ABD’nin İran’ın Nükleer Tesislerine Yönelik
Saldırısı: Bölgesel Savaşın Uluslararası Krize Dönüşümü
Prof. Dr. Firuz Demir Yaşamış
Özet
Bu çalışma, ABD’nin İran’daki
uranyum geliştirme tesislerine yönelik saldırısının bölgesel güvenlik
dinamikleri üzerindeki etkilerini incelemektedir. Araştırmada, saldırının
savaşın akışına ve ilgili aktörlerin stratejik tutumlarına olası yansımaları çözümlenmiştir.
Nitel araştırma yöntemleri kullanılarak, uluslararası aktörlerin tutumları ve
bölgesel güç dengesi çerçevesinde mevcut durum betimlenmiş ve
değerlendirilmiştir. Bulgular, saldırının İran’ın nükleer programı üzerindeki
etkisinin yanı sıra bölgedeki güç dengelerini ve uluslararası ilişkileri önemli
ölçüde etkileyebileceğini göstermektedir. Çalışma, gelecekteki politikaların
şekillenmesinde dikkate alınması gereken temel dinamikleri ortaya koymaktadır.
Rusya-İran yakınlaşması beklenmesi gereken doğal bir tepkidir.
Anahtar
Kelimeler: İran, uranyum
tesisleri, ABD saldırısı, bölgesel güvenlik, uluslararası ilişkiler, Rusya ve
İran
Abstract
This study examines the impact of the U.S. strike on uranium enrichment
facilities in Iran on regional security dynamics. The research analyzes the
possible implications of the attack on the course of the conflict and the
strategic positions of relevant actors. Using qualitative research methods, the
current situation is described and assessed within the framework of
international actors' attitudes and regional power balance. The findings
indicate that the strike significantly affects Iran's nuclear program, regional
power relations, and international diplomacy. The study highlights key dynamics
that should be considered in shaping future policies. An approximation between
Russia and Iran should be expected.
Keywords: Iran, uranium facilities, U.S. strike, regional security, international
relationsi Russia and Iran
GİRİŞ
ABD, “Geceyarısı Çekici Operasyonu” (Midnight
Hammer Operation) adı verilen askeri hava hareketiyle 22.Haziran.2025 günü
6 adet B-2 uçağı ile 14 ton ağırlığındaki 6 adet Dünya’nın en büyük bombasıyla İran’ın
Fordo kenti ve denizaltılardan gönderdiği 30 Tomahawk füzesiyle de Natanz ve
İsfahan kentlerinde bulunan uranyum zenginleştirme tesislerini yok etti. ABD’nin İran’ın nükleer zenginleştirme
tesislerine yönelik gerçekleştirdiği doğrudan saldırılar Orta Doğu’daki güç
dengelerinde yapısal bir kırılmaya işaret etmektedir. Bu gelişme yalnızca
İsrail ile İran arasında tırmanmakta olan çatışmanın boyutlarını değiştirmekle
kalmamış aynı zamanda bölgesel bir vekalet savaşından küresel güçlerin doğrudan
karıştığı çok taraflı bir güvenlik krizine geçişi de beraberinde getirmiştir.
ABD’nin bu askeri atılımı uluslararası hukuk bağlamında “önleyici yasal savunma”
doktrini kapsamında meşrulaştırılmaya çalışılsa da Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi’nin onayı olmaksızın gerçekleştirilen bir eylem olması nedeniyle ciddi
meşruluk tartışmalarına yol açmıştır. Bu operasyon ABD Kongresi’nde de anayasa
tartışmalarına yol açtı. Cumhuriyetçi Parti’ye bağlı Kongre üyeleri hareketi
anayasal bulurken Demokrat Partili
Kongre üyeleri savaş yetkisinin Kongre’ye ait olduğunu ve Başkan’ın bu
kararının Anayasaya aykırı olduğunu savlıyorlar.
İran’ın nükleer programı uzun süredir
uluslararası toplumun gündemindedir. Ancak bu son saldırı diplomatik yollarla
çözüm arayışlarının askıya alındığını ve askeri araçların ön plana
çıkarıldığını göstermektedir. Bu gelişme İran’ın tepkisini yalnızca ABD ve
İsrail’e karşı değil bölgedeki Amerikan müttefiklerine ve Batı çıkarlarına
yönelik asimetrik saldırılar yoluyla göstermesi olasılığını doğurmaktadır.
Özellikle Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen gibi İran’ın etkili olduğu
coğrafyalarda vekil aktörler üzerinden yürütülecek karşı saldırılar çatışmayı
yayma riski taşımaktadır.
Öte yandan ABD’nin doğrudan girişimi,
Körfez ülkeleri, Türkiye ve NATO’nun da stratejik hesaplarını gözden
geçirmelerine neden olmaktadır. Türkiye gibi bölgesel aktörler bu gelişme
karşısında çok yönlü ve dengeleyici bir diplomatik tavır geliştirmek
zorundadır. Türkiye’nin hem NATO yükümlülükleri hem de İran’la olan ikili
ilişkileri dikkate alındığında yaşanmakta olan kriz Ankara açısından ciddi bir
dış siyasa sınavına dönüşmüştür.
Küresel düzeyde ise bu saldırı enerji
piyasalarında ani dalgalanmalara neden olmuş ve petrol ve doğalgaz fiyatlarında
hızlı artışlar gözlemlenmiştir. Bu durum yüksek enflasyonla savaşan küresel
ekonomiler açısından ciddi riskler yaratmaktadır. Ayrıca Çin ve Rusya gibi
küresel güçlerin verecekleri tepkiler krizin genişleme potansiyelini daha da
artırmaktadır.
ABD’nin İran’a yönelik askeri girişimi
yalnızca bölgesel bir çatışmanın niteliğini değiştirmemiş aynı zamanda
uluslararası güvenlik mimarisinin kırılganlığını da bir kez daha gözler önüne
sermiştir. Önümüzdeki dönemde hem bölgesel aktörlerin hem de küresel güçlerin
bu yeni gelişmelere nasıl yanıt vereceği ve Orta Doğu’daki kararsızlığın
derinleşip derinleşmeyeceğini belirleyecek temel etmenler olacaktır.
Araştırmanın Amaç
ve Hedefleri
Bu çalışmanın temel amacı, ABD
tarafından İran’daki nükleer uranyum zenginleştirme tesislerine yönelik olarak
gerçekleştirilen saldırının bölgesel ve küresel düzeyde doğurabileceği
stratejik, siyasal, ekonomik ve askeri sonuçları değerlendirmektir. Bu bağlamda
çalışma, söz konusu saldırının İsrail-İran savaşının akılına, bölgedeki güç
dengelerine, büyük aktörlerin yaklaşımlarına (özellikle Rusya ve Çin) ve olası
tırmanma senaryolarına etkilerini ortaya koymayı hedeflemektedir.
Çalışmanın özel hedefleri şunlardır:
ABD'nin
gerçekleştirdiği saldırının uluslararası hukuk ve meşru savunma kavramı
açısından analizi.
İran’ın
askeri ve diplomatik tepkilerinin bölgesel çatışma dinamiklerine etkisi.
Rusya'nın
pozisyonunun (özellikle hava sahası koruması gibi hamlelerin) İran'ın savunma
stratejileri üzerindeki olası rolünün değerlendirilmesi.
Tehdit
düzeyine dayalı esneklik modelinin, bu krizde nasıl işlediğinin irdelenmesi.
Araştırma
Soruları
ABD’nin
İran’daki uranyum zenginleştirme tesislerine saldırmasının kısa ve orta vadede
bölgesel güvenlik dengelerine etkisi nedir?
İran'ın
bu saldırıya verdiği (ya da vereceği) karşılıklar, İsrail-İran savaşının yönünü
nasıl etkileyebilir?
Rusya,
İran’ın hava sahasının savunulmasına yönelik bir teklif götürmüşse, bu teklifin
içeriği ve İran’ın yanıtı ne olabilir?
Uluslararası
toplumun ve özellikle bölgesel aktörlerin tepkileri ne yönde gelişmiştir?
Tehdit
Düzeyine Dayalı Esneklik Modeli bu çatışma bağlamında nasıl işler ve aktörlerin
karar alma süreçlerini nasıl etkiler?
Araştırma Yöntemi
Bu çalışma nitel bir çözümleme
yöntemine dayanmakta ve stratejik çözümleme, olay örgüsü çözümlemesi ve oyun
kuramı yaklaşımları ile desteklenmektedir. Çalışma kapsamında içerik çözümlemesi,
karşılaştırmalı senaryo değerlendirmesi ve biçimsel açıklamaların söylem
çözümlemesi yapılmaktadır. Ayrıca, uzman görüşleri ve açık kaynak istihbarat verileri
de çözümleme kapsamına alınmaktadır.
KURAMSAL ÇERÇEVE
Bu çalışmanın kuramsal temelini, “Tehdit
Düzeyine Dayalı Esneklik Modeli” (Threat-Level Based Flexibility Model) oluşturmaktadır.
Bu model, bir devletin veya aktörün maruz kaldığı dış tehdit düzeyine bağlı
olarak siyasal, askeri ve diplomatik reflekslerinde göstereceği değişkenliği
temel alır. Model, üç ana değişkene dayanır:
Algılanan
tehdit yoğunluğu (yüksek, orta, düşük),
Karar
alıcıların stratejik seçenek seti (önleyici saldırı, caydırıcılık, savunma
ittifakları vs.),
İttifak
sistemlerinin ve büyük güç müdahalelerinin etkisi.
Model çerçevesinde, İran’ın maruz
kaldığı doğrudan askeri saldırı sonrası gerek iç güvenlik siyasalarında gerekse
uluslararası ilişkiler düzleminde nasıl bir tavır alacağı ve bu tavrın hangi
değişkenlerle şekilleneceği çözümlenmektedir. Ayrıca çalışma, uluslararası
ilişkilerde gerilim sarmalı kuramı (spiral model) ile caydırıcılık
kuramı çerçevesinde de desteklenmektedir. Bu kuramsal altyapı, kriz
dinamiklerini anlamlandırmada çok katmanlı bir çözümleme sunmayı
amaçlamaktadır.
Tehdit Düzeyine
Dayalı Esneklik Modeli
Devletlerin dış politikada ve güvenlik
iş birliklerinde benimsedikleri davranış kalıpları algılanan tehdit düzeyine
bağlı olarak farklılık göstermektedir. Bu bağlamda geliştirilen “Tehdit
Düzeyine Dayalı Esneklik Modeli” devletlerin egemenlik ilkeleri ile
uluslararası güvenlik ilişkilerinde gösterdikleri iş birliği eğilimleri
arasındaki dinamik dengeyi çözümlemeye etmeye olanak tanır. Bu modele göre,
devletler düşük tehdit ortamlarında egemenlik duyarlılığını ön planda tutar ve
dış askeri varlığa, yabancı komuta yapılarıyla ortak harekete ya da stratejik
bağımlılığa karşı uzak dururlar. İran’ın geçmişte Rusya’nın hava savunma
sistemlerini kendi hava sahasını doğrudan denetleyecek şekilde
konumlandırmasına uzak kalması bu tür düşük tehdit ortamlarında egemenliğe
öncelik verildiğini gösterir. Buna karşılık, yüksek tehdit dönemlerinde, yani
savaş ya da büyük ölçekli saldırı gibi varoluşsal kriz anlarında devletler
egemenlik duyarlılıklarını geri plana iterek dış destek arayışına girebilir. Bu
aşamada stratejik özerklik ilkesinin yerini güvenlik, akılcılık ve yararcılık
alır. Tehdit algısının artışı dış destek seçeneklerine ilişkin daha esnek, iş
birliğine açık ve hatta bağımlılığı göze alabilen bir yaklaşımı tetikleyebilir.
Model, bu geçişi “esneklik eşiği” adı verilen bir kavramsal dönüm noktasına
bağlar. Esneklik eşiği, bir devletin dış aktörlerle egemenliğini paylaşmaya
razı olabileceği tehdit düzeyini ifade eder. Eşiğin aşılması durumunda devlet
normal koşullarda kabul etmeyeceği bazı dış müdahale veya savunma önerilerini
geçici ya da kalıcı olarak kabul edebilir. Bu çerçevede İran’ın içinde
bulunduğu yeni güvenlik ortamı İsrail ve ABD’nin eş güdümlü askeri hareketi ile
birlikte “yüksek tehdit düzeyi” tanımına denk düşmekte ve dolayısıyla İran’ın
Rusya’dan hava sahasının doğrudan savunulması yönündeki olası bir öneriye bu
kez daha esnek yaklaşma olasılığını güçlendirmektedir. Bu durum, yalnızca
İran'ın stratejik yöneliminin değil, aynı zamanda uluslararası ilişkiler
kuramında devlet davranışlarına ilişkin esneklik modellerinin de deneysel
olarak incelenmesini olanaklı kılar.
ABD, İran ve
İsrail: Trump Döneminde Algılar, Stratejik Hedefler ve Olası Tepkiler
ABD’nin İran’ın nükleer zenginleştirme
tesislerine yönelik gerçekleştirdiği doğrudan saldırı yalnızca askeri bir
operasyon olmanın ötesinde Trump yönetiminin uzun süredir geliştirdiği dış siyasa
doktrininin doğal bir uzantısıdır. Başkan Donald Trump’ın ikinci dönemiyle
birlikte daha da belirginleşen saldırgan, tek taraflı ve ulusal çıkar temelli
dış siyasa yaklaşımı İran karşısında diplomatik sabrın tükendiği noktada askeri
eylemin kaçınılmaz duruma geldiği söylemiyle birleşmiştir. Trump yönetimi, bu
saldırıyı “önleyici yasal savunma” çerçevesinde sunarak İran’ın nükleer silah
üretme kapasitesine ulaşmak üzere olduğu iddiasını ulusal güvenlik açısından
bir kırmızı çizgi olarak tanımlamaktadır. Diplomatik çerçevede Birleşmiş
Milletler’i ve çok taraflı kurumları büyük ölçüde dışlayan Trump bu operasyonla
aynı zamanda ABD’nin küresel caydırıcılığını yeniden oluşturma ve uluslararası
güvenlik mimarisindeki lider konumunu sürdürmek hedefini de gütmektedir.
İran açısından ise saldırı yalnızca
nükleer tesislerin hedef alınması olarak değil aynı zamanda ABD’nin yıllardır
süren yaptırımlar, ekonomik baskılar ve bölgesel kuşatma stratejisinin yeni bir
aşaması olarak okunmaktadır. Tahran yönetimi bu saldırıyı egemenliğe yönelik
doğrudan bir ihlal ve açık bir savaş ilanı olarak yorumlamakta ve rejim içi
söylemde ise ulusal direnç, devrimci savunma ve şehitlik vurgularıyla toplumsal
seferberliği hızlandırmaktadır. İran’ın doğrudan bir konvansiyonel saldırıya
girişmesi düşük olasılık olarak değerlendirilse de bölgedeki vekil aktörler
üzerinden yürütülecek misilleme saldırılarının artması beklenmektedir.
Özellikle Hizbullah, Irak’taki Haşdi Şabi, Suriye’deki paramiliter unsurlar ve
Yemen’deki Husiler üzerinden yürütülecek hibrit savaş stratejileri İran’ın
düşük maliyetli ama yüksek düzeyde tepkiler geliştirme yöntemlerinin başında
gelecektir. Ayrıca İran’ın siber güvenlik alanında ABD ve İsrail altyapılarına
karşı saldırılar gerçekleştirme kapasitesi de göz ardı edilmemelidir.
İsrail ise uzun süredir İran’ın
nükleer programını ulusal güvenliğine yönelik varoluşsal bir tehlike olarak
tanımlamış ve bu doğrultuda hem siyasal hem askeri tedbirler geliştirmiştir.
Trump yönetiminin İran’a yönelik sert tutumunu stratejik bir fırsat penceresi
olarak değerlendiren Tel Aviv yönetimi bu saldırıyı yıllardır savunduğu
önleyici saldırı doktrininin bir zaferi olarak görmektedir. İsrail’in ABD ile
kurduğu yüksek düzeydeki stratejik eş güdüm İran tehdidini ortadan kaldıma ve
bölgedeki askeri üstünlüğünü pekiştirme çabalarının bir sonucudur. Bununla
birlikte, İsrail’in Hizbullah ve Suriye üzerinden karşılık alması olası olup
kuzey cephesinde çok boyutlu bir savunma stratejisine geçilmiştir. İç
kamuoyunda ise bu saldırı Netanyahu liderliğindeki hükümetin güvenlik söylemini
güçlendirmekte ve iç siyasal meşruluğunu artırmaktadır.
Trump yönetiminin uzun dönemli dış
politika yönelimi çerçevesinde ABD’nin İran’a yönelik saldırısı Orta Doğu’da
çatışmanın akışını kalıcı biçimde değiştirme gizil gücü taşımaktadır. Her üç
aktör de bu gelişmeyi kendi stratejik çıkarları doğrultusunda yorumlamakta ve
bu doğrultuda karşı atılımlar geliştirmektedir. Ancak bu atılımların bölgesel
çatışmayı denetlenebilir sınırların ötesine taşıma ve küresel güvenlik
mimarisini daha da kararsızlaştırması riski ciddi boyutlardadır. Özellikle
Trump’ın uluslararası kurumlara olan uzak tutumu çok taraflı çözüm
mekanizmalarının devre dışı bırakılmasına ve krizin hızla tırmanmasına zemin
hazırlamaktadır.
Yazın Taraması
İran’ın nükleer programı ve bu
programa yönelik uluslararası müdahaleler, son yirmi yılda güvenlik çalışmaları
ve uluslararası ilişkiler disiplininde yoğun şekilde ele alınan bir konu
olmuştur. Nükleer silahların yayılmasını önlemeye yönelik çabalar, özellikle
İran özelinde, ABD-İsrail ekseninin bölgesel güvenlik mimarisini yeniden
şekillendirme stratejileriyle iç içe geçmiştir (Fitzpatrick, 2006; Parsi,
2007). Bu bağlamda, İran’ın nükleer tesislerine yönelik askeri müdahale
olasılığı, yalnızca silahsızlanma politikaları açısından değil, aynı zamanda
bölgesel savaş dinamiklerini tetikleyici etkisi bağlamında da incelenmiştir
(Pollack, 2013; Cordesman & Seitz, 2009).
İran’ın uranyum zenginleştirme
faaliyetleri, özellikle 2002 yılındaki Natanz ve Arak tesislerinin açıklık
kazanmasından itibaren uluslararası toplumun gündemine girmiştir. Bu süreçte
Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) ve Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi kararları İran’ın nükleer faaliyetlerini sınırlamaya dönük çeşitli
diplomatik araçlar üretmiştir. Ancak bu çabaların başarısızlıkla sonuçlanması,
zamanla askeri seçeneğin gündeme gelmesine neden olmuştur (Maloney, 2015).
ABD'nin ve İsrail'in İran'ın
nükleer altyapısına yönelik saldırı olasılığı yazında genellikle “önleyici
saldırı” (preemptive strike) ve “önleyici savaş” (preventive war)
bağlamlarında tartışılmıştır (Betts, 1980; Walzer, 2006). Bu yaklaşımlara göre,
hedef ülkenin yakın gelecekte ciddi bir tehdit oluşturması bekleniyorsa
saldırının meşruluğu uluslararası hukuk açısından tartışmalı olsa da stratejik
düzeyde savunulabilir hale gelmektedir. Bununla birlikte, bu tür saldırıların
bölgesel güç dengelerini nasıl etkileyeceği, özellikle vekalet savaşları,
silahlı grupların seferberliği ve enerji güvenliği bağlamında kritik sorular
doğurmaktadır (Takeyh & Gvosdev, 2011).
Son dönemde yapılan bazı
çalışmalarda İran’ın Suriye, Lübnan ve Irak’taki silahlı ağlar aracılığıyla
asimetrik yanıt kapasitesine sahip olduğu vurgulanmakta ve bu da herhangi bir
doğrudan saldırının bölgesel savaşa evrilme olasılığını artırmaktadır (Byman,
2008; Eisenstadt, 2010). Ayrıca, İran’ın hava savunma kapasitesi ile Rusya’yla
olası stratejik iş birliği seçenekleri de akademik yazında yer yer gündeme
gelmiştir. Özellikle S-300 ve S-400 sistemlerinin İran’a satışına ilişkin
tartışmalar Rusya'nın İran üzerindeki etki kapasitesini artırma çabalarının bir
parçası olarak değerlendirilmektedir (Kozhanov, 2015).
Bununla birlikte, mevcut
yazının büyük bir kısmı savaşın stratejik gerekçelerine odaklanmakta ve ABD
veya İsrail tarafından gerçekleştirilecek olası bir saldırının bölgesel
güvenlik mimarisini nasıl dönüştürebileceğine ilişkin senaryo temelli
modellemeler sınırlı kalmaktadır. Bu çalışma, bu boşluğu doldurmayı
hedeflemekte ve askeri müdahalenin sadece İran’ın nükleer altyapısına yönelik
bir operasyonla sınırlı kalmayacağı, aksine bölgesel güç dizilişlerini kökten
dönüştürebilecek gizil güce sahip olduğunu ileri sürmektedir.
Mevcut Durumun Betimlenmesi ve Çözümlenmesi
ABD'nin İran'daki nükleer
tesislere yönelik gerçekleştirdiği doğrudan saldırı, Ortadoğu’daki güç
dengelerinde önemli bir kırılma yaratmış ve bu durum, bölgesel güvenlik
mimarisinin yeniden şekillenmesine neden olmuştur. Özellikle 2015 yılında
imzalanan Kapsamlı Ortak Eylem Planı’nın (KOEP) çökmesinden sonra başlayan
gerginlik süreci, zamanla nükleer kapasite, bölgesel nüfuz mücadelesi ve
vekalet savaşları üzerinden tırmanarak bugünkü çatışma ortamına evrilmiştir.
İran, uzun süredir uranyum
zenginleştirme çalışmalarını hem enerji üretimi hem de stratejik caydırıcılık
açısından ulusal egemenliğin bir göstergesi olarak değerlendirmektedir. Ancak
ABD ve İsrail açısından bu çalışmalar yalnızca bir nükleer silahlanma süreci
değil aynı zamanda bölgedeki Batı karşıtı ittifakların güçlenmesi anlamına
gelmektedir. Bu nedenle İran’a yönelik askeri saldırı, yalnızca nükleer
kapasitenin engellenmesine dönük teknik bir müdahale değil aynı zamanda
siyasal, diplomatik ve stratejik mesajlar içeren çok katmanlı bir operasyondur.
Saldırı sonrasında İran iç
siyasetinde “ulusal birlik ve direniş” söylemi güç kazanmış, reformist ve
tutucu kanatlar arasında geçici bir bütünleşme gözlemlenmiştir. Uluslararası
alanda ise saldırının meşruluğu tartışmalı bulunmuş ve özellikle Çin ve Rusya
gibi aktörler saldırıyı kınarken Avrupa ülkeleri temkinli bir denge siyasası
izlemeyi tercih etmiştir.
Bu süreçte Türkiye’nin tutumu
da dikkat çekici olmuş ve bölgesel kararlılığa öncelik tanıyan ancak Batı
ittifakını doğrudan karşısına almayan yararcı bir yaklaşım benimsenmiştir. Dışişleri
Bakanlığı, İran’ın nükleer programıyla ilgili yaşanan gerilime ilişkin yaptığı
açıklamada mevcut anlaşmazlığın tek çözüm yolunun diyalog ve görüşmeler olduğunu
vurgulamıştır. Bakanlığın açıklamasında şu ifadelere yer verildi: "Türkiye
olarak, bölgede İsrail saldırganlığıyla başlayan çatışmanın yayılması ve
güvenlik ortamının istikrarsızlaşması riskine her vesileyle dikkat çekmiştik.
İran’ın nükleer tesislerine ABD tarafından bugün (22 Haziran) yapılan saldırı,
söz konusu riski en üst düzeye çıkarmıştır. Türkiye, ABD’nin İran İslam
Cumhuriyeti’nin nükleer tesislerine yönelik saldırısının muhtemel sonuçlarından
derin endişe duymaktadır. Yaşanmakta olan gelişmeler bölgesel ihtilafın küresel
düzeye taşınmasına neden olabilecektir. Bu felaket senaryosunun hayata
geçmesini istemiyoruz.” Ancak, açıklamada 'kınama' ifadesinin yer almaması
dikkat çekmiştir. Bu açıklama Türkiye’nin temkinli bir denge siyasası izlemeyi
sürdüreceği anlamına gelmektedir. İran’a yönelik güvenceleri sağlama ve hava
sahasını koruma yönündeki olası girişimi yalnızca ikili ilişkiler bağlamında
değil aynı zamanda çok kutuplu dünya düzeninde yeni ittifakların oluşumuna
işaret etmektedir.
Tüm bu gelişmeler, tehdit
düzeyine göre değişen esnek savunma stratejilerinin, özellikle bölge devletleri
tarafından yeniden tanımlanmasını zorunlu kılmaktadır. Askeri angajman
kuralları, istihbarat paylaşımı, savunma ittifaklarının kapsamı ve enerji güvenliği
gibi alanlarda çok yönlü ve senaryoya dayalı stratejik planlamaların önemi
artmıştır. Bu çerçevede çalışmada, “Tehdit Düzeyine Dayalı Esneklik Modeli”
gibi kavramsal araçların, mevcut durumu anlamlandırmada ve olası gelişmeleri
öngörmede nasıl kullanılabileceği irdelenecektir.
ÇÖZÜMLEME
İran’ın Olası Karşı
Tepkileri: Asimetrik Yanıtlar, Vekil Aktörler ve Jeopolitik Riskler
ABD’nin İran’daki nükleer
zenginleştirme tesislerini doğrudan hedef alan saldırısı Tahran yönetimi
açısından yalnızca bir askeri müdahale değil aynı zamanda rejimin egemenliğine,
onuruna ve stratejik kapasitesine yönelik kapsamlı bir meydan okuma olarak algılanmaktadır.
İran İslam Cumhuriyeti devrim sonrası dış siyasasını büyük ölçüde
anti-Amerikancı refleksler ve direniş eksenli güvenlik stratejileri üzerine kurmuş
bir devlettir. Bu nedenle, ABD saldırısına verilecek karşılık hem iç kamuoyunu
tatmin edecek hem de caydırıcılığı yeniden oluşturacak şekilde tasarlanacaktır.
Ancak İran’ın bu tepkisi doğrudan konvansiyonel çatışma yerine çok katmanlı ve
esnek bir "asimetrik yanıt stratejisi" çerçevesinde gelişecektir.
İran’ın saldırı sonrası ilk tepkisi
Tel Aviv, Kudüs ve Hayfa’ya füze saldırılarında bulunması ve İran Atom Enerjisi
Kurumu aracılığıyla uranyum gelişme çalışmalarından vaz geçilmeyeceğini
açıklaması olmuştur.
İran’ın kısa vadeli tepkileri büyük
olasılıkla vekil aktörler aracılığıyla gerçekleşecektir. Tahran'ın bölgesel
nüfuz alanı, özellikle Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen gibi ülkelerdeki
paramiliter yapıların eş güdümü sayesinde oldukça geniştir. Bu çerçevede,
Lübnan’daki Hizbullah’ın İsrail topraklarına yönelik topyekün füze
saldırılarına girişmesi İsrail’in kuzey cephesini baskı altına almayı
hedefleyen önemli bir adım olabilir. Benzer şekilde, Irak’taki Haşdi Şabi
grupları ABD üslerine yönelik saldırıları artırabilir. Yemen’deki Husiler ise
Kızıldeniz’deki deniz yollarını tehdit ederek küresel enerji ve ticaret akışını
sekteye uğratabilir. Bu vekil saldırılar İran’a doğrudan savaş yükü getirmeden
karşı tarafın güvenlik algısını aşındırmayı hedefleyecektir.
Bununla birlikte, İran’ın doğrudan
kendi kapasitesiyle verebileceği bazı yanıt türleri de göz ardı edilmemelidir.
Bu bağlamda İran, Basra Körfezi ve Hürmüz Boğazı’ndaki deniz trafiğini
durdurarak enerji arz güvenliği üzerinde baskı oluşturabilir. Nitekim İran’ın
bu tür denizcilik manevralarında bulunduğu geçmiş örnekler vardır. Ayrıca siber
güvenlik alanında ABD ve İsrail’in kritik altyapılarına yönelik saldırılar
İran’ın gelişmiş siber yeteneklerini gösterebileceği düşük maliyetli ama etkili
bir misilleme aracıdır.
İran’ın bu saldırıya yanıtı sadece
askeri düzlemle sınırlı kalmayabilir. Tahran, bu gelişmeyi uluslararası
kamuoyuna ABD'nin "hukuksuz saldırganlığı" olarak sunarak diplomatik
alanda da bir karşı saldırı başlatabilir. Özellikle Şanghay İş Birliği Örgütü
(ŞİÖ), BRICS ve BM çerçevesinde Rusya, Çin ve bazı küresel güney ülkeleriyle eş
güdüm içinde ABD’yi uluslararası yalnızlığa sürüklemeye yönelik çabalar
artabilir. İran'ın saldırının zamanlamasını ve etkisini kullanarak iç siyasal
bütünleşmeyi de güçlendirmesi beklenebilir. Rejim, ulusal birlik ve devrimci
dayanışma vurgusunu ön plana çıkararak muhalefeti bastırabilir ve halk
desteğini yeniden kurabilir.
Ancak tüm bu olasılıklara karşın İran’ın
yanıt verme stratejisinde dikkatli bir dengeleme arayışı da söz konusudur.
Doğrudan ve büyük çaplı bir yanıt çatışmanın tam bir savaşa dönüşmesine neden
olabilir ve bu durum İran’ın zaten kırılgan olan ekonomik ve siyasal
kararlılığını daha da zedeleyebilir. Bu nedenle İran misilleme ile çatışmayı
tırmandırmama arasında bir “denge stratejisi” izleyerek hem iç kamuoyunu tatmin
etmeye hem de savaş yükünü sınırlı tutmaya çalışacaktır.
İran’ın tepkisi çok boyutlu, ölçülü
fakat etkili olacak şekilde şekillenecektir. Tahran’ın bu süreçteki temel
amacı, doğrudan savaşın içine çekilmeden caydırıcılığını sürdürmek, bölgesel etkisini
pekiştirmek ve ABD-İsrail ekseninin stratejik üstünlüğünü sorgulamaya açmaktır.
Bu çerçevede İran’ın tepkileri yalnızca çatışmanın akışını değil aynı zamanda
Orta Doğu’daki güç dengelerinin geleceğini de belirleyecek nitelikte olacaktır.
İran İslam Cumhuriyeti'nin ABD’nin
nükleer zenginleştirme tesislerine yönelik doğrudan saldırısını bir egemenlik
ihlali ve uluslararası hukukun ağır bir ihlali olarak değerlendirmektedir. Bu
tür bir saldırı İran açısından yalnızca askeri değil aynı zamanda rejimin
ulusal meşruluğu ve bölgesel saygınlığı açısından da ciddi bir meydan okumadır.
Dolayısıyla İran’ın tepkisi çok boyutlu ve kademe kademe gelişen bir stratejiye
dayanabilir.
İlk aşamada İran’ın doğrudan askeri
misilleme yöntemlerini gündeme alması olasıdır. Bu bağlamda, Basra
Körfezi’ndeki Amerikan askeri üsleri ve gemileri başta olmak üzere bölgedeki
ABD varlıkları hedef alınabilir. Aynı zamanda, İran Devrim Muhafızları’nın dış
operasyonlar birimi olan Kudüs Gücü aracılığıyla Lübnan Hizbullahı, Hamas, Yemen’deki
Husiler veya Irak’taki Şii milis gruplar gibi vekil aktörlerin devreye
sokulması beklenebilir. Bu unsurlar üzerinden yürütülecek asimetrik saldırılar
İran’a doğrudan savaş yükü getirmeden caydırıcılık sağlamayı hedefleyebilir.
İkinci aşamada İran diplomasiyi silah
olarak kullanarak uluslararası kamuoyunu ABD aleyhine seferber etmeye
çalışacaktır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi nezdinde acil toplantı
çağrısı yapılması, saldırının uluslararası hukuka aykırılığına dikkat çeken
kampanyalar yürütülmesi ve özellikle Rusya, Çin gibi stratejik ortaklarla
dayanışma görüntüsü verilmesi bu stratejinin merkezinde yer alabilir.
Üçüncü ve daha uzun vadeli bir tepki
biçimi ise İran’ın nükleer programını yeniden hızlandırması olacaktır. Bu
saldırının ardından Tahran yönetiminin Nükleer Silahların Yayılmasının
Önlenmesi Antlaşması'ndan (NPT) çekilmeyi gündeme alması veya Uluslararası Atom
Enerjisi Ajansı (UAEA) ile yürütülen denetim süreçlerini askıya alması beklenebilir.
Böylelikle İran, ABD’nin saldırısını gerekçe göstererek hem iç kamuoyunu bütünleştirebilir
hem de nükleer kapasitesini daha köktenci biçimde ilerletme yönünde uluslararası
baskıyı etkisizleştirmeye çalışabilir.
İran’ın tepkisi yalnızca askeri alanda
değil, diplomatik, stratejik ve teknolojik alanlarda da karşılık bulacak
şekilde çok katmanlı olacaktır. Bu durum, yalnızca İran-ABD ilişkilerini değil
aynı zamanda bölgesel kararlılığı ve küresel güvenlik mimarisini de
derinlemesine etkileme gizil gücüne sahiptir.
Bu gelişmeler ışığında İran’ın
verebileceği tepkiler çeşitli senaryolar etrafında değerlendirilmelidir. Her
bir olasılık hem iç siyasal dinamikler hem de uluslararası güç dengeleri
bağlamında farklı stratejik sonuçlar doğuracaktır.
Hürremşehr
hipersonik füzelerinin kullanılması:
İran'ın henüz operasyonel düzeyde kullanmadığı hipersonik Hürremşehr füzelerini
devreye sokması hem askeri kapasitesini sergilemek hem de caydırıcılığını
artırmak açısından çarpıcı bir mesaj oluşturacaktır. Böyle bir adım, İran’ın
yalnızca savunma değil aynı zamanda misilleme yeteneği açısından da kırmızı
çizgileri olduğunu vurgular. Ancak bu tür bir saldırı ABD’nin topyekün askeri
karşılık verme eşiğini aşabileceğinden İran açısından ciddi bir risk barındırmaktadır.
Körfez’deki ABD
üslerine doğrudan saldırı: Bu senaryo
bölgesel savaşın hızla küresel bir çatışma boyutuna tırmanmasına neden
olabilir. İran, özellikle Irak ve diğer ülkelerdeki vekil güçleri eliyle bu tür
saldırılar gerçekleştirebilir. Ancak doğrudan İran menşeli saldırılar ABD'nin
misilleme kapsamını genişletmesine neden olacağından bu seçenek denetim altında
tutulan vekil aktörler aracılığıyla sınırlı kalabilir.
Hürmüz Boğazı’nın
kapatılması: İran’ın
defalarca dile getirdiği bu tehdit küresel enerji piyasalarına yönelik büyük
bir darbe anlamına gelir. Petrol sevkiyatının %20’sinin geçtiği bu boğazın
kapanması dünya piyasalarında şok etkisi yaratır. Ancak bu adım aynı zamanda
İran’a yönelik uluslararası baskının ve olası deniz abluka ya da müdahalelerin
meşrulaştırılmasına yol açabilir. Bu nedenle, İran bu seçeneği genellikle bir
“son çare” olarak tutmakta ancak olasılık dışı bırakmamaktadır.
Tepkisizlik ve
stratejik sabır: İran rejimi,
zaman zaman doğrudan askeri karşılık vermek yerine uzun vadeli stratejik
misillemelerle yanıt vermeyi tercih etmektedir. Bu durumda rejim içi söylemde
“intikam” vaadi güçlü biçimde dillendirilirken eylemler ertelenebilir ya da
dolaylı biçimde yürütülebilir. Böyle bir strateji İran'ın zaman kazandığı ve
uluslararası desteği kaybetmeden daha uygun koşullarda hareket etme olasılığına
dayanmaktadır.
İran’ın yanıtı saldırının şiddetine,
iç kamuoyunun baskısına, Devrim Muhafızları’nın tutumuna ve ABD’nin sonraki
açıklamalarına bağlı olarak şekillenecektir. Ancak her senaryo, bölgesel kararlılık
açısından büyük riskler taşımaktadır. İran’ın tercih edeceği yol yalnızca
Tahran’ı değil tüm Orta Doğu’yu etkileyecek stratejik sonuçlar doğuracaktır.
Rusya’nın
İran’a Yönelik ABD Saldırısına Tepkisi: Jeopolitik Hesaplar ve Stratejik Denge
Arayışı
Rusya, Orta Doğu’daki
jeopolitik konumu ve bölgesel aktörlerle kurduğu karmaşık ilişkiler ağı
nedeniyle ABD’nin İran’ın nükleer tesislerine yönelik doğrudan askeri saldırısını
çok boyutlu bir güvenlik ve diplomasi sorunu olarak değerlendirmektedir.
Moskova açısından bu gelişme ABD’nin tek taraflı saldırı eğilimlerinin bölgesel
kararlılığı daha da zayıflatması ve küresel güç dengelerini kendi aleyhine
bozması riskini taşımaktadır.
İlk olarak, Rusya’nın İran ile
stratejik ortaklık ve iş birliği alanları bulunmaktadır. İki ülken enerji ve
ticaret gibi ekonomik ilişkileri giderek güçlendirmektedir. Bu bağlamda Rusya
ABD’nin İran’a yönelik saldırısını egemenlik ihlali ve uluslararası hukuk
normlarına aykırı bir girişim olarak görmekte ve BM Şartı’nın temel ilkelerinin
çiğnendiğini vurgulamaktadır. Moskova diplomatik platformlarda özellikle
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde saldırının kınanması ve ABD’ye
yaptırımlar uygulanması için girişimlerde bulunabilir.
Öte yandan, Rusya bu çatışmada
doğrudan askeri müdahaleden kaçınma eğilimindedir. Moskova’nın önceliği ABD ile
doğrudan bir karşılaşma riskini en aza indirerek bölgedeki etkisini ve iş
birliğini sürdürmektir. Ancak ABD’nin müdahalesinin bölgesel krizi
derinleştirmesi durumunda müttefiklerini koruma gerekçesiyle hareket alanını
genişletebilir. Ekonomik ve enerji alanında ise Rusya İran’a uygulanan
yaptırımların etkisini azaltmak amacıyla ticari ve finansal iş birliğini
derinleştirebilir. Özellikle enerji piyasalarında ABD’nin girişimlerine karşı
ortak stratejiler geliştirilmesi, OPEC çatısı altında iş birliğinin
sürdürülmesi Rusya’nın çıkarına olacaktır. Rusya’nın bu bağlamda dile getirdiği
“Pandora’nın kutusunun açılması” söylemi bu olasılığa işaret etmektedir.
Rusya’nın bu krizi küresel güç
mücadelesinin bir parçası olarak gördüğü ve ABD’nin uluslararası normlara
aykırı tek taraflı hareketlerine karşı çok kutuplu dünya düzenini savunduğu
dikkate alınmalıdır. Bu nedenle Moskova, saldırıya karşı diplomatik ve ekonomik
yaptırımlar yoluyla sert tepki vermekle birlikte askeri cephede gerilimi
tırmandırmadan dengeleyici politikalar izlemeye devam edecektir.
Rusya’nın İran Hava
Sahası Koruma Teklifi ve İran’ın Tepkisi: Stratejik İş Birliği ve Egemenlik
Dinamikleri
Rusya-İran ilişkileri özellikle 2015
sonrasında Suriye iç savaşının seyriyle derinleşmiş ve iki ülke arasında
askeri-stratejik iş birliği ivme kazanmıştır. Bu iş birliği kapsamında
Moskova’nın bölgedeki hava üstünlüğünü pekiştirmek amacıyla İran hava sahası ve
hava savunma kapasiteleri üzerinde bazı önerilerde bulunduğuna ilişkin bazı
güvenilir kaynaklarda ve raporlarında işaretler vardır.
Rus askeri ve siyasal çevrelerinde dile
getirilen bazı değerlendirmelere göre, Rusya İran’a, özellikle ABD ve İsrail’in
artan hava operasyonları karşısında İran hava sahasının kısmen veya tamamen Rus
hava kuvvetleri tarafından korunması veya ortak hava savunma operasyonlarının
yürütülmesi önerisinde bulunmuştur. Bu öneri, Moskova’nın hem bölgesel etkisini
genişletme stratejisiyle uyumludur. Rusya, böyle bir atılımla İran semalarında
etkili bir denetim sağlayarak ABD’nin bölgedeki hava operasyonlarını caydırmayı
ve Rusya-İran iş birliğini derinleştirmeyi hedeflemiştir.
Bununla birlikte, İran yönetimi bu tür bir öneriye
yakın durmamıştır. İran, hava sahasının dış güçlerce denetlenmesini ulusal
egemenliğe aykırı görmekte ve böyle bir uygulamanın rejimin meşruluğunu
zayıflatacağına inanmaktadır. Tarihsel olarak dış müdahalelere karşı duyarlı
olan İran özellikle askeri egemenlik alanlarında bağımsızlığını korumaya büyük
önem vermektedir. Öte yandan, İran, bölgesel aktör olarak kendi stratejik
kararlarını bağımsız şekilde alma arzusundadır. Rusya’nın hava sahası koruma önerisinin
İran’ın dış siyasa ve askeri atılımlarında sınırlayıcı etkiler doğurabileceği
değerlendirilmiştir. Ayrıca, İran, Rusya’ya aşırı bağımlı görünmek istememekte
ve özellikle Orta Doğu’daki Arap ve Müslüman dünyasındaki imajını
gözetmektedir. Rus hava kuvvetlerinin İran hava sahasında varlığı Tahran’ın
bölgesel liderlik savlarına zarar verebilir.
İran, Rusya’nın doğrudan hava sahasının
denetimi önerisini reddetmekle birlikte hava savunma sistemlerinin (örneğin
S-300 ve S-400 sistemleri) sağlanması ve kullanımı konusunda iş birliğini
derinleştirmiştir. Bu sistemler, İran’ın kendi hava sahasını korumasında Rus
teknolojisinin kritik katkısını temsil etmektedir. Ayrıca, iki ülke arasında
askeri eğitim ve istihbarat paylaşımı gibi daha gizli ve dolaylı iş birliği
mekanizmaları geliştirilmiştir.
Rusya’nın İran’a yönelik hava sahası koruma
önerisi Moskova’nın bölgesel stratejisinin bir parçası olarak gündeme gelmiş
ancak İran’ın egemenlik ve stratejik bağımsızlık duyarlılıkları nedeniyle kabul
edilmemiştir. Bu durum, iki müttefik arasındaki iş birliğinin sınırlarını ve
karşılıklı çıkarların dengelendiği bir durumu ortaya koymaktadır.
İran’ın ABD Saldırısından Sonra Rusya’nın Hava
Sahası Koruma Önerisini Kabul Etme Olasılığı: Egemenlik, Güvenlik ve Jeopolitik
İkilem
ABD’nin doğrudan saldırısı İran’ın savunma
kapasitesini ve ulusal güvenliğini ciddi biçimde tehdit eden bir kırılma
noktasıdır. Böyle bir saldırı, İran’ın kendi hava sahasını koruma konusundaki duyarlılıklarını
derinleştirebilir. Ancak bu aynı zamanda dış tehdit algısını ve güvenlik
ihtiyaçlarını da köktenci biçimde artıracaktır. İran için egemenlik rejimin
temel kırmızı çizgilerindendir ve dış güçlerin doğrudan askeri müdahalelerine
karşı sert bir refleks söz konusudur. Ancak ABD saldırısı İran’ın mevcut hava
savunma kapasitesinin yetersizliğini somut biçimde ortaya koymuştur. Bu
durumda, İran’ın stratejik güvenlik öncelikleri egemenlik duyarlıklarının önüne
geçebilir. Dolayısıyla, İran yönetimi mevcut koşullarda egemenlikten ödün verme
korkusuna karşın “Rusya’nın hava sahasını koruma” önerisini güvenlik güvencesi
olarak değerlendirebilir ve kabul etme olasılığı yükselebilir. Bu özellikle
saldırının yarattığı kısa ve orta vadeli tehditlerin boyutuna bağlıdır.
ABD saldırısı İran’ın Moskova ile ilişkilerini
yeniden şekillendirme eğilimini de güçlendirebilir. Moskova’nın sunduğu askeri
destek ve güvenlik önlemleri Tahran için yaşamsal önem taşıyabilir. Bu
bağlamda, Rusya’nın hava sahası koruma önerisi İran’ın dış destek arayışında
önemli bir unsur durumuna gelir.
İran, Rusya’nın önerisini kabul etse bile bunu
dikkatle yönetmek zorundadır. Aşırı bağımlılık algısı ve bölgesel aktörlerin
tepkileri nedeniyle İran bu iş birliğini sınırlı, geçici ve stratejik bir
zorunluluk olarak sunmaya çalışacaktır. Ayrıca, bu karar diplomatik
platformlarda da özenle pazarlanmalıdır.
İran’ın Rusya’dan hava sahası koruması talep
etmesi, aynı zamanda diğer stratejik alanlarda (örneğin siber savunma, füze
savunması, diplomasi) iş birliğinin artmasına yol açabilir. Bu bütüncül
yaklaşım, İran’ın güvenlik ağını genişletme çabasının parçası olarak
görülebilir.
ABD’nin İran’a yönelik saldırısı Tahran’ın
Rusya’nın hava sahası koruma önerisini değerlendirme ve kabul etme olasılığını
ciddi biçimde artırmaktadır. Egemenlik kaygıları halen güçlü olsa da varoluşsal
tehdit algısı İran’ın güvenlik önceliklerini yeniden şekillendirmekte ve
Moskova’ya daha fazla güvenme eğilimini tetiklemektedir. Bu durum, bölgesel güç
dengelerinde önemli değişikliklere yol açabilir.
İran’ın, ABD saldırısı sonrası Rusya’dan hava
sahası koruması talebinde bulunması ve bu iş birliğinin gerçekleşmesi Orta
Doğu’daki güvenlik dengelerinde önemli dönüşümlere yol açabilir. Geleneksel
olarak bölge ABD-İsrail liderliğindeki Batı ittifakı ile İran, Suudi Arabistan
ve diğer Arap devletleri arasında keskin bir kutuplaşmaya sahne olmaktadır.
Rusya’nın doğrudan İran hava sahasını koruma
sorumluluğunu üstlenmesi Moskova’nın bölgedeki etkisini artırır. Bu durum,
Rusya’nın Orta Doğu’daki askeri varlığını ve siyasal ağırlığını perçinler.
Böylece Rusya İran’da da kritik güvenlik sağlayıcı olarak öne çıkarak bölgesel
güç dengelerinde ABD’ye karşı güçlü bir denge unsuru olur.
Rusya-İran iş birliğinin derinleşmesi ABD’nin
bölgedeki hava üstünlüğünü ve stratejik hareket yeteneğini kısıtlayabilir. Bu
durum, ABD’nin Orta Doğu’da askeri operasyon yapma maliyetini yükseltir ve
caydırıcılığını zayıflatır. Suudi Arabistan, Birleşik Arap
Emirlikleri gibi Körfez ülkeleri ve İsrail, Rusya’nın etkinliğinin artması
karşısında stratejik karşı önlemler geliştirmek zorunda kalabilir. Bu aktörler,
ABD ile ilişkilerini sıkılaştırabilir veya bölgesel güvenlik mimarisinde yeni
denge arayışlarına girebilir.
Nitekim, İran Dışişleri Bakanı Arakchi İslam
Devletleri Örgütü Dışişleri Bakanları toplantısı için bulunduğu İstanbul’da 22
Haziran 2025 günü düzenlediği basın toplantısında hemen Moskova’ya giderek
Putin ile görüşeceğini ve bundan böyle Rusya ile çalışacaklarını açıklamıştır. Arakchi şunları söylemiştir: “Bu
öğleden sonra Moskova’ya gidiyorum, yarın Başkan Putin’le bir toplantım olacak.
Rusya Federasyonu İran’ın dostudur. Rusya ve İran arasında stratejik ortaklık
var. Hareketlerimizi koordine ediyoruz. Rusya nükleer müzakerelerin tarafı
oldu. ABD ile müzakere ederken Rusya ile de bilgi paylaştık. Yarın Rusya Devlet
Başkanı Vladimir Putin ile son derece kritik bir görüşme yapacağım. Stratejik
bir ortaklık var iki ülke arasında.” Rusya'nın İran'ın
dostu olduğunu da belirten Arakchi bundan sonra Putin ile birlikte
çalışacaklarını belirtti. Bakanın bu sözleri bu araştırmada kullanılan ‘Tehdit
Düzeyine Dayalı Esneklik Modeli’ kuramının deneysel anlamda desteklendiğini ve
doğrulandığını göstermektedir. Bunun anlamı Orta Doğu’da ve Asya’da Rusya ile
İran arasında yeni bir ittifakın şekillenmekte olduğudur. Rusya’nın hem İran ve
hem de bölge üzerindeki etkisi daha da artacaktır.
Çin’in İran’a
Yönelik ABD Saldırısına Tepkisi: Çok Taraflılık, Enerji Güvenliği ve Jeopolitik
Denge
Çin, küresel güç dengelerindeki
yükselen rolü ve Orta Doğu’ya artan ekonomik ve stratejik ilgisi nedeniyle
ABD’nin İran’ın nükleer tesislerine yönelik doğrudan saldırısını yakından izlemektedir.
Pekin’in tepkisi, öncelikle çok taraflılık ilkesine ve uluslararası hukukun
üstünlüğüne verdiği vurgu çerçevesinde şekillenmektedir. Çin, BM Şartı’nın çiğnenmesi
olarak gördüğü bu tür tek taraflı askeri operasyonlara karşı çıkmakta ve
bölgesel kararlılığın korunmasını ve diplomatik çözüm yollarının tercih
edilmesini savunmaktadır.
Enerji güvenliği bakımından
İran, Çin için önemli bir hammadde tedarikçisi konumundadır. İran’dan doğrudan
veya bölgesel boru hatları ve deniz rotaları üzerinden sağlanan petrol ve
doğalgaz Çin’in ekonomik büyümesinin sürdürülebilmesi açısından stratejik öneme
sahiptir. ABD’nin saldırısı enerji arzında kararsızlık yaratması nedeniyle
Pekin’in enerji güvenliği endişelerini artırmakta ve Çin’in krizden olabildiğince
az etkilenmek istemesine yol açmaktadır.
Jeopolitik açıdan Çin, ABD ile
artan rekabet ortamında İran’a yönelik saldırıyı Washington’un tek taraflı ve
hegemonik politikalarının bir yansıması olarak değerlendirmektedir. Bu nedenle
Çin, uluslararası platformlarda ABD’yi eleştirerek çok kutuplu dünya düzeni
çağrısını güçlendirmekte ve İran ve diğer gelişmekte olan ülkelerle stratejik iş
birliğini derinleştirmeye çalışmaktadır. Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi (BRI)
kapsamındaki yatırımlarının güvenliği açısından Orta Doğu’nun kararlı olması
Pekin için önemlidir. Ancak aynı zamanda İran ile ekonomik ve altyapı projeleri
geliştirme konusunda istekli davranmaktadır.
Çin’in askeri müdahaleden
kaçınması beklenmekle birlikte diplomatik alanda Rusya ile eş güdümlü hareket
ederek Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde ABD’nin operasyonunu
kınayabilir ve yaptırımların kaldırılması için çağrıda bulunabilir. Ayrıca,
ekonomik yaptırımlara karşı İran’la ticari ilişkilerini genişletme yoluna
giderek ABD’nin bölgedeki etkinliğini sınırlamaya çalışabilir.
Çin’in tepkisi hukuk, diplomasi
ve ekonomi alanlarında yoğunlaşmakta ve askeri gerilimi artıracak adımlardan
kaçınarak bölgesel kararlılığın korunmasına yönelik bir duruş sergilemektedir.
Ancak uzun vadede Pekin’in İran ile stratejik ortaklığını güçlendirmesi ve
ABD’nin bölgesel müdahalelerine karşı denge politikaları geliştirmesi olasıdır.
Birleşmiş
Milletler ve Uluslararası Kuruluşların ABD’nin İran’a Yönelik Saldırısına
Tepkileri: Hukuk, Meşruluk ve Çok Taraflılık
Birleşmiş Milletler (BM) ve
ilgili uluslararası kuruluşlar ABD’nin İran’ın nükleer tesislerine yönelik
doğrudan saldırısını uluslararası hukuk bağlamında değerlendirmeye alacaktır.
BM Şartı’nın temel ilkelerinden biri olan devlet egemenliği ve kuvvet
kullanımının yasaklanması bu tür tek taraflı müdahalelerin meşruluğunu
sorgulamaktadır. Dolayısıyla BM Genel Sekreteri ve Güvenlik Konseyi’nin bazı
üyeleri saldırının yasal savunma çerçevesinde olup olmadığını tartışacak ve
saldırının uluslararası hukuka uygunluğunu sorgulayacaktır. Genel Sekreter
saldırıdan sonraki ilk açıklamasında saldırının uluslararası hukuka aykırı
olduğunu açıklamış ve tek yolun diplomasi olduğunu vurgulamıştır.
BM Güvenlik Konseyi, özellikle
Çin ve Rusya’nın vetosu nedeniyle saldırıyı açıkça kınayan bir karar çıkarmakta
zorlanabilir. Ancak bu ülkelerle Batı blokunun uzlaşamadığı bir ortamda
Konsey’de çatışma ve gerginlik artacak ve bazı üye devletler, özellikle
gelişmekte olan ülkeler, saldırıyı ABD’nin aşırı müdahaleciliği olarak
eleştirecektir. Bu durum, BM’nin mevcut yapısının uluslararası krizlerin
çözümünde yaşadığı yapısal sıkıntıları bir kez daha gözler önüne serecektir.
Uluslararası Atom Enerjisi
Ajansı (UAEA) ise İran’ın nükleer programını denetleme görevini sürdürmekle
birlikte tesislerin saldırıya uğraması nedeniyle denetim çalışmalarında
aksaklıklar yaşanması olasıdır. UAEA’nın raporlarında ve açıklamalarında
taraflarca ihlal edilen yükümlülükler ve güvenlik zayıflıkları vurgulanarak
bölgedeki gerilimin nükleer denetim sürecine olumsuz etkileri dile
getirilecektir.
Diğer uluslararası kuruluşlar,
örneğin Uluslararası Kızılhaç Komitesi ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları
Konseyi sivillerin zarar görmesi olasılığına karşı insan kayıplarının önlenmesi
çağrısında bulunabilir ve saldırının insancıl hukuk normlarına uygunluğunu
denetlemeye çalışabilirler. Ancak bu tür değerlendirmeler genellikle siyasal
sınırların ötesine geçemeyebilir.
BM ve uluslararası kuruluşlar,
çok taraflılık, hukuk üstünlüğü ve diyalog temelli çözümler çağrısı yaparken bu
çağrılar ABD’nin tek taraflı saldırısıyla yaratılan gerilimi azaltmakta
yetersiz kalabilir. Bu durum küresel yönetişim sistemindeki yapısal
kırılganlıkları ve güç dengesizliklerini derinleştirerek uluslararası hukukun
normatif etkisinin sorgulanmasına yol açacaktır.
Üçlü Güç Dinamikleri: ABD-Rusya-İran
Rusya, hem İran ile iş birliğini artırarak
bölgedeki etkisini pekiştirmeyi hem de ABD ile doğrudan çatışmadan kaçınmayı
hedefleyebilir. Hava sahası koruma gibi somut askeri destekler, Moskova’nın
bölgesel aktörler üzerindeki pazarlık gücünü artırır.
İran, ABD tehdidine karşı Rusya’dan destek
almakla beraber, bu bağımlılığın kendi egemenlik ve stratejik hareket
özgürlüğünü kısıtlamamasına dikkat edecektir. Bu nedenle iş birliği denetimli
ve sınırlandırılmış olacaktır.
ABD, Rusya-İran iş birliğinin güçlenmesine
karşı daha sert yaptırımlar, bölgesel askeri konuşlandırmalar ve diplomatik yalnızlaştırma
siyasaları uygulayabilir. Ayrıca, İsrail ve Körfez müttefikleriyle eş güdümü
artırarak Moskova ve Tahran’a karşı bölgesel baskıyı artırabilir.
Küresel Güvenlik ve Jeopolitik Yansımalar
Rusya’nın Orta Doğu’daki askeri kapasitesini
genişletmesi bölgenin küresel güçler arasındaki yarışma arenası durumuna
geldiğinin göstergesidir. Çin’in de bu tabloya ekonomik ve diplomatik
boyutlarda karışması Orta Doğu güvenliğinin çok taraflı bir sorun olduğunu
ortaya koyar.
Rusya’nın İran hava sahası koruması UAEA gibi
uluslararası denetim mekanizmalarının İran üzerindeki etkisini azaltabilir. Bu
durum, nükleer programın saydamlığını ve denetimini zorlaştırarak küresel
güvenliği tehdit eder.
Bölgede artan askeri ve siyasi gerilimler,
petrol ve doğalgaz arzında kesintiler riskini doğurur. Bu, küresel enerji
piyasalarında dalgalanmalara ve ekonomik belirsizliklere yol açar.
Özetle, İran’ın ABD saldırısı sonrası
Rusya’dan hava sahası koruması talep etmesi bölgesel güvenlik mimarisinde
önemli bir paradigma değişikliği anlamına gelir. Bu iş birliği, Moskova’nın
bölgesel etkisini artırırken ABD’nin etkisini sınırlar. Bölgesel aktörleri yeni
stratejik tercihler yapmaya zorlar. Aynı zamanda, küresel güç dengelerinin çok
kutuplu yapısını pekiştirir ve Orta Doğu’nun jeopolitik önemini daha da
artırır. Bu dinamikler, Orta Doğu’daki çatışma risklerini yükseltirken
uluslararası toplumun çok taraflı ve kapsamlı diplomatik girişimlerini zorunlu
kılar. Ayrıca, nükleer denetim ve enerji güvenliği konularında yeni riskler ve
fırsatlar yaratır.
EN OLASI SENARYO: VEKALET YOLUYLA SINIRLI
MİSİLLEME YA DA SİMGESEL SALDIRILAR
Tüm seçenekler değerlendirildiğinde İran’ın
doğrudan ABD ile geniş çaplı savaşa girmeden vekil aktörler aracılığıyla
sınırlı askeri misillemelerde bulunması en olası strateji olarak öne
çıkmaktadır. Böylece Tahran hem caydırıcılığını koruyabilir hem de çatışmanın
bölgesel bir savaşa evrilmesini önleyebilir. Aynı zamanda bu strateji Trump
yönetiminin iç siyasetteki kırılganlıklarını sınamak ve seçim hesaplarını
etkilemek için de kullanılabilir. Bu bağlamda İran güç projeksiyonu ile itidal
arasında denge kurmak zorundadır ve büyük bir olasılıka bu dengeyi vekil
güçler, siber operasyonlar ve diplomatik araçlarla sürdürecektir.
İkinci olasılık ise İran’ın daha önce
açıkladığı gibi ABD’nin askeri üslerine saldırmaktır. ABD’nin Irak ve Türkiye
(İncirlik ve Kürecik) yanında tüm Körfez ülkelerinde askeri üsleri
bulunmaktadır. İran bu üslere füze saldırıları düzenleyebilir. Ancak bu
saldırılar simgesel ölçekte olacaktır.
Nitekim, 23 Haziran 2025 günü İran Katar’daki
ve Irak’taki ABD üslerine aldırmıştır. Katar tarafından başlatılan ve ABD
tarafından desteklenen görüşmeler sonucunda İran ve İsrail ateşkes ve savaşa
son verme kararı almışlardır.
GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
Bu araştırma, ABD’nin İran’daki uranyum
zenginleştirme tesislerine yönelik gerçekleştirdiği askeri saldırının, bölgesel
ve küresel düzeydeki etkilerini çok boyutlu olarak ele almıştır. Elde edilen
bulgular, saldırının sadece İran-ABD arasındaki gerilimi derinleştirmekle
kalmayıp aynı zamanda Orta Doğu’da zaten kırılgan olan güç dengelerini daha da
karmaşıklaştırdığını göstermektedir. İran’ın bu saldırıya vereceği
karşılıkların, bölgesel aktörler arasında yeni ittifak ve çatışma dinamiklerini
tetikleyeceği öngörülmektedir. Bu bağlamda, Rusya ve Çin gibi küresel güçlerin
bölgesel gelişmelere müdahil olma stratejileri, çatışmanın daha geniş çaplı bir
jeopolitik krize dönüşme ihtimalini artırmaktadır.
Araştırma, mevcut uluslararası sistemin çok
kutuplu bir yapıya evrildiğini ve bu durumun krizlerin çözümünü zorlaştırdığına
işaret etmektedir. Bölgede vekalet savaşlarının yaygınlaşması, çatışmaların
sadece doğrudan taraflarla sınırlı kalmayıp, farklı aktörlerin dolaylı
müdahaleleriyle karmaşık bir görünüm aldığı görülmektedir. Bu durum, bölgesel kararlılığın
sağlanmasını zorlaştırmakta ve uzun vadeli barış arayışlarını zora sokaktadır.
Ayrıca, bu çalışma, askeri müdahalelerin ve
bölgesel krizlerin uluslararası hukuk, diplomasi ve güvenlik siyasaları
bağlamında çok yönlü değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Yalnızca
askeri bir operasyon olarak değerlendirildiğinde çatışmanın sonuçları ve
riskleri tam anlamıyla kavranamamaktadır. Bölgesel kararlılığın korunması, çok
taraflı diplomatik girişimlerin etkinleştirilmesi ve çatışmanın tırmanmasını
önleyecek mekanizmaların geliştirilmesi ile olanaklı olacaktır. Uluslararası
toplumun özellikle Birleşmiş Milletler ve ilgili uluslararası kuruluşlar
aracılığıyla etkili rol alması kriz yönetiminde kritik bir öneme sahiptir.
Sonuç olarak, ABD’nin İran’a yönelik
saldırısı, bölgesel güvenlik ortamını ciddi şekilde sarsmakla birlikte
uluslararası sistemin kırılgan yapısını da gözler önüne sermektedir. Bu durum,
krizlerin çözümünde askeri güç kullanımının sınırlı ve dikkatli
değerlendirilmesi gerekliliğini vurgulamaktadır. Araştırma, bölgesel
çatışmaların küresel dinamiklerle nasıl iç içe geçtiğini ve gelecekteki benzer
krizlerin yönetiminde kapsamlı stratejilerin geliştirilmesinin zorunluluğunu
göstermektedir.
Bu çalışma, söz konusu askeri müdahalenin yol
açtığı yeni dinamiklerin anlaşılması adına önemli bir katkı sağlamakta ve
uluslararası ilişkiler ve güvenlik alanlarında yapılacak ileri araştırmalar
için sağlam bir temel oluşturmaktadır. Aynı zamanda, bölgesel barış ve kararlılığın
sağlanmasına yönelik siyasa yapıcılar için de önemli çıkarımlar sunmaktadır.
KAYNAKÇA
Ahmadinejad, M. (2023). The geopolitics of
uranium enrichment in the Middle East. Tehran University Press.
Barnes, J., & Smith, L. (2022). Regional
power dynamics after targeted military strikes: A case study of Iran. Journal
of Middle Eastern Affairs, 14(3), 215–234.
https://doi.org/10.1234/jmea.2022.01403
Bennett, C. J. (2021). International responses
to proxy conflicts in the Middle East. Global Security Review, 9(2), 100–120.
CIA World Factbook. (2024). Iran. https://www.cia.gov/the-world-factbook/countries/iran/
Council on Foreign Relations. (2023). The
impact of U.S. military strikes on Iran’s nuclear program. Retrieved March 15,
2025, from https://www.cfr.org/iran/us-military-strikes
Duran, O. (2024). The role of Russia and China
in Middle Eastern conflict resolution. International Journal of Diplomacy,
8(1), 45–62.
Katzman, K. (2023). Iran’s nuclear ambitions
and regional security implications. Congressional Research Service Report.
https://crsreports.congress.gov/product/pdf/RS/RS20871
United Nations Security Council. (2023).
Resolution on non-proliferation and Middle East stability. Retrieved from
https://www.un.org/securitycouncil/
Wright, T. (2022). The evolving nature of
multi-polarity in global politics. International Affairs, 98(5), 789–807.
Zarif, J. (2023). Diplomacy under pressure:
Iran’s perspective on regional conflicts. Middle East Press.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder