Hakkımda

FİRUZ DEMİR YAŞAMIŞ Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirmiştir (1968). University of Southern California’da planlama (kentsel ve bölgesel çevre) ve kamu yönetimi yüksek lisans programlarını bitirmiştir (1976). Siyaset ve Kamu Yönetimi Doktoru (1991). Yerel Yönetimler, Kentleşme ve Çevre Politikaları bilim dalında doçent (1993). Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı’nın kuruluşu sırasında müsteşar vekili. (1978-80) UNICEF Türkiye temsilciliği. (1982-84) Dünya Bankası’nın Çukurova Kentsel Gelişme Projesi’nde kurumsal gelişme uzmanı. (1984-86) Çankaya Belediyesi’nin kurumsal gelişme projesini yürütmüştür. (1989-91) Yedinci Kalkınma Planı “Çevre Özel İhtisas Komisyonu”nun başkanlığı. DPT “Çevre Yapısal Değişim Projesi” komisyonu başkanlığı. Cumhurbaşkanlığı DDK’nun Devlet Islahat Projesi raportörü. (2000-1) Çevre Bakanlığı Müsteşarı (Şubat 1998 – Ağustos 1999). Sabancı Üniversitesi tam zamanlı öğretim üyesi. (2001-2005) Halen yarı zamanlı öğretim üyesi olarak çeşitli üniversitelerde ders vermektedir. Şimdiye kadar ders verdiği üniversiteler arasında Ankara, Orta Doğu, Hacettepe, Fatih, Yeditepe, Maltepe ve Lefke Avrupa (Kıbrıs) üniversiteleri bulunmaktadır.
Blogger tarafından desteklenmektedir.

Translate

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE
EV

Bu Blogda Ara

19 Haziran 2025 Perşembe

 

Trump Yönetiminin İran Siyasası: İdeolojik ve Jeopolitik Arka Plan

 

Prof. Dr. Firuz Demir YAŞAMIŞ

 

 

 

 

Özet

Bu çalışma, Donald J. Trump yönetiminin İran’a yönelik dış siyasasını ideolojik, jeopolitik ve iç siyasal dinamikler bağlamında çok boyutlu bir yaklaşımla incelemektedir. Çalışmada, Trump döneminin “en fazla baskı” stratejisiyle şekillenen İran politikasının sadece dış siyasal bir yönelim değil aynı zamanda popülist liderlik tarzının, yeni muhafazakar ve Evangelik ideolojilerin, hegemonya arayışlarının ve söylem stratejilerinin bileşimi olduğu savunulmaktadır. Eleştirel Söylem Çözümlemesi, belge incelemesi ve jeopolitik değerlendirme yöntemleriyle desteklenen çözümlemeler Trump’ın söyleminde kullanılan kavramların iç ve dış meşruluk üretimi açısından nasıl yapılandığını ve bu stratejilerin bölgesel sonuçlarını tartışmaktadır. Çalışma, Trump yönetiminin İran siyasası aracılığıyla Amerikan dış siyasasındaki normatif kırılmaları, liderlik temelli karar alma süreçlerini ve hegemonya kurma/koruma çabalarını gözler önüne sermekte ve aynı zamanda bu siyasanın uzun vadeli bölgesel ve küresel etkilerini irdelemektedir.

Anahtar Kelimeler: Trump, İran, dış siyasa, popülist liderlik, söylem analizi, hegemonya, yeni muhafazakârlık

 

Abstract

This study examines the Iran policy of the Trump administration through a multidimensional framework that incorporates ideological, geopolitical, and domestic political dynamics. It argues that Trump’s “maximum pressure” strategy was not merely a foreign policy orientation, but a product of populist leadership style, neoconservative and Evangelical ideologies, hegemonic aspirations, and rhetorical strategies. Employing Critical Discourse Analysis (CDA), document analysis, and geopolitical assessment, the study explores how Trump’s rhetoric constructed legitimacy both domestically and internationally, and how these strategies shaped regional dynamics. The paper reveals the normative rupture in U.S. foreign policy under Trump, highlighting the role of leadership-driven decision-making and the complex interaction between discourse, ideology, and power. It further analyzes the long-term regional and global implications of the Iran policy pursued during Trump’s presidency.

Keywords: Trump, Iran, foreign policy, populist leadership, discourse analysis, hegemony, neoconservatism


 

GİRİŞ

Donald J. Trump’ın başkanlığı süresince yürütülen İran siyasası sadece belirli bir dönemin dış siyasa tercihi olarak değil, aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri'nin Ortadoğu’ya yönelik uzun vadeli stratejik yöneliminin köktenci biçimde yeniden kurgulanması olarak değerlendirilmelidir. Bu siyasa, selefi Barack Obama'nın “diplomasi ve angajman” eksenli İran yaklaşımına doğrudan bir tepki niteliği taşımış ve uluslararası anlaşmaların ve çok taraflı uzlaşma zeminlerinin terk edilerek tek taraflı güç gösterisine dayalı bir dış siyasa paradigmasına yönelinmiştir. Trump döneminde İran’a yönelik tutum, esasen üç temel eksende şekillenmiştir: ideolojik yönelimler, stratejik jeopolitik hesaplar ve iç siyasal yarar arayışları. Bu bileşenlerin her biri, hem bölgesel düzlemde güç dengelerinin yeniden tasarlanmasına hem de Amerikan dış siyasasının genel yöneliminin belirlenmesine katkı sağlamıştır.

İdeolojik Zemin: Yeni Muhafazakar Etkiler ve Evangelik Akılcılık

Trump’ın İran siyasasında belirgin biçimde gözlenen ideolojik yönelim, özellikle dış siyasada saldırgan müdahaleciliği savunan yeni muhafazakar (new conservatives, neo-cons) çevrelerin etkisiyle şekillenmiştir. Trump 2.0 öncesinde, Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ve Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton gibi isimler İran’a karşı “rejim değişikliği” çağrılarını açık biçimde gündeme getirmiştir. Bu yaklaşım, İran İslam Cumhuriyeti’ni yalnızca bölgesel bir tehdit değil, aynı zamanda “uluslararası terörizmin ana sponsoru” ve “Amerikan değerlerine aykırı teokratik bir düşman” olarak tanımlamıştır.

Bu söylem, özellikle ABD'deki Evangelik-Mesihçi toplumsal kesimler nezdinde karşılık bulmuş ve İran karşıtlığı dinsel-mistik bir söylemle beslenmiştir. İsrail’in güvenliğinin teolojik bir sorumluluk olarak görülmesi, Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararıyla birlikte, İran’a yönelik köktenci duruşu da destekleyen bir arka plan oluşturmuştur.

Jeopolitik Hedefler: İran’ın Bölgesel Etkisini Sınırlamak

Trump yönetimi, İran’ın Ortadoğu’daki nüfuzunu azaltmayı dış siyasa önceliği olarak belirlemiştir. Özellikle Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’de İran destekli milis ve siyasal yapıların güç kazanması, ABD’nin bölgedeki çıkarları ve İsrail’in güvenliği açısından tehdit olarak değerlendirilmiştir. Bu bağlamda uygulamaya konulan “en fazla baskı” stratejisi, ekonomik yaptırımlar, diplomatik yalnızlaştırma ve doğrudan askeri tehdit unsurlarıyla desteklenmiştir. Bu strateji doğrultusunda 2018 yılında ABD'nin Ortak Kapsamlı Eylem Planı’ndan (JCPOA) tek taraflı olarak çekilmesi, sadece İran'ın nükleer etkinliklerine değil, genel anlamda rejimin meşruluğuna ve ekonomik yapısına dönük bir saldırı niteliği taşımıştır. Ardından devreye sokulan yaptırımlar, İran ekonomisini hedef almış ve enerji ve finans sektörlerinde derin krizler yaratmıştır. Bununla birlikte, 2020 yılında İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin ABD tarafından düzenlenen bir saldırıyla öldürülmesi bu siyasanın sadece diplomatik değil aynı zamanda askeri araçlarla da sürdürüldüğünü göstermiştir.

İç Siyasa Dinamikleri: Seçmen Desteği ve Siyasal Popülizm

Trump’ın İran siyasası, aynı zamanda iç siyasaya dönük güçlü bir araç olarak da kullanılmıştır. Özellikle Evangelik seçmenler, Yahudi lobileri ve askeri-sanayi bütünleşmesi ile yakın ilişki içerisinde geliştirilen bu siyasa başkanın iç kamuoyunda “güçlü lider” imajını pekiştirmeyi amaçlamıştır. İran karşıtlığı, Demokrat Parti’nin dış siyasa çizgisine karşı konumlanan bir tür “negatif meşruluk” üretmiştir. Bu bağlamda Trump, Obama yönetiminin dış siyasasını sistemli biçimde ters yüz ederek hem kendi seçmen tabanını birleştirmiş hem de Amerikan kamuoyunda dış düşmanlar üzerinden milliyetçi bir dayanışma zemini inşa etmiştir.

Bölgesel Yansımalar: Yeni İttifaklar ve Vekalet Savaşlarının Derinleşmesi

Trump yönetiminin İran’a karşı yürüttüğü sert siyasa, bölgesel düzeyde de yeni dinamiklerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. İsrail ile Körfez ülkeleri arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesine yönelik “Abraham Anlaşmaları” bu süreçte İran tehdidinin ortak bir payda olarak kullanılmasıyla hız kazanmıştır. İran’ın bölgesel vekil unsurları ile ABD destekli aktörler arasındaki çatışmalar ise özellikle Irak ve Suriye sahalarında derinleşmiştir.

Özetlemek gerekirse, Trump yönetiminin İran siyasası uluslararası hukuk normlarını zorlayan, çok taraflı diplomatik gelenekleri terk eden ve krizi yönetmek yerine derinleştiren bir paradigma değişikliğini temsil etmektedir. Bu siyasa, kısa vadede İran rejimi üzerinde baskı kurmayı başarmış görünse de uzun vadede bölgesel kararsızlığı artırmış, İran içinde daha sertlik yanlısı güçlerin etkinliğini artırmış ve ABD'nin Avrupa müttefikleriyle ilişkilerini zedelemiştir. Trump sonrası dönemde bu siyasanın kalıcı etkileri hem İran'ın iç siyasal dengeleri hem de Ortadoğu'nun jeopolitik mimarisi üzerinde sonuçlarını göstermeye devam etmektedir.

İsrail’in ABD Adına Vekalet Savaşı Yürütme Rolü

Trump döneminde ABD’nin doğrudan askeri müdahaleden kaçınarak vekalet savaşlarını önceliklendirdiği gözlemlenmiştir. Bu stratejinin en dikkat çekici boyutlarından biri İsrail’in bölgesel güvenlik alanında bir vekalet savaşları aktörü olarak ön plana çıkmasıdır. İsrail, özellikle İran’a yakın yapılarla (örneğin Hizbullah, Devrim Muhafızları’nın Suriye ve Irak’taki unsurları) mücadelede hem operasyonel hem istihbarat düzeyinde ABD’nin bölgesel çıkarlarıyla tam uyumlu hareket etmiş ve kimi zaman doğrudan Amerikan siyasasının uzantısı olacak biçimde askeri eylemlerde bulunmuştur. İran’a ait ya da İran destekli yapıların Suriye’deki askeri üslerine yönelik İsrail hava saldırıları bu vekalet ilişkisinin en somut örneklerinden biridir. Bu saldırılar çoğu zaman ABD ile eş güdümlü biçimde gerçekleştirilmiş ve Washington bu eylemleri ya destekleyici açıklamalarla meşrulaştırmış ya da doğrudan sessiz onay vermiştir. Böylece İsrail, ABD’nin doğrudan karşılık vermek istemediği durumlarda bölgedeki çıkarlarının "görünmez uzantısı" olmuştur. İsrail’in bu konumu yalnızca askeri değil, aynı zamanda diplomatik ve söylemsel düzeyde de vekalet işlevini taşıyan bir rol üretmiştir. Özellikle Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması ve İran karşıtı “Abraham Anlaşmaları” çerçevesinde İsrail-Körfez ekseninin oluşturulması, İsrail’in hem bölgesel güç arayışını desteklemiş hem de ABD’nin İran’ı yalnızlaştırma stratejisinin parçası hâline gelmiştir. Bu bağlamda İsrail’in rolü, klasik anlamda vekalet savaşı aktörlerinden farklı olarak yarı özerk ama ABD çıkarlarıyla bütünleşmiş bir stratejik vekil biçiminde tanımlanabilir. Bu tür bir vekillik yalnızca alandaki çatışmalarla değil normatif ve söylemsel düzlemde de ABD’nin hegemonya kurma çabasının bir taşıyıcısıdır. Böylece Trump dönemi İran siyasası yalnızca Körfez ülkeleriyle değil İsrail ile kurulan özel vekalet ilişkisi üzerinden de biçimlenmiştir.

ARAŞTIRMA SORULARI

Bu çalışma, Trump yönetiminin İran’a yönelik dış siyasasını tarihsel süreklilikler, ideolojik yönelimler, jeopolitik hedefler ve iç siyasa dinamikleri bağlamında çözümlemeyi amaçlamaktadır. Bu bağlamda aşağıda sıralanan araştırma soruları hem kuramsal hem de deneysel düzeyde derinlemesine bir incelemeye olanak tanımaktadır.

Ana Araştırma Sorusu: Trump yönetiminin İran’a yönelik dış siyasasını belirleyen temel etmenler nelerdir ve bu siyasa Amerikan dış siyasasının geleneksel çizgisiyle hangi açılardan örtüşmekte ya da ondan sapmaktadır?

Yardımcı Araştırma Soruları:

Trump yönetiminin İran siyasasında etkili olan iç ve dış siyasa aktörleri kimlerdir ve bu aktörlerin karar alma süreçlerindeki etkileri hangi mekanizmalar üzerinden gerçekleşmiştir?

“En fazla baskı” stratejisi, İran’ın nükleer programı, bölgesel nüfuzu ve iç siyasal dengeleri üzerinde nasıl sonuçlar doğurmuştur?

Trump yönetiminin İran’a yönelik tek taraflı yaptırım ve askeri tehdit siyasaları Amerika Birleşik Devletleri’nin Avrupa’daki müttefikleriyle ilişkilerini nasıl etkilemiştir?

Trump’ın İran’a karşı geliştirdiği söylem ve uyguladığı siyasalar, Amerikan iç siyasasında hangi ideolojik gruplar tarafından desteklenmiş ve bu destek siyasal meşruluk üretiminde nasıl işlev görmüştür?

İran’a karşı yürütülen siyasa, Ortadoğu’daki vekalet savaşlarının doğasını nasıl etkilemiş ve bölgesel ittifak yapılarını (örneğin İsrail-Körfez ülkeleri ekseni) nasıl dönüştürmüştür?

Trump yönetiminin İran siyasası ile Obama dönemi arasında nasıl bir süreksizlik ilişkisi kurulabilir? Bu süreksizlikler söylem düzeyinde mi, hedef ve araç düzeyinde mi ortaya çıkmaktadır?

Trump dönemi İran siyasasının, Amerika Birleşik Devletleri’nin bölgedeki hegemonik kapasitesi üzerindeki uzun vadeli etkileri nasıl değerlendirilmelidir?

Trump yönetiminin İran’a yönelik siyasanın uluslararası hukuka uygunluğu özellikle nükleer anlaşmalar ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları açısından nasıl tartışılabilir?

Yorumlayıcı ve Kuramsal Açılımlar Sunan Sorular:

Trump’ın İran siyasası, klasik realizm, neoklasik realizm ya da dış siyasa çözümlemesinin liderlik odaklı modelleri çerçevesinde nasıl açıklanabilir?

Trump yönetiminin dış siyasa tercihleri, popülist liderlik ile dış siyasa yapımı arasındaki ilişkiyi ne ölçüde yansıtmaktadır?

İran’a karşı izlenen sertlik yanlısı siyasa büyük güçlerin uluslararası sistemdeki hegemonik konumlarını koruma stratejileri bağlamında nasıl kavramsallaştırılabilir?

KURAMSAL ÇERÇEVE: TRUMP DÖNEMİ İRAN SİYASALARININ KAVRAMSAL VE KURAMSAL TEMELLERİ

Bu çalışma, Donald J. Trump’ın İran siyasasını çok düzeyli bir kuramsal çerçeve ile incelemeyi amaçlamaktadır. Bu çerçeve, yalnızca dış siyasa kararlarının nesnel içeriklerine değil, aynı zamanda bu kararların söylemsel sunum biçimlerine de odaklanarak siyasayı hem eylem hem de anlatı düzleminde kavramsallaştırmayı hedeflemektedir. Bu doğrultuda kuramsal çerçeve altı temel eksen etrafında şekillendirilmiştir:

Neoklasik Realizm: Sistemik Baskılar ve İç Yapı Etkileşimi

Neoklasik realizm, uluslararası sistemdeki güç dengelerinin, devlet içi kurumlar, liderlik tercihleri ve toplumsal dinamiklerle birleşerek dış siyasayı şekillendirdiğini savunur. Bu bağlamda Trump’ın İran siyasası hem İran’ın bölgesel yayılmacılığını sınırlama amacını taşıyan sistemli baskılara hem de ABD iç siyasasında karar alma süreçlerini etkileyen güç odaklarına (örneğin Evangelik seçmen, askeri-endüstriyel ilişkiler, lobi grupları) yanıt vermektedir. Tek taraflılık, önleyici şiddet ve anlaşmalardan çekilme gibi tercihler bu etkileşimsel dinamiklerin sonucudur.

Liderlik Kuramları ve Popülist Dış Siyasa Yaklaşımı

Trump’ın dış siyasa söylemi klasik liderlik kuramları çerçevesinde bireysel karar verici etkisinin incelenmesini gerektirir. Ancak bu liderlik teknik-bürokratik akılcılığa değil popülist bakış açsına dayanmaktadır. Trump, dış siyasayı seçmen nezdinde dramlaştıran, kutuplaştırıcı söylemlerle “seçkinlere karşı halkın adamı” konumunu destekleyen bir tarzla yürütmüştür. İran bu söylem evreninde hem köktenci düşman hem de içerideki Demokrat Parti, Obama yönetimi ve çok taraflı diplomasi geleneğine karşı bir simge olarak kullanılmıştır. Böylece dış siyasa, içeride meşruluk üretiminin bir aracı olmuştur.

Yeni Muhafazakarlık ve Evanjelik Akılcılık: İdeolojik Kodlama

Trump yönetiminin İran siyasasının düşünsel temelinde yeni muhafazakarlık ve Evanjelik-Mesiyanik değerler sistemi yer almaktadır. Yeni muhafazakar düşünce İran gibi teokratik ve Batı karşıtı rejimleri dönüştürülmesi gereken tehditler olarak kodlar. Bu yaklaşım, ABD’nin küresel misyonunu sivil değerlerin ve “Tanrısal düzenin” taşıyıcısı olarak görür. Trump, bu ideolojik zemini özellikle Evangelik seçmene hitap etmek amacıyla kullandı. Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması, İran’ı “şeytan rejimi” olarak tanımlaması ve Kasım Süleymani suikastı, bu teolojik (dinsel) akılcılığın dış siyasa araçlarına dönüşmüş biçimleridir.

Emperyalizmin Evrimi ve Ekonomik Savaşlar

Trump’ın İran siyasası doğrudan işgale dayalı klasik emperyalizm biçimlerinden farklı olarak ekonomik araçların silahlaştırıldığı yeni bir emperyalizm biçemini temsil etmektedir. “En Fazla Baskı” siyasası bu bağlamda hem İran’ı diplomatik olarak yalnızlaştırmayı hem de küresel enerji piyasalarında ABD müttefiklerinin konumunu güçlendirmeyi hedeflemiştir. İran’a uygulanan ağır yaptırımlar yalnızca nükleer programı hedef almamış ve aynı zamanda rejimin ekonomik ve toplumsal meşruluğunu da sarsmayı amaçlamıştır. Bu durum, neo-emperyal çıkarlarla iç içe geçmiş bir dış siyasa anlayışının ifadesi olarak değerlendirilebilir.

Vekalet Savaşlarının Evrimi ve Bölgesel Mimari

Trump döneminde İran’a karşı izlenen strateji bölgesel düzlemde doğrudan askeri müdahaleden çok vekalet savaşları üzerinden çevreleme ve baskı altına alma stratejisi olarak ortaya çıkmıştır. Suriye, Irak, Yemen ve Lübnan gibi ülkelerdeki yerel unsurlar üzerinden yürütülen çatışmalar İran’ın vekil aktörleri ile ABD destekli unsurlar arasında yeni bir soğuk savaş yapısı üretmiştir. Bu durum, vekalet savaşlarının yalnızca taktiksel değil aynı zamanda jeopolitik oluşum süreçlerinin parçası olduğunu göstermektedir.

Eleştirel Söylem Çözümlemesi (CDA): Anlatıların İdeolojik İşlevi

Bu çalışmanın en özgün kuramsal katkısı, Trump’ın dış siyasa söyleminin Eleştirel Söylem Çözümlemesi (CDA) yöntemiyle incelenecek olmasıdır. Bu yaklaşım, dilin yalnızca bir iletişim aracı değil, aynı zamanda iktidarın yeniden üretim aracı olduğunu varsayar. Trump’ın İran’a ilişkin söylemlerinde görülen çelişkiler (örneğin bir yandan İran halkını “rehin alınmış mağdurlar” olarak tanımlarken, diğer yandan İran’a yönelik kolektif cezalandırma niteliğindeki yaptırımları savunması) söylemin ideolojik doğasını açığa çıkarır. “Terör devleti”, “diktatörlük”, “şeytan düzeni” gibi etiketler, yalnızca güvenlik kaygılarını değil, aynı zamanda toplumsal algıları yönlendirmeye dönük ideolojik araçlardır. Trump’ın söyleminde dış siyasa uzmanlık bilgisine değil, toplumsal korkulara, dinsel simgelere ve düşman imgelerine dayandırılmıştır. Bu bağlamda, söylem çözümlemesi dış siyasadaki anlam oluşturulmasını ve bu oluşum sürecinin iktidar ilişkileriyle bağını görünür kılmayı amaçlamaktadır. Söylemin çelişkileri, yalnızca retorik tutarsızlıklar değil, aynı zamanda siyasal işlev taşıyan stratejik boşluklardır.

Bu altı eksenli kuramsal çerçeve çalışmanın hem kurama dayalı açıklayıcılığını hem de uygulamalı çözümleme kapasitesini güçlendirmektedir. Böylece Trump döneminde İran’a yönelik geliştirilen dış siyasa anlayışı yalnızca ulusal çıkar ve güvenlik düzleminde değil ideolojik yapıların, ekonomik stratejilerin, liderlik tercihlerinin ve söylemsel iktidarın iç içe geçtiği karmaşık bir yapı olarak çözümlenecektir.

YÖNTEM

Bu çalışma, Donald J. Trump döneminde ABD'nin İran siyasasına yön veren temel dinamikleri ve bu siyasanın arka planını çözümlemeyi amaçlamaktadır. Araştırma, nitel araştırma yöntemlerine dayanmakta olup çok katmanlı bir içerik ve söylem çözümlemesi çerçevesinde yapılandırılmıştır.

Birincil olarak, eleştirel söylem çözümlemesi (ESÇ) yöntemi esas alınmıştır. Bu yöntem, söylemin sadece dilsel bir ifade biçimi değil aynı zamanda toplumsal ve ideolojik iktidar ilişkilerini yeniden üreten bir araç olduğu varsayımına dayanır. Bu doğrultuda, Trump’ın özellikle İran siyasalarına ilişkin konuşmaları, sosyal medya paylaşımları, kamuoyu açıklamaları, başkanlık belgeleri ve strateji metinleri söylemsel düzlemde çözümlenmiştir. ESÇ’nin temel amacı, görünürdeki söylemlerin arkasındaki ideolojik yönelimleri ve çelişkili tutumları ortaya çıkarmaktır.

İkincil olarak, belge çözümlemesi yöntemi kapsamında Trump döneminde yayınlanan ulusal güvenlik belgeleri, dış siyasa strateji belgeleri, kongre tutanakları ve ilgili bakanlık açıklamaları incelenmiş ve bu belgeler tarihsel bağlam içinde değerlendirilmiştir. Belgeler, emperyalizmin evrimi, yeni muhafazakarlık ve Evanjelik akılcılık gibi kuramsal referans noktalarıyla ilişkili olarak çözümlenmiştir.

Araştırma ayrıca jeopolitik çözümleme yaklaşımını benimseyerek ABD’nin Ortadoğu’daki güç projeksiyonlarını değerlendirmekte ve İran karşıtı siyasaların yalnızca ideolojik değil aynı zamanda stratejik/jeopolitik hedeflere dayandığını varsaymaktadır. Bu bağlamda vekalet savaşları, bölgesel güç dengeleri ve İsrail’in güvenlik çıkarları gibi değişkenler çok boyutlu olarak ele alınmıştır.

Son olarak, Trump’ın İran’a yönelik tutumunun iç siyasaya dönük araçsallaştırılma biçimlerine de odaklanılmıştır. Bu kapsamda, söylemlerin seçmen tabanına dönük nasıl üretildiği ve iç siyasette nasıl seferber edici bir işlev üstlendiği irdelenmiştir. Bu çok katmanlı yöntemsel yaklaşım sayesinde, Trump döneminde ABD’nin İran siyasası yalnızca karar düzeyinde değil aynı zamanda toplumsal ve söylemsel düzeyde de ele alınmaktadır. Böylece, bireysel liderlik biçemi, ideolojik yönelimler, kurumsal yapı ve uluslararası sistemsel faktörler arasındaki etkileşim bütüncül bir biçimde değerlendirilmektedir.

ÇÖZÜMLEME

Trump Yönetiminin İran Siyasasını Belirleyen Temel Etmenler

Donald J. Trump’ın başkanlık dönemi (2017-2021) Amerikan dış siyasasında özellikle İran’a yönelik stratejiler bakımından belirgin bir kırılma ve dönüşüm süreci olarak değerlendirilebilir. Trump yönetimi, Obama döneminde imzalanan Kapsamlı Ortak Eylem Planı (Joint Comprehensive Plan of Action, JCPOA) gibi çok taraflı diplomatik girişimlerden çekilerek İran’a karşı “en fazla baskı” stratejisi adı verilen sert ve tek taraflı yaptırımları önceliklendirmiştir. Bu tutum, hem uluslararası sistemdeki güç dengelerinin değişimi hem de iç siyasetteki ideolojik ve liderlik odaklı dinamiklerle sıkı bir şekilde ilişkilidir. Trump’ın İran siyasası, uluslararası gerçeklik algısı, ideolojik ön kabuller, liderlik biçemi ve iç siyasal kaygıların kesişiminde şekillenmiştir. Bu siyasa, ABD’nin bölgesel hegemonik çıkarları, Ortadoğu’daki stratejik müttefikleri ve küresel güç dengeleri ile doğrudan etkileşim içindedir. Öte yandan, Trump’ın dış siyasa söylemi iç siyasal destek tabanının güdülenmeleri doğrultusunda biçimlendirilmiş ve söylemsel araçlar siyasal meşruluk üretiminde etkili olarak kullanılmıştır. Bu bağlamda, Trump yönetiminin İran’a yönelik dış siyasası, yalnızca dış siyasa araçları ve uygulamaları açısından değil aynı zamanda bu siyasaların üretildiği söylemsel ve ideolojik zeminler açısından da çok katmanlı bir çözümleme gerektirmektedir. Bu çözümleme, siyasal kararların arka planındaki aktörleri, stratejileri, söylem mekanizmalarını ve bunların bölgesel ve uluslararası sonuçlarını bütüncül biçimde ortaya koymayı amaçlamaktadır.

Karar Alma Sürecinde İç ve Dış Aktörlerin Rolü

Trump yönetiminin İran siyasasını şekillendiren karar alma süreçleri hem iç siyasetin dinamikleri hem de uluslararası aktörlerin etkileri açısından değerlendirilmelidir. İç siyasada, özellikle yeni muhafazakarlar ve Evanjelik Hristiyan lobileri İran’a yönelik sert tutumun yükseltilmesinde etkili olmuştur. John Bolton ve Mike Pompeo gibi dış siyasa yapımında etkili figürler bu ideolojik çerçeveyi yönlendiren ve uygulayan ana aktörler olarak ön plana çıkmıştır.

Bunun yanı sıra, Beyaz Saray içinde karar alma süreçlerinin çoğunlukla kişisel liderlik tercihleriyle belirlendiği görülmektedir. Trump’ın popülist ve seçkinci olmayan yaklaşımı, bürokratik kurumların geleneksel dış siyasa üretme mekanizmalarını zayıflatmış ve karar süreçleri daha çok kişisel girişim ve sezgilere dayanmıştır. Bu durum, kurumlar arası eş güdüm eksiklikleri ve siyasada tutarsızlıklara yol açmıştır.

Uluslararası düzeyde ise ABD’nin Avrupa müttefikleriyle yaşadığı gerilimler, özellikle JCPOA’dan çekilme sonrası dönemde belirginleşmiştir. Avrupa ülkeleri, İran nükleer programının diplomatik yollarla denetlenmesine yönelik çabaları sürdürmek isterken, Trump yönetimi tek taraflı yaptırımlar yoluyla İran’a ekonomik baskıyı artırmayı tercih etmiştir. Bu durum, ABD’nin geleneksel dış siyasa koalisyonları üzerindeki etkisini zayıflatmıştır. Sonuç olarak, Trump döneminde İran siyasasının karar alma süreçleri, ideolojik bağlılıklar, liderlik biçemi ve uluslararası ittifak ilişkilerinin karmaşık bir etkileşimi sonucunda şekillenmiştir. Bu süreçlerin çözümlenmesi söz konusu siyasanın neden ve nasıl uygulandığını anlamak açısından kritik öneme sahiptir.

“En Fazla Baskı” Stratejisinin İran Üzerindeki Etkileri

Trump yönetiminin İran’a yönelik dış siyasasında temel araç olarak benimsediği “en fazla baskı” stratejisi İran rejimini diplomatik yalnızlaştırma, ekonomik sıkıntılar ve askeri tehditler yoluyla hedef almıştır. Bu strateji 2018 yılında Amerika’nın JCPOA’dan çekilmesiyle birlikte yoğunluk kazanmış ve İran ekonomisine yönelik kapsamlı yaptırımların uygulanmasıyla somutlaşmıştır. Yaptırımların amacı, İran’ın nükleer programını durdurmakla sınırlı kalmayıp aynı zamanda bölge üzerindeki etkisini azaltmak ve iç siyasal kararlılığını zedeleyerek rejim üzerinde baskı oluşturmak olmuştur. Ekonomik yaptırımlar petrol ihracatının ciddi şekilde düşmesine, enflasyonun yükselmesine ve halkın günlük yaşam koşullarının ağırlaşmasına yol açmıştır. Ancak bu durum, rejimin sertleşmesine ve anti-Amerikan milliyetçiliğin güçlenmesine de neden olmuştur. Bölgesel açıdan, “en fazla baskı” siyasası İran’ın Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen’deki vekil güçleriyle olan etkileşimini kısmen sınırlandırsa da bu grupların etkinliklerini tümüyle durduramamıştır. Aksine, bu çevrelerdeki gerilimler artmış ve bölgesel çatışmalar daha da karmaşık bir durum almıştır.

İran iç siyasasında ise yaptırımlar rejimin muhafazakar kesimlerinin iktidarını pekiştirmiş, reform yanlısı ve ılımlı unsurların sesini kısma eğilimini güçlendirmiştir. Bu durum, ülkede uzun vadeli siyasal değişim umutlarını zayıflatmıştır. Özetle, “en fazla baskı” stratejisi ekonomik ve diplomatik açıdan İran üzerinde ciddi sonuçlar doğurmuş ancak stratejinin bölgesel ve iç siyasal etkileri karmaşık, çok katmanlı ve kimi zaman ters tepen sonuçlar üretmiştir.

Trump Yönetiminin Yaptırımlarının ve Askeri Tehditlerinin Müttefiklerle İlişkilere Etkisi

Trump yönetiminin İran’a yönelik tek taraflı yaptırımları ve askeri tehdit siyasaları ABD’nin Avrupa’daki müttefikleri ile ilişkilerinde önemli gerilimlere yol açmıştır. Özellikle JCPOA’dan çekilme kararı başta Almanya, Fransa ve İngiltere olmak üzere Avrupa ülkeleri tarafından sert bir şekilde eleştirilmiştir. Avrupa müttefikleri İran’la yapılan nükleer anlaşmanın korunmasını stratejik bir öncelik olarak görmüş ve bu anlaşmanın Trump yönetimi tarafından tek taraflı biçimde bozulmasını uluslararası hukuk açısından sorunlu bulmuşlardır. Bu dönemde Avrupa, İran ile ticaret ve diplomatik ilişkilerin devamı için Ticari Değişimleri Destekleme Araçları (Instrument in Support of Trade Exchanges, INSTEX) gibi mekanizmalar geliştirmeye çalışmış ve böylece ABD yaptırımlarının olumsuz ekonomik etkilerini azaltmaya yönelik girişimlerde bulunmuştur. Ancak ABD’nin baskıları ve tehditleri Avrupa ülkelerinin İran’a yönelik daha bağımsız hareket etmesini zorlaştırmıştır. Öte yandan, Trump’ın sert söylemleri ve Kasım Süleymani suikastı gibi askeri müdahale kararları, transatlantik iş birliği bağlamında güven erozyonuna neden olmuştur. Avrupa müttefikleri, bu tür müdahalelerin bölgesel kararlılığı tehdit ettiğini savunurken ABD yönetimi İran’a karşı güçlü bir duruş sergilemenin vazgeçilmez olduğunu belirtmiştir. Bu süreç, ABD-Avrupa ilişkilerinde stratejik uyumsuzlukları görünür kılmış ve NATO ve diğer ittifak mekanizmalarının işleyişine ilişkin soru işaretlerini artırmıştır. Sonuç olarak, Trump’ın İran siyasasının müttefikler üzerindeki yankıları ABD’nin geleneksel liderlik rolünün sorgulanmasına zemin hazırlamıştır.

İç Siyasal Destek ve İdeolojik Meşruluk Üretimi

Trump’ın İran’a yönelik sert dış siyasa tutumu, Amerikan iç siyasasında belirli ideolojik gruplar tarafından güçlü bir destek görmüştür. Özellikle Evanjelik Hristiyanlar, yeni muhafazakar çevreler ve İsrail yanlısı lobi grupları, Trump yönetiminin İran karşıtı siyasalarını sahiplenmiş ve desteklemiştir. Bu gruplar için İran yalnızca bir jeopolitik rakip değil aynı zamanda dinsel ve ideolojik olarak da bir “kötülük odağı” olarak kodlanmıştır. Bu ideolojik çerçeve içinde Trump’ın sert söylemleri, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması ve İran’la yapılan nükleer anlaşmadan çekilmesi gibi kararları bu seçmen tabanı nezdinde siyasal meşruluk kazanmıştır. Dolayısıyla, dış siyasa, iç siyasette seçmen seferberliğinin ve meşruluk üretiminin önemli bir aracı olarak işlev görmüştür. Ayrıca, bu destek mekanizmaları Trump’ın popülist liderlik biçemiyle da uyumlu bir biçimde dış siyasanın daha dramlaştırılmasına ve kutuplaştırıcı söylemlere zemin hazırlamıştır. İran’a yönelik sert tutum, “seçkinlere karşı halkın adamı” imajının pekiştirilmesinde önemli bir simge durumuna gelmiştir. Sonuç olarak, Trump’ın İran siyasası, ideolojik tabanla kurduğu sıkı bağ sayesinde hem iç siyasal dayanıklılık kazanmış hem de Amerikan kamuoyundaki kutuplaşmayı derinleştirmiştir.

İran Siyasası ve Ortadoğu’daki Vekalet Savaşlarının Dinamikleri

Trump döneminde İran’a karşı izlenen dış siyasa Orta Doğu’daki vekalet savaşları dinamiklerinde önemli dönüşümlere yol açmıştır. ABD, doğrudan askeri müdahaleden kaçınarak bölgesel müttefikleri ve vekil güçler aracılığıyla İran’ın nüfuz alanını sınırlandırmaya çalışmıştır. Bu bağlamda, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve İsrail gibi aktörlerle yakın iş birliği geliştirilmiş, İran destekli milis ve grupların etkinlikleri karşısında bölgesel denge kurma hedeflenmiştir. Vekalet savaşlarının doğası, Trump döneminde daha karmaşık ve çok aktörlü bir hal almış ve Suriye, Yemen ve Irak gibi ülkelerdeki çatışmalar sadece bölgesel değil aynı zamanda küresel güçlerin dolaylı mücadelesi biçiminde kendini göstermiştir. ABD’nin doğrudan askeri müdahalesinin sınırlı tutulması, bölgesel aktörlerin sorumluluğunu ve etkinliğini artırmış ve dolayısıyla vekalet savaşlarının coğrafi ve siyasal kapsamı genişlemiştir. Bu durum, İran karşıtı koalisyonun bölgesel ittifak yapısını da dönüştürmüş ve İsrail ile Körfez ülkeleri arasındaki stratejik iş birliği Trump döneminde belirgin bir ivme kazanmıştır. Orta Doğu’nun güç dengeleri bu yeni ittifak eksenleri üzerinden yeniden şekillenmiş ve bölgedeki çatışmalar daha da derinleşmiştir. Sonuç olarak, Trump’ın İran siyasasının vekalet savaşları üzerindeki etkisi, bölgesel aktörlerin güçlendirilmesi ve bölgesel ittifakların yeniden yapılanması şeklinde ortaya çıkmıştır.

Obama ve Trump Dönemleri Arasındaki Süreksizlikler

Trump yönetiminin İran siyasasında selefi Obama dönemine kıyasla belirgin bir süreksizlik gözlemlenmektedir. Obama yönetimi çok taraflı diplomasi ve uluslararası iş birliği temelinde İran’ın nükleer programını denetlemeye yönelik JCPOA anlaşmasını merkezine alan bir yaklaşım benimsemişti. Bu siyasa uluslararası normlara uygunluk, diyalog ve karşılıklı yükümlülükler çerçevesinde kurgulanmış ve bölgesel kararlılığın sağlanmasına katkı yapmıştı. Buna karşın, Trump dönemi İran siyasası, bu diplomatik zeminden koparak tek taraflı yaptırımlar ve ekonomik baskı stratejilerine yönelmiş ve anlaşmadan çekilme kararıyla uluslararası sistemde gerilimlerin tırmanmasına sebep olmuştur. Bu dönüşüm hem söylem düzeyinde (İran’ın “şeytan rejimi” olarak nitelenmesi, sert ve düşmanca retorik) hem de siyasa araçları bakımından (yaptırımlar, askeri müdahaleler ve yaptırımların sıkılaştırılması) kendini açıkça göstermiştir. Bu süreksizlik, ABD’nin bölgesel siyasalarındaki paradigmaların değişimini işaret etmekte ve dış siyasa yapım süreçlerinde liderlik tercihleri ve ideolojik dönüşümlerin belirleyici olduğunu göstermektedir. Ayrıca, Trump’ın yaklaşımı ABD müttefikleri ve uluslararası toplum nezdinde iş birliği zorlukları yaratmış ve Amerika’nın küresel liderlik imajını zayıflatmıştır. Sonuç olarak, Obama ve Trump dönemleri arasındaki farklar Amerikan dış siyasasının stratejik ve normatif yönelimlerindeki keskin değişikliklerin göstergesi olarak ele alınabilir.

Trump Dönemi İran Siyasasının ABD’nin Bölgesel Hegemonik Kapasitesine Etkileri

Trump yönetiminin İran’a yönelik dış siyasası ABD’nin Orta Doğu’daki hegemonik kapasitesi üzerinde önemli ve karmaşık etkiler yaratmıştır. “En fazla baskı” stratejisi, İran’ın bölge üzerindeki etkisini sınırlandırmayı amaçlarken aynı zamanda ABD’nin uzun vadeli stratejik hedefleriyle örtüşen bir hegemonya koruma çabası olarak görülmüştür. Ancak bu stratejinin uygulama biçimi bölgedeki müttefik ilişkilerinde ve ABD’nin diplomatik konumunda bazı zayıflamalara yol açmıştır. Tek taraflı yaptırımlar ve sert askeri söylem ABD’nin müttefikleriyle yaşadığı uyumsuzlukları derinleştirmiş ve bu durum bölgesel iş birliği ve ortaklık mekanizmalarının etkililiğini azaltmıştır. Ayrıca, İran’a karşı yürütülen sert siyasa bölgesel aktörlerin ABD’ye olan bağımlılığını azaltma çabalarını tetiklemiş ve Çin ile Rusya gibi büyük güçlerin bölgesel nüfuzunu artırmalarına zemin hazırlamıştır.

Bunun yanı sıra, ABD’nin Kasım Süleymani suikastı gibi askeri müdahale girişimleri, bölgesel kararsızlığı artırmış ve Amerika’nın bölgedeki algısını olumsuz etkilemiştir. Bu gelişmeler, ABD’nin bölgesel hegemonya stratejisinde yapısal zorlukları gündeme getirmiştir. Sonuç olarak, Trump döneminde izlenen İran siyasası ABD’nin Orta Doğu’daki hegemonik kapasitesini hem koruma hem de yeniden şekillendirme çabalarının bir yansıması olmakla birlikte bazı alanlarda geri tepmelere ve stratejik kayıplara da neden olmuştur.

Uluslararası Hukuk Bağlamında Trump’ın İran Siyasası

Trump yönetiminin İran’a yönelik dış siyasası, uluslararası hukuk açısından tartışmalı bir konudur. Özellikle 2015 yılında imzalanan JCPOA ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları, İran’ın nükleer programının barışçıl amaçlarla sınırlandırılması ve denetlenmesi bağlamında önemli hukuksal çerçeveler sunmaktadır. Ancak Trump’ın 2018 yılında JCPOA’dan çekilmesi ve ardından uygulamaya koyduğu tek taraflı yaptırımlar, bu çok taraflı uluslararası düzenlemelere aykırı bulunmuştur. ABD’nin Birleşmiş Milletler’in kararlarına rağmen İran’a yönelik ekonomik yaptırımları yeniden etkili duruma getirmesi, uluslararası toplumda büyük tartışmalara yol açmış, Avrupa Birliği, Çin ve Rusya gibi aktörler tarafından eleştirilmiştir. Bu durum, uluslararası hukuk normlarının uygulanabilirliği ve çok taraflı anlaşmaların sürekliliği açısından sorun oluşturmuştur.  Ayrıca, Kasım Süleymani suikastı gibi askeri müdahaleler de uluslararası hukukta devletler arası ilişkilerde kullanılan güç ve yasal savunma kavramları bağlamında yoğun tartışmalara konu olmuştur. Bu eylemler bazı kesimlerce uluslararası hukuka aykırı ve egemenlik ihlali olarak değerlendirilmiştir. Sonuç olarak, Trump döneminde yürütülen İran siyasası uluslararası hukuk normları ile ABD’nin ulusal çıkarları arasında çatışma doğurmuş ve bu çatışma, uluslararası sistemde hukuksal meşruluk ve normatif düzenin sorgulanmasına neden olmuştur.

Trump’ın İran’a Yönelik Söylemlerinin Eleştirel Söylem Çözümlemesi

Donald Trump’ın İran’a ilişkin söylemleri hem içeride hem dış siyasada ideolojik kodlamalar ve siyasal meşruluk üretimi açısından önemli bir inceleme alanı sunar. Eleştirel söylem çözümlemesi açısından bakıldığında Trump’ın söylemlerinde İran sıklıkla “şeytanlaştırılan düşman” olarak kurgulanmıştır. Örneğin, 2018’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada İran’ı “terörizmin baş destekçisi” ve “dünyanın en büyük terör devleti” olarak nitelemiş ve bu dil, sertlik yanlısı siyasaların meşrulaştırılmasına hizmet etmiştir. Trump’ın sosyal medya paylaşımlarında da benzer retorikler öne çıkmıştır. Twitter üzerinden İran’a yönelik tehditlerde bulunurken “İran’a karşı hiç olmadığı kadar güçlü ve hazırlıklıyız” gibi ifadelerle milliyetçi bir öfke ve korku ortamı yaratmaya çalışmıştır. Bu tür söylemler kamuoyunda İran karşıtlığını pekiştirmiş ve yaptırım siyasalarının tabanını genişletmiştir. Ancak Trump’ın söyleminde ciddi çelişkiler de mevcuttur. 2019 yılında, İran ile dolaylı görüşmelerin sürdüğünü ifade ettiği açıklamalar önceki sert tehdit dili ile uyumsuzluk göstermiştir. Örneğin, “İran ile iyi geçinebiliriz ama şartlar bizim istediğimiz gibi olmalı” ifadesi dış siyasadaki pragmatizmin ve liderlik biçemindeki değişkenliğin göstergesidir. Bu çelişkili söylem hem içeride hem dış kamuoyunda belirsizlik yaratmış, İran siyasası konusunda kafa karışıklığına yol açmıştır. Eleştirel söylem çözümlemesi bu retoriklerin belirli ideolojik gruplar tarafından nasıl algılandığını ve siyasal meşruluk zeminini nasıl şekillendirdiğini ortaya koyar. Sonuç olarak, Trump’ın İran’a yönelik söylemleri, ideolojik yeniden üretim ve güç ilişkilerinin kurulmasında etkin bir araç olarak kullanılmış; hem korku ve düşmanlık yaratılmış hem de liderlik biçeminin uygulamadaki yönleri ortaya konmuştur.

Trump’ın İran Söyleminde Sıkça Kullandığı Kavramlar

“Şeytan Rejimi” (The Evil Regime): Trump, İran yönetimini sistemli olarak “şeytanlaştırarak” ideolojik düşmanlığını pekiştirmiştir. Bu kavram, İran’ı sadece bir jeopolitik rakip değil ahlaksal olarak kötü ve tehdit edici bir aktör olarak ortaya koymaktadır.

“Terörizmin Ana Destekçisi” (World’s Leading State Sponsor of Terrorism): İran, terör örgütlerini desteklemekle suçlanmış ve bu tanımlama ABD kamuoyunda İran karşıtı siyasanın meşruluğunu güçlendirmiştir.

“En fazla Baskı” (Maximum Pressure): Yaptırımlar ve diplomatik yalnızlaştırma stratejisinin temelini oluşturan kavramdır. Trump yönetiminin sertlik yanlısı siyasalarının simgesi olarak kullanılmıştır.

“Nükleer Tehdit” (Nuclear Threat): İran’ın nükleer programı güvenlik tehdidi olarak sıkça vurgulanmış ve bu kavram askeri müdahale ve yaptırımların gerekçesi olarak öne çıkarılmıştır.

“Güçlü ve Hazırlıklı” (Strong and Ready): Trump’ın İran’a karşı askeri güç kullanmaya hazır olduğunu ifade ettiği söylemlerinde geçen ifadedir. Bu dil, caydırıcılık ve güç gösterisi amaçlıdır.

“İran’a Karşı Koalisyon” (Coalition Against Iran): Bölgesel ve küresel ittifakların İran’a karşı oluşturulduğunu belirtmek için kullanılır. ABD’nin yalnız olmadığını ve ortak hareket ettiğini vurgular.

“Elinde Silah Tutan Teröristler” (Armed Terrorists): İran destekli milis ve vekil gruplar için kullanılan sıklıkla tekrar edilen olumsuz tanımlamadır.

“Barış İçin Baskı” (Pressure for Peace): İran rejimini değiştirmeye yönelik yaptırımların barışçıl amaçlı olduğu yönündeki retorik çerçeve.

Bu kavramlar Trump’ın söylemini şekillendirirken, hem halk nezdinde güçlü bir düşman imgesi yaratmış hem de sert siyasaların savunulmasında ideolojik zemin oluşturmuştur. Bu kavramlar üzerinden yapılacak eleştirel söylem çözümlemesi, Trump’ın İran siyasasının söylemsel stratejisini daha iyi anlamayı sağlar.

Trump’ın İran Söyleminde Öne Çıkan Kavramlar ve Örnek Cümleler

“Şeytan Rejimi” (The Evil Regime): “İran, dünyadaki en kötü rejimlerden biridir; tam bir şeytan rejimidir ve bizim sabrımızı test ediyor.” “Bu şeytan rejim, masum insanlara zarar vermekten çekinmiyor.”

“Terörizmin Ana Destekçisi” (World’s Leading State Sponsor of Terrorism): “İran, dünyanın terörizmin ana destekçisidir ve bölgedeki kararsızlığın baş sorumlusu olarak durmaktadır.” “Biz, terörizme destek veren bu devleti asla kabul etmeyeceğiz.”

“En fazla Baskı” (Maximum Pressure): “İran’a karşı en fazla baskı siyasamız sayesinde rejimi değiştirmeye zorluyoruz.” “Yaptırımlarımız, İran’ın kötü niyetlerini dizginlemek için en etkili yoldur.”

“Nükleer Tehdit” (Nuclear Threat): “İran’ın nükleer programı, bölgesel ve küresel güvenlik için ciddi bir tehdittir.” “Nükleer silah edinmesine izin vermeyeceğiz; bunun için tüm gücümüzle mücadele ediyoruz.”

“Güçlü ve Hazırlıklı” (Strong and Ready): “ABD, İran’a karşı her zaman güçlü ve hazırlıklıdır; gerekirse askeri müdahale dahil her seçeneği kullanırız.” “Askeri güç kullanmak zorunda kalırsak, bunun bedeli çok ağır olur.”

“İran’a Karşı Koalisyon” (Coalition Against Iran): “ABD, İran’a karşı bölgesel müttefikleriyle birlikte güçlü bir koalisyon kurmuştur.” “Bu koalisyon, İran’ın kötü emellerine karşı duran herkesin ortak sesi olacaktır.”

“Elinde Silah Tutan Teröristler” (Armed Terrorists): “İran destekli silahlı teröristler bölgeyi kaosa sürüklüyor.” “Onların elindeki silahlar, masum sivillerin ölümüne neden oluyor.”

“Barış İçin Baskı” (Pressure for Peace): “Yaptırımlarımız, bölgeye barış getirmek için İran rejimine uygulanan baskıdır.” “Amacımız savaş değil, barış için baskı uygulamaktır.”

Bu örnekler, Trump’ın sert ve düşmanlaştırıcı söylem biçemini, halkı seferber etmek ve dış siyasasına meşruluk kazandırmak için nasıl kullandığını gösterir. Aynı zamanda, tutarsızlıkları ve çelişkileri saptamak için zengin veri sağlar.

Trump’ın İran Söyleminin Eleştirel Söylem Çözümlemesi

Trump’ın İran’a yönelik söyleminde kullanılan dil ve kavramlar dış siyasa hedeflerini desteklemek üzere ideolojik ve siyasal meşruluk üretmek için bilinçli olarak seçilmiş ve yapılandırılmıştır. Söylemin temel özelliği İran’ı “şeytanlaştırma” stratejisiyle meşru düşman kategorisine yerleştirmesidir. Bu hem halkın desteğini artırmak hem de sert dış siyasa araçlarını haklı çıkarmak amacı taşır. Örneğin, “şeytan rejimi” ve “terörizmin ana destekçisi” gibi etiketler, İran’ın sadece bir jeopolitik rakip değil aynı zamanda ahlaksal açıdan kötülüğün simgesi olarak gösterilmesini sağlar. Bu etiketlemeler kamuoyunda İran’a yönelik korku ve nefretin oluşturulmasına dolayısıyla “en fazla baskı” siyasalarının kabul görmesine zemin hazırlar. Trump’ın söyleminde askeri güç kullanmaya hazır olduğunu vurgulaması (“güçlü ve hazırlıklı”) ise tehdidin ciddiyetini pekiştirerek dış siyasada sertlik yanlısı yaklaşımların kaçınılmaz olduğunu ima eder. Böylece, sert yaptırımlar ve askeri tehditler, kamuoyu tarafından daha kabul edilebilir hale gelir. Ancak söylemdeki çelişkiler, liderlik biçeminin uygulamadaki popülist doğasıyla açıklanabilir. Bazı dönemlerde İran ile diyalog kapısını açık tutma ifadeleri söylemin esnek ve stratejik yönünü gösterir. Bu durum, Trump’ın retoriğinin hem kışkırtıcı hem de pazarlık odaklı olarak değişken bir karakter taşıdığını ortaya koyar. Eleştirel söylem çözümlemesi, bu dilin ideolojik gruplar arasında nasıl farklı algılandığını ve siyasal meşruluk üretimindeki rolünü vurgular. Böylece, söylem yalnızca dış siyasa aracı değil aynı zamanda toplumsal ve siyasal güç ilişkilerinin yeniden üretildiği bir alan olarak görülür.

Kuramsal Açılımlar

Trump yönetiminin İran siyasasını açıklamak için çeşitli dış siyasa kuramları ve kuramsal yaklaşımlar kullanılabilir. Klasik realizm, neoklasik realizm ve liderlik odaklı dış siyasa çözümlemeleri, bu bağlamda önemli perspektifler sunar.

Klasik realizm çerçevesinde, Trump’ın İran siyasası, devletlerin ayakta kalma ve güç dengesi arayışı ekseninde yorumlanabilir. ABD, bölgedeki hegemonik konumunu korumak amacıyla İran’ın etkisini sınırlamaya çalışmıştır. Bu yaklaşım, güç siyasası ve ulusal çıkarların öncelikli olduğunu vurgular.

Neoklasik realizm ise, dış siyasa kararlarının sadece uluslararası sistemin yapısından değil, aynı zamanda iç siyasal aktörlerin algıları, liderlik tercihleri ve devlet kurumlarının kapasitesinden de etkilendiğini ileri sürer. Trump’ın liderlik biçemi ideolojik önyargıları ve bürokratik yapılarla olan ilişkisi bu modelle daha iyi açıklanabilir.

Liderlik odaklı dış siyasa çözümlemeleri, özellikle popülist liderlik kavramı üzerinden Trump’ın siyasalarını anlamaya çalışır. Popülist liderlik, kamuoyuna doğrudan hitap ederek, bürokratik ve geleneksel dış siyasa yapım süreçlerini bypass edebilir. Trump’ın söylem ve karar alma süreçlerindeki değişkenlik bu yaklaşımın somut bir örneği olarak görülebilir.

Sonuç olarak, Trump’ın İran siyasası çok boyutlu kuramsal yaklaşımlarla çözümlenerek hem uluslararası sistemin dinamikleri hem de liderlik ve ideoloji gibi iç faktörlerin etkileşimi daha iyi kavranabilir.

Trump’ın Popülist Liderlik Biçemi ve Dış Siyasa Yapımı

Donald Trump’ın dış siyasa üretimindeki liderlik biçemi popülist liderlik kuramlar kapsamında ele alınabilir. Popülist liderlik, genellikle halkın doğrudan temsilcisi olduğunu iddia ederek, geleneksel bürokratik süreçlere ve uzman kurumlara uzak bir yaklaşım sergiler. Trump’ın bu yaklaşımı, dış siyasa karar alma süreçlerinde hızlı, bazen öngörülemez ve kişisel girişime dayalı kararlarla kendini göstermiştir. Trump, kamuoyuna doğrudan hitap eden söylemleriyle dış siyasa konularında da destek tabanını seferber etmiş ve İran gibi “düşman” algısını, milliyetçi ve güvenlik temelli söylemlerle pekiştirmiştir. Bu durum, dış siyasada popülist liderliğin klasik dış siyasa yapım süreçlerini nasıl dönüştürdüğünü göstermektedir. Ancak, bu biçem karar alma mekanizmalarında belirsizlik ve tutarsızlıklara da yol açmıştır. Trump’ın kimi zaman saldırgan tehditler savurması, kimi zaman da diplomasi kapılarını açık bırakması dış siyasa alanında karmaşık ve bazen çelişkili bir imaj yaratmıştır. Bu belirsizlik müttefikler üzerinde güven sorunlarına neden olurken rakipler tarafından ise fırsatlar olarak değerlendirilmiştir. Sonuç olarak, Trump’ın popülist liderlik biçemi dış siyasa yapım süreçlerinde yeni dinamikler ortaya koymuş ve kararların hızlanmasına ve kamuoyuyla doğrudan ilişkiye olanak tanırken, siyasal kararsızlık ve öngörülemezlik risklerini de artırmıştır.

İran’a Yönelik Sertlik Siyasalarının Hegemonya Kuramı Çerçevesinde Değerlendirilmesi

Trump yönetiminin İran’a karşı izlediği sertlik yanlısı dış siyasa uluslararası ilişkilerde hegemonya kuramları bağlamında da anlamlandırılabilir. Hegemonya kuramı büyük güçlerin uluslararası sistemdeki üstünlüklerini sürdürmek için çeşitli stratejiler geliştirdiklerini ve bu stratejiler kapsamında sertlik siyasalarını kullanabileceklerini ileri sürer. Trump döneminde ABD Ortadoğu’daki hegemonik konumunu korumak amacıyla İran’ın bölgesel etkisini sınırlandırmaya çalışmıştır. “En fazla baskı” stratejisi, sadece ekonomik yaptırımlar ve diplomatik yalnızlaştırma değil aynı zamanda askeri tehditleri ve bölgesel müttefiklerle iş birliğini içermiştir. Bu strateji, ABD’nin bölgedeki güç dengesini kendi lehine değiştirme çabası olarak yorumlanabilir. Ancak hegemonya koruma çabaları, Trump yönetiminin kullandığı yöntemler ve söylem biçimleri nedeniyle bölgesel aktörlerin ABD’ye olan güvenini zedelemiş ve bazı durumlarda Çin ve Rusya gibi rakip güçlerin bölge üzerindeki etkisini artırmasına fırsat tanımıştır. Bu bağlamda, hegemonik stratejilerde kullanılan sertlik siyasalarının uzun vadeli sürdürülebilirliği ve etkinliği sorgulanabilir duruma gelmiştir. Sonuç olarak, Trump’ın İran’a yönelik sert dış siyasası hegemonya kuramı açısından değerlendirildiğinde güç dengesinin korunması ve yeniden şekillendirilmesi amacını taşımakla birlikte uygulama biçimi ve sonuçları bakımından karmaşık ve çelişkili etkiler yaratmıştır.

GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ

Donald J. Trump döneminde ABD'nin İran’a yönelik dış siyasası, klasik diplomatik geleneklerden saparak sertlik, tek taraflılık ve ideolojik kutuplaşmaya dayanan bir paradigmaya evrilmiştir. Bu çalışma, söz konusu siyasanın yalnızca dış politika tercihleri bağlamında değil aynı zamanda iç siyasal meşruluk üretimi, liderlik biçimi ve ideolojik oluşumlar üzerinden anlaşılması gerektiğini ortaya koymuştur.

Trump’ın popülist liderlik tarzı, dış siyasayı içerideki seçmen tabanını seferber etmenin bir aracı olarak kullanmış ve İran karşıtı söylemler yeni muhafazakar ve Evanjelik değerlerle harmanlanarak Amerikan kamuoyunda güçlü bir düşman imgeleri üretimi sürecine dönüştürülmüştür. Bu süreçte “şeytan rejimi”, “terörizmin sponsoru” ve “en fazla baskı” gibi kavramlar söylemsel hegemonya üretiminin merkezi simgeleri olmuştur.

Kuramsal açıdan çalışma, neoklasik realizm aracılığıyla sistemsel baskılar ile iç siyasal dinamiklerin nasıl iç içe geçtiğini gösterirken liderlik kuramları ve eleştirel söylem çözümlemesiyle bu dış siyasanın nasıl bir toplumsal ve ideolojik yeniden üretim aracı durumuna geldiğini ortaya koymuştur. Özellikle söylem çözümlemesinin açığa çıkardığı çelişkili yapı (bir yandan diyalog çağrıları, diğer yandan sert tehditler) Trump yönetiminin dış siyasa üretiminde popülist yararcılığın belirleyici rolünü gözler önüne sermiştir.

Bölgesel düzeyde ise Trump dönemi İran siyasası, vekalet savaşlarının kapsamını genişletmiş ve Suudi Arabistan, BAE ve özellikle İsrail gibi aktörler ABD’nin stratejik vekilleri olarak öne çıkmıştır. İsrail’in Suriye ve Irak’taki İran unsurlarına yönelik operasyonları Washington’un doğrudan çatışmaya girmeksizin bölgesel etki yaratma stratejisinin bir parçası olarak değerlendirilebilir.

Sonuç olarak, Trump yönetiminin İran siyasası ABD dış politikasında normatif bir kırılmayı temsil etmekte ve söylem, ideoloji, hegemonya arayışı ve iç siyasete dönük araçsallaştırma uygulamalarının birleşiminden oluşan çok katmanlı bir yapıya işaret etmektedir. Bu yapı, yalnızca Amerikan dış siyasasının değil aynı zamanda otoriterleşen popülist liderliklerin küresel düzeyde dış siyasa yapım süreçlerine nasıl müdahil olduğunu anlamak açısından da önemli ipuçları sunmaktadır.

KAYNAKÇA

Bolton, J. (2020). The Room Where It Happened: A White House Memoir. Simon & Schuster.

Fairclough, N. (1995). Critical Discourse Analysis: The Critical Study of Language. Longman.

Guzzini, S. (2000). A Reconstruction of Constructivism in International Relations. European Journal of International Relations, 6(2), 147–182.

Joint Comprehensive Plan of Action (JCPOA). (2015). European Union External Action. https://eeas.europa.eu/headquarters/headquarters-homepage_en/31711/Joint%20Comprehensive%20Plan%20of%20Action%20(JCPOA)

Mearsheimer, J. J. (2001). The Tragedy of Great Power Politics. W.W. Norton.

Nye, J. S. (2003). Understanding International Conflicts: An Introduction to Theory and History. Longman.

Pompeo, M. (2019). Remarks on Iran. U.S. Department of State. https://www.state.gov/remarks-on-iran/

Trump, D. J. (2018). Address to the United Nations General Assembly. The White House. https://trumpwhitehouse.archives.gov

U.S. Department of State. (2018). National Security Strategy of the United States of America.

Walt, S. M. (1998). International Relations: One World, Many Theories. Foreign Policy, (110), 29–46.

 

Hiç yorum yok: