KORUYUCU
SAĞLIK HİZMETLERİNİN
YÖNETİMİNDE
YAKLAŞIM
VE
ALGILAMA
SORUNU
Doç.
Dr. Firuz Demir YAŞAMIŞ
Sabancı Üniversitesi
UNICEF Türkiye eski Program Sorumlusu
Mayıs,
2001
Tuzla, İstanbul
Giriş
2000’li yıllara girdiğimiz bu günlerde, ülkemizde koruyucu (primer) sağlık
hizmetleri ile ilgili olarak belirtebileceğimiz tek yargı sistemin hala yetersiz olduğudur. Bu gerçek,
Türkiye’yi, koruyucu sağlık hizmetlerinin topluma sunulmasında ciddi, kapsamlı
ve önemli sıçramalar yapmak zorunda bırakmaktadır. Varlığını uzun yıllardan bu
yana sürdüren bu soruna, aradan geçen uzun yıllara karşın, etkili bir çözüm
yolu bulunamamıştır. Bu yargımı destekleyen iki önemli ulusal veri vardır: bebek ölüm hızı (BÖH) ve bebek ölümlerinde ishal ve zatürrenin
rolü.
Türkiye, 1980’li yılların başında yılda binde 110-120 olan bebek ölüm
hızını, son yirmi yılda kentsel alanda binde 40’a adar düşürmüştür. Ancak,
Türkiye, hneüz batılı ülkelerin düzeyine yaklaşamamıştır.
Öte yandan, bebeklerin ölüm nedenleri arasında ishal (diyare) ve zatürre
(pnomoni) -hala- önemli bir yere ve paya sahiptir. Bu gerçek, ülkenin fiziksel
ve çevresel kalitesinin içinde bulunduğu koşulların yeterince olumlu olmadığını
göstermektedir.
Sözünü ettiğim bu iki önemli parametre, ülkemizde koruyucu sağlık
hizmetlerinin yönetimi açısından önemli sorunlar yaşandığı anlamına
gelmektedir. Zira, batılı ülkelerde bebek ölüm oranı son otuz yıldan bu yana
yılda binde 10-12 arasında değişmektedir. Bu oranı daha fazla düşürebilmek
olanağı yoktur; zira, bebek ölümlerinin yaklaşık binde 10’u doğuştan gelen
anomalilerden kaynaklanmaktadır.
Türkiye, gerek genel sosyo-ekonomik kalkınma çabaları ve gerekse kırsal
kesimde uygulanan sağlık hizmetlerinin sosyalizasyonu çalışmaları çerçevesinde
BÖH’nı kentsel kesimde binde 40’lara ve kırsel kesimde binde 50’lere kadar
çekmeyi başarmıştır. Ancak, önemli olan bu düzeye gelmek değil, bu düzeyi binde
15’ler düzeyine çekebilmektir. BÖH’da, binde 100-150’den binde 40’a düşmek
alınabilecek önlemlerin niteliği itibarıyla kolaydır. Ancak, binde 40’dan binde
15’e düşebilmek için ülkede kentsel ve kırsal kesimde altyapıların kurulması,
çevre koşullarının iyileştirilmesi, etkili ve verimli bir koruyucu sağlık
hizmeti yönetim sisteminin kurulması ve bunun sürdürülebilir kılınması
gerekmektedir.
Öte yandan, koruyucu sağlık hizmetlerinin yeterliliğinden söz edebilmek
için ishal ve zatürre nedeniyle ortaya çıkan bebek ölümlerinin tümüyle sona
ermesi gerekmektedir. İshalin tümüyle ortadan kalkması çevre sağlığı
koşullarının esaslı ölçüde iyileşmesine ve topluma temiz içme suyu sağlanmasına
bağlıdır. Zatürre ise, esas olarak, kızamık hastalığının sonucu olarak ortaya
çıkmaktadır. Kızamık hastalığını ortaya çıkaran neden ise bebeklerin kızamık
hastalığına karşı aşılama yoluyla bağışık kılınmamaları ve çevre koşullarının
bebeği koruyabilecek kadar nitelikli olmamasıdır.
Yukarıda ana çizgileriyle belirtmeye çalıştığım nedenlerle, ülkemizde
koruyucu sağlık hizmetlerinin, son 20 yılda elde edilen göreli başarılara
karşın, hala yetersiz olduğunu açıklıkla belirtmek zorundayım. Belirttiğim bu
sonuç, beni, 1980’li yılların başlarında ve ortalarında UNICEF Türkiye
Temsilcisi olarak görev yaptığım süre içerisinde Türkiye Cumhuriyeti hükümeti
aracılığıyla uygulama alanına koymaya çalıştığım ve sağladığı başarı ile ülkeye
uluslararası alanda prestij kazandıran bir projeyi ve bununla birlikte Horasan
Depremi sontasınd auygulanan “Deprem Rehabilitasyon Projesi”ni yeniden ele
almak durumunda bıraktı.
Bu yazımda, sağlık kamuoyunun dikkatini bir kez daha
sağlık hizmetlerinin yönetiminde klasikleşmiş yönetim kalıpları arasına
sıkışmak yerine, bu hizmetlerin topluma sunumunda yeni ve yenilikçi yönetim
yaklaşımlarının aranması zorunluluğuna, bunların uygulama alanına konulması
gereğine çekmek istiyorum.
Bu bağlamda, esas olarak, 1983-1985 yılları arasında uygulanan “Çocuk Yaşatma ve Geliştirme Reformu”(ÇYGR)
çalışması ve daha sonra da Horasan
Depremi’ni ele alınacak ve bu çalışmalardan günümüz için sonuçlar
çıkartılmasına çalışılacaktır.
ÇYGR Döneminde Ülkenin İçinde Bulunduğu Koşullar
1980 sayımına göre, ülkenin nüfusu 45 milyondur ve nüfusun ortalama yıllık
artış hızı yüzde 2.28’dir. Nüfusun yüzde 56’sı kırsal kesimde yaşamaktadır.
Ancak, ülkeye aynı zamanda hızlı bir kentleşme olgusu egemendir. 1960’da yüzde
25.7 olan kentli nüfus 1980’de yüzde 43.9’a çıkmıştır. 2000’li yılları
yaşadığımız bugünlerde bu oran yüzde 70 düzeyindedir. Bu bağlamda, ülkenin doğu
ve güneydoğu bölgesinden diğer bölgelere
önemli bir göç olayı yaşanmıştır.
Hızlı kentleşme plansız ve denetimsiz şekilde büyüyen gecekondulaşmış
alanların ortaya çıkması ve toplumsal ve altyapısal hizmetlerin bu bölgelerde
yetersiz kalmasıyla sonuçlanmıştır.
Ülkenin yaş piramidi oldukça genç bir nüfusa işaret etmektedir. Nüfusun
yüzde 40’ı 15 yaşın altındadır ve 0-5 yaş grubu bunun yarısını oluşturmaktadır.
Etkin nüfus yaklaşık yüzde 60 düzeyindedir ve yaşamını başkalarının yardımıyla
sürdürebilmek durumunda olanları işaret eden bağımlılık katsayısı 0.762 olarak
hesaplanmaktadır.
Bu yıllarda, kaba doğum hızı binde 30 dolayındadır ve ortalama ömür
erkeklerde 60 ve kadınlarda 65’dir. Ancak, doğum ve ölüm oranları kentsel ve
kırsal kesimde önemli değişiklikler göstermektedir. 1966-7 yıllarında Hacettepe
Nüfus Etüdleri Enstitüsü tarafından yapılan ilk demografik araştırmaya göre
kaba doğum ve ölüm oranı kırsal alanda binde 44 ve 17 ve kentsel alanda binde
31 ve binde 11’dir.
BÖH ise, 1973 itibarıyla, her 1000 canlı doğum için 150-155 arasındadır.
1980’li yıllarda bu oranın binde 120’ye düştüğü hesaplanmıştır. Ancak, bu değer
o günün koşullarında dahi kabul edilemez yükseklikte bir değerdir. 1977 yılında
anne ölüm oranı her 1000 doğumda 4.6 ve çocuk ölüm hızı ise binde 6.6 olarak
hesaplanmaktadır.
Bu yıllarda okuma yazma oranı erkeklerde yüzde 62 ve kadınlarda yüzde
48’dir.
Kentsel kesimde konutların yüzde 20’si kanalizasyon sistemine bağlıdır ve
yüzde 63’ü yeterli içme suyu elde edebilmektedir. Kırsal kesimde bu verilerin
daha düşük olduğu bilinmektedir.
Ulusal gelir birey başına 1000 dolar düzeyindedir. Ancak, bu değer
Türkiye’yi azgelişmiş ülkelerden ayırmakta ve gelişmiş ülkelere
yaklaştırmaktadır. Gelir dağılımında ciddi eşitsizlikler vardır. Nüfusun yüzde
20’si ulusal gelirin yüzde 57’sini alırken son yüzde 40’ı ulusal gelirin yüzde
12’sini alabilmektedir.
Aynı dönemde yıllık enflasyon yüzde 30-35 düzeyindedir. Ülke ekonomisi
tarıma dayalıdır.
Buna karşılık birey başına düşen günlük kalori miktarı gerekli olan düzeyin
yüzde 122’si civarındadır.
Aynı şekilde, azgelişmiş ülkelerle kıyaslandığında sağlık elemanı sayısı
oldukça iyi gözükmektedir.
Bu ve benzeri toplumsal ve ekonomik parametrelere karşın ülkenin sağlık
parametreleri olumsuzdur. Bebek ve çocuk ölüm hızları yüksektir ve ölüm
nedenleri çok az gelişmiş ülkelerde görülen nedenlere büyük benzerlikler
göstermektedir. Bebeklerin büyük bir bölümü aşı yoluyla önlenebilir hastalıklar
nedeniyle ölmektedir. Bu nedenler arasında yetersiz beslenme ve emzirme
alışkanlıklarından kaynaklanan malnutrisyon,
aşıyla önlenebilir salgın hastalıklar, ishal enfeksiyonları ve kazalar
ön sıralarda yer almaktadır.
Projenin başlangıç yılı itibarıyla BÖH binde 100 olarak hesaplanmakta ve bu
oran bölgeler arasında şu şekilde değişmektedir: Batı Anadolu 108, Akdeniz 109,
Karadeniz 141, Doğu Anadolu 147 ve Orta Anadolu 151. Bu oran, ülkede her yıl
150.000 bebeğin birinci yaş gününe gelmeden vefat ettiğini göstermektedir.
Yaşamın ilk bir ayı içinde meydana gelen “neonatal”
ölümler toplam bebek ölümlerinin üçte birini oluşturmaktadır. Ailenin oturduğu
mekan sağlık tesislerinden uzaklaştıkça BÖH artmaktadır. Bebek ölümlerinin
yüzde 43’ü zatürre, yüzde 16’sı ishal, yüzde 10’u prematurite, yüzde 7’si
salgın hastalıklar ve yüzde 24’ü aşıyla önlenebilir hastalıklardan
kaynaklanmaktadır.
Bebek ölümlerine yol açan toplumsal
etmenler ise yetersiz bilgi düzeyi, ilgi azlığı, geleneksel inançlar,
ekonomik koşullar, annenin gebelik sayısının fazlalığı ve sağlık hizmetlerine
ulaşamama olarak saptanmaktadır.
Bu ölümleri önleme olasılığı ile ilgili hesaplamalar ise
zatürre için yüzde 80, ishal için yüzde 85 ve salgın hastalıklar için yüzde 40
olarak sonuç vermektedir. Veriler arasında
çelişkiler olmakla birlikte, 0-4 yaş grubunda ölümlerin yüzde 91’i
yaşamın ilk yılında ve yüzde 63’ü yaşamın ilk altı ayında meydana gelmektedir.
İki doğum arasındaki sürenin iki yıla çıkarılmasıyla bebek ölümlerinin
dörtte bir oranında azalacağı heaplanmaktadır.
Yine bu verilere göre, düşük maliyetli ancak kapsamlı bir çalışma ile
150.000 bebek ölümünden 113.500’ünü önlemek olanaklıdır.
Proje Bileşenleri
Ortaya çıkan bu görünüm, bebek ölümlerinin önlenmesi için yapılması gereken
etkinliklere ve alınması gereken önlemlere de açıklıkla işaret etmektedir:
·
Bebekler ve çocuklar aşıyla korunabilir salgın
hastalıklara karşı bağışık kılınmalıdır. (Immunization)
·
İshale karşı önlem alınmalı ve bu amaçla en
ekonomik ve etkili yöntem olan ağızdan sıvı tedavisi uygulama alanına
konulmalıdır. (Oral
rehydration therapy)
·
Daha iyi beslenme, beslenme alışkanlıklarının
değiştirilmesi (Food) ve
geliştirilmesi için anne sütünün ilk dört aylık beslenmede egemen olmasının
sağlanması (Breast feeding)
·
Çoçukların büyümesinin bir çizelge aracılığıyla
izlenmesi (Growth charts)
Bu ana işlevleri tamamlayıcı nitelikte olak üzere iki ayrı etkinliğin daha
bu çalışmalarla bütünleştirilmesi öngörülmüştür:
·
İki doğum arasına iki yıldan fazla süre koyabilmek
için aile planlaması çalışmalarının desteklenmesi (Family planning)
·
Eğitilmiş annenin bebek ölümleri üzerindeki
azaltıcı etkisi nedeniyle kadınların eğitim düzeyinin artırılması çalışmalarına
destek verilmesi (Female
education).
Yukarıdaki etkinliklerin ingilizce karşılıklarının ilk harflerinin
alınmasıyla ortaya çıkan kelime olan “GOBI-FFF”
sözcüğü çalışmanın bileşenlerini ortaya koymaktadır. Bileşenler, bu formül
altında, esas olarak, UNICEF tarafından geliştirilmiştir.
Türkiye’nin iklim koşulları nedeniyle üst solunum yolları
komplikasyonlarının bebek ölümlerinin nedenleri arasındaki rolünün azaltılması
ammacıyla bu etkinlik de projeye eklenmiştir:
·
Üst solunum yolları enfeksiyonu (acute respiratory infection, ARI)
Böylelikle, bebeklerin ve çocukların yaşamlarına ilişkin çok ciddi
sorunların çözümlenmesi veortadan kaldırılması amaçlanmıştır.
ÇYGR’nun Rasyoneli ve Stratejisi
Projenin başlangıç aşamasında,
yukarıda kısaca betimlenen toplumsal sonuçlara yol açtığı düşünülen üç önemli
neden saptanmıştır:
·
gerekli finansman ve insan kaynağı sağlanması
yolunda yeterli düzeyde ulusal siyasal istenç oluşturulamaması,
·
mevcut kaynakların sonuçlara dönüştürülememesine
yol açan yönetim yetkinlik ve becerilerinin yokluğu ve
·
toplumun çocukların yaşamakta olduğu bu sorunun
boyutlarını ve önem düzeyini yeterince algılayamamış ve kavrayamamış olması.
Doğal olarak, sorunun çözümü için üç ayrı strateji geliştirilmiştir:
·
sorunla ilgili güçlü bir kamuoyu yaratılması,
·
ulusal siyasal istenç yaratılması ve
·
yönetsel yetkinlik ve beceri eksikliğinin
giderilmesine katkıda bulunacak etkinliklerin uygulama alanına konulması.
Uygulama Öncesi Proje Etkinliklerinden Örnekler
1983-85 yıllarını kapsayan bu çalışma sırasında öncelik, bebek ölümlerinin
önemi ve önlenmesi yollarının topluma gösterilmesi ve sorun üzerinde etkili ve
güçlü bir kamuoyu yaratılması amacıyla uygun nitelikli bir sosyal pazarlama kampanyasının yürürlüğe konulmasına verilmiştir.
Sosyal pazarlama kavramı, özel sektörden alınmış bir kavramdır. Sosyal pazarlama, bu projede, özel sektördeki
mal pazarlama ve bu amaçla tüketicilerde talep yaratılması amacına koşut olarak
kamusal niteliği olan bir hizmetin (aşılama ya da ORT) pazarlanması ve bu
hizmet için toplumda bir talep yaratılması anlamına gelmektedir.
Bu çalışmayı yapabilmek için öncelikle projenin ana çalışma konularının
saptanması gerekmiştir. Ülke çapında yapılan araştırmalardan elde olunan ve
yukarıda özetlenen bilgiler ışığında ilk ağırlık aşılama yoluyla bağışıklığın
güçlendirilmesine verilmiştir. İkinci öncelikli konu da ORT olacaktır.
Bu amaçla, Türkiye’de ulusal aşı kampanyasının planlanmasına ve
uygulanmasına karar verilmiştir. Ancak, bağışıklama kampanyası için aşı, sağlık
personeli ve araç-gereç sağlamak yeterli değildir. Aynı zamanda, ebeveynlerde
çocuklarını kampanya sırasında aşı merkezlerine götürme konusunda bir
gereksinim ve istenç yaratmak gerekmektedir. Bu bağlamda geliştirilen sosyal
pazarlama programı uyarınca tüm kitle iletişim araçlarından ve özellikle ulusal
televizyondan (TRT) yoğun bir şekilde yararlanılmasına karar verilmiştir. Yoğun
radyo programları ve yazılı basın etkinlikleri yanında, ülkenin yakından
tanıdığı ve benimsediği kişiler kısa süreli televizyon programlarına çıkarılmış
ve topluma bu ve benzeri yollardan ana mesajların verilmesi sağlanmıştır.
Programlarda işlenen temel konu ise “iyi
bir ebeveyn olmak” sloganı olmuştur. Zira, hedef kitle içinde yer alan
ebeveynlerin hepsi iyi birer ebeveyn olduğuna inanmaktadır. O halde, bu inancın
eyleme dönüştürülmesi gerekmektedir. Sosyal pazarlama tekniklerine uygun olarak
hazırlanan kısa televizyon programları aracılığı ile bu amaç
gerçekleştirilmiştir. Toplum, bu önemli sorunun ayırdına varmış ve bebeklerin
aşılatılması konusunda ebeveynlerde ciddi bir istenç oluşturulmuştur.
İkinci strateji, ulusal siyasal istencin yaratılmasıdır. Bu amaçla, bir
yandan sürekli olarak düzenlenen bakanlıklararası seminerlerle bürokratlara ve
planlamacılara amaç ve hedefler konusunda bilgi verilerek konuya yönelmeleri
sağlanırken; öte yandan, yalnız Sağlık Bakanlığı ile değil fakat amaca katkıda
bulunabilecek tüm kamu kurum ve kuruluşları ile yoğun ilişki kurulmuş ve
kamusal kaynakların belirlenen temel amaç ve hedef yolunda seferber edilmesi
sağlanmak istenmiştir. Bu amaçla, başta İçişleri Bakanlığı olmak üzere, Türk
Silahlı Kuvvetleri’nin, Milli Eğitim Bakanlığı’nın ve Diyanet İşleri
Başkanlığı’nın katkıları güvence altına alınmıştır.
Milli Eğitim Bakanlığı, ülkenin en fazla personel çalıştıran ve ülkenin en
uzak köşesinde saygınlığı olan bir kamu görevlisine sahip olan kurumdur. Bu
kişi köy öğretmenidir, en uç noktada halkla içiçedir ve bu amaçla en fazla
katkı sağlayabilecek konumdadır. Öte yandan, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın
taşra örgütü, yani imamlar da gerek ülkenin her yerinde örgütlenmiş olmaları ve
gerekse toplum üzerindeki etkileri nedeniyle projeye önemli destek
sağlayabilecek temel unsurlar olarak görülmüştür. TSK’nin bu yoldaki potansiyel
katkılarının ise anlatılmasına bile gerek bulunmamaktadır. Ancak, stratejik
önemi en fazla olan kurum ise Sağlık Bakanlığı değil, İçişleri Bakanlığı’dır.
Zira, bu Bakanlık’a bağlı vali ve kaymakamlar kamu yönetiminin taşradaki en
önemli unsurlarıdır. Bu görevlilerin katkıları güvence altına alınmadan
herhangi bir toplumsal çalışmanın başarıya ulaşmasına olanak yoktur. Bu katkı
da sağlanmıştır.
Bakanların, Başbakan’ın ve Devlet Başkanı’nın katkılarını sağlamak için de
üst düzey görüşmeler düzenlenmiştir. UNICEF ile Türk Hükümeti arasında yapılan
görüşmeler, esasen içinde bulunduğu olumlu koşullar nedeniyle, istenilen sonucu
vermiş ve hükümetin aşı kampanyası konusunda tam desteği sağlanmıştır. Bu,
ulusal siyasal istencin aşılama kampanyası için sağlandığı anlamına
gelmektedir.
Üçüncü strateji projenin başarıya ulaşması için alınması gereken kurumsal,
yönetsel ve lojistik önlemlerdir. Bu konuda yapılan araştırmalar, ülkede yeteri
kadar aşı üretilmediğini, alanda sağlık elemanı yetersizliği olduğunu ve
dengesiz dağılımın bu yetersizliğin daha fazla hissedilmesine yol açtığını,
soğuk zincirde aksamalar bulunduğunu,
kayıt ve sevk sisteminin yeterli olmadığını, sağlık evlerinin yüzde 40’ında ebe
yetersizliği olduğunu, sağlık sektörü ile sağlıkla ilişkili öteki merkezi
kuruluşlar, merkezin taşra örgütü, yerel yönetimler ve yerel topluluklar
arasındaki eşgüdümün yetersiz olduğunu ve yerel toplulukların ve halk
katılımının harekete geçirilmesi için ülkede herhangi bir kurumsal ve yönetsel
sistemin bulunmadığını göstermiştir.
Yukarıda belirlenen kurumsal, yönetsel ve lojistik eksikliklerin aşılmasına
yardımcı olunması için Dünya Sağlık Örgütü’nün Avrupa Birimi ile Proje konusunda işbirliği sağlanmıştır.
UNFPA ile aile planlaması konusunda işbirliği yapılmasına karar
verilmiştir.
TRT ile paket programlarının yayınlanması için anlaşmaya varılmıştır. Milli
Eğitim Bakanlığı konuyu her düzeydeki eğitim programlarının içine aktarmayı
ilke olarak kabul etmiştir.
Diyanet İşleri Başkanlığı bir yandan çeşitli genelgelerle personelini
bilgilendirirken; öte yandan, ülke çapında bir cuma hutbesinin konuya
ayrılmasını sağlamıştır.
Vali ve kaymakamlar projeyi benimsemiş ve projenin
sahipliğini ve yöneticiliğini üstlenmişlerdir.
Kentlerin gecekondu bölgelerinde üst solunum yolu enfeksiyonlarının önlenmesi için Sağlık
Bakanlığı tarafından pilot projeler başlatılmıştır.
Tüm bunların sonucunda, “GOBI-FFF” stratejisi beş yıllık kalkınma planına
girmiş ve böylelikle ulusal siyasal istenç hukuksallaştırılmıştır. Yeni
kalkınma planı (1985-89), BÖH’nın bu strateji çerçevesinde, plan dönemi sonunda
binde 65’e düşürülmesi hedefini benimsemiştir.
Çalışmalarda eşgüdümü sağlamak üzere Bakanlar Kurulu kararıyla
“Bakanlıklararası Komite” kurulmuştur. Uygulamanın yürütülmesi için Sağlık
Bakanlığı bünyesinde bir “Proje Yönetim Birimi” oluşturulmuştur.
Sağlık Bakanlığı ile Dünya Sağlık Örgütü arasında orta vadeli bir işbirliği
programı imza altına alınmıştır.
Bunlarla birlikte, bazı sorunların alınan önlemlere
karşın devam ettiği saptanmıştır. Sağlık Bakanlığı ile öteki sağlıkla ilgili
sektörler arasında eşgüdüm yetersizliği, sağlık işgücünün ülke düzeyinde
dengesiz dağılımı, yetişmiş ebe hemşire sayısının azlığı, kadının eğitsel
statüsünün düşüklüğü, ulusal sağlık planlaması ve yönetimi konusunda kapasite
yetersizliği, Sağlık Bakanlığı içindeki
örgütsel boşluklar ve tekrarlar, politikaların eyleme dönüştürülmesindeki beceri
eksikliği ve kamunun ilgi ve bilgi düzeyinin sınırlılığı bunlar arasındadır.
Uygulama
Yukarıda betimlenen koşullar
altında GOBI-FFF stratejisinin bağışıklama (I) ve ORT (O) bileşenlerinin
uygulama alanına konulması kesinleşmiştir.
ORT ile ilgili çalışmalar bağlamında, UNICEF tarafından temin edilen ORT
tuzları tüm ülkeye dağıtılmış ve sağlık personelinin konuyu benimsemesi
sağlanmıştır. Kitle iletişim araçları ile anne ve babaların konu ile ilgili
olarak yeterli eğitime sahip olmaları sağanmıştır. Bu çalışma sonucunda ORT
Türkiye’de koruyucu sağlık uygulamaları içine temelli olarak girmiştir.
Daha önemli
proje bileşeni olan bağışıklama için “Ulusal Aşı Günü” düzenlenmiştir. Aşılar
UNICEF tarafından temin edilmiştir. Sağlık Bakanlığı soğuk zincir içinde
aşıları yerlerine ulaştırmış ve alandaki personeli aracılığıyla aşılamayı
gerçekleştirmiştir. Öğretmenler, imamlar ve askerler halka destek olmuştur.
Vali ve kaymakamlar il ve ilçelerindeki çalışmaların yönetimini, denetimini ve
lojistik desteği sağlamışlardır. Kitle iletişim araçları aşı günleri konusunda
büyük bir iletişim desteği vermiştir.
Yaklaşık 5
milyon bebek ve çocuk birer ay ara ile 3 kez aşılanmıştır. Bu toplam 15 milyon
aşı demektir. Hedefin gerçekleştirilmiş dolduğunu gösteren bu sonuç tüm bebek
ve çocuk nüfusunun salgın hastalıklara karşı bağışık kılınması anlamına
gelmektedir. Bu, çok önemli bir
başarının elde edilmesi demektir. Yüzbinlerce çocuğun ölümden kurtarılması
Proje sayesinde güvence altına alınmıştır. Uluslararası sağlık kamuoyu
beğenilerini dile getirmiştir.
Bu başarılara karşın, başarısızlıklar da vardır. Bir kere, projenin iki
bileşeni dışında kalanların ele alınması olanaklı olmamıştır. İkincisi ve daha
önemli olanı, benzer bir çalışma bir kez daha yinelenememiştir. Başarı bir kere
yaşanmış ve bir daha elde edilememiştir.
Yapılan bazı denemeler de istenilen sonucu verememiştir. Üçüncüsü ve en
önemli olanı, Proje sonrasında yeniden eski klasik yönetim alışkanlıklarına
dönülmüş ve bebeklerin bağışıklık kazanması ve bağışıklığın sürdürülebilir
kılınması konularındaki ivme kaybedilmiştir.
Horasan Depremi
1983 yılının Aralık ayı, Horasan ve çevresindeki
ilçelerde önemli bir depreme tanıklık etmiştir. Depremde yaklaşık 2500 kişi
ölmüş, binlerce kerpiç ev yıkılmış ve yaklaşık 30.000 kişi kışı çadırlarda
geçirmek zorunda kalmıştır.
Depremin hemen sonrasında, UNICEF ile Sağlık Bakanlığı arasında bir
protokol imzalanarak “Deprem Rehabilitasyon Projesi” başlatılmıştır. Projenin
amacı, esasları yukarıda açıklanan GOBI-FFF stratejisi çevresinde, deprem
bölgesinde güçlü bir rehabilitasyon çalışması başlatmak ve özellikle olası
bebek ölümlerini en az düzeye indirmektir.
Bu amaçla, deprem bölgesinde, Erzurum Sağlık Müdürlüğü aracılığı ile özel
sağlık ekipleri oluşturulmuş, çadırlarda oturan ailelelerin hane halkı
kayıtları yeniden düzenlenmiş, çocukların tümü salgın hastalıklara karşı
bağışıklık kazanmaları amacıyla (tetanos dahil) aşılanmış, ailelere ORT tuzu
dağıtılmış ve annelerin ishal konusunda eğitimi sağlanmış, bebekler için büyüme
çizelgeleri düzenlenmiş, bebeklerin aylık gelişmeleri bu çizelgeler
aracılığıyla düzenli olarak izlenmiş, anne sütünün önemi konusunda eğitim
çalışmaları düzenlenmiş ve bebekli ailelere anne sütüne ek olarak kullanılmak
üzere SEK tarafından üretilen SEKMAMA dağıtılmıştır.
Rehabilitasyon çalışmaları sonucunda yapılan irdelemede, kış dönemi boyunca
önemli bir salgının ortaya çıkmadığı, bebeklerin tümünün kilo alarak normal
gelişmelerini sürdürdüğü ve yalnızca tek bir bebeğin bu dönemde vefat ettiği
anlaşılmıştır.
Bu sonuçlar, oldukça önemli bir başarıyı işaret etmektedir. Bu çalışma ile
ülkemizde ilk kez denenen deprem sonrası rehabilitasyon çalışması modelinin
başarılı sonuçlar verdiği anlaşılmıştır.
Böylesine bir başarıdan sonra beklenmesi gereken doğal yönetim davranışı
daha sonraki doğal afetlerde benzer çalışmaların uygulama alanına konulmasıdır.
Ancak, bu tür bir çalışmaya bu Proje’den sonra aradan geçen 20 yıl içinde bir
kez daha rastlamak olanaklı olamamıştır. Sağlık Bakanlığı, bir kez daha, klasik
yönetim alışkanlıkları içine dönmüş ve daha sonraki yıllarda meydana gelen
doğal afetlerin afet sonrası etkinliklerinde ve rehabilitasyon çalışmalarında
hareket yeteneğini yeterince koruyamamıştır.
Sonuç
Buraya kadar yapılan açıklamalar koruyucu sağlık hizmetlerinin topluma
sunulmasında yıllardan bu yana uygulanan klasik yaklaşımlardan ayrı, daha
etkili, daha verimli ve daha değişik yaklaşımların var olabileceğini
göstermektedir. Sağlık yönetiminde yapılması gereken en önemli değişiklik,
kanımca, bu noktada yatmaktadır: sağlık
hizmetlerinin yönetiminde anlayış değişikliği gereksinimi.
Sağlık yönetim sistemi için yeni almaşıklar geliştirmek, politika
seçenekleri oluşturmak ve yönetim beceri ve yetkinliklerinin güçlendirilmesini
sağlamak bu alanda yapılması gereken önemli etkinlikler olarak ortaya
çıkmaktadır.
Sonuçları yukarıda açıklanan bu çalışmalarla, 1980’li yıllarda yaşanan iki
olgu, belirtilen amaçla bir kez daha anımsatılmak istenmiştir. Açıkça
görülmektedir ki, ülkemizdeki sağlık yönetimi hem yaşananlardan gerekli
dersleri çıkaramamakta ve hem de gelenekçiliğin ve alışılmış olandan
vazgeçemenin kolaycılığını tercih etmektedir. Bu tercih, kaynakların kötü
yönetimine, israfına ve toplumun sıkıntı çekmesine yol açmaktadır.
Daha da önemlisi, toplum, koruyucu sağlık hizmetlerinden yeterince
yararlanamamaktadır. Nitekim, kentlerimizde koruyucu sağlık hizmetlerinin
örgütlenme biçimi tam bir karmaşa içinde bulunmaktadır. Toplum, sağlık ve
tedavi kurumlarına gitmekten ürkmektedir. Bu tür olumsuz olgu ve sonuçların
listesini uzatmak son derecede kolaydır. Üstelik, sorunlar konunun uzmanları
tarafından da bilinmektedir. Buna karşın, koruyucu sağlık hizmetlerinin daha
değişik bir şekilde ve daha iyi sonuçları güvence altına alabilecek şekilde
yönetimi için herhangi bir çaba harcanmamaktadır. Yukarıda anlatılan projeler
yalnızca birer örnektir. İnanılmaktadır ki, bu tür çalışmaların daha bir çok
değişik alanda farklı örnekleri vardır.
Koruyucu sağlık alanında gelişme ve çağdaşlaşma ancak yönetim felsefesinin
ve tekniklerinin geliştirilmesiyle sağlanabilir. Uygulanması gereken tekniğin
adı, sağlık yönetiminde “sonuç yönetimi” ya da “başarım yönetimi”dir
KAYNAKÇA
Aksakoğlu, Gazanfer, MD, “Expanded Programme On Immunization”, Haziran
1984, Ankara, s. 42.
Aksakoğlu, Gazanfer, MD, “Pneumonia Deaths in Children of Turkey”, Haziran,
1984, Ankara, s. 9
Akşit, Belma, Dr., “Community Participation for CSDR Activites”, Haziran,
1984, Ankara, s.28.
Egemen, Ayten, MD, “Control of Diarrhoeal Diseases in Turkey”, Haziran,
1984, Ankara, s. 29.
Grishankar, Navin, “Reforming Institutions for Service Delivery: A
Framework for Development Assistance with an Application to the Health,
Nutrition and Population Portfolio”, The World Bank, Policy Research Working
Paper: 2039, January, 1999.
Manoff, Richard, K., “The Social Marketing Opportunity in Turkey”, Haziran
1984, New York, s. 26.
Öztek, Zafer, MD, “Growth Monitoring in Turkey”, Haziran, 1984, Ankara, s.
11.
Öztek, Zafer, MD, “Family Spacing in Turkey”, Haziran, 1984, Ankara, s. 11.
Sanalan, Timuçin, “Economical Parameters for Health Services and the
Economics of CSDR”, Haziran, 1984, Ankara, s. 25.
Sofuoğlu, Buğra, “A Tentative Approach to Situation Analysis for CSDR in
Turkey”, Haziran, 1984, s. 48.
Yaşamış, Firuz Demir, Bebek Ölümlerinin Çevresel Nedenleri, 1991, Ankara, 224 s.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder