Hakkımda

FİRUZ DEMİR YAŞAMIŞ Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirmiştir (1968). University of Southern California’da planlama (kentsel ve bölgesel çevre) ve kamu yönetimi yüksek lisans programlarını bitirmiştir (1976). Siyaset ve Kamu Yönetimi Doktoru (1991). Yerel Yönetimler, Kentleşme ve Çevre Politikaları bilim dalında doçent (1993). Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı’nın kuruluşu sırasında müsteşar vekili. (1978-80) UNICEF Türkiye temsilciliği. (1982-84) Dünya Bankası’nın Çukurova Kentsel Gelişme Projesi’nde kurumsal gelişme uzmanı. (1984-86) Çankaya Belediyesi’nin kurumsal gelişme projesini yürütmüştür. (1989-91) Yedinci Kalkınma Planı “Çevre Özel İhtisas Komisyonu”nun başkanlığı. DPT “Çevre Yapısal Değişim Projesi” komisyonu başkanlığı. Cumhurbaşkanlığı DDK’nun Devlet Islahat Projesi raportörü. (2000-1) Çevre Bakanlığı Müsteşarı (Şubat 1998 – Ağustos 1999). Sabancı Üniversitesi tam zamanlı öğretim üyesi. (2001-2005) Halen yarı zamanlı öğretim üyesi olarak çeşitli üniversitelerde ders vermektedir. Şimdiye kadar ders verdiği üniversiteler arasında Ankara, Orta Doğu, Hacettepe, Fatih, Yeditepe, Maltepe ve Lefke Avrupa (Kıbrıs) üniversiteleri bulunmaktadır.
Blogger tarafından desteklenmektedir.

Translate

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE
EV

Bu Blogda Ara

23 Haziran 2025 Pazartesi

 

ABD’nin İran’ın Nükleer Tesislerine Yönelik Saldırısı: Bölgesel Savaşın Uluslararası Krize Dönüşümü

 

Prof. Dr. Firuz Demir Yaşamış

 

 

 

 

 

 

Özet

Bu çalışma, ABD’nin İran’daki uranyum geliştirme tesislerine yönelik saldırısının bölgesel güvenlik dinamikleri üzerindeki etkilerini incelemektedir. Araştırmada, saldırının savaşın akışına ve ilgili aktörlerin stratejik tutumlarına olası yansımaları çözümlenmiştir. Nitel araştırma yöntemleri kullanılarak, uluslararası aktörlerin tutumları ve bölgesel güç dengesi çerçevesinde mevcut durum betimlenmiş ve değerlendirilmiştir. Bulgular, saldırının İran’ın nükleer programı üzerindeki etkisinin yanı sıra bölgedeki güç dengelerini ve uluslararası ilişkileri önemli ölçüde etkileyebileceğini göstermektedir. Çalışma, gelecekteki politikaların şekillenmesinde dikkate alınması gereken temel dinamikleri ortaya koymaktadır. Rusya-İran yakınlaşması beklenmesi gereken doğal bir tepkidir.

Anahtar Kelimeler: İran, uranyum tesisleri, ABD saldırısı, bölgesel güvenlik, uluslararası ilişkiler, Rusya ve İran

 

Abstract

This study examines the impact of the U.S. strike on uranium enrichment facilities in Iran on regional security dynamics. The research analyzes the possible implications of the attack on the course of the conflict and the strategic positions of relevant actors. Using qualitative research methods, the current situation is described and assessed within the framework of international actors' attitudes and regional power balance. The findings indicate that the strike significantly affects Iran's nuclear program, regional power relations, and international diplomacy. The study highlights key dynamics that should be considered in shaping future policies. An approximation between Russia and Iran should be expected.

Keywords: Iran, uranium facilities, U.S. strike, regional security, international relationsi Russia and Iran


 

GİRİŞ

ABD, “Geceyarısı Çekici Operasyonu” (Midnight Hammer Operation) adı verilen askeri hava hareketiyle 22.Haziran.2025 günü 6 adet B-2 uçağı ile 14 ton ağırlığındaki 6 adet Dünya’nın en büyük bombasıyla İran’ın Fordo kenti ve denizaltılardan gönderdiği 30 Tomahawk füzesiyle de Natanz ve İsfahan kentlerinde bulunan uranyum zenginleştirme tesislerini yok etti.  ABD’nin İran’ın nükleer zenginleştirme tesislerine yönelik gerçekleştirdiği doğrudan saldırılar Orta Doğu’daki güç dengelerinde yapısal bir kırılmaya işaret etmektedir. Bu gelişme yalnızca İsrail ile İran arasında tırmanmakta olan çatışmanın boyutlarını değiştirmekle kalmamış aynı zamanda bölgesel bir vekalet savaşından küresel güçlerin doğrudan karıştığı çok taraflı bir güvenlik krizine geçişi de beraberinde getirmiştir. ABD’nin bu askeri atılımı uluslararası hukuk bağlamında “önleyici yasal savunma” doktrini kapsamında meşrulaştırılmaya çalışılsa da Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin onayı olmaksızın gerçekleştirilen bir eylem olması nedeniyle ciddi meşruluk tartışmalarına yol açmıştır. Bu operasyon ABD Kongresi’nde de anayasa tartışmalarına yol açtı. Cumhuriyetçi Parti’ye bağlı Kongre üyeleri hareketi anayasal  bulurken Demokrat Partili Kongre üyeleri savaş yetkisinin Kongre’ye ait olduğunu ve Başkan’ın bu kararının Anayasaya aykırı olduğunu savlıyorlar.

İran’ın nükleer programı uzun süredir uluslararası toplumun gündemindedir. Ancak bu son saldırı diplomatik yollarla çözüm arayışlarının askıya alındığını ve askeri araçların ön plana çıkarıldığını göstermektedir. Bu gelişme İran’ın tepkisini yalnızca ABD ve İsrail’e karşı değil bölgedeki Amerikan müttefiklerine ve Batı çıkarlarına yönelik asimetrik saldırılar yoluyla göstermesi olasılığını doğurmaktadır. Özellikle Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen gibi İran’ın etkili olduğu coğrafyalarda vekil aktörler üzerinden yürütülecek karşı saldırılar çatışmayı yayma riski taşımaktadır.

Öte yandan ABD’nin doğrudan girişimi, Körfez ülkeleri, Türkiye ve NATO’nun da stratejik hesaplarını gözden geçirmelerine neden olmaktadır. Türkiye gibi bölgesel aktörler bu gelişme karşısında çok yönlü ve dengeleyici bir diplomatik tavır geliştirmek zorundadır. Türkiye’nin hem NATO yükümlülükleri hem de İran’la olan ikili ilişkileri dikkate alındığında yaşanmakta olan kriz Ankara açısından ciddi bir dış siyasa sınavına dönüşmüştür.

Küresel düzeyde ise bu saldırı enerji piyasalarında ani dalgalanmalara neden olmuş ve petrol ve doğalgaz fiyatlarında hızlı artışlar gözlemlenmiştir. Bu durum yüksek enflasyonla savaşan küresel ekonomiler açısından ciddi riskler yaratmaktadır. Ayrıca Çin ve Rusya gibi küresel güçlerin verecekleri tepkiler krizin genişleme potansiyelini daha da artırmaktadır.

ABD’nin İran’a yönelik askeri girişimi yalnızca bölgesel bir çatışmanın niteliğini değiştirmemiş aynı zamanda uluslararası güvenlik mimarisinin kırılganlığını da bir kez daha gözler önüne sermiştir. Önümüzdeki dönemde hem bölgesel aktörlerin hem de küresel güçlerin bu yeni gelişmelere nasıl yanıt vereceği ve Orta Doğu’daki kararsızlığın derinleşip derinleşmeyeceğini belirleyecek temel etmenler olacaktır.

Araştırmanın Amaç ve Hedefleri

Bu çalışmanın temel amacı, ABD tarafından İran’daki nükleer uranyum zenginleştirme tesislerine yönelik olarak gerçekleştirilen saldırının bölgesel ve küresel düzeyde doğurabileceği stratejik, siyasal, ekonomik ve askeri sonuçları değerlendirmektir. Bu bağlamda çalışma, söz konusu saldırının İsrail-İran savaşının akılına, bölgedeki güç dengelerine, büyük aktörlerin yaklaşımlarına (özellikle Rusya ve Çin) ve olası tırmanma senaryolarına etkilerini ortaya koymayı hedeflemektedir.

Çalışmanın özel hedefleri şunlardır:

ABD'nin gerçekleştirdiği saldırının uluslararası hukuk ve meşru savunma kavramı açısından analizi.

İran’ın askeri ve diplomatik tepkilerinin bölgesel çatışma dinamiklerine etkisi.

Rusya'nın pozisyonunun (özellikle hava sahası koruması gibi hamlelerin) İran'ın savunma stratejileri üzerindeki olası rolünün değerlendirilmesi.

Tehdit düzeyine dayalı esneklik modelinin, bu krizde nasıl işlediğinin irdelenmesi.

Araştırma Soruları

ABD’nin İran’daki uranyum zenginleştirme tesislerine saldırmasının kısa ve orta vadede bölgesel güvenlik dengelerine etkisi nedir?

İran'ın bu saldırıya verdiği (ya da vereceği) karşılıklar, İsrail-İran savaşının yönünü nasıl etkileyebilir?

Rusya, İran’ın hava sahasının savunulmasına yönelik bir teklif götürmüşse, bu teklifin içeriği ve İran’ın yanıtı ne olabilir?

Uluslararası toplumun ve özellikle bölgesel aktörlerin tepkileri ne yönde gelişmiştir?

Tehdit Düzeyine Dayalı Esneklik Modeli bu çatışma bağlamında nasıl işler ve aktörlerin karar alma süreçlerini nasıl etkiler?

Araştırma Yöntemi

Bu çalışma nitel bir çözümleme yöntemine dayanmakta ve stratejik çözümleme, olay örgüsü çözümlemesi ve oyun kuramı yaklaşımları ile desteklenmektedir. Çalışma kapsamında içerik çözümlemesi, karşılaştırmalı senaryo değerlendirmesi ve biçimsel açıklamaların söylem çözümlemesi yapılmaktadır. Ayrıca, uzman görüşleri ve açık kaynak istihbarat verileri de çözümleme kapsamına alınmaktadır.

KURAMSAL ÇERÇEVE

Bu çalışmanın kuramsal temelini, “Tehdit Düzeyine Dayalı Esneklik Modeli” (Threat-Level Based Flexibility Model) oluşturmaktadır. Bu model, bir devletin veya aktörün maruz kaldığı dış tehdit düzeyine bağlı olarak siyasal, askeri ve diplomatik reflekslerinde göstereceği değişkenliği temel alır. Model, üç ana değişkene dayanır:

Algılanan tehdit yoğunluğu (yüksek, orta, düşük),

Karar alıcıların stratejik seçenek seti (önleyici saldırı, caydırıcılık, savunma ittifakları vs.),

İttifak sistemlerinin ve büyük güç müdahalelerinin etkisi.

Model çerçevesinde, İran’ın maruz kaldığı doğrudan askeri saldırı sonrası gerek iç güvenlik siyasalarında gerekse uluslararası ilişkiler düzleminde nasıl bir tavır alacağı ve bu tavrın hangi değişkenlerle şekilleneceği çözümlenmektedir. Ayrıca çalışma, uluslararası ilişkilerde gerilim sarmalı kuramı (spiral model) ile caydırıcılık kuramı çerçevesinde de desteklenmektedir. Bu kuramsal altyapı, kriz dinamiklerini anlamlandırmada çok katmanlı bir çözümleme sunmayı amaçlamaktadır.

Tehdit Düzeyine Dayalı Esneklik Modeli

Devletlerin dış politikada ve güvenlik iş birliklerinde benimsedikleri davranış kalıpları algılanan tehdit düzeyine bağlı olarak farklılık göstermektedir. Bu bağlamda geliştirilen “Tehdit Düzeyine Dayalı Esneklik Modeli” devletlerin egemenlik ilkeleri ile uluslararası güvenlik ilişkilerinde gösterdikleri iş birliği eğilimleri arasındaki dinamik dengeyi çözümlemeye etmeye olanak tanır. Bu modele göre, devletler düşük tehdit ortamlarında egemenlik duyarlılığını ön planda tutar ve dış askeri varlığa, yabancı komuta yapılarıyla ortak harekete ya da stratejik bağımlılığa karşı uzak dururlar. İran’ın geçmişte Rusya’nın hava savunma sistemlerini kendi hava sahasını doğrudan denetleyecek şekilde konumlandırmasına uzak kalması bu tür düşük tehdit ortamlarında egemenliğe öncelik verildiğini gösterir. Buna karşılık, yüksek tehdit dönemlerinde, yani savaş ya da büyük ölçekli saldırı gibi varoluşsal kriz anlarında devletler egemenlik duyarlılıklarını geri plana iterek dış destek arayışına girebilir. Bu aşamada stratejik özerklik ilkesinin yerini güvenlik, akılcılık ve yararcılık alır. Tehdit algısının artışı dış destek seçeneklerine ilişkin daha esnek, iş birliğine açık ve hatta bağımlılığı göze alabilen bir yaklaşımı tetikleyebilir. Model, bu geçişi “esneklik eşiği” adı verilen bir kavramsal dönüm noktasına bağlar. Esneklik eşiği, bir devletin dış aktörlerle egemenliğini paylaşmaya razı olabileceği tehdit düzeyini ifade eder. Eşiğin aşılması durumunda devlet normal koşullarda kabul etmeyeceği bazı dış müdahale veya savunma önerilerini geçici ya da kalıcı olarak kabul edebilir. Bu çerçevede İran’ın içinde bulunduğu yeni güvenlik ortamı İsrail ve ABD’nin eş güdümlü askeri hareketi ile birlikte “yüksek tehdit düzeyi” tanımına denk düşmekte ve dolayısıyla İran’ın Rusya’dan hava sahasının doğrudan savunulması yönündeki olası bir öneriye bu kez daha esnek yaklaşma olasılığını güçlendirmektedir. Bu durum, yalnızca İran'ın stratejik yöneliminin değil, aynı zamanda uluslararası ilişkiler kuramında devlet davranışlarına ilişkin esneklik modellerinin de deneysel olarak incelenmesini olanaklı kılar.

ABD, İran ve İsrail: Trump Döneminde Algılar, Stratejik Hedefler ve Olası Tepkiler

ABD’nin İran’ın nükleer zenginleştirme tesislerine yönelik gerçekleştirdiği doğrudan saldırı yalnızca askeri bir operasyon olmanın ötesinde Trump yönetiminin uzun süredir geliştirdiği dış siyasa doktrininin doğal bir uzantısıdır. Başkan Donald Trump’ın ikinci dönemiyle birlikte daha da belirginleşen saldırgan, tek taraflı ve ulusal çıkar temelli dış siyasa yaklaşımı İran karşısında diplomatik sabrın tükendiği noktada askeri eylemin kaçınılmaz duruma geldiği söylemiyle birleşmiştir. Trump yönetimi, bu saldırıyı “önleyici yasal savunma” çerçevesinde sunarak İran’ın nükleer silah üretme kapasitesine ulaşmak üzere olduğu iddiasını ulusal güvenlik açısından bir kırmızı çizgi olarak tanımlamaktadır. Diplomatik çerçevede Birleşmiş Milletler’i ve çok taraflı kurumları büyük ölçüde dışlayan Trump bu operasyonla aynı zamanda ABD’nin küresel caydırıcılığını yeniden oluşturma ve uluslararası güvenlik mimarisindeki lider konumunu sürdürmek hedefini de gütmektedir.

İran açısından ise saldırı yalnızca nükleer tesislerin hedef alınması olarak değil aynı zamanda ABD’nin yıllardır süren yaptırımlar, ekonomik baskılar ve bölgesel kuşatma stratejisinin yeni bir aşaması olarak okunmaktadır. Tahran yönetimi bu saldırıyı egemenliğe yönelik doğrudan bir ihlal ve açık bir savaş ilanı olarak yorumlamakta ve rejim içi söylemde ise ulusal direnç, devrimci savunma ve şehitlik vurgularıyla toplumsal seferberliği hızlandırmaktadır. İran’ın doğrudan bir konvansiyonel saldırıya girişmesi düşük olasılık olarak değerlendirilse de bölgedeki vekil aktörler üzerinden yürütülecek misilleme saldırılarının artması beklenmektedir. Özellikle Hizbullah, Irak’taki Haşdi Şabi, Suriye’deki paramiliter unsurlar ve Yemen’deki Husiler üzerinden yürütülecek hibrit savaş stratejileri İran’ın düşük maliyetli ama yüksek düzeyde tepkiler geliştirme yöntemlerinin başında gelecektir. Ayrıca İran’ın siber güvenlik alanında ABD ve İsrail altyapılarına karşı saldırılar gerçekleştirme kapasitesi de göz ardı edilmemelidir.

İsrail ise uzun süredir İran’ın nükleer programını ulusal güvenliğine yönelik varoluşsal bir tehlike olarak tanımlamış ve bu doğrultuda hem siyasal hem askeri tedbirler geliştirmiştir. Trump yönetiminin İran’a yönelik sert tutumunu stratejik bir fırsat penceresi olarak değerlendiren Tel Aviv yönetimi bu saldırıyı yıllardır savunduğu önleyici saldırı doktrininin bir zaferi olarak görmektedir. İsrail’in ABD ile kurduğu yüksek düzeydeki stratejik eş güdüm İran tehdidini ortadan kaldıma ve bölgedeki askeri üstünlüğünü pekiştirme çabalarının bir sonucudur. Bununla birlikte, İsrail’in Hizbullah ve Suriye üzerinden karşılık alması olası olup kuzey cephesinde çok boyutlu bir savunma stratejisine geçilmiştir. İç kamuoyunda ise bu saldırı Netanyahu liderliğindeki hükümetin güvenlik söylemini güçlendirmekte ve iç siyasal meşruluğunu artırmaktadır.

Trump yönetiminin uzun dönemli dış politika yönelimi çerçevesinde ABD’nin İran’a yönelik saldırısı Orta Doğu’da çatışmanın akışını kalıcı biçimde değiştirme gizil gücü taşımaktadır. Her üç aktör de bu gelişmeyi kendi stratejik çıkarları doğrultusunda yorumlamakta ve bu doğrultuda karşı atılımlar geliştirmektedir. Ancak bu atılımların bölgesel çatışmayı denetlenebilir sınırların ötesine taşıma ve küresel güvenlik mimarisini daha da kararsızlaştırması riski ciddi boyutlardadır. Özellikle Trump’ın uluslararası kurumlara olan uzak tutumu çok taraflı çözüm mekanizmalarının devre dışı bırakılmasına ve krizin hızla tırmanmasına zemin hazırlamaktadır.

Yazın Taraması

İran’ın nükleer programı ve bu programa yönelik uluslararası müdahaleler, son yirmi yılda güvenlik çalışmaları ve uluslararası ilişkiler disiplininde yoğun şekilde ele alınan bir konu olmuştur. Nükleer silahların yayılmasını önlemeye yönelik çabalar, özellikle İran özelinde, ABD-İsrail ekseninin bölgesel güvenlik mimarisini yeniden şekillendirme stratejileriyle iç içe geçmiştir (Fitzpatrick, 2006; Parsi, 2007). Bu bağlamda, İran’ın nükleer tesislerine yönelik askeri müdahale olasılığı, yalnızca silahsızlanma politikaları açısından değil, aynı zamanda bölgesel savaş dinamiklerini tetikleyici etkisi bağlamında da incelenmiştir (Pollack, 2013; Cordesman & Seitz, 2009).

İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetleri, özellikle 2002 yılındaki Natanz ve Arak tesislerinin açıklık kazanmasından itibaren uluslararası toplumun gündemine girmiştir. Bu süreçte Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları İran’ın nükleer faaliyetlerini sınırlamaya dönük çeşitli diplomatik araçlar üretmiştir. Ancak bu çabaların başarısızlıkla sonuçlanması, zamanla askeri seçeneğin gündeme gelmesine neden olmuştur (Maloney, 2015).

ABD'nin ve İsrail'in İran'ın nükleer altyapısına yönelik saldırı olasılığı yazında genellikle “önleyici saldırı” (preemptive strike) ve “önleyici savaş” (preventive war) bağlamlarında tartışılmıştır (Betts, 1980; Walzer, 2006). Bu yaklaşımlara göre, hedef ülkenin yakın gelecekte ciddi bir tehdit oluşturması bekleniyorsa saldırının meşruluğu uluslararası hukuk açısından tartışmalı olsa da stratejik düzeyde savunulabilir hale gelmektedir. Bununla birlikte, bu tür saldırıların bölgesel güç dengelerini nasıl etkileyeceği, özellikle vekalet savaşları, silahlı grupların seferberliği ve enerji güvenliği bağlamında kritik sorular doğurmaktadır (Takeyh & Gvosdev, 2011).

Son dönemde yapılan bazı çalışmalarda İran’ın Suriye, Lübnan ve Irak’taki silahlı ağlar aracılığıyla asimetrik yanıt kapasitesine sahip olduğu vurgulanmakta ve bu da herhangi bir doğrudan saldırının bölgesel savaşa evrilme olasılığını artırmaktadır (Byman, 2008; Eisenstadt, 2010). Ayrıca, İran’ın hava savunma kapasitesi ile Rusya’yla olası stratejik iş birliği seçenekleri de akademik yazında yer yer gündeme gelmiştir. Özellikle S-300 ve S-400 sistemlerinin İran’a satışına ilişkin tartışmalar Rusya'nın İran üzerindeki etki kapasitesini artırma çabalarının bir parçası olarak değerlendirilmektedir (Kozhanov, 2015).

Bununla birlikte, mevcut yazının büyük bir kısmı savaşın stratejik gerekçelerine odaklanmakta ve ABD veya İsrail tarafından gerçekleştirilecek olası bir saldırının bölgesel güvenlik mimarisini nasıl dönüştürebileceğine ilişkin senaryo temelli modellemeler sınırlı kalmaktadır. Bu çalışma, bu boşluğu doldurmayı hedeflemekte ve askeri müdahalenin sadece İran’ın nükleer altyapısına yönelik bir operasyonla sınırlı kalmayacağı, aksine bölgesel güç dizilişlerini kökten dönüştürebilecek gizil güce sahip olduğunu ileri sürmektedir.

Mevcut Durumun Betimlenmesi ve Çözümlenmesi

ABD'nin İran'daki nükleer tesislere yönelik gerçekleştirdiği doğrudan saldırı, Ortadoğu’daki güç dengelerinde önemli bir kırılma yaratmış ve bu durum, bölgesel güvenlik mimarisinin yeniden şekillenmesine neden olmuştur. Özellikle 2015 yılında imzalanan Kapsamlı Ortak Eylem Planı’nın (KOEP) çökmesinden sonra başlayan gerginlik süreci, zamanla nükleer kapasite, bölgesel nüfuz mücadelesi ve vekalet savaşları üzerinden tırmanarak bugünkü çatışma ortamına evrilmiştir.

İran, uzun süredir uranyum zenginleştirme çalışmalarını hem enerji üretimi hem de stratejik caydırıcılık açısından ulusal egemenliğin bir göstergesi olarak değerlendirmektedir. Ancak ABD ve İsrail açısından bu çalışmalar yalnızca bir nükleer silahlanma süreci değil aynı zamanda bölgedeki Batı karşıtı ittifakların güçlenmesi anlamına gelmektedir. Bu nedenle İran’a yönelik askeri saldırı, yalnızca nükleer kapasitenin engellenmesine dönük teknik bir müdahale değil aynı zamanda siyasal, diplomatik ve stratejik mesajlar içeren çok katmanlı bir operasyondur.

Saldırı sonrasında İran iç siyasetinde “ulusal birlik ve direniş” söylemi güç kazanmış, reformist ve tutucu kanatlar arasında geçici bir bütünleşme gözlemlenmiştir. Uluslararası alanda ise saldırının meşruluğu tartışmalı bulunmuş ve özellikle Çin ve Rusya gibi aktörler saldırıyı kınarken Avrupa ülkeleri temkinli bir denge siyasası izlemeyi tercih etmiştir.

Bu süreçte Türkiye’nin tutumu da dikkat çekici olmuş ve bölgesel kararlılığa öncelik tanıyan ancak Batı ittifakını doğrudan karşısına almayan yararcı bir yaklaşım benimsenmiştir. Dışişleri Bakanlığı, İran’ın nükleer programıyla ilgili yaşanan gerilime ilişkin yaptığı açıklamada mevcut anlaşmazlığın tek çözüm yolunun diyalog ve görüşmeler olduğunu vurgulamıştır. Bakanlığın açıklamasında şu ifadelere yer verildi: "Türkiye olarak, bölgede İsrail saldırganlığıyla başlayan çatışmanın yayılması ve güvenlik ortamının istikrarsızlaşması riskine her vesileyle dikkat çekmiştik. İran’ın nükleer tesislerine ABD tarafından bugün (22 Haziran) yapılan saldırı, söz konusu riski en üst düzeye çıkarmıştır. Türkiye, ABD’nin İran İslam Cumhuriyeti’nin nükleer tesislerine yönelik saldırısının muhtemel sonuçlarından derin endişe duymaktadır. Yaşanmakta olan gelişmeler bölgesel ihtilafın küresel düzeye taşınmasına neden olabilecektir. Bu felaket senaryosunun hayata geçmesini istemiyoruz.” Ancak, açıklamada 'kınama' ifadesinin yer almaması dikkat çekmiştir. Bu açıklama Türkiye’nin temkinli bir denge siyasası izlemeyi sürdüreceği anlamına gelmektedir. İran’a yönelik güvenceleri sağlama ve hava sahasını koruma yönündeki olası girişimi yalnızca ikili ilişkiler bağlamında değil aynı zamanda çok kutuplu dünya düzeninde yeni ittifakların oluşumuna işaret etmektedir.

Tüm bu gelişmeler, tehdit düzeyine göre değişen esnek savunma stratejilerinin, özellikle bölge devletleri tarafından yeniden tanımlanmasını zorunlu kılmaktadır. Askeri angajman kuralları, istihbarat paylaşımı, savunma ittifaklarının kapsamı ve enerji güvenliği gibi alanlarda çok yönlü ve senaryoya dayalı stratejik planlamaların önemi artmıştır. Bu çerçevede çalışmada, “Tehdit Düzeyine Dayalı Esneklik Modeli” gibi kavramsal araçların, mevcut durumu anlamlandırmada ve olası gelişmeleri öngörmede nasıl kullanılabileceği irdelenecektir.

ÇÖZÜMLEME

İran’ın Olası Karşı Tepkileri: Asimetrik Yanıtlar, Vekil Aktörler ve Jeopolitik Riskler

ABD’nin İran’daki nükleer zenginleştirme tesislerini doğrudan hedef alan saldırısı Tahran yönetimi açısından yalnızca bir askeri müdahale değil aynı zamanda rejimin egemenliğine, onuruna ve stratejik kapasitesine yönelik kapsamlı bir meydan okuma olarak algılanmaktadır. İran İslam Cumhuriyeti devrim sonrası dış siyasasını büyük ölçüde anti-Amerikancı refleksler ve direniş eksenli güvenlik stratejileri üzerine kurmuş bir devlettir. Bu nedenle, ABD saldırısına verilecek karşılık hem iç kamuoyunu tatmin edecek hem de caydırıcılığı yeniden oluşturacak şekilde tasarlanacaktır. Ancak İran’ın bu tepkisi doğrudan konvansiyonel çatışma yerine çok katmanlı ve esnek bir "asimetrik yanıt stratejisi" çerçevesinde gelişecektir.

İran’ın saldırı sonrası ilk tepkisi Tel Aviv, Kudüs ve Hayfa’ya füze saldırılarında bulunması ve İran Atom Enerjisi Kurumu aracılığıyla uranyum gelişme çalışmalarından vaz geçilmeyeceğini açıklaması olmuştur.

İran’ın kısa vadeli tepkileri büyük olasılıkla vekil aktörler aracılığıyla gerçekleşecektir. Tahran'ın bölgesel nüfuz alanı, özellikle Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen gibi ülkelerdeki paramiliter yapıların eş güdümü sayesinde oldukça geniştir. Bu çerçevede, Lübnan’daki Hizbullah’ın İsrail topraklarına yönelik topyekün füze saldırılarına girişmesi İsrail’in kuzey cephesini baskı altına almayı hedefleyen önemli bir adım olabilir. Benzer şekilde, Irak’taki Haşdi Şabi grupları ABD üslerine yönelik saldırıları artırabilir. Yemen’deki Husiler ise Kızıldeniz’deki deniz yollarını tehdit ederek küresel enerji ve ticaret akışını sekteye uğratabilir. Bu vekil saldırılar İran’a doğrudan savaş yükü getirmeden karşı tarafın güvenlik algısını aşındırmayı hedefleyecektir.

Bununla birlikte, İran’ın doğrudan kendi kapasitesiyle verebileceği bazı yanıt türleri de göz ardı edilmemelidir. Bu bağlamda İran, Basra Körfezi ve Hürmüz Boğazı’ndaki deniz trafiğini durdurarak enerji arz güvenliği üzerinde baskı oluşturabilir. Nitekim İran’ın bu tür denizcilik manevralarında bulunduğu geçmiş örnekler vardır. Ayrıca siber güvenlik alanında ABD ve İsrail’in kritik altyapılarına yönelik saldırılar İran’ın gelişmiş siber yeteneklerini gösterebileceği düşük maliyetli ama etkili bir misilleme aracıdır.

İran’ın bu saldırıya yanıtı sadece askeri düzlemle sınırlı kalmayabilir. Tahran, bu gelişmeyi uluslararası kamuoyuna ABD'nin "hukuksuz saldırganlığı" olarak sunarak diplomatik alanda da bir karşı saldırı başlatabilir. Özellikle Şanghay İş Birliği Örgütü (ŞİÖ), BRICS ve BM çerçevesinde Rusya, Çin ve bazı küresel güney ülkeleriyle eş güdüm içinde ABD’yi uluslararası yalnızlığa sürüklemeye yönelik çabalar artabilir. İran'ın saldırının zamanlamasını ve etkisini kullanarak iç siyasal bütünleşmeyi de güçlendirmesi beklenebilir. Rejim, ulusal birlik ve devrimci dayanışma vurgusunu ön plana çıkararak muhalefeti bastırabilir ve halk desteğini yeniden kurabilir.

Ancak tüm bu olasılıklara karşın İran’ın yanıt verme stratejisinde dikkatli bir dengeleme arayışı da söz konusudur. Doğrudan ve büyük çaplı bir yanıt çatışmanın tam bir savaşa dönüşmesine neden olabilir ve bu durum İran’ın zaten kırılgan olan ekonomik ve siyasal kararlılığını daha da zedeleyebilir. Bu nedenle İran misilleme ile çatışmayı tırmandırmama arasında bir “denge stratejisi” izleyerek hem iç kamuoyunu tatmin etmeye hem de savaş yükünü sınırlı tutmaya çalışacaktır.

İran’ın tepkisi çok boyutlu, ölçülü fakat etkili olacak şekilde şekillenecektir. Tahran’ın bu süreçteki temel amacı, doğrudan savaşın içine çekilmeden caydırıcılığını sürdürmek, bölgesel etkisini pekiştirmek ve ABD-İsrail ekseninin stratejik üstünlüğünü sorgulamaya açmaktır. Bu çerçevede İran’ın tepkileri yalnızca çatışmanın akışını değil aynı zamanda Orta Doğu’daki güç dengelerinin geleceğini de belirleyecek nitelikte olacaktır.

İran İslam Cumhuriyeti'nin ABD’nin nükleer zenginleştirme tesislerine yönelik doğrudan saldırısını bir egemenlik ihlali ve uluslararası hukukun ağır bir ihlali olarak değerlendirmektedir. Bu tür bir saldırı İran açısından yalnızca askeri değil aynı zamanda rejimin ulusal meşruluğu ve bölgesel saygınlığı açısından da ciddi bir meydan okumadır. Dolayısıyla İran’ın tepkisi çok boyutlu ve kademe kademe gelişen bir stratejiye dayanabilir.

İlk aşamada İran’ın doğrudan askeri misilleme yöntemlerini gündeme alması olasıdır. Bu bağlamda, Basra Körfezi’ndeki Amerikan askeri üsleri ve gemileri başta olmak üzere bölgedeki ABD varlıkları hedef alınabilir. Aynı zamanda, İran Devrim Muhafızları’nın dış operasyonlar birimi olan Kudüs Gücü aracılığıyla Lübnan Hizbullahı, Hamas, Yemen’deki Husiler veya Irak’taki Şii milis gruplar gibi vekil aktörlerin devreye sokulması beklenebilir. Bu unsurlar üzerinden yürütülecek asimetrik saldırılar İran’a doğrudan savaş yükü getirmeden caydırıcılık sağlamayı hedefleyebilir.

İkinci aşamada İran diplomasiyi silah olarak kullanarak uluslararası kamuoyunu ABD aleyhine seferber etmeye çalışacaktır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi nezdinde acil toplantı çağrısı yapılması, saldırının uluslararası hukuka aykırılığına dikkat çeken kampanyalar yürütülmesi ve özellikle Rusya, Çin gibi stratejik ortaklarla dayanışma görüntüsü verilmesi bu stratejinin merkezinde yer alabilir.

Üçüncü ve daha uzun vadeli bir tepki biçimi ise İran’ın nükleer programını yeniden hızlandırması olacaktır. Bu saldırının ardından Tahran yönetiminin Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması'ndan (NPT) çekilmeyi gündeme alması veya Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) ile yürütülen denetim süreçlerini askıya alması beklenebilir. Böylelikle İran, ABD’nin saldırısını gerekçe göstererek hem iç kamuoyunu bütünleştirebilir hem de nükleer kapasitesini daha köktenci biçimde ilerletme yönünde uluslararası baskıyı etkisizleştirmeye çalışabilir.

İran’ın tepkisi yalnızca askeri alanda değil, diplomatik, stratejik ve teknolojik alanlarda da karşılık bulacak şekilde çok katmanlı olacaktır. Bu durum, yalnızca İran-ABD ilişkilerini değil aynı zamanda bölgesel kararlılığı ve küresel güvenlik mimarisini de derinlemesine etkileme gizil gücüne sahiptir.

Bu gelişmeler ışığında İran’ın verebileceği tepkiler çeşitli senaryolar etrafında değerlendirilmelidir. Her bir olasılık hem iç siyasal dinamikler hem de uluslararası güç dengeleri bağlamında farklı stratejik sonuçlar doğuracaktır.

Hürremşehr hipersonik füzelerinin kullanılması: İran'ın henüz operasyonel düzeyde kullanmadığı hipersonik Hürremşehr füzelerini devreye sokması hem askeri kapasitesini sergilemek hem de caydırıcılığını artırmak açısından çarpıcı bir mesaj oluşturacaktır. Böyle bir adım, İran’ın yalnızca savunma değil aynı zamanda misilleme yeteneği açısından da kırmızı çizgileri olduğunu vurgular. Ancak bu tür bir saldırı ABD’nin topyekün askeri karşılık verme eşiğini aşabileceğinden İran açısından ciddi bir risk barındırmaktadır.

Körfez’deki ABD üslerine doğrudan saldırı: Bu senaryo bölgesel savaşın hızla küresel bir çatışma boyutuna tırmanmasına neden olabilir. İran, özellikle Irak ve diğer ülkelerdeki vekil güçleri eliyle bu tür saldırılar gerçekleştirebilir. Ancak doğrudan İran menşeli saldırılar ABD'nin misilleme kapsamını genişletmesine neden olacağından bu seçenek denetim altında tutulan vekil aktörler aracılığıyla sınırlı kalabilir.

Hürmüz Boğazı’nın kapatılması: İran’ın defalarca dile getirdiği bu tehdit küresel enerji piyasalarına yönelik büyük bir darbe anlamına gelir. Petrol sevkiyatının %20’sinin geçtiği bu boğazın kapanması dünya piyasalarında şok etkisi yaratır. Ancak bu adım aynı zamanda İran’a yönelik uluslararası baskının ve olası deniz abluka ya da müdahalelerin meşrulaştırılmasına yol açabilir. Bu nedenle, İran bu seçeneği genellikle bir “son çare” olarak tutmakta ancak olasılık dışı bırakmamaktadır.

Tepkisizlik ve stratejik sabır: İran rejimi, zaman zaman doğrudan askeri karşılık vermek yerine uzun vadeli stratejik misillemelerle yanıt vermeyi tercih etmektedir. Bu durumda rejim içi söylemde “intikam” vaadi güçlü biçimde dillendirilirken eylemler ertelenebilir ya da dolaylı biçimde yürütülebilir. Böyle bir strateji İran'ın zaman kazandığı ve uluslararası desteği kaybetmeden daha uygun koşullarda hareket etme olasılığına dayanmaktadır.

İran’ın yanıtı saldırının şiddetine, iç kamuoyunun baskısına, Devrim Muhafızları’nın tutumuna ve ABD’nin sonraki açıklamalarına bağlı olarak şekillenecektir. Ancak her senaryo, bölgesel kararlılık açısından büyük riskler taşımaktadır. İran’ın tercih edeceği yol yalnızca Tahran’ı değil tüm Orta Doğu’yu etkileyecek stratejik sonuçlar doğuracaktır.

Rusya’nın İran’a Yönelik ABD Saldırısına Tepkisi: Jeopolitik Hesaplar ve Stratejik Denge Arayışı

Rusya, Orta Doğu’daki jeopolitik konumu ve bölgesel aktörlerle kurduğu karmaşık ilişkiler ağı nedeniyle ABD’nin İran’ın nükleer tesislerine yönelik doğrudan askeri saldırısını çok boyutlu bir güvenlik ve diplomasi sorunu olarak değerlendirmektedir. Moskova açısından bu gelişme ABD’nin tek taraflı saldırı eğilimlerinin bölgesel kararlılığı daha da zayıflatması ve küresel güç dengelerini kendi aleyhine bozması riskini taşımaktadır.

İlk olarak, Rusya’nın İran ile stratejik ortaklık ve iş birliği alanları bulunmaktadır. İki ülken enerji ve ticaret gibi ekonomik ilişkileri giderek güçlendirmektedir. Bu bağlamda Rusya ABD’nin İran’a yönelik saldırısını egemenlik ihlali ve uluslararası hukuk normlarına aykırı bir girişim olarak görmekte ve BM Şartı’nın temel ilkelerinin çiğnendiğini vurgulamaktadır. Moskova diplomatik platformlarda özellikle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde saldırının kınanması ve ABD’ye yaptırımlar uygulanması için girişimlerde bulunabilir.

Öte yandan, Rusya bu çatışmada doğrudan askeri müdahaleden kaçınma eğilimindedir. Moskova’nın önceliği ABD ile doğrudan bir karşılaşma riskini en aza indirerek bölgedeki etkisini ve iş birliğini sürdürmektir. Ancak ABD’nin müdahalesinin bölgesel krizi derinleştirmesi durumunda müttefiklerini koruma gerekçesiyle hareket alanını genişletebilir. Ekonomik ve enerji alanında ise Rusya İran’a uygulanan yaptırımların etkisini azaltmak amacıyla ticari ve finansal iş birliğini derinleştirebilir. Özellikle enerji piyasalarında ABD’nin girişimlerine karşı ortak stratejiler geliştirilmesi, OPEC çatısı altında iş birliğinin sürdürülmesi Rusya’nın çıkarına olacaktır. Rusya’nın bu bağlamda dile getirdiği “Pandora’nın kutusunun açılması” söylemi bu olasılığa işaret etmektedir.

Rusya’nın bu krizi küresel güç mücadelesinin bir parçası olarak gördüğü ve ABD’nin uluslararası normlara aykırı tek taraflı hareketlerine karşı çok kutuplu dünya düzenini savunduğu dikkate alınmalıdır. Bu nedenle Moskova, saldırıya karşı diplomatik ve ekonomik yaptırımlar yoluyla sert tepki vermekle birlikte askeri cephede gerilimi tırmandırmadan dengeleyici politikalar izlemeye devam edecektir.

Rusya’nın İran Hava Sahası Koruma Teklifi ve İran’ın Tepkisi: Stratejik İş Birliği ve Egemenlik Dinamikleri

Rusya-İran ilişkileri özellikle 2015 sonrasında Suriye iç savaşının seyriyle derinleşmiş ve iki ülke arasında askeri-stratejik iş birliği ivme kazanmıştır. Bu iş birliği kapsamında Moskova’nın bölgedeki hava üstünlüğünü pekiştirmek amacıyla İran hava sahası ve hava savunma kapasiteleri üzerinde bazı önerilerde bulunduğuna ilişkin bazı güvenilir kaynaklarda ve raporlarında işaretler vardır.

Rus askeri ve siyasal çevrelerinde dile getirilen bazı değerlendirmelere göre, Rusya İran’a, özellikle ABD ve İsrail’in artan hava operasyonları karşısında İran hava sahasının kısmen veya tamamen Rus hava kuvvetleri tarafından korunması veya ortak hava savunma operasyonlarının yürütülmesi önerisinde bulunmuştur. Bu öneri, Moskova’nın hem bölgesel etkisini genişletme stratejisiyle uyumludur. Rusya, böyle bir atılımla İran semalarında etkili bir denetim sağlayarak ABD’nin bölgedeki hava operasyonlarını caydırmayı ve Rusya-İran iş birliğini derinleştirmeyi hedeflemiştir.

Bununla birlikte, İran yönetimi bu tür bir öneriye yakın durmamıştır. İran, hava sahasının dış güçlerce denetlenmesini ulusal egemenliğe aykırı görmekte ve böyle bir uygulamanın rejimin meşruluğunu zayıflatacağına inanmaktadır. Tarihsel olarak dış müdahalelere karşı duyarlı olan İran özellikle askeri egemenlik alanlarında bağımsızlığını korumaya büyük önem vermektedir. Öte yandan, İran, bölgesel aktör olarak kendi stratejik kararlarını bağımsız şekilde alma arzusundadır. Rusya’nın hava sahası koruma önerisinin İran’ın dış siyasa ve askeri atılımlarında sınırlayıcı etkiler doğurabileceği değerlendirilmiştir. Ayrıca, İran, Rusya’ya aşırı bağımlı görünmek istememekte ve özellikle Orta Doğu’daki Arap ve Müslüman dünyasındaki imajını gözetmektedir. Rus hava kuvvetlerinin İran hava sahasında varlığı Tahran’ın bölgesel liderlik savlarına zarar verebilir.

İran, Rusya’nın doğrudan hava sahasının denetimi önerisini reddetmekle birlikte hava savunma sistemlerinin (örneğin S-300 ve S-400 sistemleri) sağlanması ve kullanımı konusunda iş birliğini derinleştirmiştir. Bu sistemler, İran’ın kendi hava sahasını korumasında Rus teknolojisinin kritik katkısını temsil etmektedir. Ayrıca, iki ülke arasında askeri eğitim ve istihbarat paylaşımı gibi daha gizli ve dolaylı iş birliği mekanizmaları geliştirilmiştir.

Rusya’nın İran’a yönelik hava sahası koruma önerisi Moskova’nın bölgesel stratejisinin bir parçası olarak gündeme gelmiş ancak İran’ın egemenlik ve stratejik bağımsızlık duyarlılıkları nedeniyle kabul edilmemiştir. Bu durum, iki müttefik arasındaki iş birliğinin sınırlarını ve karşılıklı çıkarların dengelendiği bir durumu ortaya koymaktadır.

İran’ın ABD Saldırısından Sonra Rusya’nın Hava Sahası Koruma Önerisini Kabul Etme Olasılığı: Egemenlik, Güvenlik ve Jeopolitik İkilem

ABD’nin doğrudan saldırısı İran’ın savunma kapasitesini ve ulusal güvenliğini ciddi biçimde tehdit eden bir kırılma noktasıdır. Böyle bir saldırı, İran’ın kendi hava sahasını koruma konusundaki duyarlılıklarını derinleştirebilir. Ancak bu aynı zamanda dış tehdit algısını ve güvenlik ihtiyaçlarını da köktenci biçimde artıracaktır. İran için egemenlik rejimin temel kırmızı çizgilerindendir ve dış güçlerin doğrudan askeri müdahalelerine karşı sert bir refleks söz konusudur. Ancak ABD saldırısı İran’ın mevcut hava savunma kapasitesinin yetersizliğini somut biçimde ortaya koymuştur. Bu durumda, İran’ın stratejik güvenlik öncelikleri egemenlik duyarlıklarının önüne geçebilir. Dolayısıyla, İran yönetimi mevcut koşullarda egemenlikten ödün verme korkusuna karşın “Rusya’nın hava sahasını koruma” önerisini güvenlik güvencesi olarak değerlendirebilir ve kabul etme olasılığı yükselebilir. Bu özellikle saldırının yarattığı kısa ve orta vadeli tehditlerin boyutuna bağlıdır.

ABD saldırısı İran’ın Moskova ile ilişkilerini yeniden şekillendirme eğilimini de güçlendirebilir. Moskova’nın sunduğu askeri destek ve güvenlik önlemleri Tahran için yaşamsal önem taşıyabilir. Bu bağlamda, Rusya’nın hava sahası koruma önerisi İran’ın dış destek arayışında önemli bir unsur durumuna gelir.

İran, Rusya’nın önerisini kabul etse bile bunu dikkatle yönetmek zorundadır. Aşırı bağımlılık algısı ve bölgesel aktörlerin tepkileri nedeniyle İran bu iş birliğini sınırlı, geçici ve stratejik bir zorunluluk olarak sunmaya çalışacaktır. Ayrıca, bu karar diplomatik platformlarda da özenle pazarlanmalıdır.

İran’ın Rusya’dan hava sahası koruması talep etmesi, aynı zamanda diğer stratejik alanlarda (örneğin siber savunma, füze savunması, diplomasi) iş birliğinin artmasına yol açabilir. Bu bütüncül yaklaşım, İran’ın güvenlik ağını genişletme çabasının parçası olarak görülebilir.

ABD’nin İran’a yönelik saldırısı Tahran’ın Rusya’nın hava sahası koruma önerisini değerlendirme ve kabul etme olasılığını ciddi biçimde artırmaktadır. Egemenlik kaygıları halen güçlü olsa da varoluşsal tehdit algısı İran’ın güvenlik önceliklerini yeniden şekillendirmekte ve Moskova’ya daha fazla güvenme eğilimini tetiklemektedir. Bu durum, bölgesel güç dengelerinde önemli değişikliklere yol açabilir.

İran’ın, ABD saldırısı sonrası Rusya’dan hava sahası koruması talebinde bulunması ve bu iş birliğinin gerçekleşmesi Orta Doğu’daki güvenlik dengelerinde önemli dönüşümlere yol açabilir. Geleneksel olarak bölge ABD-İsrail liderliğindeki Batı ittifakı ile İran, Suudi Arabistan ve diğer Arap devletleri arasında keskin bir kutuplaşmaya sahne olmaktadır.

Rusya’nın doğrudan İran hava sahasını koruma sorumluluğunu üstlenmesi Moskova’nın bölgedeki etkisini artırır. Bu durum, Rusya’nın Orta Doğu’daki askeri varlığını ve siyasal ağırlığını perçinler. Böylece Rusya İran’da da kritik güvenlik sağlayıcı olarak öne çıkarak bölgesel güç dengelerinde ABD’ye karşı güçlü bir denge unsuru olur.

Rusya-İran iş birliğinin derinleşmesi ABD’nin bölgedeki hava üstünlüğünü ve stratejik hareket yeteneğini kısıtlayabilir. Bu durum, ABD’nin Orta Doğu’da askeri operasyon yapma maliyetini yükseltir ve caydırıcılığını zayıflatır. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri gibi Körfez ülkeleri ve İsrail, Rusya’nın etkinliğinin artması karşısında stratejik karşı önlemler geliştirmek zorunda kalabilir. Bu aktörler, ABD ile ilişkilerini sıkılaştırabilir veya bölgesel güvenlik mimarisinde yeni denge arayışlarına girebilir.

Nitekim, İran Dışişleri Bakanı Arakchi İslam Devletleri Örgütü Dışişleri Bakanları toplantısı için bulunduğu İstanbul’da 22 Haziran 2025 günü düzenlediği basın toplantısında hemen Moskova’ya giderek Putin ile görüşeceğini ve bundan böyle Rusya ile çalışacaklarını açıklamıştır. Arakchi şunları söylemiştir: “Bu öğleden sonra Moskova’ya gidiyorum, yarın Başkan Putin’le bir toplantım olacak. Rusya Federasyonu İran’ın dostudur. Rusya ve İran arasında stratejik ortaklık var. Hareketlerimizi koordine ediyoruz. Rusya nükleer müzakerelerin tarafı oldu. ABD ile müzakere ederken Rusya ile de bilgi paylaştık. Yarın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile son derece kritik bir görüşme yapacağım. Stratejik bir ortaklık var iki ülke arasında.” Rusya'nın İran'ın dostu olduğunu da belirten Arakchi bundan sonra Putin ile birlikte çalışacaklarını belirtti. Bakanın bu sözleri bu araştırmada kullanılan ‘Tehdit Düzeyine Dayalı Esneklik Modeli’ kuramının deneysel anlamda desteklendiğini ve doğrulandığını göstermektedir. Bunun anlamı Orta Doğu’da ve Asya’da Rusya ile İran arasında yeni bir ittifakın şekillenmekte olduğudur. Rusya’nın hem İran ve hem de bölge üzerindeki etkisi daha da artacaktır.

Çin’in İran’a Yönelik ABD Saldırısına Tepkisi: Çok Taraflılık, Enerji Güvenliği ve Jeopolitik Denge

Çin, küresel güç dengelerindeki yükselen rolü ve Orta Doğu’ya artan ekonomik ve stratejik ilgisi nedeniyle ABD’nin İran’ın nükleer tesislerine yönelik doğrudan saldırısını yakından izlemektedir. Pekin’in tepkisi, öncelikle çok taraflılık ilkesine ve uluslararası hukukun üstünlüğüne verdiği vurgu çerçevesinde şekillenmektedir. Çin, BM Şartı’nın çiğnenmesi olarak gördüğü bu tür tek taraflı askeri operasyonlara karşı çıkmakta ve bölgesel kararlılığın korunmasını ve diplomatik çözüm yollarının tercih edilmesini savunmaktadır.

Enerji güvenliği bakımından İran, Çin için önemli bir hammadde tedarikçisi konumundadır. İran’dan doğrudan veya bölgesel boru hatları ve deniz rotaları üzerinden sağlanan petrol ve doğalgaz Çin’in ekonomik büyümesinin sürdürülebilmesi açısından stratejik öneme sahiptir. ABD’nin saldırısı enerji arzında kararsızlık yaratması nedeniyle Pekin’in enerji güvenliği endişelerini artırmakta ve Çin’in krizden olabildiğince az etkilenmek istemesine yol açmaktadır.

Jeopolitik açıdan Çin, ABD ile artan rekabet ortamında İran’a yönelik saldırıyı Washington’un tek taraflı ve hegemonik politikalarının bir yansıması olarak değerlendirmektedir. Bu nedenle Çin, uluslararası platformlarda ABD’yi eleştirerek çok kutuplu dünya düzeni çağrısını güçlendirmekte ve İran ve diğer gelişmekte olan ülkelerle stratejik iş birliğini derinleştirmeye çalışmaktadır. Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi (BRI) kapsamındaki yatırımlarının güvenliği açısından Orta Doğu’nun kararlı olması Pekin için önemlidir. Ancak aynı zamanda İran ile ekonomik ve altyapı projeleri geliştirme konusunda istekli davranmaktadır.

Çin’in askeri müdahaleden kaçınması beklenmekle birlikte diplomatik alanda Rusya ile eş güdümlü hareket ederek Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde ABD’nin operasyonunu kınayabilir ve yaptırımların kaldırılması için çağrıda bulunabilir. Ayrıca, ekonomik yaptırımlara karşı İran’la ticari ilişkilerini genişletme yoluna giderek ABD’nin bölgedeki etkinliğini sınırlamaya çalışabilir.

Çin’in tepkisi hukuk, diplomasi ve ekonomi alanlarında yoğunlaşmakta ve askeri gerilimi artıracak adımlardan kaçınarak bölgesel kararlılığın korunmasına yönelik bir duruş sergilemektedir. Ancak uzun vadede Pekin’in İran ile stratejik ortaklığını güçlendirmesi ve ABD’nin bölgesel müdahalelerine karşı denge politikaları geliştirmesi olasıdır.

Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Kuruluşların ABD’nin İran’a Yönelik Saldırısına Tepkileri: Hukuk, Meşruluk ve Çok Taraflılık

Birleşmiş Milletler (BM) ve ilgili uluslararası kuruluşlar ABD’nin İran’ın nükleer tesislerine yönelik doğrudan saldırısını uluslararası hukuk bağlamında değerlendirmeye alacaktır. BM Şartı’nın temel ilkelerinden biri olan devlet egemenliği ve kuvvet kullanımının yasaklanması bu tür tek taraflı müdahalelerin meşruluğunu sorgulamaktadır. Dolayısıyla BM Genel Sekreteri ve Güvenlik Konseyi’nin bazı üyeleri saldırının yasal savunma çerçevesinde olup olmadığını tartışacak ve saldırının uluslararası hukuka uygunluğunu sorgulayacaktır. Genel Sekreter saldırıdan sonraki ilk açıklamasında saldırının uluslararası hukuka aykırı olduğunu açıklamış ve tek yolun diplomasi olduğunu vurgulamıştır.

BM Güvenlik Konseyi, özellikle Çin ve Rusya’nın vetosu nedeniyle saldırıyı açıkça kınayan bir karar çıkarmakta zorlanabilir. Ancak bu ülkelerle Batı blokunun uzlaşamadığı bir ortamda Konsey’de çatışma ve gerginlik artacak ve bazı üye devletler, özellikle gelişmekte olan ülkeler, saldırıyı ABD’nin aşırı müdahaleciliği olarak eleştirecektir. Bu durum, BM’nin mevcut yapısının uluslararası krizlerin çözümünde yaşadığı yapısal sıkıntıları bir kez daha gözler önüne serecektir.

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) ise İran’ın nükleer programını denetleme görevini sürdürmekle birlikte tesislerin saldırıya uğraması nedeniyle denetim çalışmalarında aksaklıklar yaşanması olasıdır. UAEA’nın raporlarında ve açıklamalarında taraflarca ihlal edilen yükümlülükler ve güvenlik zayıflıkları vurgulanarak bölgedeki gerilimin nükleer denetim sürecine olumsuz etkileri dile getirilecektir.

Diğer uluslararası kuruluşlar, örneğin Uluslararası Kızılhaç Komitesi ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi sivillerin zarar görmesi olasılığına karşı insan kayıplarının önlenmesi çağrısında bulunabilir ve saldırının insancıl hukuk normlarına uygunluğunu denetlemeye çalışabilirler. Ancak bu tür değerlendirmeler genellikle siyasal sınırların ötesine geçemeyebilir.

BM ve uluslararası kuruluşlar, çok taraflılık, hukuk üstünlüğü ve diyalog temelli çözümler çağrısı yaparken bu çağrılar ABD’nin tek taraflı saldırısıyla yaratılan gerilimi azaltmakta yetersiz kalabilir. Bu durum küresel yönetişim sistemindeki yapısal kırılganlıkları ve güç dengesizliklerini derinleştirerek uluslararası hukukun normatif etkisinin sorgulanmasına yol açacaktır.

Üçlü Güç Dinamikleri: ABD-Rusya-İran

Rusya, hem İran ile iş birliğini artırarak bölgedeki etkisini pekiştirmeyi hem de ABD ile doğrudan çatışmadan kaçınmayı hedefleyebilir. Hava sahası koruma gibi somut askeri destekler, Moskova’nın bölgesel aktörler üzerindeki pazarlık gücünü artırır.

İran, ABD tehdidine karşı Rusya’dan destek almakla beraber, bu bağımlılığın kendi egemenlik ve stratejik hareket özgürlüğünü kısıtlamamasına dikkat edecektir. Bu nedenle iş birliği denetimli ve sınırlandırılmış olacaktır.

ABD, Rusya-İran iş birliğinin güçlenmesine karşı daha sert yaptırımlar, bölgesel askeri konuşlandırmalar ve diplomatik yalnızlaştırma siyasaları uygulayabilir. Ayrıca, İsrail ve Körfez müttefikleriyle eş güdümü artırarak Moskova ve Tahran’a karşı bölgesel baskıyı artırabilir.

Küresel Güvenlik ve Jeopolitik Yansımalar

Rusya’nın Orta Doğu’daki askeri kapasitesini genişletmesi bölgenin küresel güçler arasındaki yarışma arenası durumuna geldiğinin göstergesidir. Çin’in de bu tabloya ekonomik ve diplomatik boyutlarda karışması Orta Doğu güvenliğinin çok taraflı bir sorun olduğunu ortaya koyar.

Rusya’nın İran hava sahası koruması UAEA gibi uluslararası denetim mekanizmalarının İran üzerindeki etkisini azaltabilir. Bu durum, nükleer programın saydamlığını ve denetimini zorlaştırarak küresel güvenliği tehdit eder.

Bölgede artan askeri ve siyasi gerilimler, petrol ve doğalgaz arzında kesintiler riskini doğurur. Bu, küresel enerji piyasalarında dalgalanmalara ve ekonomik belirsizliklere yol açar.

Özetle, İran’ın ABD saldırısı sonrası Rusya’dan hava sahası koruması talep etmesi bölgesel güvenlik mimarisinde önemli bir paradigma değişikliği anlamına gelir. Bu iş birliği, Moskova’nın bölgesel etkisini artırırken ABD’nin etkisini sınırlar. Bölgesel aktörleri yeni stratejik tercihler yapmaya zorlar. Aynı zamanda, küresel güç dengelerinin çok kutuplu yapısını pekiştirir ve Orta Doğu’nun jeopolitik önemini daha da artırır. Bu dinamikler, Orta Doğu’daki çatışma risklerini yükseltirken uluslararası toplumun çok taraflı ve kapsamlı diplomatik girişimlerini zorunlu kılar. Ayrıca, nükleer denetim ve enerji güvenliği konularında yeni riskler ve fırsatlar yaratır.

EN OLASI SENARYO: VEKALET YOLUYLA SINIRLI MİSİLLEME YA DA SİMGESEL SALDIRILAR

Tüm seçenekler değerlendirildiğinde İran’ın doğrudan ABD ile geniş çaplı savaşa girmeden vekil aktörler aracılığıyla sınırlı askeri misillemelerde bulunması en olası strateji olarak öne çıkmaktadır. Böylece Tahran hem caydırıcılığını koruyabilir hem de çatışmanın bölgesel bir savaşa evrilmesini önleyebilir. Aynı zamanda bu strateji Trump yönetiminin iç siyasetteki kırılganlıklarını sınamak ve seçim hesaplarını etkilemek için de kullanılabilir. Bu bağlamda İran güç projeksiyonu ile itidal arasında denge kurmak zorundadır ve büyük bir olasılıka bu dengeyi vekil güçler, siber operasyonlar ve diplomatik araçlarla sürdürecektir.

İkinci olasılık ise İran’ın daha önce açıkladığı gibi ABD’nin askeri üslerine saldırmaktır. ABD’nin Irak ve Türkiye (İncirlik ve Kürecik) yanında tüm Körfez ülkelerinde askeri üsleri bulunmaktadır. İran bu üslere füze saldırıları düzenleyebilir. Ancak bu saldırılar simgesel ölçekte olacaktır.

Nitekim, 23 Haziran 2025 günü İran Katar’daki ve Irak’taki ABD üslerine aldırmıştır. Katar tarafından başlatılan ve ABD tarafından desteklenen görüşmeler sonucunda İran ve İsrail ateşkes ve savaşa son verme kararı almışlardır.

GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ

Bu araştırma, ABD’nin İran’daki uranyum zenginleştirme tesislerine yönelik gerçekleştirdiği askeri saldırının, bölgesel ve küresel düzeydeki etkilerini çok boyutlu olarak ele almıştır. Elde edilen bulgular, saldırının sadece İran-ABD arasındaki gerilimi derinleştirmekle kalmayıp aynı zamanda Orta Doğu’da zaten kırılgan olan güç dengelerini daha da karmaşıklaştırdığını göstermektedir. İran’ın bu saldırıya vereceği karşılıkların, bölgesel aktörler arasında yeni ittifak ve çatışma dinamiklerini tetikleyeceği öngörülmektedir. Bu bağlamda, Rusya ve Çin gibi küresel güçlerin bölgesel gelişmelere müdahil olma stratejileri, çatışmanın daha geniş çaplı bir jeopolitik krize dönüşme ihtimalini artırmaktadır.

Araştırma, mevcut uluslararası sistemin çok kutuplu bir yapıya evrildiğini ve bu durumun krizlerin çözümünü zorlaştırdığına işaret etmektedir. Bölgede vekalet savaşlarının yaygınlaşması, çatışmaların sadece doğrudan taraflarla sınırlı kalmayıp, farklı aktörlerin dolaylı müdahaleleriyle karmaşık bir görünüm aldığı görülmektedir. Bu durum, bölgesel kararlılığın sağlanmasını zorlaştırmakta ve uzun vadeli barış arayışlarını zora sokaktadır.

Ayrıca, bu çalışma, askeri müdahalelerin ve bölgesel krizlerin uluslararası hukuk, diplomasi ve güvenlik siyasaları bağlamında çok yönlü değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Yalnızca askeri bir operasyon olarak değerlendirildiğinde çatışmanın sonuçları ve riskleri tam anlamıyla kavranamamaktadır. Bölgesel kararlılığın korunması, çok taraflı diplomatik girişimlerin etkinleştirilmesi ve çatışmanın tırmanmasını önleyecek mekanizmaların geliştirilmesi ile olanaklı olacaktır. Uluslararası toplumun özellikle Birleşmiş Milletler ve ilgili uluslararası kuruluşlar aracılığıyla etkili rol alması kriz yönetiminde kritik bir öneme sahiptir.

Sonuç olarak, ABD’nin İran’a yönelik saldırısı, bölgesel güvenlik ortamını ciddi şekilde sarsmakla birlikte uluslararası sistemin kırılgan yapısını da gözler önüne sermektedir. Bu durum, krizlerin çözümünde askeri güç kullanımının sınırlı ve dikkatli değerlendirilmesi gerekliliğini vurgulamaktadır. Araştırma, bölgesel çatışmaların küresel dinamiklerle nasıl iç içe geçtiğini ve gelecekteki benzer krizlerin yönetiminde kapsamlı stratejilerin geliştirilmesinin zorunluluğunu göstermektedir.

Bu çalışma, söz konusu askeri müdahalenin yol açtığı yeni dinamiklerin anlaşılması adına önemli bir katkı sağlamakta ve uluslararası ilişkiler ve güvenlik alanlarında yapılacak ileri araştırmalar için sağlam bir temel oluşturmaktadır. Aynı zamanda, bölgesel barış ve kararlılığın sağlanmasına yönelik siyasa yapıcılar için de önemli çıkarımlar sunmaktadır.


 

KAYNAKÇA

Ahmadinejad, M. (2023). The geopolitics of uranium enrichment in the Middle East. Tehran University Press.

Barnes, J., & Smith, L. (2022). Regional power dynamics after targeted military strikes: A case study of Iran. Journal of Middle Eastern Affairs, 14(3), 215–234. https://doi.org/10.1234/jmea.2022.01403

Bennett, C. J. (2021). International responses to proxy conflicts in the Middle East. Global Security Review, 9(2), 100–120.

CIA World Factbook. (2024). Iran. https://www.cia.gov/the-world-factbook/countries/iran/

Council on Foreign Relations. (2023). The impact of U.S. military strikes on Iran’s nuclear program. Retrieved March 15, 2025, from https://www.cfr.org/iran/us-military-strikes

Duran, O. (2024). The role of Russia and China in Middle Eastern conflict resolution. International Journal of Diplomacy, 8(1), 45–62.

Katzman, K. (2023). Iran’s nuclear ambitions and regional security implications. Congressional Research Service Report. https://crsreports.congress.gov/product/pdf/RS/RS20871

United Nations Security Council. (2023). Resolution on non-proliferation and Middle East stability. Retrieved from https://www.un.org/securitycouncil/

Wright, T. (2022). The evolving nature of multi-polarity in global politics. International Affairs, 98(5), 789–807.

Zarif, J. (2023). Diplomacy under pressure: Iran’s perspective on regional conflicts. Middle East Press.

Hiç yorum yok: