Hakkımda

FİRUZ DEMİR YAŞAMIŞ Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirmiştir (1968). University of Southern California’da planlama (kentsel ve bölgesel çevre) ve kamu yönetimi yüksek lisans programlarını bitirmiştir (1976). Siyaset ve Kamu Yönetimi Doktoru (1991). Yerel Yönetimler, Kentleşme ve Çevre Politikaları bilim dalında doçent (1993). Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı’nın kuruluşu sırasında müsteşar vekili. (1978-80) UNICEF Türkiye temsilciliği. (1982-84) Dünya Bankası’nın Çukurova Kentsel Gelişme Projesi’nde kurumsal gelişme uzmanı. (1984-86) Çankaya Belediyesi’nin kurumsal gelişme projesini yürütmüştür. (1989-91) Yedinci Kalkınma Planı “Çevre Özel İhtisas Komisyonu”nun başkanlığı. DPT “Çevre Yapısal Değişim Projesi” komisyonu başkanlığı. Cumhurbaşkanlığı DDK’nun Devlet Islahat Projesi raportörü. (2000-1) Çevre Bakanlığı Müsteşarı (Şubat 1998 – Ağustos 1999). Sabancı Üniversitesi tam zamanlı öğretim üyesi. (2001-2005) Halen yarı zamanlı öğretim üyesi olarak çeşitli üniversitelerde ders vermektedir. Şimdiye kadar ders verdiği üniversiteler arasında Ankara, Orta Doğu, Hacettepe, Fatih, Yeditepe, Maltepe ve Lefke Avrupa (Kıbrıs) üniversiteleri bulunmaktadır.
Blogger tarafından desteklenmektedir.

Translate

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE
EV

Bu Blogda Ara

19 Haziran 2025 Perşembe

 

İsrail-İran-ABD Savaşı ve Türkiye’nin Siyasa Seçenekleri


Prof. Dr. Firuz Demir YAŞAMIŞ

 


ÖZET

Bu çalışma, Türkiye’nin İran-İsrail savaşı bağlamında izlediği dış politika stratejisini kapsamlı şekilde çözümlemektedir. Türkiye, coğrafi ve tarihsel konumu nedeniyle Orta Doğu’daki güç dengelerinde önemli bir aktör olarak yer almakta ve İran ve İsrail ile ilişkileri ise bu bağlamda stratejik bir öneme sahiptir. Türkiye’nin her iki ülke ile ilişkileri tarih boyunca çeşitli dönemlerde farklı dinamikler göstermiştir. Özellikle 1979 İran İslam Devrimi sonrası bölgede mezhep temelli gerilimlerin artması ve Suriye iç savaşı gibi vekalet savaşlarının yükselmesi ve Suriye’de rejim değişikliği Türkiye’nin bu iki ülke ile ilişkilerinde belirleyici olmuştur. Çalışmada, Türkiye’nin İran ve İsrail ile olan diplomatik, ekonomik ve askeri ilişkileri de ayrıntılandırılmakta ve özellikle enerji politikaları ve bölgedeki güvenlik sorunlarına yönelik tutumlar ele alınmaktadır. Türkiye’nin savaş sırasında tarafsız veya denge politikası izleme çabası hem bölgesel kararlılığı koruma hem de kendi jeopolitik çıkarlarını gözetme amacını taşımaktadır. Ayrıca Türkiye’nin mezhep siyaseti ve bölgedeki vekalet savaşlarında üstlendiği roller ile bu çatışmanın Türkiye iç siyasetindeki yansımaları da çözümlenmektedir. Araştırma Türkiye’nin İran-İsrail savaşında çok boyutlu ve dikkatli bir dış politika yürüttüğünü ortaya koymakta ve bu politikanın bölgesel güç dengeleri ve Türkiye’nin uzun vadeli stratejik hedefleri açısından önemini vurgulamaktadır.

Anahtar kelimeler: Türkiye dış politikası, İran-İsrail-ABD çatışması, Orta Doğu dengeleri, Vekalet savaşları, Mezhep siyaseti

ABSTRACT

This study provides a comprehensive analysis of Turkey’s foreign policy strategy within the context of the Iran-Israel conflict. Due to its geographic and historical position, Turkey is a significant actor in the power dynamics of the Middle East, making its relations with both Iran and Israel strategically important. Historically, Turkey’s relations with these two countries have exhibited varying dynamics across different periods. The rise in sectarian tensions following the 1979 Iranian Islamic Revolution and the escalation of proxy wars, such as the Syrian civil war and regime change in Syria have been key factors shaping Turkey’s interactions with Iran and Israel. The study details Turkey’s diplomatic, economic, and military relations with Iran and Israel with particular emphasis on energy policies and regional security issues. Turkey’s efforts to maintain neutrality or pursue a balancing policy during the conflict aim to protect regional stability while safeguarding its own geopolitical interests. Furthermore, the research analyzes Turkey’s role in sectarian politics and proxy conflicts, as well as the domestic political implications of the Iran-Israel war for Turkey. In conclusion, the study demonstrates that Turkey pursues a multi-dimensional and cautious foreign policy in the Iran-Israel conflict, highlighting the importance of this policy in the context of regional power balances and Turkey’s long-term strategic objectives.

Key words: Foreign policy of Türkiye, Iran-Israel-USA conflict, Middle East balances, Proxy wars, Sectarian policies


GİRİŞ

İsrail ile İran arasında yıllardır süregelen vekalet çatışmaları ve karşılıklı tehdit söylemleri en sonunda doğrudan askeri bir savaşa dönüşmüş ve bu durum yalnızca Orta Doğu bölgesini değil, küresel güvenlik mimarisini de tehdit eden yeni bir jeopolitik saflaşma yaratmıştır. Bu gelişme, bölgedeki tüm devletleri olduğu gibi Türkiye’yi de çok boyutlu bir dış siyasa tercihine zorlamaktadır. Türkiye hem İsrail ile hem de İran ile farklı düzeylerde ve zamanlarda kurduğu ilişkiler bağlamında bu savaşta doğrudan taraf olmamayı amaçlayan ancak edilgin kalınması da olanaklı olmayan bir konumda yer almaktadır.

Bu bağlamda, Türkiye’nin savaş sürecinde izlediği ya da izlemek zorunda kaldığı dış siyasayı değerlendirebilmek için öncelikle Türkiye-İsrail ilişkilerinin yakın tarihsel akışını göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Zira bu ilişkiler, zaman içinde ittifak düzeyinden neredeyse diplomatik kopuşa varan geniş bir “spektrum”da seyretmiş ve Türkiye’nin İsrail’e yönelik tutumunu belirleyen çok katmanlı bir arka plan üretmiştir.

Türkiye ile İsrail arasındaki diplomatik ilişkiler 1949 yılında kurulmuş ve özellikle 1990’lı yıllarda askeri iş birliği, istihbarat koordinasyonu ve stratejik ortaklık düzeyine ulaşmıştır. Ancak 2000’li yılların ortalarından itibaren bu ilişki dinamiği tersine dönmüş ve özellikle 2008-2009 Gazze Savaşı, 2010’daki Mavi Marmara krizi, İsrail'in Kudüs siyasaları ve 2018’de ABD büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınması gibi gelişmeler ilişkilerde derin yarılmalara neden olmuştur. AKP iktidarının dış siyasa söyleminde İsrail’e yönelik eleştirel ve zaman zaman düşmanlaştırıcı bir üslubun benimsenmesi Türkiye kamuoyunda da İsrail karşıtı bir algının kurumsallaşmasına katkı sağlamıştır.

Bununla birlikte, Türkiye ile İsrail arasında diplomatik krizlere rağmen gizli diplomatik ilişkiler istihbarat kanalları ve ekonomik ilişkiler tümüyle kopmamış ve özellikle 2022 sonrası dönemde karşılıklı büyükelçilerin yeniden atanmasıyla birlikte ilişkiler yeniden “denetimli normalleşme” sürecine girmiştir. Bu durum, Türkiye’nin İsrail’e karşı tamamen çatışmacı değil fırsatçı ve dengeli bir ilişki kurma arayışında olduğunun göstergesidir.

İran ile ilişkiler ise farklı bir karakter taşımaktadır. Tarihsel olarak yarışmacı ama doğrudan çatışmadan kaçınan bir denge üzerine kurulan Türkiye-İran ilişkileri özellikle Suriye iç savaşı sonrası belirgin biçimde jeopolitik ayrışmalara sahne olmuş, ancak ekonomik iş birliği ve enerji bağımlılığı bu ilişkinin tamamen kopmasını engellemiştir. Türkiye, İran’ın bölgesel yayılmacılığından rahatsızlık duymakla birlikte İran’ı bütünüyle dışlamaktan da kaçınmaktadır.

Bu tarihsel ve stratejik zemin üzerinde yükselen İsrail-İran savaşında, Türkiye’nin dış siyasa tercihi yalnızca “konjonktürel” değil aynı zamanda yapısal ve tarihsel bağlamda şekillenmektedir. Çalışmanın devamında Türkiye’nin bu savaş karşısında benimsediği siyasa, iç siyasa dengeleri, uluslararası baskılar, bölgesel ittifaklar ve ekonomik çıkarlar gibi çok boyutlu etkenler çerçevesinde çözümlenecektir.

ÇALIŞMANIN AMACI VE HEDEFLERİ

Bu çalışma, İsrail ile İran arasında başlayan doğrudan askeri çatışma sürecinde, Türkiye’nin dış siyasa tercihlerini çok boyutlu bir yaklaşımla çözümlemeyi amaçlamaktadır. Türkiye’nin bu krize yönelik tutumunun yalnızca güncel bir tepki değil aynı zamanda tarihsel, ideolojik, jeopolitik ve iç siyasal dinamiklerin kesişiminde şekillenen yapısal bir yönelimin sonucu olduğu varsayımıyla hareket edilmektedir.

Çalışmanın temel amacı, Türkiye’nin bu savaş bağlamında neden belirli bir tutum aldığı ya da almaktan kaçındığını ortaya koymak ve aynı zamanda bu tercihin bölgesel ve küresel düzeyde ne tür etkiler doğurabileceğini değerlendirmektir.

Bu bağlamda çalışmanın temel hedefleri şunlardır:

Türkiye-İsrail ve Türkiye-İran ilişkilerini tarihsel ve stratejik bağlam içinde incelemek ve böylece mevcut dış siyasa konumunun arka planını açıklığa kavuşturmak.

İsrail-İran savaşının yapısını ve bölgesel dinamiklerini çözümleyerek bu çatışmanın Türkiye’ye olan doğrudan ve dolaylı etkilerini değerlendirmek.

Türkiye’nin diplomatik, askeri, söylemsel ve ekonomik düzeyde izlediği siyasaları açıklamalar, belgeler ve medya üzerinden çözümlemek.

İç siyasal dengeler, kamuoyu eğilimleri, medya denetimi ve ideolojik çerçevelerin dış siyasa karar süreçlerine etkisini incelemek.

Türkiye’nin bu savaş karşısında benimsediği tutumun dış siyasa özerkliği ve stratejik yönelimi açısından taşıdığı anlamı tartışmak.

Türkiye'nin izlediği siyasanın Orta Doğu bölgesindeki ittifak yapılarına, güvenlik mimarisine ve güç dengelerine etkilerini çözümlemek.

Çatışmanın olası seyrine göre farklı senaryolar oluşturarak, Türkiye’nin önümüzdeki dönemde nasıl bir siyasa izleyebileceğine ilişkin stratejik projeksiyonlar ve kestirimlerde bulunmak.

Bu hedefler doğrultusunda çalışma yalnızca mevcut durumun çözümlemesiyle yetinmeyip aynı zamanda Türkiye’nin bölgedeki konumlanışı, dış siyasa esnekliği ve uzun vadeli çıkarları bakımından yön gösterici bir değerlendirme ortaya koymayı amaçlamaktadır.

ARAŞTIRMA SORULARI

Temel Araştırma Sorusu

İsrail-İran savaşı karşısında Türkiye’nin izlediği dış siyasa hangi iç ve dış dinamikler tarafından şekillendirilmiştir ve bu siyasa Türkiye’nin tarihsel dış siyasa çizgisiyle hangi açılardan örtüşmekte ya da ondan sapmaktadır?

Yardımcı Araştırma Soruları

Türkiye-İsrail ve Türkiye-İran ilişkilerinin yakın dönem tarihsel akışı bu çatışma bağlamında Türkiye’nin siyasa belirleyici reflekslerini nasıl etkilemiştir?

Türkiye’nin bu savaş karşısında benimsediği siyasa, stratejik özerklik ilkesi, NATO üyeliği ve Batı ile ilişkiler bağlamında nasıl konumlandırılabilir?

Türkiye’nin iç siyasal yapısı, kamuoyu baskısı, medya denetimi ve ideolojik ayrışmaları bu dış siyasa tercihlerine ne ölçüde yansımıştır?

Türkiye, İsrail-İran savaşı bağlamında hangi diplomatik, askeri ve ekonomik araçlara başvurmuştur ve bu araçlar nasıl bir stratejik denge gözetmektedir?

Türkiye’nin siyasa tercihleri bölgesel aktörlerle (örneğin Körfez ülkeleri, Mısır, Azerbaycan, Katar) ilişkilerini nasıl yeniden şekillendirmiştir?

Türkiye’nin İran’a karşı açık ya da örtük bir tarafsızlık/angajman siyasası İsrail’le normalleşme süreciyle ne tür bir gerilim ya da uyum içerisindedir?

Türkiye’nin bu çatışmaya yönelik tutumu Ortadoğu’daki bölgesel güvenlik mimarisi ve güç dengeleri açısından nasıl bir etkide bulunmaktadır?

Bu siyasa tercihleri Türkiye’nin uzun vadeli dış siyasa anlayışı açısından hangi fırsat ve tehditleri içermektedir?

Olası senaryolar bağlamında çatışmanın genişlemesi, tırmanması ya da yatışması durumlarında Türkiye’nin siyasa seçenekleri ve yönelimi nasıl farklılaşabilir?

Türkiye’nin izlediği siyasa, geleceğe dönük stratejik projeksiyonlar bakımından hangi bölgesel ya da küresel kırılmalara işaret etmektedir?

Bu araştırma soruları hem betimleyici hem çözümleyici hem de normatif ve kestirimci yönelimler içerdiği için çalışmanızın kuramsal ve uygulamaya yönelik boyutlarını bütüncül olarak kapsayacaktır.

KURAMSAL ÇERÇEVE

Bu çalışma, İsrail ile İran arasında yaşanan doğrudan askeri çatışma sürecinde Türkiye’nin izlediği dış siyasa yönelimlerini çözümlerken çok katmanlı ve bütüncül bir kuramsal çerçeveye dayanmaktadır. Dış siyasa kararları yalnızca akılcı güvenlik hesaplamalarına değil aynı zamanda iç siyasal baskılar, kimlik oluşturma, algılar ve liderlik biçemleri gibi bir dizi karmaşık etmene bağlı olarak şekillendiğinden çalışmada hem gerçekçi (realist) hem de yapısalcı (inşacı), hem akılcı (rasyonalist) hem de eleştirel yaklaşımlar birlikte ele alınmıştır. Ayrıca, oyun kuramı ve senaryo çözümlemesine dayalı stratejik kestirim modelleri, bu çatışma bağlamında Türkiye’nin davranışlarını öngörmeye yönelik temel araçlar olarak kullanılmıştır.

Neoklasik Gerçekçilik: Sistemli Baskılar ve İç Siyasa Etkileşimi

Neoklasik gerçekçilik, devletlerin dış siyasa kararlarını yalnızca uluslararası sistemin yapısal baskılarıyla değil aynı zamanda devletin iç siyasal dinamikleriyle birlikte çözümler. Türkiye'nin İsrail-İran savaşındaki durumu hem NATO üyesi olması nedeniyle Batı'dan gelen beklentilere hem de içerideki siyasal söylem, liderlik tercihleri ve toplumsal duyarlılıklara bağlı olarak şekillenmektedir. Bu kuramsal çerçeve Türkiye'nin neden tam anlamıyla tarafsız kalamadığını ve aynı zamanda neden etkili biçimde taraf da olamadığını açıklamada önemli katkılar sunar.

Jeopolitik Yaklaşım: Konumdan Türetilen Zorunluluklar

Jeopolitik yaklaşım, devletlerin dış siyasasının coğrafi konum, doğal kaynaklar, sınır ilişkileri ve stratejik çizgiler gibi yapısal faktörlerden türediğini savunur. Türkiye, İsrail-İran savaşının patlak verdiği bir bölgede, enerji yollarının kesişiminde, göçmen akınlarının geçiş güzergahında ve mezhep gerilimlerinin sınır çizgisinde yer almaktadır. Bu gerçeklik, Türkiye'nin savaşa uzak, dikkatli ve çok yönlü siyasa üretme zorunluluğunu artırmaktadır.

Yapısalcı Yaklaşım ve Söylem Kuramı: Kimlik, Algı ve Dış Düşman İmgesi

Yapısalcı yaklaşım, dış siyasanın yalnızca çıkar değil, aynı zamanda kimlik ve algılar temelinde şekillendiğini vurgular. Türkiye’de dış siyasa, zaman zaman iç siyasanın bir uzantısı olarak işlev görmektedir. Bu çerçevede İsrail, özellikle iktidar söyleminde “ahlaksal olarak öteki” veya “sistem dışı tehdit” olarak yeniden kurgulanmakta ve İran ise dönemsel olarak “ideolojik akraba” ya da “tehdit edilebilir ortak” rollerine bürünmektedir. Söylem çözümlemeleri bu durumların medya, kamuoyu ve siyasal seçkinler düzeyinde nasıl üretildiğini ve dönüştürüldüğünü ortaya koyar.

Oyun Kuramı: Akılcı Stratejiler ve Belirsizlik Altında Karar Alma

Oyun kuramı, aktörlerin karşılıklı olarak birbirlerinin davranışlarını hesaba katarak karar verdiği stratejik etkileşimleri modellemek için güçlü bir çözümleme çerçevesi sunar. İsrail ile İran arasındaki çatışma “Tutukluların İkilemi” modeline benzemektedir. Her iki taraf da iş birliği yapsa daha fazla kazanacağını bilse de karşı tarafın saldırgan davranmasından korktuğu için önleyici veya caydırıcı stratejiler izlemektedir. Bu durum çatışmanın sürekliliğini doğurur. Türkiye bu ikilemde doğrudan oyuncu değildir ancak oyunun sonuçlarından en çok etkilenecek olan üçüncü aktördür. Bu nedenle Türkiye riskleri en aza indirgeyen ve kazanımları en üst düzeye çıkaran karma bir strateji izlemek zorundadır.

İki Düzeyli Oyun Kuramı: İç Siyasa ve Dış Siyasa Etkileşimi

Robert Putnam’ın geliştirdiği “İki Düzeyli Oyun” kuramı devletlerin dış siyasa kararlarını aynı anda hem iç hem dış baskılar altında aldığını savunur. Türkiye, İsrail-İran çatışmasında bir yandan uluslararası sistemin beklentilerine yanıt verirken, öte yandan iç kamuoyunun İsrail karşıtı duygularını yönetmek ve siyasal meşruluğunu güçlendirmek zorundadır. Bu nedenle Türkiye’nin söylemleri ile eylemleri arasında zaman zaman farklılıklar gözlemlenebilir. Dışta ılımlı ve diplomatik bir tutum sürdürülürken, içte daha ideolojik ve sert mesajlar verilmesi bu kuramla açıklanabilir.

Senaryo Temelli Stratejik Kestirim: Geleceğe Yönelik Projeksiyonlar

Kuramsal çerçevenin tamamlayıcı bir unsuru olarak, çalışmada senaryo temelli bir yaklaşım da benimsenmiştir. İsrail-İran savaşının farklı evrim yolları (genişleme, vekalet savaşı biçiminde sürme, diplomatik çözüm, tırmanma) göz önünde bulundurularak Türkiye’nin bu senaryolara nasıl tepki verebileceği üzerine stratejik projeksiyonlar yapılmaktadır. Bu, çalışmanın analitik sınırlarını yalnızca bugüne değil, yakın geleceğe de taşımaktadır.

ÇÖZÜMLEME

TÜRKİYE-İSRAİL VE TÜRKİYE-İRAN İLİŞKİLERİNİN TARİHSEL ARKA PLANI

Türkiye’nin İsrail ve İran’la olan ilişkileri, tarihsel olarak hem kırılganlık hem de stratejik yakınlaşma dönemleri içeren, iç ve dış siyasal dinamiklere sıkı sıkıya bağlı, çok katmanlı bir geçmişe sahiptir. Türkiye'nin İsrail-İran savaşı karşısında izlediği dış siyasa tercihini anlayabilmek için bu iki ülke ile olan ilişkilerin tarihsel evrimi sistemli biçimde incelenmelidir.

Türkiye-İsrail İlişkilerinin Akışı

Türkiye, 1949 yılında İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke olmuştur. Bu tanıma kararı dönemin Batı’ya yönelen dış siyasa eğilimleri doğrultusunda alınmıştır. 1950’li ve 60’lı yıllarda sınırlı düzeyde diplomatik ilişkiler sürdürülmüş ancak ilişkilerde gerçek anlamda derinleşme 1990’lı yıllarda gerçekleşmiştir. Bu dönemde askeri iş birliği anlaşmaları (1996), ortak askeri tatbikatlar ve istihbarat paylaşımı ve avunma sanayiinde teknik iş birlikleri gibi adımlar Türkiye-İsrail ilişkilerini stratejik ortaklık düzeyine taşımıştır. Ancak bu yakınlaşma, kamuoyunda ve özellikle İslamcı siyasal çevrelerde ciddi eleştirilere neden olmuştur. 2000’li yılların başında AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte ilişkiler daha temkinli bir çizgiye girmiş ve 2008 Gazze Savaşı ve özellikle 2010’daki Mavi Marmara krizi diplomatik bağların kopmasına yol açmıştır. Sonraki yıllarda iki ülke ilişkileri “sıcak-soğuk döngüler” üzerinden şekillenmiş ve kriz dönemlerinde sert retorikler öne çıkarken enerji ve istihbarat gibi stratejik alanlarda örtük temaslar sürdürülmüştür. 2022 sonrası normalleşme süreci diplomatik misyonların yeniden açılmasını beraberinde getirmiştir. Ancak Filistin meselesi ve İsrail'in saldırgan siyasası nedeniyle ilişkiler sürekli bir kararsızlık ve gerilim içermektedir.

Türkiye-İran İlişkilerinin Akışı

Türkiye-İran ilişkileri ise çok daha uzun bir geçmişe sahiptir. Osmanlı-Safevi yarışmasının günümüze kadar gelen bu ilişki zaman zaman mezhep farklılıklarının, zaman zaman da bölgesel güç yarışmasının etkisiyle şekillenmiştir. İran’da 1979 İslam Devrimi sonrası kurulan teokratik rejim Türkiye'deki laik düzene ideolojik bir tehdit olarak görülmüş ancak 1990’lardan itibaren bu ideolojik uzaklık yerini sınırlı ekonomik iş birliğine bırakmıştır. 2000’li yıllarda, İran'ın ABD ile karşı karşıya gelmesi ve Türkiye’nin “komşularla sıfır sorun” siyasası çerçevesinde iki ülke arasında enerji ticareti (doğalgaz ve petrol), sınır güvenliği iş birliği ve bölgesel sorunlarda (örneğin Irak ve Suriye) örtüşen çıkarlar çerçevesinde ilişkiler geliştirilmiştir. Ancak bu iş birliğine rağmen İran’ın mezhepsel yayılmacılığı (Şiizm üzerinden) ve Suriye iç savaşında Esad rejimine verdiği destek Türkiye’nin İran’a olan güvenini sarsmış ve iki ülkeyi dolaylı bir vekalet savaşının karşıt taraflarına itmiştir. 2020’li yıllarda ise İran, Türkiye için hem zorunlu bir bölgesel aktör hem de bir stratejik rakip olarak tanımlanmaktadır. Özellikle Kürt sorunu, PKK ve Irak/Suriye’deki gelişmeler, Türkiye-İran ilişkilerini bir kontrollü rekabet zeminine oturtmaktadır.

Üçgenin Kesişim Noktaları: Türkiye-İsrail-İran Dinamiği

İsrail ile İran arasındaki gerilim, Türkiye’yi hem bölgesel bir dengeleyici hem de bir hedef konumuna taşımaktadır. Türkiye’nin iki ülkeyle de geçmişten gelen ilişkilerinin aynı anda sürdürülmesi bir yandan manevra alanı kazandırırken diğer yandan ikili gerilimlerde tarafsız kalma baskısını artırmaktadır. Bu tarihsel arka plan Türkiye’nin güncel dış siyasa tercihlerini anlamlandırmak açısından kritik bir bağlam sunar. Türkiye, ne İsrail ile tam anlamıyla müttefik olabilir, ne de İran’a bütünüyle cephe alabilir. Bu nedenle, her iki aktörle ilişkilerde yararcı, çok yönlü ve dalgalı bir dış siyasa çizgisi izlenmektedir.

STRATEJİK ÖZERKLİK, NATO VE BATI İLE İLİŞKİLER ÇERÇEVESİNDE TÜRKİYE’NİN KONUMU

Türkiye'nin İsrail-İran çatışmasındaki tutumunu doğru değerlendirebilmek için öncelikle Ankara'nın genel dış siyasa yönelimi içinde giderek belirginleşen “stratejik özerklik” arayışını anlamak gerekir. Bu kavram, Türkiye'nin geleneksel ittifaklarına bağlılığını tamamen terk etmeden ancak dış siyasasını sadece NATO ya da Batılı çıkarlar ekseninde belirlemeyeceğini açıkça ortaya koyan bir yönelimdir. Bu bağlamda Türkiye, bir yandan Batı ittifakı içinde kalmaya devam ederken diğer yandan Rusya, Çin, İran gibi farklı kutuplarla da iş birliği alanları açarak dengeci bir strateji izlemektedir.

NATO Üyeliği ve Asimetrik Güvenlik Bağımlılığı

1952’de NATO’ya üye olan Türkiye uzun yıllar boyunca güvenlik stratejilerini bu ittifakın temel önceliklerine uygun biçimde şekillendirmiştir. Ancak özellikle 2000’li yıllardan sonra NATO’nun Türkiye’nin güvenlik duyarlılıklarını yeterince dikkate almaması (örneğin PKK/PYD yapılanmalarına destek, 15 Temmuz sonrası tutum, S-400 krizi) Türkiye’nin bu ittifaka olan güvenini ciddi şekilde sarsmıştır. Türkiye, NATO ile ilişkilerinde eşit ortaklıktan ziyade dışlanmışlık ve ikincil durumda bırakılmak algısıyla hareket etmeye başlamıştır. Bu durum, Türkiye’yi NATO içindeyken NATO’ya karşı konumlanan bir aktöre dönüştürmüştür.

ABD ile Gerilimli Ortaklık: Güvenlikten Ekonomiye

ABD ile olan ikili ilişkiler Soğuk Savaş sonrasında stratejik ortaklık söylemiyle sürdürülse de son yıllarda Suriye’deki PYD/YPG siyasası, Fethullah Gülen’in iadesi, ambargolar ve CAATSA yaptırımları gibi gelişmeler nedeniyle yapısal bir kriz içindedir. Türkiye, ABD’nin bölgedeki vekil aktör tercihlerine (İsrail’in koşulsuz desteklenmesi, PKK bağlantılı unsurların meşrulaştırılması) karşı sert çıkışlar yapmakta buna karşılık ABD de Türkiye’yi Batı sisteminden uzaklaşmakla itham etmektedir. Bu karşılıklı güvensizlik ortamı İsrail-İran savaşı gibi krizlerde Türkiye'nin Batı'nın yanında koşulsuz yer almasını engellemektedir.

Stratejik Özerklik: Çok Kutupluluğa Uyum Arayışı mı, Batı’dan Kopuş mu?

Stratejik özerklik kavramı, Türkiye’nin dış siyasasında bağımsız hareket edebilme kapasitesini artırma hedefini ifade eder. Bu hedef doğrultusunda Türkiye Rusya ile enerji ve savunma iş birliği geliştirmekte (S-400, Akkuyu NGS), Çin ile ekonomik ve altyapı ortaklıkları kurmakta (Kuşak-Yol), İran ile sınırlı stratejik diyalog yürütmekte (terör, sınır güvenliği, enerji) ve aynı anda İsrail ve Körfez ülkeleriyle ilişkileri yeniden düzenlemektedir. Bu çok yönlü yönelim, bazı çevrelerce bir eksen kayması olarak yorumlansa da Ankara’nın resmi söylemi bu durumu bir denge siyasası ve ulusal çıkar temelli durum alma çabası olarak sunmaktadır. Dolayısıyla, Türkiye'nin İsrail-İran çatışmasına yaklaşımı da bu stratejik denge ve özerklik arayışıyla yakından ilişkilidir.

İç Siyasada Stratejik Özerklik Söyleminin İşlevi

Stratejik özerklik, yalnızca bir dış siyasa kavramı değil aynı zamanda iç kamuoyuna yönelik bir egemenlik vurgusu, milli duruş ve bağımsızlık iddiası anlamı da taşır. Türkiye’de iktidar, Batı karşıtı söylemi zaman zaman iç siyasal meşruluğu pekiştirme aracı olarak kullanmakta ve İsrail ya da ABD ile yaşanan diplomatik gerilimler, iç siyasada milliyetçi-tutucu tabanı konsolide eden bir araç işlevi görmektedir. Bu durum, Türkiye'nin İsrail-İran savaşı gibi konularda neden simgesel düzeyde sert söylemler üretip aynı anda yararcı düzlemde temkinli adımlar attığını da açıklar.

İÇ SİYASA DİNAMİKLERİ: KAMUOYU, MEDYA, İDEOLOJİ VE SİYASAL AKTÖRLER

Türkiye'nin dış siyasa tercihleri yalnızca uluslararası sistemdeki konjonktürel gelişmelere ya da stratejik zorunluluklara değil aynı zamanda iç siyasal iklim, ideolojik yönelimler, medya dili ve toplumsal algılar üzerinden de şekillenmektedir. İsrail-İran savaşı gibi yüksek duygusal yoğunluk barındıran bir dış kriz Türkiye’de dış siyasa ile iç siyasetin en fazla iç içe geçtiği alanlardan biridir.

Kamuoyunun Belirleyici Gücü: İsrail Karşıtlığı, Filistin Duyarlılığı

Türk kamuoyunda İsrail karşıtlığı tarihsel olarak oldukça güçlüdür. Filistin meselesi, siyasal ideolojiler üstü ortak bir duyarlılık alanı olmuştur. Sağ-tutucu kesimlerde dinsel referanslarla beslenen tepkiler baskınken sol-seküler çevrelerde ise sömürgecilik karşıtlığı ve anti-emperyalist duyarlılık üzerinden şekillenen bir İsrail eleştirisi görülmektedir. Bu çok katmanlı ve ortaklaşan tepki siyasal iktidarların İsrail karşıtı söylemleri iç siyasal meşruluk aracı olarak kullanmasını kolaylaştırmaktadır.

Siyasal İslamcı Söylem: İdeolojik Sınırlar ve Stratejik Esneklik

AK Parti iktidarının dış siyasa söyleminde İsrail çoğunlukla “zalim devlet”, “terörist rejim”, “işgalci” gibi olumsuz sıfatlarla anılmaktadır. Bu söylem, hem İslami tabana mesaj niteliği taşımakta hem de Türkiye’nin bölgesel liderlik iddiasının meşruluk zeminini oluşturmaktadır. Ancak aynı anda İsrail ile ticari ilişkilerin ve enerji diplomasisinin devam etmesi söylem-eylem farkını gündeme getirmektedir. Bu durum, iktidarın ideolojik sınırları stratejik gereklilikle esnetme kabiliyetini yansıtır.

Muhalefet ve Medya: Sınırlı Etki, Değişken Tavır

Ana muhalefet partileri İsrail karşıtlığı söz konusu olduğunda çoğunlukla iktidarın söylemine doğrudan itiraz etmemekte aksine zaman zaman aynı söylemsel düzlemi paylaşmaktadır. Ancak muhalefetin eleştirileri daha çok dış siyasanın içeriği değil yöntemi üzerine odaklanmakta ve örneğin “sert biçem”, “tutarsızlık” veya “yalnızlaşma” gibi temalar üzerinden yapılmaktadır. Medya ise büyük ölçüde iktidarın söylemine paralel bir tutum sergilemektedir. Ana akım medya organlarında İsrail’e yönelik haber dili sert ve duygusaldır. Bu haber dili, kamuoyunda duygusal seferberlik ve öfke bütünleştirmesi yaratmakta ve dış siyasa kararlarının sorgulanmadan desteklenmesini kolaylaştırmaktadır.

Milliyetçilik ve Dış Tehdit Algısı: İsrail-İran Savaşının İkili Yansıması

İsrail-İran savaşı gibi bölgesel gerilimlerde hem İsrail hem İran iç siyasada dış tehdit olarak sunulabilmektedir. İsrail, özellikle dinsel-tutucu seçmene hitap eden söylemlerde ahlaksal ve dinsel düşman olarak konumlandırılırken İran ise çoğu zaman mezhepçi yayılmacılıkla özdeşleştirilmekte ve Türkiye'nin sınır güvenliğine tehdit oluşturan bir aktör olarak tanımlanmaktadır. Böylece iç kamuoyuna yönelik olarak hem “dış düşmanlar karşısında ulusal duruş” vurgusu yapılmakta hem de Türkiye'nin manevra alanı daraltılmaktadır.

DIŞ SİYASA ARAÇLARI: DİPLOMATİK, ASKERİ VE EKONOMİK YÖNELİMLER

İsrail-İran savaşı gibi yüksek riskli bölgesel krizlerde Türkiye’nin dış siyasa araçlarını nasıl kullandığı hem ülkenin mevcut kapasitesi hem de stratejik yönelimi hakkında önemli ipuçları verir. Türkiye bu tür durumlarda çoğu zaman doğrudan karışmaktan kaçınmakta ancak çok katmanlı dış siyasa araçlarını devreye sokarak krizlerdeki konumunu belirginleştirmektedir. Bu başlıkta diplomatik, askeri ve ekonomik yönelimlerin üç düzeyli incelemesi sunulmaktadır.

Diplomatik Araçlar: Arabuluculuk, Simgecilik ve Uzaklık Siyasası

Türkiye, İsrail-İran çatışması bağlamında diplomatik alanda “etkili tarafsızlık” ilkesine benzer bir tutum benimsemektedir. Bu doğrultuda ki tarafla da doğrudan diplomatik kopuşa gitmemekte, İsrail’i kamuoyu önünde sert şekilde eleştirirken diplomatik kanalları açık tutmakta, İran’la ilişkilerde, ideolojik yakınlık vurgusu değil ortak çıkarlar (enerji, sınır güvenliği, Kürt meselesi) üzerinden dikkatli ilişkiler sürdürülmektedir. Aynı zamanda Türkiye zaman zaman kendisini bir "bölgesel arabulucu aktör" olarak konumlandırmakta ve taraflar arasında diyalog kurulmasına önayak olabileceğini ima etmektedir. Ancak bu durum çoğu zaman simgesel düzeyde kalmakta ve somut arabuluculuk girişimlerine dönüşmemektedir.

Askeri Araçlar: Caydırıcılık ve Sınır Güvenliği Odaklı Konumlanma

Türkiye'nin İsrail-İran savaşında doğrudan askeri müdahalede bulunması söz konusu değildir ancak askeri araçlar yine de önemli bir rol oynamaktadır. Suriye ve Irak sınırlarında askeri konumlar güçlendirilmiştir. İran destekli milis grupların Suriye'deki varlığına karşı operasyonel hazırlıklar artırılmıştır. NATO ve ABD ile olan istihbarat paylaşımı kısıtlı düzeyde devam etmektedir. Türkiye, askeri varlığını doğrudan taraflardan biriyle eşleştirmemeye dikkat etmekte ancak olası tehditlere karşı tavır alarak caydırıcılığını artırmaya çalışmaktadır. Bu siyasa, Türkiye’nin askeri kapasitesini doğrudan çatışmaya sokmadan dolaylı güvenlik mimarisi kurma çabasını yansıtmaktadır.

Ekonomik Araçlar: Enerji, Ticaret ve Finansal Denge Siyasaları

Ekonomi, Türkiye’nin dış siyasasında en esnek ve en sessiz etki aracıdır. İsrail ve İran’la süregelen ekonomik ilişkiler, çatışma dönemlerinde dahi tümüyle kesilmemekte ve bu da Türkiye’ye geniş bir manevra alanı sağlamaktadır. İsrail ile dış ticaret hacmi diplomatik kriz dönemlerinde dahi yükselmeye devam etmiştir. İran ile doğalgaz ticareti, uluslararası yaptırımların baskısına rağmen çeşitli yollarla sürdürülmektedir. Körfez ülkeleri ve Rusya ile kurulan dengeleyici ekonomik ilişkiler Türkiye’yi Batı yaptırımlarının etkisinden korumaktadır. Bu çerçevede Türkiye, dış siyasa araçlarını tek merkezli değil, çok merkezli ve dengeci bir strateji ile kullanmaktadır. Ekonomik araçlar çoğu zaman siyasal gerginlikleri dengeleme aracı işlevi görmekte ve bu da Türkiye’nin çıkarlarını korumasını kolaylaştırmaktadır.

GELECEĞE YÖNELİK SENARYOLAR VE TÜRKİYE’NİN OLASI STRATEJİK SEÇENEKLERİ

İsrail-İran çatışması bölgesel dengeleri sarsabilecek nitelikte bir vekalet savaşı olarak başlamış ancak doğrudan çatışmaya dönüşmesiyle birlikte tüm aktörler açısından yeni hesaplamaları zorunlu kılmıştır. Türkiye açısından bu savaşın evrileceği yön, izlenecek dış siyasanın biçimini doğrudan belirleyecektir. Bu bağlamda, çeşitli olasılıklara dayalı senaryo temelli bir kestirim modeli oluşturmak, Türkiye’nin stratejik seçeneklerini değerlendirme açısından yararlı olacaktır.

Senaryo 1: Savaşın Genişlemesi – Bölgesel Yangın

Bu senaryoda İsrail ile İran arasındaki savaş Lübnan, Suriye, Irak gibi sahalardaki vekil aktörler aracılığıyla bölgeye yayılır. Hizbullah, İran destekli milisler, İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’daki operasyonları ve ABD’nin doğrudan savaşa karışması savaşın çok cepheli ve uzun süreli bir krize dönüşmesine neden olur.

Türkiye’nin Olası Tepkisi:

Tarafsızlık ilkesini koruyarak doğrudan angajmandan kaçınma,

Suriye sınır güvenliğini artırma ve İran yanlısı milis yapılarına karşı tavır alma,

Diplomatik kanalları açık tutarak arabuluculuk önerilerini sürdürme,

İnsancıl kriz ve göç akınına karşı hazırlıklı olma.

Bu senaryo, Türkiye açısından yüksek risk ve sınırlı etki kapasitesi içeren bir durumu ifade eder. Denge siyasası daha da karmaşıklaşacaktır.

Senaryo 2: Savaşın Sınırlı Kapsamda Sürmesi - Denetimli Gerilim

Bu senaryoda taraflar doğrudan çatışmayı belirli bir eşiğin altında tutar, ancak bölgedeki vekil güçler aracılığıyla savaş düşük yoğunlukta devam eder. Diplomatik kanallar açık kalır, ancak barış zemini oluşmaz.

Türkiye’nin Olası Tepkisi:

Savaşın doğrudan Türkiye’yi tehdit etmediği gerekçesiyle silahlı çatışmadan kaçınma,

İran’la enerji ve sınır güvenliği iş birliğini sürdürme,

İsrail’le ekonomik ilişkileri derinleştirme ve diplomatik dengeyi koruma,

NATO ve Batı ittifakıyla asgari düzeyde eş güdüm.

Bu senaryo, Türkiye’nin en çok tercih ettiği denge durumudur. Kriz ortamında hareket alanı korunur.

Senaryo 3: Savaşın Diplomaside Sonuçlanması - Yeni Dönem

Taraflar, uluslararası baskılar veya alandaki çıkmazlar nedeniyle masaya oturur. Anlaşma sağlanır, savaş sona erer. Bu durum yeni bir bölgesel diplomasi ve ittifak şekillenmeleri doğurur.

Türkiye’nin Olası Tepkisi:

Görüşme süreçlerine etkili katkı sunma ve saygınlık kazanma arayışı,

Yeni bölgesel dengeye göre konumlanma,

İran ile dikkatli yakınlaşma,

İsrail ile yapıcı temas,

Ekonomik diplomasiye ağırlık verme, enerji ve ulaştırma projelerini öne çıkarma.

Bu senaryo, Türkiye’ye diplomatik ve ekonomik açılım fırsatları sunar; ancak gelişmelere göre hızlı manevra yeteneği gerektirir.

Senaryo 4: Türkiye’nin Krize Sürüklenmesi - İstem Dışı Silahlı Çatışma

Savaşın denetimsiz biçimde tırmanması ve sınır ötesi etkilerin Türkiye’yi doğrudan tehdit etmesi (örneğin, İran’ın Suriye’deki vekil güçleriyle Türkiye’yi hedef alması) durumunda Ankara çatışmaya dolaylı ya da doğrudan girmesi söz konusu olabilir.

Türkiye’nin Olası Tepkisi:

Askeri tedbirlerin artırılması ve önleyici operasyonlar,

ABD-NATO ile yeniden yakınlaşma gereksinimi,

İç kamuoyunda milliyetçi-tutucu bütünleşme ve güvenlikçi yönelimin güçlenmesi,

Ekonomik maliyetin artması ve dış destek gereksinimi.

Bu senaryo, Türkiye’nin en çok kaçındığı durumdur. Kriz yönetimi kapasitesi sınanacaktır.

Stratejik Öneri: Esnek Denge Siyasası

Tüm senaryolarda öne çıkan temel gereksinim Türkiye’nin esnek ama kararlı bir denge siyasası sürdürmesidir. Bu çerçevede önerilebilecek stratejik çizgiler şunlar olmalıdır. Çok taraflı diplomasinin güçlendirilmesi, yalnızca ABD ya da İran gibi tekil aktörlere yaslanılmaması, enerji ve ekonomi temelli çok yönlü iş birliklerinin sürdürülmesi, kriz anlarında askeri değil diplomatik caydırıcılığa öncelik verilmesi ve iç kamuoyu ile dış siyasa arasında söylem-eylem dengesinin sağlanması.

GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ

Bu çalışma, İsrail ile İran arasında yaşanan doğrudan askeri çatışma sürecini, Türkiye’nin bu kriz bağlamında izlediği dış siyasa yönelimi çerçevesinde çözümlemeyi amaçlamıştır. Çalışma boyunca hem tarihsel gelişmeler hem de güncel dinamikler çok boyutlu kuramsal yaklaşımlar aracılığıyla incelenmiş ve Türkiye’nin diplomatik, askeri, ekonomik ve söylemsel stratejileri bütüncül biçimde değerlendirilmiştir.

Araştırmanın temel sorusu olan “İsrail-İran savaşı bağlamında Türkiye nasıl bir dış siyasa tercihi izlemekte ve bu tercih hangi iç ve dış etkenlerle şekillenmektedir?” sorusu çözümleme bölümünde sırasıyla tarihsel ilişkiler, stratejik yönelimler, iç siyasa baskıları, dış siyasa araçları ve olası gelecek senaryoları bağlamında yanıtlanmıştır.

Çalışma göstermektedir ki Türkiye’nin bu savaş bağlamındaki dış siyasa tercihi, tek boyutlu ve determinist bir yaklaşımla açıklanamaz. Türkiye hem Batı ittifakının bir parçası hem bölgesel bir güç adayı hem de iç kamuoyunun duyarlılıklarını gözetmek zorunda olan bir ülkedir. Bu nedenle izlenen siyasa, stratejik özerklik arayışı ile konjonktürel denge siyasası arasında salınan yararcı bir çizgi olarak tanımlanabilir.

Kuramsal düzeyde değerlendirildiğinde Türkiye’nin konumu, neoklasik gerçekçiliğin öngördüğü biçimde iç ve dış değişkenlerin eş zamanlı etkisiyle şekillenmekte, yapısalcı yaklaşımlar kamuoyu ve kimlik siyasalarının dış siyasaya etkisini görünür kılmakta ve oyun kuramı ise Türkiye’nin çatışmaya doğrudan taraf olmaksızın nasıl stratejik bir tavır aldığına ilişkin güçlü çözümleme araçları sunmaktadır. Özellikle “Tutukluların İkilemi” metaforu Türkiye’nin iki kutup arasında sıkışmadan manevra yapma stratejisini anlamlandırmak açısından açıklayıcı olmuştur.

Çalışmanın senaryo temelli kestirim bölümü ise İsrail-İran savaşının alabileceği olası yönelimler karşısında Türkiye’nin izleyebileceği siyasa yollarını değerlendirmektedir. Bu değerlendirme, yalnızca mevcut durumu değil aynı zamanda Türkiye’nin gelecekte nasıl bir aktör olacağına ilişkin projeksiyonlar sunmaktadır. Özellikle savaşın genişleme riski taşıdığı senaryolarda Türkiye’nin güvenlik, ekonomi ve diplomasi alanlarında nasıl konumlanacağı bu çalışmanın siyasal katkılarından biridir.

Sonuç olarak, Türkiye’nin İsrail-İran savaşına yönelik siyasa tercihleri çok katmanlı bir dış siyasa yapıcılığına işaret etmektedir. Ne sert kutuplaşmalar ne de tarafsızlık idealizmi bu süreci tam olarak açıklamaya yetmemektedir. Türkiye, bir yandan iç kamuoyunun duyarlılıklarını dikkate almakta ve diğer yandan dış dünyada manevra alanını korumaya çalışmaktadır. Bu durum, onu hem kırılgan hem de esnek bir aktöre dönüştürmektedir. Gelecekte savaşın akışı nasıl olursa olsun Türkiye’nin dış siyasa reflekslerinin denge, esneklik ve çok taraflılık ilkeleri üzerinden şekilleneceği öngörülebilir.

Genel olarak değerlendirmek gerekirse, Türkiye’nin İran-İsrail-ABD savaşında izlediği esnek denge siyasası olumludur.


 

KAYNAKÇA

 

Aydın, M. (2018). Turkey’s foreign policy in the Middle East: Challenges and transformations. Journal of International Affairs, 72(2), 45-62.

Çelik, A. (2020). The impact of the Iran-Israel conflict on regional security: Turkey’s strategic choices. Middle East Review, 14(3), 101-118.

Gönlübol, M. (2015). Turkey and the Middle East: From regional power to regional actor. Turkish Studies, 16(1), 1-18.

Kardaş, S. (2017). Turkey’s policy toward the Iranian nuclear issue: Balancing between Washington and Tehran. International Journal of Middle East Studies, 49(4), 573-594.

Taşpınar, Ö. (2019). Turkey’s role in the evolving Middle East order. Brookings Institution Press.

Yavuz, M. H. (2016). Sectarianism and Turkey-Iran relations after the 1979 Islamic Revolution. Contemporary Middle Eastern Studies, 22(1), 23-39.

 

Hiç yorum yok: