç çelişkilerinin uzlaştırılmasını ve dengelenmesini zorunlu kılmaktadır.
Ancak, yukarıda benimsediğimi belirttiğim sürdürülebilir kalkınma tanımı,
‘kalkınma hakkı’ ile ‘çevre hakkı’ kavramlarının birbirlerini reddeden ya da
dışlayan iki ayrı kavram olmadığını aksine olarak bu kavramların birbirlerini
reddetmeyen ve karşılıklı olarak destekleyen kavramlar olduğunu açıklıkla
ortaya koymaktadır.
Yukarıda
sayılan iki unsurun gerçekleşmiş olduğunun varsayılabilmesi için bu kavramların
ülkenin anayasasında ve temel
hukuk belgelerinde düzenlenmiş olması
gerekir. Şayet varsa, ulusal ve yerel kalkınma planlarında da bu ilkelere yer
verilmelidir. Bunlara ek olarak, çevre master planları bu kavramların
uygulamada gerçekleştirilmeleri için izlenmesi gereken yolları ve yapılması
gerekenleri açıklıkla göstermelidir. Bunların da ötesinde olmak üzere, yıllık
ya da en fazla iki yıllık dönemleri kapsayan ve yürütme organı tarafından hem
yasama organına ve hem de kamuoyunun bilgisine sunulan “Çevre Durum Bildirgesi” hazırlanmalıdır. Bu bildirgeyle çevre ile ilgili
mevcut koşullar önleme, giderme ve temizleme çalışmaları için gerekli akçalı
kaynakların ayrılmasının sağlanması amacıyla yasama organına bildirilmeli ve
olası gelişmeler konusunda bilgili olmasının güvence altına alınması amacıyla
kamuoyuna açıklanmalıdır.
Yukarıda
yapılan kuramsal açıklamalar çerçevesinde Türkiye’de çevresel siyasal istencin
varlığı ile ilgili kısa bir değerlendirme aşağıda yer almaktadır. Öncelikle
belirtmek gerekirki, Türkiye’de 1982 yılında yürürlüğe giren Anayasa’nın 56 ncı
maddesi “sağlıklı ve dengeli çevre hakkı”nı temel insan hakkı olarak
anayasal güvence altına almaktadır. Bu madde aşağıda verilmiştir:
“VIII. SAĞLIK,
ÇEVRE VE KONUT
A. SAĞLIK
HİZMETLERİ VE ÇEVRENİN KORUNMASI
MADDE 56 -
Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.
Çevreyi
geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve
vatandaşların ödevidir”.
Bu
maddeye göre, çevresel niteliklerin geliştirilmesi, çevre sağlığının korunması
ve çevresel kirlenmelerin önlenmesi devletin yurttaşlara karşı ödevidir. Ancak,
bu maddenin içinde yer aldığı bölüm “sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler”
başlığını taşımakta ve aynı bölümde yer alan 65 inci madde ise şu düzenlemeyi
getirmektedir:
“XIII. Devletin iktisadi ve sosyal ödevlerinin sınırları
Madde
65.- Devlet, sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile belirlenen görevlerini,
bu görevlerin amaçlarına uygun öncelikleri gözeterek mali kaynaklarının
yeterliliği ölçüsünde yerine getirir.”
Yukarıda
yer alan 65 inci madde devletin sosyal ve ekonomik alandaki ödevlerini yerine
getirmesinin bazı sınırları olabileceğini kabul etmektedir. Maddenin son
şeklinde iki sınırlılık ölçütü yer almaktadır: toplumsal ve ekonomik öncelikler
ve akçalı kaynakların yeterliliği. Her iki madde birlikte ele alındığında
ortaya şu sonuç çıkmaktadır: Türkiye’de çevrenin korunması yolunda anayasal
siyasal istenç ortaya konulmuştur. Ancak, bu istenç tam ve mutlak değil
göreceli istençtir. Devlet bu ödevini akçalı kaynakları elverdiği takdirde
yerine getirecek ve bu kaynakları kullanırken öteki toplumsal ve ekonomik
önceliklerini de göz önünde tutacaktır. Ancak, önceliklerin nasıl saptanacağı
belli değildir. Ülkenin kaynaklarının kıt olduğu ve ekonomik gelişme ve istihdam
yaratma önceliğinin başat öncelik olduğu bilindiğine göre, çevre koruma
önceliği diğerlerine oranla ancak göreli öneme sahip olabilecektir. Bu
bağlamda, yurttaşlar tüm kirlenmelerden arındırılmış çevrede yaşama hakkına
sahip olduklarını Devlet’e karşı bir hak olarak öne süremeyeceklerdir.
Anayasa’nın 56 ncı maddesinde dikkati çeken ikinci önemli eksiklik
sürdürülebilir kalkınma ilkesine yer verilmemiş olmasıdır. Her ne kadar
Anayasa’nın hazırlandığı yıllar olan 80’li yılların başlarında sürdürülebilir kalkınma
kavramı henüz gelişme aşamasında olsa bile başka nedenlerle çok kez değişime
konu olmuş olan Anayasa’mıza bu değişiklikler sırasında sürdürülebilir kalkınma
kavramının girememiş olmasına özellikle dikkat etmek gerekmektedir.
Türkiye’de
Anayasa’dan sonra gelen çevre ile ilgili temel düzenleme Çevre Kanunu’dur. 1983
yılında yürürlüğe giren 2872 sayılı bu Yasa da Anayasa’ya benzer ilke ve
düzenlemeler içermektedir. Yasa’nın konumuzla ilgili maddesi şu hükmü
içermektedir:
“AMAÇ
MADDE 1 - Bu
Kanunun amacı, bütün vatandaşların ortak varlığı olan çevrenin korunması,
iyileştirilmesi; kırsal ve kentsel alanda arazinin ve doğal kaynakların en
uygun şekilde kullanılması ve korunması; su, toprak ve hava kirlenmesinin
önlenmesi; ülkenin bitki ve hayvan varlığı ile doğal ve tarihsel zenginliklerinin
korunarak, bugünkü ve gelecek kuşakların sağlık, uygarlık ve yaşam düzeyinin
geliştirilmesi ve güvence altına alınması için yapılacak düzenlemeleri ve
alınacak önlemleri, ekonomik ve sosyal kalkınma hedefleriyle uyumlu olarak
belirli hukuki ve teknik esaslara göre düzenlemektir.”
Yasa’nın “ilkeler” başlığını taşıyan bölümünde çevresel değerlerin
korunmasının herkesin ‘ödevi’ olduğu belirtilmektedir. Bu bölümde, “Çevrenin korunması ve çevre kirliliğinin önlenmesi gerçek
ve tüzel kişilerle vatandaşların görevi olup, bunlar bu konuda alınacak
tedbirlere ve belirlenen esaslara uymakla yükümlüdürler” hükmü yer almaktadır. Bir başka ilke de kalkınma çabalarının çevre ile ilişkisine değinmekte ve
“Çevre korunmasına ve kirliliğine ilişkin karar ve önlemlerin
alınması ve uygulanmasında; insan ve diğer canlı varlıkların sağlığının
korunması, alınacak önlemlerin kalkınma çabalarına olumlu ve olumsuz
etkileri ile fayda ve maliyetleri dikkate alınarak kısa ve uzun vadeli
değerlendirmelerin yapılması esastır” hükmünü ortaya koymaktadır. Bu
anlatımlar açıklıkla göstermektedir ki, Çevre Kanunu da, Anayasa gibi, ekonomik
kalkınma endişesini ön planda tutmakta ve çevre ile ilgili olarak alınacak
önlemlerin kalkınma çabalarına olumsuz etkisinin olmamasını istemektedir. Söz
konusu iki hukuk belgesinin ortak paydası şudur: ekonomik kalkınma
gereksinimi önceliğe sahiptir ve çevre ile ilgili endişeler ancak ekonomik ve
akçalı koşulların Devlet açısından elverişli olması durumunda ilgiye değer
bulunacaklardır. Kuşkusuz bu ortak payda sürdürülebilir kalkınma ilkesi ile
ideal uyum içinde değildir. Bu durum dikkate alındığında Türkiye’de
sürdürülebilir kalkınma ilkesinin siyasal istenç olarak temel yasal
düzenlemelere yansımış olduğunu belirtmekte ciddi sıkıntılar ortaya çıkacaktır.
Belirtilen bu sonuç Türkiye’de çevre koruma ve geliştirme konusundaki siyasal
istenç düzeyinin sınırlı olduğu anlamına gelmektedir.
Buna karşılık,
Çevre Kanunu yargıya ulaşılabilirlik konusunda olağanüstü öneme sahip olanaklar
getirmektedir. Kanun’un 30 uncu maddesi şu düzenlemeyi getirmektedir:
“İDARİ
MAKAMLARA BAŞVURMA
MADDE 30 -
Çevreyi kirleten veya bozan bir faaliyetten zarar gören veya haberdar olan
gerçek ve tüzel kişiler, idari makamlara başvurarak bu faaliyetin
durdurulmasını isteyebilirler.”
Bu düzenlemeye
göre, ister doğrudan zarar görsün ve isterse doğudan zarar görmediği halde
çevreyi kirleten ve bozan etkinlikler konusunda bilgisi olsun herkes sorumlu
yöneticilere başvurarak söz konusu etkinliğin durdurulmasını istemek hakkına
sahip olacaktır. Yasa’nın yukarıda anılan maddesi düzenlemiş olduğu yeni hak
kavramı ile yargıya ulaşılabilirlik konusunda ciddi açılım getirmektedir.
Bu ilke, aynı zamanda, idare hukukunun yerleşiklik niteliği kazanmış olan ve
dava açma yeteneğinin saptanmasında temel ölçüt olan nedensellik bağı
ilkesine de ayrıklık getirmekte ve herkese dava açmak hakkını vermektedir. Zira
Türkiye’de yönetim yerleri ile ilgili ilişkileri düzenleyen temel yasal
düzenleme olan ‘İdari Yargılama Usulü Hakkında Kanun’ kamu yönetimlerinin
bireysel başvuruları 60 gün içinde yanıtlaması zorunluluğunu getirmekte ve bu
süre içinde yanıt verilmediği takdirde yönetimin başvuruyu reddetmiş sayılacağı
hükmünü içermektedir. Bu hukuksal olanak ise istemin reddedilmesi durumunda
ilgililere yönetsel yargıya başvurma hakkını vermektedir. Bu hukuksal düzenleme
Türkiye açısından gurur duyulacak niteliktedir ve uluslararası alanda ‘öncü
gelişme’ olmak özelliğini taşımaktadır. Gerçekten de yönetsel yargının her
aşamasında bu yolla verilmiş pek çok karar ortaya çıkmıştır. Ancak, henüz
başarı şansı bulamamış olmakla birlikte, bu hakkı daraltmayı öngören bazı girişimlerin
(doğrudan zarar görme ölçütünü ön plana çıkarma gibi) geçmişte yaşanmış
olduğuna dikkat çekilmelidir.
Türkiye, çevre hakkının düzenlenmesi açısından temel uluslararası belge
olan Aarhus Konvansiyonu’nun görüşmelerine katılmış ve Konvansiyon’u bazı
çekincelerle “parafe” etmiştir. Bununla birlikte, ilgili kaynaklardan alınan
bilgiler Türkiye’nin özellikle uluslararası sular ve yabancılara da dava açma
hakkının verilmiş olması açısından bu Konvansiyon’a sıcak bakmadığını ve ancak
AB ile tam üyelik ve katılma görüşmelerinin yürütülmesi aşamasında konuyu
sonuçlandırmak istediğini göstermektedir.
Bu konuda son
aylarda iki yeni yasal gelişme meydana gelmiştir. Bunlardan birincisi yeni Türk
Ceza Kanunu’nun kesinleşmiş olmasıdır. Yasa çevre açısından ilginç özellikler
taşımaktadır. İkinci gelişme de Kabahatler Kanunu’nun TBMM’de kabul edilmiş
olmasıdır. Bu Yasa da çevre açısından ilginç ve dikkat çekici hükümler
içermektedir. Her iki yasa Türkiye’de çevre hakkının varlığı açısından aşağıda
irdeleme konusu yapılmıştır.
“Hak” kavramı
kişilerin diğer gerçek ve tüzel kişilere karşı ileri sürebilecekleri ya da
diğerlerinden belirli bir davranış ya da edim bekleyebilecekleri olguların
bütünü anlamına gelir. “Hukuk” ise varlığı kabul edilen hakkın kullanılma
biçimini düzenleyen kuralların tümü demektir. Günümüzde, Anayasa Hukuku
terminolojisi açısından üçüncü kuşak temel hak ve özgürlükler adlandırılan
haklar biri de çevre hakkıdır. 1982 Anayasası da 56 ıncı maddesinde -65 inci
maddesindeki sınırlar çerçevesinde- sağlıklı ve dengeli çevrede yaşama hakkını
düzenleyerek bu hakkı müspet mevzuat içine almıştır. Çevre hakkının kullanılış biçimini düzenlemek
üzere çok sayıda yasa, tüzük ve yönetmelik de çevre mevzuatı içine girmiş bulunmaktadır. Mevzuata
son aylarda çok yeni ve oldukça ilginç iki yasa daha girmiştir: Türk
Ceza Kanunu ve Kabahatler Kanunu. Her iki yasal düzenleme de çevre ceza hukuku
açısından dikkat çekici düzenlemeleri içermektedir. Bu yazının amacı son
gelişmelerin hem kendi iç dinamikleri açısından hem de Türk Çevre Hukuku ve
Türk Çevre Ceza Hukuku açısından genel nitelikli irdelemesini yapmaktır.
İç ve dış kamu
oyununun dikkatini üzerinde toplayan ve hazırlıkları uzun bir süreden bu yana
sürdürülen yeni Türk Ceza Kanunu (YTCK) 2004 yılının son aylarında TBMM
tarafından kabul edilerek yürürlüğe girmiştir. Bu bağlamda yapılan
değerlendirmeler iki temel sonuca işaret etmektedir: YTCK kendi iç dinamikleri bakımından olduğu kadar yürürlükteki çevre
hukuku ve çevre ceza hukuku açısından da çelişkili ve sakıncalı düzenlemeleri
içermektedir. Bu çelişkiler ülkemizde çevresel kalitenin korunması ve
geliştirilmesine katkı sağlayacak
nitelikte olmayıp aksine zarar verici özellikler taşımaktadır.
Hemen
belirtmek gerekir ki, belirtilen bu temel endişe, kamu oyunda ortaya çıkan ve
YTCK ile getirilen hapis cezalarına ilişkin Yasa hükümlerinin Yasa’nın öteki
hükümlerinin yürürlüğe gireceği tarihten 1.5 yıl sonra yürürlüğe girmesinin yol
açacağı çevresel kirlenme olasılığı ile Anayasa’da öngörülen kanun önünde
eşitlik ilkesinin çiğnenmesi endişesi üzerinde odaklanan tartışma konularının
çok ötesindedir.
Açıklıkla
belirtilmelidir ki, YTCK’nın yürürlüğe girmesiyle pek çok belediye başkanının
hapse gireceği yolundaki Çevre ve Orman Bakanlığı yöneticilerinin
açıklamalarının hiç bir geçerli ve doğru yanı yoktur. Buna karşılık, YTCK’nın
yürülüğe girmesiyle kuramsal olarak -gerçek olmasa bile- tüm atık bırakanların
hapse girmesi gerekmektedir. Yine bu tartışmalar özünde yer alan 1.5 yıllık
gecikmenin ciddi boyutta çevresel yıkıma yol açacağı iddialarının da gerçekle
bir ilgisi bulunmamaktadır. Yasa koyucu bu amacında içten olsa bile böyle bir
düzenlemenin uygulama alanına konulmasından önce yükümlülere önlem almaları
için süre tanınması yerinde bir davranıştır. Ancak, açıklıkla bilinmelidir ki,
ülkemizde çevresel altyapılar konusundaki eksiklikler özel sektörde olduğu
kadar kamu sektöründe de vardır. Bu eksikliklerin 1.5 yıl içinde giderilmeleri
olanaklı değildir.
YTCK, söylemi
itibarıyla, çevresel kalitenin korunması açısından dikkat çekici şekilde olumlu bir biçemi içermektedir. Dünya
üzerinde ilk kez olmak üzere, Türkiye’de kabul edilen bir Ceza Kanunu’nda, Ceza
Yasası’nın temel amaçlarından birinin çevreyi
korumak olduğu belirtilmektedir. Yasa’nın amaç maddesi aşağıda verilmiştir.
Ceza Kanununun
amacı
MADDE 1. - (1) Ceza
Kanununun amacı; kişi hak ve özgürlüklerini, kamu düzen ve güvenliğini, hukuk
devletini, kamu sağlığını ve çevreyi,
toplum barışını korumak, suç işlenmesini önlemektir. Kanunda, bu amacın
gerçekleştirilmesi için ceza sorumluluğunun temel esasları ile suçlar, ceza ve
güvenlik tedbirlerinin türleri düzenlenmiştir.”
Bu çok önemli, yerinde ve ileri
nitelikli bir iddiadır. Bunun da
ötesinde, YTCK çevre suçlarına hapis cezası verileceğini öngörmekle Dünya
üzerinde bir “ilk”e imza atmaktadır. [3]
Ancak, çevre açısından gelişmiş ülkelerde çevresel suçların önüne geçmek için
özgürlükleri kısıtlayıcı (hapis) yaptırımlar sıklıkla kullanılan bir yöntem
değildir. Özgürlüğü bağlayıcı cezalar toplumun ve bireylerin sağlığını ve
güvenliğini tehdit eden ve tehlikeye sokan çevresel olaylar için
öngörülebilmektedir. Özgürlüğü kısıtlayıcı nitelikli yaptırımlar çevresel
kalitenin korunması için en son başvurulması gereken yöntemlerdir. Bu aşamaya
gelmeden önce, ulusal ve yerel ölçekte etkili ve doğru işleyen bir çevre
yönetimi sisteminin kurulması ve bu sistemin yeşil vergiler, kirlilik sigortası
ve çevresel sübvansiyonlar gibi öteki ekonomik nitelikli çevre yönetim araçları
ile desteklenmesi gerekir. YTCK’da yer alan şekli ile son düzenleme biçimi
toplumun çok büyük bir kesimini potansiyel suçlu konumuna getirmiştir. Devletin
görevi ve yasaların amacı cezaevlerini çevre suçluları ile doldurmak
olmamalıdır. Çevresel bozulmanın önüne hapis cezası ile geçmeye çalışmak ülkedeki çevre yönetiminin çok olumsuz
koşullar altında olduğunu göstermektedir.
Öte yandan, YTCK’da yer alan ve
çevre ile ilgili suçları düzenleyen 181, 182 ve 183 üncü maddeler düzenleniş
biçimi itibarıyla çok önemli yanlışlıklar ve yetersizlikler içermektedir. Bu
maddeler çevre suçlarını tümüyle takipsiz ve cezasız bırakacak şekilde
düzenlenmişlerdir.
YTCK’nın 181 inci maddesi
aşağıya çıkarılmıştır.
“Çevrenin kasten kirletilmesi
MADDE 181. - (1) İlgili kanunlarla belirlenen teknik usullere aykırı olarak ve çevreye
zarar verecek şekilde, atık veya artıkları toprağa, suya veya havaya kasten
veren kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Atık veya artıkları izinsiz
olarak ülkeye sokan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır.
(3)
Atık veya artıkların toprakta, suda veya havada kalıcı özellik göstermesi
hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza iki katı kadar artırılır.
(4) Bir
ve ikinci fıkralarda tanımlanan fiillerin, insan veya hayvanlar açısından
tedavisi zor hastalıkların ortaya çıkmasına, üreme yeteneğinin körelmesine,
hayvanların veya bitkilerin doğal özelliklerini değiştirmeye neden olabilecek
niteliklere sahip olan atık veya artıklarla ilgili olarak işlenmesi hâlinde,
beş yıldan az olmamak üzere hapis cezasına ve bin güne kadar adlî para cezasına
hükmolunur.
(5) Bu
maddenin iki, üç ve dördüncü fıkrasındaki fiillerden dolayı tüzel kişiler
hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur.”
Yasa’nın
181 inci maddesinde kasda dayalı çevre suçunun maddi unsuru açıklanırken “İlgili kanunlarla belirlenen teknik
usullere aykırı olarak ...” işlenen çevre suçlarından söz edilmektedir.
Türkiye’de yürürlükte bulunan yasalar içerinde belirlenmiş bir teknik usul yoktur. Teknik usüllerin
yasalarla belirlenmesi olanaksızdır.
Teknik usüller son derecede ayrıntılıdır ve sık sık değişirler. Bu nedenle de
yönetmelik ve standard gibi yönetsel metinlerle düzenlenirler. YTCK kanunu ile belirlenen şekli ile, kanunun
amaç bölümünde belirtilen çevre koruma ile ilgili görüşlere aykırı olarak
çevresel suçların hemen hemen bütünü takipsiz ve cezasız bırakılmıştır.
YTCK’nın
182 inci maddesinde yer alan taksirli çevre suçları da ülkemizde halen
yürürlükte olan çevre hukuku açısından geriye doğru gidişi ifade etmektedir.
Yasa’nın
182 inci maddesi aşağıya çıkarılmıştır:
“Çevrenin taksirle kirletilmesi
MADDE 182. - (1) Çevreye zarar verecek şekilde, atık veya artıkların toprağa, suya veya
havaya verilmesine taksirle neden olan kişi, adlî para cezası ile
cezalandırılır. Bu atık veya artıkların, toprakta, suda veya havada kalıcı etki
bırakması hâlinde, iki aydan bir yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(2)
İnsan veya hayvanlar açısından tedavisi zor hastalıkların ortaya çıkmasına,
üreme yeteneğinin körelmesine, hayvanların veya bitkilerin doğal özelliklerini
değiştirmeye neden olabilecek niteliklere sahip olan atık veya artıkların
toprağa, suya veya havaya taksirle verilmesine neden olan kişi, bir yıldan beş
yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
Oysa yürürlükte bulunan 2872
sayılı Çevre Kanunu’nun 28 inci maddesi
kusursuz sorumluluğu düzenlemekte ve kusuru olmaksızın çevre suçu işleyenlerin
eylemlerinden sorumlu olacaklarını belirtmektedir. Bu madde aşağıda verilmiştir:
“Kirletenin sorumluluğu
MADDE 28 - (Değişik: 3416 – 3.3.1988) Çevreyi kirletenler
ve çevreye zarar verenler sebep oldukları kirlenme ve bozulmadan doğan
zararlardan dolayı kusur şartı aranmaksızın sorumludurlar. Kirletenin, meydana
gelen zararlardan ötürü genel hükümlere göre de tazminat sorumluluğu saklıdır.”
Doğru olan da budur. Ancak,
YTCK çevre suçlarında kusuru ön plana çıkararak kusursuz çevre sorumluluğu
ilkesine aykırı bir düzenleme getirmiştir. Bu düzenleme bir geri gidişi ifade etmektedir.
YTCK’nın gürültü ile ilgili 183
üncü maddesi de gürültü ile ilgili
suçları cezalandırılması olanaksız bir konuma getirmiştir. Bu madde de
aşağıya çıkarılmıştır:
“Gürültüye
neden olma
MADDE 183. - (1) İlgili kanunlarla belirlenen yükümlülüklere aykırı olarak, başka bir
kimsenin sağlığının zarar görmesine elverişli bir şekilde gürültüye neden olan
kişi, iki aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.”
Yasa, bu maddesinde, “başka bir kimsenin sağlığının zarar
görmesine elverişli bir şekilde” gürültü yapmak ölçütünü getirmiştir. Bu
nedenle kişilerin sağlığına zarar vermeyecek ancak barış, huzur ve sükûnetini
bozanların yaptırımsız kalmaları sonucuna yol açacaktır. Bu düzenleme biçimi,
gürültüden zarar gören bireylerin sağlıklarının zarar gördüğünü tıp yoluyla
mahkeme önünde ispatlamalarını zorunlu kılmaktadır. Yürürlükteki mevzuat ise
gürültüyü kişilerin huzur ve sükûnunu bozmak eylemi olarak ele almakta ve yaptırıma bağlamaktadır. Bu nedenle, gürültü ile ilgili düzenlemede yetersizdir
ve geriye gidiştir.
Belirtilmesi gereken temel nokta çevre suçları kavramının
YTCK’da yanlış ve yetersiz tanımlanmış olduğudur. Çevre suçları YTCK’da
öngörülenler çok daha değişik içerikler kazanabilmekte ve hem de bunlara
uygulanacak yaptırım türleri farklı olabilmektedir. YTCK çevre suçlarını
düzenlerken yalnızca teknik usüllere aykırı olmayı esas kabul etmekle öteki
türlerde işlenebilecek suçları ihmal etmiş ve hem de uygulanacak yaptırımı
hapis ve adli para cezası ile sınırlayarak diğer olası yaptırım türlerini
dikkate almamıştır.
Bunlardan daha da önemli
olarak, YTCK’nun yürürlüğe girmesiyle ülkemizde çevre hukuku alanında ciddi bir
karmaşa ortaya çıkacaktır.
Türkiye’de YTCK’dan önce yürürlükte bulunan çevre hukuku esas olarak çevre
suçlarına yönetsel nitelikli cezalar verilmesini öngören düzenlemelerden
oluşmaktadır. YTCK ile çevre suçlarına adli nitelikli cezalar öngörüldüğünden
yönetsel nitelikli cezaların hukuki geleceği tam bir belirsizlik içine
düşmüştür. Zira ceza hukukunun genel ilkeleri açısından aynı suça birden fazla ceza verilmesi olanaklı değildir.
Yeni düzenleme ile çevre suçu
işleyen bir kimsenin hem yargıç ve hem de kamu yöneticileri tarafından
cezalandırılması olanağı ortaya çıkmıştır. Bu sonuç hukukun genel ilkeleri
açısından kabul edilebilir nitelikte değildir. Bu durumda, YTCK ile kendisinden
önce yürürlüğe girmiş olan “Çevre Kanunu”, “Belediye Kanunu”, “Belediye Cezaları
Hakkında Kanun” ve “Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunu” (PVSK) gibi yasal
düzenlemeler arasında çelişki ve tekrarlar ortaya çıkmıştır. Hukuksal yorumlama
ilkeleri çerçevesinde, son çıkan genel yasa olarak YTCK hem genel fakat eski
yasa olan Belediye Kanunu, Belediye Cezaları Hakkındaki Kanunu ve PVSK’nun ve
hem de özel fakat eski yasal düzenleme olan Çevre Kanunu’nun kendisine aykırı olan hükümlerini ilga etmiş
olmaktadır.
Buna göre, vali, kaymakam,
sahil güvenlik bot komutanı, liman başkanı ve büyükşehir belediye başkanı gibi
kamu yöneticilerinin çevresel suçlara yönetsel nitelikli (kapatma, para cezası
gibi) yaptırım uygulamak olanağı ortadan kalkmaktadır.
Bu hukuksal olgu ülkemizde
çevresel kalitenin korunması açısından kabul edilemez ve sakıncalı bir hukuksal
yapının ortaya çıkmasına yol açacaktır.
Çevre ceza hukuku alanında
meydana gelen ikinci önemli gelişme Kabahatler Kanunu’dur (KK). YTCK
hazırlanırken, eski TCK’da (ETCK) var olan cürüm-kabahat ayrışması ortadan
kaldırılmış ve bu nedenle de kabahat kavramına YTCK’da yer verilmemiştir.
Ancak, kısa bir süre sonra kabahatlerle ilgili düzenlemelerin yokluğu ceza
kanunu uygulamasında çeşitli sakıncalar yaratmış ve hükümet bu alanda ortaya
çıkan boşluğu gidermek üzere KK’nu hazırlamıştır. Bununla birlikte, KK,
ETCK’dan önemli farklılıklar taşımakta ve yeni düzenleme biçiminde kabahat
kavramı hem tanım ve hem de uygulama biçimi açısından önemli değişiklikler
içermektedir. Yeni düzenleme biçiminde kabahat “haksız eylem” kavramıyla
özdeşletirilmektedir.
KK’nun “Tanım” başlıklı 2 nci
maddesi şöyledir:
“Tanım
MADDE
2.- (1) Kabahat deyiminden; kanunun, karşılığında idarî yaptırım uygulanmasını
öngördüğü haksızlık anlaşılır.”
Bu tanım yeni kanunun
eskisinden farklı bir kabahat kavramı getirdiğini göstermektedir. ETCK
kabahatlere ilişkin yaptırımların yargıçlar tarafından belirlenmesini
öngörürken yeni düzenleme haksızlıklara yönetimsel yaptırımlar uygulanması
anlayışını benimsemektedir. Bununla birlikte, kamu yöneticileri yanında
kovuşturma sırasında yargıçlara ve hatta savcılara da yönetsel para cezası
verme yetkisi tanınmaktadır. Yargıçlar açısından bu yetki kanunun kendi mantığı
açısından tutarsızlık yaratırken savcılara yönetsel para cezası verme yetkisi
verilmesi hukuk mantığıyla bağdaşması olanağı olmayan bir düzenleme biçimidir.
Kanun yaptırım uygulama yetkisinin kamu yöneticilerine ait olduğunu
belirtmekte, ancak, bu yetkiye sahip yöneticileri
açıkça belirtmekten kaçınmakta ve diğer yasalarla kendilerine yetki verilmiş
olan makam ve kurullardan söz etmektedir.
Bu nedenle ortaya çıkan sonuç
KK’nun bir yönetsel para cezaları yasası olduğudur. Konunun çevre ile ilgili
yanlarını ele almadan önce bu konu üzerinde durmak gerekmektedir. Bu düzenleme
biçimi, bana göre, hukuk sistematiğine aykırı düşmektedir. KK içinde pek çok
konuda düzenlemeler yer almaktadır. Bu düzenlemelerin her biri ayrı bir temel
yasayla esasen düzenlenmiş bulunmaktadır. Söz konusu alanlarda eksiklik varsa
bunların yürürlükte bulunan yasada değişiklik veya ekleme yapmak yoluyla
giderilmesi daha uygun bir çözüm yolu olarak görülmeliydi. Ceza hukukunun temel
ilkesi olan kanunilik ilkesi de ceza verme yetkisine sahip olanların açıklıkla
belirlenmesini gerekli ve kaçınılmaz kılar. KK’unda olduğu gibi genel
anlatımlarla yetkili organları belirlemek uygulamada ciddi sorunlara yol
açacaktır. Bu bağlamda, adli yargı-yönetsel yargı karmaşası ciddi bir sakınca
olasılığıdır. Bu sakıncadan daha da önemli olmak üzere, aynı suça birden fazla
ceza vermek gibi ceza hukukunun temel ilkelerine aykırı düşen durumlarla karşılaşmak
ciddi bir başka olasılık olarak ortaya çıkmaktadır.
KK, çevre sorunları açısından
“çevreyi kirletme”, “gürültü” ve “afiş asma” adı altında üç ayrı suçu
düzenlemektedir. “Afiş asma” eylemi kolaylıkla anlaşılabilecek bir yönetsel suç
türü olmakla birlikte “çevreyi kirletme” eyleminin içeriği yukarıda açıklanmaya
çalışılan sakıncalar açısından daha da fazla önem taşımaktadır.
“Çevreyi
kirletme
MADDE
41.- (1) Evsel atık ve artıkları, bunların toplanmasına veya
depolanmasına özgü yerler dışına atan kişiye, yirmi Türk Lirası idarî para
cezası verilir. Bireysel atık ve artıkların atılması halinde de bu fıkra hükmü
uygulanır.
(2)
Fiilin yemek pişirme ve servis yerlerinde işlenmesi halinde işletme sahibi
gerçek veya tüzel kişiye, beşyüz Türk Lirasından beşbin Türk Lirasına kadar
idarî para cezası verilir.
(3)
Hayvan kesimine tahsis edilen yerler dışında hayvan kesen veya kesilen hayvan
atıklarını sokağa veya kamuya ait sair bir alana bırakan kişiye, elli Türk
Lirası idarî para cezası verilir.
(4)
İnşaat atık ve artıklarını bunların toplanmasına veya depolanmasına özgü yerler
dışına atan kişiye, yüz Türk Lirasından üçbin Türk Lirasına kadar idarî para
cezası verilir. İnşaat faaliyetinin bir tüzel kişi adına yürütülmesi halinde bu
tüzel kişi hakkında verilecek idarî para cezasının üst sınırı beşbin Türk
Lirasıdır. Bu atık ve artıkların kaldırılmasına ilişkin masraf da ayrıca
kişiden tahsil edilir.
(5) Kullanılamaz hale gelen
veya ihtiyaç fazlası ev eşyasını bunların toplanmasına ilişkin olarak
belirlenen günün dışında sokağa veya kamuya ait sair bir yere bırakan kişiye
elli Türk Lirası idarî para cezası verilir. Bu eşyanın toplanması hususunda belediye
tarafından belirli aralıklarla yılda üç günden az olmamak üzere belirlenen
günler önceden uygun araçlarla ilân olunur.
(6)
Kullanılamaz hale gelen motorlu kara veya deniz nakil araçlarını ya da bunların
mütemmim cüzlerini sokağa veya kamuya ait sair bir yere bırakan kişiye
ikiyüzelli Türk Lirası idarî para cezası verilir. Bunların kaldırılmasına
ilişkin masraf da kişiden ayrıca tahsil edilir.
(7) Bu kabahatler dolayısıyla idarî para
cezasına belediye zabıta görevlileri karar verir.
(8) Bu
kabahatler dolayısıyla meydana gelen kirliliğin kişi tarafından derhal
giderilmesi halinde idarî para cezasına karar verilmeyebilir.
(9) Bu
madde hükümleri, belediye sınırları içinde uygulanır.
(10)
Özel kanunlardaki hükümler saklıdır.”
Kuşkusuz,
çevresel açıdan ele alındığında yukarıdakilere benzer nitelikte çok sayıda
haksızlıktan söz edebilmek olanaklıdır. KK’nun yalnızca bu eylemleri
düzenleme konusu yapması -bir anlamda- kapsam dışında kalan çevresel
haksızlıkları meşrulaştırmak anlamına gelmektedir. Bu sakıncalı bir düzenleme
şeklidir. Öte yandan, YTCK’nın çevre suçu ile ilgili düzenlemesinde yer alan “çevreye zarar verecek şekilde, atık veya
artıkları toprağa, suya veya havaya kasten veren” anlatımı dikkate alınacak olursa iki ayrı yasa maddesinin aynı konuları
düzenledikleri görülmektedir. Biri genel ilkeleri ortaya koyan diğeri bu genel
ilkeler kapsamı içine giren ancak belirli bir eylemi düzenleyen iki ayrı yasa
hükmü uygulamada çelişkilere, boşluklara ve yinelemelere yol açabilecek
nitelikte görülmektedir.
Bunlardan
daha da önemlisi söz konusu maddenin 7 nci ve 8 inci bentleridir. Yedinci bent
şu hükmü taşımaktadır: “Bu
kabahatler dolayısıyla idari para cezasına belediye zabıta görevlileri karar
verir”. Bu hüküm çevre mevzuatının öteki bazı
düzenlemeleriyle çelişmektedir. Çevre Kanunu kimlerin ceza vermek yetkisine
sahip olduğunu belirlemiştir. Çevre cezası vermeye yetkili olanlar mülki idare
amirleri, büyükşehir belediye başkanları, sahil güvenlik bot komutanları ve
liman sınırları içinde liman başkanlarıdır. Çevrenin korunması konusunda temel
sorumluluk sahibi olan kamu yöneticilerine KK bağlamında yetki verilmemiş olması önemli bir hukuksal yanlışlık ve
çelişki anlamına gelmektedir. Bunun da ötesinde, yasa hükmünden belediye zabıta
memurlarının dahi ceza vermek yetkisine sahip oldukları anlamı çıkmaktadır.
Oysa, belediye zabıta memurları birer uygulama görevlisidir ve ceza vermek
yetkileri yoktur. Belde suçuna ceza vermek yetkisi Belediye Encümeni’ne ve
kişisel olarak saptaması durumunda belediye başkanına verilmiş olan bir
yetkidir. Zabıta memuru yalnızca yasaya aykırılığı saptar ve gerekli yaptırımın
uygulanması için durumu ceza vermeye yetkili makama bildirir. Belediye ceza
hukuku açısından temel ilke olan bu düzenlemenin yasaya aktarılma biçimi KK’nu hazırlayanların hukuk bilgisi ve yetkinliği
açısından soru işaretleri yaratmaktadır.
Kanun’un
41 inci maddesinin 8 inci bendi ise hukuk mantığıyla bağdaşmayan şu düzenlemeyi
içermektedir: “Bu
kabahatler dolayısıyla meydana gelen kirliliğin kişi tarafından derhal
giderilmesi halinde idari para cezası verilmeyebilir”. Bu düzenleme biçimi yukarıda belirtilen yargıyı
daha da güçlendirmektedir. Yönetsel takdir yetkisi yönetimin temel
yetkinliklerinden biridir. Bunun bir yasa hükmü durumuna getirilmesinin
uygulamada hiç bir yararı ve anlamı yoktur. Ancak, bu düzenleme bir “af”
niteliğinde ise bu takdirde af sürecinin nasıl yapılacağını belirleyen anayasal
hükümlere ters düşmektedir. Af yetkisi yasama organına aittir ve ancak yasa ile
düzenlenebilir. Bu nedenle, KK ile
gerçekleştirilen düzenleme biçimi yasama kalitesi açısından üzerinde endişe ile
düşünülmesi gereken özellikler taşımaktadır.
KK’nun
çevre ile ilgili bir başka düzenlemesi gürültü ile ilgilidir. Kanun’un 36 ncı
maddesi aşağıya çıkarılmıştır
“Gürültü
MADDE
36.- (1) Başkalarının huzur ve sükununu bozacak şekilde gürültüye neden olan
kişiye, elli Türk Lirası idarî para cezası verilir.
(2)
Bu fiilin bir ticarî işletmenin faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde
işletme sahibi gerçek veya tüzel kişiye bin Türk Lirasından beşbin Türk
Lirasına kadar idarî para cezası verilir.
(3)
Bu kabahat dolayısıyla idarî para cezasına kolluk veya belediye zabıta
görevlileri karar verir.”
Gürültü
sorunu, daha önce de işaret edildiği üzere, YTCK ile de düzenlenmiştir. KK ile
gürültü konusunda bir başka düzenleme daha yapılmıştır. Böylelikle iki ayrı
ceza yasasında iki ayrı gürültü düzenlemesi yapılmış olmaktadır. YTCK’ya göre
suç, başka bir kimsenin sağlığının zarar görmesine elverişli bir şekilde
gürültü yapmak iken KK gürültü suçunu başkalarının huzur ve sükûnunu bozmak
şeklinde tanımlamaktadır. Bu iki tanım arasındaki farkı belirlemek son derecede
zordur. Bu nedenle her iki kanun aynı konuyu düzenlemiş olmaktadır. Bu durum
yasaların çatışması anlamına gelir. Kısa zaman aralıklarıyla aynı parlamento
tarafından gerçekleştirilen bu önemli yasa çatışması olgusu ülkemizde yasa
yapma yetkinliğinin içine düşmüş olduğu düzey açısından endişe vericidir.
Gürültü konusunun PVSK ve Gürültü Kontrol Yönetmeliği’nde de düzenleme konusu
olduğu anımsanacak olursa bu alanda yasal düzenleme enflasyonundan söz etmek
olanaklıdır.
KK
yönetsel para cezalarına sulh ceza mahkemelerinde ve bu mahkemelerin
kararlarına karşılık ağır ceza mahkemelerinde itiraz edilebileceği hükmünü
getirmektedir. Oysa yönetsel eylem ve işlemlere karşı itiraz yeri yönetsel
yargı olmalıdır. Yargıtay’da verilen son içtihatlar da bu yoldadır. KK’nun
öngördüğü düzenleme yargı sistemimiz ile bağdaşmamaktadır.
Yukarıda
yapılan açıklamalar göstermektedir ki, YTCK’nın ve KK’nun çevre suçuyla ilgili
yeni düzenlemeleri çevresel kalitenin korunması ve kirlenmelerin önlenmesi
açısından yetersiz ve sakıncalıdır. YTCK’nun çevreyi korumak şeklinde ortaya
konan amacı doğru değildir.
Her iki
yasal düzenleme de çevre hakkını düzenleyerek Devlete sağlıklı bir çevre
yaratma ödevini veren Anayasa’nın 56 ncı maddesinin öngördüğü anayasal
yükümlülüğünün yerine getirilmesi açısından yarattığı olumsuzluklar nedeniyle
Anayasa’ya aykırı olmak özelliğini içinde barındırmaktadır.
KK ise,
hukukun genel ilkelerine aykırı pek çok düzenlemeyi içinde barındırmaktadır.
YTCK
ile KK arasında çelişki ve çatışma vardır. Uygulamada çok ciddi sıkıntılar ve
yönetsel karmaşa ortaya çıkacaktır. Belediye zabıta görevlilerine verilen
yetkiler mevcut hukuk sistemiyle çatışma içindedir.
Yönetsel
para cezalarına karşı itiraz yeri olarak sulh ceza mahkemelerinin ve ağır ceza
mahkemelerinin gösterilmiş olması yanlıştır. Yönetsel para cezalarına karşı
yönetsel yargıyı itiraz yeri olarak gösteren yasal düzenlemelerle
çelişmektedir.
Yukarıda
sayılan hukuksal aksaklıkların giderilebilmesi her iki yasal düzenlemede
öngörülen çevre suçuna ilişkin tanımların yeniden yapılmasına, yaptırımların ve
süreçlerin yeniden oluşturulmasına bağlıdır. Çevre konusunda siyasal istencin varlığına
işaret edebilecek başka unsurun karar almaya katılma olabileceğine daha önce
değinilmişti. Türkiye’de bu bağlamda var olan koşullar irdelendiğinde bu alanda
hukuksal olanakların ‘var ama sınırlı’ olduğu görülmektedir. Karar almaya
katılma yolunda verilebilecek tek yasal örnek Çevresel Etki Değerlendirmesi
Yönetmeliği’dir (ÇEDY). ÇEDY yeni projenin yapılacağı yerde halkın katılımı
toplantısı yapılmasını ve proje ile ilgili olarak yerel halka açıklayııcı bilgi
verilmesini öngörmektedir. Bu toplantıya katılanlar görüşlerini belirtmekte ve
bu görüşler Çevre ve Orman Bakanlığı yetkilileri tarafından karar verme
sırasında göz önünde tutulmak üzere kayıt altına alınmaktadır. Ancak,
toplantıya katılanların alacağı kararların yönetimi bağlayıcı olması söz konusu
değildir.
Sürdürülebilir
kalkınma ilkesinin kalkınma planlarında yer alması konusu da yukarıda
belirtilenlerden farklı değildir. Bu ilkeye son planlarda yer verilmekte ve
hatta Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda sürdürülebilir kalkınma ilkesinin
önünde en önemli engel olarak belirtilen yetersiz kurumsal yapının
geliştirilmesi için doğru önerilere yer verilmektedir. Ancak, ne varki, plan
dönemi sonunda gerçekleştirilebilenlere bakıldığında önerilerin pek azının
gerçekleştirildiği görülmektedir.
Kalkınma
planlarına ek olarak Çevre ve Orman Bakanlığı, DPT ile işbirliği içinde
taşıması gereken nitelikler açısından ulusal düzeyde çevre master planı olarak
isimlendirilebilecek “Ulusal Çevre Stratejileri ve Eylem Planı” (UÇEP) hazırlamış
bulunmaktadır. Ancak, uzun bir süre önce yürürlüğe konulmuş olmasına karşın
elde edilebilen sonuçlar ihmal edilebilecek önem düzeyinde kalmıştır.
Bu
açıklamalar açıklıkla göstermektedir ki Türkiye’de ulusal planlar düzeyinde
sürdürülebilir kalkınma ilkesinin gerçekleşmesini öngören planların var ve
yeterli olduğunu ileri sürebilmek olanaklı değildir. Tüm bunlara ek olarak
belirtilmelidir ki çevre durum bildirgeleri kavramı henüz Türk çevre yönetimi
içinde sızma ve Çevre ve Orman Bakanlığı’nın rutin uygulamaları içinde yer alma
şansını elde edememiştir. Türkiye’de halen yürürlükte bulunan kamusal çevre
yönetimi dizgesi Şekil 2’de özetlenmiştir.
ŞEKİL 2
TÜRKİYE’DE
ÇEVRE ÖRGÜTLENMESİ [4]
Büyükşehir Belediyeleri Belediyeler İl Özel İdareleri Köyler MERKEZ ÖRGÜTÜ TAŞRA ÖRGÜTÜ Çevre ve Orman Bakanlığı ve Diğer Bakanlıklar Özel Çevre Koruma Bölgeleri İdaresi Çevre Koruma Fonu Özel Çevre Koruma Bölgeleri Fonu İl Valilikleri İl Müdürlükleri İlçe Örgütleri İl Çevre Vakfı Yüksek Çevre Kurulu Çevre Şurası İl Mahalli Çevre Kurulu YEREL YÖNETİMLER ULUSAL YÖNETİM
Noktalı çizgilerle gösterilen ‘il özel idareleri’
Türkiye’nin en eski yerel yönetim birimlerinden biridir. Yürürlüğe girmiş olan
“Kamu Yönetimi Temel Kanunu” çevre hizmetlerinin yönetiminde bu kurumu temel
odak noktası konumuna getirmeyi öngörmektedir. Bu Kanun uygulanma olanağı
bulursa, bazı bakanlıkların il müdürlükleri kaldırılacak ve her ilde ‘İl Özel
İdaresi Çevre ve Orman Müdürlüğü’ kurulacaktır. Belediyelerin çevreye ilişkin
görevleri ise sürecektir. Bu durumda, çevre hizmetlerinin yürütümünden kentsel
alanlarda belediyeler ve kırsal alanda il özel idareleri sorumlu olacaktır.
Çevre ve Orman Bakanlığı ise yalnızca politika geliştirme, kaynak yaratma ve
politika oluşturma işlevlerini yerine getirecektir. Noktalı çizgiyle gösterilen
köyler ise köy sınırları içindeki çevre sorunlarının yönetimi açısından
kuramsal olarak önemli bir konuma sahiptir. Ancak, bu işlevlerin tümü özeksel
yönetim tarafından üstlenilmiştir. Çevre Şurası da danışmanlık hizmeti üreten
bir kurum olması nedeniyle kesikli çizgiyle şekilde yer almıştır.
1.3 ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ
Birbirlerinin yerine kullanılmalarına karşın,
‘bilgi’ (knowledge), ‘kurgu’ (spekülasyon, speculation) ve
‘görüş’ (opinion) birbirlerinden farklı anlamları olan kavramlardır.
Bilgi kavramı esas olarak doğruluğu ispatlanmış ve güçlü verilerle desteklenmiş
olgular anlamına gelir. Bilginin aksine olarak, kurgu kavramı ispat
edilebilirlik düzeyi sınırlı bilgiler anlamına gelir. Görüş, kişisel inançların
toplamıdır. Bilimsel araştırmanın amacı kurgu ve görüşler üzerindeki
belirsizlikleri ve yeterince açık olmayan alanları gidererek bilgi şekline
dönüştürmektir. Bir başka anlatımla, bilimsel çalışmaların amacı geçerli ve
güvenilir bilimsel araştırma yöntemleri kullanarak görüş ve kurguları bilgi
düzeyine yükseltmektir. “Delfi Tekniği” [5]
bu bağlamda, veri toplama ve kestirim tekniği olarak, konu ile ilgili
uzmanların görüşlerini birleştirerek ve uzlaştırarak var olan kimi görüş ve
kurgular üzerindeki kapalılığı ve karmaşayı gidererek bunların bilimsellik
düzeylerinin artırılmasını ve bilgi şekline dönüştürülmesini amaçlayan bilimsel
araştırma yöntemidir.
Bu
çalışmada kullanılan alan araştırması Delfi Tekniği’ne dayalıdır. Delfi
tekniği, kestirim (tahmin ve hatta bir
anlamda ‘kehanet’) yöntemi olarak adını eski Yunan’da peygamberler ölçeğinde
kehanetleri ile bilinen ünlü Delfi Kâhini’nden almaktadır. Adından da açıklıkla
anlaşılabileceği üzere, Delfi Tekniği geleceğin kestirimini (forecasting)
amaçlar. Üçüncü Dünya Savaşı’nın çıkacağı tarihi belirlemek, beş yıl sonraki
fiat artışı oranını kestirmek ve on yıl sonra yeni otomobil alacak olanların
kararlarını etkileyebilecek tasarım ve teknik özellikleri saptamak bu bağlamda
verilebilecek örnekler arasındadır. Bu yöntem, üzerinde mevcut yeterli bilgi ve
veri olmaması nedeniyle irdelenmesi olanağı olmayan geçmiş olguların
değerlendirilmesi amacıyla da kullanılmaktadır.
Delfi
üzerindeki çalışmalar 1930’lu yıllara kadar uzanmaktadır. Ancak, Delfi
Tekniği, “bilimsel araştırma yöntemi
benzeri (quasi-scientific) yöntem” olarak ilk kez 1958 yılında ABD’deki
Rand Corporation tarafından bilim dünyasına tanıtılmıştır. Yöntemin
geliştirilmesinde öncü görevini yerine getiren araştırmacılar arasında
bilinenler Mc Gregor, Catrill, Kaplan, Girsich and Shosted gibi isimlerdir.
Ancak, Rand Corporation’da konu üzerinde asıl çalışmaları geliştiren bilim
adamı ise Olaf Halmer olmuştur.
Delfi
Tekniği gelecekteki olguların kestirimlerinin ya da geçmişteki olguların
değerlendirilmesinin bilgi ve verilerin yetersizliği nedeniyle olanaksız, zor
ve pahalı olması durumlarında araştırmacılara güçlü olanaklar sunmaktadır.
Delfi Tekniği’nin bu gibi durumlarda bilim adamları, tasarımcılar, plancılar ve
karar verme durumunda olan yöneticiler tarafından başvurulabilecek oldukça
yararlı ve etkili yöntem olduğu yapılan araştırmalarla sınanmış ve
ispatlanmıştır.
Yukarıda
yapılan açıklamaların ışığında, Delfi Tekniği uzmanların verdikleri
yanıtların istatistiksel ortalamalarını saptama yoluyla üzerinde kesinlik
bulunmayan konular hakkında denetimli veri/görüş toplamayı ve uzmanlar arasında
oydaşlığı sağlamayı amaçlayan bilimsel araştırma süreci olarak
tanımlanabilir. Bu bağlamda, her tur sonunda, sorulara verilen yanıtların
ortalamalarından ve standart sapmalarından oluşan istatistiksel sonuçlar
denetim grubu tarafından uzmanların bu yolda karar vermesine esas oluşturan
gerekçelerle birlikte diğer panel üyelerine iletilmekte ve sonraki turlarda
panel üyesi olan uzmanın diğer uzmanların görüşlerini dikkate alarak kendi
tutum, davranış ve kararlarında değişikliğe yol açabilme olasılığının olup
olmadığı araştırılmaktadır. Bu süreç üç ya da dört tur sürmekte ve süreç
sonunda üzerinde oydaşlık sağlanabilen ve sağlanamayan konular
belirlenmektedir.
Tekniğin
temel özellikleri şu şekilde özetlenebilir: Delfi Tekniği’nde yanıtlar gizli ve
anonimdir. Üyeler panelde kendilerinden başka uzman üyelerin de yer aldığını
bilirler ancak bunların kimlikleri hakkında bilgi sahibi değildirler. İkincisi,
soru-yanıt süreci denetim merkezi tarafından yönetilir. Üçüncüsü, grubun
verdiği yanıtlar istatistiksel çözümlemeye konu olur ve elde edilen sonuçlar
diğer üyelerin görüşlerinden bilgili olmaları amacıyla tüm üyelere bildirilir.
Dördüncüsü ve sonuncusu, panel içinde yer alan uzmanlar konu hakkında ayrıntılı
bilgi sahibi kimseler olmak durumundadır. Bu nedenle, uzmanların bu özellikleri
nedeniyle panel içinde yer aldıkları bilinir. Dolayısıyla, örneklem rasgele (tesadüfî)
olarak oluşturulmamıştır. Aksine, araştırma grubunda yer alan kimseler konuyu
iyi düzeyde bilmeleri nedeniyle seçilmişlerdir.
Bu
çalışmada 3’ü uluslararası örgütlerde çalışan ve Türkiye’deki çevre yönetiminin
içinde bulunduğu koşullar hakkında yeterli bilgi sahibi uluslararası uzman
olmak üzere, toplam 28 uzman görev almayı kabul etmiştir. Geri kalan 25 ulusal
uzman (4 akademisyen, 4 endüstri yöneticisi, 3 vali, 3 kaymakam, 1 büyükşehir
belediye başkanı, 1 belediye başkanı, 4 Çevre ve Orman il müdürü, 1 Devlet
Planlama Teşkilatı uzmanı ve 4 sivil toplum örgütü yöneticisi) ise çeşitli
akademik ve profesyonel kuruluşlarda çalışmaktadır.
Ölçüt
ve alt ölçütler konusunda karar verme süreci ise şu şekilde oluşturulmuştur:
-
İstatistiksel açıdan normal bir dağılımda
deneklerin yüzde 68’i birinci standart sapma değerleri içinde yer alırlar.
İkinci standart sapma değeri ise deneklerin yaklaşık yüzde 95’ini kapsar.
-
Bu nedenle, karar vermede temel ölçüt birinci
standart sapma değerleri olacaktır. Üyelerinin yüzde 68’ini kapsayan değerler
karar vermede oydaşlığın sağlanıp sağlanamadığını göstermek açısından yeterli
kabul edilmiştir.
-
Karar vermede ikinci önemli unsur yanıt skalasının
medyan değeridir. Skalanın 1’den 5’e kadar değiştiği anımsanacak olursa, medyan
değerin 3 olduğu görülecektir.
-
Bu bağlamda, alt ölçütler için elde edilen
ortalama ve hesaplanan birinci standart sapma değeri birlikte hesaplanarak alt
ve üst değerler bulunacaktır. (Yuvarlama dâhil)
-
Bulunan alt değer 3 ve 3’ün üzerinde bir değer ise
alt ölçüt konusunda olumsuz oydaşma elde edilmiş olacaktır.
-
Bulunan üst değer 3’den daha düşük ise oydaşmanın
olumlu yönde olduğu kararlaştırılacaktır.
-
Bulunan alt değer 3’den küçük ve üst değer 3’den
büyük ise oydaşmanın sağlanamadığına karar verilecektir.
-
Daha sonraki aşamada, ölçütü oluşturan alt
ölçütlerin ortalamalarının ortalaması (MMs) ve standart sapmalarının (MSDs)
ortalaması hesaplanacak ve bu ortalamalar ölçütün ortalaması ve standart
sapması olarak kabul edilecektir.
-
Bu şekilde elde edilen değerler yukarıda alt
ölçütler için belirlenen yönteme uygun olarak irdelenecek ve ölçüt hakkında
olumlu, olumsuz ya da oydaşlığın yokluğu kararı verilecektir. Örneğin, MMs =
4.08 ve MSDs = ± 0.79 (3.29-4.87) OLUMSUZ oydaşma; MMs = 2.05 ve MSDs= ± 0.75
(1.30-2.80) OLUMLU oydaşma; MMs = 3.11 ve MSD = ± 0.89 (2.22-4.00) oydaşmanın
YOKLUĞU ve MMs = 3.60 ve MSDs = ± 0.74 (3.60-0.74 = 2.86 ~ 3.0) de OLUMSUZ
oydaşma olarak kabul edilecektir.
1.4
SORU KÂĞIDI
Soru kâğıdı
123 alt-ölçüt sorusundan oluşmuştur. Sorular araştırılmak istenen alt-ölçüt
konusunda ya bir görüş ya da bir yargı içermektedir. Yanıtlar, Likert
sıralamasına (scale) uygun olarak “
ŞEKİL 1
YANITLAMA
SİSTEMİ
1. ( )
2. ( ) 3. ( )
4. ( ) 5. ( ) Kesinlikle
katılıyorum Kesinlikle
katılmıyorum
Uzmanlar
bir yandan seçimlerini belirtirken öte yandan da bu seçimde kendilerini haklı
kılan nedenleri, düşünceleri, bilgileri ve gerekçeleri açıklamaktadırlar. Bu
açıklamalar yanıt sahiplerinin kimlikleri açıklanmaksızın ikinci turda
bilgilendirilmeleri amacıyla öteki üyelere iletilmiştir. Bu bağlamda, önceki turda verilen yanıtların istatistiksel
çözümlemeleri yapılmış ve elde edilen ortalama ve standart sapma değerleri
üyelerin tümüne bildirilmiştir. Bu yolla üyeler öteki üyelerin görüşlerini
öğrenmişler ve soru üzerinde oydaşlık sağlanmasının olanaklı olup olmadığı
konusunda kanı oluşturmuşlardır. Soru ve yanıt turları ‘internet’ üzerinden
yürütülmüştür. Toplam üç tur gerçekleştirilmiştir. Üçüncü turun sonunda elde
edilen ortalama ve standart sapmalar ise araştırmanın kesin sonucu olarak kabul
edilmiştir. Buna ek olarak, ana ölçütlerin ve en sonunda da tüm soruların
ortalamalarının ortalaması ve standart sapmalarının ortalaması hesaplanmıştır.
Böylelikle, ana ölçütlerin ve dizgenin bütünü hakkındaki görüşler
kesinleştirilmiştir. İstatistiksel çözümleme çerçevesinde yapılan son çalışmayı
ise her turun ortalamaları ve standart sapmaları arasında yapılan çapraz
çizelge ve ilgileşim ölçümleri oluşturmuştur.
1.5
ÖLÇÜTLER YA DA BAŞARIM GÖSTERGELERİ
Ulusal,
bölgesel ve yerel ölçekte çalışan kamusal çevre örgütlerinin etkenlik ve
etkililik düzeylerinin ölçülmesinde kullanılması kararlaştırılan ölçüt ve
alt-ölçütlerin listesi aşağıda verilmiştir:
· Siyasal
istenç
§ Çevre
hakkı
§ Çevresel
konularda bilgi edinme hakkı
§ Çevresel
konularda karar almaya katılma hakkı
§ Çevresel
kmonularda yargıya ulaşma hakkı.
·
Sürdürülebilir kalkınma ilkesinin güvence altına
alınması
§
Anayasa’da
§
Temel çevre mevzuatında
§
Ulusal ve yerel planlarda
§
Çevre master planlarında
§
“Çevrenin Durumu Bildirgeleri”nde
·
Çevresel amaç ve hedeflerin belirlenmiş olması
§
“Amaçlar” (soyut)
§
“Hedefler” (somut, ölçülebilir)
·
Çevre yönetim stratejilerinin gelişmişlik düzeyi
§
“Emret-Denetle stratejisi”, “çevre denetimi” ve
“mevzuatın uygulanması” stratejisi
§
“Gönüllü uyum” stratejisi (ISO 14000 ve AB’nin
EMAR-EMAS programları gibi)
§
“Pazar Türü Yönetim Araçları” stratejisi [6]
·
Çevre politikalarının
yeterlilik düzeyi
·
Çevresel yönetim süreçlerinin ve işlevlerinin
gelişmişlik düzeyi
§
Kirliliklerin belirlenmesi
§
Çevresel ortamların, salım ve boşaltmaların,
kitleticilerin zaman içinde ve alan üzerinde dağılım kalıplarının ölçümü
§
Ölçme, çözümleme ve ayar ölçünlerinin gelişmişlik
düzeyi
§
Örnek alma ve iyi laboratuvar ölçünlerinin
gelişmişlik düzeyi
§
Çevresel etki değerlendirmesi ve bildirge
hazırlama dizgesinin etkenlik düzeyi
§
İşlemler, salımlar ve boşaltmalar için kurulan
izin ve ehliyet süreçlerinin etkenlik düzeyi
§
Kirlenmelerin önlenmesi
§
Risk değerlendirme ve azaltma
§
Çevre için bilimsel araştırma ve teknoloji
geliştirme çalışmalarının yeterlilik düzeyi
§
Çevresel eğitimin yeterlilik düzeyi
§
Çevre mevzuatının gelişmişlik düzeyi
§
Yürütme
§
Stratejik planlama
§
Bütçeleme
§
Fonlar
§
İnsan kaynakları yönetimi
§
Bilgi kaynaklarının yönetimi, bilgiye ulaşılabilirlik,
veri ağları ve bilginin paylaşımı
§
Uluslarası ilişkiler ve bu ilişkilerden doğan
sorumlulukların yerine getirilme düzeyi
§
Üretim için gerekli en az koşulların saptanması ve
yasaklanan etkinliklerin saptanması
·
Yasaklar
·
Kirlilik vergileri ve harçları
·
İzinler
§
Çevreye duyarlı alan kullanımı planlaması
§
Ölçme ve izleme (monitoring) dizgeleri
§
Temiz yakıt ve ham madde sağlanması
§
Kirliliklerin giderilmesi ve arıtılması
§
Atıkların geri kazanımı
§
Güvenli katı atık depolama tesislerinin yeterlilik
düzeyi
·
Çevresel ölçünlerin yeterlilik düzeyi
§
Alıcı ortam ölçünleri
§
Salım ve boşaltma ölçünleri
§
Üretim ölçünleri
§
Yakıt ölçünleri
§
Üretim malzemesi ölçünleri
§
Ölçün yapma ölçünü
·
Çevre planlaması ve çevre denetçiliği dizgelerinin
yeterlilik düzeyi
§
Çevrenin içinde bulunduğu durumun saptanması
§
Mevcut kirlilik yükünün saptanması
§
Bütünleştirilmiş çevre yönetimi dizgesinin varlığı
§
Kirlilikleri denetim altına alma ve arıtma
§
Yerel kalkınma eğilimleri için alınan toplumsal ve
ekonmik önlemlerin yeterlilik düzeyi
·
Kurumsal yapının etkenlik düzeyi
§
Mevcut çevre programlarının ve bunları yürüten
kurum ve kuruluşların etkenlik düzeyleri
§
Bütçe ve fonların yeterliliği
§
Tesislerin yönetiminde etkililik
§
İnsan kaynakları yönetiminde etkenlik
§
Bilgi yönetiminde etkililik
§
Dış ilişkilerin yönetiminde etkenlik
·
Hukuksal çerçevenin ve yetkilerin yeterlilik
düzeyi
§
Hukuksal süreçlerin etkililiği
§
Çevre polisi ya da denetçiliğinin varlığı
§
Çevresel cezalar ve yaptırımlar caydırıcılığı
·
Çevresel altyapıların yeterlilik düzeyi
§
Arıtma ve depolama tesislerinin yeterliliği
§
Envanterler, veri bankaları ve ağların varlığı
§
Laboratuvarların yeterliliği
·
Pazar türü yönetim araçlarının gelişmişlik düzeyi
§
Atık salım vergileri ve harçları
§
Boşaltma vergileri ve harçları
§
Ürün vergileri
§
Pazarlanabilir kirletici kotaları
§
Depozito dizgeleri
§
Teşvikler
§
Fonlar
§
Atık borsaları
§
Yeşil nokta
§
Çevresel muhasebe: makro ve mikro
§
Çevresel risk sigortası
·
“Başarım Yönetimi” yaklaşımının
çevre örgütlerinde kurumsallaşma düzeyi
Yukarıda belirtilen etmenler doğru, isabetli, etkili, etken ve verimli
bir çevre yönetiminin temel unsurları olarak kabul edilmişlerdir. Çevre
yönetimi gelişmiş ve başarılı çalışma örnekleri ortaya koymuş ülkelerde
yaptığım çalışmalardan çıkardığım sonuçlar bu etmenlerin doğru olduklarını
göstermektedir. Kuşkusuz, gelecekte bu etmenlere yenileri eklenecektir. Ancak,
yukarıdaki etmenlerin gerçekleştirilebilme oranının ve düzeyinin yüksekliği
incelemeye konu olan çevre örgütünün başarım düzeyini denetleyen bağımlı
değişkenler olacaktır. Bu varsayımdan hareket edilerek soru kâğıdında yer alan
sorular saptanmış ve uzmanlara bu sorular yöneltilmiştir. Bu şekilde,
Türkiye’deki ulusal ve yerel düzeydeki çevre yönetimi dizgeleri için -bir
anlamda- ‘tanı koyma’ çizelgesi (check list) oluşturulmuştur. Yürütülen
araştırma sonucunda bu yöntemin başarılı ve güvenilir olduğu saptanırsa ulusal
ya da uluslararası tüm benzer olaylarda kullanılabilecek bir araç geliştirilmiş
olacaktır.
Bu araştırmada kullanılan ve birinci bölümün sonunda özetlenen liste
Dünya ülkelerinin çevresel yönetim dizgeleri üzerinde yapılan incelemelere
dayalıdır. Ölçütler listesi içinde yer alan ölçütlerin her biri aşağıda
ayrıntılı olarak açıklanmıştır. Ölçütlerin açıklaması ile birlikte söz konusu
ölçüt ve alt ölçütlerle ilgili olarak yapılan alan çalışmasından elde edilen
sonuçlar da aşağıda verilmektedir.
BÖLÜM 2
ARAŞTIRMA
SONUÇLARI
2.1 ÜST DÜZEY SİYASAL İSTENÇ
2.1.1 Kuramsal Açıklama
Buraya kadar yapılan açıklamalar dikkate alındığında, Türkiye’de son 30 yıl içinde çevre sorunsalının yeni toplumsal endişe alanı olarak ortaya çıktığı ancak gerek ulusal ve gerekse yerel ölçekte çevresel değerlerin korunmasını ve geliştirilmesini öngören siyasal istencin gerçekleşmediği anlaşılmaktadır. Ekonomik gelişme ve istihdam artırıcı çabalar hala sürdürülebilir kalkınma ve çevresel değerlerin korunması ile ilgili endişelerin önünde yer almaktadır. Bu konudaki en anlamlı sözler Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 7 Ocak 2005 tarihinde Rize’de yaptığı konuşmada yer almıştır. Konuşmasında Doğu Karadeniz Bölgesi’ndeki akarsulara değinen Başbakan toplantıya katılanlara bu su kaynaklarının elektrik üretimi amacıyla değerlendirilmesi gerektiğini, bu yolda başlatılacak girişimlerin bürokratik engeller yanında “çevreci engellerle” de karşılaşılabileceğini ancak çevreci engellemelerin mutlaka aşılması gerektiğini söylemiştir. Bu sözler Türkiye’de siyasal istenç sahiplerinin ekonomik kalkınma ve çevre koruma arasındaki ilişkilere bakış açısını en çıplak şekilde ortaya koyan anlatımlardır. Başbakan Erdoğan 18 Nisan 2005 günü yaptığı bir açıklama da ise geçmiş
yönetimlerin çevreye yatırım yapmadıklarını ve bu nedenle ülkeye ihanet ettiklerini belirterek “Bugüne kadar gelen yönetimler çağdaş değil miydi? Hani bunlar muassır medeniyet seviyesine ulaşacaklardı? Niye böyle bir ihaneti bu ülkede yaptılar? Bu çöpleri sen gelir de denizin kenarına, denize dökersen bu bir ihanet değil de nedir?” diye sormuştur. Bu iki açıklama arasındaki farklılaşma çevre
konusunda ulusal bir istenç bulunmadığını
açıklıkla göstermektedir.
2.1.2
Araştırma Sonuçları
Yukarıda
yapılan kuramsal açıklamalar esas alınarak “Delfi” panelinde yer alan uzmanlara
Türkiye’de çevre koruma amaçlı ulusal ve yerel siyasal istenç konusunda çeşitli
sorular sorulmuştur. Sorular ve üçüncü tur sonunda elde edilen ortalama ve
standart sapmalar aşağıda Çizelge 1’de verilmiştir.
ÇİZELGE
1 ULUSAL VE YEREL İRADE |
|||
ALT
ÖLÇÜTLER |
O |
SS |
OYDAŞMA |
1.
Türkiye’de, ulusal ölçekte, çevresel değerlerin
ve kalitenin korunması ve geliştirilmesi konusunda bir siyasal irade vardır. |
3.57 |
0.79 |
OLUMSUZ |
2.
Türkiye’de, yerel yönetimler bağlamında, yerel
çevresel değerlerin ve kalitenin korunması ve geliştirilmesi konusunda bir
siyasal irade vardır. |
3.82 |
0.67 |
OLUMSUZ |
3.
Türkiye’de, “Çevre Hakkı”, temel bir hak ve
özgürlük olarak, Anayasa’nın 56 ncı maddesinde düzenlenmiştir. Bunun bir
sonucu olarak, Türkiye’de, ilgililer, merkezi yönetimin merkezdeki ve
taşradaki temsilcilerinden çevre sorunlarına ilişkin konularda bilgi almak
hakkına sahiptirler ve bu haklarını kolaylıkla kullanabilmektedirler. |
3.46 |
0.84 |
YOK |
4.
Türkiye’de, “Çevre Hakkı”, temel bir hak ve
özgürlük olarak, Anayasa’nın 56 ncı maddesinde düzenlenmiştir. Bunun bir
sonucu olarak, Türkiye’de, ilgililer, yerel yönetimlerden çevre sorunlarına
ilişkin konularda bilgi almak hakkına sahiptirler ve bu haklarını kolaylıkla
kullanabilmektedirler. |
3.79 |
0.50 |
OLUMSUZ |
5.
“Çevre Hakkı”nın tamamlayıcı bir öğesi olarak,
Türkiye’de, ilgili gerçek ve tüzel kişiler çevresel konularda merkezi
yönetimin planlama ve karar alma süreçlerine etkili bir şekilde
katılabilmektedirler. |
4.14 |
0.59 |
OLUMSUZ |
6.
“Çevre Hakkı”nın tamamlayıcı bir öğesi olarak,
Türkiye’de, ilgili gerçek ve tüzel kişiler çevresel konularda yerel
yönetimlerde planlama ve karar alma süreçlerine etkili bir şekilde
katılabilmektedirler. |
4.04 |
0.58 |
OLUMSUZ |
7.
“Çevre Hakkı”nın bir başka temel öğesi olarak,
Türkiye’de, çevre sorunlarından doğrudan etkilenmiş olma koşulu aranmaksızın
çevre sorunlarının önlenmesi ve giderilmesi istemiyle mahkemelerde dava
açabilme olanağı Çevre Kanunu’nun 30 uncu maddesi uyarınca yurttaşlara
tanınmıştır. Bu olanak, Türkiye’de çevresel kalitenin korunması ve
geliştirilmesi açısından önemli bir rol oynamaktadır. |
3.36 |
0.78 |
YOK |
8.
“Sürdürülebilir kalkınma ilkesi” Türk Anayasası
tarafından güvence altına alınmıştır. |
3.46 |
1.07 |
YOK |
9.
“Sürdürülebilir kalkınma ilkesi” Türkiye’de
çevreye ilişkin temel mevzuat tarafından güvence altına alınmıştır. |
3.11 |
1.13 |
YOK |
10.
“Sürdürülebilir kalkınma ilkesi” Türkiye’de
ulusal kalkınma planlarında ve yıllık programlarda etkili bir şekilde
düzenlenmiştir. |
3.11 |
1.07 |
YOK |
11.
“Sürdürülebilir kalkınma ilkesi” Türkiye’de DPT
tarafından geliştirilen ve uygulanmak üzere (Orman ve) Çevre Bakanlığı’na
devredilen “Ulusal Çevre Stratejileri ve Eylem Planı” belgesinde etkili bir
şekilde düzenlenmiştir. |
2.71 |
0.98 |
YOK |
12.
Ulusal yönetimlerin, çevresel işlevleri bazı
ülkelerde dönemsel aralıklarla yayınlanan “Çevre Durumu Raporları”nda
açıklanmakta ve irdelenmektedir. Türkiye’de böyle bir uygulamanın olmaması
önemli bir eksiklik yaratmamaktadır. |
4.64 |
0.49 |
OLUMSUZ |
ORTALAMA |
3.60 |
0.74 |
OLUMSUZ |
Siyasal
istenç konusunda sorulan 12 sorunun hiç birinde olumlu oydaşlık
sağlanamamıştır. 6 alt ölçüt konusunda (ulusal siyasal istenç, yerel siyasal
istenç, yerel düzeyde bilgiye ulaşma, ulusal düzeyde yönetime katılma, yerel yönetimlerde
yönetime katılma ve Çevre Durum Raporları) olumsuz oydaşlık sağlanmıştır. Geri
kalan 6 alt ölçüt konusunda (ulusal düzeyde bilgiye ulaşma, yargıya ulaşma ve
sürdürülebilir kalkınma ilkesinin Anayasa’da, temel çevre mevzuatında, ulusal
planlarda ve UÇEP’de güvence altına alınması) oydaşlık yoktur. Alt ölçütler
bütün olarak ele alındığında ülkede ulusal ve yerel düzeyde çevre koruma ve
geliştirme yolunda siyasal istenç bulunmadığı kararına varılmıştır.
Çizelgede
de görüldüğü üzere, verilen yanıtların ortalamaları oldukça olumsuz bir görünüm
ortaya koymaktadır. Bu bölümde yer alan 12 soruya verilen yanıtların ortalamalarının
ortalaması 3.60 ve standart sapmaların ortalaması 0.74’dür. Açıkça
görülmektedir ki, Türkiye’de çevre koruma ve geliştirme konusunda siyasal
istenç güçlü değildir ve yerel yönetimlerde bu istenç daha da zayıflamaktadır.
Panelin uluslararası uzmanları bu konuda ulusal uzmanlara göre daha iyimser
görüşe sahiptirler. Ulusal uzmanlar arasında da endüstriden gelen uzmanlar
çevre yöneticilerine, mülki idare amirlerine ve sivil toplum kuruluşlarına göre
siyasal istenç konusunda daha olumlu görüş belirtmektedirler. Özellikle,
Türkiye’de çevresel konularda karar almaya katılma olgusunun sınırlılığı
ve çevre durum bidirgelerinin eksikliği
diğerlerine göre daha olumsuz sonuçlar üretmiştir.
Türkiye’de
ulusal düzeyde çevre koruma konusunda siyasal istencin var olduğu yolunda
olumlu düşünenler bu görüşlerini çeşitli gerekçelere dayandırmaktadırlar. Bu
gerekçelerin başında da Türkiye’de “Çevre Bakanlığı”nın taşra örgütü birlikte
kurulmuş olması gelmektedir. Buna ek
olarak, Orman Bakanlığı’nın bu bakanlık ile birleştirilmiş olması da siyasal
istencin daha güçlü şekilde ortaya konulması olarak kabul edilmektedir. Türkiye’nin yönetim yapısı içinde Çevre
Bakanlığı bulunan çok az ülkeden bir tanesi olduğu yolundaki görüş de siyasal
istencin var olduğunu düşünenlere destek vermektedir.
Siyasal istencin varlığı yolunda ileri sürülen
ikinci kanıt da beş yıllık kalkınma planları, yıllık yatırım
programları ve -her ne kadar ilk iki belge düzeyinde olmasa da- “Ulusal Çevre
Stratejileri ve Eylem Planı” (UÇEP) çerçevesinde çevresel değerlerin ve
niteliklerin korunması ve geliştirilmesi konusunda stratejiler ve planlamalar
yapılmış olması ve bunlara dayalı olarak ilgili mevzuat düzenlemelerinin
yapılmış olması gösterilmektedir. Planların kamu sektörü için emredici ve özel
sektör için de yol gösterici olmak özelliği bazı panel üyelerini plana yansımış
olan çevre politikalarını ulusal kararlılık göstergesi olarak kabul etmek
durumunda bırakmaktadır. Planların TBMM tarafından kabul edilerek yürürlüğe
konması da yasama organının çevre konusundaki kararlılığı için yeterli kabul
edilmektedir. DPT tarafından uluslararası akçalı destek altında hazırlanan ve
uygulanmak üzere Çevre ve Orman Bakanlığı’na aktarılan UÇEP’in varlığı da
ulusal planlar düzeyinde çevresel kararlılığın varlığına kanıt olarak gösterilmektedir.
Siyasal
istencin varlığı konusunda ileri sürülen üçüncü kanıt da 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun ve bu Yasa’nın
uygulamadaki ayrıntılarını düzenleyen yönetmeliklerin yürürlüğe konulmuş
olmasıdır. Gerçekten Türkiye’de özellikle 1982 Anayasası başta olmak üzere hem
bu Anayasa’dan önce ve hem de sonra çok sayıda hukuksal belge yürürlüğe
konulmuştur. Bu yasalar, tüzükler, yönetmelikler ve genelgeler çevrenin
korunmasını amaçladıklarını ileri sürmektedirler. Hatta daha önce de
belirtildiği üzere, biraz da sıra dışı olmakla birlikte, yeni yürürlüğe giren
Türk Ceza Kanunu amaç maddesinde yasanın amaçlarından birinin çevreyi korumak
olduğunu vurgulamaktadır. Çevre Kanunu’na dayalı olarak yürürlüğe konulan
yönetmelikler ise birer kamusal çevre politikası belgesi olarak kabul
edilebilirler. Siyasal istenci bu bağlamda ele alan panel üyeleri ulusal
düzeyde bir siyasal istencin varlığından söz edilebileceğini belirtmişlerdir.
Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) dizgesinin
kurulmuş olması da bazı üyelerce siyasal istencin varlığını gösteren başka
kanıttır. ÇEDY yukarıda sözü edilen hukuksal belgelerden birisidir. Amacı da
çevresel kirlenme ve bozulmalar henüz ortaya çıkmadan önlenmelerini
sağlamaktır. Böyle bir yönetsel planlama ve karar alma düzeneğinin ulusal
düzeyde yürürlüğe konulmuş olması bazı üyeleri siyasal istencin varlığı
konusunda inandırmaya yeterli olmaktadır.
Siyasal istenç konusunda ileri sürülen olumlu
kanıtlardan biri de yargının çevre alanında oynadığı role ilişkindir. Çevresel
konularda ulusal siyasal erkin bir başka organı olan yargının verdiği kararlar
ve yaptığı yorumlarla önemli rol oynamaya başlaması da bu yolda önemli bir
olumlu kanıt olarak ileri sürülmektedir.
Bu yolda ileri sürülen bir başka gerekçe de AB ile
ilgilidir. AB’ne tam üye olmakta siyasal kararlılığa sahip olan Türkiye’nin
aynı zamanda Kopenhag Ölçütleri’nin önde gelenlerinden biri olan çevre koruma
ve sürdürülebilir kalkınma konularında da siyasal istenç sahibi olduğunun
varsayılması gerektiği kimi panel üyeleri tarafından ileri sürülmüştür.
Yerel
yönetimler açısından siyasal istencin varlığı konusunda olumlu görüş
belirtenler savunma dayanakları olarak şunları öne sürmektedir:
Yerel
yönetimler, çevresel değerlerin ve niteliklerin korunması için
örgütlenmişlerdir. İl valilikleri bünyesinde çevresel korumayı güvence altına
alma ve izleme konularında hemen her konuda yasalarla sorumlu ve yetkili
kılınmış birimler vardır. Örneğin, İstanbul Çevre ve Orman Müdürlüğü ve
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Çevre Koruma Dairesi bunlar arasındadır. Benzer
örgütleri diğer illerde ve belediyelerde de görmek olanaklıdır. Bu durum yerel
ölçekte siyasal istencin varlığını kabul etmek için yeterlidir.
Bazı
panel üyeleri ise yerel siyasal istencin varlığı konusunda tarafsız kalmayı
yeğlemişlerdir. Bu görüş sahipleri tarafsız kalmayı tercih ettiklerini
belirtmekte ve bazı belediyelerde çevre koruma konusunda siyasal istenç
görüldüğünü ancak bu durumun tüm belediyelere genelleştirilemeyeceğini ileri
sürmektedirler.
Bazı
üyeler de siyasal istencin tek başına var olmasının yeterli sayılamayacağını
söylemişler ve bu istencin güçlü örgütsel yapı ve yeterli eleman sayısıyla
desteklenmesi gerektiğini belirtmişlerdir. Belediyelerin çoğunda bu tür
örgütlenmenin olmaması ve bu birimlerde çalışan uzman personel sayısının
yetersizliği yerel siyasal istenç konusunda panel üyelerinin bir kesimini
duraksama içine düşürmektedir. Belediyelerin çevre ile ilgili çalışmalarının ve
kadrolarının yeterli olmadığını belirten bazı uzmanlar çevre koruma konusunda
bir iyiniyetin var olduğunun söylenebileceğini ancak uygulamada istenen
sonuçların alınamadığını belirtmektedirler. Uzmanlar çevre konusundaki
iyiniyetin daha çok bölgenin turizm, ekoloji ve tarım gibi özelliklerine ve
siyasal otoritenin (belediye başkanının) kişisel ilgisine bağlı olarak
değişiklikler gösterdiğini söylemişlerdir.
Uzmanları yerel siyasal istencin varlığı konusunda
karar vermekte zorlayan unsurlardan birisi de belediyelerin çevre sorunlarına
yaklaşımlarıyla ilgilidir. Uzmanlara göre, bireyleri doğrudan etkileyen, ancak
sürdürülebilir kalkınma yaklaşımı ile ilgili olmayan güncel sorunlar yerel
yönetimlerin gündemini işgal ettiğinden yerel çevresel değerlerin korunmasına
ilişkin kamuoyu oluşamamakta ve çevre konusu kendiliğinden ortaya çıkan anlayış
biçimi olarak gelişmektedir. Uzmanlara göre, çevresel olgular kamuoyunun
gündemine girmişse ve basının ilgisini çekmişse sivil toplum örgütlerinin
öncülüğünde yapılan çalışmalara katılmaya siyasal istenç sahibi kendisini
zorunlu görmektedir. Bu yaklaşımı bütüncül ve köktenci davranış olmaktan çok
anlık, parçacıl ve populist bir davranış olarak yorumlayan bazı panel üyeleri
yerel düzeyde siyasal istenç konusunda kesin
görüş belirtmek istememişlerdir.
Siyasal
istenç bağlamında üzerinde durulan alt ölçütlerden bir başkası olan çevresel
konularda bilgiye ulaşılabilirlik konusunda olumlu görüş belirten uzmanlar şu
görüşleri ileri sürmüşlerdir.
Türkiye’de
çevre konusunda bilgi isteyen herkes bilgi alabilir; ancak, toplumsal çevre
bilinci yeterli ölçüde gelişmediğinden bilgi almak isteyenlerin ve bunun hak
olduğunu bilenlerin sayısı oldukça azdır. Bu uzmanlara göre, Türkiye
Cumhuriyeti yurttaşlarının bu hakka sahip olduğu bir gerçektir. Ancak, bu
hakkın kolaylıkla ve etkin şekilde kullanılabildiği konusunda duraksamalar
vardır.
Bazı
uzmanlara göre, Anayasa’nın 56 ncı maddesi ile Çevre Kanunu ve bu Kanuna
dayanılarak çıkartılmış olan yönetmelikler toplumun çevre ile ilgili konularda
bilgi alma hakkını düzenlemektedir. Bu durumun en iyi örneği ise ÇEDY’ne göre
yapılan “Halkın Bilgilendirilmesi Toplantıları”dır. Bu toplantılarda önerilen
proje konusunda yerel halka bilgi verilmekte ve halkın istek ve görüşleri
kaydedilmektedir. Bu durum Türkiye’de bilgi edinme hakkının ve çevresel bilgiye
ulaşılabilirliğin önemli kanıtı olarak
görülmektedir.
Bazı
panel üyeleri de yerel yönetimlerin ulusal yönetime göre daha küçük gruplara
muhatap olduğunu ve bu nedenle bilgi alma isteklerini daha iyi izleyebilecek ve
uygun bilgilendirme kanallarını oluşturabilecek olanaklara sahip olduklarını
belirtmiştir. Bu üyeler atanmış ve seçilmiş yerel yöneticilerin tutumları
arasındaki farkın çok önemli olduğunu söylemişlerdir. Bu üyelere göre, halkın
bilinçlenmesi ve haklarından bilgili olmaları konusunda sivil toplum
kuruluşları da çok önemli rol oynamaktadır.
Çevre
konusunda kamu yönetimlerinin karar alma süreçlerine halkın katılımı
konusundaki ölçüte olumlu ya da olumluya yakın görüş belirtenler çeşitli
gerekçeler öne sürmüşlerdir. Bu gerekçelerin başında sivil toplum örgütleri
kamunun planlama ve karar alma süreçlerine sağladıkları katılım gelmektedirler.
Bu katkının önemli olduğunu belirten uzmanlar buna karşın katılımın etkililik
düzeyi konusunda aynı kararlı tutumu gösterememektedirler.
Bu
konuda öne sürülen bir başka görüş de ilgili kamu tüzel kişileri tarafından
mevzuat hazırlama sürecinde ulusal yönetimin kararlarına görüş vermek yoluyla
katılmaları ile ilgilidir. Buna ek olarak, özel ihtisas komisyonlarının
çalışmalarında olduğu gibi, DPT’nin 5 yıllık kalkınma planlarını hazırlama
süreci içinde gerçek kişi ve tüzel kuruluşların görüşlerini alması da başka
katılım örneği olarak gösterilmiştir.
İleri sürülen bir başka katılım örneği de “Çevre
Şuraları” olmuştur. Çevre ile ilgili sivil toplum kuruluşlarının,
üniversitelerin ve diğer ilgililerin çevre politikalarının görüşülmesi amacıyla
düzenlenen Çevre Şuraları’nda görüşlerini belirtebilmeleri bazı uzmanlarca olumlu
katılım örneği olarak değerlendirilmiştir.
Çevre
Kanunu’nun 30 uncu maddesinde yer alan ve ilgililere çevre sorunlarının
önlenmesini isteme hakkını tanıyarak çevresel konularda yargıya
ulaşılabilirliğe anlamlı işlevsellik kazandıran kavramın siyasal istenç
açısından katkılarını ölçmeyi amaçlayan düzenleme konusunda olumlu görüş
belirten uzmanların açıklamaları aşağıda verilmiştir.
Bazı
üyeler çok geniş alanda uygulanamasa da kriz durumuna dönüşmüş ve tepkisel
noktalara ulaşmış çevre olaylarında yargı yoluyla sonuç almada bazı başarılı
örnekler ortaya çıktığını belirtmişlerdir. Bu üyeler, bunalımlı durumlarda “iyi
ki yargı var” denildiğini belirtmekte ve olayın olumlu yanına karşın, bazı kamu
yöneticilerinin kendilerini yargı kararlarına uyma konusunda oldukça rahat
görmelerinin bu konudaki olumlu havayı sınırlandırdığını söylemektedirler.
Üyeler, bu konudaki görüşlerine Gökova, Yeniköy ve Yatağan termik elektrik
üretim santrallarına ilişkin davaların sonuçlarına karşın santrallarda üretim
etkinliklerinin durdurulmamasını buna karşılık davayı açan İzmir Barosu’nu
cezalandırmak amacıyla İzmir’in elektriğinin kesilmesini ve Bergama-Ovacık ile
ilgili kesin mahkeme kararına karşın altın çıkaran yabancı firmanın halen
çalışmalarını sürdürmesini örnek olarak göstermektedirler. Bu üyeler, bütün bu
olumsuzluklara karşın, Türkiye’de yargı yolunun çevresel sorunların önlenmesi
açısından etkili olduğunu belirtmektedirler. Bazı üyeler de son zamanlarda
artan çevre bilinci ile birlikte sözü edilen hukuksal olanağın yurttaşlarca
daha çok kullanılmaya başlandığını ileri sürmüşlerdir.
Bazı
panel üyeleri ise, bir çok Avrupa
ülkesinde, insan ve çevresi için sorun teşkil edecek en ufak davranış
için yargıya ulaşılabilirliği öngören yasal düzenlemeler yapılmış olduğunu belirterek
Türkiye’de 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun bu amaçla hazırlandığını ve çevresel
niteliklerin korunması ve geliştirilmesi açısından önemli yasal dayanak
oluşturduğunu belirtmişlerdir.
Bazı
üyeler de bu yoldaki olumlu görüşlerine karşın uygulamada ortaya çıkan durumdan
aynı ölçüde hoşnut olmadıklarını söylemektedirler. Bu üyeler yargılama
sürecinin uzun sürdüğünü ve ispat yükümlülüğünün davayı açan tarafa ait
olmasının yargıya başvurmak konusunda yurttaşları cesaretsizlendirdiğini
söylemektedirler.
Bazı
uzmanlar da yargıya başvurma olanağının zaman zaman yararlı olduğunu ancak,
zaman zaman da yatırımlar için engelleyici unsur olabildiğini belirtmektedir.
Bu uzmanlar görüşlerini gerekçelendirmek üzere İzmit Büyükşehir Belediyesi
tarafından yaptırılan İzaydaş Katı Atık Yakma Tesisi’ni göstermektedirler. Bu
üyeler, hukuksal olanaklara dayanılarak gösterilen toplumsal tepkilerin
varlığına kesin gereksinim duyulan ikinci İzaydaş tesisinin yapılamaması ile
sonuçlandığını söylemektedirler.
Bazı
üyeler de Çevre Kanunu’nun 30 uncu maddesi ile verilmiş olan bu hakkın olumlu
olduğunu ancak yurttaşlar tarafından yeterince bilinmediğini öne sürmüşlerdir.
Bu üyeler çevre ile ilgili uzmanlık mahkemelerinin yokluğunun açılan davaların
sonucunu olumsuz olarak etkilediğini düşünmektedir.
Çevre
konusunda siyasal istenç konusu irdelenirken üzerinde durulan ölçütlerden biri
de sürdürülebilir kalkınma ilkesinin mevzuat tarafından güvence altına alınıp
alınmadığı olmuştur. Bu yolda koşullu da olsa olumlu görüş belirten uzmanların
gerekçeleri aşağıda yer almaktadır.
Panel
üyesi bazı uzmanlar “sürdürülebilir kalkınma ilkesi”nin Anayasa tarafından
güvence altına alındığını ancak bu güvencenin uygulamada ne işe yaradığının
anlaşılamadığını söylemektedirler. Daha önce de belirttiğim üzere, 1982
Anayasası sürdürülebilir kalkınma ilkesine yer vermemiştir. Esasen vermesi de
beklenemezdi. Zira, eski Norveç Başbakanı Bayan Gro Harlem Brundtland’ın
başkanlığını yaptığı komisyonun yayınladığı ve sürdürülebilir kalkınma
kavramının irdelendiği temel bildirge olan “Ortak Geleceğimiz” 1986 yılında
yayınlanmıştır.
Bazı
uzmanlar da çevreye ilişkin mevzuatın Türkiye’de kapsamlı şekilde yeniden
oluşturulmasına devam edilmekte olduğunu belirterek kalkınmanın
sürdürülebilirliğini güvence altına alacak olan unsurun sürdürülebilir kalkınma
ilkesinin mevzuatta yer alması olmadığını ve önemli olanın bu kavramın
uygulamaya yansıtılabilme yeteneğinin geliştirilmesi olduğunu
belirtmektedirler. Bu üyelere göre mevzuat yeterlidir ancak sorun
uygulamadadır.
Bazı
üyeler de “sürdürülebilir kalkınma” ilkesinin sadece “çevrenin koruması” ile
ilgili boyutlarının Türkiye’de mevzuatla güvence altına alındığını ancak bu
ilkenin ekonomik ve toplumsal boyutlarının mevzuatta yeterli güvence altında
olmadığını ileri sürmüşlerdir.
Kavramın
mevzuatla güvence altına alındığını belirten kimi panel üyeleri de
sürdürülebilir kalkınma ilkesinin ilk kez üçüncü beş yıllık kalkınma planında
belirgin amaç olarak ortaya konulduğunu ve ilkenin daha sonraki planlarda da
sürdürüldüğünü belirtmişlerdir. Bu üyelere göre, DPT’nin hazırladığı kalkınma
planlarında “sürdürülebilir kalkınma” ilkesi önemle vurgulanmakta ve Çevre ve
Orman Bakanlığı’nın ana amaçlarından biri olduğu belirtilmektedir. Bu üyeler,
diğer bakanlıkların da bu kavrama yabancı olmadıklarını ve kendi çalışma
planlarında sürdürülebilir kalkınma kavramına yer verdiklerini söylemişlerdir.
Kalkınma planlarında “sürdürülebilir kalkınma” ilkesine yer verildiğini
belirten üyeler bununla birlikte kalkınma planlarındaki bazı kararların ve Özel
İhtisas Komisyonu bildirgelerindeki bazı saptamaların raflarda kalmasının
ülkemizde alışılmış konumuna geldiğini ileri sürmektedirler. Planlara ilgili benzer
eleştiri de “UÇEP” ile ilgili olarak ileri sürülmektedir. UÇEP’in
sürdürülebilir kalkınma ilkesi göz önüne alınarak hazırlandığını belirten
uzmanlar ancak UÇEP’in nasıl ve ne şekilde uygulamaya konulacağının
belirlenmemiş olmasının önemli eksiklik yarattığını söylemişlerdir. Bu üyeler,
UÇEP’in, esas olarak, DPT tarafından hazırlandığını ancak hazırlayıcı kurum
olan DPT ile uygulayıcı kurum olan Çevre ve Orman Bakanlığı arasında bu yolda
etkili işbirliği ve eşgüdüm sağlanamadığına dikkat çekmekte ve bu nedenle de
sürdürülebilir kalkınma ilkesinin UÇEP içinde yer almasının fazla anlam
taşımadığını belirtmektedirler.
Türkiye’de
çevre konusunda siyasal istenç olmadığını belirten uzmanlar da görüşlerini
çeşitli gerekçelere dayandırmışlardır. Olumsuz görüş belirten uzmanlar
Türkiye’de hükümetlerin çevre ile ilgili uygulamalarına bakıldığında siyasal
istencin zayıf görüldüğünü söylemektedirler. Bu üyelere göre, çevre Türkiye’de
hiç bir siyasal grup için öncelik alanı olmamıştır. Hükümetlerin bu yolda öne
sürdüğü temel özür ise “ülkenin öteki öncelikleri” olmaktadır. Bu üyeler hem
ulusal ve hem de yerel ölçekte henüz çevresel değerlerin korunması ve
geliştirilmesine ilişkin siyasal istencin gelişmemiş olduğunu ileri
sürmektedirler. Bunlara göre, Türkiye’de siyasal istenç çevre koruma öncelikli
değil ekonomik kalkınma önceliklidir ve sürdürülebilir kalkınma ilkesi geri
plana atılmıştır. Bu görüşte olan uzmanlar ülkemizde siyasal istencin ekonomik
çıkar ve kaygılar yönünden öncelikli olduğunu söylemekte ve bu görüşlerini
desteklemek üzere somut örnek olarak “2 b” statüsündeki orman alanlarının
siyasal güç sahipleri tarafından satılmak istenmesini göstermektedirler. Bu
üyelere göre, siyasal istence sahip olanlar Türkiye’de konunun önemini
yeterince anlamış değildir. Nitekim, bu uzmanlara göre, Çevre ve Orman
Bakanlığı da yetkisiz ve etkisiz bakanlıktır. Bu üyelerin ileri sürdükleri
diğer örnek de Türkiye’de günümüze kadar çevre konusunda çeşitli yasal
düzenlemeler yapılmış olmasına karşın bunların göstermelik etkinlikler olarak
kalmasıdır. Öne sürülen bir başka somut örnek de ulusal ölçekte çevre
sorunlarının çözümlenmesini güvence altına alacak akçalı destek, teknik araç ve
insangücünün siyasal istenç tarafından ilgili kamu yönetimlerine sağlanamamış
olmasıdır. Bazı uzmanlar da çevre için eğitimde, kamunun çevresel
örgütlenmesinde ve çevre ile ilgili yasal düzenlemelerde belli yere gelinememiş
olmasını siyasal istenç eksikliğinin göstergesi olduğunu belirtmektedirler.
Aynı uzmanlar, yerel yönetimlerde de çevresel konularda planlama ve karar alma
süreçlerinde ekonomik ve siyasal endişelerin etkili olduğunu ve gerçek ya da
tüzel kişilerin bu süreçlere katılmalarının ve etken olmalarının engellendiğini
söylemektedirler.
Türkiye’de
çevre koruma etkinliklerinin uluslararası sözleşmeler ve yükümlülükler
bağlamında yürütüldüğünü belirten bazı uzmanlar da gerçek anlamda çevre
korumacılığına yönelik ulusal politika ve siyasal istenç oluşmadığını
belirtmektedirler.
Olumsuz
görüş belirten uzmanlar, ülkemizde siyasal partilerle siyaset adamlarının çevre
konusunda yeterince duyarlı olmadıklarını söylemektedirler. Bu üyelere göre,
siyasal istenç çevresel değerleri korumaktan çok ellerine geçirdikleri iktidarı
kaybetmemek için oy kaygısını ön plana almaktadır. Bu üyelere göre, son 50
yılda orman alanlarının yok olmasına yol açan nedenlerin başında yapılan yasal
düzenlemeler gelmektedir. Bu yasal düzenlemeleri yapanlar da siyaset adamları
ve siyasal istenci temsil edenlerdir.
Bazı
panel üyeleri ise ülkemizde çevre konusundaki siyasal istenç yokluğunu çevre
olayının henüz tam ve doğru olarak anlaşılamamış olmasına bağlamaktadır. Bu
üyelere göre, çevre olayı siyaset adamları tarafından sadece sivil toplum
tepkisi ve sol eğilimli radikal siyasal hareket olarak görülmektedir. Yine, bu
üyelere göre, yalnızca siyaset adamları değil kamu yöneticileri de bu kavramdan
tamamen habersizdirler.
Sağlıklı
ve dengeli çevre ideali, ulusal ekonominin yönetimi ve ekonomik gelişme
açısından geriletici ve frenleyici araç olarak görülmektedir. Özellikle son
yirmi yılda ülke yönetiminde söz sahibi olmuş hiç bir siyasal istenç çevresel
değerlerin korunmasını öncelikli politika alanı olarak görmemiştir. Aksine
olarak, büyüme ve enflasyon gibi ekonomik sorunlar yaşayan ülkemizde çevre
konusu daha çok “lüks” ya da ekonomik
gelişme yolunda “ayakbağı” olarak görülmüştür. Politikacıların yanında kimi
sanayiciler de çevre olaylarını kendilerini ilgilendirmeyen cezalandırma aracı
gibi görmektedir. Onlara göre, çevre sorunları ile uğraşmak “lüks” ya da “ayakbağı” olmak niteliğindedir.
Büyük akçalı güçlerin kullanılmasını gerektiren yatırımlar çevre gibi
engellerle karşılaşmamalıdır. Bu durum özellikle Türkiye gibi ekonomik kalkınma
ve işsizlik sorununu çözmek durumunda olan ülkeler açısından acil
gereksinimdir. Bu savları öne sürenlerin sıklıkla yineledikleri başka sav da
gelişmiş ülkelerin bugüne değin çevresel koşulları kötüye kullanarak
zenginleştikleri ve şimdi doğal kaynakları kullanma sırasının azgelişmiş
ülkelere geldiğidir. Ancak, azgelişmiş ülkelerin gelişmesini istemeyen gelişmiş
ülkelerin çevre adı altında bu amaçlarına ulaşmak istedikleri ileri sürülmektedir.
Bu sav ülkemizde gerek politikacılar ve gerekse endüstri temsilcileri arasında geniş
yandaş topluluğu bulmaktadır.
Hatta kamuya ait endüstriyel tesislerin yöneticileri
de bu sava katılabilmekte ve çevre olaylarını bu gözle görmektedirler. Kamu
kurumları, özel kurumlara göre, çevre açısından daha da fazla zarar verici
olabilmektedir. Kamu yöneticileri arasında “Devlet bize çalışma konumuzda
ekonomik etkinliklerde bulunma görevi verdi; şimdi, ona engel olacak şeyler
istenemez” görüşü egemendir. Örneğin DSİ, TCK, TEAŞ gibi kurumlar da (tıpkı
özel kurumlar gibi ve hatta onlardan daha etkili olacak şekilde) denetim ve
izin almaya ilişkin ödevlerini yerine getirmemektedir. Kamu kurumlarının tümü
ÇED sürecini atlatabilmeyi başarı unsuru olarak kabul etmektedir. TEK’in mobil
elektrik üretimi santrali kavramına kendince tanım getirip ÇED sürecini
atlatması bunun en güzel kanıtıdır. Bu türden kavram kargaşalarını siyasal
istenç sahipleri de fazlasıyla benimsemiş görünmektedir. Siyasal istenci temsil
edenler “çevre” olayını “entellektüel fikir egzersizi” gibi gördüklerini açıkça
belirtmektedirler. Çevre konularıyla uğraşının
“aydın oyalanması” olduğunu ve hatta ütopik olduğunu düşünmektedirler.
Bu ve benzeri söylemlere dikkat çeken panel üyesi uzmanlar bu koşullar
altındaki ülkede çevreyi koruma ve geliştirme bağlamında siyasal istencin
varlığından söz edilemeyeceğini belirtmişlerdir.
Siyasal
istenç konusunda olumsuz görüş belirten uzmanların bu konudaki kararlarına
gerekçe yaptıkları görüşlerden bir başkası da çevre konusundaki toplumsal
bilinç azlığıdır. Bu üyelere göre, halk çevre konusunda bilinçsizdir. Halkın
çevre konusundaki bilinçsizliği siyasal istenç sahiplerini çevre konusunda
istenç geliştirmekten uzaklaştırdığı gibi siyaset adamları da halkın çevre ile
ilgili düşünce ve kaygılarını dikkate almadıklarından halkın çevre konusundaki
bilinçlenme düzeyi yeterince gelişmemektedir.
Panelde
yer alan uzmanların büyük bölümüne göre, yerel yönetimlerdeki çevre koruma
amaçlı siyasal istenç ulusal siyasal istence göre daha da zayıftır. Kâğıt
üzerinde bakıldığında yerel yönetimlerde çevre konusunda siyasal istenç var
gibi gözükmesine karşın çevre koruma etkinliklerini yürütmek ve çevre
altyapısını kurmakla görevli yerel yönetimlerde çevre koruma amacı diğer
amaçlara göre daha az öncelikli niteliktedir. Oysa Türkiye’de yerel siyasal
istenç sahiplerinin ulusal siyasal istenç sahiplerinden çevre konusunda farklı
düşünmesi için bir neden yoktur. Yerel yönetimler halka daha yakın olmaları
nedeniyle yerel toplumun çevre ile ilgili düşüncelerini daha yakından
bilebilmek durumunda olmalıdır. Temiz su, kanalizasyon, temiz yakıt temini ve
hava niteliklerinin korunması gibi altyapıya ilişkin sorunların çözümü
bağlamında ilk başvuru yerinin yerel yönetimler olması ve altyapıya ilişkin
proje sorumluluklarının da yerel yönetimlere ait olması bu kurumları çevre
sorunlarına karşı daha ilgili kılmalıdır. Oysa büyükşehir belediyeleri
dışındaki belediyelerde yerel çevresel değerlerin ve niteliklerin korunması ve
geliştirilmesi konusunda planlı ve yeterli akçalı kaynak ayrılmış ve uygulama
alanına konulmuş yerel çevre politikası yoktur. Akçalı yetersizlikler ekonomik
sorunlar ve personel yetersizliği nedenleri de eklenebilir. Bu nedenlerden
ötürü yerel yönetimler çevre alanında etkili siyasal istenç gösterememektedir.
Yerel
siyasal istenç konusunda bazı panel üyelerinin görüşleri daha da olumsuzdur. Bu
uzmanlar yerel yönetimlerin uygulamalarının genellikle çevresel değerlerin ve
niteliklerin daha çok bozulması yönünde şekillendiğini söylemişlerdir. Bu
üyeler, yerel yönetimlerde çevre mevzuatını uygulayacak teknik altyapı ve
yönetsel kadronun mevcut olmadığını belirtmektedirler.
Uzmanların
önemli bölümü ülkemizdeki yerel yönetimlerin çoğunda atık su arıtma,
kanalizasyon dizgesi ve katı atık giderme ve değerlendirme tesislerinin
yokluğuna dikkat çekmektedirler.
Yerel
yönetimlerin çevre konusunda siyasal istenç gösterememelerinin başka nedeni
olarak ulusal yönetimin yerel yönetimlerin çevre konusundaki isteklerine
duyarsız kalması ve istekleri yanıtsız bırakması gösterilmektedir. Bu yolda
görüş belirten panel üyelerine göre, yerel yönetimlerin isteklerinin yerine
getirilebilmesi için gereken yasal yetki, akçalı kaynak ve insangücü desteğinin
ulusal yönetim tarafından sağlanamaması yerel siyasal istencin oluşmasına engel
olmaktadır. Bu gerçek, bazı üyeleri Türkiye’nin dev nitelikli özeksel yönetim
yapısına sahip olduğunu vurgulamaya yöneltmiştir. Bu üyeler ülkenin özeksel
yönetim yapısına dikkat çekerek çevre koruma alanında yerel yönetimlerden daha
güçlü siyasal istenç beklenmemesi gerektiğine işaret etmişlerdir. Bu üyelere
göre, Türkiye’de yerel yönetimler -genel eğilim olarak- özekde benimsenen
politik tercihlerin uygulandığı alan olmak durumundadır. Bu nedenle, dönemin
egemen ekonomik ve toplumsal politikaları dışında çevre hizmetlerinin
niteliğini yükseltme ya da çevresel değerlerin korunmasına yönelik uygulamalar
ancak birer ayrıklık olmak durumundadır. Bu üyelere göre, bütün olarak bakıldığında yerel yönetimlerin
çevre koruma alanında siyasal istenç sahibi olduğunu söylemek olanaklı
değildir. Bu uzmanlar, son yirmi yılda ülkenin tek ve değişmez özeksel politik
tercih olan neo-liberal piyasalaştırma, özelleştirme ve deregülasyon [7]
politikalarının yerel yönetimlerde de egemen olduğunu ve kentsel rantı ön plana
çıkaran bu politikalar yüzünden çevresel değerlerin sürekli olarak ikinci
planda kaldığını ileri sürmüşlerdir. Bu üyeler Türkiye’de kamu yönetimlerinin
karar alırken halka danışma alışkanlıklarının yeterince gelişmemiş olduğuna ve
bu nedenle kararların çoğunlukla yerel halka ve ilgililere danışılmadan özeksel
yetkililer tarafından alındığına inanmaktadırlar. Yerel ölçekte kamu yönetimlerinin kararlarına halk katılımı olgusunu irdeleyen
üyeler de yöreden yöreye değişmekle birlikte yerel halk katılımın genelde fazla
anlam taşımadığını söylemektedirler.
Panel
üyeleri bazı kentlerde aydınların girişimiyle gerçekleşen gelişmeler dışında
çevresel konuların yerel yönetimlerin gündemine giremediğine dikkat
çekmektedirler. Bu üyelere göre, söz konusu bakış açısı yerel yönetimlerde
çevre koruma amaçlı siyasal istencin ne denli zayıf olduğuna işaret etmektedir.
Yerel
yönetimlerin imar planlarına ilişkin yaklaşımları yerel yönetimlerin çevre
alanındaki olumsuz siyasal istençlerine başka örnek olarak gösterilmektedir.
Panel üyesi uzmanların bir kesimi yerel yöneticilerin kent planlarında bozmayı
ilk düşündükleri yerlerin yeşil alanlar olduğunun herkesçe bilindiğine işaret
etmektedirler.
Yerel
yönetimlerin çevresel kuralları çiğneyenlere yaptırım uygulamadaki
isteksizlikleri yerel siyasal istencin olumsuzluğu konusunda ileri sürülen
başka gerekçedir. Uzmanlar, yerel yönetimlerin çevreyi kirleten kuruluşların
üzerine duyarlılıkla gittiğinin söylenemeyeceğini belirtmektedirler. Yerel
çevre yönetiminin kuralların uygulanması anlamında işlevsiz ve etkisiz olduğunu
belirten uzmanlar yerel yönetimlerde politik eğilimlerin, tercihlerin,
kayırmaların ve nüfuzun ön plana çıktığını belirtmişlerdir.
Siyasal
istenç konusunda göz önüne aldığım başka alt ölçüt olan çevre konusunda bilgiye
ulaşılabilirlik konusunda da bazı uzmanlar olumsuz görüş bildirmişlerdir.
Uzmanların önemli kesimi ülkemizde çevre konusunda yeterli bilgi birikimi
olmadığını düşünmektedir. “Bilgi, ancak varsa alınır” diyen uzmanlar
-Türkiye’de olduğu gibi- bilginin bulunmadığı veya güvenilir olmadığı yerlerde
tam gizlilik ilkesinin topluma egemen olacağını ve ülkemizde çevre konusunda bu
kuralın başarıyla uygulanmakta olduğunu belirtmişlerdir. Uzmanlar, halkın,
kendi parasıyla satın alınan ölçüm cihazlarının verilerine bile ulaşamaz
durumda olduğunu ve hatta üniversitelerde araştırma çalışmaları yapan
akademisyenlerin bile bu bilgilere ulaşmasının kolay olmadığını ve hatta
olanaksız olduğunu söylemektedirler.
Bilgi
ile ilgili başka sorun alanı da bilginin niteliğine ilişkindir. Panel üyesi
uzmanlar, ulaşılabilen bilgilerin de nitelik denetim sınavlarından
geçemediklerini ileri sürmektedirler. Bu bulgu, kanıma göre, bilgiye
ulaşılabilirliği ölçmekten daha da önemlidir. Zira doğru karar almanın ön
koşulu dayanılan bilginin doğru olmasıdır. Yanlış bilgiye dayalı olarak doğru
karar alabilmek olanağı yoktur. Çevresel bilginin azlığı yanında niteliğinin de
güvenli olmaması çevresel konularda bilgiye ulaşılabilirliğin ülkemizde sınırlı
olduğunu göstermektedir.
Çevresel
konularda bilgiye ulaşılabilirliği sınırlı bulan uzmanlar bürokratik işlemlerin
bilgi alma sürecini uzattığını ve sıkıntılı duruma getirdiğini
söylemektedirler. Her ne kadar 2004 yılında yürürlüğe giren “Bilgi Edinme
Kanunu” bilgiye ulaşma konusunda önemli açılımlar getirmekte ve bürokratik
süreçleri disiplin altına almaktaysa da aradan geçen sürenin sınırlı olması bu
alanda uygulamada ortaya çıkan sonuçların kesinleştirilmesine olanak
vermemektedir.
Çevresel
konularda bilgiye erişilebilirliği irdeleyen uzmanların belirttikleri
görüşlerden biri de kamu yönetiminin saydamlığına ilişkindir. Çevre ile ilgili
konularda merkezi yönetimin görüşlerini yazılı olarak almak daha da güçtür.
Yönetimin saydam olmadığını belirten uzmanlar çevre mevzuatındaki gizliliğe
ilişkin düzenlemelerden yakınmakta ve gizlilik davranışının “panik yaratmama”
ve “devlete olan güvenin sarsılmaması” gibi endişelerden kaynaklandığını
belirtmişlerdir. Uzmanlar bu konudaki yargılarına kısa süre önce ülkemizde
yaşanan çaylardaki radyasyon tehlikesinin gizlenmesini ve gemi söküm tesisleri ile gündeme gelen asbest konusunda özeksel
yönetimin halkı bilgilendirmemesini kanıt olarak göstermişlerdir.
Uzmanlar,
çevre konusunda bilgilere ve çevre ile ilgili yayınlara ulaşmanın güç olduğu
görüşündedir. Ulaşılan bilgiye bedel ödenmesi ve internet olanaklarının
sınırlılığı da bilgiye ulaşmanın sınırlılığını gösteren öteki kanıtlar olarak
ileri sürülmüştür. Kurulan ve çalışmakta olan “web” sitelerinde de
çevresel riskler konusunda yeterli bilginin yer almadığı belirtilmiştir.
Uzmanlar
çevre açısından kritik kabul edilen konularda gizliliğin egemen olduğunu ve
hatta bazı bilgilerin de taraflı olduğunu belirtmişlerdir. Anayasa’nın 56 ncı
maddesini içine alan bölümün başlığının temel hak ve özgürlüklerin konu
edildiği “kişi hak ve özgürlükleri” değil daha çok devletin bireylere sağlamak
zorunluluğunda olduğu hakları kapsayan “sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler”
olduğuna işaret eden uzmanlar bu nedenle bilgi edinme hakkının Türkiye’de insan
hakkı olarak kabul edilmiş sayılamayacağını söylemektedirler.
Panelde
yer alan bazı uzmanlar yasalarda yer alan şekliyle hukuksal düzenlemelerin
bireylerin bilgi alma haklarını kullanmalarını engellediği görüşündedirler.
Uzmanlar, bu durumun yalnızca çevre alanında değil her alanda geçerli olduğuna
inanmaktadırlar. Uzmanlara göre, bu sonuca yol açan asıl neden kamu
görevlilerinin, ait oldukları toplumsal kültürün de etkisiyle, kendilerini
bireylere bilgi verme sorumluluğunda görmemeleridir. Uzmanlara göre, kamu
görevlileri kendilerinin vatandaş için esasen en iyisini bildiklerine inanırlar
ve kendilerine açıkça bilgi verilmesi şeklinde emir verilmedikçe görev
sınırlarını yorumlama zahmetine girmezler. Uzmanlar, çevre konusunda bilgiye
ulaşamamada en büyük sıkıntının yasalardaki kısıtlamalardan çok kültürel ve
özellikle de örgüt iklimine ilişkin olduğunu belirtmişlerdir. Açıklanan
nedenlerle, ulusal ve yerel kamu yöneticileri çevreyle ilgili bilgileri
toplumda aktarmada cimri davranmaktadır.
Kamu yöneticileri ellerinde yeterli bilginin var olmaması veya politik
çekinceler nedeniyle ilgililere çevresel konularda bilgi vermekte yeterli
olamamaktadırlar.
Bazı
panel üyelerine göre, özeksel yönetimin özekteki ve taşradaki temsilcileri
çoğunlukla çevre sorunları konusunda bilgisiz, ilgisiz ve duyarsızdır. Bu tarz
bilgilerin kendilerinden talep edilmesini “fantazi” türde davranışlar olarak
görmektedirler.
Türkiye’de
hukuk devleti ilkesinin yeterince gelişmediğini belirten bazı uzmanlar
Türkiye’de kamu yönetiminin hukuk ile ilişkisinin “Anayasa bir kez delinmekle
bir şey olmaz” anlayışı çerçevesinde şekillenmiş olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Bu uzmanlara göre, içinde bulunulan koşullarda Anayasa’nın çevre hakkını insan
hakkı olarak tanımış olmasının uygulamada anlamlı karşılığı yoktur. Uzmanlar bu
görüşlerini desteklemek üzere Bergama altın madeni olgusunu kanıt olarak
göstermişlerdir. Danıştay’ın Bergama İlçesi’nin Ovacık yöresindeki altın madeni
işletmesinin izinlerini kesin olarak iptal etmiş olmasına karşın kamu
yöneticilerinin bu kararın gereği olarak maden işletmesini kapatmak yerine her
türlü hukuksuzluğa başvurarak madenin yıllardır eylemli olarak çalışmasını
sağlamış olmaları uzmanların bu konudaki görüşlerini dayandırdıkları önemli
toplumsal olgu olmuştur. Uzmanlar, bu “hukuk cinayeti”nin politik süreç
içerisinde değişen siyasal iktidarların tümü tarafından sürdürüldüğüne işaret
etmişlerdir.
Çevresel bilgiye ulaşılabilirlik konusunda yerel
yönetimler hakkında olumsuz görüş sahibi olan panel üyesi uzmanlar yerel
yönetimlerin ve yöneticilerin çevre konusunda yeterli bilgiye, altyapıya ve
duyarlılığa sahip olmadıklarına inanmaktadırlar. Bu üyelere göre, yerel
yönetimlerde profesyonel olarak çalışanlar konularında uzman değildir, konulara
küresel bakış açısıyla yaklaşamamaktadırlar, verdikleri bilgiler sınırlıdır ve
kararlar üst yöneticilerin güdümü altında alınmaktadır. Bu üyelere göre, yerel
yönetimlerin pek çoğu “çevre hakkı”nın gereklerini yerine getirebilecek ve bu
hakka dayanarak ortaya konan talepleri karşılayabilecek düzeyde siyasal ve
kültürel bilinç, kadro, teknik donanım ve deneyim birikimine sahip değildir.
Çevre
ve Orman Bakanlığı’nın bazı il müdürlüklerinin hazırladığı “İl Çevre Durum”
bildirgelerine değinen üyeler ise bu çalışmanın genellikle özeksel yönetimin
isteklerini yerine getirmeyi amaçladığını ancak yerel ilgililerin bu
çalışmalardan yararlanmalarının olanaklı olmadığını belirtmişlerdir. Uzmanlar,
ülkemizde “Çevre Durum Bildirgeleri”nin il müdürlüklerince yıllık olarak
hazırlandığını, bildirgenin ülkedeki ve illerdeki çevre sorunlarını
sorgulamaktan öte geçmediğini ve bu durumun önemli eksiklik olduğunu
söylemektedirler. Çevre Bakanlığı’nın görevlerinden birinin çevre ile ilgili
konularda belge hazırlama, yayın ve tanıtma etkinliklerinde bulunmak
olduğuna dikkat çeken uzmanlar bazı Çevre İl Müdürlükleri tarafından hazırlanan
“Çevre Durum Bildirgeleri”nin bakanlık bünyesinde ulusal ölçekte
bütünleştirilmemiş olmasını da önemli eksiklik olarak görmektedirler. Çevresel
sorunlar açıklıkla bilinmeden sorunlara çözüm bulmanın olanaksız olduğunu
belirten uzmanlar, ülke ölçeğinde güncel çevresel verilerin olmamasını, gerek
yaptırım, gerek karar alma ve gerekse planlama alanlarında olumsuz yönde etki
yarattığını söylemektedirler.
Türkiye’de
ulusal çevre durum bildirgesinin yokluğunu dile getiren ve buna envanter
eksikliğini de ekleyen uzmanlar yaygın bilgi ağı ile topluma ve yetkili kamu
birimlerine yeterli bilgi sunulmamasının çok büyük eksiklik olduğuna dikkat
çekmektedirler. Türkiye’nin AB ile çevresel bütünleşmesi açısından da yaşamsal
önem taşıyan “Çevre Durum Bildirgeleri”nin aday ülke Türkiye tarafından
hazırlanmamakta olması AB ile ilişkiler açısından ciddi kurumsal eksiklik
olarak kabul edilmesi gerektiği uzmanlarca dile getirilmiştir. Bir başka uzman
da, Akdeniz kıyılarındaki ve sulak alanlardaki büyük çaplı çevresel bozulmayı
görenlerin bu tür bildirgelerin eksikliğinin yaratacağı sakıncaları da
açıklıkla anlamaları ve görmeleri gerektiğini belirtmiştir. Uzmanlar, Türkiye’de
bazı göstermelik ve bireysel konu dışında yerel yönetimlerin kendi üzerlerinde
“Çevre Durum Bildirgeleri” hazırlamak ve topluma sunmak gibi bir baskı
duymadıklarını belirtmektedirler. Uzmanlar bu alanda varlığı saptanan sorunun
aslında bilgi edinmekle değil fakat yeterli düzeyde bilinçlenme ve anlamlı
sorular sorabilme yeteneğiyle ilgili olduğuna dikkat çekmektedirler.
İl
Mahalli Çevre Kurulu’na (İMÇK) değinen bazı panel üyeleri de bu kurula üye
olarak katılanların dahi bu eylemlerini il yönetiminin istemine uymak ve destek
vermek gibi algılamakta olduklarını bildirmişledir.
Yerel
toplumun çevre konusundaki duyarlılığını irdeleyen bazı üyeler de özelde
kentlerin önde gelenlerinin ve genelde vergi ödeyenlerin kendi yakın
çevrelerinde gözlemledikleri bazı kötü fiziksel görüntüler dışında çevre sorunlarına
ilgisiz kaldıklarını belirtmişlerdir. Bu üyelere göre, gerçek ya da tüzel
kişiler çevre konusundaki haklarının neler olduğu hakkında yeterli bilgiye
sahip değildirler ve bu alandaki haklarını korumak ve kullanmak isteyenler özeksel
yönetimin gizlilik politikası nedeniyle planlama ve karar alma süreçlerinde
yeterince etkinleşememektedir.
Halkın
çevre konusundaki kararlara katılma yeteneği konusunda olumsuz görüş belirten
panel üyesi uzmanlar katılma konusunda girişim gücünün özeksel yönetimin elinde
olduğunu ve halkın ya da temsilcilerinin
ancak kamu yönetimlerinin soru ve görüş sorması ve alınan yanıtları
uygulamalarına yansıtması ölçüsünde karar alma sürecine katılabildiklerini söylemektedirler. Bu üyelere göre, halk katılımı Türkiye’de
etkin değil edilgendir. Bu üyeler halk ya da temsilcilerinin
toplantılara genelde gözlemci olarak çağrıldıklarını ve toplantılar genellikle
Ankara’da yapıldığı için sınırlı sayıda kuruluşun bu toplantılara katılma
olanağına sahip olabildiğini belirtmektedirler. Bu üyelere göre, toplantılarda
kararlar çoğu kez önceden alınmakta ve daha sonra kamuoyunun bilgisine
sunulmaktadır. Bu bağlamda, ulusal plan ve programlar hazırlanırken dahi halk
tarafından belirtilen görüşlerin dikkate alınmadığı öne sürülmüştür. Türkiye’de
gerçek ya da tüzel kişilerin çevresel konularda özeksel yönetimin planlama ve
karar alma süreçlerine katılmadıklarını belirten üyeler bunun nedeninin katılım
süreçlerinin yeterince açık olmaması olduğunu ileri sürmekte ve bu konuda
Anayasa’da yer alan “dilekçe hakkı”nın kararlara katılma açısından yeterli
olmadığını belirtmektedirler. Katılım konusunda Çevre ve Orman Bakanlığı’nın
tutumuna dikkat çeken üyeler de bu bakanlığın hazırladığı kanun, tüzük ve
yönetmelik taslakları ya da bunların değişiklikleri konusunda ilgili yanlardan
görüş sorduğunu ancak bu görüşlere fazla itibar etmediğini söylemişlerdir.
Katılım
konusunda hem olumsuz ve hem de olumlu görüş belirten uzmanların görüşlerini şu
şekilde özetlemek olanaklıdır: Halkın çevre konusunda kamusal karar alma
sürecine katılması konusunda yasal engel ya da sıkıntı yoktur. Özeksel
yönetimin karar alma süreçlerini kalkınma planları, programları ve yasa
taslaklarını hazırlama olarak ele aldığımızda geniş katılıma olanak veren
dizgenin var olduğu görülmektedir. Kalkınma planları her beş yıllık dönemde
yeniden hazırlanırken hemen her sektörde kurulan özel ihtisas komisyonları
kamu, sivil toplum, özel sektör, üniversiteler ve hatta konu ile ilgili
olduğunu belirten bireyleri de içine alan çalışma grupları aracılığıyla
sorunları bütün boyutları ile tartışmakta ve öneriler geliştirmektedir. DPT, bu
komisyonların bildirgelerinden de yararlanarak, politika ve programlarını
oluşturmakta, öngörülen kurumsal düzenlemeler ve uygulamaya ilişkin
değişiklikler de daha sonraki süreçte yasa tasarıları şekline
dönüştürülmektedir. Kararların oluşumu sürecinde ve başlangıç aşamasında geniş
katılım söz konusudur. Ayrıca, yasa tasarı veya taslaklarına ilişkin görüşler
istendiğinde ilgili kurumlar görüşlerini sivil toplum ve akademisyenlerle
görüşerek ilgililere iletmektediler. Ancak, ner var ki, bu yöntem işlevsel
değildir. Sonuç itibarıyla hangi konuların gündeme gelmesi gerektiği hakkında
kabaca katılımcılıktan söz edilebilir. Ancak, asıl önemli olan ayrıntıların
belirlenmesinde katılımcılıktan söz edebilmek olanaklı değildir. Ayrıca, yasa
taslaklarına görüş bildirme aşaması genellikle kısa süren ve kamuoyunun fazlaca
bilgilendirilmediği bir süreçtir. Bilgi sahibi olmadan da katılımcılık olamaz.
Özeksel yönetimin planları yeterli ölçüde saydam değildir ve toplumun katkısı
bu planlara etken şekilde yansıtılmamaktadır. Bu üyeler, özellikle uluslararası
alandaki ilişkiler ve üstlenilen sorumluluklar ve çeşitli projeler yoluyla
kurulan kent meclisleri, HABITAT çalışmaları, çocuk ve kadın meclisleri gibi
oluşumların yerel toplumun yerel yönetimlerle ilişki ve diyalog kurmasını
kolaylaştırmakla birlikte, çevre konularında çıkar gruplarının daha baskın
çıktığını, çevreyi gözeten grupların ise yeterli ve doğru bilgiye sahip
olamadıkları için sürecin içinde bulunan ancak alınan son kararlarda kısıtlı
etkiye sahip olan taraf olarak kaldıklarını belirtmişlerdir.
Bazı
üyeler de soruna il özel idareleri açısından bakmakta, çeşitli illerin “İl
Genel Meclisleri”nde kurulan “çevre komisyonları” gibi örneklere değinmekte ve
bu komisyonların etkili şekilde
çalıştırılmasının sağlanamadığına işaret etmektedirler.
Bazı
panel üyeleri, yerel yönetimlerce yapılan kent planlarında ve düzenlenen
ihalelerde yeterli saydamlığın oluşmadığına dikkat çekmişlerdir.
1993
yılında Rio de Janeiro’da yapılan “Dünya Çevre ve Kalkınma Konferansı”ndan
sonra yerel katılım açısından adından sıkça söz edilen ve bu açıdan oldukça iddialı
girişim olan “Yerel Gündem
Bazı
üyeler ise katılım konusundaki olumsuz görüşlerini ÇED sürecini örnek
göstererek desteklemek istemişlerdir. Özeksel yönetimin ÇED sürecinde halkın
bilgilendirilmesi olgusunu bile henüz yeterince özümseyemediğini söyleyen bu
üyelere göre katılım kavramı Türk kamu yönetimi iklimine uygun düşen kavram
değildir. Bu yolda görüş belirten bir üye şunları söylemektedir: “TMMOB
Çevre Mühendisleri Odası, Anayasa’nın 135 inci maddesinde tanımlanan 66 ve 85
sayılı KHK ve 7303 sayılı yasa ile 6235 sayılı Yasa’ya göre kurulmuş kamu
kuruluşu niteliğinde meslek kuruluşudur. Bu özelliği ile çevre ile ilgili tüm
yasal düzenlemelerin tarafı olması gerekirken, özellikle son dönemde, katılım
süreçlerinin dışında tutulmakta ve bütün düzenlemeleri dışarıdan izlemek ve
sürece zorla girmek olmak zorunda akılmaktadır.”
Siyasal
istenç konusunda üzerinde önemle durduğum başka alt ölçüt de çevresel konularda
yargıya ulaşılabilirlik olmuştur. Türkiye’de yargıya ulaşılabilirlik konusunda
olumsuz görüş belirten panel üyesi uzmanlar bu görüşlerini aşağıdaki
gerekçelere dayandırmışlardır. Bazı üyelere göre, polisiye önlemlerle çevre
korunamaz ve yargı yolu da bu tür polisiye önlemler arasındadır. Bu üyeler
yargılama sürecinin çok uzun olmasının Çevre Kanunu’nun 30 uncu maddesi ile
getirilen olanağın önemini azalttığını vurgulamışlardır. Ülkemizde son derece
ağır işleyen yargı sürecinin yurttaşlarımızın bu hakkı kullanmalarında
caydırıcı etkiye sahip olduğunu söyleyen üyeler Çevre Kanunu’nun vatandaşlara
vermiş olduğu hakkın vatandaşlar tarafından yeterince bilinmediğine işaret etmişlerdir.
Bu üyeler, ülkemizde çevresel bilinç düzeyinin yetersiz olduğunu ve toplumun
genel olarak kirlilik içinde yaşamasına karşın tepki vermediğini ve itiraz
etmediğini belirterek halkın yeterince örgütlenememesinin bu sonuca yol açan
temel etmen olduğunu belirtmişlerdir. Çevre Kanunu’nun söz konusu maddesinin
yurttaşlara verdiği hakkın kullanımı genele yayılmış olmadığından çevresel
niteliklerin korunması ve geliştirilmesi açısından etkili olamadığı konusunda
uzmanlar görüş birliği içine girmişlerdir. Uzmanlara göre, Türkiye’de yurttaş
olma bilinci düzeyi yeterli olmadığı için 2872 sayılı Çevre Yasası’nın 30 uncu
maddesine dayanarak dava açma hakkı yeterli düzeyde kullanılamamaktadır.
Kimi
panel üyelerine göre, toplumsal sorumluluk Türkiye’de yeterince gelişmemiştir;
vatandaşlar çevre sorunundan kısa erimde ve doğrudan etkilenmiyorsa bunu dert
etmemektedir ve gelecekte ortaya çıkabilecek çevre sorunlarına karşı ise
“Yarına Allah kerim” yaklaşımını uygulamaktadırlar. Bu üyeler, ancak, yasaların
öncülük rolünün önemine inandıklarını ve bu alandaki genel eğitim düzeyinin
artmasıyla birlikte yargı yolunun etkinlik kazanacağını söylemektedirler.
Bazı
panel üyelerine göre, bu konuda sonuçsuz kalınmasının nedeni kamu
yöneticileridir ve kamu yönetimlerinin oyalayıcı taktikleri nedeniyle hukuksal
alanda kazanılan edinimler uygulamada sonuç vermemektedir. Bu üyeler bu konuda
Çevre Bakanlığı aleyhine açılan davanın kazanılması sonucu iptal edilen
yönetmelik hükmünün Bakanlık tarafından başka yönetmeliğin içerisinde yeniden
yürürlüğe konulmasını örneğini vermektedirler.
Türkiye’de
sürdürülebilir kalkınma ilkesine inanılmadığını belirten bazı panel üyesi
uzmanlar bu kavramın Türkiye’nin de taraf olduğu çevre koruma alanında
yürürlüğe konulmuş uluslararası metinler nedeniyle Türk çevre kamuoyunun
gündeminde yer aldığını ancak Türk çevre mevzuatı genel olarak ele alındığında
ekonomik gelişme endişesinin daha öncelikli olduğunun görüldüğünü
belirtmişlerdir. Bu üyelere göre, “Sürdürülebilir Kalkınma Kavramı” Türkiye’de
tam olarak tanımlanmamış ve anlaşılamamıştır. Sürdürülebilir kalkınma ilkesine
Anayasa’da yer verilmemiş olması bu üyeler tarafından kavramın Türkiye’de
benimsenmemiş olmasına yol açan temel etmen olarak görülmektedir. Bu görüş
sahiplerine göre, Çevre Kanunu’nda kirlilik boyutuna önem verilerek çevre
koruma boyutunun ihmal edilmiş olması sürdürülebilir kalkınma ilkesi ile ters
düşmektedir. Türkiye’deki çevre politikalarının başlangıçta yalnızca ortaya
çıkan kirlilikleri giderme amacına dayandığını belirten uzmanlar daha sonraki
yıllarda önleyici politikaların ve son dönemde de sürdürülebilir kalkınma
anlayışının ön plana çıkmaya başladığını ileri sürmektedirler. Türkiye’de
çevreye ilişkin temel mevzuatın çok dağınık olduğunu belirten uzmanlar bu
dağınıklığın dahi tek başına sürdürülebilir kalkınma kavramının henüz
ilgililerce tam olarak benimsenmediğini gösterdiğini söylemektedirler.
Uzmanlara göre, söz konusu ilke kalkınma planlarında ve yıllık uygulama
programlarında dahi henüz anlamlı bütünlüğe kavuşamamıştır. Panel üyesi
uzmanlara göre, “Sürdürülebilir Kalkınma” ilkesi ithal kavramdır, uygulamaya
indirilememiştir, yönetilenlerce anlaşılamamıştır ve
bu alanda yapılan düzenlemeler soyut kalmıştır.
Panel
üyesi uzmanlara göre, Türkiye’de temel çevre mevzuatı (Anayasa, Çevre Kanunu,
su ve hava niteliklerinin yönetimi yönetmelikleri ve diğerleri)
sürdürülebilirlik kavramını içermemektedir. Bu tür hukuk belgelerinde daha
sonra yapılan değişiklikler sırasında dahi bu temel ilke gündeme
getirilememiştir. Yasal düzenlemelerin yeterli ve birbirleri ile uyumlu
olmadığını belirten uzmanlar “Sürdürülebilir Kalkınma” ilkesinin mevzuatta
güvence altına alınamadığını belirtmektedirler. 4737 sayılı ve 2002 tarihli “Endüstri
Bölgeleri Kanunu”nun bu sonucu destekleyen en önemli kanıt olduğunu belirten
uzmanlar “yüzer-gezer elektrik santralleri”nin de mevzuatın yetersiz olduğunu
gösteren güçlü kanıt olduğunu söylemişlerdir.
Uzmanlar,
Türkiye’yi yönetmiş ve yönetmekte olanların “sürdürülebilir kalkınma” gibi
kaygısı olmadığını belirtmektedir. Beş Yıllık Kalkınma Planları’nın
hazırlıklarına ilişkin çalışma bildirgelerinde sürdürülebilirlik ve kalkınma
sözcüklerinin kullanılmakta olduğuna değinen uzmanlar plan metninde ve yıllık
programlarda da benzer anlatımlarla karşılaşılabilindiğini ancak bu söylemlerin
uygulanabilir nitelikte olmadıklarını ve uygulamada bu yargının doğrulandığını
ileri sürmektedirler. Uzmanlar, sürdürülebilir kalkınma ile ilgili ulusal
bildirgelerin ve özellikle Çevre Bakanlığı’nın “web” sitesinde de yer
alan bildirgelerin birer “temenni” bildirgesi olduğunu ve Türkiye’ye bildirge
nasıl yazılır konusunda çalışanlara eğitim vermekten başka amacı olmadığını
söylemektedirler. Uzmanlar, bunun da ötesine geçerek, değişikliğe konu olan
çevre yönetmeliklerinin “sürdürülebilir kalkınma ilkesi”ne aykırı olarak
düzenlenmekte olduğunu ileri sürmektedirler. Bu bağlamda verilen örnek 6
Haziran 2002’de ÇED Yönetmeliği’nde yapılan değişikliktir. Uzmanlar, bu
koşullar altında sürdürülebilir kalkınma ilkesine UÇEP’te yer verilmiş
olmasının fazla anlam taşımayacağını düşünmektedirler.
Uzmanlar,
Türkiye’de sürdürülebilir kalkınmadan daha öncelikli olguların var olduğuna
inanıldığını, ekonominin gelişmesi ve
güçlenmesine ilişkin kararların daha öncelikli olarak kabul edildiğini
ve sonuç olarak çevre konusunun daha gerilerde kaldığını belirtmektedirler.
UÇEP’in
yabancı uzmanlar tarafından hazırlandığına işaret eden panel üyeleri kalkınma
planlarında “sürdürülebilir” kalkınma kavramının “sürekli” kalkınma olarak
algılandığını ileri sürmektedirler. Uzmanlar, bu konudaki görüşleri için enerji
öncelikli yatırımlarda çevre etmeninin çözümlemelerin dışında bırakılmasını
kanıt olarak göstermişlerdir.
Çevre
konusunda izlenecek stratejilerin, yapılacak yeni planların ya da plan
değişikliklerinin ilgililerin katılımıyla daha sağlıklı şekilde
gerçekleştirilmesi gerektiğini belirten panel üyeleri bunun ancak mevcut durum
hakkında topluma yeterli bilgi verilmesiyle sağlanabileceğini ve bu şekilde
davranmanın özeksel yönetimin topluma bilgi verme yükümlülüğünü yerine getirmiş
olacağı anlamına geleceğini bildirmişlerdir. Uzmanlar, UÇEP’in hiç bir zaman
uygulanma şansına kavuşamadığını belirtmişler ve -bundan daha önemli olarak-
UÇEP’in beş yıllık kalkınma planının bütünleyici bir parçası da olmadığını
ileri sürmüşlerdir.
2.1.3
Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme: Siyasal İstenç
Türkiye’de
ulusal siyasal istenç konusunda uluslararası uzmanlar net bir görüş ortaya
koyamamışlardır. Buna karşılık ulusal uzmanların görüşü açık ve nettir. Ulusal
uzmanlar arasında yalnızca valiler (tümü değil) öteki grupların aksine olarak
ülkede çevrenin korunması konusunda siyasal istenç bulunduğuna inanmaktadır. Bu
konudaki en olumsuz görüş sahipleri ise sivil toplum temsilcileri alt grubu
olmuştur. Yerel yönetimlerdeki siyasal istenç konusunda ise yalnızca belediye
başkanları ile kaymakamların diğer ulusal ve uluslararası uzmanlara göre daha
olumlu bir çizgiye sahip oldukları görülmektedir.
Çevre
hakkının ulusal düzeyde uygulanması konusunda yalnızca uluslarası uzmanlar ile
valiler arasında görüş birlikteliğine varılamamıştır. Diğer gruplar Türkiye’de
çevre hakkının gerçekleşme biçimini olumsuz olarak yorumlamaktadırlar. Çevre
hakkının yerel düzeyde gerçekleşmesi konusunda uluslararası uzmanlar göreli
olarak olumlu görüş belirtirken diğer gruplar olumsuzluk konusunda görüş
birliği içinde görülmektedir. Çevre Kanunu’nun 30 uncu maddesinin getirdiği
çevre sorunları ile ilgili olarak yargıya başvurma hakkının kullanılması
konusunda yalnızca uluslararası uzmanlar ile akademisyenler arasında göreli
olarak olumlu görüş egemen olmuştur. Olumlu görüş daha çok kurmay nitelikli iş
ve hizmet üreten alt grupta görülmektedir. Diğer gruplar yargıya ulaşma konusunda
olumsuz görüş belirtmişlerdir. 1982 Anayasası’nın, Türkiye’deki temel çevre
mevzuatının, ulusal kalkınma planları ile yıllık yatırım programlarının ve
UÇEP’in sürdürülebilir kalkınma ilkesini güvence altına alma potansiyeli
konusunda en olumsuz görüşlerin akademisyenler tarafından sergilendiği
görülmüştür. Anayasa ve temel çevre mevzuatının sürdürülebilir kalkınmayı
güvence altına almış olması konusunda en fazla sayıda olumlu görüş çevre
yöneticileri alt grubunda görülmüştür.
Kalkınma planları ile yıllık uygulama programlarının sürdürülebilir
kalkınma ilkesini etkili olarak düzenlemiş olmaları konusunda ise en olumsuz
görüş kurmay nitelikli hizmet üretenler alt grubundan gelmiştir. Kurmay hizmet
üretenlerden oluşan alt grup UÇEP konusunda da olumsuzluk belirten tek grup
olmuştur. Diğer alt grupların UÇEP’e bakışı göreli olarak olumludur. Çevre
Durumu Bildirgesi konusunda ise tüm gruplar olumsuz ve hatta çok olumsuz görüş
belirtmişlerdir.
2.2 ÇEVRESEL AMAÇ VE HEDEFLER
2.2.1 Kuramsal Açıklama
Amaç ve hedef kavramları sıklıkla aynı anlamda
kullanılmaktadır. Ancak, üzerinde duracağımız konunun açıklanması bakımından
söz konusu iki kavramın anlamlarının ayrıştırılması gerekmektedir. “Amaç” kavramı
varılmak istenen ideal ve genellikle soyut sonucu anlatır. Buna karşılık, “hedef” kavramı
ulaşılmak istenen ölçülebilir ve somut sonuçlardır.
Çevre yönetimi ister ulusal ve isterse yerel düzeyde
olsun yukarıda belirtilen tanımlara uygun şekilde amaç ve hedeflerini açıklık
ve kesinlikle ortaya koymalıdır. Bu çerçevede çevre yönetimlerinin amaçlarının
şunlardan ibaret olduğu söylenebilir: risk değerlendirme ve yönetme, ekolojik
ve çevresel dizgelerin taşıma kapasitelerinin yönetimi ve geliştirilmesi ve
yaşam niteliklerinin iyileştirilmesi.
Çevresel ve gelişmeye ilişkin kararların alındıkları
her düzeyde bütünleştirilmesi, çevre kirliliklerinin ve sorunlarının önlenmesi,
kıt kaynakların ve kaybolmakta olan türlerin korunması, çevresel etki
değerlendirmesi dizgesinin kurumsal yapısının geliştirilmesi, çevresel veri
bankaları ve envanterler oluşturulması ve kurumsal odak noktaların saptanması
ve geliştirilmesi pek çok ülkede çevre yönetimlerinin başat amaçları olarak
kabul edilmiştir. Ancak, çevresel hedeflerin belirlenmesi çevresel amaçların saptanmasından
daha çok öneme sahiptir. Etkili çevre yönetimi alıcı ortamları sürekli olarak
ölçerek izlemeli, mevcut durumu saptamalı ve gelecekte ulaşılmak istenen çevre
niteliğini sayısal ve ölçülebilir değerlerle ortaya koymalıdır. Bu değerler
alıcı ortam ölçünleri şeklinde olabileceği gibi çevre master planları içinde ya
da yöreye özgü optimizasyon planları içinde de yer alabilir.
Yukarıda belirtilen kavramlar açısından Türkiye’nin
içinde bulunduğu koşullar irdelendiğinde çevresel amaçların çeşitli yasalarda
ve yönetmeliklerde belirtilmiş olduğu görülmektedir. Buna ek olarak, alıcı
ortam, boşaltma ve salım ölçünlerinin de geliştirilmiş ve uygulama alanına
konulmuş olduğu görülmektedir. Ancak bu alanda iki temel boşluğun bulunduğu
anlaşılmaktadır: çevre ölçünlerinin uygulanması ya da ölçünlere uyum düzeyinin
denetimi konusunda yaşanan yetersizlikler ve alan bazında optimizasyon projelerinin
yokluğu. Bu bağlamda Türk çevre yönetiminin temel başarısızlığı çevresel kural,
norm ve ölçünlerin uygulanması ve sorumluların bunlara uyum yeteneklerinin
denetlenmesi konularında yaşanmakta olan yetkinlik düzeyi eksikliği
belirtisinin (sendromunun) yol açtığı sorunlarla ilgilidir. Çevresel normların
yürütülmesi sırasında yaşanmakta olan gelişigüzellik, yetersizlik, verimsizlik
ve etkili çevresel denetim dizgesinin hem ulusal ve hem de yerel düzeyde
yokluğu çevre suçlularına içinde serbestçe ve bağnazca hareket edebilecekleri
geniş alan bırakmaktadır. Konuyu daha da içinden çıkılmaz kılan olgu ise belirli
alanda kirlilik düzeyinin istenen düzeye indirilmesini amaçlayan optimizasyon
projelerinin henüz geliştirilememiş ve uygulama alanına konulamamış olmasıdır.
2.2.2 Araştırma Sonuçları
Yapılan bu açıklamalara dayanarak panel üyelerine
çeşitli sorular yöneltilmiştir. Sorular ve alınan yanıtların dağılımına ilişkin
bilgiler aşağıda verilmiştir.
ÇİZELGE 2 ÇEVRESEL AMAÇ VE HEDEFLER |
|||
ALT
ÖLÇÜTLER |
O |
SS |
OYDAŞMA |
1.
“Amaç” kavramı ideal olarak ulaşılmak istenen
son noktalar/durumlar ve “Hedef” kavramı ulaşılmak istenen ölçülebilir, sayısallaştırılabilir ve somut son
noktalar/durumlar olarak tanımlanırsa, Türkiye’de ulusal çevre yönetiminin
amaç ve hedeflerinin belirlenmiş olduğu ifade edilebilir. |
3.61 |
0.96 |
OLUMSUZ |
2.
“Amaç” kavramı ideal olarak ulaşılmak istenen
son noktalar/durumlar ve “Hedef” kavramı ulaşılmak istenen ölçülebilir, sayısallaştırılabilir ve somut son
noktalar/durumlar olarak tanımlanırsa, Türkiye’de yerel yönetimlerin çevre
yönetimlerinin amaç ve hedeflerinin belirlenmiş olduğu ifade edilebilir. |
4.00 |
0.54 |
OLUMSUZ |
ORTALAMA |
3.81 |
0.75 |
OLUMSUZ |
Çizelge
2’de verilen sonuçlar çevresel amaç ve hedeflerin ülkemizde gerek ulusal ve
gerekse yerel ölçekte yeterli düzeyde saptanmamış olduğunu açıklıkla ortaya
koymaktadır. Yapılan çözümlemeler uluslararası uzmanlar ile endüstriyi temsil
eden panel üyelerinin bu konuda ikiye ayrıldıklarını ancak buna karşılık öteki
üyelerin bu konuda tam oydaşlık içinde olduklarını göstermektedir. Ulusal çevre
yönetimi ile karşılaştırıldığında yerel düzeydeki çevre örgütlerinin bu alanda
daha çok başarısız oldukları anlaşılmaktadır. Bu nedenlerle, ülkede hem ulusal
ve hem de yerel düzeyde çevresel amaç ve hedeflerin açık ve kapsamlı şekilde
saptanmadığı, yasalaştırılmadığı ve uygulanmadığını söylemek yanlış
olmayacaktır. Çevresel amaçların ilgili mevzuatta sayılmış olması ise genelde
rafta kalmaları nedeniyle anlam taşımamaktadır.
Daha
önce de belirtildiği gibi, birinci turda panel üyeleri yanıt seçenekleri
üzerinde karar verirken aynı zamanda bu kararlarının gerekçelerini de
açıklamışlardır. Çevresel amaç ve hedeflerle ilgili olarak olumlu görüş
belirten üyeler şu gerekçeleri kararlarına esas olarak göstermişlerdir: Amaç ve
hedefler hem ulusal mevzuat ile ve hem de çevre konusunda taraf olunan
uluslararası sözleşmelerle belirlenmiştir.
Çevre Kanunu’nda ve bu Kanun’a dayanılarak hazırlanan çevre yönetmeliklerinde
ve diğer bazı bakanlıkların görev alanlarını belirleyen mevzuatta çevrenin
korunması ve çevresel kirlenmelerin önlenmesi ulusal bir “amaç” olarak ortaya
konmuştur. Bu mevzuatta “ölçülebilir hedef”lere de yer verilmiştir. Bu üyelere
göre, hava, su ve toprak niteliklerinin korunması konusundaki hedefler
mevzuatta açık olarak belirlenmiştir. Olumlu görüş belirten üyeler yetkili ve
sorumlu kamu yöneticilerinden bu hedeflere uymalarının istendiğini belirtmişler
ve hem uygulama koşullarının ve hem de elde edilen sonuçların çevre üst
yönetimi tarafından izlendiğini bildirmişlerdir.
Amaç ve
hedeflerin yeterliliği konusunda olumsuz görüş belirtenler ise görüşlerini
aşağıda sıralanan gerekçelerle desteklemişlerdir: Türkiye’nin çevre master
planının olmadığına dikkat çeken bazı üyeler ulusal amaç ve hedeflerin
belirlenmemiş sayılamayacağını ileri sürmüşlerdir. Bazı üyeler de amaçların
göreli olarak belirlenmiş olduğunu ancak hedeflerin açık ve kesin olmadığını
belirtmişlerdir. Bu üyeler yapılmakta olan yönetmelik değişikliklerinin ve yeni
yönetmelik çalışmalarının çevrsel hedeflerde açıklık sağlamak amacını
taşıdığını ancak bu çalışmalardan her zaman olumlu sonuç alınamadığını ileri
sürmektedirler. Bu üyeler ÇEDY’de yapılan değişikliği örnek olarak
vermektedirler. Bu üyelere göre, ÇEDY’de bürokratik süreçlerin azaltılması
amacıyla yapılan değerlendirme süresinin kısaltılması, ilgili kurum
görüşlerinin artık alınmaması ve merkeze bağımlı hareket etme gibi
değişiklikler ÇED sürecine ilişkin değerlendirmelerin yüzeysel kalmasına neden
olmuştur. Bir başka grup üye de UÇEP’te dahi hedeflerin açıklıkla belirlenmemiş
olduğunu ileri sürmüştür. Bu üyelere göre, kurumların çevre ile ilgili görev
alanlarındaki amaç ve hedefler belirli bir bütünlük gösterecek şekilde
saptanmamıştır. Üyeler, AB uyum süreci
nedeniyle hazırlanan Ulusal Program’da da aynı eksikliklerin var olduğunu ve bu
eksikliklerin Ulusal Plan’ın değiştirilmesi yoluyla giderilmeye çalışıldığını
belirtmişlerdir.
Bazı
üyeler ise amaç ve hedefler var olduğunu ancak bunları geliştirecek
politikaların belirlenmemiş olduğunu söylemişleridir. Bu uzmanlar, bazı
durumlarda belirlenmiş olan amaç ve hedeflerin özellikle zaman boyutu göz önüne
alındığında aşırı iyimserlik taşıdığının gözlemlendiğini söylemişlerdir. Bu
üyeler, Türkiye’de hedefe ilişkin tanımlamaların kâğıt üzerinde kaldığına ve
varsayımlara dayalı olduğuna inanmaktadır. Hedeflerin belirlenme biçimini
eleştiren üyeler hedeflerin en üst düzeyde karar verme orununda bulunanların
kişisel görüş ve isteklerine göre belirlenme alışkanlığının var olduğunu ve
hedefin elde edilmesi için gerekli girdilerin ve kaynakların yeterlilik durumu
dikkate alınmadan hedefler saptandığını söylemektedirler.
Uzmanlar
konunun yerel yönetimler açısından daha da olumsuz görünüm içinde bulunduğuna
inanmaktadırlar. Bu üyeler, çeşitli
yasal düzenlemelerle hedefler belirlenmiş olsa bile teknik donanım,
altyapı, nitelikli personel ve akçalı kaynak yetersizliği yanında ve yerel
yönetimlerin içinde bulunduğu ekonomik bunalım nedenleriyle yerel yönetimlerin çevresel hedef belirlemede
yetersiz kaldıklarını belirtmektedirler. Üyelerin bir kesimi bu bağlamda
büyükşehir belediyesi ve normal belediye ayrımı yaparak büyükşehir belediyeleri
dışındaki belediyelerde çevresel hedef belirleme anlamında çalışma
yapılmadığını söylemektedirler. Üyeler, yerel yönetimlerin uzun vadeli dizge
oluşturmalarının kolay olmadığını ve yerel yöneticilerin bakış açılarındaki
farklılaşma ve seçim dönemlerini esas alan çalışma alışkanlıklarının bu
alandaki yetersizliğin temel nedenleri olduğunu belirtmişlerdir.
2.2.3
Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme:
Çevresel Amaç ve Hedefler
Ulusal
düzeyde çevre yönetiminin amaç ve hedeflerinin belirlenmiş olduğu konusunda
uluslararası uzmanlar, valiler, belediye başkanları ve özel sektör temsilcileri
dağınık görüşler ortaya koyarken akademisyenler, kaymakamlar ve sivil toplum
örgütleri olumsuzluk konusunda kesin bir oydaşlık içinde bulunmaktadırlar.
Ulusal çevre yönetiminin elde etmeyi arzuladığı amaç ve hedefleri etkili bir
şekilde belirlemiş olması konusunda yalnızca özel sektör temsilcileri
kararsızdır. Diğer alt grupların bu konudaki kanısı olumsuzdur.
Yerel
düzeyde çevre yönetiminin amaç ve hedefleri konusunda tüm gruplar olumsuz
düşünmektedir. Yalnızca vali ve belediye başkanları bu konuda göreli olarak
daha kararsız bir tutum içine girmişler; buna karşılık, diğer gruplar
olumsuzluk seçeneğinde kesin bir oydaşlık ortaya koymuşlardır.
2.3 ÇEVRE YÖNETİMİ STRATEJİLERİ
2.3.1 Kuramsal Açıklama
Dünyanın
çevre yönetimi gelişmiş ülkelerinde yapılan çözümlemeler bugüne değin
geliştirilmiş olan çevresel yönetim stratejilerinin üç ana gruba
ayrılabileceğini göstermektedir: “emret-denetle stratejisi” [8],
“gönüllü uyum stratejisi” [9]
ve “ekonomik ve akçalı araçlar stratejisi” [10].
Bu üç yönetim stratejisi birbirlerini dışlayan değil birbirleriyle uyum içinde,
aynı zamanda ve birlikte uygulanabilecek çevre yönetimi stratejileridir. Çevre
yönetiminde optimum sonuçların elde edilmesi söz konusu üç stratejinin etkili
bileşiminin elde edilmesine ve uygulama alanına konmasına bağlıdır.
Söz
konusu üç stratejiden birincisi olan “emret-denetle stratejisi” çevresel
kural, norm ve ölçünlerin etkili şekilde geliştirilmesi, yasalaştırılması ve
uygulanması ilkelerine dayalıdır. Bu amaçla, kamusal çevre yönetim örgütleri
kurulmalı ve yükümlülerin kurallara uymalarını güvence altına alan çevre
denetimi dizgeleri oluşturulmalıdır. Bu bağlamda, Türkiye’deki koşullara
bakıldığında söz konusu stratejinin etkili ve yeterli şekilde uygulanmakta
olduğunu söylemek olanağı yoktur. Bu duruma yol açan temel neden ise gerek
ulusal ve gerekse yerel düzeyde etkin kurumsal yapıların ve etkili çalışma
süreçlerinin henüz oluşturulamamış olmasıdır.
İkinci
yönetim stratejisi olan “gönüllü uyum stratejisi” ise İngiliz standardı
BS 7750, Uluslararası Ölçünler Örgütü’nün geliştirdiği “Uluslararası Çevre
Yönetimi Stratejisi - ISO 14000 serisi ölçünler” [11],
AB’nin uygulama alanına koyduğu “Ekolojik ve Çevresel Yönetim Programı”
(Ecologic and Environmental Management Scheme) ve Ekolojik ve Çevresel
Yönetim Yönetmeliği (Ecological and Environmental Management
Regulation), kısaca EMAS-EMAR ve ABD’de uygulanan “Başkan’ın
MükemmelÖnderlik” (President’s XL – Excellent Leadership) programlarında
olduğu üzere çevre denetimi dizgesine ek olarak çevre yükümlülerinin çevresel
norm, kural ve ölçünlere gönüllü olarak uymalarını özendirecek dizgelerin
oluşturulmasını ve uygulama alanına konulmasını öngörmektedir. Bu tür
uygulamalar kamunun çevre koruma amaçlı çalışmalarında önemli maliyet
azalmasına yol açmakta ve kirleticilerle kamu yöneticileri arasında sürtüşme
olasılığını azaltmaktadır.
Türkiye bu bağlamda ISO 14000
serisi ölçünlerini -14001 başta olmak üzere- “TSE-ISO” serisi olarak uygulama alanına koymuş
bulunmaktadır. Ancak, bu dizgenin etkili şekilde uygulanabilmesi için ön koşul
olan çevre denetçiliği (environmental auditing) dizgesiyle ilgili
altyapı ve uzmanlık bilgisinin yetersizliğine ek olarak “Türk Akreditasyon
Kurumu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun” (4457–1999) ile getirilen
belgeleme ve onama süreçlerinin tam olarak kurulamamış olması nedenleriyle
dizge kendisinden beklenmesi gereken sonuçları üretememektedir.
Çevre ve Orman Bakanlığı’nın bu
bağlamda her hangi bir yetki ve sorumluluğu bulunmaz iken, TSE uzmanlık alanına
girmediği halde özel sektör kuruluşlarına ücretli çevre denetçiliği hizmetleri
üretmeye soyunmuş ve bu amaçla ciddi sayıda eleman istihdam etmiştir. Konu
üzerinde yapılan incelemeler bu bağlamda yapılan çevre denetçiliği
çalışmalarının yüzeysel olduğunu ve belgenin isteyen hemen her kuruma
verildiğini göstermektedir.
Üçüncü strateji olan “ekonomik
ve akçalı çevre yönetimi araçları” ya da “piyasa türü çevre yönetim araçları”
stratejisi ise özellikle endüstriyel etkinlikler ya da kıt kaynakların
kullanımı sonucunda ortaya çıkan olumsuz dışsal ekonomik etkilerin (negative
externalities) firma maliyetleri ile firmanın kar ve zarar hesapları içinde
muhasebeleştirilmesi ve bu yolla da kirlilik üretenlerin ekonomik kararları
üzerinde vergi, harç ve özendirme gibi çeşitli ekonomik yaptırımlarla çevresel
duyarlılığı güvence altına alan düzeltici etkiler yaratılması amaçlanır. Kısaca
değerlendirmek gerekirse, ülkemizde bu amaca yönelik tam, geçerli ve kabul
edilebilir nitelikli çevre yönetim araçlarının mevcut olmadığı bilinmektedir.
Doğal
olarak etkili çevre yönetimi dizgesinin kurumsallaşabilmesi için bu yönetim
stratejilerinin çeşitli alt stratejilerle desteklenmesi gerekmektedir. Bunlar arasında her çevre sorunu için mevcut
çevre niteliklerinin belirlenmesi, noktasal, çizgisel ve alansal kaynaklardan
yapılan atma, salma ve boşaltmaların denetlenmesi, toplumsal, ekonomik ve
altyapısal gelişmelerin çevresel etkilerinin değerlendirilmesi ve doğal olarak
kirlenmelerin arıtılması ve giderilmesi gibi stratejiler yer almaktadır.
Yukarıda
yapılan açıklamalar dikkate alındığında ülkemizde çevre yönetim stratejilerinin
gelişmişlik düzeyinin sınırlı kaldığı söylenebilir. Bu sonucun doğruluğunu
gösteren temel gösterge her yıl azalma yerine artmakta olan kirlilik yüküdür.
Bu
strateji ileride ayrı ve bağımsız bir bölüm olarak daha ayrıntılı olarak
incelenecektir.
2.3.2
Araştırma Sonuçları
Çevresel
yönetim stratejileri bağlamında ve yukarıda açıklanan tüm çevresel yönetim
stratejilerini kapsamak üzere panel üyesi çevre uzmanlarına çeşitli sorular
yöneltilmiştir. Sorulan sorular ve alınan yanıtların dağılımı istatistiksel
çözümleme sonuçlarıyla birlikte aşağıda Çizelge 3’de verilmiştir.
ÇİZELGE 3 ÇEVRE YÖNETİMİ STRATEJİLERİ |
|||
ALT
ÖLÇÜTLER |
O |
SS |
OYDAŞMA |
1.
Çevre yönetimi stratejilerinin önde
gelenlerinden olan “emret-denetle stratejisi”, Türkiye’de merkezi yönetimin
merkezdeki yetkilileri ve taşradaki temsilcileri tarafından “çevresel kural
ve normların yürütülmesi” ve “çevre yükümlülerinin bu bağlamda izlenmesi ve
denetlenmesi” işlevlerini de içerecek şekilde ve etkili bir biçimde
düzenlenmiş ve uygulama alanına konulmuştur. |
3.89 |
0.63 |
OLUMSUZ |
2.
Çevre yönetimi stratejilerinin önde
gelenlerinden olan “emret-denetle stratejisi”, Türkiye’de yerel yönetimler
tarafından “çevresel kural ve normların yürütülmesi” ve “çevre yükümlülerinin
bu bağlamda izlenmesi ve denetlenmesi” işlevlerini de içerecek şekilde ve
etkili bir biçimde düzenlenmiş ve uygulama alanına konulmuştur. |
4.07 |
0.60 |
OLUMSUZ |
3.
Bir başka
çevre yönetimi stratejisi olan “çevre yükümlülerinin mevzuatla düzenlenmiş
çevresel yükümlülüklere gönüllü katılımı/uyumu stratejisi”, Türkiye’de,
(“British Standart |
4.29 |
0.85 |
OLUMSUZ |
4.
“TSE-ISO 14001 Uluslararası Çevre Yönetimi
Standartı” Türkiye’de kendisinden beklenen yararları sağlayabilecek şekilde
düzenlenmiştir ve uygulanmaktadır. |
3.46 |
0.88 |
YOK |
5.
Çevre vergileri, çevre harçları, çevresel
teşvikler, çevre koruma amaçlı yatırımlarda vergi
indirimleri/kolaylıkları/geri ödemeleri ve çevresel risk ve kazalara karşı
çevre sigortası oluşturulması gibi ekonomik ve akçalı önlemlerden oluşan
“akçalı ve ekonomik çevre yönetimi araçlarını geliştirme stratejisi”
Türkiye’de uygun bir şekilde düzenlenmiş ve uygulama alanına konulmuştur. |
4.36 |
0.56 |
OLUMSUZ |
6.
Çevre Bakanlığı, ya da daha geniş kapsamıyla
merkezi Türk Çevre Örgütü 1980’li yıllardan bu yana yaptığı çalışmalarda
yukarıda belirtilen çevre yönetimi stratejilerinin geliştirilmesinde ve
uygulanmasında başarılı olmuştur. |
3.43 |
1.00 |
YOK |
7.
Yeni oluşturulan “Orman ve Çevre Bakanlığı”
modeli yukarıda sayılan çevre yönetimi stratejilerinin geliştirilmesi ve
uygulanmasında daha yüksek başarı elde
edecektir. |
3.50 |
1.07 |
YOK |
8.
Türkiye’de yerel yönetimler yukarıda açıklanan
çevre yönetimi stratejilerinin yerel ölçekte geliştirilmesinde ve uygulama
alanına konulmasında başarılı olmuşlardır. |
4.18 |
0.55 |
OLUMSUZ |
ORTALAMA |
3.90 |
0.77 |
OLUMSUZ |
Çizelgede
verilen sonuçlar, yukarıda yapılan açıklamaları ve varılan yargıları
doğrulamaktadır. Çevre yönetim stratejileri bağlamında irdelenen 8 alt ölçütden
3’ü üzerinde (TSE ISO 14001 ölçünü, Çevre Bakanlığı’nın yönetim stratejilerini
geliştirmede başarısı ve yeni kurulan Çevre ve Orman Bakanlığı’nın bu konuda
gelecekteki başarı şansı) oydaşma sağlanamamıştır. Hiç bir alt ölçüt üzerinde
olumlu oydaşlık sağlanamamıştır. Geri kalan şu beş ölçüt üzerinde ise olumsuz
oydaşlık elde edilmiştir: emret-denetle stratejisinin özeksel yönetim
tarafından başarıyla uygulanması, emret-denetle stratejisinin yerel yönetimler
tarafından başarıyla uygulanması, gönüllü uyum stratejisinin uygulanmasında
elde edilen başarı, piyasa türü yönetim
araçlarının geliştirilmesinde elde edilen başarı ve yerel yönetimlerin çevre
stratejilerini geliştirmede elde ettiği başarı. Sonuç olarak, panel üyeleri,
çevre yönetimi stratejilerinin Türkiye’de yeterli ölçüde gelişmemiş olduğu
konusunda oydaşlık içine girmişlerdir. Bu oydaşlık her üç yönetim stratejisi
için olduğu kadar hem ulusal ve hem de yerel çevre örgütlerini kapsamaktadır.
Daha önceki bileşenlerde olduğu üzere, çevre yönetim stratejileri konusunda da
yerel yönetimlerin başarım düzeyi ulusal yönetime göre daha sorunlu konum içinde bulunmaktadır.
Üzerinde
oydaşlık elde edilmesine karşın bazı üyeler Türkiye’deki çevre yönetim
stratejilerinin kimi olumlu yönlerinin bulunduğunu belirterek bu konular
üzerinde yorumda bulunmuşlardır. Söz konusu olumlu yorumlar aşağıda
özetlenmiştir:
Çevre
ve Orman Bakanlığı gerçekleştirdiği yasal düzenlemelerle çevre yönetimi
stratejilerini kesinleştirmiştir. Bu stratejiler il müdürlükleri tarafından etkin
şekilde uygulanmakta ve uygulamadan olumlu sonuçlar alınmaktadır. Bu görüşü
belirten üyelerden daha farklı düşünen bazı üyeler de stratejilerin özeksel
yönetim tarafından yasal düzenlemelerle belirlenmiş olduğunu ancak uygulamada
kimi sorunlar yaşandığını belirtmişlerdir.
Bu
bağlamda, Türkiye’de bir süre önce yürürlüğe konulmuş olan “Çevresel Denetim
Yönetmeliği” bazı uzmanlarca emret-denetle stratejisinin uygulanmakta olduğunu gösteren
kanıt olarak gösterilmiştir.
Türkiye’de
yapılan uygulamalar çerçevesinde, kuralları önceden konmuş ve denetleme
koşulları önceden belirlenmiş mevcut çevre koruma dizgesini “emret-denetle
stratejisi” şeklinde tanımlayan bazı panel üyesi uzmanlar mevcut
stratejinin çevrenin tüm gereklerini yeterince karşılamasa bile gereksinimi
büyük çapta kapsayan yasal ve yönetsel düzenlemelerin yapılmış ve uygulama
alanına konulmuş olduğunu belirtmişlerdir.
Gönüllü
katılım stratejilerine değinen bazı üyeler de bu stratejinin Türkiye’de
geliştirilmesi yolunda bazı adımlar atıldığını ve AB üyesi olmayı amaçlayan
Türkiye’nin Avrupa ve diğer dünya ülkelerinde uygulanmakta olan ISO 14000
Uluslararası Çevre Yönetimi Ölçünü’nü uygulama alanına koyarak önemli aşama
elde ettiğini belirtmektedir. Bu uzmanlar, ISO 14001 yönteminin en azından bu
belgeye gereksinim duyan ihracatçı kurumlar için oldukça iyi çalıştığını ileri
sürmüşlerdir. Uzmanlar özellikle ihracata yönelik üretim yapan firmalar için
ISO 14001 belgesi belirleyici öneme sahip olduğundan dizgenin etkin şekilde
kullanıldığını belirtmişlerdir. Olumlu görüş belirten panel üyesi uzmanlar,
TSE-ISO 14001 “Uluslararası Çevre Yönetimi Standardı”nın ilgili çevre mevzuatı
uyarınca ve çevre kirliliğini önleme ve çevre niteliklerini koruma konularında
araştırma konularının değerlendirme şablonu ile birlikte beklenen yararları
sağlayabilecek şekilde düzenlendiği görüşündedir. Uzmanlar, bu belgeyi almış
olan işletmelerin çevre konusunda oluşabilecek olası tüm kirlilik boyutlarını
belirleyerek kısa ve uzun erimde ortaya çıkabilecek olumsuz etkilere karşı
ilgili çevre mevzuatı uyarınca gerekli önlemleri aldıklarını ve iç
denetimlerini yaptıklarını belirtmişlerdir. Bu görüşü belirten uzmanlar özeksel
yönetimin yeterli ilgi göstermemesi nedeniyle sertifika sahibi uygulayıcı
kurumların bu olanaktan yeterince yararlanamadıkları ve yapılan uygulamaların
yetersiz kaldığı uyarısında bulunmuşlardır. Uzmanlar dizge üzerinde gerekli denetlemeler
yapıldığı takdirde çok daha iyi sonuçlar alınacağına inanmaktadırlar. Bu
görüşte olan uzmanlar “TSE-ISO
TSE-ISO
14001 ölçününün zorunlu olmadığına ve kuruluşlarca gönüllülük ilkesine dayalı
olarak uygulanmakta olduğuna dikkat çeken bazı panel üyeleri ise dizgenin
yeterli olmadığını ve yetersizliğin temel nedenlerinin ilgili kamu
yönetimlerinde egemen olan bürokratik yoğunluk ve kırtasiyecilik anlayışı
olduğunu bildirmişlerdir.
Gönüllü
katılım stratejisi içinde çevre danışmanlığı hizmetlerinin önemini vurgulayan
bazı uzmanlar sürecin önemli unsurları olan inceleme (auditing),
irdeleme (verification) ve belgeleme (certification) aşamalarına
dikkat çekerek TSE’nin belgeleme çalışmalarının bazı alanlarda uygulanmakta
olduğunu ancak bunun sınırlı kaldığını belirtmişlerdir. Bu uzmanlar, sınırlı
uygulamaya örnek olarak TSE-ISO 14001 belgelemesinin özellikle madencilik
konusunda hiç uygulanma şansı bulamadığına işaret etmişlerdir.
Bazı
üyeler, ülkede çevre yönetimi stratejilerinin olumlu şekilde uygulanmakta
olduğunu göstermek için yeni kurulan Çevre ve Orman Bakanlığı modelini kanıt
olarak ileri sürmüşlerdir. Daha güçlü
örgütlenme ve kurumlararası işbirliği ile ortak çevre politikalarının
belirlenmesinin ve belirlenen stratejilerin uygulanması için gerekli altyapının
oluşturulmasının kritik öneme sahip olduğunu belirten bu uzmanlar yeni
bakanlığa ayrılan bütçenin daha büyük olabileceğini ve birbirinden bağımsız,
ayrı amaç ve hedeflere yönelik çalışmaların ortak özekten yürütülmesinin
eşgüdümün sağlıklılığı, bürokratik formalitelerin yinelenmemesi ve kısa zamanda
sonuca ulaşmak adına ulusal ve yerel çevre örgütlerinin başarım düzeyini olumlu
yönde etkileyebilecek etmenler olduğunu bildirmişlerdir.
Bazı
panel üyesi uzmanlar da, yeni kurulan Çevre ve Orman Bakanlığı modelinin
gelecekteki başarı şansının yüksek olmasının hükümetin çevre yönetimi
stratejilerinde başarılı olmayı öngören kararlılığına bağlı olduğunu
vurgulamışlardır. Bu stratejiler geliştirilmediği takdirde yeni modelin
başarılı olma şansı olmadığını bildiren bu uzmanlar şimdiden bu modelin
değiştirileceği ve yeni modelin “Çevre Bakanlığı” ve “Bayındırlık Bakanlığı”
birleşmesi şeklinde olacağını ileri sürmektedirler.
Çevre yönetim stratejilerinin
yetersizliği konusunda belirtilen olumsuz görüşler olumlu görüşlerden çok daha
fazladır. Bu görüşler aşağıda belirtilmiştir.
Çevre stratejileri konusunda
belirtilen en olumsuz görüş Türkiye’de çevre yönetim dizgesinin henüz kurulmuş
olmadığıdır. Panel üyesi çevre uzmanları yapılan düzenlemelerin var olduğunu ancak bunların tüm ülke çapında tam,
sağlıklı ve aynı zamanda tektip olarak uygulanmadığına ve ülkemizde
etkili denetim dizgesi
oluşturulamadığına inanmaktadırlar.
Çevre ve Orman Bakanlığı’nın
taşradaki örgütlenme yetersziliklerine değinen panel üyesi uzmanlar il
düzeyinde örgütlenmenin henüz tamamlandığına ve ilçe düzeyinde örgütlenmenin
ise hiç olmadığına dikkat çekmişlerdir. Örgütlenmenin yetersizliği yanında personel
ve teknik donanım eksiklikleri olduğunu vurgulayan uzmanlar bu nedenlerle büyük
iller dışında “emret-denetle” stratejisinin tam olarak uygulanamadığını
belirtmişlerdir.
Uzmanlar gerek kural koyma ve
gerekse denetleme konusunda yetki ve sorumlulukların açık şekilde
belirlenmediğini ve toplumun bu konularda bilgilendirilmediğini söylemişlerdir.
Ayrıca, cezaların caydırıcı olmadığını belirten uzmanlar bu ortamda emret-denetle
stratejisinin etkili olarak uygulanamayacağını ileri sürmüşlerdir.
“Emret-denetle stratejisi”nin,
aslında, Türk kamu yönetiminin temel çalışma biçemi olduğunu belirten uzmanlar
çevre sorunlarının özgün yasalara kavuştuğu 1980’lerden daha önceki dönemde
çevre konusunda projelerin denetlenmesi sürecinde uygulanan çok başlılık
nedeniyle emret-denetle dizgesinin tam olarak uygulanamadığını
söylemektedirler. Bu uzmanlara göre,
örneğin, atık su toplama ve arıtma projelerinin 1980 öncesi dönemde il
sağlık müdürlükleri veya İller Bankası tarafından denetlendiğini ancak bunun
emret-denetle stratejisine aykırı olduğunu söylemektedirler. Bu stratejinin
kötüye kullanıldığını belirten üyeler daha sonraki yıllarda sivil toplum
örgütlerinin (örneğin, mühendis odalarının) proje denetimi için devreye
girmesinin amacın gerçekleşmesine sınırlı ölçüde katkıda bulunduğunu ancak bu
durumun dahi hukuksal olanakların ve yetkilerin kötüye kullanılması olgusunu
ortadan kaldıramadığını söylemektedirler. Bu ve benzeri yetersizlikler
nedeniyle bozuk, çalışmaz ve pahalı nitelikte çok sayıda atık su arıtma
tesisinin ortaya çıktığına değinen üyeler projeleri denetleyenlerin aynı
zamanda işletmeden de sorumlu kişiler veya orunlar olmaları nedeniyle kusur ve
hataların görmezden gelindiğini ileri sürmüşlerdir. Uzmanlara göre, çevre
denetimleri devlet kurumları için gelir elde etme aracı gibi algılanmaya
başlanmıştır.
Uzmanlara göre, yerel
yönetimler ve özellikle büyükşehir belediyeleri teknik donanım, altyapı,
personel ve kaynak yetersizlikleri nedenleriyle “emret-denetle stratejisi”ni
etkili olarak uygulayamamaktadırlar. Panel üyesi uzmanlar, yerel yönetimlerin
karar alma süreçlerinin etkisiz olduğunu belirtmişler ve çevre koruma amaçlı
yerel yönetim uygulamalarının da bu gerçeğin ayrıklığı olmadığını
söylemişlerdir.
Yine uzmanlara göre,
emret-denetle stratejisi kimi yerde ekonomik ya da siyasal güç adına yerel
baskı unsuru olarak kullanılabilmektedir.
İkinci çevresel yönetim
stratejisi olan gönüllü katılım stratejisinin ülkemizdeki uygulanma koşullarına
ilişkin olarak olumsuz değerlendirmede bulunan panel üyesi uzmanlar Türkiye’de gönüllü katılım stratejisinin
olmadığını ve TSE-ISO 14001 türü uygulamaların ise yaygınlık kazanmadığını
belirtmektedirler. Uzmanlar, gönüllü katılım çerçevesinde firmalara bazı
belgeler verildiğini, firmaların dış satım olanaklarını artırmak gibi ekonomik
çıkarları nedeniyle bu belgeleri aldıklarını ancak verilen nitelik belgeleri
ile ilgili olarak yeterli denetim
süreçlerinin oluşturulamadığını bildirmişlerdir.
TSE-ISO
14001 belgesine ilişkin bürokratik işlemlerin yüzeysel olarak yapıldığını
belirten bazı uzmanlar bu konuda verilen eğitimlerin gelişigüzel olduğunu
ve ilgili kurumlarca bir tür para kazanma ve gelir elde etme aracı olarak algılandıklarını ve uygulandıklarını
söylemişlerdir. TSE-ISO 14001 ölçününün Türkiye’deki uygulamasının çok
sınırlı kaldığını söyleyen uzmanlar bu alandaki uygulamaları firmaların tamamen
gönüllülük esasına göre yürüttüklerini ve pek çok firmanın ürününü dış
pazarlara satabilmek için bu belgeyi edinmek istediğine işaret etmişlerdir.
Uzmanlar, dış satım için gerekli değil ise firmaların bu uygulamayı dikkate
almadıklarını ve çok belge sahibi firma için de belgenin bir anlamda zorunlu bürokratik
formalitenin yerine getirilmesi olarak görüldüğünü ileri sürmektedirler.
Uzmanlar,
özel sektör kuruluşlarından pek çoğu (özellikle ihracata yönelik veya
yabancı teknoloji uygulayan kuruluşların dışında kalanlar) ve kamu ekonomik
işletmeleri için gönüllü katılım stratejisinin uygulanabilir strateji
olmadığını söylemişlerdir. Bu kurumların “gönüllülük ilkesini” “entellektüel
ama lüzumsuz” iş saydıklarını ileri süren uzmanlar bu tür kurumların dış
ülkelerle ilişkileri gelişmediği sürece böyle düşünmeye devam edeceğine
inanmaktadırlar.
Gönüllü katılım stratejisinin
ülkemizde henüz çok dar kapsamda uygulama şansı bulduğuna işaret eden üyeler
gönüllü katılım stratejisinin ancak saydamlık, güven, çevresel ekonomik geri
dönüşümler, yatırım teşvikleri, kredi yardımları, ölçünlendirme ve çevresel
eğitim gibi altyapı unsurlarının gerçekleşmiş olması
durumunda uygulanabilirlik ve yaygınlık kazanabileceğini söylemişlerdir.
Uzmanlar, ülkemizde ancak uluslararası pazarda söz sahibi olabilmiş ve
ekonomisi güçlü işletmelerin devamlılık ve kalkınma adına bu strateji
doğrultusunda hareket ettiklerinin görülebildiğini belirtmektedirler.
Olumsuz görüş belirten bazı
üyeler de, gönüllü katılım uygulamalarının kamu yönetimleri tarafından
özendirilmediği gerçeğine işaret etmişlerdir. TSE-ISO 14001 sürecinin ülkemizde
uygulanmasında yönetsel çok başlılığın egemen olduğunu belirten panel üyesi
uzmanlar Çevre ve Orman Bakanlığı ile TSE arasında eşgüdüm ve işbirliği
sorunları yaşandığını ve Çevre ve Orman Bakanlığı’nın kendisini yakından
ilgilendirmesine karşın bu süreçten dışlandığını bildirmişlerdir.
Bazı uzmanlar ise kamuda
görevli birçok yetkilinin gönüllü katılım gibi çevre yönetimi stratejisinin
varlığından bile haberleri olmadığını ileri sürmüşlerdir.
Ekonomik
ve akçalı çevre yönetim araçları stratejisinin etkili çevre yönetimi dizgesinin
bütünleyici alt dizgesi olarak tasarlanabileceğini söyleyen panel üyesi
uzmanlar Türkiye’de bu bağlamda yapılan çalışmaların harç ve vergi
yöntemleriyle üretilen kamu hizmetinin ‘ticari’leştirilmesinden başka ussalık
unsuru taşımadığını belirtmişlerdir. Uzmanlar, ucuz enerji ve Çevre Temizlik
Vergisi gibi ekonomik ve akçalı çevre yönetim araçlarının ülkemizde kesimsel,
çok sınırlı ve etkisiz olarak uygulandığını bildirmektedirler.
Ülkemizde,
Çevre Temizlik Vergisi’nin bir süre için toplandığını belirten uzmanlar bu
vergiden elde edilen gelirin çevre koruma amaçlı hizmetlere ayrıldığını
gösteren her hangi bir bilginin gerek
özeksel ve gerekse yerel yönetimlerden alınamadığını bildirmişlerdir. Arıtma
tesislerindeki enerji giderlerinin indirimli tarife üzerinden ödenmesine
ilişkin uygulamanın 2003 yılından itibaren kaldırıldığına dikkat çeken uzmanlar
bu durumun ekonomik ve akçalı çevre
yönetim araçları stratejisinin ülkemizde uygulanmadığını gösteren iyi
örnek olduğuna inanmaktadırlar.
Bazı
panel üyesi uzmanlar da ekonomik ve akçalı çevre yönetim araçları stratejisinin
yalnız Türk çevre mevzuatında değil aynı zamanda Avrupa ülkelerinin çevre
mevzuatında da yeterince düzenlenmemiş olduğuna işaret etmişlerdir. Bu üyelere
göre, ekonomik ve akçalı çevre yönetim
araçları stratejisi konusunda temel bir eksiklik söz konusudur: Türkiye’de yasa
yapmada sorun yoktur; ancak yerel yönetimler düzeyinde daha belirgin olmak
üzere, yasa ile düzenlenmiş alanlarda yasaya uygun uygulama da yoktur.
Ülkemizdeki
vergi dizgesinin bütünüyle yanlış olduğunu ileri süren bazı üyeler aynı
yanlışlığın yeşil vergiler konusunda da yaşandığını vurgulamışlardır. Yeşil
vergilerin ülkemizde öteki özendirme dizgeleri gibi politik
amaçlarla kullanıldığına işaret eden uzmanlar yeşil vergilerin bilimsel
ilkelerle düzenlenmedikleri takdirde yarar yerine zarar vereceklerini ve
nitekim ülkemizde de bu yolda sonuçlar elde edildiğini bildirmişlerdir.
Uzmanlara göre, ülkemizdeki çevre sorunlarının gerçek anlamda çözümü piyasa
türü yönetim araçlarının geliştirilmesinde yatmaktadır. Uzmanlar, alınan çevre
vergilerinin amacına uygun olarak kullanılmadığını belirtmekte ve öteki
özendirme önlemlerinde ise hiç ilerleme kaydedilmediğini söylemektedirler.
Türkiye’de gizli ya da açık pek
çok yeşil vergi olduğunu söyleyen bazı uzmanlar ise bu vergilerden elde edilen
gelirlerin tümünün genel bütçeye aktarıldığını, çevresel harcamalar için
kullanılmadığını ve ilgisiz pek çok başka alanda kullanıldıklarını ileri
sürmektedirler. Uzmanlar, Türkiye’deki uygulama şekliyle yeşil vergilerin bir
tür ceza yaptırımı olduğunu ve özendirici ya da caydırıcı yanı olmadığını
belirtmektedirler.
Panel üyesi uzmanlar tarafından
ileri sürülen olumsuzluk gerekçelerinden bir başkası Çevre Bakanlığı’nın
günümüze değin elde ettiği başarım düzeyi ile ilgilidir. Üzerinde oydaşlık
sağlanamamış olsa bile, uzmanların önemli bir kesimi, Çevre Bakanlığı’nın Türkiye’de
çevre yönetim stratejilerinin doğru ve etkili olarak kurulmasında başarısız
olduğuna inanmaktadır. Bu inanç sahipleri söz konusu yetersizlikte sorumluluk
payının Türk çevre örgütünün gelişmiş ülkelere göre geç kurulmuş olmasına ve
sık sık değişen hukuksal konumu itibarıyla kalıcı yapılanmayı gerçekleştirememesine ait olduğunu
belirtmişlerdir. Bu uzmanlara göre, çevre yönetim stratejilerinin
Türkiye’de doğru ve etkili olarak kurulmasında Çevre Bakanlığı başarılı
olamamıştır. Örneğin, bütünleştirilmiş su kaynakları yönetimi hem niteliksel ve
hem de niceliksel açılardan diğer ülkelere göre çok zayıftır. Bu zayıflığın en
önde gelen nedenlerinden biri de DSİ’nin Türkiye’nin su yönetimi alanında sahip
oldukları göreli ağırlıktır. Uzmanlara
göre, Türkiye’de çevre yönetim stratejilerinin geliştirilmesinde ancak kesimsel
başarı elde edilmiştir ve elde edilen başarı yeterli değildir.
Bazı
uzmanlar bu konuda daha bükülgen tavır ortaya koymaktadırlar. Bu uzmanlara
göre, Türkiye’de çevre yönetim stratejilerinin doğru ve etkili olarak
kurulması bağlamında -yalnızca 1980’den sonraki gelişmeler ele alınırsa- elde
edilen hukuksal ve kurumsal gelişmenin çok olumlu olduğuna inanmaktadır. Bu uzmanlara göre, çevre yönetmeliklerinin
çıkarılması, uygulanması, denetlenmesi ve bu konudaki altyapının oluşturulması
konusunda olumlu çalışmalar yapılmıştır. Söz konusu uzmanlar, asıl sorunun
kuralların uygulanmasında ve yürütülmesinde olduğunu ve sürdürülebilir
kalkınmanın etkili şekilde uygulamaya konulması açısından kamuoyunu hazırlama
konusunda yeterli çalışmalar yapılamadığını belirtmektedirler.
Geleceğe yönelik kestirimlerde
bulunan bazı panel üyesi uzmanlar yeni kurulan Çevre ve Orman Bakanlığı
modelinin çalışma ve sorumluluk alanının daha da çoğalması nedeniyle çevre
yönetim stratejilerinin geliştirilmesi çalışmalarında başarılı olamayacağına
inanmaktadırlar. Bu üyelere göre, Çevre Bakanlığı bugüne kadar örgütlenmesini
tamamlayamamıştır ve iki bakanlığın birleşmesi mevcut dizgeyi daha da
bozacaktır. Yeni yapılanmanın istenilen düzeye gelmesi uzun zaman alacağı için
çevresel yönetim süreçlerinde ve dizgelerinde aksamalar, gecikmeler ve
gerilemeler yaşanacaktır. “Çevre örgütü”nün “orman örgütü” içinde eriyip
gitmeye mahkûm olduğuna inanan bazı üyeler, bu durumun ormancılık çalışmalarını
da olumsuz etkileyeceğini belirtmektedirler. Söz konusu üyeler, Çevre ve Orman
Bakanlığı’nın ortaya koyacağı yeni yönetim stratejilerinin ve buna bağlı olarak
çıkaracağı yasa ve yönetmeliklere dayalı olarak yapacağı uygulamaların diğer
bakanlıkların uygulamalarını etkileyici nitelikte olacağını ve bu nedenle de
Çevre Bakanlığı’nın Orman Bakanlığı ile birleştirilmiş olmasının ilke olarak
ormanlar üzerindeki çevre koruma kurallarının uygulanamaması sonucunu
doğurabileceğini belirtmişlerdir. İki bakanlığın birleştirilmesinden daha
önemli olan unsurun bu iki bakanlığın neden birleştirildiği sorusu olduğuna
değinen kimi üyeler de birleştirme sürecinde yasa taslağında yapılan
değişiklikler ve yasalaşma sırasında yaşanan diğer tartışmalar göz önüne
alındığında mevcut siyasal istencin bakanlıkları daha “güçlü” çevresel
örgütlenme için değil, daha “esnek” çevre örgütlenmesi için birleştirdiği
gerçeğinin ortaya çıktığını ileri sürmektedirler. Bu üyelere göre, bu tercih
dahi gelecekteki başarısızlık için yeterli nedendir. Benzer görüşleri dile
getiren bir başka uzman ise daha çok kural, norm ve ölçün geliştirip bunların
her kurum tarafından benimsemesini sağlayacak üst yönetim ve eşgüdüm otoritesi
olması gereken Çevre Bakanlığı’nın yürütücü bir Bakanlık içinde yürütme
etkinlikleri ön plana çıkarılmak istenen yapı şekline dönüştürülmüş olmasının
pek çok yönetsel sorunu da beraberinde getireceğini ileri sürmüştür. Bazı uzmanlar
ise Bayındırlık Bakanlığı’nın da bu ikili gruba katılması sonucunda çevre
yönetimine ilişkin sorunların daha da büyüyeceği kestiriminde bulunmuştur.
Özeksel yönetim yanında yerel
yönetimlerin çevre yönetim stratejileri de araştırmada irdeleme konusu
yapılmıştır. Uzmanlar çevre sorunlarının önemli kısmının kaynağı veya sorumlusu olan belediyelerin çevre yönetimi stratejilerinin
geliştirilmesi konusunda başarılı sayılmalarının söz konusu olamayacağı
konusunda görüş birliğine varmışlardır. Yerel yönetimlerin çevre yönetimi
stratejilerini uygulamadaki başarım düzeyinin yetersiz olduğunu belirten
üyeler, yerel yönetimlerin, uzun yıllar itibarıyla, çevresel altyapının
oluşturulması, çevresel denetleme amaçlı uygulamanın başlatılması, yerel çevre
planlaması adına yerel gündem 21’lerin oluşturulması ve yerel çevresel
kararların oluşturulması sürecinde demokratik halk katılımının sağlanması
konusunda ciddi adımlar atamadıklarına inanmaktadırlar. Bu üyeler, yerel
düzeyde çevre bilincine ek olarak “sürdürülebilir kalkınma bilincinin” oluşması
için daha fazla süreye gereksinim olduğuna inanmaktadırlar. Bir kesim uzman da,
yerel yönetimlerde bazı bireysel başarı örnekleri görülmekle birlikte yerel çevre yönetimi stratejilerinin henüz yeterince
kurumsallaşmamış olduğuna değinmekte ve yerel yönetimlerin çevre sorunlarını
genelde görmezden geldikleri savını öne
sürmektedirler. Bazı üyeler de yerel yönetimlerin çevre yönetimi
konusunda bilgi, teknik donanım, altyapı, personel ve kaynak yetersizlikleri
nedenleriyle çevre yönetim stratejilerini geliştirmede ve uygulamada başarılı
olamadıklarını belirtmişlerdir. Bu üyeler, Çevre Kanunu çerçevesinde büyükşehir
belediyeleri dışında kalan yerel yönetimlere yeterli düzeyde hukuksal yetki ve
sorumluluk verilmemiş olduğuna dikkart çekmişlerdir. Yerel yönetimlerin
başarısızlığı konusunda ileri sürülen nedenlerden bir başkası da ülkemizde
belediyelerde görülen siyasal parti yandaşlığı gibi yönetsel yozlaşma ve
yolsuzluklardır. Üyeler, bu tür olumsuz koşullar altındaki yerel yönetimlerin,
diğer konularda olduğu gibi, çevre yönetimi stratejilerinin geliştirilmesi
konusunda da başarılı olamayacaklarını belirtmişlerdir. Bu üyeler, yerel yönetimlerin başarı şansının
karar alma düzeyinin yerelleşmesine, yerel çevre sorunlarının çözümüne yerel
halkın katkı düzeyinin artmasına ve yerel akçalı kaynakların yeterlilik
düzeyinin gelişmesine bağlı olacağını bildirmişlerdir.
2.3.3 Çapraz Çizelgelerle
Ayrıntılı İrdeleme: Çevre Yönetimi
Stratejileri
Emret-denetle stratejisinin
ulusal düzeyde uygulanma biçimi konusunda tüm gruplar olumsuz tavır içine
girmişlerdir. Bu gruplardan uluslararası uzmanlar, valiler ve özel sektör
temsilcileri alt grupları olumsuz görüş belirtmekle birlikte bu konuda tarafsız
kalmayı da reddetmemektedirler. Diğer gruplar ise kesin olarak olumsuz
düşündüklerini belirtmektedirler. Emret-denetle stratejisinin yerel düzeydeki
çevre örgütleri tarafından uygulanma biçimi ise tüm gruplar tarafından olumsuz
olarak nitelendirilmiştir. Tarafsızlığa ilişkin yönelimler yalnızca
uluslararası uzmanlar grubunda görülmüştür. Gönüllü katılım stratejisinin
uygulanması konusunda ise tüm gruplar olumsuz düşünmektedirler. Sadece iki
belediye başkanının bulunduğu grupta bir belediye başkanı ortada bir görüş
belirtirken diğer belediye başkanı olumsuz düşündüğünü bildirmiştir. TSE-ISO
14001 ölçününün Türkiye’deki uygulaması konusunda beklendiği üzere sadece özel
sektör temsilcileri olumlu görüş belirtirken diğer grupların yaklaşımı
olumsuzluk çizgisi üzerinde olmuştur. Piyasa türü araçlara dayalı çevre yönetim
stratejisi konusunda ise tüm gruplar kesin olarak olumsuz görüş
belirtmişlerdir. Çevre Bakanlığı’nın çevre yönetim stratejilerinin uygulanması
konusundaki geçmiş başarım düzeyini irdeleyen gruplar -biri hariç- ne olumlu ve
ne de olumsuz görüş belirtmeyi uygun görmüşlerdir. Kesin olumsuzluk belirten
tek grup ise sivil toplum örgütleri olmuştur. Olumlu bakış açısına sahip
olanların önemli bir kesimi ise çevre yönetcileri alt grubunda yer almaktadır.
Buna karşılık, yeni kurulan Çevre ve Orman Bakanlığı modelinin bu stratejilerin
uygulanmasında daha başarılı olabileceği kestirimi ise hiç bir grup tarafından
kabul edilmemiş ve benimsenmemiştir.
2.4
ÇEVRE POLİTİKALARI
2.4.1 Kuramsal Açıklama
Daniel
J. Fiorino “Çevre Politikası Yapmak” adlı kitabında üç ayrı türde politika
kavramından söz etmektedir: ussal politikalar, sınırlı (bounded)
ussallığa dayalı politikalar ve aşamalı (incremental) politikalar.
Fiorino’ya göre, poitika geliştirmede ussallık “kişinin gerçekleştirmek
üzere saptadığı hedefi elde etmek için kaynaklarını bu hedefe yöneltmek
konusunda aldığı bilinçli karar” olarak tanımlanmalıdır. Fiorino bu kavramı
açıklamak için şunları söylemektedir: “Adından da anlaşılacağı üzere, kamu
politikasının hazırlanmasına akılcı yaklaşım hedeflerin açıklıkla belirlenmiş
ve üzerlerinde görüş birliğine varılmış olduğunu varsayar. Politika seçenekleri
ve bunların değerlendirilmesinde kullanılacak ölçütler tanımlanmıştır ve
seçeneklerin sonuçlarına ilişkin bilgiler tamdır. Ussal süreçte kararlar bilgi
sahibi kimselerce doğrusal ve sıralı şekilde alınır. Politika hazırlayanlar
şayet görevlerini hakkıyla yapıyorlarsa, üzerinde karar kılacakları seçenekten
en fazla yararı elde ederek hem kendi çıkarlarının ve hem de toplumun
çıkarlarının en iyi noktada buluşmasını sağlayacak kararlar alırlar... Ancak,
büyük örgütlerde çalışmakta olanların bu şekilde karar almadıklarının ayırdına
varmaları zaman alacaktır. Birçok büyük ve karmaşık örgütte hedefler belirsiz
ya da çelişkilidir; insanların algılama gücü sınırlıdır; zaman kıttır ve
politika seçenekleri akışkandır ve yetersiz şekilde tanımlanmışlardır...
Sınırlı ussallık kavramı ise insanların ussal olmayı istemekle birlikte kaynak,
zaman ve algılama gücü bakımından sınırlılıklar içinde bulunduğu gerçeğinin
bilincindedir... Aşamalı modelde,
poitikalar küçük adımlar şeklinde, seçeneklerin marjinal noktalarında
‘birbirini izleyen sınırlı karşılaştırmalar’ yapılarak hazırlanır. Bazı
yıllarda alınan kararlar geçmişte verilen kararlara dayalıdır. Seçenekler ve
ölçütler bilgiler değiştikçe değişir ve karardan etkilecek yanlar arasında
görüş birlikteliğinin yaratılmasına gereksinim duyulur. Kararlar alındıkça
politikalar oluşur.” [12]
Yukarıda
da belirtildiği üzere, her üç model içinde belirli düzeyde bilgi birikimine,
seçeneklerin belirlenmesine ve irdelenmesine gereksinim vardır. Türkiye’de
çevresel politika üretme çalışmalarına bakıldığında bu unsurların esaslı ölçüde
eksik olduğu görülmektedir. OECD [13]
gibi uluslararası örgütler tarafından hazırlanmış olan bildirgelere karşın,
bana göre, Türkiye’de çevre politikalarının hazırlanmasında yukarıda belirtilen
anlamda somut ve elle tutulur karar almaya olanak veren temel yoktur. Bu
bağlamda, Türkiye’de üretilmekte olan çevre politikalarının yukarıda sıralanan
üç model açısından da olması gereken koşullar içinde bulunmadıklarını söylemek
yanlış olmayacaktır. Bu konuda -bana göre- kullanılabilecek en iyimser yargı
Türkiye’deki çevre politikalarının aşamalı karar alma modeline benzemekte
olduğudur.
Bu yargının doğruluğunu göstermek için ideal
özellikler taşıyan varsayımsal bir hava niteliklerini yönetme politikası
irdelenmeli ve bu alanda benzer toplumsal ve ekonomik kalkınma düzeyindeki
öteki bazı ülkelerde geliştirilen politikalarla Türkiye arasında
karşılaştırmalar yapılmalıdır. İdeal ve varsayımsal olarak, hava nitelikleri yönetim dizgesi şu
bileşenleri içermelidir: kirletici kaynaklarının saptanması, ölçme, izleme ve
denetleme dizgelerinin kurulması, alıcı ortam niteliklerinin belirlenmesi, gelecekte
olması gereken hava kirliliği koşullarının ölçünlerle belirlenmesi, son iki
değer arasındaki farkların saptanması ve farklılık varsa ikinci değerin elde
edilmesi için gerekli stratejilerin kararlaştırılması, stratejiye uygun
politikalarının geliştirilmesi ve politikanın gerçekleşmesi için yapılması
gereken eylemlerin zaman, alan ve akçalı boyutlar da dikkate alınarak
kesinleştirilmesi.
İdeal modelde, hava niteliklerinin geliştirilmesi
için aşağıdaki eylemler yapılması gereken çalışmalar içinde mutlaka yer
almalıdır: alıcı ortamın hava nitelikleri, kirletici, yakıt ve ürün
ölçünlerinin belirlenmesi; üzerinde çalışma yapılacak alanda hüküm süren
koşulların saptanması; gelecekteki hava niteliklerine ilişkin kestirim ve
modelleme (simulation) çalışmalarının yapılması, hava kirliliğini önleme
ve kirleticileri arıtma programlarının hazırlanması; topografik, meteorolojik,
iklimsel, demografik, endüstriyel ve kitlesel ulaşım kalıplarına ilişkin
verilerin toplanması, sınıflandırılması ve çözümlenmesi; kirletici kaynakları,
kirletici türleri ve bunların zaman içinde ve alan üzerinde dağılım
kalıplarının saptanması; kirleticilerin sınıflandırılması, ölçme ve izleme (monitoring)
dizgelerinin kurulması ve işletilmesi; hava kirleticilerinin olumsuz
etkilerinin belirlenmesi; gelecekteki alan kullanımı, yer seçimi tercihleri,
ulaşım biçimleri ve güzergâhları, rekreasyonel gereksinimler, enerji kullanımı
için karşı önlemler geliştirilmesi ve son olarak da bu eylemlerin planlanması
ve programlanması. Bu bağlamda, hava kirleticilerinin kaynağında azaltılması
sağlanmalı, temiz enerji seçenekleri geliştirilmeli ve hava niteliklerini
yönetme dizgesi oluşturulmalıdır.
1980’li
yıllarda Polonya hükümetinin UNDP ve WHO ile birlikte Yukarı Silezya Bölgesi
için geliştirdiği “optimizasyon” projesi bu tür yaklaşım için örnek olarak kabul edilebilir.
Proje öncelikle model çalışma bölgesinin özelliklerinin saptanmasıyla
çalışmalarına başlamış ve daha sonra da bölgedeki hava kirliliğiyle mücadele
için yöntembilim geliştirmiştir. Bu yöntembilim şu unsurları içermektedir:
bilgi toplama ve irdeleme dizgesinin kurulması, ölçme ve labaratuvar dizgesi
oluşturulması, karar alma için verilerin toplanması, kirleticilerin dağılım
kalıplarının saptanması, kitlesel ulaşım biçemlerinin ve güzergâhlarının
saptanması, kirliliklerin denetim altına alınması için kullanılacak olası
teknolojik yöntemlerin incelenmesi, kullanılacak denetim teknolojisinin seçimi,
çevre koruma çalışmalarının ekonomik açıdan değerlendirilmesi ve kirleticilerin
insanlar, bitkiler ve ürünler üzerindeki olumsuz etkilerinin belirlenmesi.
Bu
bilgilere dayalı olarak, bölgenin belli başlı çevre sorunları ve bu arada hava
kirliliği sorunu için optimizasyon planı hazırlanmıştır. Optimizasyon
planı kirleticilerin ve atıkların istenen düzeye getirilmesi için yapılması
gereken harcamaların toplam maliyetini, akçalı kaynakların yeterlilik düzeyini
ve harcama sonucunda elde edilecek iyileşmelerden doğacak toplumsal ve ekonomik
net yararları optimum noktada dengelemek amacını taşımaktadır. Bu çalışmalara dayalı olarak,
bütünleştirilmiş hava kirliliği azaltma programı hazırlanmış, olması gereken
atmosferik koşullar saptanmış ve yapılacak yatırımlar için zamanlama çalışması
yapılmıştır. [14]
Türkiye’nin çevre politikaları
ise başta 5 yıllık kalkınma planlarında ve “Ulusal Çevre Stratejileri ve Eylem
Planı”nda (UÇEP) açıklanmış bulunmaktadır. Ancak, yeterliliği kuşkulu olan bu
politikalar somut eylemler şekline dönüşememiş ve kararlar genelde raflarda
kalmıştır. Buna ek olarak, su nitelikleri, gürültü, doğal afetler, enerji,
radyasyon toksik atıklar ve pestisitler gibi konularda da geçerli, etkili ve
verimli politikalar geliştirilememiştir. Benzer şekilde, proje düzeyinde de bu
tür politikaların geliştirilemediği görülmektedir. Her ne kadar bazı büyük
kentlerde ısınmada kükürt oranı yüksek kömür ve linyit yerine doğalgazın
kullanımıyla hava niteliklerinde ilerlemeler elde edilmişse de bu sonuç hava
niteliklerinin iyileştirilmesi endişesinden çok enerji gereksiniminin farklı
kaynaklarla giderilmesi kaygısıyla ilgilidir.
2.4.2 Araştırma
Sonuçları
Türkiye’nin çevre
politikalarının etkililik ve yeterlilik düzeyinin ölçülmesi amacıyla panel
üyelerine aşağıdaki sorular yöneltilmiştir. Alınan yanıtların dağılımı ve
bunlara ilişkin istatistiksel çözümleme özetleri Çizelge 4’de verilmiştir.
ÇİZELGE 4 ÇEVRE POLİTİKALARI |
|||
ALT
ÖLÇÜTLER |
O |
SS |
OYDAŞMA |
1. Çevre Bakanlığı, hava
kalitesi, su kalitesi, gürültü, katı atık, tıbbi ve tehlikeli kimyasal
maddeler/atıklar, doğal afetler, enerji, radyasyon ve pestisidler gibi çevre
ve ekolojik değerlerin korunması ve geliştirilmesine ilişkin temel konularda
ulusal çevre politikaları üretmek çabasında başarılı olmuştur. |
3.21 |
0.92 |
YOK |
2. Devlet Planlama Teşkilatı,
çevreye ilişkin konularda politika üretmek işlevini başarıyla yerine
getirmiştir. |
3.54 |
0.96 |
YOK |
3. Çevre
Bakanlığı’na bağlı “Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı” kendi görev alanına
giren konularda politika üretmek işlevini başarıyla yerine getirmiştir. |
3.64 |
0.78 |
OLUMSUZ |
4. “Yüksek
Çevre Kurulu” kendisinden beklenen görevleri başarıyla yerine getirmiştir. |
4.18 |
0.72 |
OLUMSUZ |
5. Yerel
yönetimler, Türkiye’de, hava kalitesi, su kalitesi, gürültü, katı atık, tıbbi
ve tehlikeli kimyasal maddeler/atıklar, doğal afetler, enerji, radyasyon ve
pestisidler gibi çevre ve ekolojik değerlerin korunması ve geliştirilmesine
ilişkin temel konularda yerel çevre politikaları üretmek çabasında başarılı
olmuşlardır. |
4.18 |
0.62 |
OLUMSUZ |
6. “Orman
ve Çevre Bakanlığı” modeliyle Türkiye’de çevre politikaların üretilmesinde
daha yüksek başarı elde edilecektir. |
3.79 |
0.79 |
OLUMSUZ |
ORTALAMA |
3.76 |
0.80 |
OLUMSUZ |
Çevre
politikaları konusunda panel üyelerine altı soru yöneltilmiştir. Bunlar
arasında yer alan iki alt ölçüt üzerinde (Çevre Bakanlığı’nın çevre
politikalarını geliştirme konusunda başarısı ve DPT’nin çevre politikalarını
geliştirme konusunda başarısı) oydaşma sağlanamamıştır. Olumlu oydaşlık yoktur.
Dört alt ölçüt üzerinde olumsuz oydaşlık sağlanmıştır: ÖÇKK’nun sorumluluk
alanına giren görevlerle ilgili politika geliştirmede elde ettiği başarı,
YÇK’nun başarı düzeyi, yerel yönetimlerin çevre politikaları geliştirmede elde
ettiği başarı ve yeni kurulan Çevre ve Orman Bakanlığı’nın gelecekte çevre
poltikaları üretme konusunda başarı şansı. Yukarıdaki çizelgede verilen
sonuçlar ışığında Türkiye’de en azından tüm kamu yönetimini bağlayacak düzeyde
çevre politikaları geliştirilemediğini ve uygulama alanına konulamadığını
belirtmek yanlış olmayacaktır. Bu yargının en önemli kanıtlarından birincisi
ülkenin en düzey yöneticilerinden oluşan ve ülkenin en üst düzeyde çevre
politikalarını kararlaştırma yeri olan Yüksek Çevre Kurulu’nun (YÇK) içinde
bulunduğu koşullara ilişkindir. YÇK’nun irdelenmesi amacıyla sorulan soruya
verilen yanıtın ortalaması 4.18 olmuştur. Uzmanlar yerel yönetimlerin çevre
politikalarını ise daha olumsuz olarak değerlendirmişlerdir. Bu bağlamda en
fazla eleştirinin sivil toplum kuruluşlarından geldiği görülmüştür.Alt
ölçütlere verilen yanıtlara dayalı olarak çevre politikaları ölçütü üzerinde
ortaya çıkan oydaşlık olumsuzdur. Panel üyesi uzmanlar Türkiye’de çevre
politikalarının gelişmişlik düzeyinin yetersiz olduğu konusunda görüş
birlikteliği içindedir.
Türkiye’de
çevre politikalarının yeterlilik düzeyi konusunda panel üyesi çevre uzmanlarına
yöneltilen sorulara olumlu ve olumsuz yanıtlar alınmıştır. Aşağıda olumlu yanıt
veren uzmanların bu kararlarını dayandırdıkları gerekçeler yer almaktadır:
Panel
üyesi uzmanların bir kesimi mevcut yasal düzenlemelerin yeterli olduğuna ve
kesimsel de olsa Türkiye’de çevre politikaları oluşturmada başarı sağlandığına
inanmaktadır. Bu uzmanlar Türkiye’de pek çok çevre yönetmeliğinin yürürlüğe
konduğunu ve bunların genelde uluslararası ölçünlere uygun olduğunu
belirtmektedir. Bazı üyeler de, Çevre ve Orman Bakanlığı’nın çevre politikaları
üretme konusunda gerekli çabayı gösterdiğini ancak uygulamada yaşanan
zorlukların ve siyasal içerikli kararların bu konuda daha fazla ilerleme elde
edilmesine engel olduğunu belirtmektedir.
Bazı
panel üyeleri ise ulusal çevre politikalarının geliştitilmesinden sorumlu başka kuruluş olan DPT’nin sürdürülebilir
kalkınma ilkesinin devlet politikası olmasında başarılı olduğunu söylemekte ve
bunu kanıtlamak üzere UÇEP örneğini öne sürmektedir. Bu üyeler DPT’nin
yönlendirici nitelikte işleve sahip olduğunu ve ulusal çevre politikaları
oluşturulması konusunda ciddi çalışmalar yaptığını belirtmekte ancak bu
çalışmaları yeterli bulmamaktadırlar.
Bazı
panel üyesi uzmanlar yerel ölçekte çevre politikaları üretildiğine
inanmaktadır. Bu üyeler gerek valiliklerin ve gerekse belediyelerin
yörelerindeki çevre sorunları ile ilgili olarak çeşitli komisyonlar
kurduklarını ve buralarda sınırlı da olsa yerel politikalar oluşturduklarını
belirtmektedir. Yerel yönetimlerin yerel çevre politikaları oluşturma alanında
çaba gösterdiklerini söyleyen bu üyeler özeksel yönetimin akçalı, insangücü ve
araç-gereç desteği sağlaması durumunda daha etkili yerel çevre politikalarının
geliştirilebileceğini bildirmektedir.
Bu
üyeler, yeni oluşturulan ve Çevre ve Orman bakanlıklarının birleştirilmesi
olgusuna dayanan yeni yönetim modelinin ulusal çevre politikalarının
oluşturulmasında daha başarılı olabileceğini söylemektedirler. Bu üyeler, iki
bakanlığın birleşmesine AB’ne uyum süreci çerçevesinde altyapı oluşturmak için
karar verildiğini belirtmekte ve bu nedenle yeni kurumsal modelin politika
üretme alanında daha başarılı olacağını ileri sürmektedirler. Bu üyeler, içine
girilmekte olan AB ile bütünleşme çabalarında başarılı olmak zorunluluğunun
kendisini çevre politikaları üretme alanında da göstereceğini ve özellikle
uluslararası çevre politikaları konusunda somut tutum sergilenmesi ve
süreklilik gerektiren konuların izlenmesinde aksaklık olmaması gerektiğini
vurgulamaktadır.
Olumsuz
görüş belirten uzmanlar ise kararlarını şu gerekçelerle açıklamışlardır:
Bir
grup panel üyesi, ulusal çevre politikaları oluşturma yolunda yapılan
iyiniyetli çabalara karşın başarı elde edilemediğine inanmaktadır. Uzmanlar, çevresel ve ekolojik değerlerin
korunması ve geliştirilmesi bağlamında Çevre Bakanlığı’nın, Çevre Kanunu ile
ilgili yönetmelikleri uygulamaya yönelik örgütlenme, planlama, yönetmelik
değişikliği yapma, yeni yönetmelik oluşturma gibi çalışmaları olmuşsa da bu
çalışmaların Çevre Bakanlığı’nın ulusal çevre politikaları ürettiğini
gösteremeyeceğini ileri sürmektedir. Bu üyeler, Çevre Bakanlığı’nın bu alanda
kurumsal kararlılığa hiç bir zaman sahip olmadığını, diğer kurumlarla etkili
iletişim, eşgüdüm ve işbirliği sağlayamadığını ve çoğu zaman yanlış tercihlerde
bulunarak “eşgüdümcü” yerine “yürütücü” olma hevesine kapıldığını
söylemektedirler. Bu üyeler, Çevre Bakanlığı’nın ulusal çevre politikalarının
geliştirilmesinde öteki bakanlıklarla yeterli işbirliği içine girememesi ve bu
bakanlıklarda etkili rol üstlenememesi nedenleriyle başarısız kaldığını
bildirmektedir.
Bazı
üyeler ise çevrenin korunması ve çevre kirliliğinin önlenmesine ilişkin
mevzuatın diğer ülkelerin çevre mevzuatından alındığı için Türkiye’nin
gerçeklerini tam yansıtamadığını ve bu nedenle ulusal ölçekte yapılan
uygulamalarda başarı elde edilemediğini belirtmektedir. Bu üyeler, çevre
politikalarının hukuksal belge şekline dönüştürüldüğü çevre yönetmeliklerinin
dış ülkelerin mevzuatından yapılan birer çeviri olduğunu ve çeviri yapılırken
Türkiye’nin yönetim yapısına ilişkin koşulların ve kamu yönetimi dizgesinin göz
önünde tutulmadığını söylemişlerdir.
Çevre
Şurası’nın içinde bulunduğu koşulları irdeleyen bazı uzmanlar bu kurumun temel
amacının ulusal çevre politikaları üretmek olduğunu ancak şura kararlarının
demokratik olmayan yöntemlerle alındığını ileri sürmektedir. Bazı üyeler de şura
kararlarının ulusal kalkınma planlarına yeterince yansıtılamadığına
inanmaktadır.
DPT’nin
çevre politikaları üretmesi konusundaki rolüne değinen bazı üyeler ise ulusal
çevre politikaları üretmekten sorumlu bir başka kurum olan DPT’nin ürettiği
politikaların genel nitelikleriyle ele alındığında çevreye ilişkin gözükmekle
birlikte çevre öncelikli olmadıklarının anlaşıldığını ileri sürmektedirler. Bu
üyeler, hükümetlere danışmanlık hizmeti vermek üzere kurulan ve çalışan DPT’nin
siyasal istenci çevre koruma konusunda çok fazla etkileyemediğini ve bu
başarısızlığa ekonomik belirsizlik ortamının süreklilik kazanması kadar
kalkınma ve sanayileşme öncelikli siyasal kararlar nedeniyle çevresel değerleri
göz ardı eden populist hükümet politikalarının da katkıda bulunduğunu
belirtmiştir. Bu üyeler, ulusal kalkınma planlarının hazırlanması aşamasında
ulusal çevre politikaları üretilmesi konusunda çabalar harcandığını ancak bu
çalışmaların planlara yansımadığını ileri sürmektedir. Bu üyelere göre, DPT,
özellikle son 15 yılda, diğer konularda olduğu gibi çevre konusunda da ülke
gerçeklerini dikkate alan politikalar üretememiştir ve üretilen politikalar da
uygulanabilir nitelikli olmaktan uzaktır. Bu konuda daha ileri nitelikte görüş
belirten bazı üyeler de DPT’nin ulusal çevre politikası geliştirmek konusunda
bilgi sahibi olmadığını ileri sürmektedir.
Bazı
üyeler ulusal çevre politikalarının kendisine ait bölümünü geliştirmekten
sorumlu olan Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı’nın (ÖÇKK) başlangıç
aşamasında başarılı olduğunu, özel çevre koruma bölgeleri kavramını Türkiye’ye
yerleştirdiğini ancak çalışmalarına uluslararası içerik kazandıramadığını ve
kurumsal kapasitesini gereksinimlere yanıt verebilecek düzeye getiremediğini
bildirmektedir. Bu üyeler, ÖÇKK’da sıksık yapılan siyasal içerikli yönetim
değişikliklerinin çalışmalara zarar verdiğine inanmakta ve ÖÇKK’nun sulak
alanların geri kazanılması ve deniz kaplumbağalarının korunması yolunda önceki
yıllarda elde ettiği başarı düzeyinin giderek düşmekte olduğunu
bildirmektedirler. Bu üyeler, ÖÇKK’nun bugüne değin elde ettiği başarımı
irdelerken kurumun “koruma bölgeleri” ilan etmenin dışında işlevi olmadığını
söylemeleri dikkat çekmektedir. Bu üyeler, ÖÇKK’nun denetimi altındaki özel
çevre koruma alanlarının kapsadığı alanların Türkiye yüzölçümünün oldukça küçük
payını oluşturmasına karşın bu alanların korunması bağlamında yeterli koruma
politikaları üretemediğini söylemektedir. Bu üyeler ÖÇKK’nun öncelikle ekolojik
açıdan duyarlı alanları belirleyen ölçütler çerçevesinde korunması için ilgili
kamu otoritelerini uyaran ve bu kurumların yaptıkları çalışmaları izleyen ve
denetleyen yapıda olması gerektiğini
aksi takdirde sınırı belirsiz alanda çeşitli kurumların görevlerine de müdahale
ederek para harcayan kurum şekline
dönümesinin uzun erimde daha çok yönetsel karmaşa yaratacağını
bildirmektedirler. Üyeler, ÖÇKK’nun ulusal çevre politika üretmek değil fakat
koruma bölgelerindeki yapılaşmayı denetlemek ve bazı altyapı çalışmalarını
gerçekleştirmek amacına yöneldiğini söylemektedir.
Uzmanların
çevre politikası üretmek konusunda başarısız bulduğu kurumlardan biri de -az
önce değinildiği üzere- YÇK’dur. Türkiye’de ulusal çevre politikalarının
oluşturulmasından ve bu yolda bakanlıklar arasında eşgüdüm ve işbirliği
sağlamaktan sorumlu olan kurumun YÇK olduğunu belirten uzmanlar bu kurulun
hukuksal statüsü konusunda belirsizlik bulunduğunu ve yürütücü ya da danışma
kurumu olmak seçenekleri arasında değişik görünümler alabilen statü
belirsizliğinin ulusal çevre politikalarının üretilmesine engel olduğunu
söylemektedirler. Üyeler, YÇK’nun işlevsizliğinin ve çalışmalarındaki verim
düşüklüğünün bu kurulun varlık nedeni konusunda dahi duraksamalara yol açtığını
bildirmektedir. İllerde kurulu bulunan “Mahalli Çevre Kurulları”nın (MÇK) dahi
YÇK’ndan daha etkin çalıştığını belirten üyeler YÇK’nu “adı var ama kendisi
yok” olarak tanımlamakta ve kamuoyunun bu kurulu tanımadığını belirtmektedir.
Yerel
yönetimlerin çevre politikası üretmek konusundaki çalışmalarını olumsuz bulan
kimi panel üyesi uzmanlar ise yerel yönetimlerin yerel çevre politikaları
üretmesi konusunda sayıları sınırlı olsa da başarılı örneklerin bulunduğunun
yadsınamayacağını ancak yerel yönetimlerin yerel çevre politikaları üretmek
konusunda ülke bütününde başarılı olduklarını söylemenin de olanaksız olduğunu
belirtmektedirler. Bu üyeler, yerel yönetimlerin mevzuat yetki vermesine karşın
etkili çevre denetimi yapamadıklarını ve yaptırım uygulayamadıklarını ileri
sürmektedirler. Bu üyelere göre, yerel yönetimler açısından çevre konusu arka
planda yer alan konudur ve bu nedenle de yerel yönetimler yerel çevre
politikaları üretmek gibi bir çaba içinde olmamışlardır. Yerel yönetimlerin
çevre yönetim stratejilerinin uygulamasında yetersiz kaldığını belirten üyeler
yerel yönetimlerin yerel çevre politikaları üretme çabalarından söz edebilmenin
olanaksız olduğunu; zira, çevre politikalarını üretme işlevinin, karar alma ve
uygulama süreçlerinin başında yer alması gereken olgu olduğuna dikkat
çekmişlerdir. Bu üyeler, yerel yönetimlerin,
bazı bireysel olumlu örnekler dışında, “günü kurtarmayı” amaçlayan çevre
politikaları ürettiklerini ve “MÇK”,
“Yerel Gündem 21’ler” ve “Kent Konseyleri” gibi kurumsal yapıların yerel çevre
politikaları üretme amacıyla oluşturulmuş kurumlar olduklarına dikkat çekerek
MÇK’lar dışında kalan diğer kurumların ülkenin her ilinde yaşama
geçirilemediğini ve MÇK’ların çalışmalarına ise çoğu kez özeksel yönetim temsilcilerinin
müdahale ettiklerini bildirmektedirler. Bu üyeler, yerel yönetimlerin tesislere
açılış izni vermek ve tesisleri denetlemek dışında yaptıkları çevresel çalışma
bulunmadığını söylemektedirler.
Panel
üyesi bazı uzmanlar da yeni oluşturulan ve Çevre ve Orman bakanlıklarının
birleştirilmesi olgusuna dayanan yönetim modelinin gelecekte ulusal çevre
politikalarının oluşturulmasında bugünkünden daha yüksek başarı düzeyi elde
edemeyeceğine inanmaktadırlar. Bu üyeler, iki bakanlığın birleştirilmesiyle
oluşan yeni bakanlığın sorumluluk alanının fazlasıyla genişlediğini ve bu
durumun bakanlığın işlevselliğini olumsuz
yönde etkileyeceğini belirtmektedirler. Birleştirilen bakanlıkların
kurumsal görev anlayışlarının birbirinden farklı olduğuna dikkat çeken uzmanlar
farklı anlayıştaki kurumların birleştirilmesinden daha yüksek düzeyde başarım
beklemenin aşırı iyimserlik olacağına inanmaktadırlar. Bu üyelere göre,
yeni kurumsal modelde çevre olgusu
ikinci planda kalmıştır ve siyasal istenç, çevrenin korunmasıyla değil, orman
arazilerinin satışından elde edeceği ekonomik ve siyasal rantla daha çok
ilgilidir. Bu üyeler, yeni oluşturulan ve Çevre ve Orman bakanlıklarının
birleştirilmesi olgusuna dayanan modelin ulusal çevre politikalarının
oluşturulmasında başarılı olacağını söylemenin bilimsel olarak da olanaklı
olmadığını söylemektedirler. Bu üyelere göre, iki ayrı uçta yer alan bu
kurumların çalışma alanlarını oluşturan olguların temel nitelikleri bir
diğerine benzememektedir. Bu üyeler, çevreyi ve yeşili korumayı endemik türleri
korumak gibi algılayanların Dünya’da ilk kez politik anlamda karar vermek
durumuna geldiklerine inanmakta ve Dünya’nın hiç bir ülkesinde bugüne kadar
böyle bir örgütlenme örneğinin ortaya konmadığını ileri sürmektedirler.
2.4.3
Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme: Çevre Politikaları
Ulusal
çevre politikalarının gelişmişlik düzeyi ile ilgili soruya verilen yanıtlar
ilginç özellikler göstermektedir. Panelin uluslararası uzmanları bu konuda
kararsız bir tavır içine girmişlerdir. Ulusal uzmanlardan endüstriyi temsil
edenler de uluslararası uzmanlarla aynı tavrı sergilerken, il çevre müdürleri
ulusal politikalar konusunda olumlu görüş belirtmişler ve buna karşılık
akademisyenler ve valiler olumsuz görüş bildirmişlerdir. En fazla olumsuzluk
belirten grup ise sivil toplum örgütleri olmuşlardır. DPT’nin çevre
politikaları geliştirmedeki etki düzeyi ile ilgili soruya ise genelde
kararsızlık içeren yanıtlar verilmiştir. Uzmanlar DPT’nin bu alandaki
çalışmaları konusunda da kararsız bir tutum sergilemişlerdir. ÖÇKK’nun kendi
görev alanına giren konularda politika geliştirme yetkinliğiyle ilgili soruda
ise uluslararası uzmanlar, valiler ve belediye başkanları kararsız bir durum
sergilerken diğer grupların tavrı olumsuz olmuştur. YÇK’nun kendisinden
beklenen görevleri yerine getiremediği konusunda ise tüm alt gruplar arasında
bir oydaşlık görülmektedir. Aynı oydaşlık yerel yönetimlerin çevre politikası
geliştirme yetkinliği konusunda da ortaya çıkmaktadır. Yeni kurulan Çevre ve
Orman Bakanlığı’nın ulusal çevre politikalarının geliştirilmesinde daha başarılı
olabileceği konusundaki kestirim karşısında yalnızca valiler kararsız bir tutum
sergilerken diğer gruplar bu konudaki kanılarının olumsuz olduğunu ortaya
koymuşlardır.
2.5
ÇEVRESEL YÖNETİM İŞLEVLERİ VE SÜREÇLERİ: ULUSAL VE YEREL
2.5.1 Kuramsal Açıklama
Etkili
çevre yönetiminin temel işlev ve çalışma süreçlerinin açıklıkla belirlenmiş
olması zorunluluktur. Bu işlevler teknik, yönetsel, hukuksal, ekonomik ve
akçalı niteliklidir. Çevresel kuralları uygulamak durumunda olan kamu
yöneticileri ve çevre yükümlülerini denetlemek durumunda olan çevre denetçileri
bu işlev ve süreçleri bilmek durumundadırlar. Teknik açıdan belirtmek
gerekirse, bu işlevler en azından kirlilikleri belirleme, çevresel ortamların
içinde bulundukları koşulların, salım ve boşaltmaların ölçülmesi, salımın
dağılım kalıplarının saptanması, alan üzerinde ve zaman içinde oluşan
değişimlerin gözlemlenmesi, örnek alma, ölçme, çözümleme, iyi laboratuvar
uygulamaları ve ayar ölçünlerinin belirlenmesi yetkinliklerini içermelidir.
Yönetsel açıdan ise bu işlevler arasında etkili
çevresel etki değerlendirme bildirgesi hazırlama süreci yer almalıdır.
Yönetimsel
işlevler açısından şunların üzerinde özellikle durulmalıdır: etkili çevresel etki değerlendirme ve bildirge
hazırlama sürecinin oluşturulması, işyerlerinin çalışmalarına, atık salımlarına
ve boşaltmalarına ilişkin izin ve ruhsat süreçlerinin kurulması, çevre
suçlularının izlenmesi amacıyla çevre polisi ya da denetçiliği dizgesinin
oluşturulması.
Hukuksal
açıdan öncelik verilmesi gereken işlevler arasında çevre suçlularına
uygulanacak yaptırımların saptanması ve buna ilişkin süreçlerin belirlenmesi
yer almalıdır.
Dünyanın
çevre yönetimi gelişmiş ülkelerinde uygulanmakta olan ve adına piyasa türü
çevre yönetimi araçları ya da ekonomik ve akçalı nitelikli çevre yönetimi
araçları denilen işlev ve süreçlerin listesi aşağıda verilmiştir.
o Atık
salım/boşaltma vergileri
o Atık
salım/boşaltma harçları
o Ürün
vergileri
o Pazarlanabilir
kirlilik kotaları
o Depozito
dizgesi
o Teşvikler
o Fonlar
o Atık
borsaları
o Yeşil
nokta katı atık toplama dizgesi
o Çevre
muhasebesi: makro ve mikro
o Çevresel
risk sigortası
Bu
listede yer alan işlev ve süreçlerin uygulama alanına konulmuş olması etkili
çevre yönetiminin güvencesi olarak kabul edilmelidir.
Öte
yandan, çevre örgütünün amacına ulaşmış sayılabilmesi için şu işlevleri de
yeterli ölçüde yerine getirmesi gerekir: kirlenmelerin önlenmesi, arıtılması ve
giderilmesi, çevresel teknolojinin ve bilimsel araştırılmaların geliştirilmesi,
toplumun çevre konusunda eğitilmesi, çevre mevzuatının iyileştirilmesi,
stratejik planlama ve bütçeleme, çevre fonlarının oluşturulması, çevresel
konularda bilgi edinme hakkına ve yargıya ulaşılabilirlik ilkelerine işlerlik
kazandırılması, envanterler, gözlemevleri ve bilgi ağları kurulması ve
uluslararası ilişkilerin yürütülmesi ve taraf olunan uluslararası anlaşmalardan
doğan yükümlülüklerin yerine getirilmesi.
Yukarıda
sayılanların yanında çeşitli doğrudan müdahale edici, koruyucu, düzeltici ve
destekleyici işlev ve süreçlerin de geliştirilmesi gerekmektedir. Çevre
sorunlarına doğrudan müdahale edilmesini öngören işlevler çevre ölçünlerinin
geliştirilmesi, üretim süreçlerinde kullanılacak girdilerin taşıması gereken en
az nitelik koşullarının belirlenmesi, yasaklanan etkinliklerin
kesinleştirilmesi ve halka duyurulması bu nitelikteki süreçlerdir. Dolaylı
müdahale yönetiminin en önemlisi ise çevreye duyarlı alan planlaması (arazi
kullanımı) çalışmalarının yeterlilik düzeyinin artırılması olmalıdır. Çevre
için bilim, teknoloji ve eğitim çalışmaları ise doğrudan ve dolaylı müdahale
çalışmalarını destekleyen işlevler olarak çalışma ortamı içinde yer almalıdır.
Koruyucu işlevler ise monitoring ve denetim dizgelerinin kurulması ve
çalıştırılması, temiz yakıt ve ham madde sağlanması ve çevresel risk sigorta
dizgelerinin geliştirilmesi olarak sınıflandırılabilir. Düzeltici işlevler ise
arıtma, güvenli depolama ve geri kazanma süreçlerinden ibarettir.
Belirtilen
bu işlev ve süreçler ulusal ya da yerel ayrımı yapılmaksızın tüm kamusal çevre
örgütleri tarafından yerine getirilmesi gereken işlevlerdir.
2.5.2
Araştırma Sonuçları
Alan
araştırmasında çevresel işlev ve süreçlerle ilgili olarak uzmanlara yöneltilen
sorular buraya kadar yapılan açıklamalara dayalıdır. Uzmanlara yukarıda sayılan
çevre yönetimi işlevlerinin Türkiye’de yeteri kadar gelişip gelişmediği
sorulmuştur. Alınan yanıtlar hem ulusal ve hem de yerel düzeyler için ayrı ayrı
olmak üzere aşağıda iki ayrı çizelge şeklinde verilmiştir.
ÇİZELGE 5 ULUSAL ÇEVRE YÖNETİMİ İŞLEVLERİ VE SÜREÇLERİ |
|||
ALT
ÖLÇÜTLER |
O |
SS |
OYDAŞMA |
1.
Merkezi hükümete bağlı kuruluşların ve bunların
taşra örgütlerinin kirliliklerin saptanması amacıyla bugüne değin yapmış
oldukları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir. |
3.86 |
0.80 |
OLUMSUZ |
2.
Merkezi hükümete bağlı kuruluşların ve bunların
taşra örgütlerinin çevresel ortamların çevre kalitelerinin, kirletici
emisyonlarının ve deşarjlarının ölçülmesi ve kirliliklerin zaman içinde ve
alan üzerinde dağılma/yayılma biçimlerinin saptanması amacıyla bugüne değin
yapmış oldukları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir. |
3.82 |
0.61 |
OLUMSUZ |
3.
Merkezi hükümete bağlı kuruluşların ve bunların
taşra örgütlerinin ölçme, örnek alma, analiz etme, ayar (kalibrasyon) ve
laboratuvar uygulamaları için standart geliştirme amacıyla bugüne değin
yapmış oldukları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir. |
3.75 |
0.65 |
OLUMSUZ |
4.
Merkezi hükümete bağlı kuruluşların ve bunların
taşra örgütlerinin iş yeri açma/çalışma ve kirlilik ve atık yayma/boşaltma
için “izin” ve “ruhsat” sistemleri kurulması ve uygulanması amacıyla bugüne
değin yapmış oldukları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir. |
3.64 |
0.78 |
OLUMSUZ |
5.
Merkezi hükümete bağlı kuruluşların ve bunların
taşra örgütlerinin çevresel kirlenmelerin önlenmesi amacıyla bugüne değin
yapmış oldukları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir. |
3.93 |
0.60 |
OLUMSUZ |
6.
Merkezi hükümete bağlı kuruluşların ve bunların
taşra örgütlerinin çevresel risklerin değerlendirilmesi, planlanması,
yönetilmesi ve azaltılması amacıyla bugüne değin yapmış oldukları çalışmalar
yeterli olarak kabul edilebilir. |
4.00 |
0.72 |
OLUMSUZ |
7.
Merkezi hükümete bağlı kuruluşların ve bunların
taşra örgütlerinin çevre için bilimsel araştırma ve teknoloji geliştirme
amacıyla bugüne değin yapmış oldukları çalışmalar yeterli olarak kabul
edilebilir. |
4.04 |
0.84 |
OLUMSUZ |
8.
Merkezi hükümete bağlı kuruluşların ve bunların
taşra örgütlerinin çevre koruma amaçlı çalışmalar için bütçe olanakları ve
finansman kaynakları sağlamak amacıyla bugüne değin yapmış oldukları
çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir. |
4.32 |
0.61 |
OLUMSUZ |
9.
Çevre Bakanlığı ve Özel Çevre Koruma Kurumu
Başkanlığı’nın çevre fonlarının çevre koruma çalışmalarına katkı sağlayacak
şekilde işletilmesi amacıyla bugüne değin yapmış oldukları çalışmalar yeterli
olarak kabul edilebilir. |
4.50 |
0.84 |
OLUMSUZ |
10.
Merkezi hükümete bağlı kuruluşların ve bunların
taşra örgütlerinin çevre için insan kaynakları planlaması ve yönetimi
sisteminin kurulması amacıyla bugüne değin yapmış oldukları çalışmalar
yeterli olarak kabul edilebilir. |
4.18 |
0.55 |
OLUMSUZ |
11.
Merkezi hükümete bağlı kuruluşların ve bunların
taşra örgütlerinin çevre ile ilgili uluslararası yükümlüklerin yerine
getirilmesi amacıyla bugüne değin yapmış oldukları çalışmalar yeterli olarak
kabul edilebilir. |
3.39 |
0.79 |
YOK |
12.
Merkezi hükümete bağlı kuruluşların ve bunların
taşra örgütlerinin çevre koruma amaçlı alan, mekân ve arazi kullanımı
planlaması amacıyla bugüne değin yapmış oldukları çalışmalar yeterli olarak
kabul edilebilir. |
4.04 |
0.64 |
OLUMSUZ |
13.
Merkezi hükümete bağlı kuruluşların çevre koruma
amaçlı ekonomik teşvik sistemlerinin uygulanması amacıyla bugüne değin yapmış
oldukları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir. |
4.36 |
0.56 |
OLUMSUZ |
14.
Merkezi hükümete bağlı kuruluşların ölçme,
izleme ve denetleme (monitoring) sistemleri kurulması amacıyla bugüne değin
yapmış oldukları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir. |
3.96 |
0.58 |
OLUMSUZ |
15.
Merkezi hükümete bağlı kuruluşların çevrenin
korunması bağlamında üretim tesislerine temiz yakıt ve ham madde sağlanması
amacıyla bugüne değin yapmış oldukları çalışmalar yeterli olarak kabul
edilebilir. |
3.93 |
0.66 |
OLUMSUZ |
16.
Merkezi hükümete bağlı kuruluşların çevresel
risk ve kazalara karşı çevre sigortası sistemi kurulması ve uygulanması
amacıyla bugüne değin yapmış oldukları çalışmalar yeterli olarak kabul
edilebilir. |
4.36 |
0.87 |
OLUMSUZ |
17.
Merkezi hükümete bağlı kuruluşların ve bunların
taşra örgütlerinin kirlenmiş alanların temizlenmesi amacıyla bugüne değin
yapmış oldukları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir. |
3.93 |
0.86 |
OLUMSUZ |
18.
Merkezi hükümete bağlı kuruluşların ve bunların
taşra örgütlerinin atık su arıtma tesisleri kurulması amacıyla bugüne değin
yapmış oldukları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir. |
3.71 |
0.81 |
OLUMSUZ |
19.
Merkezi hükümete bağlı kuruluşların ve bunların
taşra örgütlerinin katı atıklar için güvenli depolama alanları kurulması
amacıyla bugüne değin yapmış oldukları çalışmalar yeterli olarak kabul
edilebilir. |
4.00 |
0.67 |
OLUMSUZ |
20.
Merkezi hükümete bağlı kuruluşların ve bunların
taşra örgütlerinin atık maddelerin geri kazanımı amacıyla bugüne değin yapmış
oldukları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir. |
4.11 |
0.88 |
OLUMSUZ |
21.
Merkezi hükümete bağlı kuruluşların ve bunların
taşra örgütlerinin gürültünün önlenmesi amacıyla bugüne değin yapmış
oldukları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir. |
4.00 |
0.86 |
OLUMSUZ |
22.
Merkezi hükümete bağlı kuruluşların ve bunların
taşra örgütlerinin hava kirliliğinin önlenmesi amacıyla bugüne değin yapmış oldukları
çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir. |
3.54 |
1.00 |
YOK |
ORTALAMA
|
3.97 |
0.74 |
OLUMSUZ |
Ulusal çevre yönetimi
işlevleriyle ilgili olarak 22 alt ölçüt irdeleme konusu yapılmıştır. Alt
bileşenlerin hiç biri üzerinde olumlu oydaşlık sağlanamamamıştır. Sadece iki
alt ölçüt (uluslararası yükümlülüklerin yerine getirilmesi ve hava kirliliğinin
önlenmesi) üzerinde oydaşlık sağlanamamıştır. Geri kalan 20 alt ölçüt üzerinde
olumsuz oydaşlık sağlanmıştır. Bu alt ölçütler şunlardır:
- kirliliklerin
saptanması
- çevresel
ortamların çevresel niteliklerinin, kirletici salım ve boşaltmalarının
ölçülmesi ve kirliliklerin zaman içinde ve alan üzerinde dağılma/yayılma
biçimlerinin saptanması
- ölçme,
örnek alma, analiz etme, ayar (kalibrasyon) ve laboratuvar uygulamaları için
ölçün geliştirme
- iş yeri
açma/çalışma ve kirlilik ve atık yayma/boşaltma için “izin” ve “ruhsat”
sistemleri kurulması ve uygulanması
- çevresel
kirlenmelerin önlenmesi
- çevresel
risklerin değerlendirilmesi, planlanması, yönetilmesi ve azaltılması
- çevre
koruma amaçlı çalışmalar için bütçe olanakları ve finansman kaynakları
sağlanması
- çevre
fonlarının çevre koruma çalışmalarına katkı sağlayacak şekilde işletilmesi
- insan
kaynakları planlaması ve yönetimi sisteminin kurulması
- çevre
koruma amaçlı alan, mekan ve arazi kullanımı planlaması
- ekonomik
teşvik sistemlerinin uygulanması
- ölçme,
izleme ve denetleme (monitoring) sistemleri kurulması
- üretim
tesislerine temiz yakıt ve ham madde sağlanması
- çevresel
risk ve kazalara karşı çevre sigortası sistemi kurulması ve uygulanması
- kirlenmiş
alanların temizlenmesi
- atık su
arıtma tesisleri kurulması
- katı
atıklar için güvenli depolama alanları kurulması
- gürültünün
önlenmesi
Yukarıda verilen çizelgede yer
alan veriler Türkiye’de ulusal çevre yönetimi işlevlerinin yeterince gelişmemiş
olduğunu ortaya koymaktadır. Yanıtların ortalamalarının ortalaması 3.97dir.
Standart sapmaların ortalaması ise 0.74’dür. Bu sonuç, ülkede çevre yönetimi
işlevlerinin gelişmemişliği konusunda uzmanların ortak kanıya sahip olduklarını
göstermektedir. Nitekim bu soruların tümünü kapsayan ve anlamda işlevlerin
bütünün yeterlilik düzeyini ölçmek isteyen “Bugüne değin elde ettikleri
performansı genel olarak irdelemek gerekirse, (Orman ve) Çevre Bakanlığı ve bu
bakanlığın bağlı kuruluşu olan “Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı” başta
olmak üzere, ulusal çevre yönetiminden sorumlu olan merkezi hükümet kuruluşu
içinde yer alan bakanlıkların ve bunların taşra örgütlerinin çevresel kalitenin
korunması açısından yasaların kendilerine vermiş olduğu görevlerini yerine
getirmiş oldukları ifade edilebilir” yargısına
verilen yanıtların ortalaması 3.79 ve standard sapması da 0.74’dür. Bu sonuç
ile bölüm içinde yer alan soruların tümüne verilen yanıtların ortalamalarının
ortalaması ve standart sapmalarının ortalaması arasındaki benzerlik dikkat
çekicidir. Bu durum uzmanların bu yoldaki oydaşlığının kesin olduğunu
göstermektedir.
Bu yargıyı destekleyen pek çok
kanıt bulmak olasıdır. Her şeyden önce ülkede çevre yönetim işlevlerinin neler
olduğunu ve nasıl uygulanacaklarını gösteren belgelere ulusal çevre yönetimi
dizgesi içinde raslanamamaktadır. Öte yandan, çevre yükümlülerin kurallara uyup
uymadıklarını saptayacak denetim dizgesi yasal zorunluluk olmasına (Çevre
Kanunu madde 12) [15]
ve kâğıt üzerinde oluşturulmuş olmasına karşın uygulama alanına etkili şekilde
sokulamamıştır. Ayrıca, ileride üzerinde durulacağı üzere, çevre yönetiminin
teknik altyapısı da yeterince kurulamamıştır. Diğer örnekler arasında ölçme ve
izleme (monitoring) dizgelerinin kurulamamış olmasını ve veri ve bilgi
envanterlerinin yokluğunu sıralamak olanaklıdır.
Ulusal çevre işlevleri ile
ilgili olarak panel üyesi uzmanlar tarafından belirtilen olumlu görüşler
aşağıda belirtilmiştir.
Bazı panel üyesi uzmanlara
göre, Türkiye’de çevre koruma düşüncesinin diğer ülkelerle karşılaştırıldığında
göreli olarak yeni gelişmeye başlayan bir kavram olduğu görülmektedir. Bu
üyeler, bu gerçeğe karşın, Türkiye’de çevreye ilişkin yasal ve kurumsal altyapının
kurulmuş ve işler hale getirilmiş olduğunu belirtmekte ve gelişme sürecinin
devam edeceğine ilişkin beklentilerini dile getirmektedirler. AB ile uyum
çerçevesinde gerekli düzenlemelerin yapılmakta olduğunu belirten üyeler bunu
uygulamaların izleyeceğini söylemektedir. Uzmanlara göre, artan toplumsal
bilinçle birlikte kamuoyu bir taraftan daha fazla ekonomik kalkınma isteminde
bulunurken diğer yandan çevrenin daha iyi korunmasını isteyecektir. Çevre
koruma çalışmalarının ekonomik maliyetinin şimdilik göz ardı edildiğini ileri
süren bu uzmanlar yatırımları çevre felaketlerine karşı sigortalama
uygulamasının yeterince gelişmemiş olduğuna dikkat çekmektedir. Uzmanlar
“kirleten öder” ilkesinin de çevresel risk sigortacılığı dizgesinin
geliştirilememiş olması nedeniyle uygulamaya konulamadığını bildirmişlerdir. Türkiye’de kirlilik kaynaklarının saptanmaya
başlandığını belirten üyeler bu tür çalışmaların kirliliklerin önlenmesi adına
atılan önemli adımlar olduğunu belirtmektedirler.
Olumlu görüş sergileyen
üyelerin bazıları ülke genelinde uygulama birlikteliği sağlanamaması nedeniyle
farklı yörelerde farklı sonuçlar elde edildiğini belirtmektedir. Bakanlık
tarafından yasal düzenlemelerin yapılmış olduğunu bildiren bazı uzmanlar
da özel çevre koruma açısından işlev ve süreçlerin geliştirilmesi
çalışmalarının istenilen düzeye ulaşamadığını söylemektedir. Bu amaçla çeşitli
yönergelerin uygulamaya konulduğunu belirten uzmanlar ulusal düzeyde uygulama
birlikteliğinin sağlanması ve ülke bazında tektip değerlendirme yapılması
gerektiğini söylemektedirler.
Bazı üyeler de çevresel
konularda yerel yönetimlere yeni yasal düzenlemelerle daha fazla hukuksal
yetki, akçalı destek ve insan kaynağı desteği sağlanması gerektiğini
bildirmişlerdir.
Bazı üyeler ise, Türkiye’de
nitelik denetimlerinin yapılması durumunda mevcut çevresel verilerin çoğunun
işe yaramaz olduğunun görüleceğini bildirmiştir. Bu üyelere göre, kullanılan
örnekleme ve çözümleme yöntemleri, verilerin istatistiksel değerlendirme
yöntemleri ve bunların topluma duyurulma şekilleri yetersizdir.
Ulusal düzeyde çevresel
kirlilikleri önlemek için yapılacaklar ile çevre koruma önlemlerinin hangi
nitelik ve ölçülerde olması gerektiğinin saptanmasının bu konudaki yasal
düzenlemelerin uygulamasını gösterecek ölçün ve sınır değerleri belirleyebilmek
bakımından gerekli olduğunu belirten bazı uzmanlar kirliliklerin gelişme
süreçlerinin alan üzerinde ve zaman içinde izlenmesi gerektiğini
bildirmişlerdir. Çevresel kirlenmelerin yol açabilecekleri olumsuz etkiler
konusunda önceden önlem alınması gerektiğini bildiren uzmanlar ancak son
aşamaya gelindiğinde kirliliğe müdahale etmek seçeneğinin yöneticiler
tarafından tercih edildiğini ileri sürmüşlerdir.
Bazı üyeler de ölçme, örnek
alma, çözümleme, ayar (calibration) ve laboratuvar uygulamaları için
ölçün geliştirme çalışmalarının olumlu olduğunu ancak sayılarının yetersiz
kaldığını bildirmektedirler. Bu üyelere göre, Ankara Gölbaşı’nda AB fonlarından
yararlanılarak gerçekleştirilen Ulusal Çevre Referans Laboratuvarı’nın
kurulması bu alanda önemli katkılar sağlanmıştır.
Panel üyesi uzmanların bir
bölümü iş yeri açma ve çalışma ve kirlilik ve atık yayma ve boşaltma için
“izin” ve “ruhsat” dizgelerinin etkili şekilde uygulanmakta olmasının iyi ve
olumlu olduğunu belirtmekte ve kirlilik salma ve boşaltma izinlerinin yeterlilik
düzeyi kuşkulu olmakla birlikte bir şekilde yürütülmekte olduğunu
söylemektedir. Kirlenmelerin önlenmesi yolunda yapılan ulusal çalışmaları iyi
ve olumlu olarak nitelendiren bazı üyeler ÇED uygulamasını bu olumluluğun
kanıtı olarak göstermektedir. Bu üyeler, eski tesislerden kaynaklanan
kirliliklerinin önlenmesi için yoğun çaba harcandığını ve kentlerimizde hava
kirliliğinin azaltılması yolunda ciddi adımlar atıldığını belirtmektedirler.
Doğal gazın yaygınlaştırılmasının bu anlamda olumlu ve önemli örnek olarak verilebileceğini belirten
uzmanlar kentlerde evsel ısınma için doğal gaz sağlanmış olmasını olumlu
gelişme olarak nitelendirmişler; ancak, ülkemizde bunun dışında başkaca olumlu
gelişmenin izlenemediğini belirtmişlerdir.
Ulusal düzeyde çevresel risk
değerlendirme, risk planlama, risk yönetimi ve risk azaltma çalışmalarının iyi
ve olumlu olduğunu söyleyen bazı uzmanlar ise bu çalışmalara orta ve uzun
erimde daha gerçekçi yön verilebileceğini ileri sürmektedirler. Çevresel risk
değerlendirme, planlama, yönetim ve azaltma çalışmalarının çevre koruma
çalışmalarının temelini oluşturduğunu belirten bu üyeler bu tür çabaların daha
sonra yaşanacak olumsuzlukları denetim altında tutmayı, koruyucu planlamalar
yapabilmeyi ve yatırımdan ya da etkinlikten tamamen vazgeçmeyi çevresel
değerleri koruma adına olanaklı kılacağını söylemektedirler. Bu yolda yapılacak
çalışmaların sürdürülebilir kalkınma ilkesine uygun hareket edebilme
koşullarından birisi olduğunu bildiren bazı üyeler de bu konudaki kimi
uygulamaların ÇED mevzuatı uyarınca daha projenin başlangıç aşamasında
yapılmakta olduğuna işaret etmektedir. Bu üyelere göre, ÇED bildirgesinin
hazırlanmasıyla işletmenin çevresel etkileri belirlenmekte ve gerekli
önlemlerin alınması sağlanmaktadır. ÇED
kapsamında bu tür çalışmaların yapılmakta olduğunu belirten uzmanlar
bakanlıkların ilgi alanlarına giren konularda risk planlama ve yönetimi
konusunda daha da bilinçlendiklerinin gözlendiğini belirtmektedir. Bu üyeler,
TSE-ISO 14001 Uluslararası Çevre Yönetimi Belgesi alan kuruluşların çalışmaları
arasında da bu tür etkinlikler bulunduğuna işaret etmektedirler. Bazı panel
üyesi uzmanlar da akademik anlamda su kirliliği denetim ve arıtma teknolojisi
geliştirme, hava niteliklerini ve kirletici atmaları belirleme, modelleme
çalışması yapma gibi konularda Türk bilim adamlarının kısıtlı olanaklar altında
oldukça çok sayıda ve yüksek nitelikte yayın yapmakta olmalarını ulusal çevre
yönetim işlevleri adına olumlu katkı olarak vurgulamaktadırlar.
Bazı üyeler de, çevre için
bilimsel araştırma ve teknoloji geliştirme çalışmaları bağlamında
üniversitelerde TÜBİTAK’ın yönlendirmesiyle -yeterli olmamakla birlikte- bazı
çalışmalar yapılmakta olduğunu belirtmişlerdir.
Ulusal çevre yönetimi işlevleri
çerçevesinde ülkenin uluslararası yükümlülüklerini yerine getirme düzeyini
irdeleyen bazı üyeler de Türkiye’nin çevre ile ilgili uluslararası
yükümlüklerini yerine getirmekte olduğunu söylemekte ve Avrupa Birliği ile
bütünleşme sürecinde söz konusu yükümlülüklerin yerine getirilmesinin ülkemiz açısından
itibar kaynağı ve hukuksal zorunluluk
olduğunu belirtmektedirler. Bu üyeler, AB’ne katılmak isteyen
Türkiye’nin çeşitli sözleşmelere imza atarak üzerine aldığı yükümlülükleri
yerine getirmekte olduğunu söylemekte ve örnek olarak MARPOL–73, BERN,
BARCELONA ve CENEVRE sözleşmelerini göstermektedirler. Türkiye’nin uluslararası
anlaşmalardan doğan yükümlülüklerini ‘bazı’ alanlarda yerine getirmekte
olduğunu söyleyen üyeler bu çerçevede yapılması gereken daha pek çok çalışma
bulunduğunu sözlerine eklemektedirler. Çevresel kirlilikleri coğrafya
sınırlarıyla açıklamanın olanaklı olmadığını belirten uzmanlar çevre
kavramından asıl anlaşılması gerekenin ekolojik dizgeler olması gerektiğini ve
bu nedenle çevre koruma bilincinin aynı ekodizgeleri paylaşan ülkeler arasında
yaygınlaşmasının ve ortak geleceğimizin güvence altına alınabilmesi için ortak
uygulama biçimlerinin geliştirilmesinin zorunlu olduğunu belirterek çevreye
zarar vermemek ve çevresel olgulardan zarar görmemek için uluslararası
yükümlülükleri önce “bilmek” ve sonra da “yerine getirmek” gerektiğini
söylemektedirler. Türkiye’nin uluslararası anlaşmalardan doğan yükümlülüklerini
belirli geçiş dönemi içinde yerine getirmeye çalışması gerektiğini belirten
bazı üyeler de uluslararası dayatmalara karşı dikkatli olunması gerektiğini;
zira, yabancı ülkelerin bazen kendi ülkelerinde tam uygulayamadıklarını
Türkiye’nin eksiksiz uygulamasını istediklerini ileri sürmektedirler.
Bu
olumlu görüşlere karşılık panel üyesi çevre uzmanlarının çoğunluğu ulusal çevre
yönetimi işlevlerinin gelişmişlik düzeyi konusunda olumsuz görüş
belirtmişlerdir. Ulusal çevre işlevleri ile ilgili olarak panel üyesi
uzmanlar tarafından belirtilen olumsuz görüşler aşağıda belirtilmiştir.
Uzmanların
önemli bölümüne göre, Türkiye’de olması gereken düzeyde ulusal çevre yönetimi
dizgesi Çevre Müsteşarlığı’nın kuruluşundan bu güne kadar geçen 25 yıla karşın
henüz oluşturulamamıştır. Uzmanların bu yoldaki önemli eleştirilerinden biri
Çevre Bakanlığı’nın taşra örgütlenmesinin yetersizliğine yöneliktir. Uzmanlar
Çevre Bakanlığı’nın Orman Bakanlığı ile birleşmesinden sonra sorumluluk
alanının da genişlemesi nedeniyle yeterlilik
düzeyinin tartışmaya daha da açık duruma geldiğini bildirmiştir.
Bazı
üyeler, ülkede çevresel risk kavramının henüz yerleşmediğini belirtmekte
ve çevre bilinci ve risk unsuru konusunda ulusal çalışma yapılmadığını
söylemektedirler. Bu üyeler, mevcut durumun çözümlenmesine ilişkin çalışmalar
yeterli düzeyde yapılmadığı için risk değerlendirme, planlama ve yönetim
çalışmalarında aksamalar olduğunu belirtmektedirler.
Bazı panel üyesi uzmanlar ise
çevresel yatırımların uygun teknoloji ve maliyetlerle gerçekleştirilmesini
sağlayıcı çalışmaların yapılmasına gereksinim duyulduğunu belirtmekte ve bu
yapılabildiği takdirde çevresel yatırımların yaygınlaşacağını ve çözümün kolaylaşacağını
söylemektedirler. Bu konuda örnek veren
üye zeytinyağı üretim tesislerinden oluşan kara suyun
arıtımı konusunda ülkemiz koşullarında uygulanabilir çözümün halen
geliştirilememiş olduğuna dikkat çekmektedirler.
Bazı üyeler ise çevre
yönetimine ilişkin işlev ve süreçlerin başlatılmış olduğunun söylenebileceğini
ancak bunların gelişmişlik ve yeterlilik düzeyinin öngörülen hedeflere ulaşmayı
sağlayacak düzeyde olmadıklarını belirtmektedirler. Sürdürülebilir kalkınma
ilkesine bu süreçlerde daha fazla yer verilmesi gerektiğini belirten uzmanlar
taşrada ilçeler bazında da (çevre kirliliği açısından özellikli ilçeler başta
olmak üzere) örgütlenmenin gerekli olduğunu söylemektedirler.
Etkililik kavramıyla yeterlilik
kavramının karıştırılmaması gerektiğini söyleyen bazı uzmanlar ise Türkiye’de
çevre üst yönetiminin yeterlilik düzeyinin giderek yükseldiğini ancak alt
yönetim düzeyinde günlük rutin iş ve işlemlerin yarattığı yoğun baskının
çevresel kurumların çalışmalarının etkililik ve etkenlik düzeyini azalttığını
vurgulamaktadırlar.
Olumsuz görüş belirten bazı
uzmanlar da Türkiye’de güvenilir ve
nitelikli çevre envanterlerinin bulunmadığını bildirmişler ve kirlenmelerin
saptanmasına ilişkin çalışmalarda bölgeler ve iller arasında eşitsizlikler
görüldüğünü belirterek özellikle 2001 yılından sonra Çevre Bakanlığı tarafından
kurulan yerel çevre örgütlerinin kirlenmenin saptanabilmesi için gerekli olan
her türlü teknik donanımdan yoksun olduklarını söylemişlerdir. Kirliliğin
saptanması yolundaki çalışmaların yetersizliğine değinen bazı uzmanlar da
Türkiye’de kirlilik kavramının ortak tanımının henüz yapılmamış olduğunu
belirterek yönetmeliklerde yer alan ölçünlerin çok seyrek yapılan gözlemlere
dayanılarak ‘aşılmış’ olduğunun belirlenmesinin kirliliğin saptaması için
yeterli sayılamayacağına işaret etmişlerdir. Bazı üyeler de kirletici salma ve
boşaltmaların ölçülmesi için yeterli ölçüm dizgelerinin bulunmaması ve
laboratuvarların araç ve gereç açısından yetersiz olmaları nedeniyle
kirliliklerin saptanmasını öngören çalışmaların sonuçsuz kaldığını
belirtmişlerdir. Bu üyelere göre, kirlenmelerin saptanması amacıyla dizgesel ve
dönemsel gözlemler yapılmamakta ve bu gözlemlere dayalı ve kullanılabilir
nitelikte veri tabanı oluşturulamamaktadır. Aynı üyeler, ölçme, örnek alma,
çözümleme, ayar ve laboratuvar uygulamaları için ölçün geliştirme
çalışmalarının yetersiz olduğunu ve Türkiye’de tekil bir kaç akademik çalışma
dışında yaygın anlamda bu bağlamda çalışma yapılmadığını bildirmektedirler.
Konu üzerinde daha ayrıntılı görüş belirten üye ise bu bağlamda verilebilecek
tek örneğin “Çevre ve Orman Bakanlığı’nın Gölbaşı Ulusal Referans Laboratuvarı”
olduğunu ancak bu tesisin sadece Ankara ve yakın çevresi için hizmet
ürettiğini, periferiden alınan örneklerin ilk 6 saat içerisinde laboratuvara
ulaştırılması gerektiğini belirterek TÜBİTAK ve üniversiteler gibi yetkili
laboratuvarların da bulunmadığı illerde ölçme ve çözümleme çalışmalarının
yapılamadığını söylemektedir. Diğer üyeler de bir çok il merkezindeki kurum ve
kuruluşlarda çevre laboratuvarlarının tam olarak oluşturulamadığı görüşüne
katılmışlardır. Bu üyelere göre, ölçme, örnek alma, çözümleme, ayar ve
laboratuvar uygulamaları Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya doğru gidildikçe ve
özellikle küçük ölçekli kırsal belediyelerde ya hiç uygulamamakta ya da şeklen
uygulanmaktadır.
Ulusal düzeyde kirlenmelerin
önlenmesi yolunda bazı iyiniyetli çalışmalar olmakla birlikte bunların ülke
çapında başarılı olduğunu ileri sürebilmenin olanaklı olmadığına değinen
uzmanlar bu bağlamda yapılan çalışmalarda bilimsel yöntemlerin kullanılmadığını
söylemektedirler. Özellikle endüstriden kaynaklanan kirliliklerin canlı
organizmalarda kalıcı zararlara yol açtığını belirten uzmanlar kirlenmelerin
önlenmesi çalışmaları çerçevesinde Ankara’nın hava kirliliği ve İzmit Körfezi
kirliliği dışında başarılı sayılabilecek örneklerin henüz ortaya konulamadığını
bildirmişlerdir. Çevre sorunlarının önüne geçilmesi için teknik ve yöntemler
geliştirildiğini belirten uzmanlar bu tür kuramsal yöntemlerin ülkemizde henüz
uygulama alanına konulamadığını belirtmektedirler. Uzmanlara göre,
kirlenmelerin önlenmesi yolunda toplumun, endüstri temsilcilerinin ve turizm
işletmecilerinin doğru bilinçlenmesinin sağlanamamış olması kirliliklerin
önlenmesi yolunda ciddi engel
yaratmaktadır.
Ulusal düzeyde sürdürülen çevre
için bilimsel araştırma ve teknoloji geliştirme çalışmalarının yetersiz
olduğunu belirten uzmanlar özeksel yönetimin çevre için bilimsel araştırma ve teknoloji geliştirme çalışmaları
konusunda üniversiteleri de
desteklemediğini bildirmektedir.
Ulusal düzeyde akçalı kaynak
yetersizliğine değinen bazı uzmanlar ülkemizde yapılması gereken çevre
yatırımlarının akçalı kaynak sağlanamaması nedeniyle yapılamadığını
bildirmektedirler. Bu uzmanlar, özellikle kentsel yerleşmelerden kaynaklanan
katı ve sıvı atıkların arıtımının ve gideriminin yapılabilmesi için bütçeden
çevresel yatırımlar için yeterli pay ayrılmasının gerekli olduğunu ancak
ayrılabilen payların duyulan gereksinim karşısında çok yetersiz kaldığını
açıklamaktadırlar. Uzmanlar, çevre vergilerinin ilgili mevzuata uygun
toplandığının ve kullanıldığının saptanması için yapılan bürokratik işlemler
üzerinde gerekli inceleme ve denetlemelerin yapılmasının ve elde edilecek
sonuçlara göre çevresel denetim dizgesinin yeniden düzenlenmesinin son derece
yararlı olacağını söylemektedirler. Bu bağlamda, Çevre ve Orman il
müdürlüklerine akçalı destek sağlanması gerekirken bunun yapılmadığına işaret
eden bazı uzmanlar çevre konusunda yapılan araştırmaların yetersiz olduğunu,
kurumlar arasında eşgüdüm sağlanamadığını ve özellikle taşra örgütlerinin 2001
yılından sonra kurulduğu illerde bütçe ve finansman olanaklarının çok sınırlı
kaldığını bildirmektedirler.
Ulusal çevre yönetimi
işlevlerini irdeleyen bazı uzmanlar da “Çevre Kirliliğini Önleme Fonu”nun
ülkemizde siyasal istencin çıkarları doğrultusunda köylere ve belediyelere
traktör ve vidanjör gibi araçlar dağıtmak için kullanıldığını
belirtmektedirler. Uzmanlar Çevre Fonu’nun gelirlerinin genel bütçeye
aktarılmakta olduğunu ve yapılması gereken harcamaların ancak Maliye
Bakanlığı’nın verdiği izin oranında gerçekleşebildiğini söylemektedirler. Bazı
üyeler de fonların kullanılma şeklinin saydam olmadığını, araç ve gereç
alımlarında gereksinim çözümlemelerinin yeterince yapılmadığını, Motorlu Taşıt
Vergisi gibi kaynaklardan çevre fonları için gelir toplanırken özellikle gemi
alım ve satımından çevreye hiç fon aktarılamadığını söylemişler ve bu alanda
görülen başarısızlığın başlıca nedeninin fon gelirlerinin enflasyona göre
ayarlanamaması olduğunu belirtmişlerdir. Üyeler, Fon’un tümünün politik
amaçlarla israf edildiği konusunda görüş birliği içindedir.
Ulusal çevre yönetiminde uzman
personel sayısının yetersiz olduğunu belirten üyeler bu nedenle proje
üretiminde ya da ÇED bildirgesi hazırlama aşamalarında yetenekli uzman
gereksiniminin ortaya çıktığını ve özellikle çevre sorunlarının günlük yönetim
bağlamında eğitim ve kapasite geliştirme çalışmalarına büyük gereksinim
duyulduğunu belirtmişlerdir. Üyeler, duyulan bu gereksinimlere karşın
Türkiye’de çevre için insan kaynakları planlaması yapılmadığını
söylemektedirler.
Bazı üyelere göre, Türkiye
uluslararası anlaşmalardan doğan yükümlülüklerini yerine getirmemektedir. Bu
konudaki yargılarını desteklemek üzere Türkiye’nin İklim Değişikliği
Sözleşmesi’ni yıllarca imzalamayı reddettiğini ve kükürtoksit salımlarını
sınırlamayı onyıllardır kabul etmediğini ileri süren uzmanlar Çevre
Bakanlığı’nın Johannesburg’daki “Rio+
Ulusal
çevre yönetimi işlevlerinin olumsuz olduğunu belirten kimi üyeler de ülkemizde
genelde makro ölçekte arazi kullanımı planlaması yapılmadığı için çevre koruma
amaçlı alan, mekan ve arazi kullanımı planlaması bağlamında da planlama
çalışması yapılamadığını bildirmişlerdir. Üyelere göre, ülke genelinde, master
plan uygulamaları yeterince önemsenmemekte ve yapılanlar da uygulamaya
konulamamaktadır.
Çevre koruma amaçlı ekonomik
özendirme dizgelerine değinen bazı üyeler de bu alanda yapılan çalışmaların
yetersiz olduğunu belirtmişler ve arıtma dizgelerine sağlanan elektrik
sübvansiyonunun kaldırılmış olmasını örnek olarak göstermişlerdir. Gerek işletmeciler
ve gerekse kuruluşlar için üretim maliyetine doğrudan yansıyan çevre yatırımı
giderlerinin özendirmelerle çekici kılınmasının çevre koruma çalışmalarında
başarıyı artıracağını belirten üyeler özendirme koşullarının açık ve kesin
duruma getirilmesinin, bu yoldaki denetimlerin sürekli kılınmasının ve
ayrıcalıklı uygulamalara son verilmesinin gerekli olduğunu belirtmişlerdir.
Çevre amaçlı ekonomik özendirme dizgesinin ülkemizde iyi işlemediğini ve çok
sık politik müdahalelerle karşılaştığını belirten uzmanlara göre son olarak
atık su arıtma tesislerine uygulanan ucuz elektrik tarifelerinde yapılan
değişiklikle bu özendirmenin kaldırılmış olduğuna dikkat çekmişlerdir. Atık
borsaları ve “yeşil nokta” uygulamalarıyla ekonomik özendirmeler oluşturulmaya
çalışıldığını söyleyen bazı uzmanlar da bu uygulamaların henüz başlangıç
aşamasında olduğunu belirtmişlerdir.
Bazı panel üyesi uzmanlar ise,
Türkiye’de ölçme, izleme ve denetleme dizgelerinin yetersiz olduğunu belirterek
yeni yürürlüğe konulan “Çevre Denetimi Yönetmeliği”nin dahi uygulamada gerçek
dönüşüme hizmet etmekten çok firmalar için bir gündem yaratmanın yararlı
olacağı düşüncesiyle ve güdüsüyle uygulama alanına konulduğunu söylemişlerdir.
Bu üyelere göre, Türkiye’de ölçme, izleme ve denetleme çalışmaları bağlamında
DSİ’nin yaptığı sınırlı çalışmalar dışında çalışma yapılmamaktadır ve diğer
kurumların çalışmalarının tamamı bu açıdan yetersizdir.
Uzmanların ulusal çevre
yönetimi işlevlerinin irdelenmesi bağlamında üzerinde yorum yaptıkları
konulardan biri de işletmelere çevre açısından temiz yakıt ve ham madde
sağlanması olmuştur. Çevrenin korunması bağlamında üretim tesislerine temiz
yakıt ve ham madde sağlanmasının ulusal ekonomik sıkıntılar ve enerjide dışa bağımlılık devam ettiği sürece
gerçekleşmesinin olanaklı olmadığını ileri süren uzmanlar bazı desülfürizasyon
çalışmalarının özelleştirme kapsamındaki rafinerilerde yıllardır gerçekleştirilememesini örnek olarak
göstermektedirler. Çevre korumada kirliliğin kaynağında denetim altına
alınmasının esas olduğunu belirten üyelere göre ham madde ve yakıt gibi üretim
girdilerinin uygun ekonomik maliyetlerin sağlanması durumunda çevrenin
korunması açısından son derece yararlı olacağını belirtmektedirler.
İşletmelerde ve konutlarda hava kirletici etkisi nedeniyle kullanımı yasaklanan
6 nolu fuel-oil üretiminin halen devam ettiğini ve tüm denetimlere
karşın ısınma amacıyla tüketilmeye devam edildiğini belirten uzmanlar çözümün
yasak koymak yerine bu üretimi durdurmak ya da alternatif temiz ve ucuz yakıt
sağlamak olduğunu söylemektedirler. Üyelere göre, Türkiye’de temiz ham madde ve
yakıtın ülkenin uzak ve gelişmemiş bölgelerine getirilmesi henüz
gerçekleştirilememiş hedeftir. Üretilen yakıtların niteliksiz olduğunu belirten
uzmanlar Çevre Bakanlığı’nın ÇED bildirgesi yükümlülüğünü kaldırdığı mobil elektrik
santrallerinin kullandığı 6 numaralı fuel-oilin temiz yakıt olmadığını
belirtmişler ve temiz ham madde ve enerji sağlanması konusunda devlet
uygulaması yapılmadığını bildirmişlerdir.
Çevresel risklerin
sigortalanması olgusuna değinen bazı uzmanların çevresel risk hesaplarının
bilimsel olarak kabul edilebilir yöntemlerle yapılmadığına ve bunlara ÇED
bildirgelerinde yer verilmediği sürece çevre sigortası dizgesinin Türkiye’de
işletilemez olduğuna inandıkları anlaşılmaktadır. Esasen çevresel risklere
karşı sigortalama dizgesinin henüz Türkiye’de kurulamamış olduğunu belirten bu
uzmanlar Ovacık-Bergama altın madenini işleten firmanın böyle bir sigortayı
dile getiren bir tam sayfa gazete ilanı verdiğini ancak uygulamaya
girişmediğini anımsatmışlardır.
Endüstriyel kazalara ilişkin
olarak illerde yapılması gereken “acil müdahale planları”nın henüz
tamamlanamadığına dikkat çeken uzmanlar çevresel risklere karşı sigortalamanın
ülkemiz açısından henüz çok yeni bir kavram olduğunu, “environmental
liability” anlamında sigorta uygulamasının Türkiye’de mevcut olmadığını ve
uygulanmadığını belirtmişlerdir. Normal sigorta dışında, kirlenmiş alanların
temizlenmesini amaçlayan bazı çabaların (Haliç, İzmir Körfezi, İzmit Körfezi
gibi) olumlu sonuç verdiğini belirten bazı uzmanlar Türkiye genelinde bu amaçla
başarılı olunduğunun söylenemeyeceğini belirtmektedirler.
Ulusal çevre yönetimi
işlevlerinin irdelenmesi bağlamında kirletilen alanların temizlenmesi yolunda
yapılan çalışmaları yetersiz bulan bazı panel üyesi uzmanlar ise kirletilen
alanın kullanım şeklinin, çevresi ile etkileşiminin ve kirleticinin niteliği ile
denetim altında tutulmak istenen alana yayılımının devam edip etmediğinin
dikkate alınarak yapılacak çözümlemeler sonucunda alanın temizlenmesine karar
verilmesinin doğru yaklaşım olacağını aksi takdirde çalışmalardan olumlu sonuç
alınamayacağını bildirmişlerdir. Büyük kanal projesi tamamlanmadan İzmir
Körfezi’nde uzunca süre ve yüksek maliyetlerle devam ettirilen dip çamurunu
temizleyerek Körfez’i temizleme projesini örnek olarak gösteren uzmanlar bu tür
yaklaşımların iyi ve olumlu sonuçlar veremeyeceğini belirtmektedirler. Atık su
arıtma tesisleri kurulması konusunda ülkemizde kimi çalışmalar yapıldığını
anımsatan uzmanlar bu çalışmaların varlığı bilinen sorunun büyüklüğü karşısında
yeterli olduğunu ileri sürebilmenin olanaklı olmadığını belirtmekte ve yapılan
etkinlikler sonucunda oluşan endüstriyel ve evsel atık
suların alıcı ortamın kendi kendini arıtabileceği (soğurma -
absorption) düzeye kadar arıtılmasının çevre kirliliğini önlemek açısından
gerekli olduğunu ve atık suların kaynağında denetim
altına alınması durumunda bu tür tesislerin kurulmasının iyi ve olumlu sonuç
verebileceğini belirtmektedirler. Uzmanlar, kirliliklerin önlenmesi için
yapılması gereken tesislerin teknik olarak yetersiz kalması ve ussal işletme
koşullarının sağlanamaması durumlarında ekonomik anlamda ölü yatırım şekline
dönüşmesi ve hatta çevreyi kirletici nitelik kazanması riskinin bulunduğunu
belirtmişlerdir. Bu uzmanlar bazı kentlerde atık suların ve ÇED kapsamında “ÇED
olumlu kararı” alan yeni işletmelerin atık sularının arıtıldığını belirten
uzmanlar bununla birlikte kurulmuş olduğu halde çeşitli nedenler ötürü
işletilemeyen atık su arıtma tesislerinin sayısının oldukça çok olduğuna dikkat
çekmektedirler. Ülkemizde atık su arıtma tesisi kurulması konusunda yapılan
çalışmaların sınırlı olduğunu ve ülkenin gerçek gereksinimi karşısında yetersiz
kaldığını açıklayan uzmanlar kurulmuş tesislerin birçoğunun oldukça kötü
koşullar altında çalıştığını, işletme maliyetlerini karşılayacak parasal
kaynaklarının yetersiz olduğunu ve bu tesislerde çalışan yetkin teknik personel
sayısının az olduğunu belirtmişlerdir.
Aynı çerçevede katı atık
sorununu irdeleyen uzmanlar katı atıklar için güvenli depolama alanları
kurulmasının doğal çevrenin korunması bağlamında tartışmasız bir zorunluluk olduğunu; ancak, bir kaç
büyük şehirdeki sınırlı sayıda sağlıklı ve güvenli katı atık depolama alanı
dışında bu tür tesislerin ülkemizde mevcut olmadığını söylemektedirler. Katı
atıkların giderilmesi konusunun ülkemiz için öncelikli çevre sorunlarının
başında geldiğini belirten uzmanlar ülkedeki güvenli depolama alanlarının çok
yetersiz olduğunu söylemektedirler. Uzmanlar, vahşi katı atık depolama
alanlarının yakın ve uzak çevresinin kısa ve uzun erimde çevre kirletici
unsurların yaratacağı olumsuz etkileri yaşamak zorunda kalacakları uyarısını
yapmışlardır. Katı atıkların doğru yer seçimi ve güvenilir teknik altyapı
anlamında güvenli alanlarda depolanmasının sağlanması durumunda çevre ve insan
sağlığı adına risk oluşturmasının engellenebileceğini belirten uzmanlar bu
alanları işletme güçlüklerinin ve maliyetlerinin yüksekliğinin göz önünde
bulundurularak katı atık çözümlemeleri yaptıktan sonra giderme yöntemine karar
verilmesinin ya da tamamlayıcı giderme yöntemlerinin saptanmasının daha doğru
bir yaklaşım olacağını belirtmektedirler. Uzmanlar, ülkemizdeki uygulama
biçimiyle katı atıklar konusunda ne asıl ve ne de tamamlayıcı giderme yöntemi
olarak düzenli depolama alanlarının kurulamadığını ve vahşi depolama
ile ülke çapında çevre kirliliği oluşturulmaya devam edildiğini
bildirmişlerdir. Mevcut katı atık tesislerinin yetersiz olduğunu belirten
uzmanlar kurulmuş olan bazı tesislerin de atıl durumda bulunduğunu
açıklamışlardır. Ülkemizde katı atık giderme yöntemlerinin yeterince
değerlendirilmediğini söyleyen uzmanlar bir çok ilimizde katı atık sorunu
yaşandığını ve özeksel yönetimin katı atık konusunda daha fazla akçalı destek
sağlamasının zorunlu olduğunu belirtmektedirler.
Atık maddelerin geri
kazanılması bağlamında hızla tükenen yer altı ve yer üstü kaynaklarını daha iyi
kullanabilmek ve depolama alanı ya da geri kazanma tesisi için ayrılacak
alanların azaltılmasının çevre koruma bilincinin geliştirilmesi adına çok
olumlu olduğunu belirten uzmanlar bu tesislerin bizzat kendilerinin çevre
kirletici etkilerinin göz ardı edilmemesi gerektiğini ve bu açıdan teknolojik
olarak güvenilir ve yeterli olmalarının güvence altına alınmasının önemli
olduğunu söylemekte ancak uygulamalara bakıldığında bu tür tesislerin yaygın
olmamaları ve mevcut olanların da yeterli çevre koruma önlemlerini almamış
olmaları nedeniyle çevre sorunları oluşturduklarını belirtmişlerdir. Bazı
üyeler, Türkiye’de uygulanmakta olan katı atıkların toplanması ve giderimi ile
ilgili hukuksal ve yönetsel çerçevenin endüstriyel katı atıklar da dahil olmak
üzere katı atıkların geri kazanımını olanaksız duruma getirdiğini ileri
sürmüşlerdir.
Gürültü önleyici önlemlere
değinen bazı uzmanlar bu alandaki çalışmaların genel anlamda yetersiz kaldığını
bildirmişlerdir.
Hava kirliliğinin önlenmesi
için ulusal düzeyde bazı önlemler alındığını belirten uzmanlar Türkiye’de hava
kirliliği ölçünlerinin oluşturulduğunu, kurumsal yapının kurulduğunu,
denetimlerin yapılmakta olduğunu, kentsel ve evsel ısınmada doğal gaz kullanımının
yaygınlaştığını ve egzost gazlarının denetlenmesinde belirli yol alındığını
açıklamışlardır. Uzmanlara göre, yukarıda sayılan olumlu girişimlere karşın
Türkiye’de hava kirleticilerinden kaynaklanan hastalıklara ilişkin hiç bir
epidemiyolojik araştırma yapılmamış olması hava kirliliğinin önlenmesi
konusundaki çalışmaların yetersizliğini gösteren önemli kanıttır.
Buraya kadar yapılan
açıklamalar göstermektedir ki Türkiye’de ulusal çevre işlevleri yeterince
gelişmemiştir. Ulusal düzeyde bazı çalışmaların yapılmakta olduğu kuşkusuzdur.
Ancak, uzmanlar bu çalışmaların niteliksel ve niceliksel açıdan ülkemizde
sağlıklı çevre koşulları oluşması açısından önemli ölçüde yetersiz olduğuna
inanmakta ve bunu gerekçelendirmektedirler. Esasen bu yolda verdikleri karar
yukarıdaki çizelgede verilen sonuçlara yansımış ve yukarıda özetlenen uzman
görüşleriyle de desteklenmiş bulunmaktadırlar.
Ulusal düzeyde yapılan ve
sonuçları yukarıda özetlenen irdelemeyi yerel ölçekte uygulanmakta olan çevre
yönetimi işlevlerinin irdelenmesi izlemiştir. Yerel yönetimlerin çevresel işlev
ve süreçler açısından içinde bulundukları koşullar aşağıda ele alınmıştır.
Ulusal çevre yönetimi işlevlerinin irdelenmesi için sorulan sorular uzmanlara
yerel yönetimler açısından da sorulmuştur. Alınan yanıtlar aşağıda Çizelge 6’da
verilmiştir.
ÇİZELGE 6 YEREL ÇEVRE YÖNETİMİ İŞLEVLERİ VE SÜREÇLERİ |
|||
ALT
ÖLÇÜTLER |
O |
SS |
OYDAŞMA |
1.
Yerel yönetimlerin kirliliklerin saptanması amacıyla bugüne değin yaptıkları
çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir. |
4.11 |
0.74 |
OLUMSUZ |
2. Yerel yönetimlerin
çevresel ortamların çevre kalitelerinin, kirletici emisyonlarının ve
deşarjlarının ölçülmesi ve kirliliklerin zaman içinde ve alan üzerinde
dağılma/yayılma biçimlerinin saptanması amacıyla bugüne değin yaptıkları
çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir. |
4.11 |
0.79 |
OLUMSUZ |
3. Yerel yönetimlerin ölçme,
örnek alma, analiz etme, ayar (kalibrasyon) ve laboratuvar uygulamaları için
standart geliştirme amacıyla bugüne değin yaptıkları çalışmalar yeterli
olarak kabul edilebilir. |
4.11 |
0.74 |
OLUMSUZ |
4. Yerel yönetimlerin iş yeri
açma/çalışma ve kirlilik ve atık yayma/boşaltma için “izin” ve “ruhsat”
sistemlerinin etkili şekilde kurulması ve uygulanması amacıyla bugüne değin
yaptıkları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir. |
3.93 |
0.54 |
OLUMSUZ |
5. Yerel yönetimlerin
kirlenmelerin önlenmesi amacıyla bugüne değin yaptıkları çalışmalar yeterli olarak
kabul edilebilir. |
4.11 |
0.69 |
OLUMSUZ |
6. Yerel yönetimlerin
çevresel risklerin değerlendirilmesi, planlanması, yönetilmesi ve azaltılması
amacıyla bugüne değin yaptıkları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir. |
4.25 |
0.70 |
OLUMSUZ |
7. Yerel yönetimlerin çevre
için bilimsel araştırma ve teknoloji geliştirme amacıyla bugüne değin
yaptıkları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir. |
4.29 |
0.76 |
OLUMSUZ |
8.
Yerel yönetimlerin çevre amaçlı çalışmalar için bütçe olanakları ve finansman
kolaylıkları sağlanması amacıyla bugüne değin yaptıkları çalışmalar yeterli
olarak kabul edilebilir. |
4.25 |
0.70 |
OLUMSUZ |
9. Yerel yönetimlerin çevre
fonlarını çevre koruma çalışmalarına katkı sağlayacak şekilde kullanmak
amacıyla bugüne değin yaptıkları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir. |
4.43 |
0.69 |
OLUMSUZ |
10.
Yerel yönetimlerin çevre için insan kaynakları planlaması ve yönetimi
sisteminin kurulması amacıyla bugüne değin yaptıkları çalışmalar yeterli
olarak kabul edilebilir. |
4.32 |
0.55 |
OLUMSUZ |
11.
Yerel yönetimlerin çevre ile ilgili uluslararası yükümlüklerin yerine
getirilmesi amacıyla bugüne değin yaptıkları çalışmalar yeterli olarak kabul
edilebilir. |
4.18 |
0.90 |
OLUMSUZ |
12.
Yerel yönetimlerin çevre koruma amaçlı alan, mekan ve arazi kullanımı
planlaması yolunda bugüne değin yaptıkları çalışmalar yeterli olarak kabul
edilebilir. |
4.00 |
0.54 |
OLUMSUZ |
13.
Yerel yönetimlerin çevre koruma amaçlı ekonomik teşvik sistemlerinin
uygulanması amacıyla bugüne değin yaptıkları çalışmalar yeterli olarak kabul
edilebilir. |
4.36 |
0.68 |
OLUMSUZ |
14.
Yerel yönetimlerin ölçme, izleme ve denetleme (monitoring) sistemleri
kurulması amacıyla bugüne değin yaptıkları çalışmalar yeterli olarak kabul
edilebilir. |
3.96 |
0.74 |
OLUMSUZ |
15.
Yerel yönetimlerin çevrenin korunması bağlamında üretim tesislerine temiz
yakıt ve ham madde sağlanması amacıyla bugüne değin yaptıkları çalışmalar
yeterli olarak kabul edilebilir. |
3.86 |
0.89 |
OLUMSUZ |
16.
Yerel yönetimlerin çevresel risk ve kazalara karşı çevre sigortası sistemi
kurulması amacıyla bugüne değin yaptıkları çalışmalar yeterli olarak kabul
edilebilir. |
4.21 |
0.88 |
OLUMSUZ |
17.
Yerel yönetimlerin kirlenmiş alanların temizlenmesi amacıyla bugüne değin
yaptıkları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir. |
3.86 |
0.80 |
OLUMSUZ |
18.
Yerel yönetimlerin atık su arıtma tesisleri kurulması amacıyla bugüne değin
yaptıkları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir. |
3.68 |
0.61 |
OLUMSUZ |
19.
Yerel yönetimlerin katı atıklar için güvenli depolama alanları kurulması
amacıyla bugüne değin yaptıkları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir. |
3.79 |
0.79 |
OLUMSUZ |
20.
Yerel yönetimlerin atık maddelerin geri kazanımı için tesisler kurulması
amacıyla bugüne değin yaptıkları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir. |
4.11 |
0.79 |
OLUMSUZ |
21.
Yerel yönetimlerin gürültünün önlenmesi amacıyla bugüne değin yaptıkları
çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir. |
4.11 |
0.57 |
OLUMSUZ |
22.
Yerel yönetimlerin hava kirliliğinin önlenmesi amacıyla bugüne değin
yaptıkları çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir. |
3.79 |
0.79 |
OLUMSUZ |
ORTALAMA
|
4.08 |
0.69 |
OLUMSUZ |
Çizelgede de görüldüğü üzere,
uzmanlar tarafından yerel yönetimler için yapılan değerlendirme ulusal çevre
yönetimine oranla daha da olumsuz sonuçlar üretmiştir. İrdeleme konusu yapılan
22 alt ölçüt üzerinde de olumsuz oydaşlık sağlanmıştır. Tüm sorulara verilen
yanıtların ortalamalarının ortalaması 4.08 ve standart sapmaların ortalaması
ise 0.69’dur. Bu sonuç yerel yönetimlerin çevresel işlev ve süreçlerinden
duyulan hoşnutsuzluğu yansıtmaktadır. Nitekim ulusal yönetimde olduğu gibi,
yerel yönetimlerde de bu işlevlerin tümünü kapsayan “Bugüne değin elde
ettikleri performansı genel olarak irdelemek gerekirse, yerel çevre
yönetiminden sorumlu olan yerel yönetimlerin (belediyeler ve il özel idareleri)
yerel çevresel kalitenin korunması açısından yasaların kendilerine vermiş
olduğu görevleri yerine getirmiş oldukları ifade edilebilir” yargısına
verilen yanıtların ortalaması 4.07 ve standart sapması da 0.6’dır. Bu değerler
ile tüm soruların ortalamalarının ve standart sapmalarının ortalaması
arasındaki benzerlik dikkat çekicidir.
Yerel yönetimlerin yerine
getirmekte olduğu çevre yönetimi işlevlerinin yeterlilik düzeyinin ulusal çevre
yönetimine göre daha düşük olduğu verilen yanıtlardan anlaşılmaktadır. Aşağıda
uzmanların yanıtlarını belirlerken dayandıkları görüşler verilmiştir.
Yerel yönetimlerin iş yeri
açma, çalışma ve kirlilik ve atık yayma ve boşaltma için “izin” ve “ruhsat”
dizgelerini yönettiklerine dikkat çeken kimi uzmanlar bu bağlamda ilgili
kuruluşlara kirletici atma ve boşaltma izni verildiğini ve ruhsat işlemleri iş
yerinin çalışabilme koşullarını da belirlediğinden bu dizgenin etkili şekilde
uygulanmasının kirliliklerin önlenmesine ve azaltılmasında katkıda bulunmakta
olduğunu belirtmektedirler. Bazı üyeler de izin ve ruhsat dizgesiyle yerel
yönetimlerin yörelerindeki kirleticileri kayıt altına aldıklarını
belirtmişlerdir.
Bazı üyeler de son yıllarda
başta büyükşehir belediyeleri olmak üzere kirlenmelerin önlenmesi amacıyla
yerel yönetimler tarafından önemli çalışmalar yapıldığını bildirmişler, bunlar
arasında arıtım dizgeleri ve sağlıklı katı atık depolama alanlarının bulunduklarını
belirtmişler ve Kocaeli’nde kurulan İZAYDAŞ tesisleri ile İstanbul’da kurulan
İSKİ arıtma tesislerini bu yoldaki görüşlerini örneklendirmek üzere
kullanmışlardır. Aynı konuya değinen bazı panel üyesi uzmanlar da ülkemizde
yerleşim yerlerinden kaynaklanan atık suların büyük çoğunluğunun
her hangi bir arıtmaya konu olmaksızın çevreye gelişigüzel boşaltıldığını
belirterek alıcı ortamların korunması ve su kaynaklarının kirlenmesinin
önlenmesi için arıtma tesislerinin yapılmasının zorunlu olduğunu ve
hızlandırılmaları gerektiğini bildirmişler ve bu bağlamda yerel yönetimler
tarafından yapılan çalışmaların göz ardı edilemeyecek boyutta geniş kapsamlı ve
oldukça başarılı oldukları yorumunda bulunmuşlardır. Bazı üyeler ise İller
Bankası’nın çalışmalarına dikkat çekerek İller Bankası kanalıyla son yıllarda
atık su arıtma tesislerinin projelendirilmekte ve yapılmakta olduğunu
söylemişlerdir.
Hava niteliklerinin yönetimi
konusunu ele alan bazı uzmanlar ise yerel yönetimlerin hava kirliliğinin
önlenmesi amacıyla yürüttükleri çalışmalarda gelinen noktanın oldukça iyi
olduğunu belirtmişler ve kötü nitelikli kömürlerin kullanılmaması konusunda ciddi
denetim çalışmaları yapılmakta olduğunu bildirmişlerdir.
Göreli olarak olumlu
sayılabilecek bu görüşler yanında yerel yönetimlerin çevresel işlevlerinin
yeterlilik düzeyinin olumsuz olduğunu ileri süren görüşler daha ağır
basmaktadır. Bu görüşler aşağıda özetlenmiştir.
Olumsuzluğun nedenlerine
değinen bazı uzmanlar yetişmiş personel ve akçalı kaynaklar gibi hizmet üretim
girdilerinde yaşanmakta olan sıkıntıların yerel yönetimlerin çevreye ilişkin
işlevlerinin yeterlilik düzeylerinin
gelişmesini engellediğini belirtmektedirler. Panel üyesi bazı uzmanlar
yerel yönetimlerin yerel çevre sorunlarıyla ilgili olarak karar alma yetkileri
ve yeterli akçalı kaynakları olmadığını belirtmektedir. Bu üyeler çevre mevzuatının
uygulanması için yeterli düzeyde ve eğitimli kadroların yerel yönetimler
tarafından istihdam edilmemesi ve gerekli teknik altyapının oluşturulmamış
olması nedenleriyle yerel yönetimlerden çevre konusunda başarılı ve olumlu
çalışmalar beklenmesinin gerçekçi olamayacağı görüşündedirler.
Bazı
üyeler ise yerel yönetimlerde çevre yönetimi kavramının olmadığını
söylemişlerdir. Bu üyelere göre, ülke bir bütün olarak ele alındığında yerel
yönetimlerin çevresel işlevleri konusunda iyi ve olumlu değerlendirme
yapılamaz. Bu üyeler, belediyeler arasında bazı farklılıklar görülmekle
birlikte, yerel yönetimler açısından genel olarak ele alındığında iyi bir
tablodan söz etmenin olanaklı olmadığını belirtmektedirler. Bir iki büyükşehir
belediyesi dışında olumlu çalışma görülemediğini söyleyen uzmanlar yerel
yönetimlerin çok azında çevre konusunda çalışan ayrı birim veya personel grubu
bulunduğunu belirterek çevre yönetimi kavramının yerel yönetimler tarafından
bilinmediğini ileri sürmüşlerdir. Bu uzmanlar, çevre yatırımlarının ‘üzeri
toprakla kapalı yatırımlar’ olması ve halk tarafından çıplak gözle görülemeyen
nitelikte olmaları nedeniyle yerel bütçeden akçalı kaynak ayırırken çevre
yatırımlarına öncelik verilmediğini belirtmekte ve yerel yönetimlerde çevre
sorununun ancak kirliliğin çok belirgin olduğu, sağlık açısından tehlike
yarattığı ve toplumsal yaralar açtığı durumlarda gündeme geldiğini
bildirmişlerdir.
Yerel çevre sorunları konusunda
kamunun bilinç düzeyinin oldukça düşük olduğuna işaret eden bazı uzmanlar ise
yerel yönetimlerin yerel çevre kirliliklerinin saptanmasına ilişkin
çalışmalarının yöreden yöreye değişiklik gösterdiğini söylemektedirler.
Bazı
panel üyesi uzmanlar ise kirliliğin ortaklaşa kabul edilmiş tanımının
bulunmadığına dikkat çekerek yerel yönetimlerin çevre sorunlarını ve
kirlenmelerini olası sorumlulukları nedeniyle göz ardı ettiklerini ve her şeyi
Çevre ve Orman Bakanlığı’ndan beklediklerini söylemektedirler.
Çevre yönetiminin hemen her
ülkede kabul gören temel ilkelerine değinen bazı uzmanlar ise çevresel
ortamların içinde bulundukları koşulların ve niteliklerin öğrenilmesinde,
kirletici yayma ve boşaltmaların ölçülmesinde ve kirliliklerin zaman içindeki
ve alan üzerindeki dağılma ve yayılma biçimlerinin saptanmasında ilk aşamanın
sorunla ilgili yeterli ve güvenli veri elde edilmesi olduğunu belirtmişlerdir.
Uzmanlar, inceleme konusu olan alandaki çevresel niteliklerin belirlenmesi
açısından yapılması gereken çalışmalara ışık tutması ve sorunu çözebilecek
doğru planların üretilmesi bakımından yeterli ve güvenli bilgi sahibi olmanın
çok önemli olduğunu bildirmişlerdir. Uzmanlar, sınırlı sayıdaki bazı büyükşehir
belediyelerinde yürütülen kirlilik ölçümleri dışında bilgi ve veri toplama
konusunda her hangi bir yerel etkinlik görülmediğini belirtmektedirler. Bu
üyelere göre, sadece büyükşehir belediyelerince yürütülen anlamlı sayılabilecek
kısıtlı sayıda çalışma vardır ve öteki belediyelerde bu bağlamda yapılan çalışmalar
yeterli değildir.
Ölçme, örnek alma, analiz etme,
ayar ve laboratuvar uygulamaları için ölçün geliştirmenin uygulamada
birlikteliğin sağlanması açısından gerekli olduğuna işaret eden uzmanlar
kirliliğin ölçülmesi için kullanılacak cihazların çok pahalı olması ve gerekli
uzman personelin olmaması nedeniyle yerel yönetimlerde bu tür çalışmaların
yapılmasının olanaklı olmadığını belirtmişlerdir. Yerel yönetimlerin çevresel
hizmetler açısından ve özellikle de teknik donanım ve kadro açısından gerekenin
çok altında donanıma sahip olduklarını belirten uzmanlar bu nedenle yerel
yönetimlerin alıcı ortamları ölçmek ve buralardan örnek almak gibi teknik
nitelikli çalışmalarının olmadığını
söylemektedirler. Ülkemizde ölçün geliştirme çalışmalarının hız
kazandığını belirten bazı uzmanlar ise her yerel yönetimde laboratuvar
uygulaması yapılamadığını ve teknik çözümlemelerin yöreye en yakın Bölge
Hıfzısıhha Müdürlüğü’nde yapılabildiğini belirtmektedirler. Bu konuda sadece
üniversitelerin ve araştırma kurumlarının yaptıkları çalışmaların olumlu
olduğunu belirten uzmanlar farklı laboratuvarlarda yaptırılan çözümlemelerin
farklı sonuçlar verebildiğini ve bu durumun hem uygulamayı yapanı ve hem de
denetlenen iş yerini zor durumda bıraktığını açıkmaktadırlar.
İş yeri ‘açma ve çalışma’ ile
‘kirlilik ve atık yayma/boşaltma’ için izin verme ve ruhsat düzenleme
işlemlerinin dahi yerel yönetimler tarafından etkili şekilde yönetilemediğine
değinen bazı uzmanlar da bu süreçlerin bir kaç büyükşehir belediyesi dışında
etkili bir şekilde gerçekleştirilemediğini bildirmektedirler. Bu nedenle bir
çok iş yerinin ruhsatsız olarak çalıştığını söyleyen uzmanlar ruhsat verilirken
de yeterli inceleme ve denetim yapılmadığını ileri sürmektedirler. Belediyeler
tarafından bol miktarda izin ve ruhsat verme eyleminin yapılmakta olduğunu
söyleyen bazı uzmanlar buna karşılık verilen izin ve ruhsatların uygulanma
koşullarının yeterli düzeyde izlenmediğini ve denetlenmediğini bildirmektedir.
Ruhsatlandırma işlevinin işletmeleri denetim altına almak bakımından önemli
olduğunu söyleyen uzmanlar izin veya ruhsat denetimlerinde Tarım
Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı ile yerel yönetimler arasında yetki karmaşası
yaşanabildiğini belirtmektedirler. Yerel yönetimlerin ruhsatlandırma ve
denetleme işlevini başarıyla yerine getirmediğini söyleyen bazı uzmanlar ise
Türkiye’de bu sorumluluğun yerine getirilme biçiminin yeniden sorgulanması
gerektiğini öne sürmekte ve bu görevin ulusal hükümete ya da nehir havzaları
bazında örgütlenecek yeni yerel çevre yönetimlerine bırakılmasını
önermektedirler. Sonuç olarak, belediyelerin yerel çevre yönetimi açısından
belki de etkin olabildikleri tek çevresel yönetim işlevi olan ruhsatlandırma ve
denetleme sürecinin dahi -verilen yasal yetkilere karşın- ciddi şekilde aksadığı
konusunda uzmanlar arasında oydaşlık oluşmuştur.
Yerel yönetimlerin yerel
kirlenmelerin önlenmesi açısından yapacakları çalışmaların çevresel değerlerin
korunması, çevre sorunlarının oluşmaması ve oluşanların denetim altına alınması için gerekli olduğunu belirten panel üyesi
uzmanlar yerel yönetimlerin bu alandaki uygulamalarına bakıldığında önlemlerin
kirlilik oluştuktan sonra alınmakta olduğunun görüldüğünü söylemektedirler.
Uzmanlar, kirliliklere müdahale etmekte gecikilmesi nedeniyle maliyetlerin
yükseldiğini ve daha gelişmiş teknolojilere gereksinim duyulduğunu
bildirmektedirler. Uzmanlara göre, bu sonuç önemli kısıtlar içinde çalışmakta
olan yerel yönetimlerin çevre koruma alanındaki çalışmalarını daha da
zorlaştırmaktadır. Yine uzmanlara göre, çevresel altyapı dizgeleri sınırlı olan
yerel yönetimlerin kirlenmelerin önlenmesi amacıyla çalışma yapabilmeleri
olanağı yoktur.
Yerel yönetimlerin çevresel
risk değerlendirme, planlama, yönetim ve azaltma çalışmaları bağlamında
çevresel risk etmenlerinin belirlenmesine yönelik olarak yaptıkları planlama
çalışmalarının önerilen yatırımın yerini ve koşullarını belirlemede ve çevre kirliliğini
denetim altına almada önem taşıdığını belirten uzmanlara göre bu çerçevede
önemli bir ön koşul olan çevresel risk kavramı henüz yerel yönetimlerimizde
oluşmamıştır. Bazı üyelere göre, çevresel risk bağlamında yerel yönetimlerin
kırsal ve kentsel yerel yönetimler olarak ikiye ayrılması ve kentsel yerel
yönetimlerde çevresel risk kavramının zorunlu işlevler arasında sayılması daha
uygun bir kurumsal yaklaşım olacaktır.
Yerel yönetimlerin çevresel
etki değerlendirmesi çalışmalarını irdeleyen bazı uzmanlar, kent sınırları
içinde yapılacak yatırımlar için ÇED bildirgesi hazırlanmasının kentsel çevre
sorunlarının oluşmadan önce çözülmesi açısından önemli olduğunu belirtmişler ve
yerel yönetimlerin bu konuda daha fazla yasal yetkiye ve uzman teknik personele
gereksinimi olduğunu bildirmişlerdir.
Günümüzde bir çok konuda
araştırma ve geliştirme çalışmaları yapılmakta olduğunu belirten uzmanlar çevre
yatırımlarının uygun teknoloji ve maliyetlerle gerçekleştirilmesini sağlayıcı
araştırma ve geliştirme çalışmalarının yapılmasına gereksinim bulunduğunu
bildirmekte ve yerel çevre sorunları için bilimsel araştırma ve teknoloji
geliştirme çalışmalarının yapılmasının yerel yönetim bütçelerinin yetersiz
olması nedeniyle gerçekleşemediğini söylemektedirler. Bazı yerel yönetimlerde
çevre konusunda bilimsel araştırmalar yapılmakta olduğunu ve teknolojik
gelişmelere bağlı olarak daha kolay kullanılabilir cihazların üretilmekte
olduğunu açıklayan bazı uzmanlar ise özellikle arıtma tesislerinde otomasyona
geçildiğini belirtmekte ancak bu yoldaki çalışmaların daha iyiye gidebilmesi
için yerel yönetimlere akçalı destek sağlanması gerektiği uyarısında
bulunmaktadırlar.
Bazı uzmanlar ise olağan belde
hizmetlerini bile yeterli düzeyde üretemeyen yerel yönetimlerin çevre için
bilimsel araştırma yapmalarının ve teknoloji geliştirmelerinin olanaklı
olmadığını bildirmektedir.
Panel üyelerinin önemli bölümü
yerel yönetimlerin çevre için ayırdıkları akçalı kaynakların yetersiz olduğu
konusunda görüş birliği içindedirler. Çevre koruma ve geliştirme amaçlı
çalışmalar için yerel yönetimlerin yeterli bütçe ve akçalı olanak
sağlayamadığını belirten uzmanlar ülkemizde çevresel bilinç yetersizliği ve
çevre için eğitim eksikliği gibi nedenler yanında çevresel yatırımların gerçekleştirilememesinin
bir başka nedeninin de ekonomik kaynakların yetersizliği olduğunu belirtmişler
ve bu nedenle yerel yönetimlerin çevre koruma çalışmalarına ulusal hükümetin
akçalı destek sağlamasının gerekli ve zorunlu olduğunu bildirmişlerdir. Ancak,
sınırlı sayıdaki yerel yönetimin çevre koruma amacıyla akçalı kaynak ayırdığını
söyleyen bazı uzmanlar da öteki belediyelerin yeterli kaynak ayıramamasının
temel nedeninin çevresel değerleri korumanın bu belediyeler açısından öncelik
sırasının üst basamaklarında yer almaması olduğunu belirtmektedirler. Yerel
yönetimlerin bütçe olanaklarının yetersiz olduğunu bildiren bazı uzmanlar ise
çevre temizlik vergisinden elde edilen gelirlerin çevre dışındaki amaçlar için
kullanıldığına işaret etmekte ve büyükşehir belediyeleri dışında kalan diğer
belediyelerin öz finansman kaynaklarının hemen hemen yok düzeyinde olduğunu
bildirmektedir. Bu uzmanlara göre, yeterli akçalı kaynak olmadığı için pek çok
yerel yönetim çevre koruma ve geliştirme amaçlı çalışmalar yapamamakta ya da
gereği gibi yapamamaktadır.
Yerel yönetimlerin çevre için
insan kaynakları planlaması ve yönetimi dizgesi kurması ve bu yolda çalışmalar
yapması konusuna değinen bazı uzmanlar ise bu alanlarda her hangi bir çalışma
ile karşılaşmadıklarını söylemişlerdir.
Yerel yönetimlerin çevre koruma
amaçlı alan planlaması çalışmaları ile mevcut kentsel arazilerin kullanım
koşullarını doğru saptamalarının çevre kirliliğini önleme çalışmalarına destek
olacak potansiyel yerel yönetim işlevi olduğuna işaret eden panel üyesi
uzmanlar çevresel planlama çalışmalarının yatırımcıların hangi yatırımı nerede
yapabileceklerinin belirlenmesi açısından yatırıma hız kazandıracak ve arazi
spekülasyonunu ortadan kaldıracak bir araç olduğunu bildirmişlerdir. Bu gerçeğe
karşın, yerel yönetimler tarafından yapılan imar planlama çalışmalarının
yetersiz kaldığını ileri süren uzmanlar pek çok belediyenin güncelliği olan
nazım planının olmadığını bildirmekte ve planlama işlevi katılımcı yöntemlerle
yapılmadığı için kent planlarının yapılmasında ve uygulanmasında önemli
sorunlar yaşandığına dikkat çekmektedirler.
Yerel yönetimlerin yerel hava
niteliklerinin yönetimi bağlamında yaptıkları çalışmaları irdeleyen uzmanlar
yerel yönetimlerin hava niteliklerinin korunması açısından çalışma yapmalarının
insan ve çevre sağlığı açısından oldukça önemli olduğuna işaret etmişlerdir.
Uzmanlara göre, kirliliğin önlenmesi adına teknolojik yatırımların yapılması ve
yerel yönetimlerin ekonomik anlamda güçlendirilmesi ancak temiz yakıt
kullanımının çekici kılınmasıyla olanak kazanabilir. Termik elektrik üretim
santrallerinde olduğu gibi, resmi kurumların birçoğunda hava kirliliğini
önleyebilecek filtreleme dizgesinin bulunmadığını belirten uzmanlar endüstriyel
üretim sırasında kullanılabilecek yakıtlara ilişkin yasak ve kısıtlamaların
yerel yönetimler tarafından etkili şekilde uygulanmadığını belirtmişlerdir.
Hava kirliliğinin önlenmesinde yakıt ve yakma dizgelerinin dışında konutların
yapımında ısı yalıtımının sağlanmasının ve bu durumun imar yönetmelikleri ile
güvence altına alınmasının etkili olabileceğini söyleyen uzmanlar belediyelerin
bu gibi konularda var olan durumu kabullenmekten öteye gitmeyen yönetim
yaklaşımı içinde bulunduklarını ileri sürmektedirler. Trafik düzensizliğinin bu
duruma iyi bir örnek olabileceğini söyleyen uzmanlar özellikle trafik yükünün
fazla olduğu bölgelerde hava niteliği ölçümlerinin sıklaştırılması ve
denetimlerin artırılması gerektiğini belirterek bu alanlarda kirletici
ölçümlerinin daha sağlıklı yapılması için yerel yönetimlere daha fazla yetki
verilmesi gerektiğini bildirmişlerdir.
Yerel hava niteliklerinin
yönetimine ilişkin koşulları irdeleyen bir grup uzman da bir kaç büyükşehir
belediyesi dışında yerel yönetimlerin kirlilik ölçme, izleme ve denetleme
dizgelerinin bulunmadığını söylemişlerdir. Yerel yönetimlerin kirletici kuruluşlara
geç müdahale ettiğini belirten uzmanlar hukuksal süreçlerin karmaşık olması ve
bilirkişi bildirgelerinin zamanında verilmemesi nedenleriyle kirleticiler
üzerinde etkili yaptırım uygulanamadığını bildirmektedirler. Yerel yönetimlerin
kuruluşlara temiz yakıt ve ham madde sağlamasının hava kirleticilerinin
kaynakta denetlenmesini sağlaması bakımından çevrenin korunması adına olumlu
sonuçlar doğuracağını söyleyen uzmanlar ancak soruna ülke ekonomisi ve yerel
yönetimlerin yetki alanları açısından bakıldığında önemli yetersizliklerin
görüldüğünü bildirmişlerdir. Kentsel ve evsel ısınma amaçlı yakıt sağlama
dışında yerel yönetimlerin temiz yakıt ve ham madde sağlanması yolunda
çalışması olmadığını vurgulayan uzmanlar yerel yönetimlerin bu alanda tam
anlamıyla ters yönde sayılabilecek uygulamalar içinde olduklarının dahi
söylenebileceğini; zira, yerel yönetimlerin mevcut çevresel değerlerin bedava
ve ücretsiz üretim girdileri olduğuna inanmak gibi temel bir yanlışlık içinde
bulunduklarını ileri sürmektedirler.
Uzmanlar yerel çevresel risk ve
kazalara karşı kurulabilecek çevre sigortası dizgesinin olası kazalarda
oluşabilecek çevre kirliliğinin etkili şekilde ortadan kaldırılması yanında
yerel yönetimler için ek gelir kaynağı olabileceğine dikkat çekmişlerdir. Yerel
yönetimlerin başkaları tarafından yaratılan çevresel zararların giderilmesi
amacıyla yaptıkları harcamaları Belediye Gelirleri Kanunu uyarınca kirletenden
alabilmek hakkına sahip olduğunu belirten uzmanlar yerel yönetimlerin bu amaçla
yaptıkları giderleri sorumlulardan geri alabilmek için “Amme Alacaklarının
Tahsili Usulü Hakkında Kanun”un verdiği hukuksal olanakları kullanmak durumunda
olduğunu belirtmişler ve bu sürecin zor, uzun ve pahalı olduğuna işaret
etmişlerdir. Uzmanlar, çevresel risk
sigortasının yerel yönetimlerin çevre koruma ve geliştirme çalışmalarına önemli
akçalı katkılar sağlama potansiyeline sahip olduğunu ancak böyle bir kavramın
henüz ülkemizde duyulmuş dahi olmadığını açıklamışlardır.
Çevre kirliliklerinin
katlanarak artmasının ancak kirlenmiş alanların temizlenmesi ve bu alanların
koruma altına alınmasıyla olanaklı olabileceğini belriten panel üyesi uzmanlar
bu amaçla ekonomik ve çevresel fizibilite çalışmalarının yapılması gerektiğini
ancak ülkemizdeki yerel yönetimlere bu bağlamda bakıldığında Haliç, İzmit ve
İzmir körfezleri gibi kaç yöresel örnek dışında bu yolda çalışma yapıldığının
görülemediğini ve bu nedenle yerel yönetimlerde kalıcı ve etkili çözümler
yerine geçici nitelikte etkisiz çözümler üretildiğini belirtmektedirler.
Bazı uzmanlara göre,
kirliliklerin yeterince ortadan kaldırılmamış olmasının en önemli nedeni bu
konuda ulusal çevre yönetimi ile yerel yönetimler arasında doğru ve etkili görev paylaşımının yapılmamış olmasıdır.
Yerel çevre işlevleri
bağlamında yerel su niteliklerinin yönetimi konusunu irdeleyen bazı uzmanlar
kanalizasyon ve atık su toplama dizgeleri oluşturarak atık ve kirli suların belli
bölgede toplanmasının ve alıcı ortama verilmeden önce arıtılarak sucul yaşamın
korunması gerektiğini ve bu nedenle de arıtma dizgeleri kurulmasının zorunlu
olduğunu belirtmektedirler. Yerel yönetimlerin kentsel, evsel ve endüstriyel
atık suların arıtımını amaçlayan tesislerinin sayısının yeterli olmadığını
belirten uzmanlar belediyelerin yaklaşık yüzde birinin evsel atıklarını arıtma
tesisine yolladıklarını, bu tesislerin kurulmasına yönelik çabaların yetersiz
olduğunu ve özeksel yönetimin yerel yönetimlere bu tür altyapıları oluşturmada
akçalı destek ve insan gücü desteği sağlaması gerektiğini bildirmişlerdir.
Katı atık depolama alanlarının
içinde bulundukları koşullar itibarıyla çevreleriyle karşılıklı etkileşim
içinde bulunduklarını ve bu nedenle kirleticilerin olumsuz etkilerinin yoğun
olarak yaşandığı yerler olduğunu belirten uzmanlar katı atıkların teknolojik
olarak yeterli ve güvenli alanlarda depolanmalarının çevre ve insan sağlığı
adına gerekli olduğunu bildirmişlerdir. Uzmanlar, ülkemizdeki yerel
yönetimlerin düzenli depolama tesislerinin yapılması yolunda gerekli özeni ve
dikkati göstermediklerini ileri sürmüşlerdir. Katı atık depolama konusunda bazı
çalışmalar yapıldığının görüldüğünü ancak bunların yeterli olarak kabul edilemeyeceklerini belirten uzmanlar özellikle
Karadeniz Bölgesi’nde belediyelerin katı atıklarını düzenli depolama yerlerine
değil denize veya akarsu yataklarına döktüklerini bildirmektedirler.
Uzmanlar, Ümraniye’deki çöp
patlamasının yerel yönetimlerimizin katı atıkların depolanması açısından
yeterliliklerini belirleyen en iyi gösterge olduğu inancındadır. Ulusal
hükümetin katı atık alanındaki yetersizliklerinin sorunun boyutlarını
büyüttüğünü belirten uzmanlar katı atık yönetiminin yalnızca Türkiye’de değil
tüm Akdeniz ülkelerinde çözüm bekleyen ciddi çevre sorunu olduğunu
belirtmektedirler.
Panel üyesi uzmanlar atık
maddelerin geri kazanımı sayesinde doğal kaynakların korunduğunu ve ülke
ekonomisine katkı sağlandığını belirtmekte ve atıkların ekonomiye yeniden
kazandırılmasının yeraltı ve yer üstü kaynaklarının daha uzun süre kullanımına
olanak verdiğini söylemektedirler. Yerel yönetimlerin katı atık miktarlarını
azaltılmasının ekonomik katkı yanında yerel çevre koruma bilincinin gelişmesine
de katkısı olacağını söyleyen uzmanlar yerel yönetimler tarafından
gerçekleştirilen geri kazanım tesislerinin sayıca yetersiz olduklarını
bildirmişlerdir. Bazı büyükşehir belediyelerinde kurulmuş olan tesislerin
kapasitelerinin altında hizmet verdiğini belirten uzmanlar ayıklama tesislerine
giden geri kazanılabilir malzemenin artırılması için toplumun eğitilmesi
gerektiğini bildirmişlerdir.
Uzmanlar, yerel yönetimlerin
gürültü konusunu da öncelikli yerel sorunlar arasında değerlendirmediğine
inanmaktadırlar. Gürültü ile mücadele çalışmalarında istenilen sonuca
ulaşılamadığını söyleyen uzmanlar yerel yönetimlerde gürültüye henüz sıranın
gelmediğini ve kamuoyunun gürültüye ilişkin görüş ve yakınmalarının yerel
yönetimler tarafından dikkate alınmadığını söylemişlerdir. Uzmanlar, gürültünün
kaynağında denetlenmesine ilişkin önlemler alınmasının daha etkili ve ekonomik
sonuçlar vereceğini bildirmişlerdir.
Uzmanların buraya kadar
özetlenen ulusal ve yerel çevre yönetimi işlevlerine ilişkin görüşleri yukarıda
yer verilen son iki çizelgenin birlikte ele alınmasıyla açık gerçeği ortaya koymaktadır: Türkiye’de hem
ulusal ve hem de yerel düzeyde çevre
yönetimi işlev ve süreçleri yetersizdir, etkisizdir ve etkin değildir.
2.5.3 Çapraz
Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme: İşlev ve Süreçler
Ulusal çevre yönetiminin
geçmişteki başarım düzeyinin kabul edilebilirliği konusunda hiç bir alt grup
olumlu görüş belirtmemiştir. Yalnızca uluslararası uzmanlar ile valilerin
genelde kararsız bir tutum içinde oldukları ancak diğer grupların bu soruya olumsuz
yanıt verdikleri görülmektedir. Olumsuzluk sivil toplum örgütlerinde en üst
düzeye çıkmaktadır. Ulusal yönetimin çevresel kirlilikleri önlemedeki başarı
düzeyinin yeterliliği konusunda çok az üyeden olumlu yanıt alınırken,
uluslararası uzmanlar bu konuda tarafsız kalmayı yeğlemişler; ancak, öteki alt
gruplar bu konuda olumsuz görüş belirtmişlerdir. Ulusal yönetimin atıkların ve
çevresel kirlenmelerin izlenmesi konusunda yaptığı çalışmaların olumsuz olduğu
konusunda yine alt gruplar arasında belirgin bir oydaşlık oluşmuştur. Aynı
yargıyı ulusal yönetimin labaratuvar uygulamaları için de yinelemek
olanaklıdır. Ulusal yönetimin emret-denetle stratejisi çerçevesinde açma ve
işletme izni vermesi ve izine uyum koşullarının daha sonraki aşamalarda
denetlenmesi yolundaki işlevi olumsuz olarak değerlendirilmiştir. Uluslararası
uzmanlar ve valiler bu soru karşısında ortada bir tavır benimsemişlerdir.
Çevresel kirliliklerin önlenmesi amacıyla ulusal yönetim tarafından yapılan
çalışmaların başarım düzeyinin yetersizliği konusunda olumsuz bir oydaşlık
panele egemen olmuştur. Ulusal yönetimin çevresel risk yönetimi konusundaki
başarım düzeyi de aynı şekilde tüm alt gruplar tarafından olumsuz olarak
değerlendirilmiştir. Ulusal yönetimin çevre araştırmalarının yeterliliği
konusunda uluslararası uzmanlar grubu kararsız bir tutumu benimserken diğer alt
grupların tavrı olumsuz yöndedir. Ulusal yönetimin çevre çalışmalarına akçalı
kaynak ayırması konusunda da uluslararası uzmanlar grubu dışında olumsuz bir
oydaşlık ortaya çıkmıştır. Çevre fonlarının kullanım biçiminin isabetlilik
düzeyi konusunda ise tüm gruplar olumsuz bir oydaşlık içine girmişlerdir.
Olumsuzluk akademisyenler ve sivil toplum örgütleri temsilcileri arasında en
üst düzeye çıkmaktadır. Uzmanların ulusal yönetimin çevresel işlevlerinin
olumsuz olduğu yönünde oydaşlığa ulaştığı diğer işlevler arasında insan
kaynakları yönetimi, çevre koruma amaçlı alan kullanımı planlaması, çevre
koruma amaçlı ekonomik özendirme dizgeleri uygulanması, ölçme ve izleme
dizgeleri kurulması ve işletilmesi, işletmelere temiz ham madde ve yakıt
sağlanması, çevresel riskler için sigorta dizgesi kurulması, kirliliklerin
ortadan kaldırılması, atık suların arıtılması, katı atıklar için sağlıklı ve
güvenli depolama tesisleri kurulması, katı atıkların geri kazanılması, gürültü
kirliliğinin önlenmesi ve hava kirliliğinin önlenmesi işlevleri yer almaktadır.
Yerel yönetimlerin (il özel
idareleri ve belediyeler) çevresel işlevlerinin geçmiş başarım düzeylerinin
irdelenmesi ile ilgili genel nitelikli soruya verilen yanıta ise tüm alt
gruplar bakımından tam bir olumsuzluk egemen olmuştur. Olumsuzluk sivil toplum
örgütü temsilcileri arasında en üst düzeye çıkmaktadır. Yukarıda ulusal
yönetimle ilgili olarak sıralanan tüm çevre yönetimi işlevlerine yerel
yönetimler açısından bakıldığında tüm işlevler açısından tam anlamıyla olumsuz
bir görünüm ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle yerel yönetimlerin çevresel
işlevlerinin tek tek ele alınmasına gerek görülmemiştir.
2.6
ÇEVRE ÖLÇÜNLERİ
2.6.1 Kuramsal Açıklama
Alıcı ortam, salım ya da boşaltma, ürün, üretim
girdileri ve yakıt ölçünleri şeklindeki çevre ölçünleri “emret-denetle” olarak
bilinen çevre yönetimi stratejisinin temel bileşenidir. Alıcı ortamların ve bu
ortama yapılan salımların yarattığı çevre koşulları içinde yaşayan
organizmaların her türlü çevresel tehlikeye karşı güvenli çatı altında
korunmalarının sağlanabilmesi için alıcı ortam koşullarının sayısal ve
ölçülebilir değerlerle belirtilmesi gerekmektedir. Sağlıklı çevre yaratmak ve
korumakla ödevli kamusal çevre örgütlerinin risk grupları için güvenilir korugan yaratabilmeleri çevre ölçünlerine
uyumu güvence altına alabilmeleriyle olanaklı olacaktır.
Ancak, ne varki, ölçün yapmak ve uygulamak zor
iştir. Bu bağlamda yeterli yanıt bekleyen pek çok yaşamsal öneme sahip soru
vardır:
- “Hangi maddeler ölçün yoluyla denetim altına
alınmalıdır?”
- “Bu maddeler neden denetim altına alınmalıdır?”
- “Eşik değerler nelerdir?”
- “Ölçme ve çözümleme yöntemleri nelerdir?”
- “Konu üzerinde karar almaya yetecek düzeyde bilimsel
bilgi var mıdır?”
- “Yeni düzenlemenin ekonomik sonuçları ve etkileri
neler olacaktır?”
Bu ve benzeri sorulara tam, yeterli, doğrudan ve
bilimsel yanıtlar verilmesi gerekmektedir.
ABD, Çevre Koruma Ajansı (Environmental
Protection Agency, EPA) tarafından geliştirilen hava niteliklerine ilişkin
ölçün yapma sürecine kısaca göz atmak ölçün yapmanın zorluklarını ortaya
koymaya yeterli olacaktır. EPA’nın bu düzenlemesine göre, ölçün yapmanın ana
aşamaları şunlardır: konu ile ilgili tüm bilgi ve belgelerin gözden
geçirilmesi, ilk taslak ölçün belgesinin yazılması, bilim adamlarının taslak
belge ile ilgili görüşlerinin alınması, ilk taslak ile ilgili çalıştayın
yapılması, elde edilen tüm bilgilerin ilgili kamu kurumlarına gönderilerek
görüş istenmesi, ikinci taslak bildirgenin hazırlanması, ikinci bildirgenin
kesinleştirilmesi, yeni düzenlemenin ekonomik etkilerinin araştırılması, ABD
Bütçe Yönetimi’nin konuyla ilgili görüşlerinin alınması, EPA yöneticisinin yeni
ölçünü yürürlüğe koyması, ölçünün yürürlüğe girmesinden 5 yıl sonra ölçünü
gözden geçirme çalışmalarının başlatılması.
Ülkemizde bu anlamda ölçünleştirme çalışmaları
yapılmadığı bilinmektedir. TSE tarafından çevre ölçünleriyle ya da Çevre ve
Orman Bakanlığı tarafından düzenlenen çeşitli yönetmeliklerle yürürlüğe konulan
ölçünler üzerinde dış kaynakların etkisi açıkca görülebilmektedir. [16]
2.6.2 Araştırma Sonuçları
Türkiye’de
uygulama alanına konulan çevresel ölçünlerin yeterlilik düzeyi ile ilgili
olarak panel üyelerine çeşitli sorular yöneltilmiştir. Sorular ve alınan
yanıtlara ilişkin bilgiler aşağıda Çizelge 7’de verilmiştir.
ÇİZELGE 7 ÇEVRE ÖLÇÜNLERİ |
|||
ALT
ÖLÇÜTLER |
O |
SS |
OYDAŞMA |
1.
Türkiye’de uygulama alanına konulmuş alıcı ortam standartları yeterli olarak
kabul edilebilir. |
3.07 |
1.21 |
YOK |
2. Türkiye’de uygulama
alanına konulmuş olan emisyon ve deşarj standartları yeterli olarak kabul
edilebilir. |
2.96 |
1.17 |
YOK |
3.
Türkiye’de uygulama alanına konulmuş olan üretim malzemelerine ve girdilerine
ilişkin standartlar yeterli olarak kabul edilebilir. |
3.43 |
0.69 |
|
4.
Türkiye’de uygulama alanına konulmuş olan yakıt standartları yeterli olarak
kabul edilebilir. |
3.11 |
0.99 |
YOK |
5.
Türkiye’de uygulama alanına konulmuş olan TSE-ISO 14000 dizisi Uluslararası
Çevre Yönetimi Standartları’nın uygulanması amacıyla bugüne değin yapılan
çalışmalar yeterli olarak kabul edilebilir. |
3.39 |
0.92 |
YOK |
6. Türkiye’de çevresel
standart geliştirme çalışmaları standartlaştırılmıştır. |
3.93 |
0.98 |
OLUMSUZ |
ORTALAMA
|
3.32 |
0.99 |
YOK |
Panel üyeleri çevresel ölçünler konusunda oydaşma
sağlayamamışlardır. Uzmanlara yöneltilen 6 sorudan yalnızca biri (ölçün
çalışmalarının ölçünleştirilmesi) üzerinde olumsuz oydaşma vardır. Geri kalan 5
alt ölçüt (alıcı ortam ölçünlerinin yeterlilik düzeyi, salım ve boşaltma
ölçünlerinin yeterlilik düzeyi, üretim malzemelerine ve girdilerine ilişkin
ölçünlerin yeterlilik düzeyi, yakıt ölçünlerinin yeterlilik düzeyi ve TSE-ISO
14000 dizisi Uluslararası Çevre Yönetimi Standartları’nın uygulanması amacıyla
bugüne değin yapılan çalışmaların yeterlilik düzeyi) üzerinde olumlu ya da
olumsuz oydaşma sağlanamamıştır. Yukarıda verilen sonuçlar çevre ölçünleri
konusunda belirgin bir olumsuzluğu gösterme eğilimi içinde olsalar bile
uzmanların çevresel ölçünlerin yeterliliği ve etkililiği konusunda oydaşlığa
ulaşamadıklarını göstermektedir. Sorulara verilen yanıtların ortalamalarının
ortalaması 3.32 ve standart sapmaların ortalaması da 0.99’dur. Bu durumda
yanıtlar 2.33 ile 4.32 arasında değişmektedir. Dağılımın birinci standart
sapmasını gösteren bu değerler yanıt veren uzmanların yüzde 68’ini
kapsamaktadır. Bu nedenle, uzmanların çevresel ölçünler konusunda oydaşmaya
varamadıklarını belirtmek gerekmektedir.
Çevresel ölçünlerle ilgili olarak sorulan sorulara
panel üyesi uzmanlardan olumlu ve olumsuz yorumlar alınmıştır. Bu yanıtların
çözümlenmesi çevresel ölçünler konusunda ayrıntılı bilgi vermektedir. Aşağıda
önce olumlu görüşlere yer verilmiştir.
Bazı uzmanlar Türkiye’deki alıcı ortam
ölçünlerinin gelişmiş ülkelerdeki alıcı ortam ölçünleriyle örtüştüğüne
inanmaktadır. Ülkemizdeki çevre mevzuatı ve ilgili yönetmelikler bütün olarak
ele alındığında çevre ölçünlerinin oldukça iyi ve yeterli olduğunun
söylenebileceğini ileri süren bazı uzmanlar uygulama alanına konulan çevre
ölçünlerinin çevre kirliliğini önleme ve çevresel değerlerin korunması amacına
yönelik olarak Avrupa ülkelerinin ölçünlerinden örnek alınarak oluşturulduğunu
belirtmektedirler. Tek başına düşünüldüğünde ölçünlerin yeterli ve ülkenin
altyapısına uygun olduğunu söyleyen uzmanlar buna karşılık uygulamada çeşitli
sorunlar yaşandığını kabul etmektedirler.
Uzmanlara göre, TSE-ISO 14000 dizisi Uluslararası
Çevre Yönetimi Standartları’na ilişkin olarak belge alan kurum ya da kuruluşlar
çevre ile uyumlu çalışmalar yapmakta; kısa ve uzun erimde çevre koruma adına
etkinliğin türüne göre oluşabilecek atıkları kaynağında denetim altına almaya
ya da en aza indirmeye çalışmakta, kirliliği önleyici tesisler kurmak gibi
planlar yapmakta ve atıkların da geri dönüşümünü sağlamaktadırlar. Uzmanlar, bu
gibi kurumların topluma açıklanmış çevre politikaları olduğunu, çevre yönetim
dizgesi oluşturduklarını, politikalarının uygulamasına ilişkin koşulları
sürekli izlediklerini ve ölçtüklerini ve çevre yönetim dizgesinin işlerliği
hakkında etkili iç denetim yaptıklarını bildirmişlerdir. Kurulan çevre yönetim
dizgesinin koşullarında farklılaşma oluştuğunda yeniden değerlendirme
yapıldığını ve dizgenin gözden geçirildiğini belirten uzmanlar bu özellikleri
itibarıyla TSE-ISO 14000 dizisi ölçünlerin ülkemizde çevrenin korunmasına
olumlu katkı yaptıklarını söylemektedirler. Çevresel ölçünler konusunda olumlu
yorumda bulunan uzmanların bir kesimi Türkiye’nin çevre ölçünleri konusunda
uluslararası düzeyi yakaladığını söylerken bir grup uzman da Türkiye’de çevre
için ölçün geliştirme çalışmalarının son yıllarda yoğunluk kazandığını ancak,
bununla birlikte, çevresel ölçünlerin ülkemizdeki uygulamasında -Avrupa Birliği
ülkelerindeki gibi- kesinlik ve netliğin henüz ortaya çıkmadığını
belirtmişlerdir.
Çevresel ölçünlerle ilgili olarak belirtilen
olumsuz görüşler aşağıda sıralanmıştır:
Bazı panel üyesi uzmanlar farklı durumlar için
farklı ölçünler yapılmasının gerekli olduğunu söylemiş ve bu farklılaştırmanın
ülkemizde yapılmamış olmasının uygulamada boşluklar yarattığını
belirtmişlerdir. Uzmanlar, “6 nolu fuel-oil”in yakıt olarak kullanılmaya devam
edilmesinin ve özel kalorifer yakıtı adı altında piyasaya sürülen bu yakıtın
yanması sonucunda elde edilen sonuçların kabul edilebilir sınır değerlerin
üzerinde kalmasının bu amaçla verilebilecek iyi bir örnek olduğunu
belirtmektedirler.
TSE-ISO 14000 dizisi Uluslararası Çevre Yönetimi
Ölçünü’ne ilişkin uygulamaları değerlendiren bazı uzmanlar ise bu uygulamanın
büyük ölçekli, geniş olanaklara sahip ve yurt dışı ilişkileri gelişmiş firmalar
dışında uygulama şansı bulabildiğinin söylenemeyeceğini bildirmişlerdir.
Ülkemizde bu ölçün dizgesi hakkında kesin karar verebilmeye yetecek sayıda
örnek olmadığını söyleyen uzmanlar bu nedenle uygulamanın sınırlı kaldığını
belirtmişlerdir.
Türkiye’de çevresel ölçün geliştirme
çalışmalarının ölçünleştirilmemiş olduğuna dikkat çeken bazı uzmanlar da
çevresel ölçünleri belirleyen ve yürürlüğe koyan yönetmeliklerin ve ölçünlerin
bizzat kendilerinin dış kaynaklardan yapılmış çeviriler olduklarını
bildirmişlerdir. Uzmanlar çevresel ölçün geliştirme konusunda kamu kurumları
arasında çok başlılık yaşandığına dikkat çekmişler ve ülkemizde çevresel ölçün
geliştirme çalışmalarının tam olarak sonuçlanmamış olduğunu belirtmişlerdir.
2.6.3 Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme:
Ölçünler
Türkiye’de yürülükte bulunan çevre ölçünlerinin
yeterliliği ile ilgili soruya verilen yanıtların ortalaması 3.07 olarak
ölçülmüştür. Ancak, soruyu yanıtlayan alt gruplar irdelendiğinde bu sorunun
ortalamasının gerçek durumu yansıtmadığı ve uzmanların çevre ölçünlerini
yeterli buldukları anlaşılmaktadır. Söz konusu yeterlilik tam ve mutlak bir
tatmini yansıtmamaktadır. Ancak, göreli bir yeterlilik duygusunun uzmanlara
egemen olduğu görülmektedir. Çevre ölçünlerini olumsuz olarak değerlendiren tek
alt grup akademisyenler olmuştur. Aynı değerlendirmeyi kirletici salım ve
boşaltma ölçünleri konusunda da yapabilmek olanaklıdır. Ancak, üretim
malzemeleri ve girdileriyle ilgili ölçünler söz konusu edildiğinde uzmanların
tavrı belirgin bir kararsızlığa dönüşmektedir. Yakıt ölçünleri konusunda ise
uluslararası uzmanlar, valiler ve özel sektör temsilcileri olumlu görüş öne
sürerken diğer gruplar olumsuz düşünce belirtmişlerdir. TSE-ISO 14001 ölçünü
konusunda ise uluslararası uzmanların uygulamaların yeterli kabul edilmesine
ilişkin görüşüne karşılık diğer alt grupların eğilimi kararsızlıktan
olumsuzluğa doğru bir dağılım göstermektedir. Ölçün hazırlama çalışmalarının
ölçünleştirilmiş olması konusunda ise alt grupların tümünün olumsuz düşünmekte
olduğu anlaşılmaktadır.
2.7
ÇEVRE PLANLAMASI
2.7.1
Kuramsal Açıklama
Plan, ulaşılmak istenen hedefler için gerekli
araçları, ödevleri ve zamanlamaları belirleyen programdır. Plan, aynı zamanda,
planlanmak istenen alanın gereksinimlerinin ışığında, yörenin fiziksel,
ekonomik ve toplumsal özelliklerini ve zaman kısıtlarını da dikkate alarak kıt
kaynakların en iyi kullanım biçimini belirleyen ve toplumsal çıkarları en üst
düzeyde gerçekleştirmeyi amaçlayan yönetim aracı ya da işlevidir.
Çevre yönetimi iki temel kavram üzerine dayalı
olmalıdır: stratejik planlama ve başarım yönetimi. Bunlardan birincisi olan
stratejik planlama ulaşılmak istenen somut hedeflerin belirlenmesi ve bu
hedeflere ulaşma yolunda izlenecek temel tercihler anlamına gelen
stratejilerden, stratejiler dayanacakları politikalardan, politikalar
kendilerini gerçekleştirecek eylemlerden ve eylemler de kendilerine ilişkin
zaman ve yer boyutlarının kesinleştirilmesini öngören süreçlerden oluşur.
Stratejik planlama, örgütün tüm ilgili yanlarını kapsayacak şekilde, iç
koşulların irdelenmesine, dış çevre koşullarının anlaşılmasına, ölçülebilir
hedeflerin oydaşma yoluyla saptanmasına, önceliklerin belirlenmesine ve
uygulamalar sırasında çevresel parametrelerde oluşan gelişmeleri ve değişmeleri
izlemek üzere gözlem ve değerlendirme dizgesine gereksinim duyacaktır. Bunun da
ötesinde, stratejik planlama süreci insan kaynakları, akçalı kaynaklar, veri
kaynakları, kurumsal açıdan zayıf ve güçlü yanlar, mevcut strateji, örgütsel
yapı, örgüt kültürü (iklimi), çevresel eğilimler, toplumsal gelişmeler,
gelişmelerden etkilenecek kesimler, teknolojik gelişmeler, kamuoyunun yaklaşımı
ve mevcut koşulların taşıdığı kısıtlar gibi konuları da ayrıntılı şekilde
irdelemelidir.
Planlama süreci planlanacak alanın temel
özelliklerini saptayarak çalışmalarına başlamalıdır. Bu özellikler arasında
bölgenin demografisi, coğrafyası, ekonomisi ve kentleşme eğilimleri gibi pek
çok unsur yer almalıdır. Bunu ölçme ve izleme (monitoring) dizgelerinin
oluşturulması, gerekli en az bilgi düzeyinin saptanması, verilerin işlenme
süreçlerinin belirlenmesi ve veri bankaları oluşturulması gibi yöntembilim
geliştirme çalışmaları izlemelidir. Elde edilen veriler çözümlenmeli, en yüksek
ve en düşük değerler yanında ortalama değerler hesaplanmalı, frekans
dağılımları elde edilmeli, gelişme ve değişme eğilimleri anlaşılmalı ve bunlara
dayalı olarak kirlilik dizinleri yaratılmalıdır. Bu çalışmayı izleyen aşama
elektronik ortamda örnek benzetimlerin (simulation modelling) hazırlanması
ve çözüm seçeneklerinin ortaya konması çalışması olmalıdır. Bu çalışmalara
dayalı olarak sonuç ürün olan ‘en elverişli durum’ (optimization) planı
hazırlanmalı ve plana dayalı uygulama programı ve eylem planı
tasarımlanmalıdır. Kuşkusuz, bu çalışmalara koşut olarak gerekli kurumsal
önlemler de saptanmalı ve uygulama alanına konulmalıdır.
İdeal çevresel planlama aşağıdaki eylemleri
içermelidir:
·
Çevresel nitelik göstergelerini, ekolojik
koşulları, su döngüsü özelliklerini, alan kullanma kalıplarını, ekonomik ve
toplumsal özellikleri dikkate alarak mevcut durumun saptanması.
·
Bu çalışmaların alan araştırmaları, uydu
görüntüleri ve ikincil verilerle desteklenmesi.
·
Bölgede var olan doğal kaynakların, madenlerin ve
insangücü kaynaklarının saptanması.
·
Bölgenin kirlilik yükünün belirlenmesi ve bu
amaçla baca ve kirlilik salımlarının, atık su boşaltımlarının ve katı atık
miktar ve bileşiminin saptanması, bunlarda ve alıcı ortamlarda zaman içinde
oluşan değişikliklerin gözlemlenmesi.
·
Bu verilere dayalı olarak, bölgenin taşıma,
soğurma (assimilative) ve destekleme (supportive) sığalarını (capacity)
dikkate alan bütüncül çevre yönetimi
planının hazırlanması.
·
Bu çerçevede, mevcut koşulların anlaşılması, bu
koşullarla yürürlükte olan çevre ölçünlerinin karşılaştırılması, bağımlı ve
bağımsız değişkenler arasında ilgileşimler (correlation)
kurulması, geleceğe yönelik kestirimler yapılması (projections,
extrapolations) ve bu çalışmaların karışma (dilution) ve dağılım (dispersion)
biçimlerinin modelleme ve hesaplama çalışmalarıyla desteklenmesi.
Çalışmalar,
planlanan çevrenin soğurma ve destekleme sığaları dikkate alınarak en elverişli
çözümün nasıl elde edileceği noktası üzerinde odaklanmalıdır. Bu çerçevede, en
iyi kaynak kullanımının nasıl olabileceğine ilişkin kararlar alınmalı,
kirlenmelere karşı alınacak önlemler saptanmalı ve kirliliklerin denetim altına
alınmasının ve arıtılmasının yol ve yöntemleri karara bağlanmalıdır. Bölgenin
ekonomik ve toplumsal gelişmesinin yaratacağı sonuçlara karşı alınması gereken
önlemler belirlenmelidir. Salınan ve boşaltılan atıkların geri kazanımı
planlanmalı ve bu amaçla ekonomik özendirme programları uygulama alanına
konulmalıdır. Kuşkusuz, planlamanın son amacı soğurma sığasından en yüksek
ölçüde yararlanmak, destekleme sığasının sağlayacağı olanakları anlamak, taşıma
sığasını belirlemek ve çevresel nitelikleri bozmadan büyüme kalıplarını denetim
altında tutmak olmalıdır.
Türkiye’de
kamu sektörünün planlama yaklaşımı sıralı nitelik taşır. Basamakların başında
DPT tarafından 5 yıllık dönemlerle hazırlanan kalkınma planları yer alır. Bunu
izleyen basamak hem alan kullanma ve hem de sektör planlama unsurlarını içinde
barındıran bölge planlarıdır. Bu planların öngörülen ölçeği 1/100.000’dir. Bu
planı hazırlama görevi de DPT’ye aittir. GAP Bölgesi dışında bu amaçla hazırlanmış
plan yoktur. DAP ve KAP gibi hazırlıklar ise Türkiye’de bölge planlarının var
olduğunu iddia etmek açısından yeterli değildir. Bunu izleyen aşama çevre
düzeni planları adını taşımaktadır. Ölçeği 1/25.000 veya 1/50.000 olabilen bu
planların kurumsal sorumluluğunun hangi bakanlığa ait olduğu ve içeriksel
kapsamı tartışmalıdır. Başlangıçta Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’na ait olan
kurumsal sorumluluk Çevre Bakanlığı’nın kuruluşuna ilişkin yasal düzenlemeler
yapılırken Çevre Bakanlığı’na aktarılmıştır. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı bu
planları üst ölçekli alan planlaması olarak algılarken Çevre Bakanlığı planları
çevre planlarının bir türü olarak görmüştür. Son yasal düzenlemelere kadar bu
alandaki hukuksal sorumluluk Çevre Bakanlığı’na ait olmasına karşın Bayındırlık
ve İskân Bakanlığı bu planları hazırlamaya ve onaylamaya devam etmiştir. Çevre
ve Orman Bakanlığı’nın kuruluşu ile ilgili yasalarda görevin bu bakanlığa ait
olduğu yinelenmektedir. Bu planları izleyen basamak kentlerin nazım
planlarıdır. Bu planlar 1/10.000
ölçeğinde ilgili belediye tarafından hazırlanır ve daha sonra 1/5.000 veya
1/1.000 ölçekli uygulama ve islah planları şekline dönüştürülür.
Bunlara
ek olarak, Çevre Kanunu’na dayalı olarak çeşitli alt düzey hukuk belgesi içinde
(Hava Kalitesini Koruma, Su Kirliliğini Önleme, Gürültü Önleme yönetmelikleri
gibi) bazı planlama kavramlarına değinildiği görülmektedir. Bu yönetmeliklerde
planlama kavramına değinilmekle birlikte planların içerikleri ve yöntemleri
konusunda tanımlama ya da açıklama yer almamaktadır. Bu tür planların
uygulamaya konulmuş örneği de bulunmamaktadır. Bunun yanında, yasal dayanağı
olmamakla birlikte adına master plan ya da ulusal plan denilen bazı belgelerin
bazı bakanlıklarca yayımlandığı görülmektedir. Bu planların hangi yasaya
dayanılarak hazırlandıkları ve yasal açıdan bağlayıcılık düzeyleri belirli
değildir.
Ulusal
planların başarı düzeylerine ilişkin değerlendirmeler bu çalışmanın önceki
bölümlerinde yapılmıştır. Aynı şekilde, UÇEP de daha önce irdelenmiştir.
Türkiye’de gerçekleşmiş olan çevre planlaması örneklerine Çevre ve Orman
Bakanlığı tarafından hazırlattırılan Ulusal Gündem 21 ve bazı taşra yönetimleri
ve yerel yönetimler tarafından yapılan Yerel Gündem 21 çalışmalarının eklenmesi
de olanaklıdır.
Özel
sektör bağlamında çevre planlamasının nasıl gerçekleştirilebileceğini gösteren
en iyi örneklerden biri kuşkusuz çevre denetçiliği (environmental auditing)
kavramıdır. Bu açıdan Türkiye’deki durum irdelendiğinde, henüz gerekli
altyapının oluşmadığı ve EMAR-EMAS ve ISO 14001 türü çevre denetçiliği
çalışmalarının ülke özel sektöründe yaygınlık kazanamadığı görülmektedir.
2.7.2
Araştırma Sonuçları
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında hazırlanarak
panel üyelerine yöneltilen sorular ve sorulara alınan yanıtlara ilişkin
sonuçlar aşağıda Çizelge 8’de verilmiştir.
ÇİZELGE 8 ÇEVRE PLANLAMASI |
|||||
ALT
ÖLÇÜTLER |
O |
SS |
OYDAŞMA |
||
1.
Türkiye’de, ulusal düzeyde, bütün olarak ülkenin ve/veya ülkenin alt
bölgelerinin çevresel koşullarının belirlenmesini, doğal, insan ve yer altı
kaynaklarının saptanmasını/irdelenmesini, bu bölgelerde çevre kirliliği
türlerinin/yüklerinin belirlenmesini,
kirliliklerin denetim altına alınması ve giderilmesi için alternatif
önlemlerin/yöntemlerin belirlenmesini, katı atıklarda geri kazanım/yeniden
kullanım olanaklarının saptanmasını öngören çalışmalar yapan, bu amaçla bilgi
izleme/toplama sistemleri kuran, toplanan bilgileri veri bankaları şekline
dönüştüren ve bu bağlamda yapılan çalışmaları zaman ve finansman boyutlarını
da dikkate alarak düzenleyen ulusal çevre planlaması çalışmaları yeterli
sayılabilecek düzeye ulaşmıştır. |
4.11 |
0.57 |
OLUMSUZ |
||
2.
Türkiye’de, yerel yönetimler düzeyinde çevresel
koşullarının belirlenmesini, doğal, insan ve yer altı kaynaklarının
saptanmasını/irdelenmesini, çevre kirliliği türlerinin/yüklerinin
belirlenmesini, kirliliklerin denetim
altına alınması ve giderilmesi için alternatif önlemlerin/yöntemlerin
belirlenmesini, katı atıklarda geri kazanım/yeniden kullanım olanaklarının
saptanmasını öngören çalışmalar yapan, bu amaçla bilgi izleme/toplama
sistemleri kuran, toplanan bilgileri veri bankaları şekline dönüştüren ve bu
bağlamda yapılan çalışmaları zaman ve finansman boyutlarını da dikkate alarak
düzenleyen yerel çevre planlaması çalışmaları yeterli sayılabilecek düzeye
ulaşmıştır. |
4.25 |
0.59 |
OLUMSUZ |
||
3.
Türkiye’de, “Ulusal Gündem |
3.68 |
0.61 |
OLUMSUZ |
||
4.
“Yerel Gündem |
3.71 |
0.66 |
OLUMSUZ |
||
5.
Türkiye’de, “Çevre Denetçiliği” (Environmental
Auditing) hizmeti veren özel sektör kuruluşları endüstriyel çevre
sorunlarının çözümüne önemli katkılar sağlamaktadır. |
3.57 |
0.84 |
OLUMSUZ |
||
ORTALAMA |
3.86 |
0.65 |
OLUMSUZ |
||
Çevresel planlama bağlamında 5 alt ölçüt üzerinde
durulmuştur: ulusal düzeyde çevre planlaması, yerel düzeyde çevre planlaması,
Ulusal Gündem 21 çalışmalarının yeterlilik düzeyi, Yerel Gündem 21 çalışmalarının yeterlilik
düzeyi ve çevre denetçiliği çalışmalarının yeterlilik düzeyi. Beş alt ölçüt
üzerinde de olumsuz oydaşma sağlanmıştır. Doğal olarak, yukarıda belirtilen alt
ölçütlere dayalı olarak ölçülen çevre planlaması ölçütünde de oydaşlık olumsuz
yönde olmuştur. Açıkça görülmektedir ki, ülkede çevre planlaması çalışmalarının
yetersizliği konusunda panel üyeleri arasında güçlü oydaşlık oluşmuştur.
Uzmanların yüzde 68’i ulusal çevresel planlama çalışmalarının içinde bulunduğu
koşulları 3.21 ile 4.51 arasında değerlendirmiştir. Yerel yönetimlerin çevresel
planlama çalışmalarına ilişkin olumsuzluk duygusu ise daha da güçlüdür. Aynı
şekilde, özel sektörün çevresel planlama çalışmaları da yetersiz bulunmuştur.
Özel sektör tarafından yürütülebilecek ISO 14001 ve EMAR/EMAS türü çevresel
planlama ve denetleme çalışmalarının yetersiz olduğu yolunda panel üyeleri
arasında güçlü oydaşlık sağlanmıştır.
Türkiye’de ulusal ve yerel çevre planlamasının
işlevsel açıdan yeterlilik düzeyini ölçmek amacıyla panelde yer alan üyelere
sorulan ve sonuçları yukarıda açıklanan sorular için verilen yanıtlarda
uzmanlar kararlarının gerekçelerini açıklamak üzere olumlu ve olumsuz görüşler
ileri sürmüşlerdir. Aşağıda önce uzmanların olumlu görüşlerine yer verilmiştir:
Bazı
panel üyesi uzmanlara göre, yaşam niteliklerinin iyileştirilmesi, çevresel
bilinç ve duyarlılığının geliştirilmesi, çevre yönetiminin iyileştirilmesi ve
sürdürülebilir nitelikte ekonomik, toplumsal ve kültürel gelişme sağlanması
hedefleri ile hazırlanan UÇEP’in hazırlanmış olması ulusal
çevre planlaması çalışmaları için olumlu örnektir. Bu uzmanlar, belirttikleri
olumlu görüşe karşın, UÇEP’in akçalı boyutunun yeterli olmadığına
inanmaktadırlar. UÇEP’in, Ulusal
Gündem 21’in temel taşlarından birini oluşturduğunu belirten uzmanlar Ulusal
Gündem 21 ve sürdürülebilir kalkınma ilkesi kapsamında UÇEP ile ulaşılması
planlanan hedeflerin uygulamaya ilişkin çeşitli proje paketleri ile yaşama
geçirilmesinin özeksel çevre planlaması çalışmaları açısından olumlu bir
gelişme olduğunu belirtmişlerdir. Ulusal Gündem 21 çalışmasında ülke çapında
oluşabilecek çevre sorunlarının ayrıntılı şekilde ele alındığını bildiren
uzmanlar bu bağlamda Başbakanlık, Çevre Bakanlığı ve DPT’ye önemli yetkiler
verildiğini ve aynı yetkilerin yerel yönetimlere de bir an önce verilmesi
gerektiğini söylemektedirler.
Bir grup uzman da, Ulusal Gündem 21 çalışmalarının
özeksel yönetimin çevre planlaması çalışmaları açısından olumlu bir başka örnek
olduğu görüşündedir. Yerel Gündem 21 çalışmalarının yerel çevre planlaması
sürecinde ve planın uygulanması aşamasında halk katılımın sağlanması açısından
önemli katkılar sağladığını belirten uzmanlar bununla birlikte bu tür çalışmalara katılanların kamu
yöneticileri ya da çalışanları tarafından birer ‘terör örgütü üyesi’ olarak
algılanmamaları gerektiği yolunda uyarıda bulunmuşlardır.
Yerel
çevre planlaması konusunda olumlu görüş belirten uzmanlar da yerel yönetimlerin
kendi sınırları içindeki veya yakınındaki bölgelerde çevresel etmenlerin
saptanması, araştırılması ve değerlendirilmesi konusuyla yakından
ilgilendiklerini ve sorunların planlanması için diğer yerel yönetimlerle
bağlantıya geçtiklerini söylemektedirler. Bu uzmanlara göre, Türkiye’de yerel
çevre planlaması yerel olanaklar ölçüsünde yapılmaktadır; ancak, daha gelişmiş
çevre planlaması için ulusal çevre yönetiminin akçalı desteğine ve daha
nitelikli uzman personele gereksinim duyulmaktadır. Yerel Gündem 21
çalışmasının Türkiye’nin yaklaşık 50 kadar değişik yerleşim yerinde başarıyla
sürdürüldüğünü söyleyen uzmanlar bu çalışmalara karşı çıkan bazı mülki idare
amirleri ve belediye başkanlarının bulunduğunu bildirmektedirler. Karşı
çıkmanın nedeninin “Yerel Gündem
Türkiye’deki “Çevre Denetçiliği” çalışmalarını
irdeleyen bir grup uzman da bu yöntem aracılığıyla Türk özel sektörünün dünyada
çevre konusunda yapılan değişikleri ve gelişmeleri daha dikkatle ve daha
yakından izlediğini ve daha doyurucu çözümler ortaya koyabildiğini
belirtmektedir.
Türkiye’de
özeksel ve yerel çevre planlaması çalışmalarının yetersiz olduğunu belirten
görüşler ise şunlardır:
Uzmanların
önemli bölümü Türkiye’de çevre planlamasına ilişkin çalışmaların yetersiz
olduğuna inanmaktadır. Çevre planlarının uygulanabilirlik yeteneklerinin
artırılması gerektiğini belirten uzmanlar yeni girişilecek çevre planlaması
çalışmalarında planın uygulanabilirlik yeteneği üzerinde özellikle durulması
gerektiğini bildirmişlerdir. Ulusal
çevre planlaması çalışmaları adı altında yürütülen bazı çalışmalardan
söz edildiğini belirten uzmanlar çevre planlaması çalışmalarının parça parça ve
birbirinden bağımsız olarak yürütülmesi nedeniyle bütünlükten yoksun
olduklarını ve bu bağlamda ülkenin en önemli eksikliklerinden birinin veri
yetersizliği ve veri bankalarının yokluğu olduğunu bildirmişlerdir. Uzmanlar, ideal planda olması
gerektiği gibi neden-sonuç ilişkilerinin sorgulandığı, geri kazanım ilkesinin
toplumun yaşam felsefesi şekline dönüştürüldüğü ve bilgilerin veri bankalarında
herkesin ulaşabileceği biçimde toplandığı
“Ulusal Çevre Planlaması Çalışması”nın Türkiye’de olmadığı görüşündedir.
Ulusal çevre planlamasının istenilen düzeye ulaşabilmesi için ulusal çevre
bilincinin ve finansman desteğinin artması gerektiğini söyleyen uzmanlar
çevresel planlama alanında üniversiteler de dahil olmak üzere yeterli teknik
donanıma sahip kuruluş sayısının yok denebilecek düzeyde olduğunu
belirtmişlerdir. Uzmanlar planın yapılmış olmasının yeterli sayılamayacağını
asıl önemli olanın yapılan veya uyarlanan planların uygulanabilme yeteneğine
sahip olması olduğunu bildirmişlerdir.
Çevre
ve Orman Bakanlığı’nın il örgütlerinde yapılan çevre planlaması çalışmalarının
“Çevre Durum Bildirgeleri”nden ibaret olduğunu söyleyen uzmanlar bu
bildirgelerin de bazı bilgi ve belgelerin içinde toplandığı bir derleme
çalışması olmaktan ibaret olduğunu ve bilimsel açıdan değer taşımadıklarını
bildirmişlerdir. Uzmanlara göre, ulusal düzeyde çevresel etmenler bütün olarak
ele alınmamaktadır. Uzmanlar bunun aksine olarak çevresel sorunların planlama
çalışmaları yoluyla değil bireylerin tepkileri nedeniyle kamuoyunun gündemine
geldiğini ve ancak bu aşamadan sonra yetkili ve sorumlu kamu kurumlarının
sorunla ilgili planlanma çalışmalarına başladıklarını söylemektedirler.
Panel
üyesi uzmanlar, Türkiye’de, ulusal yönetim düzeyinde olduğu gibi, yerel
yönetimler düzeyinde de çevresel planlama çalışması yapılmadığını ileri
sürmüşler ve ulusal ölçekte yetersiz kalan çevre planlaması çalışmalarının
yerel yönetimlere de yansıdığını ve esasen yeterli altyapıya ve akçalı
olanaklara sahip olamayan yerel yönetimlerin bu konuda da başarısız
kaldıklarını söylemişlerdir. Bir grup
uzman da yerel yönetimlerin genel olarak çevre planlaması çalışmalarını yeterli
düzeye ulaştırdığını söylemenin olanaklı olmadığını belirterek bu sonuca yol
açan ana nedenlerin ekonomik yetersizlik, bilgi eksikliği ve eğitimli uzman
personel sayısının azlığı olduğuna işaret etmişlerdir. Uzmanlara göre, halkın
çevresel bilinç düzeyinin sınırlılığı ve karar alma süreçlerine katılımın
sağlanamaması da de yerel yönetimlerin çevre planlaması yapmasını geciktiren
etmenler arasında yer almaktadır.
Özeksel
yönetimin dahi başarılı olamadığı çalışmaları yerel yönetimlerden beklemenin
olanaksız olduğunu söyleyen uzmanlar çevresel planlama alanında genel çabanın
varlığını gösterecek ülke çapında yaygın çalışmadan söz edilemeyeceğini
belirtmektedirler. Yerel çevresel planlama çalışmalarında elle tutulur somut
başarı elde edilemediğine inanan uzmanlar bu gibi çabaların eğitim düzeyinin
yüksek ve sivil toplum örgütlerinin güçlü olduğu yörelerde kesimsel başarı
gösterse de bu başarının ülke düzeyine genelleştirilmesinin olanaksız olduğunu
ve hatta bazı marjinal gruplar tarafından sevimsiz hale getirilen yerel çevre
planlaması çalışmalardan bile söz edilebileceğini bildirmişlerdir.
Yerel
Gündem 21 çalışmaları konusunda henüz ülke çapında yeterli uygulama olmadığına
işaret eden uzmanlar bu alandaki uygulamaların illere göre değişiklik
gösterdiğini ve uygulandığı yerlerde itici güç olma özelliğinin henüz
yaşanamadığını bildirmektedir. Uzmanlar, Yerel Gündem 21 çalışmalarının çok az
ilde ve etkili olmayan biçimde devam ettiğini söylemektedirler. Aynı konuya
değinen bazı uzmanlar da sivil toplum örgütlerinin büyük çoğunluğunun Yerel
Gündem 21 toplantılarına hazırlıksız katıldıklarını, bildirgelerin yeterliliği
kabul edilen uzmanlarca hazırlanmadığını ve Yerel Gündem 21 platformunun bazı
durumlarda ideolojik söylemler için kullanılmakta olduğunu belirtmişlerdir.
Türkiye’de,
özel sektörün çevresel planlama yetkinliği açısından önem taşıyan “Çevre
Denetçiliği” sektörünün ülkemizde yeterince gelişmemiş olduğunu belirten
uzmanlar sürece ilişkin yasal düzenlemelerin henüz tamamlanmamış olduğunu ve bu alanda sağlıklı örgütlenme altyapısının
oluşturulamadığını bildirmişlerdir. Bu uygulamanın piyasadaki rekabet
koşullarını olumsuzlaştıracağını ileri süren uzmanlar çevre denetçiliği yapan
ve akredite olmuş yerli kuruluş bulunmadığını ve çalışmaların daha çok yabancı
ülkelerden gelen kuruluşlar ya da bu kuruluşların Türkiye’deki temsilcileri
veya ortakları tarafından yürütüldüğünü belirtmişlerdir.
2.7.3
Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme: Çevresel Planlama
Ulusal
çevre planlamasının yetersizliği konusunda alt grupların büyük çoğunluğunda
oydaşlık vardır. Verilen yanıtların ortalaması olan 4.11 değeri bu konuda alt
gruplar arasında egemen olan görüşü tam olarak yansıtmaktadır. Aynı yargıyı
yerel çevre planlaması çalışmaları için de yinelemek olanaklıdır. Ancak,
uzmanların yerel yönetimlere bakış açısı ulusal çevre planlaması çalışmalarına
oranla daha olumsuzdur. Ulusal ve Yerel Gündem 21 çalışmalarının yeterliliği
konusunda alt gruplar arasında olumsuzluk yönünde belirgin bir oydaşlık vardır.
Çevre denetçiliği konusunda ise alt gruplar olumlu ve olumsuz düşünenler
arasında ikiye arılmış görülmektedir. Uluslararası uzmanlar ve özel sektör
temsilcileri bu konuda olumlu görüş belirtirken diğer grupların yaklaşımı
olumsuz olmuştur.
2.8 KURUMSAL YAPI VE YENİ KURUMSAL MODEL
2.8.1 Kuramsal Açıklama
Çevre yönetimi ekolojik dizgeleri yönetecek etkili,
güçlü ve verimli örgütsel yapıya sahip olmak zorunluluğundadır. Ancak, etkili
ve verimli örgüt yaratma ödevi temel siyasal tercihler, kurumlararası
ilişkiler, parasal olanaklar, siyasal istencin oluşturulması ve yansıtılması ve
kamunun desteğinin sağlanması açılarından kurumsallaşmaya ilişkin sorunların
dikkatli biçimde ele alınmasını gerektirir. Örgütsel özel ödev alanlarının (mission)
belirlenmesi, üzerinde durulacak temel çevresel hedeflerin tanımlanması, bu
sorunların ele alınma koşul ve biçimleri, hangi kurumların ne gibi
sorumluluklara sahip olduklarının saptanması, bu kurumların
yetkilendirildikleri kaynakların belirlenmesi, hukuksal çatının oluşturulması,
yeni örgütsel yapı oluşturmanın yasal gereklerinin anlaşılması, karar alma
orunlarının ve biçiminin saptanması, kurulacak kurumun hukuksal statüsünün
belirlenmesi, yeni örgütün yönetsel işlevlerinin belirlenmesi ve ulusal
yönetimle yerel yönetimler arasındaki ilişki biçimlerinin saptanması bu bağlamda
üzerinde durulması gereken ana unsurlar olacaktır.
Kurumlararası ilişkiler göz önüne alındığında ise,
yürürlükteki çevresel programların belirlenmesi ve halen çalışmalarını
sürdürmekte olan kurumların bu bağlamda sahip oldukları rollerin ve
kurumlararası ilişkilerin güçlü ve zayıf yanlarının anlaşılması ve gelecekteki
eşgüdüm gereksinimlerinin kestirilmesi yanıt bulunması gereken pek çok sorudan
yalnızca bazıları olacaktır.
Yeni kurumsal yapıyı oluşturmak zorunda olanların
akçalı sorunlara ve fon yönetimine ilişkin yönetsel işlevler açısından da şu
konular üzerinde durmaları gerekecektir: çalışma önceliklerinin saptanması,
karar vericilerin belirlenmesi, hizmet sunumunda özel sektörün rol ve payının
artırılması ve bütçe kaynaklarının harcama kalemlerine tahsis edilme
yöntemlerinin saptanması. [17]
Yukarıda sözü edilen sorunlar kurumsal değerlendirme
çalışmaları yapılırken üzerinde durulması gereken unsurlardan bazılarıdır.
Bunların tümüne uygun çözümler bulunması gerekir. Bu konular üzerinde karar
kılındıktan sonra bütçeleme, planlama, tesislerin yönetimi, insan kaynakları
yönetimi, bilgi ve verilerin yönetimi, dış ilişkilerin yönetimi, hukuksal
danışmanlık ve politika geliştirme gibi temel süreçleri yürütecek iç örgütsel
birimlerin oluşturulması sağlanmalıdır. Bunlara ek olarak, hava, su, toprak ve gürültü
gibi çevresel sorun alanları (environmental media) için ölçünler
hazırlayacak, yükümlülerin kurallara uyma koşullarını izleyecek, kirlenmeleri
önleyecek ve giderecek, riskleri değerlendirecek ve bunlara karşı önlemler
geliştirecek işlevsel odak noktaları oluşturulmalıdır.
Türkiye’nin
çevre yönetimine ilişkin kurumsal yapısı Şekil 2’de verilmiştir. Bu dizge esas
olarak iki dala ayrılmaktadır: ulusal yönetim (Ankara’daki bakanlık örgütü ve
il ve ilçelerdeki taşra örgütü) ve yerel yönetimler (il özel idareleri,
belediyeler ve köyler). Türkiye’de Çevre ve Orman Bakanlığı yanında, pek çok
öteki bakanlığın çevre yönetimi alanında görev ve sorumlulukları vardır. Çevre
ve Orman Bakanlığı’nda ‘duyarlı ekolojik alanlar’ için ayrı bağlı kurum oluşturulmuştur.
Her iki kurum için ayrı fonlar kurulmuştur. Ancak bu fonlar şu anda işlevsel
değildir ve Maliye Bakanlığı’nın bünyesine alınmıştır. Türkiye’de halen iki
ayrı türde belediye bulunmaktadır: iki aşamalı büyükşehir belediyeleri ve tek
aşamalı normal belediyeler. Bu kurumlar da çevre alanında önemli görevlere
sahiptir. “Kamu Yönetimi Temel Kanunu”nun bu alanda getireceği yeni
düzenlemelere dip notta değinilmiştir.
2.8.2 Araştırma Sonuçları
Yukarıda yapılan açıklamar ışığında panelde yer
alan uzmanlara dokuz ayrı soru yöneltilmiştir. Çevresel kurumların verimlilik
ve etkililik durumlarını anlamayı amaçlayan bu sorular ve alınan yanıtların
dağılımı Çizelge 9’da verilmiştir.
ÇİZELGE
9 KURUMSAL
YAPI |
|||
ALT
ÖLÇÜTLER |
O |
SS |
OYDAŞMA |
1.
“Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı”ndan “bakanlık”
olmaya kadar değişen gelişme çizgisi içinde Çevre Bakanlığı başarılı ve etkili
örgütlenme öyküsü ortaya koymuştur. |
3.86 |
0.93 |
OLUMSUZ |
2.
“Çevre Koruma Fonu” çevre sorunlarının
giderilmesine finansal kaynak sağlamak bakımından başarılı olmuştur. |
4.11 |
0.69 |
OLUMSUZ |
3.
Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı, görevli
olduğu alanlarda/konularda çevre sorunlarının çözümlenmesi açısından başarılı
olmuştur. |
3.43 |
0.69 |
OLUMSUZ |
4.
“Özel Çevre Koruma Fonu” özel çevre koruma
bölgelerindeki çevre sorunlarının giderilmesine finansal kaynak sağlamak
bakımından başarılı olmuştur. |
3.68 |
0.61 |
OLUMSUZ |
5.
İl Çevre Müdürlükleri’nin örgütlenme koşulları
ilin çevresel kalitesinin korunması ve geliştirilmesi açısından etkili ve
başarılıdır. |
3.75 |
0.70 |
OLUMSUZ |
6.
İl Çevre Vakıfları, illerin çevre sorunlarının
çözümlenmesi bakımından doğru bir kurumsal çözümdür. |
3.96 |
0.92 |
OLUMSUZ |
7. İlçe (kaymakamlık)
düzeyinde çevre örgütü kurulmasına gerek yoktur. |
3.82 |
1.36 |
YOK |
8. İllerde kurulan, Mahalli
Çevre Kurulları başarılıdır. |
3.61 |
0.69 |
OLUMSUZ |
9. Türkiye’de,
belediyeler/büyükşehir belediyeleri, iç örgütlenmeleri çerçevesinde
yerel çevresel kalitenin korunması ve
geliştirilmesi bağlamında etkili ve başarılı şekilde örgütlenmişlerdir. |
3.93 |
0.54 |
OLUMSUZ |
ORTALAMA |
3.79 |
0.79 |
OLUMSUZ |
Türkiye’deki çevresel
örgütlenmenin yeterlilik düzeyi konusunda yapılan irdelemede 9 alt ölçüt
üzerinde durulmuştur. Bunlardan biri üzerinde (ilçe düzeyinde çevre örgütü
kurma gerekliliği) konusunda oydaşma sağlanamamıştır. Geri kalan 8 alt ölçüt
konusunda olumsuz oydaşma sağlanmıştır. Bu alt ölçütler şunlardır: Çevre
Bakanlığı’nın başarılılık ve etkililik düzeyi, Çevre Koruma Fonu’nun yeterlilik
düzeyi, Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı’nın başarılılık ve etkililik
düzeyi, İl Çevre Müdürlükleri’nin başarılılık
ve etkililik düzeyi, İl Çevre Vakıfları’nın başarılılık ve etkililik düzeyi,
Mahalli Çevre Kurulları’nın başarılılık ve etkililik düzeyi ve belediyelerle
büyükşehir belediyelerinin başarılılık ve etkililik düzeyi. Yukarıdaki çizelgede de görüldüğü üzere,
panel üyeleri gerek ulusal ve gerekse yerel çevre örgütlerinin bugüne kadar
elde ettikleri başarımın etkili ve yeterli olmadığı konusunda görüş birliğine
varmışlardır. Dokuz soruya verilen yanıtların ortalamalarının ortalaması 3.79
ve standart sapması da 0.79’dur. Böylelikle, birinci standart sapma içinde yer
alan ve toplam deneklerin yüzde 68’ini oluşturan uzmanlar grubu kurumsal
dizgeyi 3.00 ile 4.58 arasında değerlendirmiş olmaktadırlar. Bu sonuç, yanıt
skalasında ortadan en kötüye kadar değişen alanı işaret etmektedir.
ÇİZELGE 10 YENİ KURUMSAL DÜZENLEMELER |
|||
ALT
ÖLÇÜTLER |
O |
SS |
OYDAŞMA |
1.
Orman Bakanlığı’nın ile Çevre Bakanlığı ile birleşmesi isabetli olmuştur. |
3.96 |
1.07 |
OLUMSUZ |
2.
Oluşturulan bu yeni ulusal çevre örgütlenmesi modeli çevre sorunlarını
çözmede başarılı olacaktır. |
3.89 |
0.88 |
OLUMSUZ |
3.
Yeni çevre örgütlenmesinin taşra örgütlenme biçimi (Orman ve Çevre il
müdürlükleri) ildeki çevre sorunlarını çözümlemede daha fazla başarı
sağlayacaktır. |
3.86 |
0.93 |
OLUMSUZ |
ORTALAMA |
3.90 |
0.96 |
OLUMSUZ |
Türkiye, son yıllarda,
AB uzmanlarının da etkisiyle, çevre hizmetlerinin yürütümüne ilişkin kurumsal
yapısında önemli değişiklikler yapmış ve bu arada çevre ve orman bakanlıkları
ile bu bakanlıkların il müdürlükleri birleştirilmiştir. Yeni modelin çevre sorunlarının
giderilmesi açısından gelecekte elde edebilecekleri başarı düzeyini kestirmek
amacıyla uzmanlara üç ayrı soru yöneltilmiştir. Sorular ve alınan yanıtlar
Çizelge 10’da verilmiştir. Üyelerin geleceğe yönelik bekleyişleri de
olumsuzdur. Her üç soruya verilen yanıtların ortalaması 4 dolayındadır. Bu
sonuç, diğer alanlarda yeterli önlem alınamazsa yalnızca kurumsal yapıda
yapılacak şekilci değişikliklerden fazla şey beklenmemesi gerektiği anlamına
gelmektedir.
Araştırma çerçevesinde Çevre Bakanlığı’nı esas
alan örgütlenme biçimiyle ve yeni
kurumsal seçenek olarak üzere geliştirilen Çevre ve Orman Bakanlığı
modelinin yeterlilik durumlarıyla ilgili olarak panel üyesi uzmanlara çeşitli
sorular yöneltilmiştir. Alınan yanıtlar yukarıda yer alan çizelgelerde
açıklanmıştır. Genelde olumsuz olmakla birlikte uzmanlar verdikleri kararları
gerekçelendirmek amacıyla hem olumlu ve hem de olumsuz görüşler ileri
sürmüşlerdir. Bu gerekçelerden önce olumlu olanları aşağıda belirtilmiştir.
Bazı panel üyesi uzmanlar Çevre Bakanlığı’nın
öteki kamusal kurumlarla karşılaştırıldığında onlara göre daha çabuk
kurumsallaştığının yadsınamaz gerçek olduğu düşüncesindedir ve kurumsallaşmada
elde edilen hız bu üyeleri mutlu etmiş görünmektedir. Bazı üyeler de olumlu
düşüncelerini çevre mevzuatının hızla geliştirilmiş olmasına bağlamışlardır. Bu
üyelere göre, Çevre Kanunu, çevre yönetmelikleri, çevre ölçünleri ve çevresel
bilinçlenme Çevre Bakanlığı döneminde gerçekleştirilmiştir. Olumlu görüş
belirten uzmanlar çevre konusunda yeni elemanların bu dönemde yetiştirilmiş
olmasını ve gerek özeksel ve gerekse bölgesel kurumsal yapıların
çekirdeklerinin aynı dönemde hazırlanmış ve uygulamaya konulmuş olmasını başarı
unsuru olarak kabul etmektedirler.
Bazı uzmanlar ise Türkiye’nin kurumsallaşma
alanındaki sorunlarının diğer ülkelerden farklı olmadığını belirterek ve DSİ
örneğini öne sürerek Çevre Bakanlığı’nın kendisinden önce kurulmuş olan ve önemli
güce ve büyüklüğe ulaşmış ve geniş yatırım olanaklarına sahip öteki kamusal
kurumlarla nasıl baş edilebileceği sorunsalını ortaya koymakta ve bu sorunsalın
çözümünün hiç bir ülkede kolay olmadığını bildirmektedirler.
Bir kesim uzman da Özel Çevre Koruma (ÖÇKK) Bölgeleri uygulamasını başarılı bulduklarını
belirtmişler ve ÖÇKK ilan edilen alanlarda mevcut ekolojik koşulların daha iyi
korunduğunu görmelerinin bu yoldaki düşüncelerini güçlendirdiğini bildirmişlerdir. ÖÇKK’nun elde ettiği başarının sınırlı
olabileceğini belirten uzmanlar ancak bu bölgelerdeki çevre değerlerinin kapsam
dışındaki bölgelerdeki çevre değerlerine göre çok daha fazla korunmuş olduğu
gerçeğinin yadsınamayacağını söylemektedirler. Uzmanlar, bu çerçevede, “Özel
Çevre Koruma Fonu”nun da olanakları ölçüsünde başarılı sayılabileceğini
belirtmektedir.
Çevre il müdürlüklerinin başarısını irdeleyen bazı
uzmanlar ise bu müdürlüklerin başarı düzeylerinin mülki idare amirleri ve
ilgili diğer kamusal kurumlarla eşgüdüm içinde çalışabilmesine bağlı olduğunu
ve bu kurumlarla sağlanacak işbirliğinin ve eşgüdümün çevresel denetimlerin
artırılması sonucunu yaratacağını ve bu durumun da söz konusu müdürlüklerin
genel başarı düzeyini yükselteceğini belirtmişlerdir. Bu üyelere göre, Çevre il
müdürlükleri ÇED sürecini yürütmek, İl Mahalli Çevre Kurulu’nun asli üyeliğini
ve sekreterliğini yapmak ve çevre kirliliklerini denetlemek gibi kendilerinden
beklenen temel işlevleri yerine getirmektedirler. Bazı bölgelerde iyiniyetli,
çalışkan ve sorumluluk alan bürokratlar bulunduğunu ve bu nedenle bazı Çevre İl
Müdürlükleri’nin diğerlerine göre daha başarılı olabildiğini söyleyen uzmanlar
ülkemizde her ilin çevre sorunlarının farklı ve kendisine özel olduğunu ve
endüstriyel ve turistik etkinliklerin yoğunlukta olduğu illerde il
müdürlüklerinin daha güçlü örgütleme içinde olmalarının zorunlu olduğunu
belirtmektedirler.
İllerde kurulan İl Çevre Vakıfları’na değinen bazı
uzmanlar, bu kurumların il çevre müdürlüklerince yürütülen çevresel
hizmetlerinin sağlıklı şekilde
gerçekleşmesi için önemli kaynaklar sağladıklarını ve il çapındaki çevre
projelerinin yaşama geçirilmesinde akçalı destek sağlayarak çalışmaları
ilerletici işlev yerine getirdiklerini söylemektedirler.
İlçe düzeyinde çevre örgütü sorununu irdeleyen
bazı uzmanlar ise yeni yönetim kademesi yaratılmaması açısından bu yaklaşımın
yerinde olduğunu ve il bazında örgütlenmenin yeterli olacağını bildirmişlerdir.
Bu uzmanlara göre, ilçelerde örgütlenmek yerine çevre yönetim işlevlerinin
belediyelere aktarılması ve belediyelerde çevre örgütleri kurulması daha uygun
çözüm olacaktır.
İl Mahalli Çevre Kurulu’nu (İMÇK) irdeleyen bazı
uzmanlar da il ölçeğinde çevreyle ilgili konularda tüm kurum ve kuruluş
temsilcilerinin görüşlerini ortaya koyabilecekleri platform oluşturması
açısından bu kurulların önemsenmesi gerektiğini bildirmektedir. Aynı uzmanlar,
çevre sorunlarının çözümü ve çevresel bilinçlenmenin artması için gerekli
unsurlardan birinin kurumlararası eşgüdüm olduğunu, çevre sorunlarının doğası
gereği konuyla ilgili, bilgili ve yetkili birimlerin bir araya gelmesini ve
görüş alışverişinde bulunmasını gerekli kıldığını belirtmişler ve kurumlararası
bilgilendirmenin ve eşgüdümün gerçekleşmesinin il düzeyinde il mahalli çevre
kurulları aracılığıyla sağlanabildiğine işaret ederek bu kurulların yararlı bir
işlev yerine getirdiğini söylemişlerdir. Uzmanlar, bu kurulların işlevsellik
düzeyinin illere göre değişiklik gösterdiğini görüşlerine eklemişlerdir.
Yerel yönetimlerin çevresel örgütlenme düzeyi
konusunda göreli olarak olumlu görüş belirten uzmanlar ise büyükşehir
belediyelerinin sahip oldukları olanaklar nedeniyle çevre konusunda normal
belediyelere oranla daha etkili örgütlenme sağladıklarının kabul
edilebileceğini ancak ülke genelinde -büyükşehir belediyeleri dışında kalan-
normal belediyeler için aynı şeyi söylemenin olanaklı olmadığını ve çevresel
örgütlenme biçiminin belediyeden belediyeye
değiştiğini bildirmektedirler.
Çevresel örgütlenme konusunda ileri sürülen gerekçeler ağırlıklı olarak
olumsuz görüşlerden oluşmaktadır. Panel üyesi uzmanlarca çevresel örgütlenme
konusuyla ilgili olarak belirtilen olumsuz görüşler aşağıda yer almaktadır:
Bazı panel üyesi uzmanlar Çevre Bakanlığı’nın örgütlenme felsefesinin
yanlış olduğuna inanmakta ve özellikle taşra örgütünün nehir (akarsu) havzaları
bazında örgütlenmesi gerektiğini ve bu modelin daha başarılı sonuçlar
verebileceğini bildirmektedirler. Çevre Bakanlığı’nın hem özekteki ve hem de
taşradaki örgütlenme sürecinin henüz
tamamlanmadığını belirten bazı üyeler de kimi illerde halen bir iki kişi ile
müdürlük etkinliklerinin sürdürülmekte olduğunu söylemişlerdir.
Bazı üyeler ise çevre mevzuatının
oluşturulması ve geliştirilmesi süreci ile Bakanlığın taşradaki örgütlenme
süreci bir diğerine koşut olarak ilerleyemediğinden yönetmeliklerin uygulama
alanına sokulmasında geç kalındığını ve uygulamada bölgesel ve yöresel
farklılıklar oluştuğunu açıklamışlardır.
Bazı üyeler ise olumsuz görüşlerine gerekçe olarak çevre eğitimine gereken
önceliğin verilmemiş ve çevre için eğitimin ülke geneline yayılmamış olmasını
göstermişlerdir.
Hizmet içi eğitime de değinen uzmanlar farklı meslek gruplarından oluşan
bakanlık personeline hizmet içi eğitim verilmemiş olmasının uygulamalarda
tektipliliği sağlayamama sonucunu beraberinde getirdiğini söylemişlerdir.
Bazı üyeler de Bakanlık çalışmalarını eleştirerek, özeksel yönetimin sadece
cezalandıran değil aynı zamanda yol gösteren, destekleyen ve yeni teknolojileri
araştıran nitelikte olması ve saydam politikalar izlemesi gerektiğini
bildirmişlerdir. Bu üyelere göre, eşgüdümcü bakanlık olması gerekirken yürütücü
bakanlık olması Çevre Bakanlığı için dezavantaj yaratmıştır. Müsteşarlık
düzeyinden bakanlık düzeyine dönüşmenin önem ve statü açısından yükselme gibi
görünebileceğine işaret eden uzmanlar, asıl önemli olanın çevre gibi birçok
kesimi ilgilendiren konuda özeksel yönetimin eşgüdüm işlevinin öne çıkması
olduğunu ileri sürerek Çevre Bakanlığı’nın ayrı bakanlık olarak örgütlenmesi
yerine bütün bakanlıkların üstünde kalan -örneğin Başbakanlık’a bağlı- kurum
olmasının çevre alanında daha etkin işleyiş sağlayabileceğini belirtmişlerdir.
Bir kesim uzman da, çevre biliminin birden çok disiplini kapsayan çalışma
alanı olduğunu belirterek Çevre Bakanlığı’nın bu disiplinleri kendi bünyesinde anlamlı
şekilde bütünleştiremediği için başarılı olamadığına ve bu nedenle de etkili
örgütlenme yapamadığına inanmaktadır.
Eski bir Çevre Bakanı’nın Çevre Bakanlığı için söylediği “zurnanın son
deliği” olmak nitelemesini yineleyerek vurgulayan bazı uzmanlar örgütlenme
sürecinin siyasal çekişmelerle sürekli olarak yıpratıldığını ve bu koşullar
altında örgütlenme alanında elde edilen olumsuz sonucun olağan karşılanması
gerektiğini belirtmişlerdir.
Çevre Koruma Fonu’nun çevre sorunlarının
giderilmesinde akçalı kaynak sağlaması amacıyla konulan yasa hükümlerinin
yaşama geçirilmediğini bildiren uzmanlar fon gelirlerinin
çevresel yatırımlara yeterli akçalı kaynak sağlayamadığını açıklamışlardır. Bu
üyeler çevre cezaları yoluyla Fon’a aktarılan gelirlerin dahi çevre koruma
amaçlı çalışmalar için kullanılmadığını belirterek Fon’un yanlış
kullanıldığını, her yeni bakanın Fon’u “çiftlik bütçesi olarak” görerek Fon
kaynaklarını politik nedenlerle israf ettiklerini ve hatta kötüye
kullandıklarını ileri sürmüşlerdir.
ÖÇKK çalışmalarını eleştiren bazı uzmanlar da bu kurumun sadece koruma
alanları ilan etmekle yetindiğini ve uygulamada başarı sağlayamadığını
bildirmişlerdir. Aynı şekilde, “Özel Çevre Koruma Fonu”nun da başarılı
olamadığını söyleyen uzmanlar bu Fon’un çevre dışı amaçlarla kullanıldığını
bildirmişlerdir.
Bazı panel üyesi uzmanlar da Çevre il müdürlüklerine yapılan müdür
atamalarında özenli davranılmadığını, adaylarda belli alanlarda uzman olmak
koşulu aranmadığını ve öğretmen ve doktor gibi kimi meslek mensuplarının il
müdürü olarak atandıklarını ve bu yaklaşımın örgütlenme alanında başarı elde
edilmesine izin vermediğini belirtmişlerdir.
İl müdürlüklerinin başarısız olduğunu vurgulayan bazı üyeler de başta
akçalı kaynak yetersizliği olmak üzere hizmet girdilerinin sınırlı olmasının
çevre il müdürlüklerini başarısız ve etkisiz kıldığını söylemişlerdir.
Bazı üyeler de çevre il vakıfları aracılığıyla toplanan gelirlerin çevre
adına yapılacak işlemler için kullanılma oranının illere göre değişiklik
gösterdiğini bildirerek İl Çevre Müdürlükleri’nce yürütülen İl Çevre Vakfı
yaklaşımının yanlış kurumsal çözüm olduğunu ve söz konusu vakıfların kötüye
kullanıldıklarını açıklamaktadırlar. Vakıfların gelirlerinin yüzde 30’una Çevre
ve Orman Bakanlığı’nın el koyduğunu belirten uzmanlar il bazında toplanan
gelirlerin Ankara’ya gittiğini, Maliye Bakanlığı’nın il çevre vakıflarını vergi
yükümlüsü olarak kabul ettiğini ve gelirlerden vergi aldığını belirtmişlerdir.
Bu nedenlerle il çevre vakıflarının sınırlı akçalı olanaklarıyla ancak küçük
çaplı projelere destek sağlayabildiğini belirten uzmanlar il özel idarelerinin akçalı
destek sağlanması konusunda il çevre vakıflarından daha çok yarar sağladığına
dikkat çekmektedirler.
Vakıfların özel hukuk tüzel kişisi olduğunu belirten uzmanlar bu nitelikte
kurumsallaşmanın kamusal olmak özelliği ağır basan çevre hizmetleri için daha
başlangıçta yapılan hata olduğunu bildirerek siyasal istenç sahiplerinin her
alanı kendi çıkarları doğrultusunda denetim altında tutmak adına “buluş (!)”
niteliğinde kurumsal düzenlemeler yapmakta olduklarını ileri sürmüşlerdir. Kamu
yönetimini ve yöneticisini esas alan ve odak kabul eden vakıf kurulmaması
gerektiğini belirten panel üyesi uzmanlar vakıf kavramının tanımının kamusal
hizmet üretme amacına aykırı olduğunu söylemişlerdir. Vali merkezli İl Çevre
Vakfı modelinin de bu tür buluşlardan olduğunu belirten uzmanlar bu kurumların
“ masa ve memur” vakıfları olduklarını
bildirmişlerdir. Kamunun kamusal hizmet üretmek amacıyla vakıf kurmasının
“hukuk cinayeti” olduğunu söyleyen uzmanlar kamusal hizmetlerin vakıflara
aktarılmasının da başka tür cinayet olduğunu belirtmişler ve hukuka uygun
olmayan kurumsallık olamayacağını vurgulamışlardır.
İlçe düzeyinde örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan bazı panel üyesi
uzmanlar çevre hizmetlerinin alanda örgütlenmesi açısından ilginç bir öneri
geliştirmişlerdir. Nüfus ve/veya endüstriyel tesis sayısı gibi ölçütler
geliştirilmesi gerektiğini belirten uzmanlar bu ölçütü karşılayan ilçelerde
çevre örgütü kurulmasını önermişlerdir. Yerel düzeyde denetim çalışmalarının
güçlendirilmesi ve yaptırımların uygulanma yeteneğinin artması bakımlarından
ilçe düzeyinde örgütlenmenin gerekli olduğunu belirten uzmanlara göre çevre
sorunlarının yerinde saptanması, izlenmesi ve çözümlenebilmesi için özellikle
kirliliğin yoğun olarak yaşandığı ilçelerde bu tür örgütlenmeye gereksinim
vardır. Bu üyeler, çevre kirliliği konusunda sorunlarını ve şikâyetlerini
kolaylıkla iletebilecekleri kamusal birimin varlığının, illere oranla farklı
ekonomik, sosyal ve eğitim yapısına sahip ilçe halkının çevresel bilincinin
gelişmesine ve çevre bilincinin kalıcı kılınmasına daha çok yardımcı olacağını
bildirmişlerdir.
İMÇK’nun yapısını hantal ve çalışma sürecini ağır bulan bazı üyeler ise
kurulun sadece imza atmak için toplantılar yaptığını ileri sürmüşlerdir.
İMÇK’nun, yapıları ve karar alma dizgeleri itibarıyla daha çok emir ve
yönlendirmeyle çalışan kurullar olduklarını bildiren uzmanlar bu nedenle
İMÇK’nun işlevsel olmadığını ve yerel çevre politikaları oluşturamadıklarını
açıklamaktadırlar. Uzmanlar yaptırım gücü olmayan bu kurulların Çevre
Yasası’ndan çıkartılması ve/veya İl Hıfzısıhha Kurulu ile birleştirilmesi gerektiğini
bildirmişlerdir. Bu üyelere göre, İMÇK,
bir kaç büyük il dışında, Valiliğin “diğer” bir bürokratik kurulu olmak
niteliğindedir.
Belediyelerin statüleri, konumları ve yerel gereksinimlerin yarattığı
zorunluluklar sonucunda çevresel örgütlenme yoluna gittiklerini bildiren
uzmanlar belediyelerin çevresel değerlerin korunması ve geliştirilmesi
bağlamında politika üretmek, proje geliştirmek ve başarılı uygulama yapmak
konularında yetersiz kaldıklarına inanmaktadırlar. Ülkemizde, henüz, Avrupa ülkelerinde olduğu gibi yerel yönetimlerde
yeterli teknik altyapı oluşturulmasına önem verilmediğini söyleyen uzmanlar 1593
sayılı Umumi Hıfzısıhha Kanunu ile 1580 sayılı Belediye Kanunu’nun yürürlüğe
konuldukları tarih itibarıyla oldukça iyi ve ileri nitelikli yasalar
olduklarını belirterek bu yasaların 2872 sayılı Çevre Kanunu ile birlikte
güncelleştirilmesi gerektiğini ve çevre açısından daha güçlü “belediyeler
yasası” oluşturulması gerektiğini bildirmişlerdir. Farklı siyasal görüşte
olmaları nedeniyle belediyelerde tektip ya da benzer nitelikli iç örgütlenme
sağlanamadığına işaret eden uzmanlar araç, personel ve akçalı kaynak
yetersizliği gibi nedenlerle belediyelerin ancak kısıtlı olanakları
çerçevesinde hareket edebildiklerini belirtmişler ve yerel yönetimlerde çevre sorunlarının arka planda kalan ve önceliği
olmayan uğraşı konusu olduklarını bildirerek yerel yönetimlerin yerel çevresel
niteliklerin korunması konusunda başarı elde edemedikleri sonucuna
varmışlardır.
2.8.3 Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme:
Örgütsel Yapı
Ulusal çevre örgütlenmesinin bugüne değin yaptığı
çalışmalarda elde ettiği başarı ve etki düzeyi ölçülen ilk özellik olmuştur. Bu
soruya çok az sayıda olumlu yanıt gelmiştir. Tüm alt gruplar ulusal çevre
örgütünün bugüne değin yaptıkları çalışmalarda başarılı ve etkili olamadığını
düşünmektedir. Çevre Bakanlığı tarafından yönetilen Çevre Kirliliğini Önleme
Fonu söz konusu olduğunda ise olumsuz yaklaşım daha da güçlenerek ortaya
çıkmaktadır. ÖÇKK’nun çalışmalarının irdelenmesi konusunda ise kesin bir görüş
belirtmeyenlerin sayıca göreli olan çokluğu dikkat çekmekteyse de kararsızların
görüşü bir an için ihmal edildiğinde ortaya olumsuz bir görünüm çıkmaktadır.
ÖÇKK konusunda özellikle akademisyenlerin ve belediye başkanlarının olumsuz
kanıda oldukları görülmüştür. ÖÇKK Fonu konusunda ise hiç bir uzman olumlu
görüş belirtmemiştir. Kararsızların sayısı fazla olmakla birlikte genel kanı
ÖÇKK Fonu’nun başarılı olamadığı yönündedir. İl Çevre Müdürlükleri’nin
örgütlenme koşulları ise hiç bir alt grup tarafından etkili bulunmamıştır. İl
Çevre Vakıfları için de aynı yargıyı yineleyebilmek olanaklıdır. Vakıflar
konusunda özellikle olumsuz görüş belirten alt gruplar ise başta sivil toplum
temsicileri olmak üzere özel sektör temsilcileri, akademiyenler ve il çevre
müdürleri olmuştur. Uluslararası uzmanlar, akademisyenler, valiler, kaymakamlar
ve il çevre müdürleri ilçe düzeyinde çevre müdürlüğü olmamasını eksiklik olarak
görürken özellikle sivil toplum temsilcileri ve diğer alt gruplar bu durumun
bir sakınca yaratmadığını belirtmişlerdir. İMÇK konusunda da olumsuz bir kanı
uzmanlara egemen görünmektedir. Bu konuda uluslararası uzmanlar,
akademisyenler, il çevre müdürleri ve sivil toplum temsilcileri olumsuz tavır
içinde olmuşlardır. Belediyelerin çevresel örgütlenme konusundaki başarı ve
etki düzeyi de olumsuz olarak nitelendirilmiştir. Bu konuda da bir oydaşlığın
uzmanlara egemen olduğu görülmüştür.
Çevre ve Orman bakanlıklarının birleştirilmesi,
çevre sorunlarının daha etkili bir şekilde çözümlenmesi için hem AB
uzmanlarınca Türk hükümetine önerilmiş ve hem de hükümet bu birleşmeden olumlu
sonuçlar beklemiştir. Birleşmenin isabetli olacağı ve çevre sorunlarının
çözümünde başarı sağlayacağı düşünülmüştür. Bu yaklaşıma ve beklentiye sadece
bir uzman katılmıştır. Uluslararası uzmanlar, valiler ve belediye başkanları
yaklaşımın getireceği olumlu katkılar konusunda pek emin görünmemektedirler.
Diğer alt gruplar ise bu konuda olumsuz görüş belirtmişlerdir.
Yeni örgütlenme modelinin doğal sonucu il
düzeyinde de her iki müdürlüğün birleşmesidir. Bu birleşmenin olumlu sonuç
vereceği beklentisine ise sadece uluslararası uzmanlar alt grubu katılmaktadır.
Diğer alt gruplar il düzeyindeki birleşmenin olumlu bir katkı getirmeyeceğini
belirtmişlerdir.
2.9
HUKUKSAL ALTYAPI: KAMUSAL ÇEVRE ÖRGÜTLERİNE VERİLEN YETKİLER
2.9.1 Kuramsal Açıklama
Çevre
sorunları özünde çatışma taşır. Toplumun bazı kesimleri doğal ve çevresel
kaynakları serbestçe ve ücretsiz olarak kullanarak kendileri için zenginlik ve
refah yaratırken; diğer kesimleri yaratılan çevresel kirlenme ve bozulmaların
olumsuz sonuçlarına katlanmak zorunda kalır. Buna, Pigouvian ekonomi
öğretisinde “dışsallık”, çevre açısından daha doğru bir anlatımla “olumsuz
dışsallık” denilmektedir. Çevre sorunlarının tümünün ortak özelliği birer
olumsuz dışsallık olgusu olmalarıdır. Kişiler ya da gruplar yaptıkları
eylemlerin sonucunda olumlu sonuçlar elde ederken aynı eylemler başka kişi ya
da grup ve genelde de doğal kaynaklar üzerinde zarar verici olumsuz etki
yaratırlar. ‘Dışsal’ deyimi bu etkilere konu olanların kendi istençlerinin
sonucu olarak söz konusu olumsuzluğa katlanmadıklarını ve olumsuz olgunun diğer
kimselerin istenci ile başkalarına uygulandığını anlatmaktadır. Bu çatışma ya
da çıkar çelişkisi gerçek kişilerin kendi aralarında ya da gerçek kişilerle
kamu tüzel kişileri arasında olabilir. Çatışmanın önlenmesi, çıkarların
uzlaştırılması, kıt kaynakların ve çevresel değerlerin korunması amacının
gerçekleşmesi çözümü öngören hukuksal kuralların etkili şekilde ortaya
konulmasına ve sorunu çözmek durumunda olanlara (örneğin yargıçlara ya da kamu
güvenliğini ve sağlığını korumakla görevli kamu yöneticilerine) yeterli düzeyde
hukuksal yetki verilmesine bağlıdır. Etkili çevre yönetiminin oluşabilmesi için
bu gereklidir.
Dünyanın
tüm ülkelerinde çevresel değerlerin korunması ile ilgili hukuksal gelişmelere
ilişkin oldukça uzun tarihsel gelişme süreci vardır. Örneğin, ABD’de çevresel
değerlerin ve toplumsal sağlığın korunması için Kongre son yüz yıl boyunca pek
çok yasa çıkarmıştır. Bunun gibi, Türkiye’de de Cumhuriyet’in kurulduğu
1923’den bu yana aynı amaçla çıkarılan 50 kadar yasal düzenleme vardır. Medeni
Kanun 1926’da çıkarılmış ve 2003 yılında yenilenmiştir. Bu yasada yer alan “malikin sorumluluğu” ve
“komşuluk hakkı” kavramları özel gerçek kişiler arasındaki çevresel
çatışmaların çözümünde önemli hukuksal olanaklar sunmaktadır. Kamu hukuku
açısından bakıldığında 1949 tarihli “İl İdaresi Kanunu” il valilerine ve ilçe
kaymakamlarına uygun gördükleri her türlü ekolojik ve çevresel önlemi almak
yetkisini vermektedir. 1930 tarihli “Belediye Kanunu” [18]
kentsel sağlığın korunması ve geliştirilmesi yolunda önemli görevler, ödevler,
yetkiler ve sorumluluklar vermektedir. Yeni düzenlenen Belediye Kanunu’nda da
bu görevler pekiştirilmektedir. 1930 yılında çıkarılan “Umumi Hıfzısıhha
Kanunu” kamu sağlığının korunması bağlamında mülki yönetimin taşradaki
temsilcilerine ve yerel yönetimlere önemli ölçüde yetki vermektedir. Yukarıda
belirtilen yasalara dayalı olarak Türkiye’de de kentsel düzenin ve kamu
sağlığının korunması amacıyla pek çok tüzük ve yönetmelik yürürlüğe konulmuş
bulunmaktadır.
Çevre
mevzuatı bağlamında Türkiye için dönemeç taşı olan 1982 Anayasası “sağlıklı ve dengeli
çevrede yaşama hakkını” önde gelen “insan hakkı” olarak tanımaktadır.
Anayasa’nın yürürlüğe girmesinden sonra pek çok yasa ve yönetmelik söz konusu
anayasal ödevin gerçekleştirilmesi amacıyla yürürlüğe konulmuştur. Bunların
başında 1983 tarihli “Çevre Kanunu” gelmektedir. Bu Yasa yurttaşların çevre
konusundaki hak ve ödevlerini tanımlamakta, kalkınma ve çevre koruma endişeleri
arasında anlamlı denge kurulmasını öngörmekte, yeni yatırımlarda temiz ve uygun
teknoloji kullanılmasını öngörmekte, kirleten öder ilkesini düzenlemekte,
kirletici yayma eylemini suç olarak tanımlamakta, kirleticilerin ödevlerini
belirlemekte, yerel yöneticilere önemli sayılacak yetkiler getirmekte,
yurttaşların çevresel konularda yargıya ulaşmasını kolaylaştırmakta ve çevre
ceza hukukunun temellerini atmaktadır. Bunlara ek olarak, özel öneme sahip
ekolojik bölgeler özel yönetim statüsü altına alınmışlardır. “Özel Çevre Koruma
Bölgeleri İdaresi” bu amaçla kurulmuştur.
İçlerinde,
“Çevresel Etki Değerlendirmesi” Yönetmeliği de olmak üzere, havanın, suyun ve
toprağın korunması amacıyla pek çok yönetmelik Çevre Kanunu’nun verdiği yetkiye
dayalı olarak uygulama alanına konulmuştur.
Yasal düzenlemeler alanındaki
bu gelişmelere koşut olarak, anayasal, adli ya da yönetsel yargı yerlerinde
alınan kararlarla çevresel niteliklerle ilgili yasal düzenlemelere açıklık
getiren ve bu düzenlemeleri yorumlayan ve bu yolla da çevre hukuku öğretisini
geliştiren yeni ve değişik çevre hukuku içtihatları geliştirilmiştir.
Bunlara ek olarak, Türkiye
çevre konusunda küresel çevreyi korumayı amaçlayan 50’den fazla uluslararası
anlaşmaya taraf olmuştur.
Yapılan bu açıklamalara dayalı
olarak Türkiye’deki hukuksal altyapının hem 1982 öncesinde ve hem de sonrasında
yeterli olduğunu söyleyebilmek olanaklıdır. Bu düzenlemelerin sonucu olarak
kamu yöneticilerine kâğıt üzerinde yeterli hukuksal yetkiler verilmiştir. Bu
yetkiler kirletici tesislere para cezası verilmesinden tesislerin bütünüyle
kapatılmasına kadar değişebilmektedir.
Ancak, bu alandaki bazı yetersizliklere ve
eksikliklere de değinmek gerekir. Bunların başında sürdürülebilir kalkınma
ilkesinin henüz tam olarak hukuksal belgelere yansıtılamamış olması
gelmektedir. Bir başka yetersizlik ise ekonomik gelişme ve işsizliğin önlenmesi
yolundaki endişelerle çevre koruma endişeleri arasında anlamlı dengenin
hukuksal belgelerde kurulamamış olmasıdır. Başka bir yetersizlik de kirleten
öder ilkesi gibi ilkelerin yasalarda yer almasına karşın uygulamada
gerçekleştirilememiş olmalarıdır. Aynı şekilde, özellikle 1982’den sonra
yürürlüğe konulan hukuksal düzenlemelerin çoğunun yabancı kaynaklardan yapılan
çeviriler olması gerçeği de bir başka yetersizliktir. Bu yönetmeliklerle
getirilen teknik nitelikli çözümler ülkenin yönetim yapısına uyumlu
kılınamamışlardır. Bu bağlamda belirtilebilecek başka önemli yetersizlik de
çevre polisi ya da çevre denetmeni dizgesinin (denetleyici kamu görevlisi
anlamında) henüz Türkiye’de kurulamamış olmasıdır. Sayılan bu yetersizlikler
çevre yönetimini çevresel değerlerin korunması ve geliştirilmesi konusunda
etkisiz ve yetkisiz bırakan temel etmenler olmuşlardır.
2.9.2 Araştırma Sonuçları
Yukarıda yapılan açıklamalara dayalı olarak panel
üyesi çevre uzmanlarının Türkiye’deki çevre yönetiminin hukuksal altyapısı
konusundaki görüşlerini almak üzere çeşitli sorular hazırlanmıştır. Sorular ve
alınan yanıtlar aşağıda Çizelge 11’de verilmiştir.
ÇİZELGE
11 HUKUKSAL
ALTYAPI |
|||
ALT
ÖLÇÜTLER |
O |
SS |
OYDAŞMA |
1.
Türkiye’deki çevre mevzuatı çevre sorunlarının
önlenmesi açısından yeterli sayılabilecek hukuksal yetkileri kamu
yöneticilerinin emrine vermemiştir. |
3.32 |
1.02 |
YOK |
2.
Çevre cezaları/yaptırımları çevre suçu
işleyenleri bu davranışlarından uzaklaştırıcı/caydırıcı etki yaratabilecek
düzeydedir. |
3.18 |
1.16 |
YOK |
3.
Türkiye’de çevre polisinin olmaması önemli
eksiklik değildir. |
3.50 |
1.20 |
YOK |
ORTALAMA |
3.33 |
1.13 |
YOK |
Hukuksal yetkilerin yeterlilik düzeyini ölçmek
amacıyla üç alt ölçüt üzerinde durulmuştur: çevre mevzuatının yeterliliği,
yaptırımların caydırıcılık gücü ve çevre polisinin yokluğu. Her üç alt ölçüt
konusunda da oydaşma sağlanamamıştır. Yukarıda verilen sonuçlar panelde yer
alan uzmanların çevresel yetkilerin yeterliliği ya da yetersizliği konusunda
bir oydaşlığa erişemediklerini göstermektedir. Yanıtların ortalamalarının
ortalaması 3.33 ve standart sapması da 1.13’dür. Bu durumda üyelerin yüzde
68’inin değerlendirmesi 2.20 ile 4.46 arasında değişmektedir. Belirtilen bu
sonuç yukarıda yapılan kuramsal açıklamaları destekler niteliktedir. Sonuç
olarak, kamusal çevre yöneticilerine verilen hukuksal yetkilerin yeterliliği ya
da yetersizliği konusunda oydaşlığa ulaşılamamıştır.
Panel üyelerinin Türkiye’deki çevre yönetimine
ilişkin olarak kamu yöneticilerine verilen hukuksal yetkilerin olumluluğu
hakkındaki görüşleri aşağıda verilmiştir.
Olumlu görüş belirten uzmanlar mevcut yasal
düzenlemelerin gereksinime yanıt verecek yeterlilikte olduğunu söylerken bazı
uzmanlar da hukuksal yetkilerin var olduğunu ancak yeterli sayılamayacğını
belirtmektedir. Bazı uzmanlar da, yerel yönetimlerin denetlemelerinin sonucunda
kişi ve işletmelere karşı kullanacağı hukuksal yetkilerin ‘Tarım’ ve ‘Sağlık’
bakanlıklarının yersiz müdahaleleriyle sınırlandığını ve bu nedenle yeni yasal
düzenlemelerle yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılması gerekmektiğini söylemektedir.
Çevre cezalarının ve yaptırımlarının çevre suçu
işleyenleri bu davranışlarından uzaklaştırıcı ve caydırıcı etki yaratabilecek
düzeyde olduğunu belirten uzmanlar uygulamada karşılaşılan somut örnekler
ışığında bu kanıya varmanın olanaklı olduğunu, denetlemeler sonucunda
işyerlerine ve kirleticilere oldukça ağır cezalar verilebildiğini ve iş yerinin
kapatılmasının da bu yaptırımlar içinde yer aldığını belirtmektedirler. Bu
uzmanlar, gerek para cezalarının ve gerekse işletmenin çalışmalarını durdurma
yolundaki yaptırımların -ceza işlemlerinin doğru uygulanması durumunda-
yeterince caydırıcı etki yaratabilecek düzeyde olduğuna inanmaktadırlar.
Bazı uzmanlar ise, Türkiye’de çevre polisinin
olmamasının önemli eksiklik olmadığını ve her konu için ayrı polis gücü
kurulmaması gerektiğini belirtmektedirler. Mevcut güvenlik örgütüne çevre
alanında açık sorumluluk ve yetki verilmesi durumunda daha yüksek başarı
sağlanabileceğini söyleyen uzmanlar Jandarma Genel Komutanlığı’nın (JGK) bu
alanda ciddi çevre koruma işlevi üstlendiğine dikkat çekerek JGK’nun bu
alandaki emirlerinin uygulamada etkili olduğunu bildirmişlerdir. Bazı üyeler
ise tam üyelik ve katılma görüşmelerinin başladığı AB’nin çevre koruma
konusundaki temel yaklaşımının çevreyi kolluk güçleri aracılığı ile değil çevre
dostu politikalarla korumak olduğunu belirterek çevre polisi örgütünün
kurulmasına karşı çıkmışlardır.
Hukuksal yetkiler konusunda olumsuz görüş belirten
uzmanlar ise görüşlerini gerekçelendirmek üzere aşağıdaki açıklamaları
yapmışlardır.
Panel üyesi uzmanların bir kesimi Türkiye’de kamu
görevlilerine çevre konusunda yeterli düzeyde yetki verildiğini ancak ülkenin
değişik yerlerinde uygulama farklılıkları olduğunu belirterek uygulamalara
tektiplilik getirilmesi ve uygulamaların politik etkilerden arındırılması
gerektiğini söylemiştir. Yeterli yetkinin var olduğunu belirten bir başka grup
uzman ise kamunun çevre örgütlerinde yaşanan yetersizlikler ve toplumun çevre
bilincinin azlığı nedenleriyle söz konusu yetkilerin etkili ve amaca uygun olarak
kullanılamadıklarını bildirmişlerdir.
Bazı panel üyesi uzmanlar da, ceza yaptırımlarının
çevre suçu işleyenleri caydırıcı nitelik taşımadığını, yaptırımların firmaların
büyüklüğüne ve işlenen suçun ağırlığına göre çeşitlenmediğini ve her olayda
tektip ve değişiklik göstermeyen uygulamalar yapıldığını belirtmişlerdir.
Türkiye’de çevre polisinin olmamasının önemli
eksiklik olduğunu savunan uzmanlar ise mevcut yapılanmayla çevresel değerlerin
etkili olarak korunamayacağını belirtmişler ve çevrenin istenilen şekilde
korunmasının ancak güvenlik yetkililerine verilecek uygun nitelikli eğitimle
olanaklı olabileceğine dikkat çekmişlerdir. Çevre polisinin görev tanımının
yapılması ve görevle ilgili ilişki ve bağlantılarının açıklıkla belirtilmesi
gerektiğini söyleyen uzmanlar çevre polisinin çevresel denetim uygulamalarına
olumlu katkı getireceğini belirtmişlerdir. Bu uzmanlara göre, gerek denetim
sırasında ve gerekse yasal yaptırımların uygulanması aşamasında çevre polisinin
olay yerinde bulunmasının çevrenin korunması açısından hem yararlı ve hem de
zorunlu olduğunu inanmaktadırlar. Çevre polisi dizgesinin kurulmasının çevreye
gelişigüzel ve denetimsiz atık bırakanların otokontrol sürecini
güçlendireceğini belirten uzmanlar, JGK tarafından oluşturulan “Çevre Koruma
Timleri”nin oldukça yararlı çalışmalar yapmakta olduklarına işaret ederek
Emniyet Genel Müdürlüğü’nün de benzer şekilde
“Çevre Polisi” örgütü kurması gerektiğini bildirmişlerdir. Polis
kavramına sıcak bakmayan bazı uzmanlar ise çevre polisi yerine çevre
‘müfettişliği’ veya ‘denetmenliği’ dizgesi kurulması gerektiğini ileri sürmektedirler.
2.9.3 Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme:
Hukuksal Altyapı
Bu bölümde kritik önem taşıyan soru çevre mevzuatı
ile düzenlenen yaptırımların çevre suçu işlemek eğiliminde olanların
davranışları üzerinde caydırıcı ya da bu tür davranışlardan uzaklaştırıcı etki
yapıp yapamadığı sorusudur. Bu soruya verilen yanıtlardan uzmanların ilginç bir
şekilde iki ayrı gruba ayrıldığı görülmektedir. Yasal düzenlemelerin yeterli
düzeyde caydırıcı olduğunu belirten alt gruplar özel sektör temsilcileri,
valiler ve kaymakamlardır. İl çevre müdürleri ve belediye başkanları bu konuda
hem olumlu hem de olumsuz düşünmektedir. Uluslararası uzmanlar, akademisyenler
ve sivil toplum örgütlerinin temsicileri ise olumsuz görüş sahibidirler. Bu
dağılım çevresel yetkiler konusunda oydaşma sağlanamamasının nedenlerini de
açıkça ortaya koymaktadır.
Bu bağlamda ilginç bir sonuç da çevre polisi
konusunda elde edilmiştir. Özel sektör temsilcileriyle sivil toplum
temsilcileri ülkemizde çevre polisinin kurulmamış olmasını önemli bir eksiklik
olarak görmezken uluslararası uzmanlar, kaymakamlar ve akademisyenler bunun
önemli bir eksiklik olduğunu düşünmektedir. Valiler bu konuda kesin bir tavır
sergileyememiştir. Belediye başkanları ise çevre polisi kurulmasının olumlu
olabileceğini düşünmektedir.
2.10 ÇED DİZGESİNİN KURUMSALLAŞMASI
2.10.1
Kuramsal Açıklama
Çevresel planlama ve yönetim açısından küresel
gelişmelere bakıldığında çevresel etki değerlendirmesi yönteminin çevre
alanında son 30 yıla damgasını vurduğu görülmektedir. ÇED, ilke olarak, yer
seçimi yapılmadan, akçalı kaynaklar harcanmadan ve kullanılacak teknoloji
hakkında kesin karar verilmeden önce önerilen projenin olası etkilerinin
kestirilmesi, çözümlenmesi ve olası önemli olumsuz etkilerinin giderilmesi için
çözüm yolu önerilerinin geliştirilmesi demektir. Böylelikle, projeden
kaynaklanabilecek olası olumsuzluklar önceden belirlenirler ve ortaya çıkmadan
önlenirler. [19]
ÇED’in kuramsal geçmişi oldukça uzundur. Ancak,
ÇED yöntemi ilk kez 1 Ocak 1974’de ABD’de federal hükümet düzeyinde yürürlüğe
konulmuş ve sonraki yıllarda bu ülkeyi pek çok öteki ülke izlemiştir. Türkiye
1983 yılında yürürlüğe giren ve metni aşağıda verilen Çevre Kanunu’nun 10 uncu
maddesi ile bu dizgeyi müspet çerçevesinde düzenlemiş ve yürürlüğe koymuştur.
Bu maddeye, 2004 yılında, kapsam açısından bazı tür yatırımlara ayrıklık
getiren iki yeni fıkra eklenmiştir:
“MADDE 10 -
Gerçekleştirmeyi planladıkları faaliyetleri sonucu çevre sorunlarına yol
açabilecek kurum, kuruluş ve işletmeler
"Çevresel Etki Değerlendirme Raporu" hazırlarlar. Bu raporda
çevreye yapılabilecek tüm etkiler göz önünde bulundurularak çevre kirlenmesine
sebep olabilecek atık ve artıkların ne şekilde zararsız hale getirilebileceği
ve bu hususta alınacak önlemler belirtilir.
"Çevresel
Etki Değerlendirme Raporu"nun; hangi tip projelerde isteneceği, ihtiva
edeceği hususlar ve hangi makamca onaylanacağına dair esaslar yönetmelikle
belirlenir.
(Ek fıkra: 5177
– 26.5.2004 / m.28) Petrol, jeotermal kaynak ve maden arama faaliyetleri, çevresel etki
değerlendirmesi (ÇED) kapsamı dışındadır.
(Ek fıkra: 5177
– 26.5.2004 / m.28) Madenlerin işletilmesi ile ilgili hususlar Maden Kanununun 7 nci maddesine göre yürütülür.”
Kanun’un öngördüğü yönetmelik, Kanun’un yürürlüğe
girmesinden 10 yıl sonra, 1 Ocak 1994 günü yürürlüğe girmiştir. ÇEDY, sonuncusu
AB uzmanlarının verdikleri bildirgeler doğrultusunda olmak üzere, bugüne değin
üç kez değiştirilmiştir.
ÇED’e konu olacak alanlar ve projeler ÇEDY’nde iki
ayrı liste içinde belirtilmiştir. ÇED (ya da tam ÇED) olarak bilinen birinci
listede geniş kapsamlı projeler ve altyapı yatırımları yer almaktadır. Ön-ÇED
olarak bilinen ikinci liste ise daha sınırlı kapsamlı bazı yatırım türlerini
kapsamaktadır. ÇED süreçlerinin yönetim sorumluluğu Çevre ve Orman Bakanlığı
ile il valilikleri arasında değişik düzenlemelere konu olmaktadır.
Bugüne değin yapılan çalışmalar irdelendiğinde,
Türkiye’de ÇED dizgesinden istenilen yararların sağlanabildiğini ileri sürmenin
olanaklı olmadığı görülmektedir. Bu sonuca yol açan pek çok etmen arasında ÇED
yönetmeliklerinde (en sonuncusunu da kapsamak üzere) öngörülen süreçsel
tasarımın isabetsizlikleri, bildirge hazırlama ve değerlendirme aşamalarında
karşılaşılan zorluklar ve projenin yapımı sırasında ve proje işletmeye
alındıktan sonra karşılaşılan sorunlar başta gelmektedir.
2.10.2 Araştırma Sonuçları
Bu düşünceler ışığında, Türkiye’deki ÇED
dizgesinin etkililik ve etkenlik durumunu ölçmek amacıyla panelde yer alan
uzmanlara çeşitli sorular sorulmuş ve alınan yanıtlar Çizelge 12’de verilmiştir:
ÇİZELGE 12 ÇEVRESEL ETKİ DEĞERLENDİRMESİ |
|||
ALT
ÖLÇÜTLER |
O |
SS |
OYDAŞMA |
1.
Çevre Bakanlığı tarafından yapılan Çevresel Etki
Değerlendirilmesi uygulamaları, olası olumsuz çevresel etkilerin proje
tasarlama aşamasında önlenmesi ve önemli olumsuz etkileri için çözüm
yollarının projelendirme aşamasında önlenmesi bakımından Türkiye’de başarılı
uygulama örneği vermiştir. |
3.43 |
1.00 |
YOK |
2.
Valilikler ve Mahalli Çevre Kurulları tarafından
yapılan Çevresel Etki Değerlendirilmesi Ön Araştırma uygulamaları, olası
olumsuz çevresel etkilerin proje tasarlama aşamasında önlenmesi bakımından
Türkiye’de başarılı uygulama örneği vermiştir. |
3.32 |
0.90 |
YOK |
ORTALAMA |
3.38 |
0.95 |
YOK |
ÇED konusunda hem ulusal
çevre yönetimi tarafından yürütülen “tam ÇED” süreci ve hem de il valilikleri
tarafından yürütülen “Ön-ÇED” süreci irdeleme konusu yapılmıştır. Her iki alt
ölçüt konusunda da oydaşma sağlanamamıştır. Daha önce irdeleme konusu yapılan
çevresel yetkiler konusunda olduğu üzere, ÇED dizgesinin etkililik ve
yeterlilik düzeyi konusunda da uzmanlar arasında oydaşlık yoktur. Her ne kadar
alınan yanıtlarda belirgin olumsuzluk gözlemlenmekteyse de uzmanların yüzde
68’inin içinde yer aldığı birinci standart sapma değerinin 2.43 ile 4.33
arasında olması istatistiksel açıdan oydaşlığın ortaya çıkmasını
engellemektedir. Özet olarak, ÇED dizgesi konusunda oydaşlığa ulaşılamamıştır.
Aşağıda panel üyelerinin ÇED konusundaki olumlu
görüşleri verilmiştir.
Bazı panel üyesi çevre uzmanları ÇED konusunda
üllke çapında uygulama birlikteliğinin ve bütünlüğünün sağlanmış olmasını
başarı olarak değerlendirmektedir. ÇED süreci aracılığıyla proje sahibinden
sorumluluk yüklenimi belgesi alınmakta olduğunu ve proje yapım ve işletme
süresince söz konusu yükümlülüklere uyulup uyulmadığının denetlenmekte olduğunu
belirten uzmanlara göre çevresel sorunların denetim altında tutulması açısından
başarı söz konusudur.
Bazı uzmanlar da ÇED konusunda toplumda belirli
ölçüde duyarlılık sağlandığını ancak kamu otoritelerine ‘sunulan ÇED bildirgesi
sayısı’ ile endüstriyel gelişime bakılarak kestirilen ‘olması gereken ÇED
bildirgesi sayısı’ arasında önemli farklar görülmekte olduğunu ve bu
farklılaşmanın bazı işletmelerin ÇED yükümlülüğünden kaçtığını gösterdiğini
belirterek bu nedenle Türkiye’de ÇED dizgesi için “başarı” kelimesinin
kullanılmasının doğru olmadığını söylemektedirler.
Bir kesim uzman da il valilikleri tarafından yürütülen ÇED ön değerlendirmesi (Ön-ÇED)
uygulamalarının başarılı olduğunu belirtmekte ve bu süreç içinde projeyle
ilgili kurum ve kuruluşlar arasında olması gereken uyum ve eşgüdümün güvence
altına alındığını söyleyerek bu sonucun çevresel niteliklerin korunması
açısından önemli bir katkı sağladığını bildirmektedir. Bu uzmanlara göre, Ön-ÇED
dizgesi, basit projeler için, karmaşık projelere uygulanan bürokratik karmaşayı
azaltması bakımından yararlı olmuştur.
ÇED konusunda olumsuz görüş belirten uzmanlar
aşağıdaki açıklamaları yapmışlardır.
Olumsuz görüş belirten bazı uzmanlar, ÇED olumlu
ya da olumsuz kararının Çevre Bakanlığı tarafından verildiğini ve bu kararın
devamı niteliğinde olan denetim işlevinin valilikler ve taşra örgütleri
tarafından yerine getirilmekte olduğunu belirterek ÇED uygulamasının
başarısının büyük ölçüde taşra örgütüne bağlı olduğuna dikkat çekmişler ve
taşra örgütlerinin genelde başarısız oldukları göz önüne alındığında ÇED
uygulamasının Türkiye genelinde başarılı olduğunun söylenemeyeceğini
bildirmişlerdir.
ÇED Yönetmeliği’nin amacına dikkat çeken bazı
uzmanlar bu amacın aslında çevre koruma çalışmalarının temelini oluşturduğunu
ve ÇED Yönetmeliği’nin de uygulama şekli bakımından yeterli olduğunu söylemekte
ancak uygulayıcıların ve ÇED bildirgesi hazırlayanların yeterli teknik
altyapıya sahip olmamasının uygulamaların niteliğini düşürmekte olduğunu ve
hedeflenen sonuç yerine evrak düzenleme ve bürokratik süreci tamamlama şekline
dönüşmesine neden olduğunu ileri sürmektedirler. Uzmanlar, ÇED Yönetmeliği’nin
daha etkili şekilde uygulaması için daha yüksek düzeyde halk katılımının
sağlanması gerektiğine işaret etmektedir. ÇED uygulamalarının projelerin
tasarlanma aşamasında yapılması gerektiğini belirten uzmanlar uygulamada
tesisin yapımına başlandıktan sonra ÇED bildirgesinin hazırlandığına tanık
olunduğunu açıklamaktadırlar.
6 Haziran 2002 tarihinde son kez değiştirilen ÇED
Yönetmeliği ile İl Mahalli Çevre Kurulları’nın “ÇED Ön Araştırma” sürecinin
dışında bırakıldığına işaret eden bazı uzmanlar yasadan 10 yıl sonra yürürlüğe
konulan ve bugüne değin 10 yılda 3 kez değiştirilen ÇED Yönetmeliği’nin
başarılı olamadığını bildirmişlerdir.
2.10.3 Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme: ÇED
ÇED sisteminin
Türkiye’deki uygulamalardan elde edilen sonucun olumlu olduğunu belirten hemen
hiç bir alt grup yoktur. Uluslarası uzmanlar, valiler, belediye başkanları ve özel sektör temsilcileri ortada bir tutum
sergilerken akademisyenler, sivil toplum örgütü temsilcileri ve kaymakamlar ÇED
süreci konusunda olumsuz görüş belirtmişlerdir. Bu konuda en sert tepkinin
akademisyenlerden gelmiş olması dikkat çekicidir. Valilikler tarafından
uygulanan ön ÇED uygulaması konusunda ise uzmanlar daha kararsız bir tutum
içine girmişlerdir. Bu konuda en kritik alt gruplar olan valiler ve kaymakamlar
belirgin bir tercih sahibi olamamışlardır. İl çevre müdürleri ve sivil toplum
örgütü temsilcileri olumsuza doğru bir eğilim gösterirken uluslararası uzmanlar
ve akademisyenler bu yolda olumsuz görüş belirtmişlerdir.
2.11
ÇEVRESEL ALTYAPILARIN YETERLİLİK DÜZEYİ
2.11.1
Kuramsal Açıklama
Etkili çevre yönetiminin
gelişmiş ve çok çeşitli teknik donanıma gereksinim duyacağı kuşkusuzdur. Teknik
donanım bir yandan çevre kirliliklerinin alan üzerinde ve zaman içinde sahip
olacağı değişik özelliklerin izlenmesine ve anlaşılmasına yardımcı olurken öte
yandan ortaya çıkan atıkların denetim altına alınmasını ve arıtılmasını
sağlayacaktır. Kirlenme olayı, türü ne olursa olsun, çeşitli kimyasal ve
fiziksel tepkimelerden oluşur. Bu tepkimeleri ve sonuçlarını anlayabilmek için
çevresel olaylarla ilgili olarak yeterli düzeyde bilgi sahibi olmak gerekir. Bu
süreç, verilerin toplanması, derlenmesi, sınıflandırılması ve irdelenmesi
demektir. Bunun da ötesinde, oluşan kirliliklerin arıtılması gerekir. Bu
işlemin yapılabilmesi için gelişmiş teknolojilere gereksinim duyulur.
Bu
çerçevede, Türkiye’deki çevresel altyapı sorunu ele alındığında, son yıllarda
giderek artan yatırımlara ve harcamalara karşın, altyapının yeterli olduğunu
söyleyebilmek olanaklı değildir. AB fonlarından yararlanılarak Çevre ve Orman
Bakanlığı tarafından yaptırılan araştırmada AB ile çevresel bütünleşmenin
güvence altına alınması amacıyla temel çevresel kirlenmelerin denetlenmesi,
giderilmesi ve arıtılması için yapılması gereken altyapı yatırımlarının
maliyetinin yaklaşık 50 milyar Euro olduğu hesaplanmıştır. Bize göre,
harcanması gereken para bu değerin en az iki katıdır. Türkiye’de atık suların
ancak yüzde 20’sinin arıtılabildiği, yalnızca 3-4 belediyede güvenli atık
depolama tesisi bulunduğu ve Ankara dışındaki yerleşim yerlerimizde yeterli
düzeyde hava niteliklerini ölçme dizgesinin bulunmadığı dikkate alınırsa 50
milyar Euro’nun hava, su, katı atık ve gürültü kirliliklerinin önlenmesi için
yeterli olmadığı açıkça ortaya çıkacaktır. Veri bankalarının ve envanterlerin
olmayışı, iletişim dizgeleri ile laboratuvarların yetersizliği bu alanda
verilebilecek öteki örneklerdir. Nitekim, AB’ye son olarak üye olan ve tümünün
toplumsal, demografik ve ekonomik nitelikleri birlikte göz önüne alındığında
ancak Türkiye büyüklüğünde bir topluluğunun ortaya çıktığı on doğu Avrupa ülkesi için yine AB tarafından
yaptırılan araştırmada AB ile bütünleşme yolunda gerçekleşmesi gereken çevresel
altyapıların maliyetinin 100 milyar Euro olduğu hesaplanmıştır. Bu nedenle,
araştırmaya dayalı olsa da, 50 milyar Euro tutarında çevresel altyapı
yatırımının Türkiye için yeterli olmayacağı açıktır. Miktar ne olursa olsun, AB
ile çevresel bütünleşme için dile getirilen bu değerler, aslında, Türkiye’nin
çevresel altyapıya ne denli gereksinim içinde bulunulduğunu açıkça
göstermektedir. Doğal olarak, içinde bulunulan bu koşullar altında, gerek
ulusal ve gerekse yerel düzeydeki çevre yönetimlerimizde etkili çevre
yönetiminin oluşabilmesi olanaklı değildir.
2.11.2
Araştırma Sonuçları
Bu çerçevede, panel
üyelerine sorulan sorular ve elde edilen yanıtlara ilişkin istatistiksel
bilgiler aşağıda Çizelge 13’de verilmiştir.
ÇİZELGE
13 ÇEVRESEL
ALTYAPI |
|||
ALT
ÖLÇÜTLER |
O |
SS |
OYDAŞMA |
1.
Türkiye genelinde, yüzeysel suların kirlenmesini önemli ölçüde önleyebilecek
sayıda kentsel ve endüstriyel atık su arıtma tesisi vardır. |
4.39 |
0.57 |
OLUMSUZ |
2.
Türkiye’de hava kirliliğinin önlenmesi çalışmaları açısından etkili ve
yeterli monitoring sistemleri kurulmuştur. |
4.18 |
0.77 |
OLUMSUZ |
3.
Türkiye’de katı atıkların güvenli depolanması ve geri kazanımı ile ilgili
olarak yeterli sayıda tesis kurulmuştur. |
4.61 |
0.50 |
OLUMSUZ |
4.
Türkiye’de yeterli sayıda çevre analiz laboratuvarı vardır. |
4.07 |
0.66 |
OLUMSUZ |
ORTALAMA |
4.31 |
0.63 |
OLUMSUZ |
Çevresel altyapılarla ilgili olarak 4 alt ölçüt
üzerinde durulmuştur: atıksu arıtma tesisleri, hava kirliliği ölçme ve izleme
dizgeleri, katı atık depolama tesisileri ve labaratuvarlar. Dört alt ölçüt
üzerinde de olumsuz oydaşlık sağlanmıştır. Yukarıdaki sonuçlar açıklıkla
göstermektedir ki, Türkiye’deki çevresel altyapının yetersizliği panel üyeleri
arasında elde edilen en güçlü oydaşlıklardan biri olmuştur. Bu konuda sorulan 4 soruya alınan yanıtların
ortalaması 4.31 ve standart sapması da 0.63’dür. Bu değerler kesin oydaşlığı
işaret etmektedir. Altapıların yetersizliği konusunda geniş çaplı oydaşlık
sağlandığı açıktır.
Panel üyesi uzmanlar altyapı konusunda genelde
olumsuz görüşler dile getirmişlerdir. Yalnızca bazı uzmanlar ülkemizdeki
araştırma laboratuvarları konusunda kimi olumlu sayılabilecek görüşleri dile
getirmişlerdir. Bu görüşler aşağıda verilmiştir.
Bazı uzmanlara göre, Hıfzısıhha Enstitüleri’nin,
DSİ’nin, Tarım Bakanlığı’nın, üniversitelerin, Çevre ve Orman Bakanlığı’nın,
MTA’nın ve bazı özel sektör kuruluşlarının laboratuvarları yeterlidir ve
güvenli çevresel çözümlemeler için kullanılabilir. Bu uzmanlara göre, bu tür
altyapının oluşması önemli olanaktır ve laboratuvarların yapılmış olması da
başarı unsurudur. Bazı uzmanlar ise bu konuda daha dikkatli bir yaklaşım içine
girmişler ve laboratuvarların var olduğunu; ancak, bu laboratuvarlarda AB’nin
“en iyi laboratuvar uygulaması” ölçünlerinin uygulanmadığını, laboratuvarlarda
araç ve gereç yetersizlikleri bulunduğunu ve yetenekli uzman eleman sayısının
yetersiz olduğunu belirtmişlerdir.
Uzmanların büyük bir kesimi çevresel altyapı
konusunda olumsuz görüş belirtmişlerdir. Bu görüşler aşağıda sıralanmıştır.
Panel üyesi çevre uzmanlarına göre, Türkiye
genelinde, yüzeysel suların kirlenmesini önemli ölçüde önleyebilecek sayıda
kentsel ve endüstriyel atık su arıtma tesisi yoktur ve mevcut yüzeysel su
kaynaklarındaki kirlilik her zaman gündemde kalan sorun olarak hala çözüm
beklemektedir. Uzmanlar, atık su arıtma tesislerinin sayısının yetersiz
olduğunu ve var olanların da verimsiz çalıştıklarını belirtmişlerdir. Ülkemizin
çoğunluğunda yerleşim alanlarının atık sularının arıtılmadan yüzeysel sulara
boşaltıldığını söyleyen uzmanlar halen kirletilmeye devam eden yüzeysel su
kaynaklarının sayıca fazlalığının kentsel ve endüstriyel atık su arıtma
tesislerinin yeterli sayıda olmadığının göstergesi olduğunu belirtmişlerdir.
Arıtma tesislerinin bazılarının işletme giderlerinin yüksekliği nedeniyle
çalıştırılmadığını söyleyen uzmanlar bu tür tesislerin sayısının az olduğunu
bildirmektedirler. Türkiye'de 3000’den fazla belediyeden sadece 43 tanesinde
işletilmekte olan arıtma tesisi bulunduğuna işaret eden uzmanlar bu sayının
Türkiye'de atık suların arıtılması sorununun tam olarak çözülemediğini
gösterdiğini bildirmişlerdir.
Uzmanlar, kentsel atık su tesislerinde mimari ve
mühendislik tasarımının ilk adım olduğunu ancak tesisin Dünya Sağlık Örgütü’nün
ölçünlerine ve ulusal ölçünlere uygun olarak sürekli çalışmasının ve kesintisiz
çalışmayı güvence altına almak için gerekli akçalı kaynakların ve insangücünün
sağlanmış olmasının daha da önemli olduğunu bildirmişlerdir.
Türkiye’de hava kirliliğinin önlenmesi çalışmaları
açısından etkili ve yeterli ölçme ve izleme (monitoring) dizgeleri
kurulamadığını belirten uzmanlar hava kirliliği sorunu yaşanan alanlarda
(Ankara-İstanbul-Kocaeli gibi) ölçme ve izleme dizgelerinin öncelikle
geliştirilmesi gerektiğini bildirmişlerdir. Ölçme ve izleme dizgelerinin
yetersiz kalmasında ekonomik ve akçalı olanakların azlığının doğal bir gerekçe
olarak ortaya çıktığını belirten uzmanlar, ülkemizin pek çok yöresinde hava
kirliliğinin olumsuz etkilerinin devam ettiğini ve yeterli düzeyde izleme, ölçme ve denetim
dizgesi kurulamadığından hava kirliliğinin boyutları hakkında yeterli bilgi
edinilemediğini ve değerlendirme yapılamadığını söylemişlerdir.
Katı atıklara ilişkin altyapıları irdeleyen
uzmanlar ise Türkiye’de katı atıkların güvenli depolanması ve geri kazanımı ile
ilgili olarak yeterli sayıda tesis kurulamadığını bildirmişler ve ekonomik ve
akçalı olanakların azlığının bu olumsuz durumun temel nedeni olduğunu
açıklamışlardır. Ülkemizde katı atıkların yüzde 90’ının vahşi şekilde
depolandığını belirten panel üyesi uzmanlar İstanbul ve İzmir büyükşehir
belediyeleri dışında ülkede güvenli ve sağlıklı katı atık depolama tesisi
bulunmadığını bildirmişlerdir. Katı atık sorununun ülkemizde ancak çöp depolama
alanları patladığında veya sızıntı suyunun içme suyuna karıştığında ortaya çıkan
sorun olduğunu bildiren uzmanlar belediyelerin katı atık sorununu görmezden
geldiklerini söylemektedirler.
Çevresel çözümleme laboratuvarları konusunda
olumsuz görüş belirten bazı uzmanlar ise çevre denetimlerinin yoğun olduğu
yerlerde bu tür laboratuvarların kurulmuş olduğunu; ancak, sayının kesinlikle
yeterli olmadığını söylemişlerdir. Uzmanlar, üniversitelerde bile laboratuvar
yetersizliği nedeniyle bilimsel araştırmalar için gerekli olan çözümlemelerin
yapılamadığını ve akademik araştırmalar açısından gereksinim duyulan bilimsel
çözümlemelerin yakın çevredeki Hıfzısıhha Enstitüleri’ne veya özel sektör
laboratuvarlarına yaptırıldığını bildirmişlerdir.
2.11.3 Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme:
Çevresel Altyapı
Türkiye’deki atık su arıtma tesislerinin
yetersizliği konusunda tüm alt gruplar arasında tam ve kesin bir oydaşma
vardır. Aynı oydaşlık hava kirliliğinin ölçülmesini öngören altyapının
yetersizliği ile çevre labaratuvarlarının yetersizliği konularında da elde
edilmiştir. Türkiye’deki sağlıklı ve güvenli katı atık depolaması ve katı
atıkların geri kazanılması ile ilgili altyapının yetersizliği konusunda elde
edilen oydaşma ise biraz önce belirtilenlerden çok daha güçlü ve kesin
olmuştur. Türkiye’de çevresel altyapının yetersizliği konusunda uzmanlar kesin
görüş sahibidir.
2.12 EKONOMİK
VE AKÇALI ÇEVRE YÖNETİMİ ARAÇLARININ YETERLİLİK DÜZEYİ
2.12.1
Kuramsal Açıklama
Çevre yönetimi gelişmiş
ülkelerde biraz önce sözü edilen olumsuz ekonomik dışsallıkların firmaların iç
bünyelerine aktarılmasını (içselleştirme) ve bu yolla çevresel kirlenmelerin
önlenmesini amaçlayan çevresel yönetim araçları çeşitlenmekte ve bu tür araçları
uygulayan ülkelerin sayısı giderek artmaktadır. Dünya Bankası, OECD ve AB gibi
uluslararası örgütler de bu yoldaki çabalara öncü olmakta, ivme kazandırmakta
ve yaygınlaşması için yoğun çaba harcamaktadır. Ekonomik ve akçalı türdeki
çevresel yönetim araçlarına ilişkin bir sınıflandırma ve bu araçların
Türkiye’deki konumunu gösteren bilgiler aşağıda Şekil 3’de verilmiştir.
ŞEKİL 3
EKONOMİK VE AKÇALI ÇEVRE
YÖNETİM ARAÇLARI VE TÜRKİYE’DEKİ KONUMLARI
|
|
ARAÇ
TÜRLERİ
|
TÜRKİYE’DEKİ KONUMU
|
KİRLETİCİ SALIM/BOŞALTMA
VERGİLERİ
|
·
Taşıt alım vergisi ·
Çevre Temizliği Vergisi |
Yakıt
tüketim vergisi |
|
KİRLETİCİ SALIM/BOŞALTMA VE
KAYNAK KULLANMA HARÇLARI |
· Atık
su harcı · Havaalanı
uçak iniş harcı (Uygulanmıyor) |
PAZARLANABİLİR KİRLETİCİ
KOTALARI |
Yok |
DEPOZİTO DİZGELERİ
|
Katı
Atık Kontrolü Yönetmeliği |
ÖZENDİRMELER |
Olumlu
ve olumsuz etkiler arada. |
FONLAR
|
· Çevre
Kirliliği Önleme Fonu · Özel
Çevre Koruma Bölgeleri Fonu |
ATIK BORSALARI |
Yok |
YEŞİL NOKTA |
Yok |
ÇEVRE MUHASEBESİ: MAKRO |
Yok |
ÇEVRE MUHASEBESİ: MİKRO |
Yok |
ÇEVRESEL RİSK SİGORTASI
|
Yok |
Türkiye’de ekonomik ve akçalı
türde bazı çevre yönetim araçları kullanılmasına karşın bunların yaygın ve
etkili olduklarını söyleyebilmek olanağı yoktur. Bu yargıyı vurgulamak için,
bana göre, akçalı çevre yönetimi araçlarında mutlaka bulunması gereken kimi
niteliklere işaret etmek gerekmektedir. Yeşil vergi olarak da bilinen bu tür
yaklaşımların kirleticilerin davranışlarını çevre açısından istenen yolda
değiştirebilecek yaptırım ya da caydırma gücüne sahip olması ve vergilendirme
oranının atıkların marjinal arıtma ya da giderme maliyetlerine eşit ya da yakın
bir düzeyde olması gerekir. Türkiye’de uygulanmakta olduğu söylenebilecek olan
“yeşil vergiler” bu iki koşulu da yerine getirememektedir. Bu nedenle ülkemizde
yeşil vergi olduğunu söylemek gerçekçi söylem olmayacaktır. Örneğin, ürün
vergileri geliştirilmemiştir; pazarlanabilir kirletici kotaları kavramı topluma
tanıtılmamıştır ve depozito dizgesi KAKY’de düzenlenmiştir; ancak, etkili bir
şekilde uygulanmamaktadır. Kalkınmayı özendirmek amacıyla yoğun ekonomik ve
akçalı özendirme programları uygulanmakta, kalkınma projeleri bu yollarla
artırılmakta ancak yatırımların çevre üzerindeki yıkıcı etkilerinin önüne
geçmeyi amaçlayan çevresel yatırımların bu tür özendirme programlarından
yararlandırılması gerekliliği göz önüne alınmamaktadır. Türkiye’de çevresel
yatırımlar için özendirme önlemleri yasal temele kavuşmuştur. Ancak, uygulamada
etkenlik kazanamamıştır. Çevre fonları kurulmuş olmasına karşın tümüyle
işlevsiz bırakılmıştır. Amaçlarından uzaktır. Atık borsası yalnızca isimden
ibarettir. “Yeşil nokta” türü atık toplama dizgeleri simgesel boyuttadır. Çevre
muhasebesi kavramı hem DİE tarafından yönetilen ulusal gelir hesaplarına ve hem
de firmaların muhasebe dizgesine girmemiştir. Çevresel risklerin sigortalanması
söz konusu değildir.
Sonuç olarak belirtmek
gerekirse, ekonomik ve akçalı türde çevre yönetim araçları ülkemizde
gelişmemiştir ve bunların geliştirilmesi yolundaki gereksinim ötekilere göre
daha önceliklidir.
2.12.2 Araştırma
Sonuçları
Ekonomik ve akçalı türdeki
çevresel yönetim araçlarının etkenlik, etkililik ve yeterlilik durumunu
saptamak amacıyla panel üyelerine çok sayıda sorulmuştur. Sorular ve alınan
yanıtlar Çizelge 14’de verilmektedir.
ÇİZELGE 14 EKONOMİK VE AKÇALI YÖNETİM
ARAÇLARI |
|||
ALT
ÖLÇÜTLER |
O |
SS |
OYDAŞMA |
1.
Çevre vergileri, kirletici emisyon vergileri ve atık su deşarj vergisi
sistemleri gibi ekonomik ve finansal çevre yönetimi araçları kirleticilerin
yol açtıkları çevresel maliyeti kendi ekonomik bünyelerine içselleştirerek
çevresel kalitenin korunmasını güvence altına almayı amaçlar. Türkiye’de, bu
bağlamda, çevre yönetiminin bir aracı olarak, etkili bir çevre vergileri
sistemi oluşturulmuş ve uygulama alanına konulmuştur. |
4.64 |
0.62 |
OLUMSUZ |
2.
Yukarıda yapılan açıklamaya paralel olarak, Türkiye’de, kirletici emisyon
harcı/ücreti ve atık su deşarj harcı/ücreti ve kullanıcı harcı/ücreti
sistemleri oluşturulmuş ve uygulama alanına konulmuştur. |
3.57 |
1.03 |
YOK |
3.
Türkiye’de çeşitli ürünlerde (örneğin, akaryakıt) çeşitli adlar altında yer
alan vergiler tüketicilerin çevre açısından olumsuz davranışlarını, çevresel
kalitenin korunmasına katkıda bulunacak şekilde değiştirmelerinde önemli bir
etmendir. |
3.89 |
0.79 |
OLUMSUZ |
4.
Pazarlanabilir kirletici kotaları sistemi Türkiye’de etkili şekilde
geliştirilmiş ve uygulama alanına konulmuştur. |
4.50 |
0.64 |
OLUMSUZ |
5.
Katı Atıkların Kontrolü Yönetmeliği uyarınca uygulama alanına konulan
depozito ve kota sistemi Türkiye’de başarı kazanmıştır. |
4.00 |
0.72 |
OLUMSUZ |
6.
Atık borsaları sistemi Türkiye’de başarıyla uygulanmaktadır. |
4.00 |
0.72 |
OLUMSUZ |
7.
Yeşil nokta sistemi Türkiye’de başarıyla uygulanmaktadır. |
4.11 |
0.57 |
OLUMSUZ |
8.
Çevre muhasebesi (environmental accounting) sistemi Türkiye’de etkili şekilde uygulanmaktadır. |
4.50 |
0.51 |
OLUMSUZ |
9.
Çevre sigortası sistemi Türkiye’de etkili
şekilde geliştirilmiş ve uygulama alanına konulmuştur. |
4.36 |
0.49 |
OLUMSUZ |
ORTALAMA |
4.17 |
0.60 |
OLUMSUZ |
Pazar türü çevresel yönetim araçları konusunda 9 ayrı alt
ölçüt üzerinde durulmuştur: çevre vergileri, harçlar, pazarlanabilir kirletici
kotaları dizgesi, depozito ve kota dizgesi, atık borsaları, yeşil nokta
dizgesi, çevre muhasebesi ve çevre sigortası. Bunlardan biri dışında tümü
üzerinde olumsuz oydaşma sağlanmıştır. Üzerinde oydaşma sağlanamayan tek alt
ölçüt ise çevre harçlarıdır. Ekonomik ve akçalı türde yönetim araçları bütün
olarak ele alındığında oydaşmanın olumsuz olduğu anlaşılmaktadır. Ekonomik ve
akçalı türde çevre yönetim araçlarının yetersizliği panelde yer alan uzmanların
üzerinde kesin oydaşlığa vardıkları konuların başında gelmektedir. Alınan
yanıtların ortalamalarının ortalaması 4.17 ve standart sapması da 0.60’dır. Bu
sonuç, açık ve kesin olarak, üretilen olumsuz dışsallıkların firma bünyelerine
içselleştirilmediği, çevreyi kirletmenin özgür ve maliyetsiz bir davranış
olduğu ve ulusal ekonomik hesapların ekonomik zenginleşmeyi dikkate alırken
çevresel fakirleşmeyi önemsemediği anlamına gelmektedir.
Çevresel altyapılar konusunda olduğu gibi ekonomik ve
akçalı nitelikli pazar türü çevre yönetimi araçlarının gelişmişlik düzeyinin
yetersizliği konusunda da üyeler arasında kesin oydaşlık sağlanmıştır.
Üyelerden çok azı bu konuda olumlu görüş belirtirken büyük kesimi olumsuz görüş
belirtmişlerdir. Aşağıda önce olumlu görüşlere yer verilmiştir.
Bazı panel üyeleri ekonomik ve akçalı tür yönetim
araçlarının başlangıç aşaması olan “kirleten öder” ilkesinin Çevre Kanunu ile
kabul edilmiş olmasını olumlu adım olarak yorumlamaktadır. Bu üyeler, Türkiye’de çeşitli ürünlerde
çeşitli adlar altında yer alan vergilerin tüketicilerin çevre açısından olumsuz
davranışlarını, çevresel değerlerin korunmasına katkıda bulunacak şekilde
değiştirmelerinde önemli bir etmen olduğuna inanmaktadır. Bu uzmanlara göre, bu
tür vergiler, ekonomik anlamda çekici oldukları sürece, bilinçli ve çevresel
etmenlerin dikkate alındığı tüketim eğiliminin toplumda daha da yaygınlaşmasına
yardımcı olacaktır.
Bazı üyeler de KAKY uyarınca cam ve plastik kaplar için
getirilen geri kazanma dizgesinin bu yolda atılan önemli ve olumlu adım
olduğunu belirtmişlerdir. Uygulamada elde edilen etkili denetim süreçlerinin
başarıyı beraberinde getirdiğini belirten bu üyelere göre pet şişe ve kaplarla
ilgili bu düzenlemenin kapsamı daha da genişletilebilir.
Bazı üyeler de atık borsaları dizgesi ile ilgili olarak
Kocaeli Sanayi Odası tarafından yapılan denemelerin olumlu olduğunu
belirtmişlerdir.
Bazı üyeler ise Türkiye’de çevre vergileri dizgesinin var
olduğuna ancak bu vergilerden elde edilen gelirlerin çevre koruma amacıyla
kullanılmamakta olduğuna inanmaktadırlar.
Ekonomik ve akçalı nitelikli çevre yönetim araçları
hakkında belirtilen olumsuz görüşler de aşağıda yer almaktadır.
Panel üyelerinin çoğunluğuna göre, Türkiye’de ekonomik ve
akçalı nitelikli çevre yönetim araçları yasalarla tanımlanmamış, yasal temele
oturtulmamış ve bu nedenle de ekonomik ve akçalı türde çevre yönetim araçları
dizgesi ülkemizde henüz oluşturulamamıştır. Özetle belirtmek gerekirse, panel
üyelerinin çoğunluğuna göre, Türkiye’de çevresel (yeşil) vergi dizgesi yoktur,
olanlar yetersizdir ve toplanan gelirler de çevre dışı amaçlarla
kullanılmaktadır.
Panel üyesi uzmanlar saptadıkları bu eksikliğe karşın,
ülkemizin etkili çevre vergileri dizgesine gereksinimi olduğunu belirtmekte ve
bu tür vergi dizgesinin ülkede yerleştirilmesi için öncelikle özeksel yönetimin
çevre konusunun sorun olduğunu kabul etmesi ve bu konuda çözüm yolları
arayışına girmesi gerekmektedir. Uzmanlara göre, 2872 sayılı Çevre Yasası’nın bugüne kadar hiç
kullanılmayan Çevre Kirliliğini Önleme Fonu ile ilgili 18/1 maddesi hükmü
uygulanabilir ve kullanılabilir koşullara kavuşturulmalıdır. [20]
Bazı üyeler de çevresel vergilerin etkenlik düzeyinin
toplanan gelirin miktarı ve dizgenin işleyişiyle anlaşılabileceğine işaret
ederek vergi matrahının belirlenme biçiminin netleştirilmesi gerektiğini
belirtmektedir. Vergilerden elde edilen gelirin çevre için yapılması gereken
harcamalardan çok az olduğunu belirten uzmanlar vergilerin tamamının toplanması
durumunda çevresel değerlerin korunması için ne denli güvence
oluşturulabileceği sorusuna cevap aranması gerektiğini belirterek toplanılan
vergi gelirinin çevresel harcamalara tahsis edilmediğini bildirmişlerdir.
Yerel yönetimler tarafından “Çevre Temizlik Vergisi” ve
“kanal bağlantı vergisi” gibi isimler altında toplanan gelirlerin çevresel
sorunların çözümü için yeterli olmadığına değinen uzmanlar bu vergilerin doğru
değerlendirilmesi ve gerçek gereksinim sahibi olay ve kişilere tahsis edilmesi
gerektiğini belirtmektedirler. Uzmanlar, çevresel vergilerden elde edilen
gelirlerin artırılmasının zorunlu olduğunu bildirmektedirler.
Kirletici harçları konusunda olumsuz görüş belirten
uzmanlar yasal düzenlemelerin tamamlanmamış olması nedeniyle kirletici salım
harcı ya da ücreti, atık su boşaltma harcı ya da ücreti veya kullanıcı harcı ya
da ücreti konularında henüz çözüm üretilemediğini bildirmişlerdir. Bazı üyeler
ise ülkemizde çevresel amaçlı bazı harçlar bulunduğunu ancak bu düzenlemelerin
yeterli ve dizgesel olmadığını söylemektedirler.
Türkiye’de çeşitli ürünlerde çeşitli adlar altında yer
alan vergilerin tüketicilerin çevre açısından olumsuz davranışlarını çevresel
değerlerin korunmasına katkıda bulunacak şekilde değiştirmelerinde önemli bir
etmen olduğunu belirten bazı uzmanlar ise ekonomik ve akçalı türde çevre
yönetim araçlarına ilişkin uygulamalarda çevre olgusu yeterince
vurgulanmadığından bu tür yönetim araçlarının çevresel değerlerin korunması ve
geliştirilmesi açısından önemli bir katkı yaratamadığını ve etkili olamadığını
belirtmektedirler. Aynı sorunu değişik bakış açısından ele alan bazı uzmanlar
da Türkiye’de ekonomik ve akçalı türde çevre yönetim araçları konusunda bilinç
düzeyinin düşük olduğunu, tüketicilerin ödediği verginin amacını ve elde edilen
gelirin nereye harcandığını bilemediğini, bu alanda olması gereken bilinçlenme
için malzeme eksikliği bulunduğunu belirtmekte ve bu koşullar altında çevre
vergilerinden beklenen yararın gerçekleşemeyeceğini bildirmektedirler. Bu
üyeler, çevreyi korumayı ve geliştirmeyi öngören yeşil vergiler politikasının
henüz Türk kamuoyu tarafından yeterince anlaşılamadığını söylemektedirler.
Uzmanlar, yukarıdakilere benzer şekilde, ekonomik ve
akçalı türde çevre yönetim araçlarının önde gelenlerinden olan ve çevre
yönetimi gelişmiş bazı ülkelerde kullanılan pazarlanabilir kirletici kotaları
yönteminin de henüz Türk çevre yönetimine sızma olanağı bulamadığını
belirtmektedirler.
Uzmanlara göre, bu tür yönetim araçlarından olan depozito
ve kota dizgesi ise ülkemizde henüz daha yeni yeni oturmaya başlamıştır.
Uzmanlar, bu dizgenin yaygınlaşması ve yerleşiklik özelliği kazanmasının
ekonomik nitelikli çevre yönetim araçları açısından başarı anlamına geleceğine
inanmaktadırlar. KAKY uyarıca ülkemizde toplanması gereken atık miktarının
ancak yüzde 30-35’inin toplanabildiğini belirten uzmanlar bu sonucun başarılı olduğunun söylenemeyeceğini bildirmişlerdir.
Uzmanlar, kota ve depozito dizgesinin başarıyla uygulanmış olması durumunda bu
oranın Avrupa ülkelerinde olduğu üzere yüzde 80 düzeyinde olması gerektiğine
inanmaktadırlar. Uzmanlara göre, geçmiş yıllarla karşılaştırıldığında KAKY
çerçevesinde uygulanan depozito dizgesinin günümüzde gerilediği ve kota
dizgesinin ise artık işlemediği görülmektedir.
Panel üyesi uzmanlar atık borsaları dizgesinin ülkemizde
henüz yaygın olmadığını belirtmekte ve Türkiye’de yeterli ölçekte ve sayıda
atık borsasının kurulu olduğunu iddia etmenin olanaklı olmadığını
söylemektedirler. Atık borsaları çerçevesinde atıklarla ilgili olarak yeterli
duyuru ve bilgilendirme yapılmadığını belirten uzmanlar atık borsasına ilişkin
uygulamaların ilgili çevrelerce yeterince bilinmediğini bildirmekte ve atık
borsasının “Web” sitesinin “örümcek tuttuğunu” söylemektedirler.
Uzmanlara göre, yeşil nokta dizgesi de ülkemizde yaygın
değildir ve bu yolda yapılan sınırlı uygulamalar da tüketici tarafından fark
edilememektedir. Yeşil nokta dizgesinin bu ürünlerin kullanımının toplum
tarafından tercih nedeni olarak görülmesini güvence altına alacak yasal
düzenlemelerin ülkemizde henüz yapılmamış olduğunu belirten panel üyesi çevre
uzmanları yeşil nokta uygulamasının ÇEVKO tarafından yaygınlaştırılmaya
çalışıldığını belirtmekte ve Çevre ve Orman Bakanlığı’nın konuya sahip
çıkmasının bu alandaki olası başarı için ön koşul olduğunu bildirmektedirler.
Çevre muhasebesi (environmental accounting)
dizgesinin ülkemizde gerek makro ve gerekse mikro düzeyde henüz başlamadığına
işaret eden panel üyesi uzmanlar Devlet İstatistik Enstitüsü’nün yapmış olduğu
“Çevre İstihdam ve Harcamalar Anketi”ne bakıldığında çevre için yapılan
harcamaların çok düşük olduğunun görüldüğünü belirtmektedirler. Uzmanlar,
DİE’nin bu anketinin Çevre Muhasebesi’nin kuramsal temelini oluşturmak
açısından yararlı olabileceğini ancak yapılan çalışmadan yeterli ölçüde veri
sağlanamadığını bildirmişlerdir. Bazı üyeler, çevre muhasebesi konusunun zengin
ve gelişmiş ülkelerdeki uygulamalarının sınırlı olduğuna dikkat çekmişlerdir.
Çevre sigortası dizgesinin ülkemizde mevcut olmadığını
açıklayan uzmanlar bu konunun hiç el atılmamış konular listesinde yer aldığını
belirterek sigorta şirketlerinin çevre nedeniyle önemli akçalı riskler içeren
konulara girmek istemediklerini söylemektedirler.
2.12.3 Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme:
Pazar Türü Yönetim Araçları
Ekonomik ve akçalı türde çevre yönetim araçlarının
ülkemizde yeterli düzeyde gelişmemiş olduğu tüm alt gruplar tarafından
ortkalaşa kabul edilen bir yargı olmuştur. Bu konudaki akademiyenler ve valiler
en olumsuz kanı belirten alt gruplar olmuşlardır. Kirletici harçları ve atık su
harçları konusunda durum biraz farklıdır. Belediye başkanları ve özel sektör
temsilcileri bu konuda olumlu düşünmektedirler. Diğer gruplar ise olumsuz görüş
belirtmişlerdir. Çevre içerikli bazı vergilerin yurttaşların yanlış çevresel
davranışlarını değiştirme gücü konusunda ise tüm alt gruplar olumsuz görüş
belirtmişlerdir. Pazarlanabilir kirletici kotalarının ülkemizde yetersizliği
konusunda da alt gruplar arasında kesin oydaşlık vardır. Aynı olumsuz görüş
KAKY uyarınca uygulanan depozito ve kota dizgeleri, atık borsaları ve yeşil
nokta uygulaması için de belirtilmiştir. Tüm alt gruplar bu dizgelerin
ülkemizde etkili bir şekilde uygulanmadığını düşünmektedirler. Çevre muhasebesi
ve çevresel risklere karşı sigortalama dizgelerinin ülkemizdeki konumları da
tüm alt grupların üzerinde oydaşlık sağladıkları öteki yönetsel yetersizlik
alanları olmuştur.
2.13.
ÇEVRE İÇİN BİLİM, EĞİTİM VE İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ
2.13.1
Kuramsal Açıklama
Çevre sorunlarının özünde insanların çevre açısından
sakıncalı ve zarar verici davranışları yatmaktadır. Çevre konusunda toplumda
var olan bilinç düzeyinin düşüklüğü, yanlış alışkanlıklar ve çevresel sorunlara
karşı duyarsızlık bu davranışlara yol açan temel nedenlerdir. Toplumlar
çevresel değerlerin korunması için bireylerin az önce işaret edilen nitelikteki
davranışlarını eğitim ve öğretim yoluyla düzeltmek, geliştirmek ve iyileştirmek
isterler. Gerekli ve yeterli bilginin kitlelelere aktarılmasıyla bilinçsizliğin
yerini dikkatli karar verme, alışkanlıkların yerini akılcı karar verme ve
duyarsızlığın yerini doğaya ve başkalarına önem verme olguları alacaktır.
Bilginin kitlelere aktarılmasında başarı düzeyinin artması da gerek örgün ve
gerekse kitlesel eğitimde hedef grupların istenen yönde gerekli bilgilerle
donatılması amacıyla örgütlenmesine ve hizmet üretmesine bağlı olacaktır. Bu
süreç çevre için eğitim ve öğretim hizmetlerinin kamu tarafından topluma etkili
bir şekilde sunulması demektir. Çevresel değerlerin korunması ve geliştirilmesi
gereksinimi bu tür hizmet üretimini zorunlu kılmaktadır. Çevresel kirliliklerin
önlenmesi, ortadan kaldırılması ve giderilmesi büyük ölçüde arıtma ve giderme
çalışmalarında elde edilecek başarılara bağlı olabilir. Ancak, kirliliklerin
artması sonucuna yol açan kitlelerin yanlış çevresel davranışlarının
azaltılmasına katkıda bulunacak olan eğitim çalışmaları da aynı derecede önemli
ve değişik çevresel yönetim aracı olarak kabul edilmelidir. Kişilerin çevreye
zarar veren davranışlarının bilgilendirme ve aydınlatma yoluyla önlenmesi
kirliliklerin arıtılması kadar önem taşımaktadır.
Hemen belirtmek gerekirki, kitlelerin eğitimi yanında
çevre için teknoloji geliştirme ve bu amaçla gerek toplumsal ve gerekse müspet
bilim dallarında teknoloji geliştirme çabalarının güçlendirilmesi de aynı
düzeyde önem taşımaktadır. Çevresel kirlenmelerin önlenmesi ve önlenemeyen
kirliliklerin arıtılması ve giderilmesi için ileri teknoloji düzeyinde araç ve
gerece gereksinim duyulmaktadır.
Buna ek olarak, çevre ile ilgili çalışma alanlarında
ileride görev alacak olan uzmanların yetiştirilmesi de önem taşıyan çevresel
yönetim işlevidir. Gelecekte gereksinim duyulacak bilimsel disiplin ve yetenek
alanlarının saptanması ve bu alanlarla ilgili olarak uzman açığının
belirlenmesi de önem taşımaktadır. Yeni çevre ölçünlerinin yürürlüğe konması
nedeniyle eski ve kirletici teknoloji kullanan bazı işyerlerinin kapanmak
zorunda kalması işsizliğin artmasına yol açabilir. Ancak, bunun yanında, yeni çevre yönetimi
hizmetlerinin topluma sunulması bağlamında daha çok sayıda fizikçiye, kimya
mühendisine, biyologa, çevre mühendisine ve şehir ve bölge plancısına
gereksinim duyulacaktır. Bu ikilemin kamu yöneticileri tarafından iyi
kavranması ve etkili çözüm yollarına kavuşturulması gerekmektedir. Öte yandan,
çevre yönetiminin doğası gereği çok disiplinli olması çevre için önem taşıyan
‘eğitim-öğretim-insan kaynakları planlaması’ üçgeni açısından duyulan
sıkıntıları daha da artırmaktadır. Ancak, “yetenek boşluğu çözümlemeleri” gibi
çağdaş insan kaynakları yönetimi teknikleri sorunun kolaylıkla aşılması yönünde
güçlü olanaklar sunmaktadır.
Buraya kadar kısaca anlatılmaya çalışılan ‘çevre için
eğitim’ ve ‘çevre için insangücü planlaması’ kavramları açısından Türkiye’de
var olan koşullar irdelendiğinde bu bağlamda yapılan çalışmaların başarılı
olamadığı anlaşılmaktadır. Örgün ve yaygın eğitimde çevre olgusuna yer verilmiş
olmakla birlikte istenen sonuçlar elde edilememiştir. Çevre alanında çok sayıda
ve belki de gereksinimden fazla profesyonel eleman yetiştirilmiş; bu amaçla
bütçeden ciddi ölçüde pay ayrılmış ancak bu elemanlar eğitim gördükleri alanda
iş bulamamaları nedeniyle eğitimleriyle ilgisi olmayan alanlarda çalışmak
zorunda kalmışlardır.
Öte yandan, çevresel etki değerlendirmesi, çevre
muhasebesi ve çevre denetçiliği gibi çevre ile ilgili pek çok kritik alanda
yetişmiş eleman açığı vardır ve bu tür uzmanlara gereksinim duyulmaktadır. Kamu
yönetimleri çevre ile ilgili hizmetleri etkili düzeyde örgütleyememişler ve bu
nedenle yeterli sayıda çevre uzmanı istihdam edememişlerdir. Bir yandan uzman
gereksinimi var iken ve öte yandan çevre sorunlarının çözümü ve yönetimi için
bu elemanlara olan gereksinim açık bir şekilde ortada dururken yetişmiş
elemanların işsiz kalması ve çevresel hizmetler sunmak durumunda olan kamu
kurumlarının bu yönde bir örgütlenmeye gidememesi açıklanması olanağı
bulunmayan toplumsal sorunlardır.
2.13.2 Araştırma Sonuçları
Çevre için eğitim ve insan kaynakları planlamasının
ülkemizde içinde bulunduğu koşulların irdelenmesi amacıyla uzmanlara yöneltilen
sorular bu yaklaşımın ışığı altında hazırlanmıştır. Sorular ve alınan yanıtlar
aşağıda Çizelge 14’de verilmektedir.
Bu bağlamda altı alt ölçüt irdeleme konusu yapılmıştır:
biçimsel eğitim, yaygın eğitim, yüksek öğretim, profesyonel eğitim çalışmaları,
hizmet içi eğitim ve insan kaynakları planlaması. Tüm alt ölçütler konusunda
olumsuz oydaşma sağlanmıştır. Yukarıda verilen sonuçlarda da görüldüğü üzere,
ülkemizdeki çevre için eğitim, öğretim, teknoloji geliştirme, çevresel
araştırma ve insan kaynakları planlaması konularındaki çalışmaların
yetersizliği ve etkisizliği panelde yer alan uzmanların üzerinde güçlü oydaşlık
kurdukları bir araştırma alanı olmuştur. Sorulara verilen yanıtların
ortalamalarının ortalaması 5 ile belirtilen edilen en olumsuz düzeye oldukça
yakın olarak 4.10 ile sonuçlanmıştır. Elde edilen standart sapma değeri de
0.56’dır. Bu değerler oydaşlığın güçlü olduğunu ve bu alanda yapılan
değerlendirmenin oldukça olumsuz olduğunu göstermektedir.
ÇİZELGE 15 EĞİTİM-ÖĞRETİM-İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ |
|||
ALT
ÖLÇÜTLER |
O |
SS |
OYDAŞMA |
1.
Türkiye’de biçimsel eğitim (okullardaki eğitim) kurumları aracılığıyla
verilen çevre için eğitim yeterlidir. |
4.14 |
0.36 |
OLUMSUZ |
2. Türkiye’de
yüksek öğrenim kurumlarında verilen çevre için eğitim yeterlidir. |
4.11 |
0.50 |
OLUMSUZ |
3.
Türkiye’de yaygın eğitim (yetişkin eğitimi, halk eğitimi) kurumları
aracılığıyla verilen çevre için eğitim yeterlidir. |
4.36 |
0.56 |
OLUMSUZ |
4. Türkiye’de
çevre uzmanı yetiştirme amacıyla uygulanmakta profesyonel eğitim çalışmaları
yeterlidir. |
3.86 |
0.65 |
OLUMSUZ |
5.
Çevre Bakanlığı’nın merkez ve taşra örgütünde çalışanlar için sağladığı
hizmet içi eğitim yeterli düzeydedir. |
3.89 |
0.74 |
OLUMSUZ |
6.
Türkiye’de ulusal ve yerel çevre yönetimi için gelecekte gereksinim duyulacak
insan kaynakları etkili bir şekilde planlanmış ve plan uygulama alanına
konulmuştur. |
4.21 |
0.57 |
OLUMSUZ |
ORTALAMA |
4.10 |
0.56 |
OLUMSUZ |
Panelde
yer alan uzmanların kararlarına gerekçe olarak gösterdikleri olumlu yorumla
karşılaşılamamıştır. Uzmanların konuya ilişkin olumsuz değerlendirmeleri
aşağıdadır:
Panel
üyesi uzmanlar, örgün eğitimde çevre derslerinin ayrı ve zorunlu ders olarak
okutulması ve derslerin uzmanlar eliyle verilmesi gerektiğini belirtmekte ve
verilen eğitimi yeterli bulmamaktadırlar. Uzmanlara göre, örgün eğitim programı
içinde çevrenin yeri oldukça azdır ve içerik olarak kalıplaşmış bir yaklaşım
izlenmektedir. Çevresel eğitimin içeriğinde bireylerin ödev ve sorumluluklarını
anlatmak yerine çevre sorunlarının yaşamsal öneminin incelenmesi gerektiğini
belirten uzmanlar görsel-işitsel eğitimin bu konuda önemli yer tuttuğuna işaret
etmektedirler. Milli Eğitim Bakanlığı yayınlarında çevre kirliliği konusunun
ele alındığını belirten uzmanlar “yaparak ve yaşayarak öğrenmenin daha kalıcı
öğrenmedir” ilkesinin doğru olduğunu belirterek bu ilkeye göre hareket
edildiğinde çevre bilincinin çok küçük yaşlarda öğrencilere verilmesinin
gelecekteki çevresel sorunların boyutlarının çok daha dar olmasına yardımcı
olacağını bildirmektedirler. Uzmanlar, bu yoldaki toplumsal bilincin
oluşmasında yerel örgütlerin özeksel örgütlerden daha etkili olacağını
söylemektedir.
Uzmanlar
çevre için eğitimi amaçlayan kimi ulusal uygulamaları eleştirmekte ve bu
uygulamaların “sürdürülebilir kalkınma kavramını” benimsetmekten çok
endüstrileşmeyi olumsuz göstermeyi amaçladığını belirterek bu tür yaklaşımın
sakıncalı olduğunu öne sürmektedir.
Eğitimin
her dalında olduğu gibi çevre için eğitimde de çok fazla eksiklik bulunduğunu
söyleyen uzmanlar öncelikle eğitim veren eğitmenlerin çevre konusunda
eğitilmeleri gerektiğini bildirmektedirler.
Bazı
uzmanlar da, Türkiye’de yüksek öğrenim kurumlarında verilen çevre için eğitimin
yetersiz kaldığını belirtmekte ve kuramsal ve uygulamalı eğitimin zaman zaman
çeliştiğini söylemektedirler. Uzmanlara göre, çevre ile ilgili mesleklerin
uygulanmasında ciddi zorluklar yaşanmaktadır. Bu uzmanlar, sadece bazı
üniversitelerin çevre bölümlerinde yeterli çevre eğitimi verilmekte olduğunun
söylenebileceğini bildirmektedirler. Üniversitelerimizde çevre için verilen
eğitimin yetersiz olduğunu açıklayan uzmanlar üniversitelerde öğrencilere
yetersiz düzeyde kuramsal bilgi yüklendiğini bildirmektedirler. Uzmanlar,
üniversite eğitimi alan kişilerin çalışma alanları düşünüldüğünde çevre
konusunda toplumsal uygulamalara yönelik bilgi ve çevre mevzuatının irdelenmesi
gibi konularda öğrencilere yeterli eğitim verilmediğini belirtmişlerdir.
Uzmanlara göre, Türkiye’de yüksek okullarda eğitim genel olarak öğrencilerin
akademik niteliğini yükseltmek yerine yüksek öğretimi ülke çapında
yaygınlaştırmak amacına yönelik olarak yürütülmektedir. Uzmanlar, bu yaklaşımın
yanlış olduğunu ileri sürerek eğitimin öğrencilerin akademik niteliklerinin
yükseltilmesi amacına yönlendirilmesi gerektiği görüşünü savunmuşlardır.
Üniversitelerin
çevre bilimlerini öğreten bölümlerinden mezun olanların içinde yer aldığı
meslek örgütlerinin, çevre sorunlarına çözüm üretme çalışmalarında bulunmaktan
çok çevreye dokunulmaması konusunda duyarlı olduklarını ileri süren bazı
uzmanlar ise bu tür tercih ve yaklaşımların ülkenin kalkınması açısından
olumsuz sonuçlar üreteceğini bildirmektedirler.
Yaygın
eğitim çalışmalarını irdeleyen bazı uzmanlar ise Türkiye’de çevre amaçlı yaygın
eğitim çalışmalarının yeterli olmadığını belirtmekte ve gönüllü kuruluşlarca
verilenler dışında böyle bir programın yokluğunun bile ileri sürülebileceğini
bildirmektedirler. Uzmanlara göre, çevre ile ilgili sorunlar henüz yaygın
eğitim çalışmalarının kapsamına alınmamıştır ve yaygın eğitim çalışmaları
içinde daha çok kişilerin ekonomik ve sosyal eğitimine yönelik programlara yer
verilmektedir. Uzmanlar, çevrenin diğer yaygın eğitim konularına kıyasla yakın
bir geçmişinin olmasının bu kurumlardaki yöneticilerin yeterince çevre
bilgisine ve bilincine sahip olmadıkları sonucunu ortaya koyduğuna
inanmaktadır.
Çevre
için uzman personel yetiştirme amacıyla yapılan çalışmaların Çevre ve Orman
Bakanlığı ve sayılı bazı üniversitelerle sınırlı kaldığını belirten uzmanlar bu
nedenle çevre uzmanı yetiştirmek amacıyla yapılan çalışmaların çok sınırlı ve
yetersiz olduğunu söylemektedirler. Profesyonel eğitim çalışmaları adı altında
Çevre ve Orman Bakanlığı’nın vermiş olduğu kuramsal ağırlıklı kurslar
bulunduğunu söyleyen bazı uzmanlar ise bu çalışmaların profesyonel eleman
yetiştirmek açısından yeterli olmadığını açıklamaktadırlar.
Çevre
ve Orman Bakanlığı’nın çalışanları için sağladığı hizmet içi eğitim
çalışmalarının oldukça yetersiz olduğunu belirten uzmanlar bu çalışmaların
yılda bir kez yapıldığını ve çevre bilimleri alanında elde edilen son
gelişmeleri aktarma yeteneğinden yoksun olduğunu ileri sürmektedirler. Hizmet
içi eğitimin Başbakanlık’a bağlı “Çevre Müsteşarlığı” şeklindeki örgütlenmenin
ilk dönemlerinde üzerinde daha titizlikle durulan konu olduğunu belirten
uzmanlar ilerleyen yıllarda hızlı personel alımının da etkisiyle hizmet içi
eğitim çalışmalarının ertelendiğini ve yetersiz uygulamalar şekline getirilerek
düzeyinin düşürüldüğünü bildirmişlerdir. Uzmanlar, Çevre ve Orman Bakanlığı’nın
taşra örgütlerinde çalışanların alanda yapılması gereken işlevleri alan
çalışmaları sırasında diğer kıdemli arkadaşlarından görerek öğrendiklerini ve
kendi kişisel uygulamalarını bu bilgiler doğrultusunda şekillendirdiklerini
söylemektedirler. Uzmanlar, bir anlamda, “usta-çırak” türü bir hizmet içi
eğitimin söz konusu olduğunu ve tektip ve yaygın bir hizmet içi eğitimin Çevre
ve Orman Bakanlığı içinde yer almadığını söylemektedirler. Uzmanlara göre,
sınırlı sayıda ve genelde yetersiz olan hizmet içi eğitim programlarında “ceza
yazma, takip ve uygulama” gibi konulara ağırlık verilmektedir.
Bazı
uzmanlar ise hizmet içi eğitimin içeriğinde yer alan eksikliklere işaret ederek
çevre için verilen eğitimde çevre çalışmalarının ekonomik yönünün (çevresel
süreçlerin maliyetlendirilmesi gibi) dikkate alınmadığını söylemektedirler.
Uzmanlara
göre, Türkiye’de ulusal ve yerel çevre yönetimi için gelecekte gereksinim
duyulacak insan kaynakları etkili şekilde planlanmamış ve bu türde bir plan
şimdiye kadar uygulama alanına konulmamıştır. Uzmanlar, en önemli hizmet
girdisi ve kaynağı olan insan kaynağına -her alanda olduğu gibi- çevre yönetimi
için eğitim alanında da önem verilmediğine inanmaktadırlar.
Bazı
uzmanlar da, UÇEP’in yeni oluşturulmuş olduğunu ve UÇEP’e ilişkin altyapı
hazırlık çalışmalarının sürdürüldüğünü belirtmekte ve bu durumda ulusal ve
yerel ölçekte çevre yönetiminden söz etmenin olanaklı olmadığını
bildirmektedir. Uzmanlara göre, gelecekte gereksinim duyulacak yetkinlikler
için insan kaynaklarının planlaması yapılması da bu alandaki gereksinimin
netleşmemiş olması nedeniyle olanaklı değildir.
2.13.3
Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme: Eğitim ve İnsan Kaynakları Yönetimi
Hizmet içi eğitim bileşenini
de kapsayacak şekilde çevre için ulusal ve yerel düzeyde yürütülen örgün ve
yaygın eğitim etkinlikleri ile çevre çalışmaları için insangücü planlaması
(insan kaynakları yönetimi) konularında tüm alt gruplar kesin bir olumsuzluk
belirtmektedirler. Olumsuzluk belirtilen konular örgün eğitimde çevre için
verilen eğitimin yeterliliği, üniversitelerde verilen çevre eğitiminin
yeterliliği, yaygın eğitimde verilen çevre eğitiminin yeterliliği, profesyonel
anlamda çevre uzmanı yetiştirmek amacıyla düzenlenen eğitim çalışmalarının
yeterliliği (bu konuda uluslararası uzmanlar kararsız görünmektedir), Çevre
Bakanlığı’nın hizmet içi eğitim çalışmalarının yeterliliği (belediye başkanları
hariç) ve insan kaynaklarının planlanmasının etkililiği (uluslararası uzmanlar
grubu olumlu görüş bildirmektedir) konularını kapsamaktadır.
2.14 KAMUSAL ÇEVRE ÖRGÜTLERİNİN YÖNETİM FELSEFESİ:
BAŞARIM YÖNETİMİ
2.14.1 Kuramsal Açıklama
Kamusal
çevre yönetimlerinin etkenlik ve etkililik düzeylerinin saptanması amacıyla
geliştirilen ölçütler listesinin son unsuru yönetim felsefesine ayrılmıştır.
Çağdaş yönetim biliminin verimlilik ve etkenliğin artırılması yolunda
keşfettiği önemli unsur “hedef” kavramıdır. Burada sözü edilen somut, sayısal
ve ölçülebilir nitelikli hedeflerdir. Bu bağlamda, çağdaş yönetim felsefesi
çalışmalarını, esas olarak, “elde edilen ve edilemeyen sonuçlar” kavramı
üzerinde yoğunlaştırmaktadır.
Bu
yönetim anlayışına göre, her yönetim daha çalışmalarının başlangıç aşamasında
elde edilmek istenen sonuçları başarım göstergeleri şeklinde açık ve kesin bir
şekilde ortaya koymalı, üretim girdilerini bu hedeflerin gerçekleşmesini
güvence altına alacak şekilde sağlamalı, örgütünü bu hedefe göre kurmalı ve
çalışma süreçlerini söz konusu sonuçları elde edebilecek şekilde
tasarlamalıdır. Çalışmaların başlamasından sonra yapılacak dönemsel
irdelemelerle varılan sonuçlar varılması gerekenlerle karşılaştırılmalı ve bu çerçevede
yetersizlik varsa giderilmesi için gerekli önlemler alınmalıdır. Bu yaklaşım
yönetim bilimleri terminolojisinde “hedefe/amaca yönelik yönetim”, “başarım
yönetimi” ve “sonuç yönetimi” gibi isimler almaktadır.
Bu
bağlamda, çevre bilimleri ile yönetim bilimleri arasındaki karşılıklı ilişki
açık şekilde ortaya çıkmaktadır. Her iki
bilim alanının ortak paydası vardır: “hedef”. Çevre yönetimleri canlı
varlıkların gelecekte güvenlik sınırları içinde yaşamlarını sürdürmelerine
olanak verecek hedefleri belirlemek, çevre ölçünleri şeklinde yürürlüğe koymak
ve bu amaçla çalışmalarını eylem planına dayalı olarak yürütmek durumunda
olmalıdır. Bu anlayış her iki bilim alanını anlamlı şekilde
bütünleştirmektedir. Bu nedenle, çevre yönetimleri başarım yönetimi felsefesini
benimsemeli ve çalışmalarını bu anlayışa göre, yani ‘başarım’, ‘hedef’ ve
‘sonuç’ kavramlarına dayalı olarak yürütmelidir.
Günümüzün
yönetim anlayışları açısından ikinci önemli kavram “toplam kalite yönetimi”dir.
ABD ve Japonya’da uzun kuramsal gelişme geçmişine sahip olan bu yönetim
felsefesi özellikle özel sektör kurumları arasında geniş uygulama alanı
bulmuştur. Müşteri odaklılığı ve artan müşteri tatmini nedeniyle yönetsel
verimliliğin ve çalışanların işten elde ettikleri tatminin artması karlılığı
esas edinen kurumları “sürekli ve sürdürülebilir gelişme”, “sıfır hata” ve
“müşteri odaklılığı” kavramları üzerinde düşünmeye ve çalışmaya zorlamaktadır.
‘Toplam
çevre yönetimi kalitesi’ olarak adlandıracağımız kavram da bu yaklaşımın
kamusal çevre yönetimlerine egemen kılınması anlamına gelmektedir. Ulusal ya da
yerel ölçekte çalışmakta olan kamusal çevre kurumları çevresel değerler
üzerinde sürekli ve sürdürülebilir gelişmeyi kendilerine esas almak durumunda
olmalıdır. “Toplam kalite yönetimi”nde olduğu gibi çevre yönetiminde de
“stratejik planlama ve stratejik
yönetim” kavramları ön plana çıkmaktadır.
2.14.2
Araştırma Sonuçları
Buraya
kadar kısaca açıklanmaya çalışılan kavramlar açısından Türkiye’ye bakıldığında,
tüm kamu yönetiminde olduğu üzere, kamusal çevre yönetimi alanında da önemli
ölçüde yetersizlikle karşılaşılmaktadır. Bu durumu incelemek üzere panel
üyelerine çeşitli sorular yöneltilmiştir. Sorular ve alınan yanıtlar Çizelge
15’de yer almaktadır.
ÇİZELGE 16 BAŞARIM YÖNETİMİ VE ÇEVRE
YÖNETİMİNDE TOPLAM KALİTE ANLAYIŞI |
|||
ALT
ÖLÇÜTLER |
O |
SS |
OYDAŞMA |
1.
Türkiye’de, ulusal çevre yönetimi kurumlarında,
hedefe yönelik yönetim, sonuç yönetimi, toplam kalite yönetimi ve performans
yönetimi gibi çağdaş yönetim yöntem ve teknikleri uygulanmaktadır. |
4.07 |
0.60 |
OLUMSUZ |
2.
Türkiye’de, yerel yönetimlerin çevre ile ilgili
birimlerinde, hedefe yönelik yönetim, sonuç yönetimi, toplam kalite yönetimi
ve performans yönetimi gibi çağdaş yönetim yöntem ve teknikleri uygulanmaktadır. |
4.43 |
0.57 |
OLUMSUZ |
ORTALAMA |
4.25 |
0.58 |
OLUMSUZ |
Türkiye’de, gelişmiş çevre yönetimi felsefe, anlayış,
yöntem ve tekniklerinin yerel ve ulusal düzeyde kamusal çevre örgütleri
tarafından kullanılması alanında yaşanmakta olan yetersizlikler uzmanların
üzerinde en güçlü oydaşlık sağladıkları araştırma konuları arasına girmiştir.
Bu amaçla sorulan iki soruya alınan yanıtların ortalaması 4.00’ün üzerindedir.
Standart sapmaların ortalaması da 0.58 olmuştur. Bu durum uzmanlar arasında
elde edilen oydaşlığın güçlü ve olumsuz yönde olduğunu göstermektedir.
Bu soruya olumlu yanıt veren üye olmamıştır. Olumsuz
görüş belirten panel üyelerinin kararlarını dayandırdıkları gerekçeler aşağıda
belirtilmiştir.
Panel üyesi çevre uzmanları ulusal çevre örgütünün
çalışmaları göz önüne alındığında Türkiye’de ulusal çevre yönetimi
kurumlarında, hedefe yönelik yönetim, sonuç yönetimi, toplam kalite yönetimi ve
başarım (performans) yönetimi gibi çağdaş yönetim yöntem ve teknikleri
uygulandığını söylemenin olanaklı olmadığına inanmaktadırlar. Uzmanlara göre,
kamu kurumlarında bu yöndeki uygulamalar yetersizdir ve yapılan girişimler kâğıt
üzerinde kalmaktadır.
Çevre yönetimi için gerekli ve yeterli akçalı kaynaklar
sağlanmadıkça bu kavramlardan söz etmenin olanaksız olduğuna işaret eden
uzmanlar Türkiye’de yerel yönetimlerin çevre ile ilgili birimlerinde de, hedefe
yönelik yönetim, sonuç yönetimi, toplam kalite yönetimi ve başarım yönetimi
gibi çağdaş yönetim yöntem ve tekniklerin uygulanmadığını söylemektedirler.
Yerel düzeyde önemli sayıda çözüm bekleyen çevre
sorununun varlığının bu yargıyı doğrulamakta olduğunu belirten uzmanlar yerel
yönetimlerde bu anlamda çağdaş yönetim dizgeleri kurulamadığını
belirtmişlerdir. Yerel yönetimlerde çevre ile ilgili birimlerin sadece
büyükşehir belediyelerinde görülebildiğini belirten uzmanlar bu birimlerin de
çağdaş yönetim anlayışlarına uygun çalışmalar yaptığının söylenemeyeceğini
bildirmişlerdir. Uzmanlara göre, yerel yönetimlerdeki çevre birimleri daha çok
mevcut yasa ve yönetmelikler çerçevesinde iş yerlerine verilecek izin ve
denetim gibi konularla ilgilenmektedirler. Uzmanlar, sınırlı sayıdaki uygulama
dışında, yerel yönetimlerde çağdaş yönetim tekniklerinin uygulanmadığına ve
yapılan çalışmaların çoğunun amaç ve hedef gibi kavramlardan uzak olduğunu
belirtmektedirler. Bazı uzmanlar ise
yerel yönetimlerde uygulamaların özeksel yönetime oranla daha esnek olduğunu
ancak genelde bu çalışmaların da yetersiz ve politik güdüm altında yapılmakta
olduğunu belirtmişlerdir. Uzmanlara göre, yerel yönetimlerin çevre ile ilgili
birimleri çok yetersizdir ve öncelikle yetersizliğe yol açan bu eksikliklerin
giderilmeleri gerekmektedir.
Bir uzman ise kamusal çevre örgütlerinin çağdaş yönetim
felsefelerine uygun biçimde çalışmaları konusundaki görüşlerini ünlü siyah
lider Martin Luther King’in “Benim bir
rüyam var” özdeyişiyle özetlemiştir.
2.14.3 Çapraz Çizelgelerle Ayrıntılı İrdeleme:
Başarım Yönetimi
Türkiye’de ulusal ve özeksel çevre yönetimi kurumlarında
çağdaş yönetim tekniklerinin kullanılmakta olduğu ve modern yönetim
felsefesinin bu örgütlere egemen olduğu yolunda belirtilen görüşlere genelde
katılan alt grup yoktur. Sadece uluslararası uzmanlar grubunun bu konuda
kararsız kaldığı görülmektedir.
Aynı sorunsal yerel düzeyde çalışan kamu kurumları
açısından ele alındığında ise olumsuz kanı daha da kesin ve güçlü bir görünüm
almaktadır. Tüm alt gruplar bu konuda olumsuz görüş belirtmişlerdir.
BÖLÜM 3
GENEL SONUÇLAR
VE SON DEĞERLENDİRME
3.1 GENEL SONUÇLAR
3.1.1
Araştırmanın Geçerliliği ve Güvenilirliği
Bu
araştırma hem Türk ve hem de uluslararası çevre yönetimi yazını açısından bir
ilk olmak özelliğini taşımaktadır. Türk kamusal çevre yönetiminin başarım
düzeyini ele alan ilk çalışma olması yanında bu araştırma ülkemizde Delfi
Tekniği’nin uygulandığı ilk çevre araştırması olmak durumundadır. Uluslararası
çevre yazınında da araştırmanın bir başka benzeri bulunmamaktadır. Kamusal
çevre yönetimi konusunda öteki ülkelerde yapılmış çeşitli çalışmalar kuşkusuz
vardır. Ancak, bunların hiçbiri bu araştırmada olduğu gibi geniş bir spektrumu
kapsamamakta ve çevre yönetiminin kesimsel yönlerini ele almaktadır. Oysa bu
araştırmanın giriş bölümünde de değinildiği gibi kamusal çevre örgütlerinin
başarım düzeylerinin belirlenmesi, aksayan yönlerinin saptanması ve
aksaklıkların giderilmesi için çözüm yolları geliştirilmesi çevresel
niteliklerin korunması ve geliştirilmesi açısından büyük önem taşımaktadır.
Araştırma bu bağlamda amacına ulaşmıştır. Her şeyden önce bu amaçla
geliştirilen bir irdeleme yönteminin geçerlilik ve güvenilirlik düzeyi sınanmış
ve bu sınav başarılı sonuç vermiştir. Geliştirilen yöntemle gerek ulusal ve
gerekse yerel ölçekte çalışmakta olan kamusal çevre örgütlerinin başarım
düzeylerinin irdelenmesinin olanaklı olduğu anlaşılmıştır. Bu araştırmada Türkiye
bir örnek olay olarak ele alınmış ve bu yolda bir çalışma yapılmıştır. Elde
edilen sonuçlar amacın gerçekleşmiş olduğunu göstermektedir. Bundan sonra
yapılması gereken çalışma eylemli çevre yöneticilerine düşmektedir. Yapılması
gereken çalışma bu araştırmayla varlığı saptanan sorunlara çözüm yolları
geliştirmek ve uygulama alanına koymaktadır. Geliştirilen yöntembilimin diğer
ülkelerde de uygulanması olanaklıdır. Bu nedenle geliştirilen yöntembilimin
evrensel nitelikte olduğu açıklıkla ortaya çıkmaktadır.
3.1.2
Sonuçların Genel Bir Özeti
Araştırma
sonuçları daha önceki bölümlerde ayrıntılı olarak açıklanmıştır. Araştırmanın
özet niteliğindeki genel sonuçları aşağıda Çizelge 17’de verilmiştir. Araştırma
kapsamında (123 alt ölçüte dayalı olarak) 16 ölçüt irdeleme konusu yapılmıştır.
Bunlardan 3’ü üzerinde oydaşma sağlanamamıştır. Geri kalan 13 ölçüt üzerinde
olumsuz oydaşma vardır. Ölçütlerin hiçbirinde olumlu oydaşlık elde
edilememiştir.
ÇİZELGE 17 ARAŞTIRMA SONUÇLARI |
|||
ÖLÇÜTLER |
ORTALAMALARIN ORTALAMASI |
STANDART SAPMALARIN ORTALAMASI |
OYDAŞMA |
SİYASAL İSTENÇ |
3.60 |
0.74 |
OLUMSUZ |
ÇEVRESEL AMAÇ VE HEDEFLER |
3.81 |
0.75 |
OLUMSUZ |
ÇEVRE YÖNETİM STRATEJİLERİ |
3.90 |
0.77 |
OLUMSUZ |
ÇEVRE POLİTİKALARI |
3.76 |
0.80 |
OLUMSUZ |
ULUSAL ÇEVRE YÖNETİMİ İŞLEV VE
SÜREÇLERİ |
3.97 |
0.74 |
OLUMSUZ |
YEREL ÇEVRE YÖNETİMİ İŞLEV VE
SÜREÇLERİ |
4.08 |
0.69 |
OLUMSUZ |
ÇEVRE ÖLÇÜNLERİ |
3.32 |
0.99 |
YOK |
ÇEVRE PLANLAMASI |
3.86 |
0.65 |
OLUMSUZ |
KURUMSAL YAPI |
3.79 |
0.79 |
OLUMSUZ |
YENİ KURUMSAL MODEL |
3.90 |
0.96 |
OLUMSUZ |
HUKUKSAL ALTYAPI |
3.33 |
1.13 |
YOK |
ÇEVRESEL ETKİ DEĞERLENDİRMESİ |
3.38 |
0.95 |
YOK |
TEKNİK ALTYAPI |
4.31 |
0.63 |
OLUMSUZ |
PAZAR TÜRÜ ARAÇLAR |
4.17 |
0.60 |
OLUMSUZ |
ÇEVRE İÇİN EĞİTİM VE İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ |
4.10 |
0.56 |
OLUMSUZ |
ÇAĞDAŞ YÖNETİM TEKNİKLERİ |
4.25 |
0.58 |
OLUMSUZ |
GENEL ORTALAMA
|
3.898 |
0.756 |
OLUMSUZ |
Üzerinde
oydaşma sağlanamayan ölçütler şunlardır:
·
ÇEVRE ÖLÇÜNLERİ
· HUKUKSAL
ALTYAPI
· ÇEVRESEL
ETKİ DEĞERLENDİRMESİ
Üzerinde olumsuz oydaşma
sağlanan ölçütler ise şunlardır:
·
SİYASAL İRADE
· ÇEVRESEL
AMAÇ VE HEDEFLER
· ÇEVRE
YÖNETİM STRATEJİLERİ
· ÇEVRE
POLİTİKALARI
· ULUSAL
ÇEVRE YÖNETİMİ İŞLEV VE SÜREÇLERİ
· YEREL
ÇEVRE YÖNETİMİ İŞLEV VE SÜREÇLERİ
· ÇEVRE
PLANLAMASI
· KURUMSAL
YAPI
· YENİ KURUMSAL
MODEL
· TEKNİK ALTYAPI
· PAZAR
TÜRÜ ARAÇLAR
· ÇEVRE
İÇİN EĞİTİM VE İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ
· ÇAĞDAŞ YÖNETİM TEKNİKLERİ
Araştırmada
elde edilen genel nitelikli sonuçlar şunlardır:
1. Türkiye’de ulusal kamusal çevre yönetimlerinin
başarım düzeyini ölçmek amacıyla saptanan ölçütlere verilen yanıtların hiç
birinde olumlu sonuç elde edilememiştir. Bunun aksine olarak, ülkenin kamusal
çevre yönetimini geleceğinin kuşkulu olacağını gösteren güçlü kanıtlar elde
edilmiştir. Bu sonuç, ülkenin ulusal ve yerel düzeyde çalışan kamusal çevre
yönetimlerinde köktenci nitelikte iyileştirmeler yapılması gerektiğine işaret
etmektedir.
2.
Yerel kamusal çevre
yönetimlerinin bu yoldaki gereksiniminin daha fazla olduğu anlaşılmaktadır.
3.
Uzmanların çevre
yönetimin genel etkililik ve etkenlik düzeyi konusundaki görüşleri olumsuzdur.
Sorulan toplam 123 soruya verilen yanıtların ‘ortalamalarının ortalaması’
alınmış ve bu değer birinci turda 3.418, ikinci turda 3.867 ve üçüncü ve son
turda 3.898 olmuştur. Daha önce de açıklandığı üzere, yanıt
seçenekleri ise “
GRAFİK 1
ORTALAMALAR
4. Buna benzer şekilde, yanıt verenlerin yüzde 68’inin
içinde yer aldığı birinci standart sapma değerleri de benzer gelişme
göstermiştir. Standart sapma değerlerinin ortalaması birinci turda 1.071 iken
bu değer ikinci turda 0.906 ve üçüncü ve son turda 0.756 olmuştur. Standart sapma
ortalamalarındaki bu azalma araştırmanın en önemli bulgularından biridir ve
kullanılan yöntemin bilimsel açıdan güvenilir olduğunu göstermektedir.
5. Bu nedenle, uzmanların yüzde 68’i Türkiye’nin çevre yönetimine 5 üzerinden 3.898
olumsuz not vermişlerdir. Bu durum, standart
sapma değeri dikkate alındığında uzmanların yüzde 68’inin Türkiye’deki çevre
yönetimi dizgesini 3.142 ile 4.654 aralığında değerlendirdiğini göstermektedir.
“
GRAFİK 2
STANDART SAPMA DEĞERLERİ
6.
Her üç turda edilen
ortalamaların ortalaması olan değerler ile standart sapma değerleri arasında
yapılan ilgileşim ölçümlemesine ilişkin sonuçlar aşağıda Çizelge 18 ve 19’da
verilmiştir. Ortalamalar arasındaki ilgileşim değeri 0.01 düzeyinde önemli
bulunmuştur. Bu değer, turlar arasındaki tutarlılığa işaret etmektedir. İkinci
ve üçüncü turda elde edilen standart sapma değerleri arasındaki ilgileşim de
0.01 düzeyinde önemli bulunmuştur. Bu
sonuç, söz konusu iki tur arasındaki tutarlığa işaret etmektedir.
ÇİZELGE 18 TURLARDA ELDE EDİLEN ORTALAMALAR ARASINDA İLGİLEŞİM ÖLÇÜMÜ |
||||
|
TUR1 O |
TUR2 O |
TUR3 O |
|
TUR1 O |
Pearson İlgileşimi |
1.000 |
.496* |
.490* |
Sig. (2-kuyruklu) |
. |
.000 |
.000 |
|
N |
123 |
123 |
123 |
|
TUR2 O |
Pearson İlgileşimi |
.496* |
1.000 |
.917* |
Sig. (2-kuyruklu) |
.000 |
. |
.000 |
|
N |
123 |
123 |
123 |
|
TUR3 O |
Pearson İlgileşimi |
.490* |
.917* |
1.000 |
Sig. (2-kuyruklu) |
.000 |
.000 |
. |
|
N |
123 |
123 |
123 |
* Bu
değerler 0.01 (2-kuyruklu) düzeyinde önemlidir.
ÇİZELGE 19 TURLARDA ELDE EDİLEN STANDART SAPMA DEĞERLERİ ARASINDA İLGİLEŞİM ÖLÇÜMÜ |
||||
|
TUR1 SS |
TUR2 SS |
TUR3 SS |
|
TUR1 STANDART SAPMA |
Pearson İlgileşimi |
1.00 |
.056 |
.112 |
Sig. (2-kuyruklu) |
. |
.539 |
.216 |
|
N |
123 |
123 |
123 |
|
TUR2 STANDART SAPMA |
Pearson İlgileşimi |
.056 |
1.000 |
.780* |
Sig. (2-kuyruklu) |
.539 |
. |
.000 |
|
N |
123 |
123 |
123 |
|
TUR3 STANDART SAPMA |
Pearson İlgileşimi |
.112 |
.780* |
1.000 |
Sig. (2-kuyruklu) |
.216 |
.000 |
. |
|
N |
123 |
123 |
123 |
* Bu
değerler 0.01 (2-kuyruklu) düzeyinde önemlidir.
3.2
KAMUSAL ÇEVRE YÖNETİMİ DÜZELTİMİ [21] İÇİN EYLEM PLANI
Yapılan araştırma sonucunda üzerinde olumsuz oydaşlık
sağlanan alt ölçütler kesinleştirilmiştir. Üzerinde olumsuz oydaşma sağlanan
sorunlar Çizelge 20’de verilmiştir.
ÇİZELGE
20 ÜZERİNDE
OLUMSUZ OYDAŞLIK SAĞLANAN ALT
ÖLÇÜTLER VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ |
|
SORUNLAR |
ÇÖZÜM
ÖNERİLERİ [22] |
1. Türkiye’de, ulusal
ölçekte, çevresel değerlerin ve niteliklerin korunması ve geliştirilmesi
konusunda siyasal istenç. |
Ulusal istenç oluşturulmalı
ve topluma kabul ettirilmelidir. |
2. Türkiye’de, yerel
yönetimler bağlamında, yerel çevresel değerlerin ve niteliklerin korunması ve
geliştirilmesi konusunda siyasal irade. |
Yerel yönetimler çevrenin
korunması konusunda siyasal istençlerini geliştirmelidir. |
3. “Çevre Hakkı”nın bir
sonucu olarak, ilgililerin, yerel yönetimlerden çevre sorunlarına ilişkin
konularda bilgi almak haklarını kolaylıkla kullanabilmesi. |
Yerel yönetimler çevresel
konularda Bilgi Edinme Hakkı Kanunu’nun uygulanmsına işlerlik
kazandırmalıdır. |
4. “Çevre Hakkı”nın
tamamlayıcı bir öğesi olarak, gerçek ve tüzel kişilerin çevresel konularda
özeksel yönetimin planlama ve karar
alma süreçlerine etkili bir şekilde katılabilmesi. |
Özeksel yönetim çevre
konusunda planlama ve karar alma çalışmalarına yurttaşların daha fazla
katılmasına olanak vermelidir. |
5 “Çevre Hakkı”nın
tamamlayıcı bir öğesi olarak, gerçek ve tüzel kişilerin çevresel konularda
yerel yönetimlerde planlama ve karar alma süreçlerine etkili bir şekilde
katılabilmesi. |
Yerel yönetimler çevre
konusunda planlama ve karar alma çalışmalarına yurttaşların daha fazla
katılmasına olanak vermelidir. |
6. Ulusal yönetimin, “Çevre
Durumu Raporları” yayınlaması. |
Çevre ve Orman Bakanlığı
“Çevre Durumu Raporları”nı hazırlamalı ve yayınlanmalıdır. |
7. Ulusal çevre yönetiminin
çevresel “Amaç” ve “Hedef”leri belirlemesi. |
Ulusal kamusal çevre yönetimi
içinde yer alan kurumlar amaç ve hedeflerini saptamalıdır. |
8. Yerel kamusal çevre
yönetimlerinin çevresel “Amaç” ve “Hedef”leri belirlemesi. |
Yerel kamusal çevre yönetimi
içinde yer alan kurumlar amaç ve hedeflerini saptamalıdır. |
9. “Emret-denetle
stratejisi”nin özeksel yönetimin özekteki yetkilileri ve taşradaki
temsilcileri tarafından “çevresel kural ve normların yürütülmesi” ve “çevre
yükümlülerinin bu bağlamda izlenmesi ve denetlenmesi” işlevlerini de içerecek
şekilde ve etkili bir biçimde düzenlenmesi ve uygulama alanına konulması. |
Ulusal çevre örgütlerinin
çevre ile ilgili yasal yükümlülüklerin sorumluları tarafından yerine
getirilmesini etkili bir şekilde denetlemesi. |
10. “Emret-denetle
stratejisi”nin yerel yönetimler tarafından “çevresel kural ve normların
yürütülmesi” ve “çevre yükümlülerinin bu bağlamda izlenmesi ve denetlenmesi”
işlevlerini de içerecek şekilde ve etkili bir biçimde düzenlenmesi ve
uygulama alanına konulması. |
Yerel çevre örgütlerinin
çevre ile ilgili yasal yükümlülüklerin sorumluları tarafından yerine
getirilmesini etkili bir şekilde denetlemesi sağlanmalıdır. |
11. “Çevre yükümlülerinin
mevzuatla düzenlenmiş çevresel yükümlülüklere gönüllü katılımı/uyumu
stratejisi”nin düzenlenmesi ve uygulama alanına konulması. |
ISO 14001 uygulamalarına
anlam, içerik, derinlik ve ciddiyet kazandırılmalı ve çevre denetçiliği
hizmeti verecek özel kuruluşlar özendirilmelidir. |
12. “Akçalı ve ekonomik çevre
yönetimi araçlarını geliştirme stratejisi”nin düzenlenmesi ve uygulama
alanına konulması. |
Pazar türü çevre yönetim
araçları geliştirilmeli ve uygulama alanına konulmalıdır. |
13. Yerel yönetimlerin çevre
yönetimi stratejilerinin yerel ölçekte geliştirmesi ve uygulama alanına
koyması. |
Yerel yönetimlerin çevre
yönetimi stratejilerini geliştirmeleri güvence altına alınmalıdır. |
14. “Özel Çevre Koruma Kurumu
Başkanlığı”nın politika üretme yetkinliği. |
ÖÇKK’nun özel çevre koruma
bölgeleri ile ilgili politika geliştirme yetkinliği artırılmalıdır. |
15. “Yüksek Çevre Kurulu”
kendisinden beklenen görevleri yerine getirmesi. |
YÇK yeniden düzenlenmelidir. |
16. Yerel yönetimlerin yerel
çevre politikaları üretmek çabası. |
Yerel yönetimlerin yerel
çevre politikası üretme yetkinliği geliştirilmelidir. |
17. “Orman ve Çevre
Bakanlığı” modeli ve ulusal çevre politikaları. |
Yeni kurumsal modelin başarı
şansını artıracak düzenlemeler yapılmalı ya da yeni modeller aranmalıdır. |
18. Özeksel yönetimin
kirliliklerin saptanması çalışmaları. |
Özeksel yönetim kirliliklerin
belirlenmesi ve saptanması çalışmalarını geliştirmelidir. |
19. Özeksel yönetimin
çevresel ortamların çevresel niteliklerinin, kirletici salma ve boşaltmaların
ölçülmesi ve kirliliklerin zaman içinde ve alan üzerinde dağılma/yayılma
biçimlerinin saptanması çalışmaları. |
Tüm kirletici salma ve
boşaltmalarıyla ilgili ölçme ve izleme dizgeleri kurulmalıdır. |
20. Özeksel yönetimin ölçme,
örnek alma, analiz etme, ayar (kalibrasyon) ve laboratuvar uygulamaları için
ölçün geliştirme çalışmaları. |
Özeksel yönetimin bu ve
benzer alanlardaki ölçün geliştirme çalışmaları geliştirilmelidir. |
21.
Özeksel yönetimin iş yeri açma/çalışma ve kirlilik ve atık yayma/boşaltma
için “izin” ve “ruhsat” dizgeleri kurması ve uygulaması çalışmaları. |
Özeksel
yönetimin “yürütme” nitelikli işlevleri güçlendirilmelidir. |
22.
Özeksel yönetimin çevresel kirlenmelerin önlenmesi çalışmaları. |
Özeksel
yönetim kirlilikleri önleme çalışmalarına ivme kazandırmalıdır. |
23. Özeksel yönetimin
çevresel risklerin değerlendirilmesi, planlanması, yönetilmesi ve azaltılması
çalışmaları. |
Özeksel yönetimin çevresel
risk yönetimi yetkinliği geliştirilmelidir. |
24. Özeksel yönetimin çevre
için bilimsel araştırma ve teknoloji geliştirme çalışmaları. |
Özeksel yönetimin çevre
odaklı bilimsel araştırma ve teknoloji geliştirme çalışmalarına ivme kazandırılmalıdır. |
25.
Özeksel yönetimin çevre koruma amaçlı çalışmalar için bütçe olanakları ve
finansman kaynakları sağlama çalışmaları. |
Özeksel
yönetim çevre koruma çalışmaları için daha çok akçalı kaynak ayırmalıdır. |
26. Çevre fonları. |
Çevre fonları yeniden
düzenlenmelidir. |
27. Özeksel yönetimin insan
kaynakları planlaması ve yönetimi dizgesi. |
Kamusal çevre örgütlerinin
insan kaynakları yönetme yetkinliği geliştirilmelidir. |
28. Özeksel yönetimin çevre
koruma amaçlı alan planlaması çalışmaları. |
Özeksel yönetimin çevre
koruma amaçlı alan kullanımı planlaması yetkinliği geliştirilmelidir. |
29.
Özeksel yönetimin çevre koruma amaçlı ekonomik özendirme çalışmaları. |
Özeksel
yönetim ekonomik özendirme çalışmaları içine çevre koruma amaçlı projeleri de
almalıdır. |
30. Özeksel yönetimin ölçme,
izleme ve denetleme (monitoring) dizgeleri kurma çalışmaları. |
Ulusal ölçekte monitoring
dizgeleri kurulmalıdır. |
31. Özeksel yönetimin temiz
yakıt ve ham madde sağlanması çalışmaları. |
Özeksel yönetim temiz yakıt
ve ham madde sağlama çalışmalarına ivme kazandırmalıdır. |
32. Özeksel yönetimin
çevresel risk ve kazalara karşı çevre sigortası dizgesi kurması. |
Çevresel risk ve kazalara
karşı çevre sigortası dizgesi kurulmalıdır. |
33.
Özeksel yönetimin kirlenmiş alanların temizleme çalışmaları. |
Kirlenmiş
alanların temizlenmesi çalışmalarına ivme kazandırılmalıdır. |
34. Özeksel yönetimin atık su
arıtma tesisleri kurma çalışmaları. |
Atık su arıtma tesislerinin
sayısı sorunu çözecek düzeye çıkarılmalıdır. |
35. Özeksel yönetimin katı
atıklar için güvenli depolama alanları kurma çalışmaları. |
Sağlıklı ve güvenli katı atık
depolama alanlarının sayısı artırılmalıdır. |
36.
Özeksel yönetimin atık maddelerin geri kazanımı çalışmaları. |
Atıkların
geri kazanılması çalışmalarına ivme kazandırılmalıdır. |
37. Özeksel yönetimin gürültü
önleme çalışmaları. |
Gürültü önleme çalışmalarına
ivme kazandırılmalıdır. |
38.
Yerel yönetimlerin kirlilikleri saptama çalışmaları. |
Kirliliklerin belirlenmesi ve
saptanması çalışmaları geliştirilmelidir. |
39. Yerel yönetimlerin
çevresel niteeliklerin, kirletici salmalarını ve boşaltmalarını ölçme
çalışmaları. |
Tüm kirletici salma ve
boşaltmalarıyla ilgili ölçme ve izleme dizgeleri kurulmalıdır. |
40. Yerel yönetimlerin ölçme,
örnek alma, analiz etme, ayar (kalibrasyon) ve laboratuvar uygulamaları için
standart geliştirme çalışmaları. |
Ölçün geliştirme çalışmaları
geliştirilmelidir. |
41. Yerel yönetimlerin iş
yeri açma/çalışma ve kirlilik ve atık yayma/boşaltma için “izin” ve “ruhsat”
dizgeleri kurma çalışmaları. |
Yerel
yönetimlerin “yürütme” nitelikli işlevleri güçlendirilmelidir. |
42.
Yerel yönetimlerin kirlenmeleri önlemesi çalışmaları. |
Yerel
yönetimlerin kirlilikleri önleme çalışmalarına ivme kazandırmalıdır. |
43.
Yerel yönetimlerin çevresel riskleri değerlendirme, planlama, yönetme ve
azaltma çalışmaları. |
Yerel yönetimlerin çevresel
risk yönetimi yetkinliği geliştirilmelidir. |
44.
Yerel yönetimlerin çevre için bilimsel araştırma ve teknoloji geliştirme çalışmaları. |
Yerel yönetimlerin çevre
odaklı bilimsel araştırma ve teknoloji geliştirme çalışmalarına ivme
kazandırılmalıdır. |
45.
Yerel yönetimlerin çevre amaçlı çalışmalar için bütçe olanakları ve finansman
kolaylıkları sağlama çalışmaları. |
Yerel
yönetimler çevre koruma çalışmaları için daha çok akçalı kaynak ayırmalıdır. |
46. Yerel yönetimlerin çevre
fonlarını çevre koruma çalışmalarına katkı sağlayacak şekilde kullanma
çalışmaları. |
Yerel yönetimlerin çevre için
ayırdıkları fonları daha ussal ve verimli şekilde kullanmaları güvence altın
a alınmalıdır |
47.
Yerel yönetimlerin çevre amaçlı insan kaynakları planlaması ve yönetimi
çalışmaları. |
Yerel kamusal çevre
örgütlerinin insan kaynakları yönetme yetkinliği geliştirilmelidir. |
48.
Yerel yönetimlerin çevre ile ilgili uluslararası yükümlükleri yerine getirme
çalışmaları. |
Yerel yönetimlerin çevre ile
ilgili uluslararası yükümlülükleri yerine getirebilme yetkinliği
artırılmalıdır. |
49.
Yerel yönetimlerin çevre koruma amaçlı alan planlaması çalışmaları. |
Yerel yönetimlerin çevre
koruma amaçlı alan kullanımı planlaması yetkinliği geliştirilmelidir. |
50.
Yerel yönetimlerin çevre koruma amaçlı ekonomik teşvik dizgeleri uygulama
çalışmaları. |
Yerel
yönetimlerin çevre koruma amaçlı ekonomik özendirme çalışmaları
geliştirilmelidir. |
51.
Yerel yönetimlerin ölçme, izleme ve denetleme (monitoring) sistemleri
kurma çalışmaları. |
Yerel ölçekte monitoring dizgeleri
kurulmalıdır. |
52.
Yerel yönetimlerin üretim tesislerine temiz yakıt ve ham madde sağlama
çalışmaları. |
Yerel yönetimler temiz yakıt
ve ham madde sağlama çalışmalarına ivme kazandırmalıdır. |
53.
Yerel yönetimlerin çevresel risk ve kazalara karşı çevre sigortası dizgesi
kurma çalışmaları. |
Yerel yönetimler çevresel
risk ve kazalara karşı çevre sigortası dizgesi kurmalı ya da kurulmasını
özendirmelidir. |
54.
Yerel yönetimlerin kirlenmiş alanları temizleme çalışmaları. |
Kirlenmiş
alanların temizlenmesi çalışmalarına ivme kazandırılmalıdır. |
55.
Yerel yönetimlerin atık su arıtma tesisleri kurması çalışmaları. |
Atık su arıtma tesislerinin
sayısı sorunu çözecek düzeye çıkarılmalıdır. |
56.
Yerel yönetimlerin katı atıklar için güvenli depolama alanları kurma
çalışmaları. |
Sağlıklı ve güvenli katı atık
depolama alanlarının sayısı artırılmalıdır. |
57.
Yerel yönetimlerin atık maddelerin geri kazanımı için tesis kurma
çalışmaları. |
Atıkların
geri kazanılması çalışmalarına ivme kazandırılmalıdır. |
58.
Yerel yönetimlerin gürültüyü önleme çalışmaları. |
Gürültü önleme çalışmalarına
ivme kazandırılmalıdır. |
59.
Yerel yönetimlerin hava kirliliğini önleme çalışmaları. |
Yerel
yönetimler hava kirliliğini önleme çalışmalarına ivme kazandırmalıdır. |
60. Türkiye’de çevresel ölçün
geliştirme çalışmaları ölçünleştirilmiştir. |
Ölçün geliştirme çalışmaları
ölçünleştirilmelidir. |
61. Ulusal düzeyde çevre
planlaması çalışmaları. |
Ulusal düzeyde çalışan
kamusal çevre örgütlerinde planlama yetkinliği geliştirilmelidir. |
62. Yerel ölçekte çevre
planlaması çalışmaları. |
Yerel düzeyde çalışan kamusal
çevre örgütlerinde planlama yetkinliği geliştirilmelidir. |
63. “Ulusal Gündem |
“Ulusal Gündem |
64. “Yerel Gündem |
“Yerel Gündem |
65. Türkiye’de, “Çevre
Denetçiliği” (Environmental Auditing) hizmeti veren özel sektör
kuruluşlarının katkısı. |
Çevre denetimi yapan özel
sektör kuruluşları desteklenmelidir. |
66. Çevre Bakanlığı’nın
geçmiş başarım düzeyi. |
Çevre Bakanlığı’nın bugüne
değin yaptığı çalışmalar başarım düzeyi açısından irdelenmeli ve başarım
düzeyinin artırılması için kurumsal, örgütsel ve yönetsel düzenlemeler
yapılmalıdır. |
67. “Çevre Koruma Fonu”nun
geçmiş başarım düzeyi. |
“Çevre Koruma Fonu”nun bugüne
değin yaptığı çalışmalar başarım düzeyi açısından irdelenmeli ve başarım
düzeyinin artırılması için kurumsal, örgütsel ve yönetsel düzenlemeler
yapılmalıdır. |
68. Özel Çevre Koruma Kurumu
Başkanlığı’nın geçmiş başarım düzeyi. |
Özel Çevre Koruma Kurumu
Başkanlığı’nın bugüne değin yaptığı çalışmalar başarım düzeyi açısından
irdelenmeli ve başarım düzeyinin artırılması için kurumsal, örgütsel ve
yönetsel düzenlemeler yapılmalıdır. |
69. “Özel Çevre Koruma Fonu”
nun geçmiş başarım düzeyi. |
“Özel Çevre Koruma Fonu”nun
bugüne değin yaptığı çalışmalar başarım düzeyi açısından irdelenmeli ve
başarım düzeyinin artırılması için kurumsal, örgütsel ve yönetsel
düzenlemeler yapılmalıdır. |
70. İl Çevre Müdürlükleri’nin
örgütlenme koşulları. |
İl Çevre Müdürlükleri yeniden
örgütlendirilmelidir. |
71. İl Çevre Vakıfları. |
İl Çevre Vakıfları kurumsal
açıdan doğru çözüm yolu değildir. Geliştirilmeli, değiştirilmeli ya da
kaldırılmalıdır. |
72. İl Mahalli Çevre
Kurulları. |
İl Mahalli Çevre Kurulu
yheniden düzenlenmelidir. |
73. Yerel yönetimlerin
örgütlenme koşulları. |
Yerel yönetimlerin çevresel
örgütlenme biçimleri yeniden düzenlenmelidir. |
74.
Orman Bakanlığı ile Çevre Bakanlığı’nın birleşmesi ve oluşan yeni ulusal
çevre örgütlenmesi modeli. |
Birleşme
doğru değildir. Çevre Bakanlığı bağımsız bir bakanlık olarak yoluna devam
etmelidir. |
75.
Yeni çevre örgütlenmesinin taşra örgütlenme biçimi. |
Birleşme
doğru değildir. Çevre İl Müdürlüğü ayrı olarak yoluna devam etmelidir. |
76.
Yüzeysel suların kirlenmesini önemli ölçüde önleyebilecek atık su arıtma
tesisleri. |
Atık
su arıtma tesisleri sayıca yetersizdir. Bu konuda geniş çaplı yeni yatırımlar
yapılmalıdır. |
77.
Hava nitelikleri monitoring dizgeleri. |
Monitoring
dizgelerinin sayısı yetersizdir. Bu konuda geniş çaplı yeni yatırımlar
yapılmalıdır. |
78.
Katı atıkların güvenli depolanması ve geri kazanımı ile ilgili tesisler. |
Tesisler
sayıca yetersizdir. Bu konuda geniş çaplı yeni yatırımlar yapılmalıdır. |
79.
Çevre analiz laboratuvarı. |
Tesisler
sayıca yetersizdir. Bu konuda geniş çaplı yeni yatırımlar yapılmalıdır. |
80.
Çevre vergileri. |
Çevre
vergileri yetersizdir. Çevre vergileri dizgesi köktenci bir şekilde yeniden
düzenlenmelidir. |
81.
Pazarlanabilir kirletici kotaları dizgesi. |
Pazarlanabilir
kirletici kotaları dizgesi yoktur. Düzenlenerek uygulama alanına
konulmalıdır. |
82.
Depozito ve kota dizgesi. |
Depozito
ve kota dizgesi yetersizdir. Bu dizge köktenci bir şekilde yeniden
düzenlenmelidir. |
83.
Atık borsaları dizgesi. |
Dizge
yetersizdir. Köktenci bir şekilde yeniden düzenlenmelidir. |
84.
Yeşil nokta dizgesi. |
Dizge
yetersizdir. Köktenci bir şekilde yeniden düzenlenmelidir. |
85.
Çevre muhasebesi. |
Dizge
yetersizdir. Köktenci bir şekilde yeniden düzenlenmelidir. |
86.
Çevre sigortası dizgesi. |
Dizge
yetersizdir. Köktenci bir şekilde yeniden düzenlenmelidir. |
87.
Biçimsel çevre eğitimi. |
Dizge
yetersizdir. Köktenci bir şekilde yeniden düzenlenmelidir. |
88.
Yüksek öğrenim kurumlarında çevre eğitimi. |
Dizge
yetersizdir. Köktenci bir şekilde yeniden düzenlenmelidir. |
89.
Yaygın eğitimde çevre için eğitim. |
Dizge
yetersizdir. Köktenci bir şekilde yeniden düzenlenmelidir. |
90.
Çevre alanında profesyonel eğitim çalışmaları. |
Dizge
yetersizdir. Köktenci bir şekilde yeniden düzenlenmelidir. |
91.
Çevre Bakanlığı’nda hizmet içi eğitim. |
Dizge
yetersizdir. Köktenci bir şekilde yeniden düzenlenmelidir. |
92.
İnsan kaynakları yönetimi. |
Dizge
yetersizdir. Köktenci bir şekilde yeniden düzenlenmelidir. |
93.
Ulusal çevre yönetimi kurumlarında çağdaş yönetim yöntem ve teknikleri. |
Dizge
yetersizdir. Köktenci bir şekilde yeniden düzenlenmelidir. |
94.
Yerel yönetimlerin çevre ile ilgili birimlerinde çağdaş yönetim yöntem ve
teknikleri. |
Dizge
yetersizdir. Köktenci bir şekilde yeniden düzenlenmelidir. |
Kamusal çevre yönetimi açısından bir sorunları olan
bir çevre yönetimi konusu anlamına gelen bu saptama doğal olarak çözüm
yollarını da beraberinde getirmektedir. Kuşkusuz bu çizelgede belirtilen öneri
örnekleri varsayımlara dayalıdır ve yalnızca inceleme konusu olan olguları ve
kavramları somutlaştırmak amacıyla verilmiştir. Gerçek öneriler yapılacak
ayrıntılı araştırmalara dayanmalıdır.
Bu
çalışmayı izlemesi gereken aşama uygulanması kabul edilen öneriyle ilgili
olarak stratejileri, politikaları ve eylemleri saptama aşaması olmalıdır.
Eylemler saptandıktan sonra harcanabilecek bütçe saptanmalı ve eylemler bütçe
olanakları ışığında yeniden önceliklendirilmelidir. Bu çalışma sonucunda ortaya
çıkacak eylem planına -elde edilecek iyileşme ile harcanacak akçalı olanakları
optimum noktada dengelenmesi bakımından- optimizasyon planı denilebilir.
Optimizasyon planının haızrlanması ile birlikte kamusal çevre yönetimin
düzeltimi çalışmaları başlamış olacaktır.
3.3 SON
DEĞERLENDİRME
Bu
araştırma, bu yolda Türkiye’de ve diğer
ülkelerde görülen eksiklikleri gidermek ve boşlukları doldurmak amacına
yöneliktir. Başarılı örneklerden yola çıkarak hazırlanan başarım ölçütleri
listesi sayıları 28 olan ulusal ve uluslararası uzmanlar tarafından yanıtlanmış
ve elde edilen sonuçlar yorumlanmıştır. Araştırmadan dört önemli sonuç
çıkmıştır:
1.
Ulusal ve yerel düzeyde
kamusal çevre yönetimlerinin başarım
düzeyinin saptanması olanaklıdır.
2.
Verilen yanıtların
çözümlenmesi Türkiye’de ulusal ve yerel düzeyde uygulanmakta olan çevresel
yönetim dizgelerinin etkisiz, yetersiz ve aksayan yönlerinin saptanması ve
giderilmesi ve gelecekteki başarım düzeyinin artırılması yönünde gerekli önlemlerin alınması yolunda önemli fırsat
ve olanaklar sunmaktadır.
3.
Bu özellikleri
itibarıyla, bu araştırma ile geliştirilen yöntembilimin veri ve bilgi eksikliği
yaşanan benzer ülke, olay ve alanlarda kamusal çevre
yönetimlerinin geliştirilmesi açısından yeni ve önemli kapılar açabilecek
potansiyel güce sahip olduğu
saptanmıştır. Daha önce de vurgulandığı üzere, ulusal ya da yerel düzeyde
etkili ve başarılı kamusal çevre örgütleri kurmak karmaşık ve zor ödevdir. Öte
yandan, dünyanın hemen her ülkesinde çevresel hizmetler sunmak üzere pek çok
çevre örgütü kurulmuştur. Bunların bazılarında ciddi başarılar elde edilmiştir.
Ancak, bu araştırmanın
gerçekleştirildiği ana kadar, bu başarılardan ve hatta başarısızlıklardan ders
çıkararak diğer ülkelere örnek olabilecek, yol gösterebilecek ve önerilerde
bulunabilecek rehber ya da kılavuz nitelikte her hangi bir belge ortaya
çıkamamıştır.
4.
Açıkça görülmektedir ki,
bu araştırmada yer alan ölçütlerden yola çıkarak kamusal çevre örgütlerinde
yönetsel gelişmişlik ya da az gelişmişlik niteliklerini gösteren dizinler yaratılabilmesi
olanaklıdır. Gerek bu araştırma nedeniyle geliştirilen başarım ölçütleri
listesi ve gerekse bu verilere dayanarak ileride hazırlanabilecek yönetsel
başarım dizini çevre yönetimi biliminin gelişmesine önemli katkılar
sağlayacaktır.
KAYNAKÇA
Ament, Robert H. (1972) Comparison of Delphi
forecasting studies. Edited in Search for Alternatives: Public Policy and the
Study of the Future: 164-175.
DeLurgio, Stephen A. (1998). Forecasting principles
and applications. Irwin McGraw Hill.
Enzer, Selwyn. (1973). Delphi and cross impact
techniques: an effective combination for systematic future analysis. Edited in Search for Alternatives: Public
Policy and the Study of the Future: 143-163.
Fiorino,
Daniel J. (1995) Making Environmental
Policy. University of
California Press.
Helmer, Olaf. (
Helmer, Olaf, (1967 b). Analysis of the future: The
Delphi Method. The Rand Corporation.
Jantsch, Erich. (1967). Technological forecasting in
perspective. OECD.
Jantsch, Erich. (1972). Technological planning and
social futures. Halsted Press.
Kamieniecki,
Sheldon (1997) George A. Gonzalez and Robert O. Vos. Flashpoints in Environmental Policy Making. State University of New York Press.
Kaplan, Abraham. (1964). The conduct of inquiry.
Chandler Publishing.
Lewis, George H. (ed). (1975). Fistfights in the
kitchen: manners and methods in social research. Goodyear Publishing.
Linstone, Harold A. and Murray Turoff. (Eds) (2002).
Olaf Helmer foreword. The Delphi Method: techniques and applications.
Electronic book.
Martino, Joseph P. (1972). Technological forecasting
for decision-making. American Elsevier.
OECD, (1992) Environmental Policies in Turkey.
OECD, (1999) Environmental Performance Review: Turkey.
Pill,
Juri. (1971). The Delphi Method:
Substance, context, a critique and an annotated bibliography, Socioeceonomic
Planning Sciences. 5: 57-71.
Ryding, Sven-Olof (1992). Environmental Management Handbook. Lewis Publishers.
Sackman, Harold. (1975). Delphi critique. Lexington
Books.
Simon, Julian L. (1969). Basic research methods in
social science: the art of empirical investigation. Random House.
UNDP,
WHO, People’s Republic of Poland. (1979). Environmental Protection Final Report.
Webb, Eugene, Donald T. Campbell, Richard D. Schwarz
and Lee Sechrest. (1966). Unobtrusive measures: nonreactive research in the
social sciences. Rand McNally.
Yaşamış, Firuz D. OECD. (
Yaşamış, Firuz D. OECD. (1989
b) Group on Urban Affairs. Project Group on Urban Infrastructure Policies.
UP/UI Örnek Olay no 8: Urban Linear Infrastructures of Barcelona, Spain. Paris.
Yaşamış, Firuz D. (
Yaşamış, Firuz D. (1991 b) Characteristics of
Diesel Emission: Environmental and Health Impacts. Türk İdare Dergisi. Ankara.
392: 187-212.
Yaşamış, Firuz D. (1992) Yerel
Düzeyde Çevre Yönetimi ve Planlamasının İlke ve Yöntemleri. Amme İdaresi
Dergisi. Ankara. 25(1): 135-156.
Yaşamış, Firuz D. (
Yaşamış, Firuz D. (1993 b)
Belediyelerin Temel Gereksinimi: Örgütsel ve Yönetsel Yeniden Yapılanma. Türk
İdare Dergisi. Ankara. 398: 159-179.
Yaşamış, Firuz D. (
Yaşamış, Firuz D. (1994 b) Çevre Yönetiminin
Kurumsal Temelleri. Türk İdare Dergisi, Ankara. 403: 79-106.
Yaşamış, Firuz D. (
Yaşamış, Firuz D. (1995 b) Ulusal ve Yerel Çevre
Örgütleri İçin Etkenlik Ölçütleri. Yeni Türkiye Dergisi. Ankara. 5: 228-255.
Yaşamış, Firuz D. (1996)
Türkiye'de Çevresel Etki Değerlendirmesi Sisteminin İçinde Bulunduğu Sorunlar
ve Çözüm Yolları. Türk İdare Dergisi. Ankara. 410: 37-57.
Yaşamış, Firuz D. (1997) Çevresel Etki Değerlendirmesi. Ankara, Çevresel Etki Değerlendirmesi.
(2003). Geliştirilmiş ve güncelleştirilmiş ikinci bası. ÇEKÜL Vakfı Yayını. İstanbul.
Yaşamış, Firuz D. (
Yaşamış, Firuz D. (1998 b) Uluslararası Çevre
Yönetimi Ölçünü: ISO 14000. Türk İdare
Dergisi. Ankara. 419: 7-34.
Yaşamış, Firuz D. (
Yaşamış, Firuz D. (1999 b) Türk Çevre Hukuku:
Temel İlkelere Genel Bakış. Av. Dr. Faruk Erem Armağanı. Türkiye Barolar
Birliği. Ankara. 879-906.
Yaşamış, Firuz D. (1999 c) Turkish Environmental
Law: An Overview of Legal Principles. Av. Dr. Faruk Erem’in Anısına. Türkiye
Barolar Birliği. Ankara. 879-906.
Yaşamış, Firuz D. (
Yaşamış, Firuz D. (2000 b)
Türkiye’nin Avrupa Birliği ile Çevresel Bütünleşmesi. Türk İdare Dergisi.
Ankara. 429: 43-82.
Yaşamış, Firuz D. (2004) World
Environment Organization: A Desperate Need for Global Environmental Management.
Türk İdare Dergisi. Ankara. 445: 159-172.
Yaşamış, Firuz D. (2005) Assessment of Compliance Performance of Environmental Regulations of
Industries in Tuzla (Istanbul, Turkey). Environmental Management. (Yayın kararı
alındı.)
Yaşamış, Firuz D. Assessing the Performance of
Environmental Organizations. Environmental
Management. (Uluslararası hakem değerlendirmesine sunuldu.) Çevresel
risk bağlamında yerel yönetimlerin kırsal ve kentsel olarak ikiye ayrılması ve
kentsel yerel yönetimlerde risk kavramının ele alınması uygun olacaktır.
[1] Performans
[2] Metodoloji
[3] Bu konuda bir başka örnek
ülke de Çin’dir.
[5] Kavramın ingilizcesi “the Delphi technique”dir.
[6] Kirletici ve kaynak kullanıcılarının yarattığı
dışsal etkilerin firma/ürün maliyetine içselleştirilmesini amaçlayan ve
böylelikle kirletici ve kullanıcılar üzerinde etken akçalı ve ekonomik yaptırım
sağlama stratejisi
[7] Yasal düzenlemelerin sadeleştirilmesi ve
azaltılması.
[8] Türkiye’de bu stratejiye “komuta-kontrol” (command-and-control)
stratejisi de denilmektedir. Olması gerekenden fazla bir disiplin gösterisini
çağrıştıran bu militer nitelikli anlatım yerine “emret-denetle” deyimi bana
daha sıcak gelmektedir.
[9] Deyimin ingilizcesi “voluntary compliance”dır.
[10] Bu stratejiye “piyasa türü yönetim araçları
stratejisi” (market-type tools) de denilmektedir.
[11] 2004 yılında yapılan değişiklikle bu küme
ölçünleri “ISO 14000 –
[12] Fiorino, Daniel J., “Making Environmental Policy” s. 13.
[13] OECD bildirgeleri: “Environmental Policies in
Turkey” ve “Environmental Performance Review: Turkey”.
[14] UNDP, WHO, Polonya,
“Environmental Protection Final Report”, Mart 1979, Katowice.
[15] Madde şöyledir:
“DENETİM -
MADDE 12 - (Değişik: 3416 – 3.3.1988) Atık, artık ve yakıtların arıtılması,
uzaklaştırılması, zararsız hale getirilmesi ve ithali ile ilgili denetimler
Çevre Genel Müdürlüğünce yapılır. Denetimlerin nasıl yapılacağı, denetleme
elemanlarının nitelikleri, yönetmelikle belirlenir.
Kuruluş ve
işletmeler faaliyetlerinin denetlenmesi için kullandıkları yakıtın ve
çıkardıkları atık ve artıkların özellik ve miktarına ilişkin bilgileri sürekli
ve düzenli olarak belirlemek, bu hususu belgelemekle ve bunları Çevre Genel
Müdürlüğüne bildirmekle yükümlüdürler.”
[16] Bu konuda ayrıntılı bilgi için şu kaynaklara
bakınız: Yaşamış, Firuz D., “Çevre Yönetiminin Temel Araçları” ve Yaşamış,
Firuz D., “Uluslararası Çevre Yönetimi Ölçünü: ISO
[17] Bu konuda daha fazla bilgi için bakınız:
Sven-Olof Ryding, “Environmental Management Handbook”, Lewis Publishers, 1992.
[18] Belediye Kanunu 2004 yılında tümüyle
değiştirilmiş ancak şekil eksikliği nedeniyle Anayasa Mahkemesi yeni yasayı
iptal etmiştir.
[19] Bakınız: Yaşamış, Firuz
D., “Çevresel Etki Değerlendirmesi”.
[20] Çevre Kanunu’nun anılan maddesi Bazı Fonların
Kaldırılması Hakkında Kanun’un 6/e maddesiyle yürürlükten kaldırılmıştır. Bu
madde metni şöyledir: “e) 9.8.1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun
"Dördüncü Bölüm" başlığı ile 17, 18 ve 19 uncu maddeleri yürürlükten
kaldırılmış, 24 üncü maddesinin (a) bendinin üçüncü paragrafında geçen
"Çevre Kirliliğini Önleme Fonuna" ibaresi, "Çevre Bakanlığı
Merkez Saymanlığı hesabına" şeklinde değiştirilmiş, aynı paragrafın son
cümlesi yürürlükten kaldırılmıştır.”
[21] Reformu
[22] Varsayıma dayanan olası öneri örnekleri.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder