Trump Yönetiminin İran Siyasası:
İdeolojik ve Jeopolitik Arka Plan
Prof. Dr. Firuz Demir YAŞAMIŞ
Özet
Bu çalışma,
Donald J. Trump yönetiminin İran’a yönelik dış siyasasını ideolojik, jeopolitik
ve iç siyasal dinamikler bağlamında çok boyutlu bir yaklaşımla incelemektedir.
Çalışmada, Trump döneminin “en fazla baskı” stratejisiyle şekillenen İran
politikasının sadece dış siyasal bir yönelim değil aynı zamanda popülist
liderlik tarzının, yeni muhafazakar ve Evangelik ideolojilerin, hegemonya
arayışlarının ve söylem stratejilerinin bileşimi olduğu savunulmaktadır.
Eleştirel Söylem Çözümlemesi, belge incelemesi ve jeopolitik değerlendirme
yöntemleriyle desteklenen çözümlemeler Trump’ın söyleminde kullanılan
kavramların iç ve dış meşruluk üretimi açısından nasıl yapılandığını ve bu
stratejilerin bölgesel sonuçlarını tartışmaktadır. Çalışma, Trump yönetiminin
İran siyasası aracılığıyla Amerikan dış siyasasındaki normatif kırılmaları,
liderlik temelli karar alma süreçlerini ve hegemonya kurma/koruma çabalarını
gözler önüne sermekte ve aynı zamanda bu siyasanın uzun vadeli bölgesel ve
küresel etkilerini irdelemektedir.
Anahtar
Kelimeler: Trump,
İran, dış siyasa, popülist liderlik, söylem analizi, hegemonya, yeni
muhafazakârlık
Abstract
This study examines the Iran policy of the Trump
administration through a multidimensional framework that incorporates
ideological, geopolitical, and domestic political dynamics. It argues that
Trump’s “maximum pressure” strategy was not merely a foreign policy
orientation, but a product of populist leadership style, neoconservative and
Evangelical ideologies, hegemonic aspirations, and rhetorical strategies.
Employing Critical Discourse Analysis (CDA), document analysis, and
geopolitical assessment, the study explores how Trump’s rhetoric constructed
legitimacy both domestically and internationally, and how these strategies
shaped regional dynamics. The paper reveals the normative rupture in U.S.
foreign policy under Trump, highlighting the role of leadership-driven
decision-making and the complex interaction between discourse, ideology, and
power. It further analyzes the long-term regional and global implications of
the Iran policy pursued during Trump’s presidency.
Keywords: Trump, Iran,
foreign policy, populist leadership, discourse analysis, hegemony,
neoconservatism
GİRİŞ
Donald J.
Trump’ın başkanlığı süresince yürütülen İran siyasası sadece belirli bir
dönemin dış siyasa tercihi olarak değil, aynı zamanda Amerika Birleşik
Devletleri'nin Ortadoğu’ya yönelik uzun vadeli stratejik yöneliminin köktenci
biçimde yeniden kurgulanması olarak değerlendirilmelidir. Bu siyasa, selefi
Barack Obama'nın “diplomasi ve angajman” eksenli İran yaklaşımına doğrudan bir
tepki niteliği taşımış ve uluslararası anlaşmaların ve çok taraflı uzlaşma
zeminlerinin terk edilerek tek taraflı güç gösterisine dayalı bir dış siyasa
paradigmasına yönelinmiştir. Trump döneminde İran’a yönelik tutum, esasen üç
temel eksende şekillenmiştir: ideolojik yönelimler, stratejik jeopolitik
hesaplar ve iç siyasal yarar arayışları. Bu bileşenlerin her biri, hem bölgesel
düzlemde güç dengelerinin yeniden tasarlanmasına hem de Amerikan dış siyasasının
genel yöneliminin belirlenmesine katkı sağlamıştır.
İdeolojik
Zemin: Yeni Muhafazakar Etkiler ve Evangelik Akılcılık
Trump’ın
İran siyasasında belirgin biçimde gözlenen ideolojik yönelim, özellikle dış siyasada
saldırgan müdahaleciliği savunan yeni muhafazakar (new conservatives,
neo-cons) çevrelerin etkisiyle şekillenmiştir. Trump 2.0 öncesinde, Dışişleri
Bakanı Mike Pompeo ve Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton gibi isimler İran’a
karşı “rejim değişikliği” çağrılarını açık biçimde gündeme getirmiştir. Bu
yaklaşım, İran İslam Cumhuriyeti’ni yalnızca bölgesel bir tehdit değil, aynı
zamanda “uluslararası terörizmin ana sponsoru” ve “Amerikan değerlerine aykırı
teokratik bir düşman” olarak tanımlamıştır.
Bu söylem,
özellikle ABD'deki Evangelik-Mesihçi toplumsal kesimler nezdinde karşılık
bulmuş ve İran karşıtlığı dinsel-mistik bir söylemle beslenmiştir. İsrail’in
güvenliğinin teolojik bir sorumluluk olarak görülmesi, Trump’ın Kudüs’ü
İsrail’in başkenti olarak tanıma kararıyla birlikte, İran’a yönelik köktenci
duruşu da destekleyen bir arka plan oluşturmuştur.
Jeopolitik
Hedefler: İran’ın Bölgesel Etkisini Sınırlamak
Trump
yönetimi, İran’ın Ortadoğu’daki nüfuzunu azaltmayı dış siyasa önceliği olarak
belirlemiştir. Özellikle Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’de İran destekli milis
ve siyasal yapıların güç kazanması, ABD’nin bölgedeki çıkarları ve İsrail’in
güvenliği açısından tehdit olarak değerlendirilmiştir. Bu bağlamda uygulamaya
konulan “en fazla baskı” stratejisi, ekonomik yaptırımlar, diplomatik yalnızlaştırma
ve doğrudan askeri tehdit unsurlarıyla desteklenmiştir. Bu strateji
doğrultusunda 2018 yılında ABD'nin Ortak Kapsamlı Eylem Planı’ndan (JCPOA) tek
taraflı olarak çekilmesi, sadece İran'ın nükleer etkinliklerine değil, genel
anlamda rejimin meşruluğuna ve ekonomik yapısına dönük bir saldırı niteliği
taşımıştır. Ardından devreye sokulan yaptırımlar, İran ekonomisini hedef almış
ve enerji ve finans sektörlerinde derin krizler yaratmıştır. Bununla birlikte,
2020 yılında İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin
ABD tarafından düzenlenen bir saldırıyla öldürülmesi bu siyasanın sadece
diplomatik değil aynı zamanda askeri araçlarla da sürdürüldüğünü göstermiştir.
İç Siyasa
Dinamikleri: Seçmen Desteği ve Siyasal Popülizm
Trump’ın
İran siyasası, aynı zamanda iç siyasaya dönük güçlü bir araç olarak da
kullanılmıştır. Özellikle Evangelik seçmenler, Yahudi lobileri ve askeri-sanayi
bütünleşmesi ile yakın ilişki içerisinde geliştirilen bu siyasa başkanın iç
kamuoyunda “güçlü lider” imajını pekiştirmeyi amaçlamıştır. İran karşıtlığı,
Demokrat Parti’nin dış siyasa çizgisine karşı konumlanan bir tür “negatif meşruluk”
üretmiştir. Bu bağlamda Trump, Obama yönetiminin dış siyasasını sistemli
biçimde ters yüz ederek hem kendi seçmen tabanını birleştirmiş hem de Amerikan
kamuoyunda dış düşmanlar üzerinden milliyetçi bir dayanışma zemini inşa
etmiştir.
Bölgesel
Yansımalar: Yeni İttifaklar ve Vekalet Savaşlarının Derinleşmesi
Trump
yönetiminin İran’a karşı yürüttüğü sert siyasa, bölgesel düzeyde de yeni
dinamiklerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. İsrail ile Körfez ülkeleri
arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesine yönelik “Abraham Anlaşmaları” bu
süreçte İran tehdidinin ortak bir payda olarak kullanılmasıyla hız kazanmıştır.
İran’ın bölgesel vekil unsurları ile ABD destekli aktörler arasındaki
çatışmalar ise özellikle Irak ve Suriye sahalarında derinleşmiştir.
Özetlemek
gerekirse, Trump yönetiminin İran siyasası uluslararası hukuk normlarını
zorlayan, çok taraflı diplomatik gelenekleri terk eden ve krizi yönetmek yerine
derinleştiren bir paradigma değişikliğini temsil etmektedir. Bu siyasa, kısa
vadede İran rejimi üzerinde baskı kurmayı başarmış görünse de uzun vadede
bölgesel kararsızlığı artırmış, İran içinde daha sertlik yanlısı güçlerin
etkinliğini artırmış ve ABD'nin Avrupa müttefikleriyle ilişkilerini
zedelemiştir. Trump sonrası dönemde bu siyasanın kalıcı etkileri hem İran'ın iç
siyasal dengeleri hem de Ortadoğu'nun jeopolitik mimarisi üzerinde sonuçlarını
göstermeye devam etmektedir.
İsrail’in
ABD Adına Vekalet Savaşı Yürütme Rolü
Trump
döneminde ABD’nin doğrudan askeri müdahaleden kaçınarak vekalet savaşlarını
önceliklendirdiği gözlemlenmiştir. Bu stratejinin en dikkat çekici
boyutlarından biri İsrail’in bölgesel güvenlik alanında bir vekalet savaşları
aktörü olarak ön plana çıkmasıdır. İsrail, özellikle İran’a yakın yapılarla
(örneğin Hizbullah, Devrim Muhafızları’nın Suriye ve Irak’taki unsurları)
mücadelede hem operasyonel hem istihbarat düzeyinde ABD’nin bölgesel
çıkarlarıyla tam uyumlu hareket etmiş ve kimi zaman doğrudan Amerikan siyasasının
uzantısı olacak biçimde askeri eylemlerde bulunmuştur. İran’a ait ya da İran
destekli yapıların Suriye’deki askeri üslerine yönelik İsrail hava saldırıları
bu vekalet ilişkisinin en somut örneklerinden biridir. Bu saldırılar çoğu zaman
ABD ile eş güdümlü biçimde gerçekleştirilmiş ve Washington bu eylemleri ya
destekleyici açıklamalarla meşrulaştırmış ya da doğrudan sessiz onay vermiştir.
Böylece İsrail, ABD’nin doğrudan karşılık vermek istemediği durumlarda
bölgedeki çıkarlarının "görünmez uzantısı" olmuştur. İsrail’in bu
konumu yalnızca askeri değil, aynı zamanda diplomatik ve söylemsel düzeyde de vekalet
işlevini taşıyan bir rol üretmiştir. Özellikle Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in
başkenti olarak tanıması ve İran karşıtı “Abraham Anlaşmaları” çerçevesinde
İsrail-Körfez ekseninin oluşturulması, İsrail’in hem bölgesel güç arayışını
desteklemiş hem de ABD’nin İran’ı yalnızlaştırma stratejisinin parçası hâline
gelmiştir. Bu bağlamda İsrail’in rolü, klasik anlamda vekalet savaşı
aktörlerinden farklı olarak yarı özerk ama ABD çıkarlarıyla bütünleşmiş bir
stratejik vekil biçiminde tanımlanabilir. Bu tür bir vekillik yalnızca alandaki
çatışmalarla değil normatif ve söylemsel düzlemde de ABD’nin hegemonya kurma
çabasının bir taşıyıcısıdır. Böylece Trump dönemi İran siyasası yalnızca Körfez
ülkeleriyle değil İsrail ile kurulan özel vekalet ilişkisi üzerinden de
biçimlenmiştir.
ARAŞTIRMA
SORULARI
Bu çalışma,
Trump yönetiminin İran’a yönelik dış siyasasını tarihsel süreklilikler,
ideolojik yönelimler, jeopolitik hedefler ve iç siyasa dinamikleri bağlamında çözümlemeyi
amaçlamaktadır. Bu bağlamda aşağıda sıralanan araştırma soruları hem kuramsal
hem de deneysel düzeyde derinlemesine bir incelemeye olanak tanımaktadır.
Ana
Araştırma Sorusu: Trump
yönetiminin İran’a yönelik dış siyasasını belirleyen temel etmenler nelerdir ve
bu siyasa Amerikan dış siyasasının geleneksel çizgisiyle hangi açılardan
örtüşmekte ya da ondan sapmaktadır?
Yardımcı
Araştırma Soruları:
Trump
yönetiminin İran siyasasında etkili olan iç ve dış siyasa aktörleri kimlerdir
ve bu aktörlerin karar alma süreçlerindeki etkileri hangi mekanizmalar
üzerinden gerçekleşmiştir?
“En fazla
baskı” stratejisi, İran’ın nükleer programı, bölgesel nüfuzu ve iç siyasal
dengeleri üzerinde nasıl sonuçlar doğurmuştur?
Trump
yönetiminin İran’a yönelik tek taraflı yaptırım ve askeri tehdit siyasaları
Amerika Birleşik Devletleri’nin Avrupa’daki müttefikleriyle ilişkilerini nasıl
etkilemiştir?
Trump’ın
İran’a karşı geliştirdiği söylem ve uyguladığı siyasalar, Amerikan iç siyasasında
hangi ideolojik gruplar tarafından desteklenmiş ve bu destek siyasal meşruluk
üretiminde nasıl işlev görmüştür?
İran’a karşı
yürütülen siyasa, Ortadoğu’daki vekalet savaşlarının doğasını nasıl etkilemiş
ve bölgesel ittifak yapılarını (örneğin İsrail-Körfez ülkeleri ekseni) nasıl
dönüştürmüştür?
Trump
yönetiminin İran siyasası ile Obama dönemi arasında nasıl bir süreksizlik
ilişkisi kurulabilir? Bu süreksizlikler söylem düzeyinde mi, hedef ve araç
düzeyinde mi ortaya çıkmaktadır?
Trump dönemi
İran siyasasının, Amerika Birleşik Devletleri’nin bölgedeki hegemonik
kapasitesi üzerindeki uzun vadeli etkileri nasıl değerlendirilmelidir?
Trump
yönetiminin İran’a yönelik siyasanın uluslararası hukuka uygunluğu özellikle
nükleer anlaşmalar ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları açısından
nasıl tartışılabilir?
Yorumlayıcı
ve Kuramsal Açılımlar Sunan Sorular:
Trump’ın
İran siyasası, klasik realizm, neoklasik realizm ya da dış siyasa çözümlemesinin
liderlik odaklı modelleri çerçevesinde nasıl açıklanabilir?
Trump
yönetiminin dış siyasa tercihleri, popülist liderlik ile dış siyasa yapımı
arasındaki ilişkiyi ne ölçüde yansıtmaktadır?
İran’a karşı
izlenen sertlik yanlısı siyasa büyük güçlerin uluslararası sistemdeki hegemonik
konumlarını koruma stratejileri bağlamında nasıl kavramsallaştırılabilir?
KURAMSAL
ÇERÇEVE: TRUMP DÖNEMİ İRAN SİYASALARININ KAVRAMSAL VE KURAMSAL TEMELLERİ
Bu çalışma,
Donald J. Trump’ın İran siyasasını çok düzeyli bir kuramsal çerçeve ile
incelemeyi amaçlamaktadır. Bu çerçeve, yalnızca dış siyasa kararlarının nesnel
içeriklerine değil, aynı zamanda bu kararların söylemsel sunum biçimlerine de
odaklanarak siyasayı hem eylem hem de anlatı düzleminde kavramsallaştırmayı
hedeflemektedir. Bu doğrultuda kuramsal çerçeve altı temel eksen etrafında
şekillendirilmiştir:
Neoklasik
Realizm: Sistemik Baskılar ve İç Yapı Etkileşimi
Neoklasik
realizm, uluslararası sistemdeki güç dengelerinin, devlet içi kurumlar,
liderlik tercihleri ve toplumsal dinamiklerle birleşerek dış siyasayı
şekillendirdiğini savunur. Bu bağlamda Trump’ın İran siyasası hem İran’ın
bölgesel yayılmacılığını sınırlama amacını taşıyan sistemli baskılara hem de
ABD iç siyasasında karar alma süreçlerini etkileyen güç odaklarına (örneğin
Evangelik seçmen, askeri-endüstriyel ilişkiler, lobi grupları) yanıt
vermektedir. Tek taraflılık, önleyici şiddet ve anlaşmalardan çekilme gibi
tercihler bu etkileşimsel dinamiklerin sonucudur.
Liderlik
Kuramları ve Popülist Dış Siyasa Yaklaşımı
Trump’ın dış
siyasa söylemi klasik liderlik kuramları çerçevesinde bireysel karar verici
etkisinin incelenmesini gerektirir. Ancak bu liderlik teknik-bürokratik akılcılığa
değil popülist bakış açsına dayanmaktadır. Trump, dış siyasayı seçmen nezdinde
dramlaştıran, kutuplaştırıcı söylemlerle “seçkinlere karşı halkın adamı” konumunu
destekleyen bir tarzla yürütmüştür. İran bu söylem evreninde hem köktenci
düşman hem de içerideki Demokrat Parti, Obama yönetimi ve çok taraflı diplomasi
geleneğine karşı bir simge olarak kullanılmıştır. Böylece dış siyasa, içeride
meşruluk üretiminin bir aracı olmuştur.
Yeni
Muhafazakarlık ve Evanjelik Akılcılık: İdeolojik Kodlama
Trump
yönetiminin İran siyasasının düşünsel temelinde yeni muhafazakarlık ve
Evanjelik-Mesiyanik değerler sistemi yer almaktadır. Yeni muhafazakar düşünce
İran gibi teokratik ve Batı karşıtı rejimleri dönüştürülmesi gereken tehditler
olarak kodlar. Bu yaklaşım, ABD’nin küresel misyonunu sivil değerlerin ve
“Tanrısal düzenin” taşıyıcısı olarak görür. Trump, bu ideolojik zemini
özellikle Evangelik seçmene hitap etmek amacıyla kullandı. Kudüs’ü İsrail’in
başkenti olarak tanıması, İran’ı “şeytan rejimi” olarak tanımlaması ve Kasım
Süleymani suikastı, bu teolojik (dinsel) akılcılığın dış siyasa araçlarına
dönüşmüş biçimleridir.
Emperyalizmin
Evrimi ve Ekonomik Savaşlar
Trump’ın
İran siyasası doğrudan işgale dayalı klasik emperyalizm biçimlerinden farklı
olarak ekonomik araçların silahlaştırıldığı yeni bir emperyalizm biçemini
temsil etmektedir. “En Fazla Baskı” siyasası bu bağlamda hem İran’ı diplomatik
olarak yalnızlaştırmayı hem de küresel enerji piyasalarında ABD müttefiklerinin
konumunu güçlendirmeyi hedeflemiştir. İran’a uygulanan ağır yaptırımlar
yalnızca nükleer programı hedef almamış ve aynı zamanda rejimin ekonomik ve
toplumsal meşruluğunu da sarsmayı amaçlamıştır. Bu durum, neo-emperyal
çıkarlarla iç içe geçmiş bir dış siyasa anlayışının ifadesi olarak
değerlendirilebilir.
Vekalet
Savaşlarının Evrimi ve Bölgesel Mimari
Trump
döneminde İran’a karşı izlenen strateji bölgesel düzlemde doğrudan askeri
müdahaleden çok vekalet savaşları üzerinden çevreleme ve baskı altına alma
stratejisi olarak ortaya çıkmıştır. Suriye, Irak, Yemen ve Lübnan gibi
ülkelerdeki yerel unsurlar üzerinden yürütülen çatışmalar İran’ın vekil
aktörleri ile ABD destekli unsurlar arasında yeni bir soğuk savaş yapısı
üretmiştir. Bu durum, vekalet savaşlarının yalnızca taktiksel değil aynı
zamanda jeopolitik oluşum süreçlerinin parçası olduğunu göstermektedir.
Eleştirel
Söylem Çözümlemesi (CDA): Anlatıların İdeolojik İşlevi
Bu
çalışmanın en özgün kuramsal katkısı, Trump’ın dış siyasa söyleminin Eleştirel
Söylem Çözümlemesi (CDA) yöntemiyle incelenecek olmasıdır. Bu yaklaşım, dilin
yalnızca bir iletişim aracı değil, aynı zamanda iktidarın yeniden üretim aracı
olduğunu varsayar. Trump’ın İran’a ilişkin söylemlerinde görülen çelişkiler (örneğin
bir yandan İran halkını “rehin alınmış mağdurlar” olarak tanımlarken, diğer
yandan İran’a yönelik kolektif cezalandırma niteliğindeki yaptırımları
savunması) söylemin ideolojik doğasını açığa çıkarır. “Terör devleti”,
“diktatörlük”, “şeytan düzeni” gibi etiketler, yalnızca güvenlik kaygılarını
değil, aynı zamanda toplumsal algıları yönlendirmeye dönük ideolojik
araçlardır. Trump’ın söyleminde dış siyasa uzmanlık bilgisine değil, toplumsal
korkulara, dinsel simgelere ve düşman imgelerine dayandırılmıştır. Bu bağlamda,
söylem çözümlemesi dış siyasadaki anlam oluşturulmasını ve bu oluşum sürecinin
iktidar ilişkileriyle bağını görünür kılmayı amaçlamaktadır. Söylemin
çelişkileri, yalnızca retorik tutarsızlıklar değil, aynı zamanda siyasal işlev
taşıyan stratejik boşluklardır.
Bu altı
eksenli kuramsal çerçeve çalışmanın hem kurama dayalı açıklayıcılığını hem de
uygulamalı çözümleme kapasitesini güçlendirmektedir. Böylece Trump döneminde
İran’a yönelik geliştirilen dış siyasa anlayışı yalnızca ulusal çıkar ve
güvenlik düzleminde değil ideolojik yapıların, ekonomik stratejilerin, liderlik
tercihlerinin ve söylemsel iktidarın iç içe geçtiği karmaşık bir yapı olarak
çözümlenecektir.
YÖNTEM
Bu çalışma,
Donald J. Trump döneminde ABD'nin İran siyasasına yön veren temel dinamikleri
ve bu siyasanın arka planını çözümlemeyi amaçlamaktadır. Araştırma, nitel
araştırma yöntemlerine dayanmakta olup çok katmanlı bir içerik ve söylem çözümlemesi
çerçevesinde yapılandırılmıştır.
Birincil
olarak, eleştirel söylem çözümlemesi (ESÇ) yöntemi esas alınmıştır. Bu yöntem,
söylemin sadece dilsel bir ifade biçimi değil aynı zamanda toplumsal ve
ideolojik iktidar ilişkilerini yeniden üreten bir araç olduğu varsayımına
dayanır. Bu doğrultuda, Trump’ın özellikle İran siyasalarına ilişkin
konuşmaları, sosyal medya paylaşımları, kamuoyu açıklamaları, başkanlık
belgeleri ve strateji metinleri söylemsel düzlemde çözümlenmiştir. ESÇ’nin
temel amacı, görünürdeki söylemlerin arkasındaki ideolojik yönelimleri ve
çelişkili tutumları ortaya çıkarmaktır.
İkincil
olarak, belge çözümlemesi yöntemi kapsamında Trump döneminde yayınlanan ulusal
güvenlik belgeleri, dış siyasa strateji belgeleri, kongre tutanakları ve ilgili
bakanlık açıklamaları incelenmiş ve bu belgeler tarihsel bağlam içinde
değerlendirilmiştir. Belgeler, emperyalizmin evrimi, yeni muhafazakarlık ve Evanjelik
akılcılık gibi kuramsal referans noktalarıyla ilişkili olarak çözümlenmiştir.
Araştırma
ayrıca jeopolitik çözümleme yaklaşımını benimseyerek ABD’nin Ortadoğu’daki güç
projeksiyonlarını değerlendirmekte ve İran karşıtı siyasaların yalnızca
ideolojik değil aynı zamanda stratejik/jeopolitik hedeflere dayandığını
varsaymaktadır. Bu bağlamda vekalet savaşları, bölgesel güç dengeleri ve
İsrail’in güvenlik çıkarları gibi değişkenler çok boyutlu olarak ele
alınmıştır.
Son olarak,
Trump’ın İran’a yönelik tutumunun iç siyasaya dönük araçsallaştırılma
biçimlerine de odaklanılmıştır. Bu kapsamda, söylemlerin seçmen tabanına dönük
nasıl üretildiği ve iç siyasette nasıl seferber edici bir işlev üstlendiği
irdelenmiştir. Bu çok katmanlı yöntemsel yaklaşım sayesinde, Trump döneminde
ABD’nin İran siyasası yalnızca karar düzeyinde değil aynı zamanda toplumsal ve
söylemsel düzeyde de ele alınmaktadır. Böylece, bireysel liderlik biçemi,
ideolojik yönelimler, kurumsal yapı ve uluslararası sistemsel faktörler
arasındaki etkileşim bütüncül bir biçimde değerlendirilmektedir.
ÇÖZÜMLEME
Trump
Yönetiminin İran Siyasasını Belirleyen Temel Etmenler
Donald J.
Trump’ın başkanlık dönemi (2017-2021) Amerikan dış siyasasında özellikle İran’a
yönelik stratejiler bakımından belirgin bir kırılma ve dönüşüm süreci olarak
değerlendirilebilir. Trump yönetimi, Obama döneminde imzalanan Kapsamlı Ortak
Eylem Planı (Joint Comprehensive Plan of Action, JCPOA) gibi çok taraflı
diplomatik girişimlerden çekilerek İran’a karşı “en fazla baskı” stratejisi adı
verilen sert ve tek taraflı yaptırımları önceliklendirmiştir. Bu tutum, hem
uluslararası sistemdeki güç dengelerinin değişimi hem de iç siyasetteki
ideolojik ve liderlik odaklı dinamiklerle sıkı bir şekilde ilişkilidir. Trump’ın
İran siyasası, uluslararası gerçeklik algısı, ideolojik ön kabuller, liderlik biçemi
ve iç siyasal kaygıların kesişiminde şekillenmiştir. Bu siyasa, ABD’nin
bölgesel hegemonik çıkarları, Ortadoğu’daki stratejik müttefikleri ve küresel
güç dengeleri ile doğrudan etkileşim içindedir. Öte yandan, Trump’ın dış siyasa
söylemi iç siyasal destek tabanının güdülenmeleri doğrultusunda
biçimlendirilmiş ve söylemsel araçlar siyasal meşruluk üretiminde etkili olarak
kullanılmıştır. Bu bağlamda, Trump yönetiminin İran’a yönelik dış siyasası,
yalnızca dış siyasa araçları ve uygulamaları açısından değil aynı zamanda bu siyasaların
üretildiği söylemsel ve ideolojik zeminler açısından da çok katmanlı bir çözümleme
gerektirmektedir. Bu çözümleme, siyasal kararların arka planındaki aktörleri,
stratejileri, söylem mekanizmalarını ve bunların bölgesel ve uluslararası
sonuçlarını bütüncül biçimde ortaya koymayı amaçlamaktadır.
Karar
Alma Sürecinde İç ve Dış Aktörlerin Rolü
Trump
yönetiminin İran siyasasını şekillendiren karar alma süreçleri hem iç siyasetin
dinamikleri hem de uluslararası aktörlerin etkileri açısından
değerlendirilmelidir. İç siyasada, özellikle yeni muhafazakarlar ve Evanjelik
Hristiyan lobileri İran’a yönelik sert tutumun yükseltilmesinde etkili
olmuştur. John Bolton ve Mike Pompeo gibi dış siyasa yapımında etkili figürler
bu ideolojik çerçeveyi yönlendiren ve uygulayan ana aktörler olarak ön plana
çıkmıştır.
Bunun yanı
sıra, Beyaz Saray içinde karar alma süreçlerinin çoğunlukla kişisel liderlik
tercihleriyle belirlendiği görülmektedir. Trump’ın popülist ve seçkinci olmayan
yaklaşımı, bürokratik kurumların geleneksel dış siyasa üretme mekanizmalarını
zayıflatmış ve karar süreçleri daha çok kişisel girişim ve sezgilere
dayanmıştır. Bu durum, kurumlar arası eş güdüm eksiklikleri ve siyasada
tutarsızlıklara yol açmıştır.
Uluslararası
düzeyde ise ABD’nin Avrupa müttefikleriyle yaşadığı gerilimler, özellikle
JCPOA’dan çekilme sonrası dönemde belirginleşmiştir. Avrupa ülkeleri, İran
nükleer programının diplomatik yollarla denetlenmesine yönelik çabaları
sürdürmek isterken, Trump yönetimi tek taraflı yaptırımlar yoluyla İran’a
ekonomik baskıyı artırmayı tercih etmiştir. Bu durum, ABD’nin geleneksel dış siyasa
koalisyonları üzerindeki etkisini zayıflatmıştır. Sonuç olarak, Trump döneminde
İran siyasasının karar alma süreçleri, ideolojik bağlılıklar, liderlik biçemi
ve uluslararası ittifak ilişkilerinin karmaşık bir etkileşimi sonucunda
şekillenmiştir. Bu süreçlerin çözümlenmesi söz konusu siyasanın neden ve nasıl
uygulandığını anlamak açısından kritik öneme sahiptir.
“En Fazla
Baskı” Stratejisinin İran Üzerindeki Etkileri
Trump
yönetiminin İran’a yönelik dış siyasasında temel araç olarak benimsediği “en
fazla baskı” stratejisi İran rejimini diplomatik yalnızlaştırma, ekonomik
sıkıntılar ve askeri tehditler yoluyla hedef almıştır. Bu strateji 2018 yılında
Amerika’nın JCPOA’dan çekilmesiyle birlikte yoğunluk kazanmış ve
İran ekonomisine yönelik kapsamlı yaptırımların uygulanmasıyla somutlaşmıştır. Yaptırımların
amacı, İran’ın nükleer programını durdurmakla sınırlı kalmayıp aynı zamanda
bölge üzerindeki etkisini azaltmak ve iç siyasal kararlılığını zedeleyerek
rejim üzerinde baskı oluşturmak olmuştur. Ekonomik yaptırımlar petrol
ihracatının ciddi şekilde düşmesine, enflasyonun yükselmesine ve halkın günlük
yaşam koşullarının ağırlaşmasına yol açmıştır. Ancak bu durum, rejimin
sertleşmesine ve anti-Amerikan milliyetçiliğin güçlenmesine de neden olmuştur. Bölgesel
açıdan, “en fazla baskı” siyasası İran’ın Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen’deki
vekil güçleriyle olan etkileşimini kısmen sınırlandırsa da bu grupların etkinliklerini
tümüyle durduramamıştır. Aksine, bu çevrelerdeki gerilimler artmış ve bölgesel
çatışmalar daha da karmaşık bir durum almıştır.
İran iç siyasasında
ise yaptırımlar rejimin muhafazakar kesimlerinin iktidarını pekiştirmiş, reform
yanlısı ve ılımlı unsurların sesini kısma eğilimini güçlendirmiştir. Bu durum,
ülkede uzun vadeli siyasal değişim umutlarını zayıflatmıştır. Özetle, “en fazla
baskı” stratejisi ekonomik ve diplomatik açıdan İran üzerinde ciddi sonuçlar
doğurmuş ancak stratejinin bölgesel ve iç siyasal etkileri karmaşık, çok
katmanlı ve kimi zaman ters tepen sonuçlar üretmiştir.
Trump
Yönetiminin Yaptırımlarının ve Askeri Tehditlerinin Müttefiklerle İlişkilere
Etkisi
Trump
yönetiminin İran’a yönelik tek taraflı yaptırımları ve askeri tehdit siyasaları
ABD’nin Avrupa’daki müttefikleri ile ilişkilerinde önemli gerilimlere yol
açmıştır. Özellikle JCPOA’dan çekilme kararı başta Almanya, Fransa ve İngiltere
olmak üzere Avrupa ülkeleri tarafından sert bir şekilde eleştirilmiştir. Avrupa
müttefikleri İran’la yapılan nükleer anlaşmanın korunmasını stratejik bir
öncelik olarak görmüş ve bu anlaşmanın Trump yönetimi tarafından tek taraflı
biçimde bozulmasını uluslararası hukuk açısından sorunlu bulmuşlardır. Bu
dönemde Avrupa, İran ile ticaret ve diplomatik ilişkilerin devamı için Ticari
Değişimleri Destekleme Araçları (Instrument in Support of Trade Exchanges, INSTEX)
gibi mekanizmalar geliştirmeye çalışmış ve böylece ABD yaptırımlarının
olumsuz ekonomik etkilerini azaltmaya yönelik girişimlerde bulunmuştur. Ancak
ABD’nin baskıları ve tehditleri Avrupa ülkelerinin İran’a yönelik daha bağımsız
hareket etmesini zorlaştırmıştır. Öte yandan, Trump’ın sert söylemleri ve Kasım
Süleymani suikastı gibi askeri müdahale kararları, transatlantik iş birliği
bağlamında güven erozyonuna neden olmuştur. Avrupa müttefikleri, bu tür
müdahalelerin bölgesel kararlılığı tehdit ettiğini savunurken ABD yönetimi
İran’a karşı güçlü bir duruş sergilemenin vazgeçilmez olduğunu belirtmiştir. Bu
süreç, ABD-Avrupa ilişkilerinde stratejik uyumsuzlukları görünür kılmış ve NATO
ve diğer ittifak mekanizmalarının işleyişine ilişkin soru işaretlerini
artırmıştır. Sonuç olarak, Trump’ın İran siyasasının müttefikler üzerindeki yankıları
ABD’nin geleneksel liderlik rolünün sorgulanmasına zemin hazırlamıştır.
İç
Siyasal Destek ve İdeolojik Meşruluk Üretimi
Trump’ın
İran’a yönelik sert dış siyasa tutumu, Amerikan iç siyasasında belirli
ideolojik gruplar tarafından güçlü bir destek görmüştür. Özellikle Evanjelik
Hristiyanlar, yeni muhafazakar çevreler ve İsrail yanlısı lobi grupları, Trump
yönetiminin İran karşıtı siyasalarını sahiplenmiş ve desteklemiştir. Bu gruplar
için İran yalnızca bir jeopolitik rakip değil aynı zamanda dinsel ve ideolojik
olarak da bir “kötülük odağı” olarak kodlanmıştır. Bu ideolojik çerçeve içinde
Trump’ın sert söylemleri, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması ve İran’la
yapılan nükleer anlaşmadan çekilmesi gibi kararları bu seçmen tabanı nezdinde siyasal
meşruluk kazanmıştır. Dolayısıyla, dış siyasa, iç siyasette seçmen seferberliğinin
ve meşruluk üretiminin önemli bir aracı olarak işlev görmüştür. Ayrıca, bu
destek mekanizmaları Trump’ın popülist liderlik biçemiyle da uyumlu bir biçimde
dış siyasanın daha dramlaştırılmasına ve kutuplaştırıcı söylemlere zemin
hazırlamıştır. İran’a yönelik sert tutum, “seçkinlere karşı halkın adamı”
imajının pekiştirilmesinde önemli bir simge durumuna gelmiştir. Sonuç olarak,
Trump’ın İran siyasası, ideolojik tabanla kurduğu sıkı bağ sayesinde hem iç siyasal
dayanıklılık kazanmış hem de Amerikan kamuoyundaki kutuplaşmayı
derinleştirmiştir.
İran Siyasası
ve Ortadoğu’daki Vekalet Savaşlarının Dinamikleri
Trump
döneminde İran’a karşı izlenen dış siyasa Orta Doğu’daki vekalet savaşları
dinamiklerinde önemli dönüşümlere yol açmıştır. ABD, doğrudan askeri
müdahaleden kaçınarak bölgesel müttefikleri ve vekil güçler aracılığıyla
İran’ın nüfuz alanını sınırlandırmaya çalışmıştır. Bu bağlamda, Suudi
Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve İsrail gibi aktörlerle yakın iş birliği
geliştirilmiş, İran destekli milis ve grupların etkinlikleri karşısında
bölgesel denge kurma hedeflenmiştir. Vekalet savaşlarının doğası, Trump
döneminde daha karmaşık ve çok aktörlü bir hal almış ve Suriye, Yemen ve Irak
gibi ülkelerdeki çatışmalar sadece bölgesel değil aynı zamanda küresel güçlerin
dolaylı mücadelesi biçiminde kendini göstermiştir. ABD’nin doğrudan askeri
müdahalesinin sınırlı tutulması, bölgesel aktörlerin sorumluluğunu ve
etkinliğini artırmış ve dolayısıyla vekalet savaşlarının coğrafi ve siyasal
kapsamı genişlemiştir. Bu durum, İran karşıtı koalisyonun bölgesel ittifak
yapısını da dönüştürmüş ve İsrail ile Körfez ülkeleri arasındaki stratejik iş
birliği Trump döneminde belirgin bir ivme kazanmıştır. Orta Doğu’nun güç
dengeleri bu yeni ittifak eksenleri üzerinden yeniden şekillenmiş ve bölgedeki
çatışmalar daha da derinleşmiştir. Sonuç olarak, Trump’ın İran siyasasının
vekalet savaşları üzerindeki etkisi, bölgesel aktörlerin güçlendirilmesi ve
bölgesel ittifakların yeniden yapılanması şeklinde ortaya çıkmıştır.
Obama ve
Trump Dönemleri Arasındaki Süreksizlikler
Trump
yönetiminin İran siyasasında selefi Obama dönemine kıyasla belirgin bir
süreksizlik gözlemlenmektedir. Obama yönetimi çok taraflı diplomasi ve
uluslararası iş birliği temelinde İran’ın nükleer programını denetlemeye
yönelik JCPOA anlaşmasını merkezine alan bir yaklaşım benimsemişti. Bu siyasa
uluslararası normlara uygunluk, diyalog ve karşılıklı yükümlülükler
çerçevesinde kurgulanmış ve bölgesel kararlılığın sağlanmasına katkı yapmıştı. Buna
karşın, Trump dönemi İran siyasası, bu diplomatik zeminden koparak tek taraflı
yaptırımlar ve ekonomik baskı stratejilerine yönelmiş ve anlaşmadan çekilme
kararıyla uluslararası sistemde gerilimlerin tırmanmasına sebep olmuştur. Bu
dönüşüm hem söylem düzeyinde (İran’ın “şeytan rejimi” olarak nitelenmesi, sert
ve düşmanca retorik) hem de siyasa araçları bakımından (yaptırımlar, askeri
müdahaleler ve yaptırımların sıkılaştırılması) kendini açıkça göstermiştir. Bu
süreksizlik, ABD’nin bölgesel siyasalarındaki paradigmaların değişimini işaret
etmekte ve dış siyasa yapım süreçlerinde liderlik tercihleri ve ideolojik
dönüşümlerin belirleyici olduğunu göstermektedir. Ayrıca, Trump’ın yaklaşımı
ABD müttefikleri ve uluslararası toplum nezdinde iş birliği zorlukları yaratmış
ve Amerika’nın küresel liderlik imajını zayıflatmıştır. Sonuç olarak, Obama ve
Trump dönemleri arasındaki farklar Amerikan dış siyasasının stratejik ve
normatif yönelimlerindeki keskin değişikliklerin göstergesi olarak ele
alınabilir.
Trump
Dönemi İran Siyasasının ABD’nin Bölgesel Hegemonik Kapasitesine Etkileri
Trump
yönetiminin İran’a yönelik dış siyasası ABD’nin Orta Doğu’daki hegemonik
kapasitesi üzerinde önemli ve karmaşık etkiler yaratmıştır. “En fazla baskı”
stratejisi, İran’ın bölge üzerindeki etkisini sınırlandırmayı amaçlarken aynı
zamanda ABD’nin uzun vadeli stratejik hedefleriyle örtüşen bir hegemonya koruma
çabası olarak görülmüştür. Ancak bu stratejinin uygulama biçimi bölgedeki
müttefik ilişkilerinde ve ABD’nin diplomatik konumunda bazı zayıflamalara yol
açmıştır. Tek taraflı yaptırımlar ve sert askeri söylem ABD’nin müttefikleriyle
yaşadığı uyumsuzlukları derinleştirmiş ve bu durum bölgesel iş birliği ve
ortaklık mekanizmalarının etkililiğini azaltmıştır. Ayrıca, İran’a karşı
yürütülen sert siyasa bölgesel aktörlerin ABD’ye olan bağımlılığını azaltma
çabalarını tetiklemiş ve Çin ile Rusya gibi büyük güçlerin bölgesel nüfuzunu
artırmalarına zemin hazırlamıştır.
Bunun yanı
sıra, ABD’nin Kasım Süleymani suikastı gibi askeri müdahale girişimleri,
bölgesel kararsızlığı artırmış ve Amerika’nın bölgedeki algısını olumsuz
etkilemiştir. Bu gelişmeler, ABD’nin bölgesel hegemonya stratejisinde yapısal
zorlukları gündeme getirmiştir. Sonuç olarak, Trump döneminde izlenen İran siyasası
ABD’nin Orta Doğu’daki hegemonik kapasitesini hem koruma hem de yeniden
şekillendirme çabalarının bir yansıması olmakla birlikte bazı alanlarda geri
tepmelere ve stratejik kayıplara da neden olmuştur.
Uluslararası
Hukuk Bağlamında Trump’ın İran Siyasası
Trump
yönetiminin İran’a yönelik dış siyasası, uluslararası hukuk açısından
tartışmalı bir konudur. Özellikle 2015 yılında imzalanan JCPOA ve Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi kararları, İran’ın nükleer programının barışçıl
amaçlarla sınırlandırılması ve denetlenmesi bağlamında önemli hukuksal
çerçeveler sunmaktadır. Ancak Trump’ın 2018 yılında JCPOA’dan çekilmesi ve
ardından uygulamaya koyduğu tek taraflı yaptırımlar, bu çok taraflı
uluslararası düzenlemelere aykırı bulunmuştur. ABD’nin Birleşmiş Milletler’in
kararlarına rağmen İran’a yönelik ekonomik yaptırımları yeniden etkili duruma
getirmesi, uluslararası toplumda büyük tartışmalara yol açmış, Avrupa Birliği,
Çin ve Rusya gibi aktörler tarafından eleştirilmiştir. Bu durum, uluslararası
hukuk normlarının uygulanabilirliği ve çok taraflı anlaşmaların sürekliliği
açısından sorun oluşturmuştur. Ayrıca,
Kasım Süleymani suikastı gibi askeri müdahaleler de uluslararası hukukta
devletler arası ilişkilerde kullanılan güç ve yasal savunma kavramları
bağlamında yoğun tartışmalara konu olmuştur. Bu eylemler bazı kesimlerce
uluslararası hukuka aykırı ve egemenlik ihlali olarak değerlendirilmiştir. Sonuç
olarak, Trump döneminde yürütülen İran siyasası uluslararası hukuk normları ile
ABD’nin ulusal çıkarları arasında çatışma doğurmuş ve bu çatışma, uluslararası
sistemde hukuksal meşruluk ve normatif düzenin sorgulanmasına neden olmuştur.
Trump’ın
İran’a Yönelik Söylemlerinin Eleştirel Söylem Çözümlemesi
Donald
Trump’ın İran’a ilişkin söylemleri hem içeride hem dış siyasada ideolojik
kodlamalar ve siyasal meşruluk üretimi açısından önemli bir inceleme alanı
sunar. Eleştirel söylem çözümlemesi açısından bakıldığında Trump’ın
söylemlerinde İran sıklıkla “şeytanlaştırılan düşman” olarak kurgulanmıştır.
Örneğin, 2018’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada İran’ı
“terörizmin baş destekçisi” ve “dünyanın en büyük terör devleti” olarak
nitelemiş ve bu dil, sertlik yanlısı siyasaların meşrulaştırılmasına hizmet
etmiştir. Trump’ın sosyal medya paylaşımlarında da benzer retorikler öne
çıkmıştır. Twitter üzerinden İran’a yönelik tehditlerde bulunurken “İran’a
karşı hiç olmadığı kadar güçlü ve hazırlıklıyız” gibi ifadelerle milliyetçi bir
öfke ve korku ortamı yaratmaya çalışmıştır. Bu tür söylemler kamuoyunda İran
karşıtlığını pekiştirmiş ve yaptırım siyasalarının tabanını genişletmiştir. Ancak
Trump’ın söyleminde ciddi çelişkiler de mevcuttur. 2019 yılında, İran ile
dolaylı görüşmelerin sürdüğünü ifade ettiği açıklamalar önceki sert tehdit dili
ile uyumsuzluk göstermiştir. Örneğin, “İran ile iyi geçinebiliriz ama şartlar
bizim istediğimiz gibi olmalı” ifadesi dış siyasadaki pragmatizmin ve liderlik biçemindeki
değişkenliğin göstergesidir. Bu çelişkili söylem hem içeride hem dış kamuoyunda
belirsizlik yaratmış, İran siyasası konusunda kafa karışıklığına yol açmıştır.
Eleştirel söylem çözümlemesi bu retoriklerin belirli ideolojik gruplar
tarafından nasıl algılandığını ve siyasal meşruluk zeminini nasıl
şekillendirdiğini ortaya koyar. Sonuç olarak, Trump’ın İran’a yönelik
söylemleri, ideolojik yeniden üretim ve güç ilişkilerinin kurulmasında etkin
bir araç olarak kullanılmış; hem korku ve düşmanlık yaratılmış hem de liderlik biçeminin
uygulamadaki yönleri ortaya konmuştur.
Trump’ın
İran Söyleminde Sıkça Kullandığı Kavramlar
“Şeytan
Rejimi” (The Evil Regime): Trump, İran yönetimini sistemli olarak “şeytanlaştırarak” ideolojik
düşmanlığını pekiştirmiştir. Bu kavram, İran’ı sadece bir jeopolitik rakip
değil ahlaksal olarak kötü ve tehdit edici bir aktör olarak ortaya koymaktadır.
“Terörizmin
Ana Destekçisi” (World’s Leading State Sponsor of Terrorism): İran, terör örgütlerini desteklemekle
suçlanmış ve bu tanımlama ABD kamuoyunda İran karşıtı siyasanın meşruluğunu
güçlendirmiştir.
“En fazla
Baskı” (Maximum Pressure): Yaptırımlar ve diplomatik yalnızlaştırma stratejisinin temelini oluşturan
kavramdır. Trump yönetiminin sertlik yanlısı siyasalarının simgesi olarak
kullanılmıştır.
“Nükleer
Tehdit” (Nuclear Threat): İran’ın nükleer programı güvenlik tehdidi olarak sıkça vurgulanmış ve bu
kavram askeri müdahale ve yaptırımların gerekçesi olarak öne çıkarılmıştır.
“Güçlü ve
Hazırlıklı” (Strong and Ready): Trump’ın İran’a karşı askeri güç kullanmaya hazır olduğunu
ifade ettiği söylemlerinde geçen ifadedir. Bu dil, caydırıcılık ve güç
gösterisi amaçlıdır.
“İran’a
Karşı Koalisyon” (Coalition Against Iran): Bölgesel ve küresel ittifakların İran’a karşı
oluşturulduğunu belirtmek için kullanılır. ABD’nin yalnız olmadığını ve ortak
hareket ettiğini vurgular.
“Elinde
Silah Tutan Teröristler” (Armed Terrorists): İran destekli milis ve vekil gruplar için kullanılan
sıklıkla tekrar edilen olumsuz tanımlamadır.
“Barış
İçin Baskı” (Pressure for Peace): İran rejimini değiştirmeye yönelik yaptırımların barışçıl
amaçlı olduğu yönündeki retorik çerçeve.
Bu kavramlar
Trump’ın söylemini şekillendirirken, hem halk nezdinde güçlü bir düşman imgesi
yaratmış hem de sert siyasaların savunulmasında ideolojik zemin oluşturmuştur.
Bu kavramlar üzerinden yapılacak eleştirel söylem çözümlemesi, Trump’ın İran siyasasının
söylemsel stratejisini daha iyi anlamayı sağlar.
Trump’ın
İran Söyleminde Öne Çıkan Kavramlar ve Örnek Cümleler
“Şeytan
Rejimi” (The Evil Regime): “İran, dünyadaki en kötü rejimlerden biridir; tam
bir şeytan rejimidir ve bizim sabrımızı test ediyor.” “Bu şeytan rejim, masum
insanlara zarar vermekten çekinmiyor.”
“Terörizmin
Ana Destekçisi” (World’s Leading State Sponsor of Terrorism): “İran, dünyanın
terörizmin ana destekçisidir ve bölgedeki kararsızlığın baş sorumlusu olarak
durmaktadır.” “Biz, terörizme destek veren bu devleti asla kabul etmeyeceğiz.”
“En fazla
Baskı” (Maximum Pressure): “İran’a karşı en fazla baskı siyasamız sayesinde
rejimi değiştirmeye zorluyoruz.” “Yaptırımlarımız, İran’ın kötü niyetlerini
dizginlemek için en etkili yoldur.”
“Nükleer
Tehdit” (Nuclear Threat): “İran’ın nükleer programı, bölgesel ve küresel
güvenlik için ciddi bir tehdittir.” “Nükleer silah edinmesine izin
vermeyeceğiz; bunun için tüm gücümüzle mücadele ediyoruz.”
“Güçlü ve
Hazırlıklı” (Strong and Ready): “ABD, İran’a karşı her zaman güçlü ve
hazırlıklıdır; gerekirse askeri müdahale dahil her seçeneği kullanırız.” “Askeri
güç kullanmak zorunda kalırsak, bunun bedeli çok ağır olur.”
“İran’a
Karşı Koalisyon” (Coalition Against Iran): “ABD, İran’a karşı bölgesel
müttefikleriyle birlikte güçlü bir koalisyon kurmuştur.” “Bu koalisyon, İran’ın
kötü emellerine karşı duran herkesin ortak sesi olacaktır.”
“Elinde
Silah Tutan Teröristler” (Armed Terrorists): “İran destekli silahlı teröristler
bölgeyi kaosa sürüklüyor.” “Onların elindeki silahlar, masum sivillerin ölümüne
neden oluyor.”
“Barış İçin
Baskı” (Pressure for Peace): “Yaptırımlarımız, bölgeye barış getirmek için İran
rejimine uygulanan baskıdır.” “Amacımız savaş değil, barış için baskı
uygulamaktır.”
Bu örnekler,
Trump’ın sert ve düşmanlaştırıcı söylem biçemini, halkı seferber etmek ve dış siyasasına
meşruluk kazandırmak için nasıl kullandığını gösterir. Aynı zamanda,
tutarsızlıkları ve çelişkileri saptamak için zengin veri sağlar.
Trump’ın
İran Söyleminin Eleştirel Söylem Çözümlemesi
Trump’ın
İran’a yönelik söyleminde kullanılan dil ve kavramlar dış siyasa hedeflerini
desteklemek üzere ideolojik ve siyasal meşruluk üretmek için bilinçli olarak
seçilmiş ve yapılandırılmıştır. Söylemin temel özelliği İran’ı “şeytanlaştırma”
stratejisiyle meşru düşman kategorisine yerleştirmesidir. Bu hem halkın
desteğini artırmak hem de sert dış siyasa araçlarını haklı çıkarmak amacı
taşır. Örneğin, “şeytan rejimi” ve “terörizmin ana destekçisi” gibi etiketler,
İran’ın sadece bir jeopolitik rakip değil aynı zamanda ahlaksal açıdan
kötülüğün simgesi olarak gösterilmesini sağlar. Bu etiketlemeler kamuoyunda
İran’a yönelik korku ve nefretin oluşturulmasına dolayısıyla “en fazla baskı” siyasalarının
kabul görmesine zemin hazırlar. Trump’ın söyleminde askeri güç kullanmaya hazır
olduğunu vurgulaması (“güçlü ve hazırlıklı”) ise tehdidin ciddiyetini
pekiştirerek dış siyasada sertlik yanlısı yaklaşımların kaçınılmaz olduğunu ima
eder. Böylece, sert yaptırımlar ve askeri tehditler, kamuoyu tarafından daha
kabul edilebilir hale gelir. Ancak söylemdeki çelişkiler, liderlik biçeminin uygulamadaki
popülist doğasıyla açıklanabilir. Bazı dönemlerde İran ile diyalog kapısını
açık tutma ifadeleri söylemin esnek ve stratejik yönünü gösterir. Bu durum,
Trump’ın retoriğinin hem kışkırtıcı hem de pazarlık odaklı olarak değişken bir
karakter taşıdığını ortaya koyar. Eleştirel söylem çözümlemesi, bu dilin
ideolojik gruplar arasında nasıl farklı algılandığını ve siyasal meşruluk
üretimindeki rolünü vurgular. Böylece, söylem yalnızca dış siyasa aracı değil
aynı zamanda toplumsal ve siyasal güç ilişkilerinin yeniden üretildiği bir alan
olarak görülür.
Kuramsal
Açılımlar
Trump
yönetiminin İran siyasasını açıklamak için çeşitli dış siyasa kuramları ve
kuramsal yaklaşımlar kullanılabilir. Klasik realizm, neoklasik realizm ve
liderlik odaklı dış siyasa çözümlemeleri, bu bağlamda önemli perspektifler
sunar.
Klasik
realizm çerçevesinde, Trump’ın İran siyasası, devletlerin ayakta kalma ve güç
dengesi arayışı ekseninde yorumlanabilir. ABD, bölgedeki hegemonik konumunu
korumak amacıyla İran’ın etkisini sınırlamaya çalışmıştır. Bu yaklaşım, güç siyasası
ve ulusal çıkarların öncelikli olduğunu vurgular.
Neoklasik
realizm ise, dış siyasa kararlarının sadece uluslararası sistemin yapısından
değil, aynı zamanda iç siyasal aktörlerin algıları, liderlik tercihleri ve
devlet kurumlarının kapasitesinden de etkilendiğini ileri sürer. Trump’ın
liderlik biçemi ideolojik önyargıları ve bürokratik yapılarla olan ilişkisi bu
modelle daha iyi açıklanabilir.
Liderlik
odaklı dış siyasa çözümlemeleri, özellikle popülist liderlik kavramı üzerinden
Trump’ın siyasalarını anlamaya çalışır. Popülist liderlik, kamuoyuna doğrudan
hitap ederek, bürokratik ve geleneksel dış siyasa yapım süreçlerini bypass
edebilir. Trump’ın söylem ve karar alma süreçlerindeki değişkenlik bu
yaklaşımın somut bir örneği olarak görülebilir.
Sonuç
olarak, Trump’ın İran siyasası çok boyutlu kuramsal yaklaşımlarla çözümlenerek
hem uluslararası sistemin dinamikleri hem de liderlik ve ideoloji gibi iç
faktörlerin etkileşimi daha iyi kavranabilir.
Trump’ın
Popülist Liderlik Biçemi ve Dış Siyasa Yapımı
Donald
Trump’ın dış siyasa üretimindeki liderlik biçemi popülist liderlik kuramlar
kapsamında ele alınabilir. Popülist liderlik, genellikle halkın doğrudan
temsilcisi olduğunu iddia ederek, geleneksel bürokratik süreçlere ve uzman
kurumlara uzak bir yaklaşım sergiler. Trump’ın bu yaklaşımı, dış siyasa karar
alma süreçlerinde hızlı, bazen öngörülemez ve kişisel girişime dayalı
kararlarla kendini göstermiştir. Trump, kamuoyuna doğrudan hitap eden
söylemleriyle dış siyasa konularında da destek tabanını seferber etmiş ve İran
gibi “düşman” algısını, milliyetçi ve güvenlik temelli söylemlerle
pekiştirmiştir. Bu durum, dış siyasada popülist liderliğin klasik dış siyasa
yapım süreçlerini nasıl dönüştürdüğünü göstermektedir. Ancak, bu biçem karar
alma mekanizmalarında belirsizlik ve tutarsızlıklara da yol açmıştır. Trump’ın
kimi zaman saldırgan tehditler savurması, kimi zaman da diplomasi kapılarını
açık bırakması dış siyasa alanında karmaşık ve bazen çelişkili bir imaj
yaratmıştır. Bu belirsizlik müttefikler üzerinde güven sorunlarına neden
olurken rakipler tarafından ise fırsatlar olarak değerlendirilmiştir. Sonuç
olarak, Trump’ın popülist liderlik biçemi dış siyasa yapım süreçlerinde yeni
dinamikler ortaya koymuş ve kararların hızlanmasına ve kamuoyuyla doğrudan
ilişkiye olanak tanırken, siyasal kararsızlık ve öngörülemezlik risklerini de
artırmıştır.
İran’a
Yönelik Sertlik Siyasalarının Hegemonya Kuramı Çerçevesinde Değerlendirilmesi
Trump
yönetiminin İran’a karşı izlediği sertlik yanlısı dış siyasa uluslararası
ilişkilerde hegemonya kuramları bağlamında da anlamlandırılabilir. Hegemonya kuramı
büyük güçlerin uluslararası sistemdeki üstünlüklerini sürdürmek için çeşitli
stratejiler geliştirdiklerini ve bu stratejiler kapsamında sertlik siyasalarını
kullanabileceklerini ileri sürer. Trump döneminde ABD Ortadoğu’daki hegemonik konumunu
korumak amacıyla İran’ın bölgesel etkisini sınırlandırmaya çalışmıştır. “En
fazla baskı” stratejisi, sadece ekonomik yaptırımlar ve diplomatik yalnızlaştırma
değil aynı zamanda askeri tehditleri ve bölgesel müttefiklerle iş birliğini
içermiştir. Bu strateji, ABD’nin bölgedeki güç dengesini kendi lehine
değiştirme çabası olarak yorumlanabilir. Ancak hegemonya koruma çabaları, Trump
yönetiminin kullandığı yöntemler ve söylem biçimleri nedeniyle bölgesel
aktörlerin ABD’ye olan güvenini zedelemiş ve bazı durumlarda Çin ve Rusya gibi
rakip güçlerin bölge üzerindeki etkisini artırmasına fırsat tanımıştır. Bu
bağlamda, hegemonik stratejilerde kullanılan sertlik siyasalarının uzun vadeli
sürdürülebilirliği ve etkinliği sorgulanabilir duruma gelmiştir. Sonuç olarak,
Trump’ın İran’a yönelik sert dış siyasası hegemonya kuramı açısından değerlendirildiğinde
güç dengesinin korunması ve yeniden şekillendirilmesi amacını taşımakla
birlikte uygulama biçimi ve sonuçları bakımından karmaşık ve çelişkili etkiler
yaratmıştır.
GENEL
DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
Donald J.
Trump döneminde ABD'nin İran’a yönelik dış siyasası, klasik diplomatik
geleneklerden saparak sertlik, tek taraflılık ve ideolojik kutuplaşmaya dayanan
bir paradigmaya evrilmiştir. Bu çalışma, söz konusu siyasanın yalnızca dış
politika tercihleri bağlamında değil aynı zamanda iç siyasal meşruluk üretimi,
liderlik biçimi ve ideolojik oluşumlar üzerinden anlaşılması gerektiğini ortaya
koymuştur.
Trump’ın
popülist liderlik tarzı, dış siyasayı içerideki seçmen tabanını seferber
etmenin bir aracı olarak kullanmış ve İran karşıtı söylemler yeni muhafazakar
ve Evanjelik değerlerle harmanlanarak Amerikan kamuoyunda güçlü bir düşman
imgeleri üretimi sürecine dönüştürülmüştür. Bu süreçte “şeytan rejimi”,
“terörizmin sponsoru” ve “en fazla baskı” gibi kavramlar söylemsel hegemonya
üretiminin merkezi simgeleri olmuştur.
Kuramsal
açıdan çalışma, neoklasik realizm aracılığıyla sistemsel baskılar ile iç
siyasal dinamiklerin nasıl iç içe geçtiğini gösterirken liderlik kuramları ve
eleştirel söylem çözümlemesiyle bu dış siyasanın nasıl bir toplumsal ve
ideolojik yeniden üretim aracı durumuna geldiğini ortaya koymuştur. Özellikle
söylem çözümlemesinin açığa çıkardığı çelişkili yapı (bir yandan diyalog
çağrıları, diğer yandan sert tehditler) Trump yönetiminin dış siyasa üretiminde
popülist yararcılığın belirleyici rolünü gözler önüne sermiştir.
Bölgesel
düzeyde ise Trump dönemi İran siyasası, vekalet savaşlarının kapsamını
genişletmiş ve Suudi Arabistan, BAE ve özellikle İsrail gibi aktörler ABD’nin
stratejik vekilleri olarak öne çıkmıştır. İsrail’in Suriye ve Irak’taki İran
unsurlarına yönelik operasyonları Washington’un doğrudan çatışmaya girmeksizin
bölgesel etki yaratma stratejisinin bir parçası olarak değerlendirilebilir.
Sonuç
olarak, Trump yönetiminin İran siyasası ABD dış politikasında normatif bir
kırılmayı temsil etmekte ve söylem, ideoloji, hegemonya arayışı ve iç siyasete
dönük araçsallaştırma uygulamalarının birleşiminden oluşan çok katmanlı bir
yapıya işaret etmektedir. Bu yapı, yalnızca Amerikan dış siyasasının değil aynı
zamanda otoriterleşen popülist liderliklerin küresel düzeyde dış siyasa yapım
süreçlerine nasıl müdahil olduğunu anlamak açısından da önemli ipuçları
sunmaktadır.
KAYNAKÇA
Bolton, J.
(2020). The Room Where It Happened: A White House Memoir. Simon & Schuster.
Fairclough,
N. (1995). Critical Discourse Analysis: The Critical Study of Language.
Longman.
Guzzini, S.
(2000). A Reconstruction of Constructivism in International Relations. European
Journal of International Relations, 6(2), 147–182.
Joint
Comprehensive Plan of Action (JCPOA). (2015). European Union External Action.
https://eeas.europa.eu/headquarters/headquarters-homepage_en/31711/Joint%20Comprehensive%20Plan%20of%20Action%20(JCPOA)
Mearsheimer,
J. J. (2001). The Tragedy of Great Power Politics. W.W. Norton.
Nye, J. S.
(2003). Understanding International Conflicts: An Introduction to Theory and
History. Longman.
Pompeo, M.
(2019). Remarks on Iran. U.S. Department of State.
https://www.state.gov/remarks-on-iran/
Trump, D. J.
(2018). Address to the United Nations General Assembly. The White House.
https://trumpwhitehouse.archives.gov
U.S.
Department of State. (2018). National Security Strategy of the United States of
America.
Walt, S. M.
(1998). International Relations: One World, Many Theories. Foreign Policy,
(110), 29–46.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder