Hakkımda

FİRUZ DEMİR YAŞAMIŞ Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirmiştir (1968). University of Southern California’da planlama (kentsel ve bölgesel çevre) ve kamu yönetimi yüksek lisans programlarını bitirmiştir (1976). Siyaset ve Kamu Yönetimi Doktoru (1991). Yerel Yönetimler, Kentleşme ve Çevre Politikaları bilim dalında doçent (1993). Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı’nın kuruluşu sırasında müsteşar vekili. (1978-80) UNICEF Türkiye temsilciliği. (1982-84) Dünya Bankası’nın Çukurova Kentsel Gelişme Projesi’nde kurumsal gelişme uzmanı. (1984-86) Çankaya Belediyesi’nin kurumsal gelişme projesini yürütmüştür. (1989-91) Yedinci Kalkınma Planı “Çevre Özel İhtisas Komisyonu”nun başkanlığı. DPT “Çevre Yapısal Değişim Projesi” komisyonu başkanlığı. Cumhurbaşkanlığı DDK’nun Devlet Islahat Projesi raportörü. (2000-1) Çevre Bakanlığı Müsteşarı (Şubat 1998 – Ağustos 1999). Sabancı Üniversitesi tam zamanlı öğretim üyesi. (2001-2005) Halen yarı zamanlı öğretim üyesi olarak çeşitli üniversitelerde ders vermektedir. Şimdiye kadar ders verdiği üniversiteler arasında Ankara, Orta Doğu, Hacettepe, Fatih, Yeditepe, Maltepe ve Lefke Avrupa (Kıbrıs) üniversiteleri bulunmaktadır.
Blogger tarafından desteklenmektedir.

Translate

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE
EV

Bu Blogda Ara

1 Haziran 2025 Pazar

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

TÜRKİYE VE ÇEVRE

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Doç. Dr. Firuz Demir YAŞAMIŞ

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kurumsal Gelişim Çizgisi

 

Ekonomik ve toplumsal kalkınma süreci içinde bulunan Türkiye kıt kaynakların aşırı kullanımı ve çevresel kalitenin tahribi açısından Avrupa’nın en iyi koşullar içinde bulunan ülkeleri arasında yer almaktadır.

 

Doğal çevre kaynakları ve biyoçeşitlilik düzeyi hala güçlü olan Türkiye’de çağdaş anlamda çevre hareketi Başbakanlığa bağlı Çevre Örgütü’nün kurulmasıyla 1970’li yılların sonuna doğru başlamıştır.

 

Ülkenin çevresel kalitesinin korunması ve geliştirilmesi konusunda temel merkezi hükümet birimi olarak 1978 yılında oluşturulan Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı çevresel kalitenin çeşitli dalları konusunda sorumluluk sahibi olan merkezi hükümet kuruluşları arasında ve merkezi hükümet ile yerel yönetimler arasında eşgüdüm sağlamak amacıyla kurulmuştur. 1978’den 1991 kadar geçen 13 yıllık süre içinde önce Müsteşarlık daha sonra Genel Müdürlük ve daha sonra yeniden Müsteşarlık olarak hizmet veren örgüt 1991 yılında Çevre Bakanlığı şekline dönüşmüştür.

 

Türkiye’de, çevre yönetimi konusunda birbirini tamamlayan ancak bazı eşgüdüm ve işbirliğ sorunları içeren iki ayrı yaklaşım uygulanmaktadır. Bu çerçevede, bir yandan, Çevre Bakanlığı tüm ülke düzeyinde çevresel yönetim ve planlama işlevlerini yürütmekte ve buna ek olarak bu Bakanlığa bağlı olarak kurulmuş olan Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı sahip oldukları ekolojik değerler ve ekosistem özellikleri nedeniyle özel bir koruma yönetimi ve denetimi altında tutulması gereken 12 özel çevre alanının yönetiminden sorumlu bulunmaktadır. Öte yandan, bu çalışmalara ek olarak, öteki çeşitli merkezi hükümet kuruluşlarıyla (Orman Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Atom Enerjisi Komisyonu, Bayındırlık Bakanlığı gibi) yerel yönetimlerin çevreye ilişkin görev, yetki ve sorumlulukları da devam etmektedir.

 

 

Hukuksal Gelişim Çizgisi

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1923 yılından 1983 yılına kadar geçen süre içinde gelişen mezvuat içinde çevresel kalitenin korunması ve geliştirilmesini amaçlayan önemli mevzuat çalışmaları bulunmakla birlikte 1983 yılında yürürlüğe konulan Çevre Kanunu Türkiye’de çağdaş anlamda çevre yönetimi ve planlamasına ilişkin hukuksal çerçevenin başlangıcı olarak kabul edilmektedir.

 

Yasal gelişme çizgisi içinde en fazla önem taşıyan gelişmeyi 1982 tarihli Anayasa gerçekleştirmiştir. Anayasa’nın pek çok maddesinde çevre yönetimine ilişkin hükümler yer almaktadır. Ancak, bunlar arasında en fazla önem taşıyanı olan “Sağlık Hizmetleri ve Çevrenin Korunması” başlıklı 56 ncı madde şu hükmü getirmektedir: “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.” 

 

Çevre Kanunu Anayasa’nın bu hükmünü gerçekleştirmek üzere çıkarılmıştır. Çevre Kanunu’nun 1 inci maddesinde Kanun’un amacı şu şekilde ortaya konmaktadır: “…(B)ütün vatandaşların ortak varlığı olan çevrenin korunması, iyileştirilmesi; kırsal ve kentsel alanda arazinin ve doğal kaynakların en uygun şekilde kullanılması ve korunması; su, toprak ve hava kirlenmesinin önlenmesi; ülkenin bitki ve hayvan varlığı ile doğal ve tarihsel zenginliklerinin korunarak, bugünkü ve gelecek kuşakların sağlık, uygarlık ve yaşam düzeyinin geliştirilmesi ve güvence altına alınması için yapılacak düzenlemeleri ve alınacak önlemleri, ekonomik ve sosyal kalkınma hedefleriyle uyumlu olarak belirli hukuki ve teknik esaslara göre düzenlemek…”

 

Çevre Kanunu’nun verdiği görevlerin yerine getirilmesi için daha sonra yürürlüğe konulan öteki mevzuat çalışmalarının önde gelenleri aşağıda belirtilmiştir:

 

·     Çevre Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname

·     Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı Kurulmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname

·     Hava Kalitesinin Korunması Yönetmeliği

·     Gürültü Kontrol Yönetmeliği

·     Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği

·     Katı Atıkların Kontrolü Yönetmeliği

·     Tıbbi Atıkların Kontrolü Yönetmeliği

·     Tehlikeli Maddelerin Kontrolü Yönetmeliği

·     Zararlı Kimyasal Madde ve Ürünlerinin Kontrolü Yönetmeliği

·     Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği

·     Çevre Kirliliğini Önleme Fonu Yönetmeliği

·     Özel Koruma Fonu Yönetmeliği

 

 

Türkiye’de Çevre Sorunları

 

Tarımsal bir ülke olmaktan hızla endüstriyel bir ülke olma yolunda ilerleyen Türkiye göreli olarak yüksek olan doğum hızı ve daha da yüksek olan şehirleşme hızı nedenleriyle önemli çevre sorunları ile karşı karşıya bulunmaktadır. Nitekim, 1980-90 yılları arasında ekonomik büyüme hızı Kanada’da yüzde 2.89, ABD’de yüzde 2.95, Fransa’da yüzde 2.22, İtalya’da yüzde 2.08, Almanya’da yüzde 2.21 ve İspanya’da yüzde 2.93 olurken Türkiye’de yüzde 5.36 olmuştur. [1]

 

Avrupa’nın en genç nüfus yapısına sahip olan ve ulusal gelir artışı hızı itibariyle en hızlı büyüyen ülkesi durumunda olan Türkiye bir yandan kütlelerin yığınsal hizmet ve ürün taleplerine karşılık vermek durumunda kalmakta ve bir yandan da bozulma eğilimi içinde giren çevresel değerlerini korumak ve artmak eğilimi içine giren çevre kirliliklerini gidermek sorunu ile karşı karşıya bulunmaktadır.

 

Türkiye halen 65 milyon nüfusa sahiptir ve bunun yarısından fazlası kentlerde yaşamaktadır. 1970-90 yılları arasında OECD’ye üye ülkelerin toplam nüfusu yalnızca yüzde 6.2 oranında artarken aynı dönemde Türkiye’nin nüfusu yüzde 56.2 oranında artmıştır. [2]   1990’lı yıllara kadar yüzde 2’den yüksek olan yıllık nüfus artış hızı 1990’lı yılların sonuna doğru yüzde 2’nin altına inmiştir.

 

Önemli bir toplumsal gösterge olan motorlu araç sayısındaki artış sosyo-ekonomik gelişmeyi açıklıkla ortaya koymaktadır. 1980-90 yılları arasında yolcu taşıtları sayısındaki değişim Kanada’da yüzde 25, ABD’de yüzde 18, Fransa’da yüzde 22, Almanya’da yüzde 32, İtalya’da yüzde 48 ve İspanya’da yüzde 59 olurken Türkiye’de bu oran yüzde 154 olarak ölçülmüştür.

 

Ülke 1950’lerden bu yana çok hızlı bir kentleşme ve kentsel büyüme olgusu yaşamaktadır.

 

Ana çizgileriyle belirlenmeye çalışılan sosyo-ekonomik gelişmenin sonucu olarak önemli çevre sorunları ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bu sorunlara yol açan temel etmenler ise aşırı nüfus artışı, hızlı kentleşme ve kentsel büyüme ve endüstrileşmedir. Bu durum bir yandan çevre kirliliklerinin artmasına yol açarken öte yandan biyoçeşitlilik üzerindeki baskıların yoğunlaşmasına neden olmaktadır.

 

Ülkenin çevre sorunlarının bazıları şunlardır: [3]

 

·     Mera, orman ve sulak alan gibi marjinal alanlar tarıma açılmaktadır.

·     Hektar başına kullanılan gübre oranı hala OECD ülklerinin altında olmasına rağmen giderek artan kimyasal gübre ve zararlı mücadelesi ilaçları nedeniyle toprak kirlenmektedir.

·     Türkiye topraklarının yaklaşık üçte ikisi orta ya da şiddetli ölçüde su ve rüzgar erozyonu tehlikesi altındadır.

·     Verimli tarım toprakları kentsel, endüstriyel ve turistik kullanıma açılmaktadır.

·     Niteliğini kaybetmiş orman toprağı yüzde 50’ye ulaşmıştır. Toplam endüstriyel odun üretimi 1950’lerden bu yana düzenli bir artış göstermektedir.

·     1950’li yıllarda 37.8 milyon hektar olan mera alanı 1980’li yıllarda 21.7 milyon hektara düşmüştür. Buna karşılık aynı dönemde sığır sayısı 21 milyondan 28.6 milyona çıkmıştır.

·     Türkiye sulak alanların sayısı ve kapsadığı alan bakımından Avrupa birincisidir. 250 kadar sulak alan vardır. Bunların önemli bir bölümü uluslararası ölçüde önemli göçmen kuş alanıdır. İki önemli göçmen kuş yolu Türkiye üzerinden geçmektedir. Ancak, sulak alanlar önemli çevre sorunlarıyla karşı karşıya bulunmaktadır.

·     Türkiye bitki taksonları açısından Dünya’nın önde gelen zengin ülkelerinde biridir. Ancak, bu kaynaklar üzerindeki baskı giderek artmaktadır.

·     Denizlerdeki balık türlerinin sayısı önemli ölçüde azalmıştır.

·     Kırsal yerleşmelerde kanalizasyon sistemi yoktur. Kentsel yerleşmelerin yüzde 56’sında kanalizasyon vardır ve bunların yüzde 6’sında evsel atıksu arıtma tesisi vardır.

·     Endüstiyel kuruluşların yüzde 98’inde atık su arıtma tesisi yoktur.

·     Yeraltı suları yapılan denetimsiz deşarjlar nedeniyle kirlenmektedir.

·     SO2 ve parçaçıklardan kaynaklanan hava kirliliği bir çok il merkezinde önemli boyutlara ulaşmıştır.

·     Hava kirliliğinin temel nedeni fosil yakıtlara olan aşırı bağımlılıktır. Ancak, hava kirliliği açısından temiz yakıt türü olan doğal gaz kullanımı hızla artmaktadır.

·     Toplam elektrik üretiminin yüzde 60’ı ortalama sülfür içeriği yüzde 1.3 ile yüzde 3.5 olan linyit kullanan termik santrallerden elde edilmektedir.

·     NOx yayılımlarının yaklaşık yarısının motorlu araçlardan kaynaklandığı sanılmaktadır.

·     Gürültü ulaşım, endüstri ve inşaat çalışmalarından kaynaklanmaktadır.

·     Kıyı alanlarında turizme ve ikinci konut yapımına dayalı hızlı bir ekonomik gelişme yaşanmaktadır. Durum henüz denetim altından çıkmış olmamakla birlikte tehlike giderek büyümekte ve eko-turizm anlayışına dayalı acil çözüm beklemektedir.

·     Deniz kirliliği, evsel ve endüstriyel atık suların arıtılmadan boşaltılması nedeniyle giderek artmaktadır.

 

 

Türkiye’nin Çevre Politikaları

 

Türkiye yaklaşık 20 yıldan bu yana ulusal, bölgesel ve küresel çevre kalitesinin korunması konusunda yoğun uğraşlar vermektedir. Türkiye, bir yandan ulusal çevre yönetiminin kurumsal, hukuksal ve teknolojik altyapısını tamamlamaya çalışırken öte yandan, Akdeniz ve Karadeniz ekosistemlerinin korunması örneğinde olduğu gibi komşu ülkelerle ortak çevresel değerlerin korunması ve geliştirilmesi konusunda işbirliği olanaklarını araştırmakta ve Rio’da düzenlenen Birleşmiş Milletler Kalkınma ve Çevre Konferansı’nda olduğu gibi küresel çevrenin korunması çalışmalarına katılmaktadır.

 

Çevre yönetiminin ve planlamasının kurumsallaşmasına ve güçlendirilmesine yönelik çalışmalara aralıksız devam edilmektedir.

 

Korunan alanların sayısı hızla artmaktadır. Bu bağlamda, Ulusal Park, Doğal Park, Doğal Anıt, Doğal Sit, Yaban Yaşamı Alanı, Biyogenetik Rezerv, Koruma Ormanı ve Özel Çevre Koruma Bölgesi olarak koruma altına alınan alanlar bu arada sayılması gereken önemli gelişmelerdir.

 

Soyu tehlikeye düşmüş genlerin yerinde korunması (in situ) amacıyla Ulusal Eylem Planı hazırlanmıştır.

 

Doğal gaz kullanımı hızla artmaktadır.

 

Evsel ve endüstriyel atık suları arıtımı ile ilgili yatırımlar giderek çoğalmakta ve büyük kentlerde çağdaş katı atık yönetim sistemleri geliştirilmektedir.

 

Türkiye’de çağdaş anlamda çevre politikalarının 1970’li yıllarla birlikte başladığı görülmektedir. Bu bağlamda ülkenin temel politikalarının yer aldığı ana belge olan beş yıllık kalkınma planları önemli rol oynamaktadır.

 

İlk kez Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda (1975-1979) çevre sektörüne yer verilmiştir. Bu planda ülkenin büyük yerleşim merkezlerinde çevre kirliliklerinin ortaya çıktığı, çevre sağlığının önemli bir sorun durumuna geldiği, erozyonun önlenmesi gerektiği belirtilmekte ve merkezi bir çevre örgütünün kurulması istenmektedir.

 

Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda (1980-1984) ise çevre sorunlarının kapsamlı olarak ortaya çıktığı yörelerde bazı yatırım çalışmalarının yapılmasına karar verilmiş ve bu amaçla finansman sağlanmıştır.

 

Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda (1985-1989) çevre sorunları kentleşme, erozyon, doğal afetler, endüstrileşme ve tarımda modernleşme sonucunda ortaya çıkan sorunlar tanımlanmıştır. Bu planda ilk kez ekolojik dengelerin korunmasından ve sürdürülebilir kılınmasından söz edilmektedir.

 

Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planı (1990-1994) ise 1987 yılında yayınlanan “Ortak Geleceğimiz” adlı raporun temel yaklaşımını benimsemiş ve “sürdürülebilir kalkınma” anlayışına dayalı bir kalkınma felsefesini ön plana çıkarmıştır.

 

Ancak, kalkınma planları ve çevre ilişkileri açısından en çok dikkate değer çalışmanın halen yürürlükte bulunan Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (1996-2000) olduğu görülmektedir.

 

Bu planın hazırlık çalışmaları çerçevesinde DPT tarafından oluşturulan Çevre Özel İhtisas Komisyonu tarafından hazırlanan “Çevre” başlıklı raporda Türkiye’de çevre yönetiminin içinde bulunduğu koşulların gelişmeye açık bir konumda bulunduğu, kurumsal yapının henüz oluşturulmakta olduğu belirtilmekte ve temel önceliğin çevresel örgütlenme ve kurumsallaşmanın, çevre yönetimi süreçlerinin ve çevre yönetiminin ekonomik ve finansal araçlarının geliştirilmesine verilmesi  gerektiği belirtilmektedir. [4]

 

Yine, DPT tarafından, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın hazırlık çalışmaları çerçevesinde özel bir çalışma grubuna hazırlattırılan “Temel Yapısal Değişim Projeleri: Çevrenin Korunması ve Geliştirilmesi Raporu”nda [5] ise yapısal değişiklik için şu çalışmaların yapılması gerektiği belirtilmektedir:

 

·     Çevre yönetimi için temel bir anlayış çerçevesinin belirlenmesi

·     Çevre araştırmalarına ve envanter geliştirme çalışmalarına ivme kazandırılması

·     Ulusal çevre politikalarının ve stratejilerinin geliştirilmesi

·     Kurumsal çerçevenin oluşturulması

·     Ekonomik ve finansal çevre yönetimi araçlarının oluşturulması

·     Çevre yönetiminin hukuksal ve yasal çerçevesinin tamamlanması

·     Çevre için eğitim ve öğretimin kurumsallaşması

·     Çevre standartlarının geliştirilmesi

 

            OECD tarafından hazırlanan “Türkiye’de Çevre Politikaları Raporu”nda ise temel politika seçenekleri olarak üç temel politika ve bunlara bazı bağlı alt politikalar dile getirilmektedir:  [6]

 

·     Ekonomik ve çevre politikalarının bütünleştirilmesi:

 

n Devletin sürdürülebilir kalkınma ilkesine bağlılığını ispatlaması

n Politika hedeflerinin yeniden saptanamsı ve karar alma işlemlerini bütünleştirecek düzenlemelerin yapılması

 

·     Uygulamanın iyileştirilmesi:

 

n Kurumsal değişikliklerin yapılması

n Uygulama mekanizmalarının oluşturulması

 

n yönetmelik ve standartların uygulanması

n çevresel etki değerlendirmesi sürecine önem verilmesi

n talep yönetiminin vurgulanması

n çevresel bilgi sistemlerinin oluşturulması

n halkın katılımının sağlanması

n özel bölgelerin korunması

 

·     Çevresel finansmanın güçlendirilmesi

 

n devletçe sağlanan finansman olanaklarının artırılması

n kirlilik kontrolünün endüstri tarafından finansmanı

n çevre alanında uluslararası finansman sağlanması

 

            Türkiye’nin çevre politikalarının belirlenmesi açısından en fazla önem taşıyan kaynak halen yürürlükte bulunan “Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı”dır. Yedinci Plan çevre politikaları ile ilgili olarak öncelikle ülkede mevcut darboğazları ve temel eksiklikleri tanımlamakta ve 2000 yılının sonuna kadar alınması gereken önemleri sıralamaktadır.

 

            Yedinci Plan’a göre ülkenin çevre yönetimi açısından temel eksiklikleri şunlardır:  [7]

 

·     Toplumsal ve ekonomik karar alma sürecinde çevre unsurunun ihmal edilmesi

·     Çevresel örgütlenmenin işlevsizliği ve yasal çerçevenin yetersizliği

·     Sorumlu kurumlar arasında işbirliği ve eşgüdüm yetersizliği

·     İş, görev, yetki ve sorumluluk paylaşımında yanlışlıklar

·     Yerel, bölgesel ve ulusal ölçekte çevre politikalarının ve stratejilerinin yetersizliği

·     Çevre Bakanlığı’nın, Çevre Kanunu’nun ve örgütsel yapıların işlevsel ve devingen olmaması

·     Çevre mevzuatındaki çelişkiler, boşluklar ve tekrarlar

·     Ceza yaptırımlarının etkisizliği

·     Çevresel zararların ürün maliyetlerine içselleştirilememesi

·     Çevre Fonu’nun kullanım biçiminin yetersizliği

·     Çevre planlaması yetkinliklerinin güçsüzlüğü

·     Çevresel standartların yeterince uygulanmaması

·     Çevresel etki değerlendirmesi çalışmalarının yetersizliği

·     Halkın çevresel konularda karar almaya katılımının sınırlı kalması

 

Yedinci Plan bu eksiklik ve yetersizliklerin giderilmesi için plan dönemi içinde şu önlemlerin alınmasını öngörmektedir:

 

·     Sürdürülebilir kalkınma anlayışının yerleşik ve egemen kılınması

·     Koruyucu politikalara önem ve öncelik verilmesi

·     Ekonomik ve finansal çevre yönetimi araçlarının geliştirilmesi ve uygulama alanına konulması

·     Uluslararası ilişkilerde “ortak sorumluluk-farklı pay” ilkesinin kabul edilmesi

·     Tehlikeli atıkların ülkeye ithalinin yasaklanması

·     Ulusal Çevre Stratejisi ve Eylem Planı’nın hazırlanması

·     İlgili kurumlar arasında iş, görev, yetki ve sorumluluk dağılımının yeniden planlanması

·     Çevre denetçiliği sistemlerinin geliştirilmesi

·     Yerel yönetimlerin çevre yönetimi yeteneklerinin güçlendirilmesi

·     Çevresel risk yönetimi ve yönetiminin yaygınlık kazanması

·     Çevre dostu teknolojilerin geliştirilmesi

·     Çevresel etki değerlendirmesi çalışmalarının etkililik düzeyinin artırılması

·     Çevre envanterleri hazırlanması ve veri bankaları kurulması

·     Monitoring ağlarının ve labaratuvarların kurulması

·     Çevresel performans göstergelerinin geliştirilmesi

·     Avrupa Birliği ile Türkiye arasında çevresel normlar konusunda paralellik sağlanması

·     Çevre standartlarının geliştirilmesi

·     Çevresel finansman sistemlerinin yeniden oluşturulması

·     Çevre unsurunun ulusal gelir hesaplarının içine alınması

·     Erozyon ile mücadeleye yaygınlık kazandırılması

·     Çevre konusunda yurttaşların yaşam boyu eğitimi ilkesine önem verilmesi

 

           

Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın öngördüğü çalışmalardan biri olan Ulusal Çevre Stratejisi ve Eylem Planı (UÇEP) 1996-1998 yıllar arasında DPT’nin öncülüğünde Çevre Bakanlığı’nın katkısıyla hazırlanmış ve Mayıs 1998’de uygulanmak üzere Çevre Bakanlığı’na devredilmiştir.

 

UÇEP’in öngördüğü stratejik hedefler aşağıda belirtilmiştir: [8]

 

·     Kirliliğin önlenmesi ve azaltılması

·     Temel çevre altyapı ve hizmetlerine erişimin kolaylaştırılması

·     Kaynakların sürüdürülebilir kullanımını teşvik

·     Çevreyle ilgili sürdürülebilir uygulamaların desteklenmesi

·     Çevresel tehlikelere maruz kalmanın asgari düzeye indirilmesi

·     Demokratik ve katılımcı mekanizmaların kullanılması

·     Uzlaşma ve sahiplenme (gönüllülük)

·     Verimlilikle ekonomik rasyonalitenin kaynaştırılması

·     Öncelikli eylemlerin eşgüdümü ve içselleştirilmesi

·     Çözümlerin uygun düzeylerde yerelleştirilmesi

 

UÇEP’te yer alan “öncelikli eylemler” aşağıda belirtilmiştir:

 

·     Ekonomik ve mali araçlar

 

n çevresel sübvansiyon politikalarının gözden geçirilmesi

n makroekonomik politikalarının çevresel sonuçlarının irdelenmesi

n çevreyle ilgili hukuksal düzenlemelerin ekonomik araçların da kullanımına olanak verecek şekilde gözden geçirilmesi

n çevre fonlarının ıslahı

           

·     Kurumsal reform

 

n kurumsal yapının reformu, ÇED’e işlerlik sağlanması ve çevre denetimi

n devlet işletmelerinin çevre konusundaki duyarlılıklarının artırılması

n özelleştirmenin hızlandırılması ve özelleştirme sırasında çevre unsurunun dikkate alınması

n yerel yönetimlerin çevre yönetimi konusunda güçlendirilmesi

n DPT’nin iç bünyesinin çevresel duyarlılığı güvence altına alacak şekilde yeniden düzenlenmesi

n ilgili devlet kurumlarında çevre birimlerinin oluşturulması

 

·     Yasal düzenlemeler

 

n çevre mevzuatının gözden geçirilmesi

n Çevre Bakanlığı kuruluş yasasında ve  Belediye Kanunu’nda gerekli değişikliklerin yapılması

 

·     Planlama

 

n çevreyle ilgili duyarlılıkların yerel, bölgesel ve ulusal planlara işlenmesi

n imar ve çevre düzeni planlarının çevre değişkenlerini dikkate alacak şekilde değiştirilmesi

 

·     Envanter/Araştırma

 

n çevre ile iligili kurumların belirlenmesi

n çevrenin korunması ve yönetimi için potansiyel kaynakların belirlenmesi

n uluslararası sözleşmelerden kaynaklanan yükümlülüklerin belirlenmesi

n mevcut çevre mevzuatının uygulanabilme düzeyinin saptanması

n çevre yönetimine halkın katılımı olanaklarının araştırılması

n çevre konusundaki toplumsal duyarlılığın sürekli olarak araştırılması

 

 

            Yukarıda belirtilen strateji, hedef ve öncelikli eylemler çerçevesinde gelecek yaklaşık 20 yıl içinde yapılmasına karar verilen yatırım çalışmaları aşağıda belirtilmiştir:

 

·     Çevre yönetimi sisteminin güçlendirilmesi

 

n Kurumsal çerçevenin uyumlaştırılması

n Yasal çerçevenin uyumlaştırılması

n Ekolojik havzaların belirlenmesi

n Yerel çevre eylem planlarının hazırlanması

n ÇED sürecinin etkili kılınması

n Arazi kullanım kapasitesinin sınıflandırılması ve planlanması

n Kırsal kadastro işlemlerinin tamamlanması

n Ulusal verimlilik eylem planlarının hazırlanması ve uygulanması

 

·     Enformasyon ve duyarlılık düzeyinin yükseltilmesi

 

n Çevre verilerinin yönetimi

n Çevre eğitimi

 

·     Çevreye yatırım

 

n Atık yönetiminin iyileştirilmesi

n Temiz teknolojilerin ve enerji kaynaklarının özendirilmesi

n Kentsel gecekondularda iyileştirme

n Kırsal çevre altyapısının iyileştirilmesi

n Kıyı alanlarının yönetiminin iyileştirilmesi

n GAP Bölgesi çevre yönetimi

n Çevresel risklerin azaltılması

 

 

Avrupa Birliği İle İlişkiler

 

Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkileri iki ayrı açıdan ele almak gerekmektedir: Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği süreci içinde çevresel uyum çalışmalarının içinde bulunduğu durum ve AB’nin bu bağlamda Türkiye’ye vermekte olduğu destek.

 

Türkiye’de yürürlükte bulunan çevre mevzuatı ile AB’nin çevre mevzuatı arasında yapılan karşılaştırmalar, bazı alanlarda görülen eksikliklere rağmen, genelde iki mevzuat arasında bir uyum olduğunu göstermektedir. Bu durum, Türkiye’nin AB’ye tam üyelik sürecinde mevzuat açısından önemli bir sorun yaşanmayacağını göstermektedir. [9]

 

Öte yandan, AB ile Türk hükümeti arasında “uygulama”ya yönelik uyumun sağlanması için gerek kamu kurumlarını ve gerekse özel sektör kurumlarını kapsayan çeşitli işbirliği çalışmaları yapılmaktadır.

 

Bunlar arasında özellikle LIFE programı tarafından desteklenen ve 1998 Haziran ayında çalışmalarına başlayan Türkiye’nin ilk Ulusal Çevre Referans Labaratuvarı’nın belirtilmesi gerekmektedir. Türkiye’de çevre yönetiminin kurumsallaşması açısından önemli bir yeri olan bu labaratuvar hem bir referans labaratuvarı, hem bir kalibrasyon merkezi ve hem de bir eğitim merkezi olarak önemli işlevler yerine getirecektir.

 

İkinci önemli çalışma konusu olan ve çevre konusunda ulusal sosyo-ekonomik gelişme çizgisi ile birlikte çevresel performansı izleyecek bir veri temeli oluşturulmasını öngören “Çevre Gözlemevi Projesi” de ileri bir aşamaya gelmiş bulunmaktadır.

 

Bir başka önemli işbirliği AB tarafından yürürlüğe konulan “Çevresel Yönetim ve Denetim Programı/Raporu”    (Eco-Management and Auditing Scheme/Reports - EMAS/EMAR) sisteminin Türkiye’de yaygınlık kazanmasını öngören çalışmalar alanında gerçekleştirilmektedir.

 

AB, gerek LIFE ve gerekse CORINNE gibi öteki programları aracılığı ile Türkiye’de çeşitli çevre projelerine finansal destek sağlamaktadır. 

 

Bu arada, yukarıda sayılanlardan daha önemli olmak üzere, Türkiye’nin AB Çevre Ajansı’na üye olması konusunda ilk girişimler Çevre Bakanlığı tarafından 1998 yaz aylarında başlatılmış bulunmaktadır. Türkiye Çevre Bakanlığı ile Dışişleri Bakanlığı arasında varılan görüş birliği Avrupa Birliği Çevre Ajansı’na aktarılmış ve alınan ilk tepkiler olumlu olmuştur.

 

Yargıya Baş Vurma Hakkı - Bilgi Edinme Hakkı - Kararlara Katılma Hakkı

 

            Türkiye yurttaşlarına çevre konusunda tam bir hareket özgürlüğü sağlamıştır. 1983 yılında yürürlüğe giren Çevre Kanunu’nun 30 uncu maddesi herhangi bir çevre sorunu ile karşılaşan yurttaşlara ilgili kamu kuruluşuna başvurarak sorunun çözümlenmesini isteme hakkını vermektedir. İlgili kamu kuruluşunun istemi reddetmesi ya da 60 günlük süre içinde başvuruda bulunanlara yanıt vermemesi durumunda yurttaşların idari mahkemelere başvurması hakkı doğmaktadır. Kamu kurumları yargının vereceği kararı uygulamak yükümlülüğü altındadır. Bir çok Avrupa ülkesinde dava açabilmek için olaydan doğrudan zarar görmek ya da böyle bir tehdit altında bulunmak koşulu aranırken Türkiye’de bu hakkın çok geniş bir şekilde herkese tanınmış olması önemli bir gelişmedir.

 

            Çevre Kanunu’nda yer alan bu yasal düzenleme yurttaşların çevre ile ilgili bilgilere ulaşımını da kolaylaştırmaktadır.

 

            Öte yandan, 1993 yılında yürürlüğe giren Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği, tesisin içinde yer alacağı yöre halkına yapılacak tesis ile ilgili olarak bilgi verilmesini ve halkın görüşlerinin alınacağı bir toplantı yapılmasını yasal zorunluluk olarak belirlemiştir. Aynı Yönetmelik ÇED raporlarının herkesin incelemesine açık olduğu hükmünü getirmektedir.

 



KAYNAKÇA

 

 

1.    OECD, Türkiye’de Çevre Politikaları, 1992.

2.    DPT, Çevre, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Çevre Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ankara, 1994.

3.    DPT, Çevrenin Korunması ve Geliştirilmesi, Temel Yapısal Değişim Projesi Komitesi Raporu, Ankara, 1995.

4.    DPT, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Ankara, 1996.

5.    DPT, Ulusal Çevre Stratejisi ve Eylem Planı, Ankara, 1998.

6.    DPT, Türk-AT Mevzuat Uyumu Sürekli Özel İhtisas Komisyonu, Çevre Alt Komisyonu Raporu, 1997, Ankara.



[1]  OECD, Türkiye’de Çevre Politikaları, 1992, s. 16.

[2]  OECD, Türkiye’de Çevre Politikaları, 1992, s. 13.

[3]  Bu bölümdeki bilgilerin önemli bir bölümü OECD tarafından gerçekleştirilen “Türkiye’de Çevre Politikaları” adlı rapordan alınmıştır.

[4] DPT, Çevre, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Çevre Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ankara, 1994, s. 201.

[5] DPT, Çevrenin Korunması ve Geliştirilmesi, Temel Yapısal Değişim Projesi Komitesi Raporu, Ankara, 1995, s. 28.

[6] OECD, Türkiye’de Çevre Politikaları, 1992, s. 172.

[7] DPT, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Ankara, 1996.

[8]  DPT, Ulusal Çevre Stratejisi ve Eylem Planı, Ankara, 1998, s. 71.

[9] DPT, Türk-AT Mevzuat Uyumu Sürekli Özel İhtisas Komisyonu, Çevre Alt Komisyonu Raporu, 1997, Ankara, s. 228.

Hiç yorum yok: