İsrail-İran-ABD Savaşı ve Türkiye’nin Siyasa
Seçenekleri
Prof. Dr.
Firuz Demir YAŞAMIŞ
ÖZET
Bu çalışma, Türkiye’nin İran-İsrail
savaşı bağlamında izlediği dış politika stratejisini kapsamlı şekilde çözümlemektedir.
Türkiye, coğrafi ve tarihsel konumu nedeniyle Orta Doğu’daki güç dengelerinde
önemli bir aktör olarak yer almakta ve İran ve İsrail ile ilişkileri ise bu
bağlamda stratejik bir öneme sahiptir. Türkiye’nin her iki ülke ile ilişkileri
tarih boyunca çeşitli dönemlerde farklı dinamikler göstermiştir. Özellikle 1979
İran İslam Devrimi sonrası bölgede mezhep temelli gerilimlerin artması ve Suriye
iç savaşı gibi vekalet savaşlarının yükselmesi ve Suriye’de rejim değişikliği Türkiye’nin
bu iki ülke ile ilişkilerinde belirleyici olmuştur. Çalışmada, Türkiye’nin İran
ve İsrail ile olan diplomatik, ekonomik ve askeri ilişkileri de
ayrıntılandırılmakta ve özellikle enerji politikaları ve bölgedeki güvenlik sorunlarına
yönelik tutumlar ele alınmaktadır. Türkiye’nin savaş sırasında tarafsız veya
denge politikası izleme çabası hem bölgesel kararlılığı koruma hem de kendi
jeopolitik çıkarlarını gözetme amacını taşımaktadır. Ayrıca Türkiye’nin mezhep
siyaseti ve bölgedeki vekalet savaşlarında üstlendiği roller ile bu çatışmanın
Türkiye iç siyasetindeki yansımaları da çözümlenmektedir. Araştırma Türkiye’nin
İran-İsrail savaşında çok boyutlu ve dikkatli bir dış politika yürüttüğünü
ortaya koymakta ve bu politikanın bölgesel güç dengeleri ve Türkiye’nin uzun
vadeli stratejik hedefleri açısından önemini vurgulamaktadır.
Anahtar
kelimeler: Türkiye dış politikası,
İran-İsrail-ABD çatışması, Orta Doğu dengeleri, Vekalet savaşları, Mezhep
siyaseti
ABSTRACT
This study provides a comprehensive analysis of Turkey’s foreign policy
strategy within the context of the Iran-Israel conflict. Due to its geographic
and historical position, Turkey is a significant actor in the power dynamics of
the Middle East, making its relations with both Iran and Israel strategically
important. Historically, Turkey’s relations with these two countries have
exhibited varying dynamics across different periods. The rise in sectarian
tensions following the 1979 Iranian Islamic Revolution and the escalation of
proxy wars, such as the Syrian civil war and regime change in Syria have been
key factors shaping Turkey’s interactions with Iran and Israel. The study
details Turkey’s diplomatic, economic, and military relations with Iran and
Israel with particular emphasis on energy policies and regional security
issues. Turkey’s efforts to maintain neutrality or pursue a balancing policy
during the conflict aim to protect regional stability while safeguarding its
own geopolitical interests. Furthermore, the research analyzes Turkey’s role in
sectarian politics and proxy conflicts, as well as the domestic political
implications of the Iran-Israel war for Turkey. In conclusion, the study
demonstrates that Turkey pursues a multi-dimensional and cautious foreign
policy in the Iran-Israel conflict, highlighting the importance of this policy
in the context of regional power balances and Turkey’s long-term strategic
objectives.
Key words: Foreign policy of Türkiye, Iran-Israel-USA conflict,
Middle East balances, Proxy wars, Sectarian policies
GİRİŞ
İsrail ile İran arasında yıllardır
süregelen vekalet çatışmaları ve karşılıklı tehdit söylemleri en sonunda
doğrudan askeri bir savaşa dönüşmüş ve bu durum yalnızca Orta Doğu bölgesini
değil, küresel güvenlik mimarisini de tehdit eden yeni bir jeopolitik saflaşma
yaratmıştır. Bu gelişme, bölgedeki tüm devletleri olduğu gibi Türkiye’yi de çok
boyutlu bir dış siyasa tercihine zorlamaktadır. Türkiye hem İsrail ile hem de
İran ile farklı düzeylerde ve zamanlarda kurduğu ilişkiler bağlamında bu
savaşta doğrudan taraf olmamayı amaçlayan ancak edilgin kalınması da olanaklı
olmayan bir konumda yer almaktadır.
Bu bağlamda, Türkiye’nin savaş
sürecinde izlediği ya da izlemek zorunda kaldığı dış siyasayı
değerlendirebilmek için öncelikle Türkiye-İsrail ilişkilerinin yakın tarihsel akışını
göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Zira bu ilişkiler, zaman içinde ittifak
düzeyinden neredeyse diplomatik kopuşa varan geniş bir “spektrum”da seyretmiş
ve Türkiye’nin İsrail’e yönelik tutumunu belirleyen çok katmanlı bir arka plan
üretmiştir.
Türkiye ile İsrail arasındaki
diplomatik ilişkiler 1949 yılında kurulmuş ve özellikle 1990’lı yıllarda askeri
iş birliği, istihbarat koordinasyonu ve stratejik ortaklık düzeyine ulaşmıştır.
Ancak 2000’li yılların ortalarından itibaren bu ilişki dinamiği tersine dönmüş
ve özellikle 2008-2009 Gazze Savaşı, 2010’daki Mavi Marmara krizi, İsrail'in
Kudüs siyasaları ve 2018’de ABD büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınması gibi
gelişmeler ilişkilerde derin yarılmalara neden olmuştur. AKP iktidarının dış
siyasa söyleminde İsrail’e yönelik eleştirel ve zaman zaman düşmanlaştırıcı bir
üslubun benimsenmesi Türkiye kamuoyunda da İsrail karşıtı bir algının
kurumsallaşmasına katkı sağlamıştır.
Bununla birlikte, Türkiye ile İsrail
arasında diplomatik krizlere rağmen gizli diplomatik ilişkiler istihbarat
kanalları ve ekonomik ilişkiler tümüyle kopmamış ve özellikle 2022 sonrası
dönemde karşılıklı büyükelçilerin yeniden atanmasıyla birlikte ilişkiler
yeniden “denetimli normalleşme” sürecine girmiştir. Bu durum, Türkiye’nin
İsrail’e karşı tamamen çatışmacı değil fırsatçı ve dengeli bir ilişki kurma
arayışında olduğunun göstergesidir.
İran ile ilişkiler ise farklı bir
karakter taşımaktadır. Tarihsel olarak yarışmacı ama doğrudan çatışmadan
kaçınan bir denge üzerine kurulan Türkiye-İran ilişkileri özellikle Suriye iç
savaşı sonrası belirgin biçimde jeopolitik ayrışmalara sahne olmuş, ancak
ekonomik iş birliği ve enerji bağımlılığı bu ilişkinin tamamen kopmasını
engellemiştir. Türkiye, İran’ın bölgesel yayılmacılığından rahatsızlık duymakla
birlikte İran’ı bütünüyle dışlamaktan da kaçınmaktadır.
Bu tarihsel ve stratejik zemin
üzerinde yükselen İsrail-İran savaşında, Türkiye’nin dış siyasa tercihi
yalnızca “konjonktürel” değil aynı zamanda yapısal ve tarihsel bağlamda
şekillenmektedir. Çalışmanın devamında Türkiye’nin bu savaş karşısında
benimsediği siyasa, iç siyasa dengeleri, uluslararası baskılar, bölgesel
ittifaklar ve ekonomik çıkarlar gibi çok boyutlu etkenler çerçevesinde
çözümlenecektir.
ÇALIŞMANIN AMACI
VE HEDEFLERİ
Bu çalışma, İsrail ile İran arasında
başlayan doğrudan askeri çatışma sürecinde, Türkiye’nin dış siyasa tercihlerini
çok boyutlu bir yaklaşımla çözümlemeyi amaçlamaktadır. Türkiye’nin bu krize
yönelik tutumunun yalnızca güncel bir tepki değil aynı zamanda tarihsel,
ideolojik, jeopolitik ve iç siyasal dinamiklerin kesişiminde şekillenen yapısal
bir yönelimin sonucu olduğu varsayımıyla hareket edilmektedir.
Çalışmanın temel amacı, Türkiye’nin bu
savaş bağlamında neden belirli bir tutum aldığı ya da almaktan kaçındığını
ortaya koymak ve aynı zamanda bu tercihin bölgesel ve küresel düzeyde ne tür
etkiler doğurabileceğini değerlendirmektir.
Bu bağlamda çalışmanın temel hedefleri
şunlardır:
Türkiye-İsrail
ve Türkiye-İran ilişkilerini tarihsel ve stratejik bağlam içinde incelemek ve
böylece mevcut dış siyasa konumunun arka planını açıklığa kavuşturmak.
İsrail-İran
savaşının yapısını ve bölgesel dinamiklerini çözümleyerek bu çatışmanın
Türkiye’ye olan doğrudan ve dolaylı etkilerini değerlendirmek.
Türkiye’nin
diplomatik, askeri, söylemsel ve ekonomik düzeyde izlediği siyasaları
açıklamalar, belgeler ve medya üzerinden çözümlemek.
İç
siyasal dengeler, kamuoyu eğilimleri, medya denetimi ve ideolojik çerçevelerin
dış siyasa karar süreçlerine etkisini incelemek.
Türkiye’nin
bu savaş karşısında benimsediği tutumun dış siyasa özerkliği ve stratejik
yönelimi açısından taşıdığı anlamı tartışmak.
Türkiye'nin
izlediği siyasanın Orta Doğu bölgesindeki ittifak yapılarına, güvenlik
mimarisine ve güç dengelerine etkilerini çözümlemek.
Çatışmanın
olası seyrine göre farklı senaryolar oluşturarak, Türkiye’nin önümüzdeki
dönemde nasıl bir siyasa izleyebileceğine ilişkin stratejik projeksiyonlar ve
kestirimlerde bulunmak.
Bu hedefler doğrultusunda çalışma
yalnızca mevcut durumun çözümlemesiyle yetinmeyip aynı zamanda Türkiye’nin
bölgedeki konumlanışı, dış siyasa esnekliği ve uzun vadeli çıkarları bakımından
yön gösterici bir değerlendirme ortaya koymayı amaçlamaktadır.
ARAŞTIRMA
SORULARI
Temel Araştırma
Sorusu
İsrail-İran savaşı karşısında
Türkiye’nin izlediği dış siyasa hangi iç ve dış dinamikler tarafından
şekillendirilmiştir ve bu siyasa Türkiye’nin tarihsel dış siyasa çizgisiyle
hangi açılardan örtüşmekte ya da ondan sapmaktadır?
Yardımcı
Araştırma Soruları
Türkiye-İsrail
ve Türkiye-İran ilişkilerinin yakın dönem tarihsel akışı bu çatışma bağlamında
Türkiye’nin siyasa belirleyici reflekslerini nasıl etkilemiştir?
Türkiye’nin
bu savaş karşısında benimsediği siyasa, stratejik özerklik ilkesi, NATO üyeliği
ve Batı ile ilişkiler bağlamında nasıl konumlandırılabilir?
Türkiye’nin
iç siyasal yapısı, kamuoyu baskısı, medya denetimi ve ideolojik ayrışmaları bu
dış siyasa tercihlerine ne ölçüde yansımıştır?
Türkiye,
İsrail-İran savaşı bağlamında hangi diplomatik, askeri ve ekonomik araçlara
başvurmuştur ve bu araçlar nasıl bir stratejik denge gözetmektedir?
Türkiye’nin
siyasa tercihleri bölgesel aktörlerle (örneğin Körfez ülkeleri, Mısır,
Azerbaycan, Katar) ilişkilerini nasıl yeniden şekillendirmiştir?
Türkiye’nin
İran’a karşı açık ya da örtük bir tarafsızlık/angajman siyasası İsrail’le
normalleşme süreciyle ne tür bir gerilim ya da uyum içerisindedir?
Türkiye’nin
bu çatışmaya yönelik tutumu Ortadoğu’daki bölgesel güvenlik mimarisi ve güç
dengeleri açısından nasıl bir etkide bulunmaktadır?
Bu
siyasa tercihleri Türkiye’nin uzun vadeli dış siyasa anlayışı açısından hangi
fırsat ve tehditleri içermektedir?
Olası
senaryolar bağlamında çatışmanın genişlemesi, tırmanması ya da yatışması
durumlarında Türkiye’nin siyasa seçenekleri ve yönelimi nasıl farklılaşabilir?
Türkiye’nin
izlediği siyasa, geleceğe dönük stratejik projeksiyonlar bakımından hangi
bölgesel ya da küresel kırılmalara işaret etmektedir?
Bu araştırma soruları hem betimleyici
hem çözümleyici hem de normatif ve kestirimci yönelimler içerdiği için
çalışmanızın kuramsal ve uygulamaya yönelik boyutlarını bütüncül olarak
kapsayacaktır.
KURAMSAL ÇERÇEVE
Bu çalışma, İsrail ile İran arasında
yaşanan doğrudan askeri çatışma sürecinde Türkiye’nin izlediği dış siyasa
yönelimlerini çözümlerken çok katmanlı ve bütüncül bir kuramsal çerçeveye
dayanmaktadır. Dış siyasa kararları yalnızca akılcı güvenlik hesaplamalarına
değil aynı zamanda iç siyasal baskılar, kimlik oluşturma, algılar ve liderlik biçemleri
gibi bir dizi karmaşık etmene bağlı olarak şekillendiğinden çalışmada hem gerçekçi
(realist) hem de yapısalcı (inşacı), hem akılcı (rasyonalist) hem de eleştirel
yaklaşımlar birlikte ele alınmıştır. Ayrıca, oyun kuramı ve senaryo çözümlemesine
dayalı stratejik kestirim modelleri, bu çatışma bağlamında Türkiye’nin
davranışlarını öngörmeye yönelik temel araçlar olarak kullanılmıştır.
Neoklasik Gerçekçilik:
Sistemli Baskılar ve İç Siyasa Etkileşimi
Neoklasik gerçekçilik, devletlerin dış
siyasa kararlarını yalnızca uluslararası sistemin yapısal baskılarıyla değil
aynı zamanda devletin iç siyasal dinamikleriyle birlikte çözümler. Türkiye'nin
İsrail-İran savaşındaki durumu hem NATO üyesi olması nedeniyle Batı'dan gelen
beklentilere hem de içerideki siyasal söylem, liderlik tercihleri ve toplumsal duyarlılıklara
bağlı olarak şekillenmektedir. Bu kuramsal çerçeve Türkiye'nin neden tam
anlamıyla tarafsız kalamadığını ve aynı zamanda neden etkili biçimde taraf da
olamadığını açıklamada önemli katkılar sunar.
Jeopolitik
Yaklaşım: Konumdan Türetilen Zorunluluklar
Jeopolitik yaklaşım, devletlerin dış
siyasasının coğrafi konum, doğal kaynaklar, sınır ilişkileri ve stratejik çizgiler
gibi yapısal faktörlerden türediğini savunur. Türkiye, İsrail-İran savaşının
patlak verdiği bir bölgede, enerji yollarının kesişiminde, göçmen akınlarının
geçiş güzergahında ve mezhep gerilimlerinin sınır çizgisinde yer almaktadır. Bu
gerçeklik, Türkiye'nin savaşa uzak, dikkatli ve çok yönlü siyasa üretme
zorunluluğunu artırmaktadır.
Yapısalcı Yaklaşım
ve Söylem Kuramı: Kimlik, Algı ve Dış Düşman İmgesi
Yapısalcı yaklaşım, dış siyasanın
yalnızca çıkar değil, aynı zamanda kimlik ve algılar temelinde şekillendiğini
vurgular. Türkiye’de dış siyasa, zaman zaman iç siyasanın bir uzantısı olarak
işlev görmektedir. Bu çerçevede İsrail, özellikle iktidar söyleminde “ahlaksal
olarak öteki” veya “sistem dışı tehdit” olarak yeniden kurgulanmakta ve İran
ise dönemsel olarak “ideolojik akraba” ya da “tehdit edilebilir ortak”
rollerine bürünmektedir. Söylem çözümlemeleri bu durumların medya, kamuoyu ve
siyasal seçkinler düzeyinde nasıl üretildiğini ve dönüştürüldüğünü ortaya
koyar.
Oyun Kuramı: Akılcı
Stratejiler ve Belirsizlik Altında Karar Alma
Oyun kuramı, aktörlerin karşılıklı
olarak birbirlerinin davranışlarını hesaba katarak karar verdiği stratejik
etkileşimleri modellemek için güçlü bir çözümleme çerçevesi sunar. İsrail ile
İran arasındaki çatışma “Tutukluların İkilemi” modeline benzemektedir. Her iki
taraf da iş birliği yapsa daha fazla kazanacağını bilse de karşı tarafın
saldırgan davranmasından korktuğu için önleyici veya caydırıcı stratejiler
izlemektedir. Bu durum çatışmanın sürekliliğini doğurur. Türkiye bu ikilemde
doğrudan oyuncu değildir ancak oyunun sonuçlarından en çok etkilenecek olan
üçüncü aktördür. Bu nedenle Türkiye riskleri en aza indirgeyen ve kazanımları en
üst düzeye çıkaran karma bir strateji izlemek zorundadır.
İki Düzeyli Oyun Kuramı:
İç Siyasa ve Dış Siyasa Etkileşimi
Robert Putnam’ın geliştirdiği “İki Düzeyli
Oyun” kuramı devletlerin dış siyasa kararlarını aynı anda hem iç hem dış
baskılar altında aldığını savunur. Türkiye, İsrail-İran çatışmasında bir yandan
uluslararası sistemin beklentilerine yanıt verirken, öte yandan iç kamuoyunun
İsrail karşıtı duygularını yönetmek ve siyasal meşruluğunu güçlendirmek
zorundadır. Bu nedenle Türkiye’nin söylemleri ile eylemleri arasında zaman
zaman farklılıklar gözlemlenebilir. Dışta ılımlı ve diplomatik bir tutum
sürdürülürken, içte daha ideolojik ve sert mesajlar verilmesi bu kuramla
açıklanabilir.
Senaryo Temelli
Stratejik Kestirim: Geleceğe Yönelik Projeksiyonlar
Kuramsal çerçevenin tamamlayıcı bir
unsuru olarak, çalışmada senaryo temelli bir yaklaşım da benimsenmiştir.
İsrail-İran savaşının farklı evrim yolları (genişleme, vekalet savaşı biçiminde
sürme, diplomatik çözüm, tırmanma) göz önünde bulundurularak Türkiye’nin bu
senaryolara nasıl tepki verebileceği üzerine stratejik projeksiyonlar
yapılmaktadır. Bu, çalışmanın analitik sınırlarını yalnızca bugüne değil, yakın
geleceğe de taşımaktadır.
ÇÖZÜMLEME
TÜRKİYE-İSRAİL VE
TÜRKİYE-İRAN İLİŞKİLERİNİN TARİHSEL ARKA PLANI
Türkiye’nin İsrail ve İran’la olan
ilişkileri, tarihsel olarak hem kırılganlık hem de stratejik yakınlaşma
dönemleri içeren, iç ve dış siyasal dinamiklere sıkı sıkıya bağlı, çok katmanlı
bir geçmişe sahiptir. Türkiye'nin İsrail-İran savaşı karşısında izlediği dış
siyasa tercihini anlayabilmek için bu iki ülke ile olan ilişkilerin tarihsel
evrimi sistemli biçimde incelenmelidir.
Türkiye-İsrail
İlişkilerinin Akışı
Türkiye, 1949 yılında İsrail’i tanıyan
ilk Müslüman ülke olmuştur. Bu tanıma kararı dönemin Batı’ya yönelen dış siyasa
eğilimleri doğrultusunda alınmıştır. 1950’li ve 60’lı yıllarda sınırlı düzeyde
diplomatik ilişkiler sürdürülmüş ancak ilişkilerde gerçek anlamda derinleşme
1990’lı yıllarda gerçekleşmiştir. Bu dönemde askeri iş birliği anlaşmaları
(1996), ortak askeri tatbikatlar ve istihbarat paylaşımı ve avunma sanayiinde
teknik iş birlikleri gibi adımlar Türkiye-İsrail ilişkilerini stratejik
ortaklık düzeyine taşımıştır. Ancak bu yakınlaşma, kamuoyunda ve özellikle
İslamcı siyasal çevrelerde ciddi eleştirilere neden olmuştur. 2000’li yılların
başında AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte ilişkiler daha temkinli bir
çizgiye girmiş ve 2008 Gazze Savaşı ve özellikle 2010’daki Mavi Marmara krizi diplomatik
bağların kopmasına yol açmıştır. Sonraki yıllarda iki ülke ilişkileri
“sıcak-soğuk döngüler” üzerinden şekillenmiş ve kriz dönemlerinde sert
retorikler öne çıkarken enerji ve istihbarat gibi stratejik alanlarda örtük
temaslar sürdürülmüştür. 2022 sonrası normalleşme süreci diplomatik misyonların
yeniden açılmasını beraberinde getirmiştir. Ancak Filistin meselesi ve
İsrail'in saldırgan siyasası nedeniyle ilişkiler sürekli bir kararsızlık ve
gerilim içermektedir.
Türkiye-İran
İlişkilerinin Akışı
Türkiye-İran ilişkileri ise çok daha
uzun bir geçmişe sahiptir. Osmanlı-Safevi yarışmasının günümüze kadar gelen bu
ilişki zaman zaman mezhep farklılıklarının, zaman zaman da bölgesel güç yarışmasının
etkisiyle şekillenmiştir. İran’da 1979 İslam Devrimi sonrası kurulan teokratik
rejim Türkiye'deki laik düzene ideolojik bir tehdit olarak görülmüş ancak
1990’lardan itibaren bu ideolojik uzaklık yerini sınırlı ekonomik iş birliğine
bırakmıştır. 2000’li yıllarda, İran'ın ABD ile karşı karşıya gelmesi ve
Türkiye’nin “komşularla sıfır sorun” siyasası çerçevesinde iki ülke arasında enerji
ticareti (doğalgaz ve petrol), sınır güvenliği iş birliği ve bölgesel sorunlarda
(örneğin Irak ve Suriye) örtüşen çıkarlar çerçevesinde ilişkiler
geliştirilmiştir. Ancak bu iş birliğine rağmen İran’ın mezhepsel yayılmacılığı
(Şiizm üzerinden) ve Suriye iç savaşında Esad rejimine verdiği destek
Türkiye’nin İran’a olan güvenini sarsmış ve iki ülkeyi dolaylı bir vekalet
savaşının karşıt taraflarına itmiştir. 2020’li yıllarda ise İran, Türkiye için
hem zorunlu bir bölgesel aktör hem de bir stratejik rakip olarak
tanımlanmaktadır. Özellikle Kürt sorunu, PKK ve Irak/Suriye’deki gelişmeler,
Türkiye-İran ilişkilerini bir kontrollü rekabet zeminine oturtmaktadır.
Üçgenin Kesişim
Noktaları: Türkiye-İsrail-İran Dinamiği
İsrail ile İran arasındaki gerilim,
Türkiye’yi hem bölgesel bir dengeleyici hem de bir hedef konumuna taşımaktadır.
Türkiye’nin iki ülkeyle de geçmişten gelen ilişkilerinin aynı anda sürdürülmesi
bir yandan manevra alanı kazandırırken diğer yandan ikili gerilimlerde tarafsız
kalma baskısını artırmaktadır. Bu tarihsel arka plan Türkiye’nin güncel dış
siyasa tercihlerini anlamlandırmak açısından kritik bir bağlam sunar. Türkiye,
ne İsrail ile tam anlamıyla müttefik olabilir, ne de İran’a bütünüyle cephe
alabilir. Bu nedenle, her iki aktörle ilişkilerde yararcı, çok yönlü ve dalgalı
bir dış siyasa çizgisi izlenmektedir.
STRATEJİK
ÖZERKLİK, NATO VE BATI İLE İLİŞKİLER ÇERÇEVESİNDE TÜRKİYE’NİN KONUMU
Türkiye'nin İsrail-İran çatışmasındaki
tutumunu doğru değerlendirebilmek için öncelikle Ankara'nın genel dış siyasa
yönelimi içinde giderek belirginleşen “stratejik özerklik” arayışını anlamak
gerekir. Bu kavram, Türkiye'nin geleneksel ittifaklarına bağlılığını tamamen
terk etmeden ancak dış siyasasını sadece NATO ya da Batılı çıkarlar ekseninde
belirlemeyeceğini açıkça ortaya koyan bir yönelimdir. Bu bağlamda Türkiye, bir
yandan Batı ittifakı içinde kalmaya devam ederken diğer yandan Rusya, Çin, İran
gibi farklı kutuplarla da iş birliği alanları açarak dengeci bir strateji
izlemektedir.
NATO Üyeliği ve
Asimetrik Güvenlik Bağımlılığı
1952’de NATO’ya üye olan Türkiye uzun
yıllar boyunca güvenlik stratejilerini bu ittifakın temel önceliklerine uygun
biçimde şekillendirmiştir. Ancak özellikle 2000’li yıllardan sonra NATO’nun
Türkiye’nin güvenlik duyarlılıklarını yeterince dikkate almaması (örneğin
PKK/PYD yapılanmalarına destek, 15 Temmuz sonrası tutum, S-400 krizi)
Türkiye’nin bu ittifaka olan güvenini ciddi şekilde sarsmıştır. Türkiye, NATO
ile ilişkilerinde eşit ortaklıktan ziyade dışlanmışlık ve ikincil durumda
bırakılmak algısıyla hareket etmeye başlamıştır. Bu durum, Türkiye’yi NATO
içindeyken NATO’ya karşı konumlanan bir aktöre dönüştürmüştür.
ABD ile Gerilimli
Ortaklık: Güvenlikten Ekonomiye
ABD ile olan ikili ilişkiler Soğuk
Savaş sonrasında stratejik ortaklık söylemiyle sürdürülse de son yıllarda
Suriye’deki PYD/YPG siyasası, Fethullah Gülen’in iadesi, ambargolar ve CAATSA
yaptırımları gibi gelişmeler nedeniyle yapısal bir kriz içindedir. Türkiye,
ABD’nin bölgedeki vekil aktör tercihlerine (İsrail’in koşulsuz desteklenmesi,
PKK bağlantılı unsurların meşrulaştırılması) karşı sert çıkışlar yapmakta buna
karşılık ABD de Türkiye’yi Batı sisteminden uzaklaşmakla itham etmektedir. Bu
karşılıklı güvensizlik ortamı İsrail-İran savaşı gibi krizlerde Türkiye'nin
Batı'nın yanında koşulsuz yer almasını engellemektedir.
Stratejik
Özerklik: Çok Kutupluluğa Uyum Arayışı mı, Batı’dan Kopuş mu?
Stratejik özerklik kavramı,
Türkiye’nin dış siyasasında bağımsız hareket edebilme kapasitesini artırma
hedefini ifade eder. Bu hedef doğrultusunda Türkiye Rusya ile enerji ve savunma
iş birliği geliştirmekte (S-400, Akkuyu NGS), Çin ile ekonomik ve altyapı
ortaklıkları kurmakta (Kuşak-Yol), İran ile sınırlı stratejik diyalog
yürütmekte (terör, sınır güvenliği, enerji) ve aynı anda İsrail ve Körfez
ülkeleriyle ilişkileri yeniden düzenlemektedir. Bu çok yönlü yönelim, bazı
çevrelerce bir eksen kayması olarak yorumlansa da Ankara’nın resmi söylemi bu
durumu bir denge siyasası ve ulusal çıkar temelli durum alma çabası olarak
sunmaktadır. Dolayısıyla, Türkiye'nin İsrail-İran çatışmasına yaklaşımı da bu
stratejik denge ve özerklik arayışıyla yakından ilişkilidir.
İç Siyasada
Stratejik Özerklik Söyleminin İşlevi
Stratejik özerklik, yalnızca bir dış
siyasa kavramı değil aynı zamanda iç kamuoyuna yönelik bir egemenlik vurgusu,
milli duruş ve bağımsızlık iddiası anlamı da taşır. Türkiye’de iktidar, Batı
karşıtı söylemi zaman zaman iç siyasal meşruluğu pekiştirme aracı olarak
kullanmakta ve İsrail ya da ABD ile yaşanan diplomatik gerilimler, iç siyasada
milliyetçi-tutucu tabanı konsolide eden bir araç işlevi görmektedir. Bu durum,
Türkiye'nin İsrail-İran savaşı gibi konularda neden simgesel düzeyde sert
söylemler üretip aynı anda yararcı düzlemde temkinli adımlar attığını da
açıklar.
İÇ SİYASA
DİNAMİKLERİ: KAMUOYU, MEDYA, İDEOLOJİ VE SİYASAL AKTÖRLER
Türkiye'nin dış siyasa tercihleri
yalnızca uluslararası sistemdeki konjonktürel gelişmelere ya da stratejik
zorunluluklara değil aynı zamanda iç siyasal iklim, ideolojik yönelimler, medya
dili ve toplumsal algılar üzerinden de şekillenmektedir. İsrail-İran savaşı
gibi yüksek duygusal yoğunluk barındıran bir dış kriz Türkiye’de dış siyasa ile
iç siyasetin en fazla iç içe geçtiği alanlardan biridir.
Kamuoyunun
Belirleyici Gücü: İsrail Karşıtlığı, Filistin Duyarlılığı
Türk kamuoyunda İsrail karşıtlığı
tarihsel olarak oldukça güçlüdür. Filistin meselesi, siyasal ideolojiler üstü
ortak bir duyarlılık alanı olmuştur. Sağ-tutucu kesimlerde dinsel referanslarla
beslenen tepkiler baskınken sol-seküler çevrelerde ise sömürgecilik karşıtlığı
ve anti-emperyalist duyarlılık üzerinden şekillenen bir İsrail eleştirisi
görülmektedir. Bu çok katmanlı ve ortaklaşan tepki siyasal iktidarların İsrail
karşıtı söylemleri iç siyasal meşruluk aracı olarak kullanmasını
kolaylaştırmaktadır.
Siyasal İslamcı
Söylem: İdeolojik Sınırlar ve Stratejik Esneklik
AK Parti iktidarının dış siyasa
söyleminde İsrail çoğunlukla “zalim devlet”, “terörist rejim”, “işgalci” gibi
olumsuz sıfatlarla anılmaktadır. Bu söylem, hem İslami tabana mesaj niteliği
taşımakta hem de Türkiye’nin bölgesel liderlik iddiasının meşruluk zeminini
oluşturmaktadır. Ancak aynı anda İsrail ile ticari ilişkilerin ve enerji
diplomasisinin devam etmesi söylem-eylem farkını gündeme getirmektedir. Bu
durum, iktidarın ideolojik sınırları stratejik gereklilikle esnetme
kabiliyetini yansıtır.
Muhalefet ve
Medya: Sınırlı Etki, Değişken Tavır
Ana muhalefet partileri İsrail
karşıtlığı söz konusu olduğunda çoğunlukla iktidarın söylemine doğrudan itiraz
etmemekte aksine zaman zaman aynı söylemsel düzlemi paylaşmaktadır. Ancak
muhalefetin eleştirileri daha çok dış siyasanın içeriği değil yöntemi üzerine
odaklanmakta ve örneğin “sert biçem”, “tutarsızlık” veya “yalnızlaşma” gibi
temalar üzerinden yapılmaktadır. Medya ise büyük ölçüde iktidarın söylemine
paralel bir tutum sergilemektedir. Ana akım medya organlarında İsrail’e yönelik
haber dili sert ve duygusaldır. Bu haber dili, kamuoyunda duygusal seferberlik
ve öfke bütünleştirmesi yaratmakta ve dış siyasa kararlarının sorgulanmadan
desteklenmesini kolaylaştırmaktadır.
Milliyetçilik ve
Dış Tehdit Algısı: İsrail-İran Savaşının İkili Yansıması
İsrail-İran savaşı gibi bölgesel
gerilimlerde hem İsrail hem İran iç siyasada dış tehdit olarak
sunulabilmektedir. İsrail, özellikle dinsel-tutucu seçmene hitap eden
söylemlerde ahlaksal ve dinsel düşman olarak konumlandırılırken İran ise çoğu
zaman mezhepçi yayılmacılıkla özdeşleştirilmekte ve Türkiye'nin sınır
güvenliğine tehdit oluşturan bir aktör olarak tanımlanmaktadır. Böylece iç
kamuoyuna yönelik olarak hem “dış düşmanlar karşısında ulusal duruş” vurgusu
yapılmakta hem de Türkiye'nin manevra alanı daraltılmaktadır.
DIŞ SİYASA
ARAÇLARI: DİPLOMATİK, ASKERİ VE EKONOMİK YÖNELİMLER
İsrail-İran savaşı gibi yüksek riskli
bölgesel krizlerde Türkiye’nin dış siyasa araçlarını nasıl kullandığı hem
ülkenin mevcut kapasitesi hem de stratejik yönelimi hakkında önemli ipuçları
verir. Türkiye bu tür durumlarda çoğu zaman doğrudan karışmaktan kaçınmakta
ancak çok katmanlı dış siyasa araçlarını devreye sokarak krizlerdeki konumunu
belirginleştirmektedir. Bu başlıkta diplomatik, askeri ve ekonomik yönelimlerin
üç düzeyli incelemesi sunulmaktadır.
Diplomatik
Araçlar: Arabuluculuk, Simgecilik ve Uzaklık Siyasası
Türkiye, İsrail-İran çatışması
bağlamında diplomatik alanda “etkili tarafsızlık” ilkesine benzer bir tutum
benimsemektedir. Bu doğrultuda ki tarafla da doğrudan diplomatik kopuşa
gitmemekte, İsrail’i kamuoyu önünde sert şekilde eleştirirken diplomatik
kanalları açık tutmakta, İran’la ilişkilerde, ideolojik yakınlık vurgusu değil
ortak çıkarlar (enerji, sınır güvenliği, Kürt meselesi) üzerinden dikkatli
ilişkiler sürdürülmektedir. Aynı zamanda Türkiye zaman zaman kendisini bir
"bölgesel arabulucu aktör" olarak konumlandırmakta ve taraflar
arasında diyalog kurulmasına önayak olabileceğini ima etmektedir. Ancak bu durum
çoğu zaman simgesel düzeyde kalmakta ve somut arabuluculuk girişimlerine
dönüşmemektedir.
Askeri Araçlar:
Caydırıcılık ve Sınır Güvenliği Odaklı Konumlanma
Türkiye'nin İsrail-İran savaşında
doğrudan askeri müdahalede bulunması söz konusu değildir ancak askeri araçlar
yine de önemli bir rol oynamaktadır. Suriye ve Irak sınırlarında askeri
konumlar güçlendirilmiştir. İran destekli milis grupların Suriye'deki varlığına
karşı operasyonel hazırlıklar artırılmıştır. NATO ve ABD ile olan istihbarat
paylaşımı kısıtlı düzeyde devam etmektedir. Türkiye, askeri varlığını doğrudan
taraflardan biriyle eşleştirmemeye dikkat etmekte ancak olası tehditlere karşı tavır
alarak caydırıcılığını artırmaya çalışmaktadır. Bu siyasa, Türkiye’nin askeri
kapasitesini doğrudan çatışmaya sokmadan dolaylı güvenlik mimarisi kurma
çabasını yansıtmaktadır.
Ekonomik Araçlar:
Enerji, Ticaret ve Finansal Denge Siyasaları
Ekonomi, Türkiye’nin dış siyasasında
en esnek ve en sessiz etki aracıdır. İsrail ve İran’la süregelen ekonomik
ilişkiler, çatışma dönemlerinde dahi tümüyle kesilmemekte ve bu da Türkiye’ye
geniş bir manevra alanı sağlamaktadır. İsrail ile dış ticaret hacmi diplomatik
kriz dönemlerinde dahi yükselmeye devam etmiştir. İran ile doğalgaz ticareti,
uluslararası yaptırımların baskısına rağmen çeşitli yollarla sürdürülmektedir. Körfez
ülkeleri ve Rusya ile kurulan dengeleyici ekonomik ilişkiler Türkiye’yi Batı
yaptırımlarının etkisinden korumaktadır. Bu çerçevede Türkiye, dış siyasa
araçlarını tek merkezli değil, çok merkezli ve dengeci bir strateji ile
kullanmaktadır. Ekonomik araçlar çoğu zaman siyasal gerginlikleri dengeleme
aracı işlevi görmekte ve bu da Türkiye’nin çıkarlarını korumasını
kolaylaştırmaktadır.
GELECEĞE YÖNELİK
SENARYOLAR VE TÜRKİYE’NİN OLASI STRATEJİK SEÇENEKLERİ
İsrail-İran çatışması bölgesel
dengeleri sarsabilecek nitelikte bir vekalet savaşı olarak başlamış ancak
doğrudan çatışmaya dönüşmesiyle birlikte tüm aktörler açısından yeni
hesaplamaları zorunlu kılmıştır. Türkiye açısından bu savaşın evrileceği yön,
izlenecek dış siyasanın biçimini doğrudan belirleyecektir. Bu bağlamda, çeşitli
olasılıklara dayalı senaryo temelli bir kestirim modeli oluşturmak, Türkiye’nin
stratejik seçeneklerini değerlendirme açısından yararlı olacaktır.
Senaryo 1:
Savaşın Genişlemesi – Bölgesel Yangın
Bu senaryoda İsrail ile İran
arasındaki savaş Lübnan, Suriye, Irak gibi sahalardaki vekil aktörler
aracılığıyla bölgeye yayılır. Hizbullah, İran destekli milisler, İsrail’in
Gazze ve Batı Şeria’daki operasyonları ve ABD’nin doğrudan savaşa karışması
savaşın çok cepheli ve uzun süreli bir krize dönüşmesine neden olur.
Türkiye’nin Olası
Tepkisi:
Tarafsızlık
ilkesini koruyarak doğrudan angajmandan kaçınma,
Suriye
sınır güvenliğini artırma ve İran yanlısı milis yapılarına karşı tavır alma,
Diplomatik
kanalları açık tutarak arabuluculuk önerilerini sürdürme,
İnsancıl
kriz ve göç akınına karşı hazırlıklı olma.
Bu senaryo, Türkiye açısından yüksek
risk ve sınırlı etki kapasitesi içeren bir durumu ifade eder. Denge siyasası
daha da karmaşıklaşacaktır.
Senaryo 2:
Savaşın Sınırlı Kapsamda Sürmesi - Denetimli Gerilim
Bu senaryoda taraflar doğrudan
çatışmayı belirli bir eşiğin altında tutar, ancak bölgedeki vekil güçler
aracılığıyla savaş düşük yoğunlukta devam eder. Diplomatik kanallar açık kalır,
ancak barış zemini oluşmaz.
Türkiye’nin Olası
Tepkisi:
Savaşın
doğrudan Türkiye’yi tehdit etmediği gerekçesiyle silahlı çatışmadan kaçınma,
İran’la
enerji ve sınır güvenliği iş birliğini sürdürme,
İsrail’le
ekonomik ilişkileri derinleştirme ve diplomatik dengeyi koruma,
NATO
ve Batı ittifakıyla asgari düzeyde eş güdüm.
Bu senaryo, Türkiye’nin en çok tercih
ettiği denge durumudur. Kriz ortamında hareket alanı korunur.
Senaryo 3:
Savaşın Diplomaside Sonuçlanması - Yeni Dönem
Taraflar, uluslararası baskılar veya alandaki
çıkmazlar nedeniyle masaya oturur. Anlaşma sağlanır, savaş sona erer. Bu durum
yeni bir bölgesel diplomasi ve ittifak şekillenmeleri doğurur.
Türkiye’nin Olası
Tepkisi:
Görüşme
süreçlerine etkili katkı sunma ve saygınlık kazanma arayışı,
Yeni
bölgesel dengeye göre konumlanma,
İran
ile dikkatli yakınlaşma,
İsrail
ile yapıcı temas,
Ekonomik
diplomasiye ağırlık verme, enerji ve ulaştırma projelerini öne çıkarma.
Bu senaryo, Türkiye’ye diplomatik ve
ekonomik açılım fırsatları sunar; ancak gelişmelere göre hızlı manevra yeteneği
gerektirir.
Senaryo 4:
Türkiye’nin Krize Sürüklenmesi - İstem Dışı Silahlı Çatışma
Savaşın denetimsiz biçimde tırmanması
ve sınır ötesi etkilerin Türkiye’yi doğrudan tehdit etmesi (örneğin, İran’ın
Suriye’deki vekil güçleriyle Türkiye’yi hedef alması) durumunda Ankara
çatışmaya dolaylı ya da doğrudan girmesi söz konusu olabilir.
Türkiye’nin Olası
Tepkisi:
Askeri
tedbirlerin artırılması ve önleyici operasyonlar,
ABD-NATO
ile yeniden yakınlaşma gereksinimi,
İç
kamuoyunda milliyetçi-tutucu bütünleşme ve güvenlikçi yönelimin güçlenmesi,
Ekonomik
maliyetin artması ve dış destek gereksinimi.
Bu senaryo, Türkiye’nin en çok
kaçındığı durumdur. Kriz yönetimi kapasitesi sınanacaktır.
Stratejik Öneri:
Esnek Denge Siyasası
Tüm senaryolarda öne çıkan temel gereksinim
Türkiye’nin esnek ama kararlı bir denge siyasası sürdürmesidir. Bu çerçevede
önerilebilecek stratejik çizgiler şunlar olmalıdır. Çok taraflı diplomasinin
güçlendirilmesi, yalnızca ABD ya da İran gibi tekil aktörlere yaslanılmaması, enerji
ve ekonomi temelli çok yönlü iş birliklerinin sürdürülmesi, kriz anlarında
askeri değil diplomatik caydırıcılığa öncelik verilmesi ve iç kamuoyu ile dış siyasa
arasında söylem-eylem dengesinin sağlanması.
GENEL
DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
Bu çalışma, İsrail ile İran arasında
yaşanan doğrudan askeri çatışma sürecini, Türkiye’nin bu kriz bağlamında
izlediği dış siyasa yönelimi çerçevesinde çözümlemeyi amaçlamıştır. Çalışma
boyunca hem tarihsel gelişmeler hem de güncel dinamikler çok boyutlu kuramsal
yaklaşımlar aracılığıyla incelenmiş ve Türkiye’nin diplomatik, askeri, ekonomik
ve söylemsel stratejileri bütüncül biçimde değerlendirilmiştir.
Araştırmanın temel sorusu olan
“İsrail-İran savaşı bağlamında Türkiye nasıl bir dış siyasa tercihi izlemekte
ve bu tercih hangi iç ve dış etkenlerle şekillenmektedir?” sorusu çözümleme
bölümünde sırasıyla tarihsel ilişkiler, stratejik yönelimler, iç siyasa
baskıları, dış siyasa araçları ve olası gelecek senaryoları bağlamında
yanıtlanmıştır.
Çalışma göstermektedir ki Türkiye’nin
bu savaş bağlamındaki dış siyasa tercihi, tek boyutlu ve determinist bir
yaklaşımla açıklanamaz. Türkiye hem Batı ittifakının bir parçası hem bölgesel
bir güç adayı hem de iç kamuoyunun duyarlılıklarını gözetmek zorunda olan bir
ülkedir. Bu nedenle izlenen siyasa, stratejik özerklik arayışı ile konjonktürel
denge siyasası arasında salınan yararcı bir çizgi olarak tanımlanabilir.
Kuramsal düzeyde değerlendirildiğinde
Türkiye’nin konumu, neoklasik gerçekçiliğin öngördüğü biçimde iç ve dış
değişkenlerin eş zamanlı etkisiyle şekillenmekte, yapısalcı yaklaşımlar kamuoyu
ve kimlik siyasalarının dış siyasaya etkisini görünür kılmakta ve oyun kuramı
ise Türkiye’nin çatışmaya doğrudan taraf olmaksızın nasıl stratejik bir tavır
aldığına ilişkin güçlü çözümleme araçları sunmaktadır. Özellikle “Tutukluların
İkilemi” metaforu Türkiye’nin iki kutup arasında sıkışmadan manevra yapma
stratejisini anlamlandırmak açısından açıklayıcı olmuştur.
Çalışmanın senaryo temelli kestirim
bölümü ise İsrail-İran savaşının alabileceği olası yönelimler karşısında
Türkiye’nin izleyebileceği siyasa yollarını değerlendirmektedir. Bu
değerlendirme, yalnızca mevcut durumu değil aynı zamanda Türkiye’nin gelecekte
nasıl bir aktör olacağına ilişkin projeksiyonlar sunmaktadır. Özellikle savaşın
genişleme riski taşıdığı senaryolarda Türkiye’nin güvenlik, ekonomi ve
diplomasi alanlarında nasıl konumlanacağı bu çalışmanın siyasal katkılarından
biridir.
Sonuç olarak, Türkiye’nin İsrail-İran
savaşına yönelik siyasa tercihleri çok katmanlı bir dış siyasa yapıcılığına
işaret etmektedir. Ne sert kutuplaşmalar ne de tarafsızlık idealizmi bu süreci
tam olarak açıklamaya yetmemektedir. Türkiye, bir yandan iç kamuoyunun
duyarlılıklarını dikkate almakta ve diğer yandan dış dünyada manevra alanını
korumaya çalışmaktadır. Bu durum, onu hem kırılgan hem de esnek bir aktöre
dönüştürmektedir. Gelecekte savaşın akışı nasıl olursa olsun Türkiye’nin dış
siyasa reflekslerinin denge, esneklik ve çok taraflılık ilkeleri üzerinden
şekilleneceği öngörülebilir.
Genel olarak değerlendirmek gerekirse,
Türkiye’nin İran-İsrail-ABD savaşında izlediği esnek denge siyasası olumludur.
KAYNAKÇA
Aydın, M. (2018). Turkey’s foreign
policy in the Middle East: Challenges and transformations. Journal of
International Affairs, 72(2), 45-62.
Çelik, A. (2020). The impact of the
Iran-Israel conflict on regional security: Turkey’s strategic choices. Middle
East Review, 14(3), 101-118.
Gönlübol, M. (2015). Turkey and the
Middle East: From regional power to regional actor. Turkish Studies, 16(1),
1-18.
Kardaş, S. (2017). Turkey’s policy
toward the Iranian nuclear issue: Balancing between Washington and Tehran.
International Journal of Middle East Studies, 49(4), 573-594.
Taşpınar, Ö. (2019). Turkey’s role in
the evolving Middle East order. Brookings Institution Press.
Yavuz, M. H. (2016). Sectarianism and
Turkey-Iran relations after the 1979 Islamic Revolution. Contemporary Middle
Eastern Studies, 22(1), 23-39.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder