TÜRKİYE VE ÇEVRE
Doç. Dr. Firuz
Demir YAŞAMIŞ
Kurumsal
Gelişim Çizgisi
Ekonomik ve
toplumsal kalkınma süreci içinde bulunan Türkiye kıt kaynakların aşırı
kullanımı ve çevresel kalitenin tahribi açısından Avrupa’nın en iyi koşullar
içinde bulunan ülkeleri arasında yer almaktadır.
Doğal çevre
kaynakları ve biyoçeşitlilik düzeyi hala güçlü olan Türkiye’de çağdaş anlamda
çevre hareketi Başbakanlığa bağlı Çevre Örgütü’nün kurulmasıyla 1970’li
yılların sonuna doğru başlamıştır.
Ülkenin çevresel
kalitesinin korunması ve geliştirilmesi konusunda temel merkezi hükümet birimi
olarak 1978 yılında oluşturulan Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı çevresel
kalitenin çeşitli dalları konusunda sorumluluk sahibi olan merkezi hükümet
kuruluşları arasında ve merkezi hükümet ile yerel yönetimler arasında eşgüdüm
sağlamak amacıyla kurulmuştur. 1978’den 1991 kadar geçen 13 yıllık süre içinde
önce Müsteşarlık daha sonra Genel Müdürlük ve daha sonra yeniden Müsteşarlık
olarak hizmet veren örgüt 1991 yılında Çevre Bakanlığı şekline dönüşmüştür.
Türkiye’de, çevre
yönetimi konusunda birbirini tamamlayan ancak bazı eşgüdüm ve işbirliğ
sorunları içeren iki ayrı yaklaşım uygulanmaktadır. Bu çerçevede, bir yandan,
Çevre Bakanlığı tüm ülke düzeyinde çevresel yönetim ve planlama işlevlerini
yürütmekte ve buna ek olarak bu Bakanlığa bağlı olarak kurulmuş olan Özel Çevre
Koruma Kurumu Başkanlığı sahip oldukları ekolojik değerler ve ekosistem
özellikleri nedeniyle özel bir koruma yönetimi ve denetimi altında tutulması
gereken 12 özel çevre alanının yönetiminden sorumlu bulunmaktadır. Öte yandan,
bu çalışmalara ek olarak, öteki çeşitli merkezi hükümet kuruluşlarıyla (Orman
Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı,
Atom Enerjisi Komisyonu, Bayındırlık Bakanlığı gibi) yerel yönetimlerin çevreye
ilişkin görev, yetki ve sorumlulukları da devam etmektedir.
Hukuksal
Gelişim Çizgisi
Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1923 yılından 1983 yılına kadar geçen süre içinde
gelişen mezvuat içinde çevresel kalitenin korunması ve geliştirilmesini
amaçlayan önemli mevzuat çalışmaları bulunmakla birlikte 1983 yılında yürürlüğe
konulan Çevre Kanunu Türkiye’de çağdaş anlamda çevre yönetimi ve planlamasına
ilişkin hukuksal çerçevenin başlangıcı olarak kabul edilmektedir.
Yasal gelişme
çizgisi içinde en fazla önem taşıyan gelişmeyi 1982 tarihli Anayasa
gerçekleştirmiştir. Anayasa’nın pek çok maddesinde çevre yönetimine ilişkin
hükümler yer almaktadır. Ancak, bunlar arasında en fazla önem taşıyanı olan
“Sağlık Hizmetleri ve Çevrenin Korunması” başlıklı 56 ncı madde şu hükmü
getirmektedir: “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına
sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini
önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.”
Çevre Kanunu
Anayasa’nın bu hükmünü gerçekleştirmek üzere çıkarılmıştır. Çevre Kanunu’nun 1
inci maddesinde Kanun’un amacı şu şekilde ortaya konmaktadır: “…(B)ütün
vatandaşların ortak varlığı olan çevrenin korunması, iyileştirilmesi; kırsal ve
kentsel alanda arazinin ve doğal kaynakların en uygun şekilde kullanılması ve
korunması; su, toprak ve hava kirlenmesinin önlenmesi; ülkenin bitki ve hayvan
varlığı ile doğal ve tarihsel zenginliklerinin korunarak, bugünkü ve gelecek
kuşakların sağlık, uygarlık ve yaşam düzeyinin geliştirilmesi ve güvence altına
alınması için yapılacak düzenlemeleri ve alınacak önlemleri, ekonomik ve sosyal
kalkınma hedefleriyle uyumlu olarak belirli hukuki ve teknik esaslara göre
düzenlemek…”
Çevre Kanunu’nun
verdiği görevlerin yerine getirilmesi için daha sonra yürürlüğe konulan öteki
mevzuat çalışmalarının önde gelenleri aşağıda belirtilmiştir:
·
Çevre Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında
Kanun Hükmünde Kararname
·
Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı Kurulmasına Dair
Kanun Hükmünde Kararname
·
Hava Kalitesinin Korunması Yönetmeliği
·
Gürültü Kontrol Yönetmeliği
·
Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği
·
Katı Atıkların Kontrolü Yönetmeliği
·
Tıbbi Atıkların Kontrolü Yönetmeliği
·
Tehlikeli Maddelerin Kontrolü Yönetmeliği
·
Zararlı Kimyasal Madde ve Ürünlerinin Kontrolü
Yönetmeliği
·
Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği
·
Çevre Kirliliğini Önleme Fonu Yönetmeliği
·
Özel Koruma Fonu Yönetmeliği
Türkiye’de
Çevre Sorunları
Tarımsal bir ülke
olmaktan hızla endüstriyel bir ülke olma yolunda ilerleyen Türkiye göreli
olarak yüksek olan doğum hızı ve daha da yüksek olan şehirleşme hızı
nedenleriyle önemli çevre sorunları ile karşı karşıya bulunmaktadır. Nitekim,
1980-90 yılları arasında ekonomik büyüme hızı Kanada’da yüzde 2.89, ABD’de
yüzde 2.95, Fransa’da yüzde 2.22, İtalya’da yüzde 2.08, Almanya’da yüzde 2.21
ve İspanya’da yüzde 2.93 olurken Türkiye’de yüzde 5.36 olmuştur. [1]
Avrupa’nın en
genç nüfus yapısına sahip olan ve ulusal gelir artışı hızı itibariyle en hızlı
büyüyen ülkesi durumunda olan Türkiye bir yandan kütlelerin yığınsal hizmet ve
ürün taleplerine karşılık vermek durumunda kalmakta ve bir yandan da bozulma
eğilimi içinde giren çevresel değerlerini korumak ve artmak eğilimi içine giren
çevre kirliliklerini gidermek sorunu ile karşı karşıya bulunmaktadır.
Türkiye halen 65
milyon nüfusa sahiptir ve bunun yarısından fazlası kentlerde yaşamaktadır.
1970-90 yılları arasında OECD’ye üye ülkelerin toplam nüfusu yalnızca yüzde 6.2
oranında artarken aynı dönemde Türkiye’nin nüfusu yüzde 56.2 oranında
artmıştır. [2] 1990’lı yıllara kadar yüzde 2’den yüksek
olan yıllık nüfus artış hızı 1990’lı yılların sonuna doğru yüzde 2’nin altına
inmiştir.
Önemli bir
toplumsal gösterge olan motorlu araç sayısındaki artış sosyo-ekonomik gelişmeyi
açıklıkla ortaya koymaktadır. 1980-90 yılları arasında yolcu taşıtları
sayısındaki değişim Kanada’da yüzde 25, ABD’de yüzde 18, Fransa’da yüzde 22,
Almanya’da yüzde 32, İtalya’da yüzde 48 ve İspanya’da yüzde 59 olurken
Türkiye’de bu oran yüzde 154 olarak ölçülmüştür.
Ülke 1950’lerden
bu yana çok hızlı bir kentleşme ve kentsel büyüme olgusu yaşamaktadır.
Ana çizgileriyle
belirlenmeye çalışılan sosyo-ekonomik gelişmenin sonucu olarak önemli çevre
sorunları ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bu sorunlara yol açan temel etmenler ise
aşırı nüfus artışı, hızlı kentleşme ve kentsel büyüme ve endüstrileşmedir. Bu
durum bir yandan çevre kirliliklerinin artmasına yol açarken öte yandan
biyoçeşitlilik üzerindeki baskıların yoğunlaşmasına neden olmaktadır.
Ülkenin çevre
sorunlarının bazıları şunlardır: [3]
·
Mera, orman ve sulak alan gibi marjinal alanlar
tarıma açılmaktadır.
·
Hektar başına kullanılan gübre oranı hala OECD
ülklerinin altında olmasına rağmen giderek artan kimyasal gübre ve zararlı
mücadelesi ilaçları nedeniyle toprak kirlenmektedir.
·
Türkiye topraklarının yaklaşık üçte ikisi orta ya da
şiddetli ölçüde su ve rüzgar erozyonu tehlikesi altındadır.
·
Verimli tarım toprakları kentsel, endüstriyel ve
turistik kullanıma açılmaktadır.
·
Niteliğini kaybetmiş orman toprağı yüzde 50’ye
ulaşmıştır. Toplam endüstriyel odun üretimi 1950’lerden bu yana düzenli bir
artış göstermektedir.
·
1950’li yıllarda 37.8 milyon hektar olan mera alanı
1980’li yıllarda 21.7 milyon hektara düşmüştür. Buna karşılık aynı dönemde
sığır sayısı 21 milyondan 28.6 milyona çıkmıştır.
·
Türkiye sulak alanların sayısı ve kapsadığı alan
bakımından Avrupa birincisidir. 250 kadar sulak alan vardır. Bunların önemli
bir bölümü uluslararası ölçüde önemli göçmen kuş alanıdır. İki önemli göçmen
kuş yolu Türkiye üzerinden geçmektedir. Ancak, sulak alanlar önemli çevre
sorunlarıyla karşı karşıya bulunmaktadır.
·
Türkiye bitki taksonları açısından Dünya’nın önde
gelen zengin ülkelerinde biridir. Ancak, bu kaynaklar üzerindeki baskı giderek
artmaktadır.
·
Denizlerdeki balık türlerinin sayısı önemli ölçüde
azalmıştır.
·
Kırsal yerleşmelerde kanalizasyon sistemi yoktur.
Kentsel yerleşmelerin yüzde 56’sında kanalizasyon vardır ve bunların yüzde
6’sında evsel atıksu arıtma tesisi vardır.
·
Endüstiyel kuruluşların yüzde 98’inde atık su arıtma
tesisi yoktur.
·
Yeraltı suları yapılan denetimsiz deşarjlar
nedeniyle kirlenmektedir.
·
SO2 ve parçaçıklardan kaynaklanan hava kirliliği bir
çok il merkezinde önemli boyutlara ulaşmıştır.
·
Hava kirliliğinin temel nedeni fosil yakıtlara olan
aşırı bağımlılıktır. Ancak, hava kirliliği açısından temiz yakıt türü olan
doğal gaz kullanımı hızla artmaktadır.
·
Toplam elektrik üretiminin yüzde 60’ı ortalama
sülfür içeriği yüzde 1.3 ile yüzde 3.5 olan linyit kullanan termik
santrallerden elde edilmektedir.
·
NOx yayılımlarının yaklaşık yarısının motorlu
araçlardan kaynaklandığı sanılmaktadır.
·
Gürültü ulaşım, endüstri ve inşaat çalışmalarından
kaynaklanmaktadır.
·
Kıyı alanlarında turizme ve ikinci konut yapımına
dayalı hızlı bir ekonomik gelişme yaşanmaktadır. Durum henüz denetim altından
çıkmış olmamakla birlikte tehlike giderek büyümekte ve eko-turizm anlayışına
dayalı acil çözüm beklemektedir.
·
Deniz kirliliği, evsel ve endüstriyel atık suların
arıtılmadan boşaltılması nedeniyle giderek artmaktadır.
Türkiye’nin
Çevre Politikaları
Türkiye yaklaşık
20 yıldan bu yana ulusal, bölgesel ve küresel çevre kalitesinin korunması
konusunda yoğun uğraşlar vermektedir. Türkiye, bir yandan ulusal çevre
yönetiminin kurumsal, hukuksal ve teknolojik altyapısını tamamlamaya çalışırken
öte yandan, Akdeniz ve Karadeniz ekosistemlerinin korunması örneğinde olduğu
gibi komşu ülkelerle ortak çevresel değerlerin korunması ve geliştirilmesi
konusunda işbirliği olanaklarını araştırmakta ve Rio’da düzenlenen Birleşmiş
Milletler Kalkınma ve Çevre Konferansı’nda olduğu gibi küresel çevrenin
korunması çalışmalarına katılmaktadır.
Çevre yönetiminin
ve planlamasının kurumsallaşmasına ve güçlendirilmesine yönelik çalışmalara
aralıksız devam edilmektedir.
Korunan alanların
sayısı hızla artmaktadır. Bu bağlamda, Ulusal Park, Doğal Park, Doğal Anıt,
Doğal Sit, Yaban Yaşamı Alanı, Biyogenetik Rezerv, Koruma Ormanı ve Özel Çevre
Koruma Bölgesi olarak koruma altına alınan alanlar bu arada sayılması gereken
önemli gelişmelerdir.
Soyu tehlikeye
düşmüş genlerin yerinde korunması (in
situ) amacıyla Ulusal Eylem Planı hazırlanmıştır.
Doğal gaz
kullanımı hızla artmaktadır.
Evsel ve
endüstriyel atık suları arıtımı ile ilgili yatırımlar giderek çoğalmakta ve
büyük kentlerde çağdaş katı atık yönetim sistemleri geliştirilmektedir.
Türkiye’de çağdaş
anlamda çevre politikalarının 1970’li yıllarla birlikte başladığı
görülmektedir. Bu bağlamda ülkenin temel politikalarının yer aldığı ana belge
olan beş yıllık kalkınma planları önemli rol oynamaktadır.
İlk kez Üçüncü
Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda (1975-1979) çevre sektörüne yer verilmiştir. Bu
planda ülkenin büyük yerleşim merkezlerinde çevre kirliliklerinin ortaya
çıktığı, çevre sağlığının önemli bir sorun durumuna geldiği, erozyonun
önlenmesi gerektiği belirtilmekte ve merkezi bir çevre örgütünün kurulması
istenmektedir.
Dördüncü Beş
Yıllık Kalkınma Planı’nda (1980-1984) ise çevre sorunlarının kapsamlı olarak
ortaya çıktığı yörelerde bazı yatırım çalışmalarının yapılmasına karar verilmiş
ve bu amaçla finansman sağlanmıştır.
Beşinci Beş
Yıllık Kalkınma Planı’nda (1985-1989) çevre sorunları kentleşme, erozyon, doğal
afetler, endüstrileşme ve tarımda modernleşme sonucunda ortaya çıkan sorunlar
tanımlanmıştır. Bu planda ilk kez ekolojik dengelerin korunmasından ve
sürdürülebilir kılınmasından söz edilmektedir.
Altıncı Beş
Yıllık Kalkınma Planı (1990-1994) ise 1987 yılında yayınlanan “Ortak
Geleceğimiz” adlı raporun temel yaklaşımını benimsemiş ve “sürdürülebilir
kalkınma” anlayışına dayalı bir kalkınma felsefesini ön plana çıkarmıştır.
Ancak, kalkınma
planları ve çevre ilişkileri açısından en çok dikkate değer çalışmanın halen
yürürlükte bulunan Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (1996-2000) olduğu
görülmektedir.
Bu planın
hazırlık çalışmaları çerçevesinde DPT tarafından oluşturulan Çevre Özel İhtisas
Komisyonu tarafından hazırlanan “Çevre” başlıklı raporda Türkiye’de çevre
yönetiminin içinde bulunduğu koşulların gelişmeye açık bir konumda bulunduğu,
kurumsal yapının henüz oluşturulmakta olduğu belirtilmekte ve temel önceliğin
çevresel örgütlenme ve kurumsallaşmanın, çevre yönetimi süreçlerinin ve çevre
yönetiminin ekonomik ve finansal araçlarının geliştirilmesine verilmesi gerektiği belirtilmektedir. [4]
Yine, DPT
tarafından, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın hazırlık çalışmaları
çerçevesinde özel bir çalışma grubuna hazırlattırılan “Temel Yapısal Değişim
Projeleri: Çevrenin Korunması ve Geliştirilmesi Raporu”nda [5]
ise yapısal değişiklik için şu çalışmaların yapılması gerektiği
belirtilmektedir:
·
Çevre yönetimi için temel bir anlayış çerçevesinin
belirlenmesi
·
Çevre araştırmalarına ve envanter geliştirme
çalışmalarına ivme kazandırılması
·
Ulusal çevre politikalarının ve stratejilerinin
geliştirilmesi
·
Kurumsal çerçevenin oluşturulması
·
Ekonomik ve finansal çevre yönetimi araçlarının
oluşturulması
·
Çevre yönetiminin hukuksal ve yasal çerçevesinin
tamamlanması
·
Çevre için eğitim ve öğretimin kurumsallaşması
·
Çevre standartlarının geliştirilmesi
OECD tarafından hazırlanan “Türkiye’de Çevre Politikaları
Raporu”nda ise temel politika seçenekleri olarak üç temel politika ve bunlara
bazı bağlı alt politikalar dile getirilmektedir: [6]
·
Ekonomik ve çevre politikalarının bütünleştirilmesi:
n Devletin
sürdürülebilir kalkınma ilkesine bağlılığını ispatlaması
n Politika
hedeflerinin yeniden saptanamsı ve karar alma işlemlerini bütünleştirecek
düzenlemelerin yapılması
·
Uygulamanın iyileştirilmesi:
n Kurumsal
değişikliklerin yapılması
n Uygulama
mekanizmalarının oluşturulması
n yönetmelik ve
standartların uygulanması
n çevresel etki
değerlendirmesi sürecine önem verilmesi
n talep yönetiminin
vurgulanması
n çevresel bilgi
sistemlerinin oluşturulması
n halkın
katılımının sağlanması
n özel bölgelerin
korunması
·
Çevresel finansmanın güçlendirilmesi
n devletçe sağlanan
finansman olanaklarının artırılması
n kirlilik
kontrolünün endüstri tarafından finansmanı
n çevre alanında
uluslararası finansman sağlanması
Türkiye’nin çevre politikalarının belirlenmesi açısından
en fazla önem taşıyan kaynak halen yürürlükte bulunan “Yedinci Beş Yıllık
Kalkınma Planı”dır. Yedinci Plan çevre politikaları ile ilgili olarak öncelikle
ülkede mevcut darboğazları ve temel eksiklikleri tanımlamakta ve 2000 yılının
sonuna kadar alınması gereken önemleri sıralamaktadır.
Yedinci Plan’a göre ülkenin çevre yönetimi açısından
temel eksiklikleri şunlardır: [7]
·
Toplumsal ve ekonomik karar alma sürecinde çevre
unsurunun ihmal edilmesi
·
Çevresel örgütlenmenin işlevsizliği ve yasal
çerçevenin yetersizliği
·
Sorumlu kurumlar arasında işbirliği ve eşgüdüm
yetersizliği
·
İş, görev, yetki ve sorumluluk paylaşımında
yanlışlıklar
·
Yerel, bölgesel ve ulusal ölçekte çevre
politikalarının ve stratejilerinin yetersizliği
·
Çevre Bakanlığı’nın, Çevre Kanunu’nun ve örgütsel
yapıların işlevsel ve devingen olmaması
·
Çevre mevzuatındaki çelişkiler, boşluklar ve
tekrarlar
·
Ceza yaptırımlarının etkisizliği
·
Çevresel zararların ürün maliyetlerine
içselleştirilememesi
·
Çevre Fonu’nun kullanım biçiminin yetersizliği
·
Çevre planlaması yetkinliklerinin güçsüzlüğü
·
Çevresel standartların yeterince uygulanmaması
·
Çevresel etki değerlendirmesi çalışmalarının
yetersizliği
·
Halkın çevresel konularda karar almaya katılımının
sınırlı kalması
Yedinci Plan bu
eksiklik ve yetersizliklerin giderilmesi için plan dönemi içinde şu önlemlerin
alınmasını öngörmektedir:
·
Sürdürülebilir kalkınma anlayışının yerleşik ve
egemen kılınması
·
Koruyucu politikalara önem ve öncelik verilmesi
·
Ekonomik ve finansal çevre yönetimi araçlarının
geliştirilmesi ve uygulama alanına konulması
·
Uluslararası ilişkilerde “ortak sorumluluk-farklı
pay” ilkesinin kabul edilmesi
·
Tehlikeli atıkların ülkeye ithalinin yasaklanması
·
Ulusal Çevre Stratejisi ve Eylem Planı’nın
hazırlanması
·
İlgili kurumlar arasında iş, görev, yetki ve
sorumluluk dağılımının yeniden planlanması
·
Çevre denetçiliği sistemlerinin geliştirilmesi
·
Yerel yönetimlerin çevre yönetimi yeteneklerinin
güçlendirilmesi
·
Çevresel risk yönetimi ve yönetiminin yaygınlık
kazanması
·
Çevre dostu teknolojilerin geliştirilmesi
·
Çevresel etki değerlendirmesi çalışmalarının
etkililik düzeyinin artırılması
·
Çevre envanterleri hazırlanması ve veri bankaları
kurulması
·
Monitoring ağlarının ve labaratuvarların kurulması
·
Çevresel performans göstergelerinin geliştirilmesi
·
Avrupa Birliği ile Türkiye arasında çevresel normlar
konusunda paralellik sağlanması
·
Çevre standartlarının geliştirilmesi
·
Çevresel finansman sistemlerinin yeniden
oluşturulması
·
Çevre unsurunun ulusal gelir hesaplarının içine
alınması
·
Erozyon ile mücadeleye yaygınlık kazandırılması
·
Çevre konusunda yurttaşların yaşam boyu eğitimi
ilkesine önem verilmesi
Yedinci Beş
Yıllık Kalkınma Planı’nın öngördüğü çalışmalardan biri olan Ulusal Çevre
Stratejisi ve Eylem Planı (UÇEP) 1996-1998 yıllar arasında DPT’nin öncülüğünde
Çevre Bakanlığı’nın katkısıyla hazırlanmış ve Mayıs 1998’de uygulanmak üzere
Çevre Bakanlığı’na devredilmiştir.
UÇEP’in öngördüğü
stratejik hedefler aşağıda belirtilmiştir: [8]
·
Kirliliğin önlenmesi ve azaltılması
·
Temel çevre altyapı ve hizmetlerine erişimin
kolaylaştırılması
·
Kaynakların sürüdürülebilir kullanımını teşvik
·
Çevreyle ilgili sürdürülebilir uygulamaların
desteklenmesi
·
Çevresel tehlikelere maruz kalmanın asgari düzeye
indirilmesi
·
Demokratik ve katılımcı mekanizmaların kullanılması
·
Uzlaşma ve sahiplenme (gönüllülük)
·
Verimlilikle ekonomik rasyonalitenin kaynaştırılması
·
Öncelikli eylemlerin eşgüdümü ve içselleştirilmesi
·
Çözümlerin uygun düzeylerde yerelleştirilmesi
UÇEP’te yer alan
“öncelikli eylemler” aşağıda belirtilmiştir:
·
Ekonomik ve mali araçlar
n çevresel
sübvansiyon politikalarının gözden geçirilmesi
n makroekonomik
politikalarının çevresel sonuçlarının irdelenmesi
n çevreyle ilgili
hukuksal düzenlemelerin ekonomik araçların da kullanımına olanak verecek
şekilde gözden geçirilmesi
n çevre fonlarının
ıslahı
·
Kurumsal reform
n kurumsal yapının
reformu, ÇED’e işlerlik sağlanması ve çevre denetimi
n devlet
işletmelerinin çevre konusundaki duyarlılıklarının artırılması
n özelleştirmenin
hızlandırılması ve özelleştirme sırasında çevre unsurunun dikkate alınması
n yerel
yönetimlerin çevre yönetimi konusunda güçlendirilmesi
n DPT’nin iç
bünyesinin çevresel duyarlılığı güvence altına alacak şekilde yeniden
düzenlenmesi
n ilgili devlet
kurumlarında çevre birimlerinin oluşturulması
·
Yasal düzenlemeler
n çevre mevzuatının
gözden geçirilmesi
n Çevre Bakanlığı
kuruluş yasasında ve Belediye Kanunu’nda
gerekli değişikliklerin yapılması
·
Planlama
n çevreyle ilgili
duyarlılıkların yerel, bölgesel ve ulusal planlara işlenmesi
n imar ve çevre
düzeni planlarının çevre değişkenlerini dikkate alacak şekilde değiştirilmesi
·
Envanter/Araştırma
n çevre ile iligili
kurumların belirlenmesi
n çevrenin
korunması ve yönetimi için potansiyel kaynakların belirlenmesi
n uluslararası
sözleşmelerden kaynaklanan yükümlülüklerin belirlenmesi
n mevcut çevre
mevzuatının uygulanabilme düzeyinin saptanması
n çevre yönetimine
halkın katılımı olanaklarının araştırılması
n çevre konusundaki
toplumsal duyarlılığın sürekli olarak araştırılması
Yukarıda belirtilen strateji, hedef ve öncelikli eylemler
çerçevesinde gelecek yaklaşık 20 yıl içinde yapılmasına karar verilen yatırım
çalışmaları aşağıda belirtilmiştir:
·
Çevre yönetimi sisteminin güçlendirilmesi
n Kurumsal
çerçevenin uyumlaştırılması
n Yasal çerçevenin
uyumlaştırılması
n Ekolojik
havzaların belirlenmesi
n Yerel çevre eylem
planlarının hazırlanması
n ÇED sürecinin
etkili kılınması
n Arazi kullanım
kapasitesinin sınıflandırılması ve planlanması
n Kırsal kadastro
işlemlerinin tamamlanması
n Ulusal verimlilik
eylem planlarının hazırlanması ve uygulanması
·
Enformasyon ve duyarlılık düzeyinin yükseltilmesi
n Çevre verilerinin
yönetimi
n Çevre eğitimi
·
Çevreye yatırım
n Atık yönetiminin
iyileştirilmesi
n Temiz
teknolojilerin ve enerji kaynaklarının özendirilmesi
n Kentsel
gecekondularda iyileştirme
n Kırsal çevre
altyapısının iyileştirilmesi
n Kıyı alanlarının
yönetiminin iyileştirilmesi
n GAP Bölgesi çevre
yönetimi
n Çevresel
risklerin azaltılması
Avrupa
Birliği İle İlişkiler
Türkiye ile
Avrupa Birliği arasındaki ilişkileri iki ayrı açıdan ele almak gerekmektedir:
Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği süreci içinde çevresel uyum çalışmalarının içinde
bulunduğu durum ve AB’nin bu bağlamda Türkiye’ye vermekte olduğu destek.
Türkiye’de
yürürlükte bulunan çevre mevzuatı ile AB’nin çevre mevzuatı arasında yapılan
karşılaştırmalar, bazı alanlarda görülen eksikliklere rağmen, genelde iki
mevzuat arasında bir uyum olduğunu göstermektedir. Bu durum, Türkiye’nin AB’ye
tam üyelik sürecinde mevzuat açısından önemli bir sorun yaşanmayacağını
göstermektedir. [9]
Öte yandan, AB
ile Türk hükümeti arasında “uygulama”ya yönelik uyumun sağlanması için gerek
kamu kurumlarını ve gerekse özel sektör kurumlarını kapsayan çeşitli işbirliği
çalışmaları yapılmaktadır.
Bunlar arasında
özellikle LIFE programı tarafından desteklenen ve 1998 Haziran ayında
çalışmalarına başlayan Türkiye’nin ilk Ulusal Çevre Referans Labaratuvarı’nın
belirtilmesi gerekmektedir. Türkiye’de çevre yönetiminin kurumsallaşması
açısından önemli bir yeri olan bu labaratuvar hem bir referans labaratuvarı,
hem bir kalibrasyon merkezi ve hem de bir eğitim merkezi olarak önemli işlevler
yerine getirecektir.
İkinci önemli
çalışma konusu olan ve çevre konusunda ulusal sosyo-ekonomik gelişme çizgisi
ile birlikte çevresel performansı izleyecek bir veri temeli oluşturulmasını
öngören “Çevre Gözlemevi Projesi” de ileri bir aşamaya gelmiş bulunmaktadır.
Bir başka önemli
işbirliği AB tarafından yürürlüğe konulan “Çevresel Yönetim ve Denetim
Programı/Raporu” (Eco-Management and
Auditing Scheme/Reports - EMAS/EMAR) sisteminin Türkiye’de yaygınlık
kazanmasını öngören çalışmalar alanında gerçekleştirilmektedir.
AB, gerek LIFE ve
gerekse CORINNE gibi öteki programları aracılığı ile Türkiye’de çeşitli çevre
projelerine finansal destek sağlamaktadır.
Bu arada,
yukarıda sayılanlardan daha önemli olmak üzere, Türkiye’nin AB Çevre Ajansı’na
üye olması konusunda ilk girişimler Çevre Bakanlığı tarafından 1998 yaz
aylarında başlatılmış bulunmaktadır. Türkiye Çevre Bakanlığı ile Dışişleri
Bakanlığı arasında varılan görüş birliği Avrupa Birliği Çevre Ajansı’na
aktarılmış ve alınan ilk tepkiler olumlu olmuştur.
Yargıya
Baş Vurma Hakkı - Bilgi Edinme Hakkı - Kararlara Katılma Hakkı
Türkiye yurttaşlarına çevre
konusunda tam bir hareket özgürlüğü sağlamıştır. 1983 yılında yürürlüğe giren
Çevre Kanunu’nun 30 uncu maddesi herhangi bir çevre sorunu ile karşılaşan
yurttaşlara ilgili kamu kuruluşuna başvurarak sorunun çözümlenmesini isteme
hakkını vermektedir. İlgili kamu kuruluşunun istemi reddetmesi ya da 60 günlük
süre içinde başvuruda bulunanlara yanıt vermemesi durumunda yurttaşların idari
mahkemelere başvurması hakkı doğmaktadır. Kamu kurumları yargının vereceği
kararı uygulamak yükümlülüğü altındadır. Bir çok Avrupa ülkesinde dava
açabilmek için olaydan doğrudan zarar görmek ya da böyle bir tehdit altında
bulunmak koşulu aranırken Türkiye’de bu hakkın çok geniş bir şekilde herkese
tanınmış olması önemli bir gelişmedir.
Çevre Kanunu’nda yer alan bu yasal düzenleme yurttaşların
çevre ile ilgili bilgilere ulaşımını da kolaylaştırmaktadır.
Öte yandan, 1993 yılında yürürlüğe giren Çevresel Etki
Değerlendirmesi Yönetmeliği, tesisin içinde yer alacağı yöre halkına yapılacak
tesis ile ilgili olarak bilgi verilmesini ve halkın görüşlerinin alınacağı bir
toplantı yapılmasını yasal zorunluluk olarak belirlemiştir. Aynı Yönetmelik ÇED
raporlarının herkesin incelemesine açık olduğu hükmünü getirmektedir.
KAYNAKÇA
1.
OECD,
Türkiye’de Çevre Politikaları, 1992.
2.
DPT, Çevre,
Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Çevre Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ankara,
1994.
3.
DPT, Çevrenin
Korunması ve Geliştirilmesi, Temel Yapısal Değişim Projesi Komitesi Raporu,
Ankara, 1995.
4.
DPT, Yedinci
Beş Yıllık Kalkınma Planı, Ankara, 1996.
5.
DPT, Ulusal
Çevre Stratejisi ve Eylem Planı, Ankara, 1998.
6.
DPT, Türk-AT Mevzuat Uyumu Sürekli Özel İhtisas
Komisyonu, Çevre Alt Komisyonu Raporu,
1997, Ankara.
[1] OECD, Türkiye’de Çevre
Politikaları, 1992, s. 16.
[2] OECD, Türkiye’de Çevre
Politikaları, 1992, s. 13.
[3] Bu bölümdeki bilgilerin
önemli bir bölümü OECD tarafından gerçekleştirilen “Türkiye’de Çevre
Politikaları” adlı rapordan alınmıştır.
[4] DPT, Çevre, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Çevre Özel İhtisas
Komisyonu Raporu, Ankara, 1994, s. 201.
[5] DPT, Çevrenin Korunması ve Geliştirilmesi, Temel Yapısal Değişim
Projesi Komitesi Raporu, Ankara, 1995, s. 28.
[6] OECD, Türkiye’de Çevre Politikaları, 1992, s. 172.
[7] DPT, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Ankara, 1996.
[8] DPT, Ulusal Çevre Stratejisi
ve Eylem Planı, Ankara, 1998, s. 71.
[9] DPT, Türk-AT Mevzuat Uyumu Sürekli Özel İhtisas Komisyonu, Çevre
Alt Komisyonu Raporu, 1997, Ankara, s. 228.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder