PKK'NIN FESİH VE SİLAHLI MÜCADELEYİ BIRAKMA
KARARININ ÇÖZÜMLENMESİ
PROF. DR. FİRUZ DEMİR YAŞAMIŞ
GİRİŞ
PKK'nin 12. Kongresi'nde alınan fesih
ve silahlı mücadeleyi sonlandırma kararı, Türkiye'nin iç siyaseti ve Kürt
sorununun geleceği açısından kritik bir dönüm noktasını temsil etmektedir. Bu
metin, söz konusu kararı ayrıntılı bir şekilde çözümleyerek metnin yapısını ve
mesajlarını çözümlemeyi amaçlamaktadır.
ÇÖZÜMLEME
Metnin ilk bölümü, kongrenin
gerçekleştirildiği zorlu koşulları ve Abdullah Öcalan'ın süreçteki belirleyici
rolünü vurgulamaktadır. Öcalan’ın liderliği ve fikirleri, PKK'nin karar alma
sürecinde ve yeni döneme geçişte merkezi bir unsur olarak öne çıkmaktadır.
Özellikle, PKK’nin tarihsel misyonunu tamamladığı ve artık demokratik siyaset
yoluyla Kürt sorununun çözülmesi gerektiği ifadesi örgütün ideolojik ve
stratejik dönüşümünü gözler önüne sermektedir.
PKK’nin fesih kararı, sadece bir
örgütsel dönüşümü değil, aynı zamanda silahlı mücadeleden demokratik siyasete
geçişi ifade etmektedir. Metinde, PKK'nin silahlı mücadelesinin tarihsel bir
çerçevesi sunulmakta ve bu mücadelenin Türkiye’deki Kürtlerin varoluş
mücadelesine yaptığı katkılar vurgulanmaktadır. Özellikle Lozan Antlaşması ve
1924 Anayasası referans alınarak, Kürt-Türk ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi
gerekliliği dile getirilmektedir.
Bu bağlamda, metin, PKK'nin
feshedilmesinin ve silahlı mücadelenin sona erdirilmesinin ardından Kürt
toplumunun demokratik mücadeleye ve demokratik toplum inşasına odaklanması
gerektiğini savunmaktadır. Halkın bu yeni döneme katılımının ve demokratik örgütlenmenin
önemi vurgulanmaktadır.
Son olarak, metin ulusal ve
uluslararası aktörlere barış ve demokratik çözüm sürecine katkı sağlamaları
çağrısında bulunmaktadır. Türkiye’nin iç siyaseti bağlamında, bu kararın
etkilerinin ve Öcalan’ın rolünün belirleyici olacağı açıktır.
Bu çözümleme metnin içerdiği tarihsel,
ideolojik ve siyasal unsurları irdeleyerek, kararın Türkiye'nin iç siyaseti ve
Kürt sorununun geleceği üzerindeki olası etkilerini değerlendirecektir.
ÇİZELGE 1 PKK'nın
Görüşleri ve Türkiye'nin Karşı Görüşleri |
|
PKK'nın
Görüşleri ve Talepleri |
Türkiye'nin
Karşı Görüşleri |
Öcalan’ın Liderliği ve Rehberliği: Abdullah Öcalan’ın sürecin yönetimindeki
merkezi rolü vurgulanıyor. |
Abdullah Öcalan, terör örgütü lideridir ve
resmi bir rolü olamaz. Süreci yönetmesi kabul edilemez. |
PKK’nin Fesih ve Silahlı Mücadeleyi Bırakma
Kararı: Örgütsel yapının feshi ve
silahlı mücadelenin sona erdirildiği ilan ediliyor. |
PKK’nin feshi inandırıcı değildir. Silahlı
unsurların tamamen silah bırakması ve teslim olması gerekir. |
Öcalan’ın Demokratik Modernite Paradigması: Demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü toplum
vurgusu yapılıyor. |
Türkiye, vatandaşların haklarını anayasa ile
güvence altına alır. Terör örgütü liderinin ideolojik paradigması dikkate
alınamaz. |
Kürt Sorununun Demokratik ve Barışçıl Çözümü: Ortak Vatan, Demokratik Türkiye Cumhuriyeti ve
Eşit Yurttaşlık temelinde çözüm öneriliyor. |
Türkiye tekil devlettir, tüm vatandaşlarına
eşit haklar sağlar. Yeni bir model veya etnik temelli çözüm kabul edilemez. |
Lozan Antlaşması: Lozan Anlaşması’nın Kürt-Türk ilişkilerinin
temelini oluşturduğu ve gözden geçirilmesi gerektiği savunuluyor. |
Lozan, Türkiye’nin uluslararası tanınmasını
sağlayan bir kurucu anlaşmadır ve tartışılamaz. |
1924 Anayasası: 1924 Anayasası’nın Kürt halkını yok saydığı ve
bu nedenle değiştirilmesi gerektiği belirtiliyor. |
1924 Anayasası, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk
anayasasıdır ve tarihsel bir belgedir. Kürt kimliğini yok saydığı iddiası
kabul edilemez. |
KDP Ambargosu ve Dış Destek: KDP’nin PKK üzerindeki ambargosunun haksız
olduğu vurgulanıyor. |
Türkiye, KDP’nin egemenlik haklarına saygı
duyar. PKK’nin dış destek arayışı kabul edilemez. |
İmralı İşkence ve Soykırım Sistemi: Öcalan’ın İmralı’da işkence ve soykırım
sistemi altında tutulduğu iddia ediliyor. |
Türkiye, cezaevlerindeki tüm hükümlülerin insan
haklarına uygun şekilde tutulmasını sağlar. |
Kürt-Türk Savaşı ve Öcalan’ın Fedakarlığı: Öcalan’ın Kürt-Türk savaşını engellediği
belirtiliyor. |
Türkiye, hiçbir zaman Kürt halkına karşı savaş
yürütmemiştir. Terörle mücadele vatandaşların güvenliği içindir. |
Ortadoğu’daki Gelişmeler ve 3. Dünya Savaşı: Ortadoğu’daki gelişmelerin Kürt-Türk
ilişkilerini yeniden düzenlediği savunuluyor. |
Türkiye, bölgesel güvenliği ve kararlılıkı
savunur. Ortadoğu’daki gelişmeler, terörle mücadeleyi haklı kılmaz. |
Halkın Demokratik Toplum İnşasına Katılımı: Öz örgütlerin kurulması ve demokratik toplum
inşası öneriliyor. |
Öz örgütler özerklik veya bağımsızlık
taleplerini tetikleyebilir. Türkiye tekil devlet yapısını korur. |
TBMM ve Siyasal Partilere Çağrı: TBMM’nin ve siyasal partilerin barış sürecine
katılımı isteniyor. |
TBMM, terör örgütleriyle görüşme yapacak bir
platform değildir. Barış süreçleri yasal siyasal partilerle yürütülür. |
Kadın Özgürlüğü ve Demokratik Toplum: Kadınların öncülüğünde demokratik toplum
inşası savunuluyor. |
Türkiye toplumsal cinsiyet eşitliğini
destekler, ancak bu terörle ilişkilendirilemez. |
Özerklik ve Öz Savunma Hakkı: Kürt halkının öz örgütler kurarak kendini
savunması gerektiği belirtiliyor. |
Öz savunma ve öz örgütlenme özerklik
taleplerine dönüşebilir. |
Uluslararası Topluma Çağrı: Uluslararası toplumun demokratik çözüme katkı
sağlaması talep ediliyor. |
Türkiye, Kürtlere yönelik herhangi bir soykırım
uygulamamaktadır. Bu iddialar asılsızdır. |
Tarihsel ve Simgesel Vurgular: PKK’nin lider kadrolarına ve şehitlerine atıf
yapılıyor. |
PKK lider kadrosu terör suçlarından sorumludur.
Türkiye, terörle mücadeledeki şehitlerini anmaktadır. |
Demokratik Ulus ve Ortak Vatan: Kürt ve Türk halklarının eşit kurucu öğe
olarak tanımlanması isteniyor. |
Türkiye, tek millet esasına dayanan tekil bir
devlettir. Etnik temelli kurucu öğe kabul edilemez. |
Öcalan’ın Mutlak Tecrit Eleştirisi: Öcalan’ın tecrit altında tutulduğu ve bunun
çözüm sürecine engel olduğu belirtiliyor. |
Öcalan, terör suçlarından hükümlüdür ve
yasalara uygun şekilde cezaevindedir. |
Bu çizelge, PKK'nın talepleri
ve Türkiye'nin karşıt bakış açısını sistematik bir şekilde göstermektedir. Çözümleme
için temel oluşturmaktadır.
ÇİZELGE 2 PKK'nın
Görüşleri ve Türkiye'nin Karşı Görüşleri ve Çözümlenebilirlik Düzeyi |
||
PKK'nın Görüşleri
ve Talepleri |
Türkiye'nin
Karşı Görüşleri |
Görüşmelerle
Çözümlenebilir mi? |
Öcalan’ın Liderliği ve
Rehberliği |
Abdullah Öcalan, terör
örgütü lideridir ve resmi bir rolü olamaz. Süreci yönetmesi kabul edilemez. |
Zor: Öcalan’ın liderliği,
Türkiye için kırmızı çizgidir. Ancak, barış süreci için simgesel veya
dolaylı bir rol üstlenmesi olanaklı olabilir. |
PKK’nin Fesih ve Silahlı
Mücadeleyi Bırakma Kararı |
PKK’nin feshi inandırıcı
değildir. Silahlı unsurların tamamen silah bırakması ve teslim olması
gerekir. |
Orta: PKK'nın silah bırakma
kararının uygulanabilirliği, örgütün iç yapısı ve güvenlik koşullarına bağlı
olarak görüşmelerle çözülmesi olanaklı olabilir. |
Öcalan’ın Demokratik
Modernite Paradigması |
Türkiye, vatandaşların
haklarını anayasa ile güvence altına alır. Terör örgütü liderinin ideolojik
paradigması dikkate alınamaz. |
Zor: Öcalan’ın ideolojisi,
Türkiye’nin devlet yapısıyla örtüşmez. Ancak, demokratik reformlar üzerinden
anlaşma sağlanabilir. |
Kürt Sorununun Demokratik ve
Barışçıl Çözümü |
Türkiye tekil devlettir, tüm
vatandaşlarına eşit haklar sağlar. Yeni bir model veya etnik temelli çözüm
kabul edilemez. |
Orta: Ortak vatan ve eşit
yurttaşlık ilkeleri üzerinden bir çözüm sağlanabilir, ancak etnik temelli
çözümler, Türkiye için sorun teşkil eder. |
Lozan Antlaşması |
Lozan, Türkiye’nin
uluslararası tanınmasını sağlayan bir kurucu anlaşmadır ve tartışılamaz. |
Zor: Lozan’ın gözden
geçirilmesi Türkiye için oldukça duyarlı bir konu. Ancak, diğer sorunlar
üzerinden görüşmeler yapılabilir. |
1924 Anayasası |
1924 Anayasası, Türkiye
Cumhuriyeti’nin ilk anayasasıdır ve tarihsel bir belgedir. Kürt kimliğini
yok saydığı iddiası kabul edilemez. |
Orta: 1924 Anayasası’nın
tartışılması zor olsa da yeni anayasa reformları ve vatandaşlık hakları
çerçevesinde çözümler üretilebilir. |
KDP Ambargosu ve Dış Destek |
Türkiye, KDP’nin egemenlik
haklarına saygı duyar. PKK’nin dış destek arayışı kabul edilemez. |
Orta: KDP’nin ambargosu
konusunda taraflar arasında görüşmelerle bir çözüm sağlanabilir, ancak dış
destek konusunda anlaşmazlık devam edebilir. |
İmralı İşkence ve Soykırım
Sistemi |
Türkiye, cezaevlerindeki tüm
hükümlülerin insan haklarına uygun şekilde tutulmasını sağlar. |
Orta: İmralı’daki durum,
uluslararası denetimle çözüme kavuşturulabilir. Ancak, Türkiye’nin tecridi
savunması sorunun çözülmesini engeller. |
Kürt-Türk Savaşı ve
Öcalan’ın Fedakarlığı |
Türkiye, hiçbir zaman Kürt
halkına karşı savaş yürütmemiştir. Terörle mücadele vatandaşların güvenliği
içindir. |
Orta: Savaşın tanımı ve
karşılıklı suçlamalar, görüşmelerde ele alınabilir, ancak uzun bir uzlaşma
süreci gerektirir. |
Ortadoğu’daki Gelişmeler ve
3. Dünya Savaşı |
Türkiye, bölgesel güvenliği
ve kararlılığı savunur. Ortadoğu’daki gelişmeler, terörle mücadeleyi haklı
kılmaz. |
Zor: Ortadoğu’daki gelişmelerin
iç dinamikleri, PKK’nın taleplerini etkileyecek kadar güçlüdür. Ancak,
bölgesel güvenlik üzerine görüşmeler yapılabilir. |
Halkın Demokratik Toplum
İnşasına Katılımı |
Öz örgütler özerklik veya
bağımsızlık taleplerini tetikleyebilir. Türkiye tekil devlet yapısını korur. |
Orta: Demokratik katılım ve
halkın sesinin duyulması konusunda görüşmeler yapılabilir, ancak özerklik
talepleri engellenebilir. |
TBMM ve Siyasal Partilere
Çağrı |
TBMM, terör örgütleriyle görüşme
yapacak bir platform değildir. Barış süreçleri yasal siyasal partilerle
yürütülür. |
Orta: TBMM’nin doğrudan görüşmelere
katılmaması gerekebilir, ancak siyasal partilerin sürece katılımı ile
çözümler bulunabilir. |
Kadın Özgürlüğü ve
Demokratik Toplum |
Türkiye toplumsal cinsiyet
eşitliğini destekler, ancak bu terörle ilişkilendirilemez. |
Orta: Kadın hakları konusunda
Türkiye ile uzlaşmak olanaklı olabilir. Ancak, terörle ilişkilendirilmemesi koşulu
geçerlidir. |
Özerklik ve Öz Savunma Hakkı |
Öz savunma ve öz örgütlenme
özerklik taleplerine dönüşebilir. |
Zor: Özerklik talepleri,
Türkiye'nin tekil yapısı ile çelişir. Ancak, yerel güvenlik uygulamaları
üzerine tartışmalar yapılabilir. |
Soykırım: Uluslararası
Topluma Çağrı |
Türkiye, Kürtlere yönelik
herhangi bir soykırım uygulamamaktadır. Bu iddialar asılsızdır. |
Orta: Uluslararası gözlem ve
denetim talepleri konusunda bir uzlaşma sağlanabilir, ancak soykırım
iddiaları kabul edilemez. |
Tarihsel ve Simgesel
Vurgular |
PKK lider kadrosu terör
suçlarından sorumludur. Türkiye, terörle mücadeledeki şehitlerini
anmaktadır. |
Orta: Tarihsel ve simgesel
vurgularla ilgili karşılıklı anlayış gelişebilir. Ancak, PKK liderlerinin
suçları hala engel teşkil eder. |
Demokratik Ulus ve Ortak
Vatan |
Türkiye, tek millet esasına
dayanan tekil bir devlettir. Etnik temelli kurucu öğe kabul edilemez. |
Zor: Etnik temelli bir çözüm,
Türkiye için kabul edilemez. Ancak, demokratik vatandaşlık hakları üzerinden
çözüm önerileri yapılabilir. |
Öcalan’ın Mutlak Tecrit
Eleştirisi |
Öcalan, terör suçlarından
hükümlüdür ve yasalara uygun şekilde cezaevindedir. |
Orta: Tecrit eleştirisi,
uluslararası gözlem ile daha şeffaf hale getirilebilir, ancak bu konuda
Türkiye’nin tutumu değişmez. |
PKK'nın
son açıklamasında Lozan Antlaşması’na yer verilmesi, birkaç önemli noktayı
gündeme getirmektedir. Lozan Antlaşması, 1923'te Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu
belgesi olarak kabul edilen, Türk ulusunun bağımsızlık mücadelesinin zaferini
simgeleyen ve Türkiye’nin uluslararası düzeyde tanınmasını sağlayan temel bir
anlaşmadır. PKK'nın bu antlaşmaya atıfta bulunarak yaptığı açıklamalar, birkaç
stratejik ve ideolojik amaca hizmet etmektedir.
Öncelikle,
Lozan’a yapılan vurgu, PKK'nın Kürt halkının tarihsel haklarının ihlal edildiği
savını güçlendirmeyi amaçlamaktadır. PKK, Lozan’ın Kürt halkının ulusal
haklarını tanımadığını ve bu nedenle Kürt kimliğinin uluslararası alanda
tanınmadığına ilişkin bir görüş ortaya koymaktadır. Bu çerçevede, PKK Lozan’ı,
Kürt halkının özgürlük ve bağımsızlık taleplerini meşrulaştırmak için
kullanmaktadır. Lozan’ı bu şekilde ele almak, Kürt sorununun sadece Türkiye
içindeki bir sorun değil, aynı zamanda uluslararası bir sorun olduğunu
savunmayı da kolaylaştırmaktadır.
İkinci
olarak, Lozan’a yapılan atıf, PKK’nın Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerine karşı
çıkan bir strateji izlediğini göstermektedir. Lozan, Türkiye’nin tekil
yapısının, toprak bütünlüğünün ve egemenliğinin güvencesidir. PKK, Lozan’ı
hedef alarak, Türkiye'nin tekil devlet yapısının gözden geçirilmesi gerektiğini
savunmaktadır. Bu yaklaşım, PKK’nın özerklik ve hatta bağımsızlık taleplerini
ideolojik temellere oturtma çabası olarak değerlendirilebilir. Lozan’ın bu
şekilde tartışılması, PKK’nın Türkiye’nin kurucu anlaşmasına karşı çıkarken
aynı zamanda Kürt halkının kendini tanımlama hakkının tanınması gerektiğini
vurgulamaktadır.
Üçüncü
olarak, Lozan’a yapılan vurgu, PKK’nın uluslararası desteğini artırma amacı
güdebilir. Lozan, Türk halkının bağımsızlık mücadelesinin simgesi olarak kabul
edilse de aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası sistemdeki yerini
belirleyen bir anlaşmadır. PKK, Lozan’ı tartışmaya açarak, Kürt halkının
uluslararası alanda tanınması gerektiği yönünde bir çağrıda bulunmak
istemektedir. Bu, PKK’nın Kürt sorunun küresel bir sorun haline gelmesi
gerektiği ve bu soruna ilişkin uluslararası kamuoyunun daha fazla duyarlılık
göstermesi gerektiği yönündeki görüşünü güçlendirebilir.
Lozan’a
yapılan atıf ayrıca, PKK’nın çözüm sürecine dair kendi pozisyonunu daha
belirgin bir şekilde ortaya koyma çabası olarak da değerlendirilebilir. Lozan,
Türkiye’nin kurucu antlaşması olmakla birlikte, aynı zamanda Kürt halkı için
büyük bir dışlanma simgesi haline gelmiştir. PKK, bu dışlanmanın sona ermesi
gerektiğini ve Kürt halkının bu süreçte eşit haklara sahip olması gerektiğini
savunmaktadır. Bu bağlamda, Lozan’ı eleştiren açıklamalar, PKK’nın kendi çözüm
önerilerini ulusal ve uluslararası düzeyde meşrulaştırma çabası olarak
anlaşılabilir.
Sonuç
olarak, PKK’nın Lozan Antlaşması’na atıfta bulunması, birkaç önemli stratejik
amaca hizmet etmektedir. Bu atıf, hem Kürt halkının haklarının tanınması
gerektiği mesajını güçlendirmek hem de Türkiye’nin tekil yapısına karşı çıkan
bir tutumu ifade etmek amacı taşımaktadır. Ayrıca, Lozan’a yapılan vurgu, Kürt
meselesinin uluslararası bir boyuta taşınması için bir araç olarak
kullanılmaktadır. PKK, Lozan’ı tartışmaya açarak, bu meseleyi sadece
Türkiye’nin iç meselesi olmaktan çıkarıp, küresel bir sorun olarak gündeme
getirmeyi amaçlamaktadır. Bu durum, Lozan’ın sadece Türkiye için değil, aynı
zamanda Kürt halkı için de önemli simgesel ve ideolojik bir anlam taşıdığını
göstermektedir.
1924 Anayasası:
PKK'nın
son açıklamasında 1924 Anayasası'na yapılan atıf örgütün Kürt sorununu tarihsel
ve anayasal bir bağlama oturtma çabasının bir yansımasıdır. 1924 Anayasası,
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu Anayasası olup, Osmanlı İmparatorluğu'nun çok
uluslu yapısından farklı olarak, ulus-devlet modeli temelinde Türk kimliği
üzerine yapılandırılmıştır. Bu anayasa, vatandaşların “Türk” kimliği altında
birleşmesini öngörmüş ve Türkiye sınırları içinde yaşayan diğer etnik ve
kültürel grupların varlığını anayasal düzeyde tanımamıştır.
PKK'nın
1924 Anayasası'nı eleştirmesi, bu anayasanın Kürt kimliğini ve haklarını
görmezden geldiği iddiasına dayanmaktadır. Örgüt, 1924 Anayasası'nın Kürtlerin
anayasal statüsünü reddettiğini ve onları yalnızca “Türk” kimliği altında
tanımladığını savunmaktadır. Bu yaklaşım, PKK'nın Kürtlerin tarihsel olarak
anayasal haklarının ihlal edildiği ve bu hakların tanınması gerektiği yönündeki
iddialarını desteklemektedir. Dolayısıyla, 1924 Anayasası, PKK'nın gözünde,
Kürt kimliğinin anayasal düzeyde yok sayıldığı bir dönemin başlangıcıdır.
PKK'nın
açıklamasında 1924 Anayasası'na yapılan vurgu, iki temel amaca hizmet
etmektedir. Birincisi, Kürt sorununun yalnızca güncel bir siyasal sorun
olmadığı, tarihsel ve anayasal kökleri bulunan bir sorun olduğu algısını
oluşturmaktır. Bu, örgütün taleplerini daha meşru göstermeyi ve Kürt sorununun
çözümünün anayasal reform gerektirdiği görüşünü pekiştirmeyi amaçlamaktadır.
İkinci olarak, PKK, 1924 Anayasası'na atıfta bulunarak Türkiye'nin tekil ve
merkeziyetçi yapısını eleştirmekte ve mevcut anayasal düzenin Kürt halkının
haklarını tanımadığını savunmaktadır.
Sonuç
olarak, PKK'nın 1924 Anayasası'na yaptığı atıf, Kürt kimliğinin ve haklarının
tarihsel olarak anayasal düzeyde tanınmadığını ve mevcut anayasal düzenin bu
sorunun çözümüne uygun olmadığını ileri sürmektedir. Bu bağlamda, PKK, Kürt
sorununun çözümünün ancak demokratik ve çoğulcu bir anayasal düzenin
benimsenmesiyle olanaklı olacağını savunmaktadır.
PKK'nın
açıklamasında 1924 Anayasası'na yapılan vurgu, dolaylı olarak 1921 Anayasası'na
bir gönderme niteliği taşımaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk anayasası olan
1921 Anayasası, yerel özerklik ve çoğulculuğu esas alırken, 1924 Anayasası bu
yapıyı terk ederek merkeziyetçi ve tekçi bir yönetim anlayışını benimsemiştir.
PKK, 1924 Anayasası'nı eleştirerek Kürt kimliğinin ve haklarının bu anayasal
düzen içinde tanınmadığını ve bastırıldığını ileri sürmektedir.
1921
Anayasası, Türk Kurtuluş Savaşı sırasında kabul edilmiş ve yerel yönetimlere
geniş yetkiler tanıyan bir metin olmuştur. Anayasada, yerel meclislerin ve
yerel yönetimlerin karar alma süreçlerine katılımı öngörülmüş, halkların
birlikte ve eşit koşullarda yaşaması vurgulanmıştır. Kürtler ve diğer etnik
gruplar bu anayasal düzen içinde kendilerini daha eşit ve temsil edilmiş olarak
görmüşlerdir. Ancak 1924 Anayasası, bu özerk ve çoğulcu yapıyı sona erdirerek,
merkeziyetçi bir ulus-devlet anlayışını benimsemiş ve tüm vatandaşları “Türk”
kimliği altında birleştirmiştir.
PKK,
1924 Anayasası'na yönelik eleştirisiyle aslında Türkiye'nin anayasal düzeninin
Kürt kimliğini ve haklarını tarihsel olarak tanımadığını iddia etmektedir. Bu
bağlamda, 1921 Anayasası'na dolaylı bir atıf yapılmakta ve Türkiye'nin
merkeziyetçi yapısının, Kürtlerin haklarının tanınmamasına neden olduğu
savunulmaktadır. PKK, bu eleştirisiyle Kürt sorununun yalnızca güncel bir siyasal
sorun değil, tarihsel ve anayasal bir sorun olduğunu vurgulamaktadır.
PKK'nın
bu eleştirisindeki temel amaç, Kürt sorununun çözümünün ancak demokratik ve
çoğulcu bir anayasal düzenin benimsenmesiyle olanaklı olduğunu göstermektir.
Örgüt, 1924 Anayasası'na yapılan eleştiriyi, demokratik özerklik taleplerini
meşrulaştırmanın ve tarihsel bir bağlama oturtmanın bir aracı olarak
kullanmaktadır. Bu yaklaşım, Kürt sorununun anayasal bir sorunsal olarak ele
alınması gerektiği yönündeki görüşlerini güçlendirmeyi amaçlamaktadır.
Soykırım konusu:
PKK'nın
açıklamasında yer alan "soykırım" iddiası, örgütün Türkiye’nin Kürt
politikasını uluslararası hukuka aykırı bir insan hakları ihlali olarak
tanımlama girişimini yansıtmaktadır. Bu iddia, esasen Kürt kimliğinin ve
haklarının sistemli olarak baskı altına alındığı ve yok sayıldığı savına
dayanmaktadır. PKK, Türkiye’nin Kürt kimliğine yönelik uygulamalarını kültürel,
siyasal ve askeri düzeyde bir “imha” ve “asimilasyon” siyasası olarak
değerlendirmekte ve bu durumu “soykırım” kavramı ile tanımlamaktadır.
PKK'nın
“soykırım” söylemi, Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi'nde yer alan tanıma
dayanarak şekillendirilmiştir. Bu sözleşme, bir grubu etnik, ulusal, ırksal
veya dini kimliği nedeniyle tamamen veya kısmen yok etmeyi amaçlayan eylemleri
soykırım olarak tanımlar. PKK'ya göre Türkiye’nin Kürt kimliğini ve dilini
kamusal alanda yasaklaması, Kürtlerin kültürel ve toplumsal haklarını
kısıtlaması, askeri operasyonlarla sivil kayıplara yol açması ve zorunlu göç
uygulamaları bu kapsamda değerlendirilebilecek uygulamalardır.
Özellikle
1924 Anayasası’na yapılan vurgu, PKK'nın Türkiye’nin anayasal düzeninin Kürt
kimliğini tanımadığını ve bu düzenin Kürtlerin kültürel ve siyasal varlığını
ortadan kaldırmaya yönelik olduğunu savunduğunu göstermektedir. PKK, bu
anayasal düzenin Kürt kimliğini ve haklarını yok sayarak asimilasyonu ve
kimliksizleştirmeyi kurumsallaştırdığını ileri sürmektedir. Bu bağlamda,
PKK'nın açıklamasında “soykırım” kavramının kullanılması, yalnızca tarihsel ve
kültürel bir asimilasyon iddiası değil, aynı zamanda Kürt sorununun
uluslararası bir insan hakları ihlali olarak tanınmasını sağlama girişimidir.
PKK'nın
bu söylemi, uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmeyi ve Türkiye’ye yönelik
uluslararası baskı oluşturmayı hedeflemektedir. Soykırım iddiası, Kürt
sorununun yalnızca iç hukuk ve iç siyaset kapsamında değil, uluslararası insan
hakları hukuku bağlamında ele alınması gerektiği tezini güçlendirme amacını
taşır. Bu bağlamda, PKK'nın açıklaması, Kürt sorununun yalnızca bir siyasi veya
etnik mesele değil, aynı zamanda uluslararası hukukun ve insan haklarının ihlal
edildiği bir sorun olarak görülmesini sağlamaya yönelik bir stratejidir.
Türkiye
ise PKK'nın “soykırım” iddiasını kesin bir dille reddetmekte ve bu iddiayı
siyasal propaganda olarak nitelendirmektedir. Resmi görüşe göre, Türkiye,
Kürtler dahil tüm vatandaşlarına eşit haklar ve özgürlükler tanımakta, terörle
mücadele politikası ise vatandaşların güvenliğini sağlama amacı taşımaktadır.
Bu çerçevede Türkiye, PKK'nın soykırım iddiasını uluslararası kamuoyunda meşruluk
kazanma ve destek sağlama çabası olarak değerlendirmektedir.
DEĞERLENDİRME
PKK
ile Türkiye’nin görüşlerinin temel sorunlarda birbirinden keskin biçimde
ayrılması, taraflar arasında kalıcı bir çözüm sağlanması olasılığını son derece
karmaşık ve zorlu bir hale getirmektedir. Bu görüş ayrılıkları, yalnızca
siyasal ve hukuksal talepler düzeyinde değil, tarafların sorunları tanımlama ve
çözüm yöntemleri konusunda da derin bir ayrışma içinde olduğunu göstermektedir.
Görüş Ayrılıklarının Temel Boyutları
PKK
ve Türkiye arasında çözüm sürecini zorlaştıran temel görüş ayrılıkları üç ana
eksende toplanmaktadır:
Liderlik ve Meşruluk: PKK, Abdullah Öcalan’ı yalnızca
örgütün lideri değil, aynı zamanda Kürt sorununda barış sürecinin temel aktörü
ve siyasi lideri olarak tanımlamaktadır. Örgüt, Öcalan’ın süreçte merkezi bir
rol üstlenmesini talep etmektedir. Buna karşılık, Türkiye Cumhuriyeti devleti
Öcalan’ı terör örgütü lideri olarak tanımakta ve yasal olarak terör suçundan
hüküm giymiş bir kişinin barış sürecinde rol üstlenmesini reddetmektedir. Bu
durum, taraflar arasında temel bir meşruluk krizine neden olmaktadır.
Silahsızlanma ve Örgütsel Fesih: PKK,
silahlı mücadelenin sona erdirildiğini ve örgütsel yapının feshedileceğini ilan
etmiş olsa da Türkiye bu açıklamayı yeterli ve güvenilir bulmamaktadır.
Türkiye, PKK’nın tüm silahlı unsurlarının koşulsuz olarak silah bırakmasını ve
güvenlik güçlerine teslim olmasını talep etmektedir. PKK ise silahlı mücadeleyi
sona erdirme kararını stratejik bir geri çekilme olarak tanımlamakta ve
örgütsel varlığını farklı şekillerde sürdürebileceğini belirtmektedir.
Anayasal ve Siyasal Çerçeve: PKK, Kürt
sorununun çözümünü demokratik özerklik ve “demokratik modernite” ilkeleri
temelinde tanımlamakta, Kürt kimliğinin anayasal düzeyde tanınmasını ve
kültürel hakların güvence altına alınmasını talep etmektedir. Türkiye ise tekil
devlet yapısını ve anayasal düzenini koruma konusunda kararlıdır. PKK'nın 1924
Anayasası’nı Kürt kimliğini ve haklarını yok sayan bir düzen olarak
nitelendirmesi, Türkiye tarafından tarihsel ve hukuksal temelden yoksun bir
yaklaşım olarak değerlendirilmektedir. Türkiye, Lozan Antlaşması ve 1924
Anayasası’nı ulusal egemenliğin ve devletin kurucu temellerinin bir parçası
olarak görmektedir.
Çözüm Beklentisinin Gerçekçiliği
Tarafların
bu kadar keskin biçimde farklı pozisyonlara sahip olduğu bir ortamda kalıcı bir
çözüm beklemek, mevcut koşullar altında gerçekçi görünmemektedir. Ancak bu,
çözüm olasılığının tamamen dışlanması gerektiği anlamına gelmez. Taraflar
arasında bir çözüm sürecinin olanaklı olabilmesi için şu koşulların sağlanması
gerekmektedir:
Ortak Bir Tanım ve Hedef Geliştirme:
Tarafların Kürt sorununu ve çözüm yollarını tanımlarken ortak bir zeminde
buluşmaları gerekmektedir. Bu, çözüm sürecinin en temel gerekliliğidir. PKK ve
Türkiye, “barış” ve “çözüm” kavramlarını aynı anlamda tanımlamalı ve
birbirlerinin temel taleplerini en az düzeyde de olsa anlamalıdır.
Güven Artırıcı Önlemler: Her iki tarafın da karşılıklı
güveni artıracak adımlar atması gereklidir. Bu adımlar, askeri operasyonların
durdurulması, siyasi tutukluların serbest bırakılması veya ifade özgürlüğünün
genişletilmesi gibi önlemleri içerebilir. Güvenin oluşturulmadığı bir ortamda görüşmelerin
başarılı olma olasılığı son derece düşüktür.
Aşamalı ve Kapsayıcı Bir Süreç: Çözüm
süreci, aşamalı bir plan çerçevesinde yürütülmelidir. İlk aşamada çatışmaların
sona erdirilmesi ve güvenin oluşturulması sağlanmalı, daha sonra ise siyasal ve
anayasal düzenlemelere geçilmelidir. Ayrıca, süreç yalnızca Türkiye ve PKK
arasında değil, Kürt ve Türk toplumlarının temsilcilerinin katılımıyla
kapsayıcı bir şekilde yürütülmelidir.
Uluslararası Arabuluculuk ve Destek:
Taraflar arasındaki güvensizliği ve derinleşen kutuplaşmayı aşmanın bir yolu,
uluslararası bir arabulucunun desteği olabilir. Özellikle Birleşmiş Milletler
veya Avrupa Konseyi gibi kuruluşların gözlemci veya garantör rolü üstlenmesi,
tarafların yükümlülüklerine bağlı kalmasını sağlayabilir.
SONUÇ
PKK
ve Türkiye’nin görüşlerinin bu kadar keskin biçimde ayrıldığı bir ortamda
taraflar arasında kalıcı bir çözüm sağlanmasının önündeki en büyük engel
karşılıklı güvensizlik ve sorunların tanımında yaşanan temel farklılıklardır.
Ancak, tarafların görüşme ve diyalog yollarını açık tutması, güven artırıcı
önlemler alması ve uluslararası destekle bir çözüm sürecine yönelmesi durumunda
orta ve uzun vadede barışçıl bir çözüm olanaklı olabilir. Çözüm, tarafların
yalnızca birbirlerinin taleplerini değil, aynı zamanda endişelerini de dikkate
almasını gerektiren karmaşık ve uzun soluklu bir süreç olacaktır.
SON SÖZ
PKK ve Türkiye arasındaki derin görüş ayrılıklarına karşın geleceğe yönelik umut ışığı tamamen sönmüş değildir. Çatışma ve görüşme süreçleri, siyasal irade ve toplumsal desteğin varlığıyla şekillenebilir. Karşılıklı güven artırıcı adımlar ve kapsayıcı bir diyalog ortamı sağlanabilirse, barışçıl çözümler üzerine ortak bir zeminde buluşma olasılığı artacaktır. Sürecin başarıya ulaşması, tarafların birbirlerinin meşru endişelerini tanıması ve toplumsal barışın ortak bir değer olarak kabul edilmesine bağlıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder