Hakkımda

FİRUZ DEMİR YAŞAMIŞ Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirmiştir (1968). University of Southern California’da planlama (kentsel ve bölgesel çevre) ve kamu yönetimi yüksek lisans programlarını bitirmiştir (1976). Siyaset ve Kamu Yönetimi Doktoru (1991). Yerel Yönetimler, Kentleşme ve Çevre Politikaları bilim dalında doçent (1993). Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı’nın kuruluşu sırasında müsteşar vekili. (1978-80) UNICEF Türkiye temsilciliği. (1982-84) Dünya Bankası’nın Çukurova Kentsel Gelişme Projesi’nde kurumsal gelişme uzmanı. (1984-86) Çankaya Belediyesi’nin kurumsal gelişme projesini yürütmüştür. (1989-91) Yedinci Kalkınma Planı “Çevre Özel İhtisas Komisyonu”nun başkanlığı. DPT “Çevre Yapısal Değişim Projesi” komisyonu başkanlığı. Cumhurbaşkanlığı DDK’nun Devlet Islahat Projesi raportörü. (2000-1) Çevre Bakanlığı Müsteşarı (Şubat 1998 – Ağustos 1999). Sabancı Üniversitesi tam zamanlı öğretim üyesi. (2001-2005) Halen yarı zamanlı öğretim üyesi olarak çeşitli üniversitelerde ders vermektedir. Şimdiye kadar ders verdiği üniversiteler arasında Ankara, Orta Doğu, Hacettepe, Fatih, Yeditepe, Maltepe ve Lefke Avrupa (Kıbrıs) üniversiteleri bulunmaktadır.
Blogger tarafından desteklenmektedir.

Translate

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE
EV

Bu Blogda Ara

28 Haziran 2025 Cumartesi

 

Yerel Yönetimden Adaylığa: Ekrem İmamoğlu’nun Stratejik Hataları Üzerinden Siyasal Yükselişin Anatomisi

 

Prof. Dr. Firuz Demir YAŞAMIŞ

 

Öz

Bu çalışma, Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı sürecindeki yönetimsel uygulamaları ile Cumhurbaşkanlığı adaylığına uzanan siyasal kariyer yolculuğunu dört temel hata türü (analitik, ideolojik, iletişimsel ve stratejik) çerçevesinde incelemektedir. İmamoğlu’nun kamu yönetimi performansı ile siyasal konumlanma biçimi arasındaki gerilim, özellikle popülist söylemler, simgesel hizmet uygulamaları ve parti içi güç mühendisliği bağlamında ele alınmaktadır. Çalışma, yerel yönetimlerin yalnızca hizmet sunum alanı değil aynı zamanda siyasal kariyerlerin kurulduğu siyasal platformlar olarak işlev gördüğünü vurgularken popülizm, liyakat erozyonu ve stratejik zamanlama hatalarının yönetsel kapasiteyi nasıl zayıflattığını ortaya koymaktadır.

Anahtar Kelimeler: Ekrem İmamoğlu, yerel yönetim, kamu yönetimi hataları, popülizm, siyasal kariyer

 

 

 

Abstract

This study examines Ekrem İmamoğlu’s trajectory from his role as Mayor of Istanbul Metropolitan Municipality to his bid for the Presidency, analyzing his leadership through four major categories of error: analytical, ideological, communicational, and strategic. It investigates the tension between his public administration performance and political positioning, particularly in the context of populist discourse, symbolic service implementations and intra-party power engineering. The study highlights how local governments function not only as service providers but also as arenas of political ambition, illustrating how populism, meritocratic decline and mistimed political maneuvers undermine institutional capacity and democratic accountability.

Key Words: Ekrem Imamoglu, local government, public administration failures, populism, political career

 


 

GİRİŞ

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, 2019 yerel seçimlerinde yalnızca İstanbul’u kazanmakla kalmamış, aynı zamanda Türkiye’deki muhalefetin psikolojik üstünlüğünü elde ettiği ve siyasal denklemi dönüştürdüğü bir figür haline gelmiştir. Bu zafer, onu yerel bir yöneticiden çok muhalefetin gelecekteki olası Cumhurbaşkanı adayı olarak konumlandırmış ve kamuoyunda ulusal liderlik gizil gücü taşıyan bir aktör olarak algılanmasına neden olmuştur. Ancak bu beklenti sonraki süreçte hem belediye başkanı olarak yürüttüğü yönetimsel başarım düzeyi hem de siyasal iletişim stratejileri bağlamında çeşitli sorunlarla karşılaşmıştır.

Bu çalışma, Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak görev yaptığı dönemde gözlemlenen uygulama hatalarının ötesinde onun Cumhurbaşkanlığına giden yolda oluşturmaya çalıştığı siyasal kariyer çizgisi üzerindeki stratejik sapmaları da kapsamlı biçimde çözümlemeyi amaçlamaktadır. Yerel yönetişimden ulusal siyasete geçiş sürecinde sergilenen yanlışlıklar, iletişimsel dengesizlikler ve stratejik yanlış hesaplar bu çift katmanlı çözümlemenin merkezindedir.

Çalışma, İmamoğlu örneğini kullanarak Türkiye’de muhalif siyasal aktörlerin ulusal liderliğe evrilme süreçlerinde karşılaştıkları yapısal zorlukları ve bireysel tercihlerden kaynaklı sınırlılıkları tartışmayı hedeflemektedir. Bu doğrultuda, belediye yönetimi düzeyindeki analitik, ideolojik, iletişimsel ve stratejik hatalar ile Cumhurbaşkanlığı adaylığı bağlamında yapılan siyasal tavır alma yanlışlıkları birlikte ele alınacaktır.

ARAŞTIRMANIN AMACI VE HEDEFLERİ

Bu araştırmanın temel amacı Ekrem İmamoğlu’nun hem İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak yürüttüğü yönetim sürecindeki hataları hem de Cumhurbaşkanlığı adaylığına yönelik kariyer planlaması bağlamında yaptığı stratejik sapmaları kavramsal ve çözümleyici bir çerçevede değerlendirmektir. Çalışma, yerel yönetişim uygulamaları ile ulusal siyasal liderlik oluşturma arasında kurulan bağların nasıl zayıflayabildiğini, hangi iletişimsel, ideolojik ve stratejik hataların bu süreci sekteye uğrattığını ortaya koymayı hedeflemektedir. Bu amaç, yapıcı eleştirellik özelliği taşıyan bir akademik uyarı ya da yol gösterici öneri olmak özelliği taşımaktadır.

Çalışmanın başlıca hedefleri şunlardır:

Ekrem İmamoğlu’nun yerel yönetim uygulamalarında gözlemlenen hata türlerini kavramsallaştırmak,

Cumhurbaşkanlığı adaylığına yönelik liderlik oluşturma sürecinde yapılan siyasal tavır alma ve iletişim hatalarını ortaya koymak,

Bu iki düzeydeki hata kümeleri arasındaki ilişkileri ve karşılıklı etkileşimi incelemek,

Türkiye'de muhalif siyasal aktörlerin yerelden ulusala geçiş süreçlerinde karşılaştıkları yapısal ve bireysel sınırlılıkları tartışmak ve

Bu çözümleme üzerinden daha etkin bir muhalefet stratejisine katkı sağlayacak öneriler geliştirmek.

ARAŞTIRMA SORULARI

Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak sergilediği yönetişim uygulamalarında hangi hata türleri belirginleşmiştir?

İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığına yönelik liderlik çizgisinde yaptığı stratejik ve iletişimsel hatalar nelerdir?

Belediye başkanlığı düzeyindeki hatalar ile ulusal siyasal liderlik iddiası arasındaki çelişkiler nasıl şekillenmiştir?

Yerel yönetim uygulamalarının ulusal liderlik oluşturmada oynadığı rol ne ölçüde kurumsal ne ölçüde kişiseldir?

Muhalif siyasal aktörlerin yerelden merkeze yönelme stratejilerinde karşılaştıkları yapısal sorunlar nelerdir ve bunlara karşı ne tür kurumsal ve siyasal önlemler geliştirilebilir?

KURAMSAL ÇERÇEVE

Siyasal kariyer oluşturma süreçleri yalnızca bireysel hırs ya da örgütsel ait olma duygusuyla açıklanamayacak kadar çok katmanlıdır. Özellikle yerel yöneticilikten ulusal düzeyde bir liderliğe geçiş yapmayı hedefleyen siyasal aktörler için bu süreç hem yönetsel yeterlilik hem de stratejik akıl yürütme kapasitesi gerektirir. Bu bağlamda Ekrem İmamoğlu’nun örneği yalnızca yerel yönetim bağlamında değil aynı zamanda kişisel liderlik projesi ve siyasal yükseliş stratejisi açısından da değerlendirilmelidir. Bu çalışmada ele alınan hata türleri aşağıdaki üç kuramsal zeminde temellendirilmektedir.

Yerel Yönetişim Kapasitesi ve Kamusal Hata Kuramı

Kamu yönetimi yazınında yönetsel süreçlerdeki başarısızlıklar sıklıkla “bürokratik hata”, “stratejik sapma” ya da “analitik kırılma” gibi kavramlarla açıklanır. Yerel yönetişimde bu hatalar özellikle büyükşehir belediyelerinde karar alma süreçlerinin kurumsal akılcılık yerine kişisel takdirlerle yönetilmesiyle ortaya çıkar. Ekrem İmamoğlu’nun başkanlığı döneminde gözlemlenen bazı uygulamalar yerel yönetişim kapasitesinin sınırlı kaldığı, planlama, kaynak yönetimi, krizle başa çıkma ve kurumlar arası eş güdüm gibi alanlarda ciddi zayıflıklar yaşandığını göstermektedir. Bu bağlamda çalışmada kullanılan “analitik hata” ve “stratejik hata” kavramları kamu siyasası döngüsündeki karar alma, uygulama ve değerlendirme aşamalarında yapılan yanlış yapılandırmalara dayanmaktadır. Bu tür hatalar çoğu zaman hedef belirsizliği, kaynak özgülemede hatalar ve kurumlar arası rol çatışmalarıyla ilişkilendirmektedir.

Siyasal Liderlik, Popülizm ve Kişiselleşmiş Siyaset

Çağdaş siyasal liderlik anlayışı, özellikle 21. yüzyılda, kurumsal rollerin ötesine geçerek kişiselleşmiş bir temsil biçimine dönüşmüştür. Bu dönüşümde popülizm, medya performansı ve ‘lider-karizma’ ilişkisi belirleyici olmaktadır. Türkiye bağlamında Ekrem İmamoğlu’nun adaylık süreci “popülist olmayan bir popülizm” biçimiyle kişisel sempati, mağdurluk anlatısı ve karşıtlık stratejileri üzerinden kurgulanmıştır. Ancak bu kurgunun sürekliliği kararlı siyasal tavırlar ve programlı duruşla desteklenmediği için zamanla zayıflamıştır. Bazı düşünürler liderliği “kurumsal bağlam içinde üstün başarım düzeyi gösterme sanatı” olarak tanımlar. Bu bağlamda İmamoğlu, CHP içinde kurumsal bir liderlik üretmeden ulusal düzeyde ‘karizmatik’ bir figüre dönüşmeye çalışmış fakat bu çaba parti içi meşruluk krizleri ve net tavır alma eksiklikleriyle sınırlı kalmıştır.

Stratejik İletişim, Konumlama ve Algı Yönetimi

Siyasal iletişim yalnızca mesaj iletmek değil aynı zamanda “kimlik oluşturmak”tır. Ekrem İmamoğlu'nun söylem repertuarı çoğu zaman karşıtlık (AKP ve Erdoğan eleştirisi), kapsayıcılık (“16 milyon İstanbullu”), mağdurluk (YSK kararı) gibi çerçevelerle biçimlenmiştir. Ancak bu çerçeveler arasında net bir tutarlılık bulunmadığı gibi zaman zaman köktenci seküler söylemler ile milliyetçi açılımlar arasında salınan konum almalar hedef kitlesinde güven bunalımı yaratmıştır. Stratejik iletişim kuramına göre siyasal aktörlerin konumlandırma başarısı, verdikleri mesajların sürekliliği, çelişkisizliği ve toplumsal gereksinimlerle ne ölçüde örtüştüğü ile ilgilidir. İmamoğlu’nun özellikle COVID-19 krizi, 6’lı Masa süreci ve adaylık tartışmalarında izlediği iletişim çizgisi hem parti içindeki konumunu güçlendirememiş hem de toplumsal beklentilere net karşılık verememiştir.

Bu çalışmada Ekrem İmamoğlu’nun yerel yönetim performansı ile Cumhurbaşkanlığı adaylığı süreci arasında kurulan ilişki kamu yönetimi, siyaset bilimi ve liderlik kuramları ekseninde değerlendirilmektedir. Ele alınan hata türleri (analitik, ideolojik, iletişimsel ve stratejik) yalnızca yönetimsel başarım düzeyine değil aynı zamanda siyasal temsil, kamu algısı, örgüt içi denge ve seçmen beklentileri bağlamında da kavramsallaştırılmaktadır. Bu çerçevede, kuramsal yaklaşım dört ana eksende yapılandırılmıştır.

Yönetsel Akılcılık ve Analitik Kapasite Kuramı

Kamu yönetimi yazınında karar alıcıların sorunları tanıma, çözüm üretme ve uygulama kapasiteleri ‘analitik kapasite’ kavramı altında incelenmektedir Analitik kapasite, sadece teknik bilgiye değil aynı zamanda örgütsel öğrenme, bilgi işleme ve kaynak yönetimi becerilerine de dayanır. İmamoğlu’nun yönetiminde, özellikle uzun vadeli vizyon eksikliği, insan gücü planlamasındaki yetersizlikler ve kurumsal kapasite oluşturmada ihmaller bu kuramsal çerçeve açısından değerlendirilmektedir.

Popülizm ve Siyasal Temsil Kuramı

Çağdaş siyasal iletişim kuramları liderlerin halkla kurduğu ilişkiyi ve bu ilişkinin biçimini popülizm kavramı çerçevesinde ele alır. Laclau, popülizmi halk ile elit arasındaki ayrım üzerinden şekillenen bir söylemsel yapı olarak tanımlar. Bu bağlamda, kent lokantaları gibi sosyal yardım uygulamaları yalnızca kamu hizmeti sunumu değil aynı zamanda liderin “halkın içinden biri” imajını pekiştirme aracıdır. Bu yönüyle popülizm yönetsel kararlarla siyasal meşruluk üretimi arasındaki geçişkenliği açıklamakta kullanılır. İmamoğlu örneğinde, popülist sosyal uygulamaların “vitrinleştirilmesi” siyasal yükseliş stratejisi olarak çözümlenmektedir.

Siyasal Liderlik ve Zamanlama Kuramları

Siyasal liderlik, sadece karizmatik ya da teknik becerilere değil aynı zamanda “doğru zamanda doğru tavır alma” kapasitesine dayanır. Bu bağlamda, İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığını erken ve zamansız biçimde ilan etmesi siyasal zamanlama ve stratejik hizalanma kuramları çerçevesinde bir “stratejik hata” olarak değerlendirilmiştir. Siyasal liderliğin meşruluğu yalnızca kişisel başarım düzeyi ile değil aynı zamanda örgütsel bağlam, toplumsal talep ve seçmen psikolojisi ile de ilişkilidir.

Kurumsal Etik ve Kamu Yönetişimi Yaklaşımı

Yönetsel hataların ideolojik ve etik boyutu, özellikle liyakat yerine sadakat, meclis grubu mühendisliği ya da partizan atama politikaları gibi uygulamalarda görünür olmaktadır. Bu tür tercihler “kamu yönetişimi” savunucularının vurguladığı demokratik sorumluluk, saydamlık, kapsayıcılık ve hesap verebilirlik ilkeleriyle çelişmektedir. Çalışmada, bu eksende İmamoğlu’nun yönetsel uygulamaları “etik liderlik” ve “demokratik yönetişim” ilkeleri ışığında irdelenmektedir.

Kuramsal Sonuç ve Yaklaşımın Gerekçesi

Bu kuramsal çerçeve, İmamoğlu’nun siyasal yükselişini ve yönetsel uygulamalarını yalnızca başarım düzeyi odaklı değil siyasal temsil, popülizm, liderlik zamanlaması ve kurumsal etik eksenlerinde anlamaya olanak sağlar. Bu çok boyutlu yaklaşım, çalışmanın hem kamu yönetimi hem de siyaset bilimi disiplinlerine katkı sunmasını hedeflemektedir.

YÖNTEM

Bu çalışma, Ekrem İmamoğlu’nun 2019–2024 döneminde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak yürüttüğü yönetsel etkinlikler ile aynı dönemde şekillendirmeye çalıştığı ulusal siyasal liderlik stratejisini kavramsal hata kategorileri üzerinden değerlendirmeyi amaçlayan nitel bir çözümleme çalışmasıdır. Araştırma, herhangi bir nicel veri setine dayanmamakta, medya içerikleri, kamusal açıklamalar, siyasal olayların gelişimi ve kamuoyuna yansıyan yönetim uygulamaları üzerinden yürütülen belge çözümlemesi, olgusal çözümleme ve söylem çözümlemesi yöntemlerinin bir arada kullanılmasıyla gerçekleştirilmiştir.

Çalışma Tasarımı

Araştırma, çok düzeyli bir çözümleme modeli temelinde yapılandırılmıştır. İlk düzeyde, İmamoğlu’nun İBB başkanlığı sürecinde ortaya çıkan yönetimsel aksaklıklar dört temel hata türü altında (analitik, ideolojik, iletişimsel ve stratejik hatalar) sınıflandırılarak incelenmiştir. İkinci düzeyde ise, bu yerel yönetim uygulamasının Cumhurbaşkanlığı adaylığına yönelik stratejik bir liderlik çizgisine nasıl eklemlendiği ve bu süreçte yapılan hataları çözümlenmiştir.

Veri Kaynakları

Çalışmada kullanılan başlıca veri kaynakları şunlardır:

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait açıklamalar, proje belgeleri ve kamuya açık strateji belgeleri,

Ulusal ve yerel basında yer alan haber içerikleri, röportajlar, canlı yayın kayıtları, toplumsal medya paylaşımları,

Ekrem İmamoğlu’nun doğrudan kamuoyuna hitap ettiği konuşmalar ve söylemleri ve

Siyasal süreci etkileyen önemli dönemeçler: 2019 seçim süreci ve iptali, 2020–2022 arasındaki kriz yönetimi (pandemi, sel, kar vb.), 6'lı Masa süreci, 2023 adaylık tartışmaları.

Bu içerikler, sistemli olarak taranmış ve kavramsal çerçevede belirlenen hata türlerine göre kodlanarak çözümlemeye tabi tutulmuştur.

Sınırlılıklar

Çalışmanın temel sınırlılığı kullanılan verilerin büyük oranda kamuya açık içeriklere dayanması ve karar alma süreçlerine ilişkin içsel belgelere erişilememesidir. Ayrıca İmamoğlu’nun bireysel tercihleri ile partisel dinamikler arasındaki ilişkiyi ayırt etmek her durumda kesinlik taşımasa da çalışma bu ikili yapıyı dikkatle göz önünde bulundurarak ilerlemiştir. Bu yönüyle araştırma, bir “eleştirel durum incelemesi” niteliği taşımakta ve genelleştirme savı değil çözümleyici bir model önerisi sunmaktadır.

ÇÖZÜMLEME: İBB BAŞKANI OLARAK YAPILAN HATALARIN TÜRLERİNE GÖRE DEĞERLENDİRİLMESİ

Belediye başkanı olarak yapılan stratejik hatalar dört alt bölümde ele alınmaktadır: Analitik Hatalar, İdeolojik Hatalar, İletişimsel Hatalar ve Stratejik Hatalar.

Analitik Hatalar

Analitik hatalar, kamu yönetimi bağlamında karar alma süreçlerinin bilgiye dayalı yürütülmemesi, mevcut sorunların yanlış tanılanması ya da çözüm yollarının teknik olarak yetersiz biçimde kurgulanmasıyla ilişkilidir. Siyasa yapım sürecinde analitik hata sorunun sınırlarının doğru çizilmemesi, yanlış veriyle karar alınması ya da mevcut siyasa araçlarının etkilerinin öngörülememesi gibi durumları içerir. Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı sürecinde bu türden hatalara çok sayıda örnek bulmak olanaklıdır.

En belirgin analitik hata, şehir ölçeğindeki sorunlara sistemli veri çözümlemesi ve çok boyutlu planlama yaklaşımları yerine kişisel sezgiye dayalı müdahalelerle yanıt verilmesidir. İstanbul gibi karmaşık bir kent sisteminde, toplu ulaşım, altyapı, afet yönetimi ve kentsel dönüşüm gibi alanlarda alınan kararların bütünleşik, uzun vadeli ve çok aktörlü değerlendirme süreçlerinden geçmesi gerekirken İBB yönetiminin çoğu kez bu süreçleri teknik düzeyde işletmediği gözlemlenmiştir.

Örneğin, toplu taşıma hatlarının artırılması ve metrobüs filolarının yenilenmesi gibi teknik konular uzun süreli ihmal edilmiş, bunun yerine görünürlüğü yüksek ama etkisi sınırlı “simge projeler” (örneğin İstanbul Kitapçısı, Halk Süt, kent lokantaları gibi) önceliklendirilmiştir. Bu tercihler, teknik önceliklerin siyasal simge yaratma amacına kurban edilmesi olarak değerlendirilebilir. Aynı şekilde afet ve kriz yönetimi gibi alanlarda İBB’nin, 2022 yılında yaşanan kar felaketi sırasında merkezi yönetimle olan gerilim nedeniyle eş güdüm eksikliği yaşaması ve hatta merkezi yönetimin engellemeleriyle savaşım vermesi yalnızca siyasal bir sorun değil aynı zamanda bilgi akışı ve durum çözümlemesi kapasitesindeki zayıflığın da bir göstergesidir.

Analitik hatalar yalnızca uygulamada değil kamuoyuna sunulan stratejik planlama belgelerinde de gözlemlenmiştir. Örneğin, 2020–2024 İstanbul Stratejik Planı’nda belirlenen hedefler ile bu hedeflere ayrılan kaynaklar arasında orantısızlık bulunmaktadır. Performans göstergeleri ise somut çıktılara dayalı olmaktan çok soyut ve denetlenemez niteliktedir. Bu durum, stratejik planlamanın analitik bir araç olmaktan çıkarılıp normatif bir metne dönüştürüldüğünü göstermektedir.

Sonuç olarak, İmamoğlu yönetiminde gözlemlenen analitik hatalar veri eksenli siyasa üretiminin zayıflığı, kurumsal kapasitenin teknik bilgi üretimi ve yorumlamada yetersiz kalması ve belediyenin karar alma süreçlerinde popülerlik odaklı kısa vadeli hesapların teknik gerçekliğin önüne geçmesi gibi başlıklarda toplanabilir. Bu tür hatalar, sadece yönetim kapasitesini değil kamuoyunda oluşan ‘yönetişim yetkinliği’ algısını da olumsuz yönde etkilemiştir.

Analitik hatalar, yöneticinin sorunları doğru tanımlayamaması, neden-sonuç ilişkilerini kavrayamaması ve çözüm üretememesi anlamına gelir. İmamoğlu’nun yönetiminde şu temel analitik zayıflıklar gözlenmiştir:

İçme Suyuna Yapılan Fahiş Zamlar: İBB’nin su fiyatlarına uyguladığı yüksek zamlar, toplumsal adalet ve kamu hizmeti ilkeleriyle çelişmiştir. Dar gelirli vatandaşların bu zamlardan nasıl etkileneceğine yönelik kapsamlı bir çözümleme ve sübvansiyon mekanizması geliştirilmemesi toplumsal huzursuzlukları artırmıştır. Bu kararın gerekçelendirilmesindeki eksiklikler belediyenin kamuoyu gözünde güven kaybetmesine neden olmuştur.

Uzun Vadeli Kentsel Vizyonun Eksikliği: İstanbul gibi mega bir kentin 10, 20 ve 50 yıllık gelişim planlarının yetersizliği, kent yönetiminde ciddi bir çözümleme eksikliği ortaya koymaktadır. Demografik değişimler, ekonomik temelde olabilecek değişimler, altyapı gereksinimleri, iklim değişikliği etkileri gibi kritik parametrelerin dikkate alınmaması sürdürülebilir kalkınma hedeflerinden sapmaya yol açmıştır.

Kurumsal ve Örgütsel Gelişimin Göz Ardı Edilmesi: Kurumsal reformlara gereken önem verilmemiş ve bürokratik kapasitenin geliştirilmesi ihmal edilmiştir. Bu durum, karar alma süreçlerinin etkinliğini azaltmış ve kriz yönetiminde yetersizliklere sebep olmuştur.

Personel Yönetiminde Eksiklikler: Yaklaşık 100.000 kişilik belediye personelinde bilimsel planlama yapılmaması, kalifiye eleman eksikliği ve gereksiz istihdamın yaygınlığı kurumsal verimliliği düşürmüştür. Gereksiz personel sayısı çok fazladır.

İdeolojik Hatalar

Ekrem İmamoğlu’nun siyasal kariyerinde ideolojik tavırlar konusunda sergilediği dalgalı ve çelişkili tutumlar yönetim anlayışında ve siyasal stratejisinde önemli bir sorun alanı olarak ortaya çıkmaktadır. İdeoloji, bir siyasetçinin kimliğini ve siyasalarını şekillendiren temel çerçevedir. Bu çerçeve, hem seçmen tabanıyla kurulan güven ilişkisinde hem de siyasal aktörler arasındaki konumlanmada belirleyici rol oynar. Ancak İmamoğlu’nun farklı dönemlerde benimsediği değişken ideolojik söylemler kamuoyunda ve parti içindeki destekçileri arasında kafa karışıklığına ve güvensizliğe neden olmuştur.

Özellikle CHP'nin geleneksel toplumsal demokrat çizgisinden zaman zaman uzaklaşarak, liberal, merkez sağ ya da yararcı siyaset biçemine yakınlaşan tutumlar sergilemesi İmamoğlu’nun ideolojik belirsizliğinin en önemli göstergelerindendir. Bu durum, onun geniş kitlelere hitap etme çabasıyla açıklanabilse de net bir ideolojik duruşun eksikliği siyasal güvenilirliği zedelemekte ve uzun vadeli siyasal destek birikimini engellemektedir.

Buna ek olarak, İmamoğlu’nun ideolojik dalgalanmaları siyasal hedefleriyle örtüşmeyen söylemler ve siyasa tercihlerinde de kendini göstermiştir. Yerel yönetim alanında ortaya koyduğu bazı uygulamalar CHP tabanının beklentileriyle çatışmakta, kimi zaman ise milliyetçi ya da tutucu seçmen gruplarına yönelik mesajlarla çelişmektedir. Bu ideolojik karmaşa, sadece seçmen nezdinde değil, aynı zamanda partinin farklı kesimleri arasında da görüş ayrılıklarına yol açarak İmamoğlu’nun liderlik profilini zayıflatmıştır.

Toplumsal Belediyeciliğin Aşırı Vurgulanması: Toplumsal yardım ve destek siyasalarının önceliklendirilmesi kentin altyapı, kalkınma ve çevre gibi yapısal sorunlarının geri planda kalmasına yol açmıştır. Bu da geçici çözümlerle seçmen bağlılığı sağlama çabası olarak yorumlanmıştır.

Liyakat Yerine Sadakat Esaslı Meclis Grubu Oluşturulması: Parti içi güç pekiştirilirken, liyakat ve erdem yerine kişisel sadakat temel alınmış ve bu da kurumsal demokratik yapının zayıflamasına neden olmuştur.

İdeolojik Dalgalanmalar: İmamoğlu’nun zaman zaman toplumsal demokrat ilkelerle uyuşmayan liberal ya da yararcı söylemleri seçmen tabanında güven sarsıntısı yaratmıştır.

Sonuç olarak, İmamoğlu’nun ideolojik konumlandırmasındaki belirsizlikler siyasal kariyerinde stratejik bir zayıflık olarak değerlendirilmelidir.

İletişimsel Hatalar

Siyasal liderlerin başarısında iletişim becerileri kritik bir rol oynar. Ekrem İmamoğlu’nun siyasal kariyerinde özellikle geniş ve farklı kesimlere hitap etmeye çalıştığı dönemde iletişim stratejilerinde ve uygulamalarında önemli zayıflıklar ve hatalar gözlemlenmiştir. Bu bölümde, İmamoğlu’nun mesajlarını etkili bir şekilde iletememesi, tutarsız açıklamalar yapması ve kriz anlarında yetersiz iletişim yönetimi sergilemesi gibi temel iletişimsel sorunlar ele alınacaktır.

İmamoğlu’nun iletişim hataları hem seçmenler nezdinde güven kaybına yol açmış hem de medyada ve sosyal medyada olumsuz algıların güçlenmesine zemin hazırlamıştır. Özellikle beklentilerle örtüşmeyen veya çelişkili ifadeler kamuoyunda kafa karışıklığı yaratmış ve siyasal rakipleri tarafından etkili şekilde kullanılabilmiştir. Ayrıca, kriz dönemlerinde kriz iletişim stratejilerinin yetersizliği kamuoyunda liderlik eksikliği algısını artırmıştır. Bunun yanında, İmamoğlu’nun farklı toplumsal ve ideolojik gruplarla kurduğu iletişimde içtenlik ve tutarlılık eksiklikleri destekçilerinin güdülenmesini zayıflatmıştır. Mesajların hedef kitleye uygun şekilde biçimlendirilmemesi ve iletişim kanallarının doğru yönetilememesi siyasal stratejisinin başarısını olumsuz yönde etkilemiştir.

Tutarsız ve Çelişkili Mesajlar

İmamoğlu’nun kamuoyuna yönelik açıklamalarında zaman zaman tutarsızlıklar ve çelişkiler gözlemlenmiştir. Özellikle siyasal tutumunu netleştirmekte zorlandığı dönemlerde farklı hedef kitlelere farklı mesajlar vermesi seçmenlerde güven eksikliğine yol açmıştır. Örneğin, laiklik ve din konusundaki söylemlerinde yaşanan dalgalanmalar hem laik tabanda hem de tutucu seçmenler arasında kafaların karışmasına neden olmuştur. Bu durum, rakipler tarafından sıkça eleştirilmiş ve kamuoyunda ‘netlik’ eksikliği olarak algılanmıştır.

Kriz Yönetiminde İletişim Eksiklikleri

Kamuoyu kriz anlarında liderlerin hızlı, net ve etkili iletişim kurmasını bekler. İmamoğlu’nun bazı kriz dönemlerinde iletişim stratejisindeki eksiklikler bu beklentiyi karşılamamış ve liderlik algısında zayıflamalara yol açmıştır. Örneğin, beklenmeyen siyasal saldırılar veya yerel yönetimle ilgili krizler karşısında net ve çabuk açıklamalar yapmaması kamuoyunda belirsizlik yaratmıştır. Bu durum hem medyada olumsuz yansımalar hem de toplumsal medya üzerinden yayılan bilgi kirliliğinin artmasıyla sonuçlanmıştır.

Hedef Kitleye Uygun Dil ve Kanal Seçimi Sorunları

Farklı sosyo-kültürel ve ideolojik kesimlere hitap eden bir siyasetçi için iletişim dili ve kanalları çok önemlidir. İmamoğlu’nun iletişiminde kimi zaman seçmen tabanının sosyo-kültürel yapısına uygun olmayan ifadeler veya mecra seçimi sorunları görülmüştür. Bu da mesajların hedef kitleye ulaşmasını zorlaştırmış ve etkisini azaltmıştır. Özellikle genç seçmenlerle toplumsal medyada etkileşimde zaman zaman yetersiz kalması iletişim başarısını olumsuz etkilemiştir.

Medya ile İlişkilerde Zorluklar: İmamoğlu’nun medya ile ilişkilerinde yaşadığı bazı sorunlar mesajlarının doğru ve eksiksiz aktarılmasını engellemiştir. Bazı medya organları ile yaşanan gerilimler ve zaman zaman açıklamaların eksik ya da yanlış anlaşılması kamuoyunda olumsuz bir algı oluşmasına zemin hazırlamıştır. Bu da siyasal iletişim stratejisinin zayıflamasına neden olmuştur.

Nagehan Alçı’nın Karadeniz Gezisine Davet Edilmesi: Kamuoyunda tartışmalı bir figür olan Alçı’nın davet edilip bağımsız gazetecilerin dışlanması basın özgürlüğü ve çoğulculuk duyarlılıkları açısından olumsuz algılanmıştır.

Adaylığını Çok Erken ve Zamansız Açıklaması: Cumhurbaşkanlığı adaylığına ilişkin erken açıklamalar muhalefet içi uyumu zedelemiş ve liderlik algısını olumsuz etkilemiş ve kamuoyunda belirsizlik yaratmıştır.

Kriz Yönetiminde Yetersizlik: Örneğin, İstanbul’daki bazı krizlerde geç yapılan açıklamalar, kamuoyunda liderlik yeteneği eksikliği algısını artırmıştır.

İmamoğlu’nun iletişimsel hataları siyasal kariyerinin ilerleyişinde önemli bir engel teşkil etmektedir. Tutarsız mesajlar, kriz anlarında iletişim yetersizlikleri, hedef kitleye uygun dil ve kanal seçimi sorunları ile medya ilişkilerindeki zorluklar destek tabanının genişlemesini sınırlamış ve güven kaybına yol açmıştır. Bu sorunların aşılması, daha etkili ve tutarlı bir iletişim stratejisi geliştirilmesiyle olanaklıdır.

Stratejik Hatalar

Ekrem İmamoğlu’nun siyasal kariyerinde stratejik karar alma ve uygulama süreçlerinde de önemli hatalar yapılmıştır. Bu hatalar hem kısa vadeli siyasal kazanımları hem de uzun vadeli hedefleri açısından olumsuz sonuçlara yol açmıştır. Aşağıda bu stratejik hatalar dört ana başlık altında derinlemesine incelenmektedir.

İmamoğlu’nun geniş bir seçmen tabanına ulaşma isteği CHP'nin toplumsal demokrat kimliğiyle uyumsuz siyasa ve söylemleri beraberinde getirmiştir. Örneğin, yerel yönetim döneminde dinsel (Cuma namazı sonrası basına açıklama yapmak, umre haccına gitmek, Kuran okumayı videoya çekmek ve yayınlamak) ve milliyetçi kesimlere yönelik aşırı dikkatli ve zaman zaman aşırı uzlaşmacı tutumlar CHP’nin toplumsal demokrat tabanında rahatsızlık yaratmıştır. Bu durum, partinin geleneksel seçmenlerinin güdülenme düzeyinin düşmesine ve ait olma duygularının zayıflamasına neden olmuştur. Aynı zamanda, bu strateji, milliyetçi ve tutucu seçmenlerde tam anlamıyla karşılık bulamamış çünkü İmamoğlu’nun kimlik ve söylem belirsizliği bu kesimlerde de güvensizlik yaratmıştır. Sonuçta ne tabanı tam anlamıyla koruyabilmiş ne de yeni kesimlerde güçlü destek oluşturabilmiştir.

İmamoğlu’nun siyasal rakipleri, özellikle AKP ve MHP gibi güçlü ve örgütlenmiş partiler rakiplerinin atılımlarına karşı etkili karşı stratejiler geliştirebilmiştir. İmamoğlu ise rakiplerinin güçlü yanlarını yeterince değerlendirememiş ve özellikle seçim süreçlerinde hızlı ve keskin karşı ataklar yapmakta gecikmiştir. Örneğin, 2019 İstanbul seçimlerinin yenilenme sürecinde AKP'nin kullandığı yasal ve siyasal savlara karşı etkili ve zamanında karşı strateji geliştirememesi sürecin uzamasına ve kamuoyunda belirsizliğe neden olmuştur. Ayrıca, rakiplerin medyadaki yoğun propagandasına karşı daha etkili bir medya stratejisi geliştirilememesi de İmamoğlu’nun siyasal alanını daraltmıştır.

Türkiye siyasetinde ittifaklar özellikle son yıllarda seçim başarısının anahtarı haline gelmiştir. İmamoğlu’nun ittifak siyasaları, muhalefetin genelinde yaşanan iş birliği zorluklarından etkilenmiş, kimi zaman kararsız ve net olmayan tutumlarla sonuçlanmıştır. Örneğin, Millet İttifakı içerisindeki farklı parti ve gruplarla olan ilişkilerde zaman zaman gerilimler ve eş güdüm eksiklikleri ortaya çıkmıştır. İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığı sürecinde ittifakın ortak aday stratejisinde yaşanan belirsizlikler seçmenler düzeyinde güven sorunlarına yol açmıştır. Bu durum, muhalefetin oylarını artırmakta zorluk yaşamasına neden olmuştur.

Siyasal kampanyalarda fırsatları zamanında değerlendirmek ve doğru zamanda hamle yapmak çok önemlidir. İmamoğlu’nun kampanya yönetiminde zamanlama hataları sıkça görülmüştür. Örneğin, önemli siyasal kriz veya gelişmeler karşısında geç açıklamalar yapması rakiplerinin bu boşlukları propaganda aracı olarak kullanmasına yol açmıştır. Ayrıca, bazı kritik mesajların kamuoyuna duyurulmasında gecikmeler veya uygun olmayan mecraların tercih edilmesi İmamoğlu’nun mesajlarının etkililiğini azaltmıştır. Kampanya sürecinde özellikle sayısal iletişim kanallarını etkili kullanmada eksiklikler yaşanması genç seçmenlerle bağ kurma fırsatlarının kaçmasına neden olmuştur.

İmamoğlu’nun stratejik hataları siyasal kariyerinin kritik dönemeçlerinde önemli engeller yaratmıştır. Hedef kitle ile uyumsuz stratejiler geliştirmesi, rakip çözümlemelerinde yetersiz kalması, ittifak siyasalarında netlik sağlayamaması ve kampanya zamanlamasındaki hatalar başarı şansını sınırlamıştır. Bu alanlarda yapılacak kapsamlı değerlendirme ve iyileştirmeler İmamoğlu’nun siyasal geleceği açısından yaşamsal öneme sahiptir.

Genç ve Deneyimsiz Adayların Öne Çıkarılması: Yerel seçimlerde liyakat yerine sadakat esasına dayalı aday tercihi etkinlik ve temsil açısından sorunlara yol açmıştır. ‘Genç vitrin yaratma’ saplantısı da bir anlamda başarısızlığa neden olmuştur.

Kent Uzlaşısı Yaklaşımı: CHP’nin DEM oylarını alabilmek için sonradan adı iktidar tarafından “kent uzlaşısı” olarak konulan stratejik seçim ittifakı isabetlilik düzeyinin yeterince incelenmemesi ayrı bir zayıflık noktası olarak kaydedilmelidir. Bu bağlamda DEM’in önerdiği kimi isimlere liyakat ve erdemlilik unsurlarına bakılmaksızın belediye meclislerine üye yapılmıştır.

Meclis Üyelerinin Belirlenmesinde İlkesizlik ve Yandaş Yaklaşımlar: İstanbul’da ilçe belediye meclislerinin oluşturulmasında tam bir başarısızlık yaşanmıştır. Akraba kayırıcılık, mezhepçilik, bölgecilik, yüklenicilik yapanların sahip olduğu temsil oranının aşırılığı, eğitime, bilgiye ve deneyime ağırlık verilmemesi yetersiz ve etkisiz ilçe ve büyükşehir belediye meclislerinin oluşmasıyla sonuçlanmıştır.

CHP’ye Bağlı İlçe Belediye Başkanlarının Yönlendirilememesi ve İş Birliği ve Eş Güdüm Eksiklikleri: İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ve özellikle Ekrem İmamoğlu değil tüm ilçe belediye başkanlarını kendi partisine bağlı ilçe belediye başkanlarının çalışmalarında dahi siyasa ortaklığı, eş güdüm ve iş birliği ortamı sağlayamamıştır. İBB’de AKP dönemine ilişkin kimi yolsuzluk örnekleri incelemeye başlanmış ve sonradan merkezi hükümet bu soruşturmaları el koyarak durdurmuşsa da ilçe belediyelerine eski dönem yolsuzlukları inceleme konusu yapılmamıştır.

Kadro Atamalarında Güç Merkezileşmesi: Belediye meclisi ve ilçe adaylarında oluşturulan kişisel bloklar demokratik temsil ve yerel katılımı zayıflatmıştır.

İttifak Siyasalarında Belirsizlik: Muhalefet bloğundaki ortak stratejinin net olmaması seçmen gözünde güven sorunları yaratmıştır.

Kampanya ve Mesaj Yönetiminde Zamanlama Hataları: Önemli siyasal gelişmeler karşısında gecikmeli tepki ve yetersiz mesaj yönetimi rakiplerin üstünlük kurmasına sebep olmuştur.

Medya ve Toplumsal Medya Savaşımında Zayıflık: AKP-MHP bloğunun medya organları üzerinden yürüttüğü yoğun propaganda karşısında İmamoğlu’nun destekçilerini seferber edecek etkili ve hızlı karşı kampanyalar üretememesi siyasal alanda sorunlar yaratmıştır.

Hedef Kitle ve Tabana Yönelik Stratejik Yanlışlar: Dinsel ve milliyetçi kesimlere aşırı uzlaşmacı tavır bunlardan biridir. İmamoğlu’nun özellikle 2019 yerel seçimleri sonrası tutucu seçmenlere yönelik daha ılımlı ve uzlaşmacı bir dil kullanması CHP’nin geleneksel toplumsal demokrat ve laik tabanında ‘ilkelerden ödün verme’ endişesi yaratmıştır. Örneğin, cami ziyaretleri ve dinsel mesajlarda aşırı vurgular yapılması bazı toplumsal demokrat seçmenler tarafından “siyasal manevra” olarak yorumlanmıştır.

Laik seçmenlere yönelik belirsiz söylemler: Öte yandan, laik seçmenler için İmamoğlu’nun kimi zaman daha geleneksel toplumsal demokrat söylemlerden uzaklaşması partinin tarihsel değerlerine yeterince sahip çıkmadığı algısı yaratmıştır. Bu da özellikle CHP içi kesimlerde eleştirilere yol açmıştır.

Rakiplerin Çözümlemesi ve Siyasal Yarışma Stratejisinde Eksiklikler: 2019 İstanbul seçimlerinin yenilenmesi sürecinde AKP’nin YSK’yı ikna ederek seçimlerin iptali ve yenilenmesini sağladığı dönemde İmamoğlu’nun bu duruma karşı net ve etkili bir karşı strateji geliştirmekte gecikmesi kamuoyunda belirsizlik yaratmıştır. Bu süreçte rakiplerinin yandaş medya ve yargı kanallarını etkili kullanması karşısında İmamoğlu’nun iletişim stratejisi yeterince güçlü olamamıştır.

İttifak Siyasalarında Belirsizlik ve Yanlış Adımlar: 2023 Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde İmamoğlu’nun CHP adaylığı beklentisi ve diğer muhalefet partileriyle ittifak yapma sürecinde yaşanan eş güdüm eksiklikleri muhalefetin ortak aday belirleme sürecinin uzamasına ve kamuoyunda güven kaybına neden olmuştur. Bu durum, muhalefetin seçmen tabanında bölünmeye yol açmıştır.

Kimi Muhalefet Kesimleri ile Uzak İletişim: İmamoğlu’nun kimi ittifak ortağı parti ve liderlerle yeterince yakın temas kuramaması stratejik iş birliği zayıflıklarını derinleştirmiştir.

Krize Geç Müdahale: Örneğin, 2021 yılında İstanbul’da yaşanan sel felaketi veya ulaşım sorunları gibi yerel yönetim krizlerine ilişkin geç ve yetersiz açıklamalar kamuoyunda liderlik eksikliği algısını pekiştirmiştir.

Toplumsal Medya ve Sayısal Kampanya Yönetimindeki Eksiklik: Genç seçmenlere yönelik sayısal kampanyaların rakiplere kıyasla yetersiz kalması sosyal medya platformlarında etkileşimlerin düşük kalmasına sebep olmuş ve genç seçmen desteğinin artmasını engellemiştir.

CUMHURBAŞKANLIĞI ADAYLIĞI VE SONRASI: YENİ BİR HATA KATMANI

Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’ndan sonra Cumhurbaşkanı adayı olarak ortaya koyduğu başarım düzeyi yeni boyutlar kazanan hata türlerini de beraberinde getirmiştir. Bu dönemdeki hatalar hem muhalefetin bütünlüğünü zedelemiş hem de kamuoyundaki güven algısını olumsuz etkilemiştir.

Stratejik Hatalar

Erken Adaylık Açıklaması ve Muhalefet İçi Uyum Sorunları: İmamoğlu’nun adaylık niyetini erken açıklaması muhalefetin ortak aday belirleme sürecini zorlaştırmıştır. Bu durum, rakip adaylar ve ittifak ortakları arasında güvensizlik yaratmış, muhalefetin seçim stratejisinde bütünlük sorununa yol açmıştır. Bunun da ötesinde, aynı beklentilere sahip olan CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ile parti içi çatışmaya ve sürtüşmeye girmiştir. Bu olumsuzluk seçimlerdeki yenilginin önde gelen nedenlerindendir.

Seçim Kampanyalarında ve Yerleşim yerlerine Yapılan Gezilerde Yapılan Yanlışlıklar: Genel seçim kampanya toplantılarında yaptığı konuşmalarda İmamoğlu söylemsel olarak Cumhurbaşkanı adaylığını işaret eden ifadeler kullanmıştır. İstanbul dışındaki yerleşim yerlerinde İBB bütçesiyle yapılan harcamalar kaynak savurganlığı yaratmıştır.

İttifak Eş Güdümünde Yetersizlik: Farklı siyasal aktörlerle ortak hareket etme becerisinde gözlenen zayıflıklar kampanya sürecinde parçalanmaya sebep olmuş ve muhalefet tabanında bölünmelerin artmasına neden olmuştur.

Kişisel Kariyer ve Liderlik Algısı: Bazı çevrelerde, İmamoğlu’nun adaylığı daha çok kişisel siyasal hırsları doğrultusunda şekillenmiş bir süreç olarak algılanmış ve bu durum muhalefetin kolektif sorumluluk ve dayanışma imajını zayıflatmıştır.

İletişimsel Hatalar

Çelişkili Mesajlar ve Hedef Kitle Karmaşası: İmamoğlu’nun farklı toplumsal gruplara yönelik zaman zaman tutarsız veya çelişkili mesajlar vermesi özellikle Türkiye’nin ‘heterojen’ seçmen yapısında güven kaybına yol açmıştır.

Medya ve Sayısal Strateji Eksiklikleri: Rakiplerin medyayı etkin kullanması karşısında İmamoğlu’nun iletişim ekiplerinin hızlı ve etkili karşı atılımlar geliştirememesi seçmenlerin seferber edilmesi konusunda sorunlar yaratmıştır.

Muhalefet İçi Gerilimlerin Açıklanması: Parti içi ve ittifak içi anlaşmazlıkların kamuoyuna yansıması muhalefetin bir arada durduğu imajını zedelemiş ve seçmenlerde kararsızlık yaratmıştır.

Siyasal ve İdeolojik Hatalar

Popülist Söylemlerin Öne Çıkması: Kampanya sürecinde, siyasal derinlikten uzak, hamasi ve popülist söylemlere yer verilmesi seçmen gözünde gerçekçi ve uzun vadeli çözüm arayışlarına karşı kuşku yaratmıştır.

Net ve Tutarlı Vizyon Eksikliği: Ülke yönetimine ilişkin somut, kapsamlı ve tutarlı siyasalar ve projeler ortaya konamaması seçmenin karar verme sürecinde belirsizlik yaratmıştır.

Stratejik Hatalar

Ekrem İmamoğlu’nun siyasal kariyerinde karşılaştığı en kritik sorunlardan biri stratejik planlama eksikliği ve gelişen siyasal fırsat ya da tehditlere uygun yanıtlar verememesi olmuştur. Bu stratejik hatalar hem yerel yönetici olarak çalışmalarını sınırlamış hem de Cumhurbaşkanlığı adaylığı sürecinde etkili bir liderlik imajı çizmesini engellemiştir. Bu bölümde İmamoğlu’nun kısa vadeli popülist tercihlerle uzun vadeli siyasal hedefleri arasında denge kuramaması, zamanlama hataları yapması, ittifak yönetiminde belirsizlikler üretmesi ve kendi siyasal markasını kurma konusunda izlediği belirsiz çizgi değerlendirilecektir.

Yerel Yönetimde Stratejik Hatalar

İBB kaynaklarının uzun vadeli vizyon yerine kısa vadeli popüler projelere harcanması: İmamoğlu döneminde İBB tarafından yürütülen bazı projeler teknik olarak başarılı olsa da stratejik açıdan sorgulanmıştır. Örneğin, metro yatırımları gibi uzun soluklu altyapı projelerinin hem merkezi yönetimin engellemeleri hem de stratejik planlama eksikliği nedeniyle yavaş ilerlemesi belediyenin ‘vizyoner liderlik’ algısını zedelemiştir. Buna karşın, toplumsal medyada görünürlüğü yüksek ama etkisi sınırlı bazı etkinliklerin (örneğin konser organizasyonları, simgesel kültür yatırımları) öne çıkarılması seçmenin bir bölümünde "popülizm" algısı yaratmıştır.

Kriz anlarının stratejik yönetilememesi: İstanbul’da yaşanan doğal afetler (kar fırtınası, su baskınları vb.) sonrasında gösterilen tepki ve kriz iletişimi stratejik reflekslerin zayıflığını ortaya koymuştur. Örneğin 2022’deki kar krizi sırasında İngiliz büyükelçiyle bir restoranda yemek yerken görüntülenmesi ve bu görüntülerin hükümet medyası tarafından dolaşıma sokulması stratejik bir öngörü eksikliğiyle birleşmiş ve kamuoyunda ciddi bir güven kaybına neden olmuştur.

SİYASAL YÜKSELİŞİN DİNAMİKLERİ: İMAMOĞLU’NU ÖNE ÇIKARAN ETMENLER

Ekrem İmamoğlu’nun Türkiye siyasetinde belirgin bir aktör haline gelişi yalnızca kişisel özellikleri ve bireysel performansıyla açıklanamayacak kadar çok katmanlı bir sürecin sonucudur. Bu bağlamda, İmamoğlu’nun yükselişinin ardındaki temel etmenlerin hangileri olduğu sorusu diğer bölümlerde işlenen hataların kapsam ve bağlamını anlamak açısından kritik önem taşır. Bu noktada şu üç temel soru üzerinde durmak gereklidir.

İmamoğlu’nun Yükselişi: Kişisel Yeterlilikler mi, Siyasal Boşluk mu?

İmamoğlu’nun 2019 yerel seçimlerindeki başarısı kuşkusuz onun iletişim gücü, olumlu kimliği ve kutuplaştırıcı olmayan diliyle ilişkilidir. Ancak bu bireysel özelliklerin ötesinde, geniş toplumsal kesimlerde biriken Erdoğan karşıtı tepkinin etkili olduğu da göz ardı edilemez. Seçmen nezdinde “kim olursa olsun ama Erdoğan olmasın” duygusu İmamoğlu’nun kısa sürede bir umut figürü haline gelmesinde önemli bir rol oynamıştır. Bu durum, onun siyasal sermayesinin ne ölçüde yapısal ne ölçüde konjonktürel olduğunu sorgulamayı gerekli kılar.

Erdoğan Karşıtlığının Yükselttiği Figür: Bir Alternatif Arayışı mı?

İmamoğlu’nun yükselişindeki bir diğer belirleyici etmen muhalefet cephesinde yaşanan tıkanmadır. 2018 sonrası dönemde hem CHP içinde hem de genel kamuoyunda “yeni ve güçlü bir seçenek” arayışı hız kazanmış ve bu arayış özellikle Kılıçdaroğlu’nun geniş kesimlerce yetersiz görülen liderliğini gölgelemeye başlamıştır. Bu atmosfer, İmamoğlu gibi genç, daha enerjik ve çatışmasız bir profilin önünü açmıştır.

Özgür Özel - Ekrem İmamoğlu İttifakı: Delegeler Üzerindeki Etki ve Güç Dağılımı

2023 yılı sonlarında CHP’de yaşanan liderlik değişimi İmamoğlu’nun yalnızca yerel değil ulusal düzeyde de siyasal bir oyun kurucu haline geldiğini göstermiştir. Özgür Özel’in genel başkanlığa yükselmesinde İstanbul delegasyonunun Kurultay’daki ağırlığı belirleyici olmuş ve bu delegasyonun ise büyük ölçüde İmamoğlu ve ekibi tarafından yönlendirildiği görülmüştür. Bu durum, ‘Özgür Özel - Ekrem İmamoğlu’ ittifakının sadece geçici bir taktik birliktelik değil partinin stratejik yönelimini belirleyen bir eksene dönüşmesine neden olmuştur. Bu ittifak, İmamoğlu’nun olası Cumhurbaşkanlığı adaylığı sürecinde hem fırsatlar hem de riskler barındırmaktadır.

Türkiye Turları ve Çeşitli İllere İBB Kaynaklı Yatırımlar: Sınırın Bulanması

İmamoğluları belediye başkanlığını aşan bir siyasal lider gibi davranarak Türkiye genelinde gezilere çıkması, konferanslar vermesi, ulusal medya stratejisi yürütmesi ve İstanbul dışındaki illerde belediye yatırımlarıyla varlık göstermesi, Cumhurbaşkanlığı adaylığının altyapısını oluşturma atılımları olarak görülmüştür. Ancak bu atılımlar kamu kaynaklarının kişisel siyasal kariyer için kullanıldığı eleştirilerini de beraberinde getirmiştir. Bu tür etkinlikler hem siyasal etik açısından sorunlu bir alan yaratmakta hem de İstanbul’un sorunlarına odaklanma konusunda kendisini eleştiriye açık hale getirmektedir. Belediye sınırlarının dışına çıkan ve merkezi siyasal hırslarla örtüşen bu strateji Erdoğan tarafından da sıkça eleştirilmiş ve “asli görevinin ihmal edildiği” söylemiyle gündeme taşınmıştır.

Erdoğan ve İktidarın Tepkisi: Rakibi Belirleyip Yıpratma Taktikleri

İktidar çevreleri, özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan, İmamoğlu’nu rakip olarak çok erken bir dönemde tanımladı. Hakkında açılan davalar, görevden alma olasılığı, kamuoyuna sızdırılan ses kayıtları ve yargı süreçleri bu çerçevede değerlendirilebilir. Bu, bir yandan İmamoğlu’nun önemini ve gizil gücünü doğrularken diğer yandan, Erdoğan’ın klasik “rakibi tanımla, yıprat, etkisizleştir” taktiğinin devrede olduğunu göstermektedir. Ancak İmamoğlu, bu stratejiye karşı yeterince dirençli ve kararlı bir karşı strateji geliştirememiştir. Bazen mağduriyet vurgusuna yaslanmış, bazen de popüler kültür üzerinden sempati toplamaya çalışmıştır. Bu çelişkili tutumlar, kamuoyunda net bir duruş oluşmasını engellemiş ve adaylık sürecini muğlaklaştırmıştır.

Siyasal Zamanlama Hatası

İmamoğlu, Cumhurbaşkanlığına ilişkin niyetini gerek üstü kapalı söylemleriyle gerekse dolaylı kampanya etkinlikleriyle 2020 sonlarından itibaren belli etmeye başladı. Ancak bu hem kendi partisinde hem de muhalefet bloğunda "liderlik yarışının erken başlaması"na neden oldu. Bu hatalı zamanlama bazı olumsuz sonuçlara yol açmıştır.

CHP içinde kutuplaşma: Kemal Kılıçdaroğlu ile arasında liderlik yarışması doğurdu. Parti içi hizipleşmeyi tetikledi.

Altılı Masa’yı zorladı: Masa henüz aday belirleme sürecine girmemişken İmamoğlu’nun öne çıkması diğer liderlerin ve seçmenlerin tepkisini çekti.

Erdoğan’a koz verdi: Erdoğan, henüz muhalefet adayı kesinleşmeden İmamoğlu’nu hedef alarak onu yıpratmaya başladı. Özellikle yargı hamleleri (örneğin YSK üyelerine hakaret davası) bu süreçte devreye sokuldu.

Erken Yıpranma Riski

İmamoğlu'nun ismi erken dolaşıma girdiği için kamuoyu doygunluğu oluştu. Aday olmasa bile sürekli gündemde tutulması onu ‘yeni bir umut’ olmaktan uzaklaştırdı. Erken yıpranma yaşandı. Hakkında açılan davalar, spekülasyonlar ve kişisel hayatına ilişkin dedikodular kampanya başlamadan etkisini gösterdi. Rakiplerinin odak noktası durumuna geldi. İktidar bloğu onu hedef tahtasına koyarken muhalefet içindeki bazı figürler de onu zayıflatmaya çalıştı.

Başarısız Adaylaştırma Stratejisi

İmamoğlu’nun adaylık arayışı, altını doldurmadan ve parti içi meşruluğu yeterince sağlamadan ilerledi. Kılıçdaroğlu’nun iradesine karşın bir adaylık arayışı yürütüldü. Bu da hem parti tabanında hem de kamuoyunda “uyumsuzluk” izlenimi yarattı.

“B” Planı zayıftı: Kendi adaylığı olmazsa nasıl bir rol üstleneceği belirsizdi. Bu da güven vermedi. Toplumu inandırma süreci doğal akışında değil medya desteğiyle yapay şekilde ilerledi. Bu, sonradan ters tepti.

Örnek Olay - 'İkinci Yüzyıl Buluşmaları': İmamoğlu’nun Anadolu illerine geziler yaparak “ikinci yüzyıl vizyonu” çerçevesinde kendini anlatması aslında teknik olarak bir kampanya çalışmasıydı. Ancak bu süreç CHP Genel Merkezi’nin bilgisi ve izni dışında ilerledi. Toplum tarafından “adaylık için erken yürüyüş” olarak algılandı ve Erdoğan’ın “Belediye başkanlığı görevini bırak da siyasete soyun” gibi söylemleriyle karşılık buldu. Adaylığın çok erken gündeme gelmesi İmamoğlu’nun hem kamuoyunda hem de partide “aday adayı” olarak yıpranmasına neden oldu. Bu stratejik hata ne kampanyanın ne de liderliğin doğru zemin üzerine kurulmasına olanak tanıdı. Sonunda İmamoğlu aday olabildi ama bu süreçten güçlenerek çıkamadı.

Cumhurbaşkanlığı Adaylığının Siyasal Hırs ve Büyük Fırsat Olarak Görülmesi: Aşırı Talebin Yarattığı Riskler

Ekrem İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığı Türkiye siyasetinde önemli bir dönüm noktası olarak değerlendirilmiştir. Ancak bu süreçte adaylık sürecine yüklenen beklentiler kişisel siyasal hırslar ve toplumdaki değişim beklentileriyle birleşerek çeşitli riskleri beraberinde getirmiştir. Bu durum hem parti içi dinamiklerde hem de geniş toplumsal tabanda olumsuz sonuçlar doğurmuştur. Birincisi, İmamoğlu’nun adaylığı giderek bireysel bir kariyer hedefi olarak ön plana çıkmıştır. Bu durum, parti içinde kolektif hareket ve dayanışmayı zayıflatmış ve liderliğin tabana yayılmasını engellemiştir. Parti tabanı ve muhalefet ittifakı içinde aday belirleme sürecinin kurumsal mekanizmalar yerine tek bir liderin girişimiyle yürütülmesi eleştirilere yol açmıştır. İkincisi, Erdoğan iktidarının uzun dönemli yönetiminin yarattığı kırılganlık ve toplumdaki değişim arzusu İmamoğlu’na “kesin çözüm” rolü biçmiştir. Toplumsal beklentiler gerçekçi olmayan boyutlara ulaşmış ve bu da hayal kırıklıklarına neden olmuştur. Bu bağlamda, cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde yükselen yüksek beklentiler seçim sonuçlarında beklenen sıçramanın gerçekleşmemesine katkı sağlamıştır. Üçüncüsü, adaylığın erken ve güçlü şekilde ilan edilmesi CHP ve ittifak içindeki diğer aktörlerle ilişkilerde gerilim yaratmıştır. Bu durum muhalefetin ortak hareket yeteneğini zayıflatmış ve ittifak içi eş güdümü olumsuz etkilemiştir. Medyada geniş yer bulan adaylık tartışmaları muhalefetin seçmen gözündeki imajını zedelemiştir. Son olarak, siyasal hırs ve fırsatçılıkla birlikte kampanya döneminde ortaya konan bazı vaatlerin gerçekçilikten uzak olması seçmen güveninde azalmaya yol açmıştır. Bu durum, muhalefetin alandaki başarım düzeyini olumsuz etkilemiştir.

Özetle, Ekrem İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığını hem büyük bir fırsat hem de kişisel hırsların odağı olarak görmesi, siyasal sürecin doğallığını ve etkinliğini zedelemiş, aşırı talep ve beklentiler muhalefetin seçim başarısını sınırlamıştır. Bu deneyim, Türkiye siyasetinde liderlik arayışlarının kolektif ve kurumsal temeller üzerine kurulmasının önemini bir kez daha ortaya koymuştur.

Cumhurbaşkanlığı Adaylığı Unvanının Doğal Gelişimden Çok Yapay Zorlamaların Ürünü Olması

Ekrem İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığı doğal siyasal süreçlerin organik bir sonucu olmaktan çok çeşitli yapay ve stratejik zorlamaların ürünü olarak değerlendirilmiştir. Bu durum hem adayın meşruluk algısını hem de muhalefetin kurumsal bütünlüğünü olumsuz yönde etkilemiştir. Birinci olarak, İmamoğlu’nun adaylık süreci parti tabanı ve genel seçmen kitlesi tarafından sindirilmiş, benimsenmiş ve organik olarak desteklenmiş bir gelişme olmamıştır. Adaylık, özellikle medya desteği ve belli siyasal aktörlerin baskısıyla gündeme taşınmış ve bu da doğal taban desteğinin oluşmasını zorlaştırmıştır. Bu süreç, siyasette liderlik kurgusunun kolektif katılımdan ziyade bireysel girişimler ve dış müdahalelerle şekillendiğinin göstergesidir. İkinci olarak, parti içi mekanizmaların ve demokratik süreçlerin yeterince işletilmemesi adaylığın yapay bir şekilde dayatılmasına yol açmıştır. CHP içerisinde aday belirleme süreci üzerinde yoğun tartışmalar yaşanmış ve mevcut liderlik yapıları ile İmamoğlu arasındaki güç savaşımı adaylık sürecinin doğal akışını kesintiye uğratmıştır. Bu durum, parti içi kutuplaşmayı artırmış ve liderliğin kolektif meşruluğunu zayıflatmıştır. Üçüncü olarak, muhalefet bloğunda bütünlük ve ortak strateji oluşturma çabalarının yetersizliği adaylığın yapay zorlamalarla gündemde tutulmasına zemin hazırlamıştır. İttifak içerisindeki farklı aktörler arasındaki güvensizlik ve yarışma adaylığın doğal bir görüş birlikteliği sonucu ortaya çıkmasını engellemiş ve bunun yerine bireysel ve dışsal baskılarla adaylık süreci şekillenmiştir.

Sonuç olarak, İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığı demokratik siyasal süreçlerin organik gelişiminden çok yapay zorlamalar, medya yönlendirmeleri ve parti içi güç savaşımlarının sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu durum, adayın siyasal meşruluğunu tartışmalı duruma getirmiş ve muhalefetin seçim başarısına olumsuz yansımıştır. Türkiye siyasetinde sağlıklı liderlik ve kurumsal dayanışmanın kurulması, adaylık süreçlerinin saydam, katılımcı ve doğal mekanizmalarla yürütülmesi gerekliliğini göstermektedir.

Kendi adaylığı ile ilgili kararsız ve üstü örtük tutum: İmamoğlu’nun 2022–2023 döneminde Millet İttifakı'nın Cumhurbaşkanı adayı olup olmayacağı yönündeki net bir stratejik tutumdan kaçınması hem tabanda hem de ittifak içinde kafa karışıklığı yaratmıştır. “Altılı Masa” sürecinde açık biçimde adaylığa soyunmamak ama aynı zamanda çeşitli ilişkilerle bunu üstü örtük olarak desteklemek hem CHP içinde hem de diğer ittifak bileşenleri arasında güvensizlik yaratmıştır. Bu süreçte sergilenen çelişkili duruş, siyasal stratejiden çok kişisel hesaplara dayalı bir yönelimi çağrıştırmış ve bu da liderlik kapasitesi hakkında soru işaretleri doğurmuştur.

Alan siyasetini terk ederek medya merkezli stratejiye yönelme: Adaylık sürecinde İmamoğlu’nun halkla yüz yüze temas kurduğu alan siyasetinden uzaklaşıp daha çok toplumsal medya ve televizyon merkezli bir iletişim stratejisine yönelmesi seçmenle bağ kurmasını zorlaştırmıştır. Özellikle Anadolu’nun küçük şehirlerinde fiziksel olarak bulunmaması ve yerel ağları ihmal etmesi Cumhurbaşkanlığı için gereken ulusal çapta ait olma duygusunu oluşturamamasına neden olmuştur.

CHP yönetimiyle açıktan gerilim yaşaması: Cumhurbaşkanlığı adaylığına giden süreçte İmamoğlu’nun CHP Genel Merkezi ile zaman zaman yaşadığı gerilimleri kamuoyuna açık şekilde yansıtması (örneğin 2023 yerel seçim sürecinde il başkanları tartışması) stratejik açıdan zararlı olmuştur. Bu durum hem parti içinde bölünmelere yol açmış hem de muhalefetin ortak hareket etme kapasitesine zarar vermiştir. Siyasal aktörler arası uyum bir liderin stratejik öngörü becerisinin temel göstergelerindendir. Bu uyumsuzluklar İmamoğlu’nun bu alandaki yetersizliğini görünür kılmıştır.

Kent Lokantaları Örneği ve Adaylık Sürecindeki Yapay Zorlamalar

Ekrem İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığı sürecinde gündeme gelen "kent lokantaları" örneği, adaylığın yapay zorlamalarla şekillenmesi konusundaki tartışmaları somutlaştıran önemli bir örnek olay olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu örnek olay, hem yerel yönetim kaynaklarının siyasal hedefler doğrultusunda kullanılması hem de adaylık sürecinin doğal gelişimden çok yapay müdahalelerle ilerlediğinin göstergesi olarak değerlendirilebilir. Kent lokantaları, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından toplumsal yardımlaşma ve dayanışma amacıyla desteklenen yerler olarak tanımlanmakla birlikte bu mekanların yerel seçmen düzeyinde siyasal propaganda aracı olarak kullanıldığı savları gündeme gelmiştir. Özellikle, bu tür toplumsal hizmetlerin sadece yerel gereksinimlere değil aynı zamanda adayın ulusal düzeyde görünürlüğünü artırmaya yönelik bir araç olarak yönlendirilmesi, yönetim etiği ve siyasal meşruluk açısından eleştirilmiştir. Bu durum, adaylık sürecinin doğal taban desteğiyle değil belediye kaynaklarının hedefli ve planlı kullanımıyla desteklenmeye çalışıldığı algısını güçlendirmiştir. Ayrıca, kent lokantalarının dağıtımında adil ve saydam olmayan uygulamalar yerel halkta güven erozyonuna yol açmıştır. Bu güven kaybı adayın siyasal meşruluğunu zayıflatmakla kalmayıp aynı zamanda muhalefet cephesinde de çeşitli çekişmelere ve tartışmalara neden olmuştur. Sonuç olarak, kent lokantaları örneği, İmamoğlu’nun adaylık sürecinde doğal gelişim mekanizmalarının işlemediğini ve bunun yerine siyasal hırsların ve stratejik zorlamaların belirleyici olduğunu göstermektedir. Yerel yönetim kaynaklarının bu tür siyasal amaçlarla kullanılması demokratik siyaset ve kamu hizmeti anlayışı açısından ciddi sorunlar doğurmaktadır. Bu bağlamda, Türkiye’de siyasal adaylık süreçlerinin daha saydam, katılımcı ve etik ölçünlere uygun şekilde yürütülmesi gerekmektedir.

Kent Lokantalarının Kentsel Büyüme ve Kentsel Yönetim Üzerindeki Etkisizliği

Kent lokantaları, toplumsal yardım ve dayanışma bağlamında önemli işlevler görebilir ancak kentsel büyüme dinamikleri ve bu büyümenin yönetilmesi üzerinde anlamlı ya da doğrudan bir etkisi bulunmamaktadır. Kentsel büyüme, altyapı yatırımları, planlama, ekonomik gelişme, nüfus hareketleri ve çevresel etmenler gibi çok daha karmaşık ve kapsamlı süreçlerin toplamı olarak şekillenmektedir. Bu kapsamda, kent lokantaları gibi sınırlı ve yerel düzeydeki toplumsal hizmet uygulamalarının kentsel büyüme üzerinde belirleyici ya da dönüştürücü bir etkisi olmadığı açıktır. Birinci olarak, kent lokantaları temelinde verilen gıda yardımları, kentsel nüfusun ekonomik ve toplumsal sorunlarını geçici olarak hafifletebilir ancak kentsel altyapı ve mekânsal gelişme süreçlerine doğrudan müdahale etmez. Dolayısıyla, kentsel büyüme ve planlamanın temel dinamiklerini değiştirmesi ya da şekillendirmesi beklenemez. İkinci olarak, kentsel yönetimde etkili bir büyüme stratejisi, uzun vadeli vizyon, kapsamlı planlama, mekânsal düzenlemeler, ulaşım sistemleri, çevre yönetimi ve ekonomik kalkınma siyasalarının eş güdümlü uygulanmasını gerektirir. Kent lokantaları gibi toplumsal hizmet uygulamaları ise bu geniş kapsamlı yönetim süreçlerine bütünleşik olmaktan uzaktır ve yönetim kapasitesini geliştirme noktasında kayda değer bir katkı sağlamaz. Sonuç olarak, kent lokantalarının kentsel büyüme ve yönetme süreçlerinde etkili araçlar olduğu yönündeki yaklaşım kentsel dinamiklerin karmaşıklığını göz ardı eden bir varsayımdır. Bu tür toplumsal yardımların amacı önemli olsa da kentsel büyüme siyasalarının ve yönetim stratejilerinin temel belirleyicileri arasında yer almamaktadır.

Kent Lokantalarının Sınırlı Kentsel Etkisi: Bir Toplumsal Belediyecilik Girişimi Olarak Değerlendirme

Kent lokantaları, yerel yönetimlerin düşük gelir gruplarına yönelik temel gereksinimlere erişimi kolaylaştırmak amacıyla geliştirdiği toplumsal siyasalardan biridir. Bu girişimler, özellikle ekonomik kriz, gelir eşitsizliği ve gıda güvensizliği gibi koşulların derinleştiği dönemlerde kamuoyunun dikkatini çeken popülist nitelikli uygulamalardır. Ancak bu tür hizmetlerin kentsel büyümenin yönlendirilmesi, altyapı geliştirme ya da mekânsal planlama gibi büyük ölçekli ve uzun vadeli kentsel yönetim alanlarına doğrudan katkı sunduğunu söylemek güçtür. Kent lokantaları, toplumsal refahın artırılmasına yönelik mikro ölçekli müdahaleler olmakla birlikte, kentlerin fiziksel yapısını dönüştürme, demografik dinamikleri yönetme ve ulaşım altyapısını planlama ya da konut siyasalarına yön verme gibi karmaşık süreçlerde belirleyici değildir. Bu nedenle, söz konusu uygulama daha çok gösterge niteliği taşıyan, yani yönetsel iradenin toplumsal sorumluluk alanındaki duyarlılığını simgeleyen bir ‘vitrin uygulaması’ olarak tanımlanabilir. Ayrıca, bu tür uygulamaların siyasal iletişimde ‘başarı örneği’ olarak ön plana çıkarılması kimi zaman yerel hizmetlerin merkezileştirilmesi ve toplumsal popülizmin araçsallaştırılması şeklinde okunabilir. Nitekim, bu stratejinin, belediye başkanının daha üst düzey görevler için kamuoyunu inandırma sürecinde ‘başarı simgeleri’ üretme çabasıyla doğrudan ilişkili olduğu söylenebilir.

GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ

Bu çalışma, Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı sürecindeki yönetsel başarım düzeyini ve Cumhurbaşkanlığı adaylığı bağlamında sergilediği siyasal stratejileri dört ana hata türü (analitik, ideolojik, iletişimsel ve stratejik) temelinde çözümlemiştir. Yapılan incelemeler, İmamoğlu’nun yönetim uygulamalarında ciddi tutarsızlıklar, yapaylıklar ve uzun vadeli vizyona dayanmayan siyasal hesaplamaların belirleyici olduğunu ortaya koymaktadır.

Analitik hata kategorisinde, uzun vadeli kentsel vizyon eksikliği, kurumsal ve yönetsel kapasitenin geliştirilmesinin ihmal edilmesi, personel planlamasındaki zayıflıklar ve toplumsal siyasaların sistemsizlik içinde uygulanması temel sorun alanları olarak öne çıkmıştır. Bu alanlarda ortaya konan siyasalar, büyük ölçüde tepkisel, parçalı ve seçmene dönük kısa vadeli tatmin mekanizmalarına indirgenmiştir.

İdeolojik hata alanında ise, sosyal demokrat siyaset geleneğinin gerektirdiği ilkelerle uyumlu olmayan bir yönelim dikkat çekmektedir. Sosyal belediyeciliğin, kalkınma ve altyapı yatırımlarının önüne geçirilerek simgesel uygulamalarla popülist bir içerikle sunulması, hem temsil ettiği ideolojik çerçeveyle çelişmiş hem de yapısal çözümler geliştirilmesini engellemiştir. Ayrıca, liyakate dayalı bir siyasal kadro kurma yerine sadakate dayalı ilişkilerin tercih edilmesi kurumsal yapının içinin boşaltılmasına yol açmıştır.

İletişimsel hatalar, liderin kamuoyuyla ve medya ile kurduğu ilişkideki stratejik kırılmaları yansıtmaktadır. Nagehan Alçı vakası gibi örnekler, İmamoğlu’nun hedef kitle duyarlılıklarını gözetmeyen ve simgesel düzeyde etkisi yüksek fakat siyasal meşruluğu zayıf kararlar aldığını göstermektedir. Adaylık söylemlerindeki muğlaklık ve zamanlama hatası liderlik imajına zarar vermiş ve bu da kamuoyunda güven kaybı yaratmıştır.

Stratejik hata kategorisi ise İmamoğlu’nun siyasal hırsının yerel yönetsel sorumluluklarının önüne geçtiğini göstermektedir. Yerel seçimlerde genç, deneyimsiz ve yetersiz adayların öne çıkarılması, belediye kaynaklarının kişisel siyasal imajı güçlendirmeye yönelik kullanılması, Cumhurbaşkanlığı adaylığının doğal bir gelişme yerine yapay bir siyasal mühendislik ürünü olarak ortaya çıkması bu bağlamda değerlendirilen önemli örneklerdir.

Bütün bu bulgular ışığında, İmamoğlu’nun siyasal yükselişinin ardında bireysel yetkinliklerden çok Erdoğan karşıtlığı üzerinden oluşan toplumsal bir tepkiselliğin ve CHP içindeki ittifaklar sisteminin belirleyici olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Adaylık süreci, toplumsal taleplerin organik evrimiyle değil siyasal fırsatçılığın biçimlendirdiği bir gündemle şekillenmiştir.

Ayrıca, bu çalışmada yer alan bulgular, yerel yönetimlerin yalnızca teknik yapılar olmadığını, aynı zamanda siyasal kariyerlerin şekillendiği “siyasal kalkış noktaları” olarak da işlev gördüğünü ortaya koymaktadır. Bu nedenle yerel yönetimlerdeki kararlar yalnızca hizmet üretme etkililiği ile değil, etik, ideolojik tutarlılık, kurumsal bağlılık ve siyasal sorumluluk eksenlerinde de değerlendirilmelidir.

Sonuç olarak, İmamoğlu örneği, Türkiye’de yerel yönetimlerin siyasal araçsallaştırılmasına, popülist vitrin uygulamalarına ve siyasal liderliğin kurumsal sorumlulukları aşarak kişisel hırs eksenine kaymasına dair önemli bir örnek olarak değerlendirilmelidir. Bu yönetsel model hem İstanbul’un geleceği hem de demokratik siyasal kültür açısından kaçırılmış bir fırsat olarak değerlendirilmektedir.


 

KAYNAKÇA

Acar, M. (2001). Kamu Yönetiminde Etkinlik Arayışları. Ankara: TODAİE Yayınları.

Akdoğan, Y. (2003). Popülizm ve Türkiye'de Popülist Siyaset. Ankara: Nobel Yayıncılık.

Burns, J. M. (1978). Leadership. New York: Harper & Row.

Denhardt, R. B., & Catlaw, T. J. (2015). Theories of Public Organization (7th ed.). Boston: Cengage Learning.

Grint, K. (2005). Leadership: Limits and Possibilities. London: Palgrave Macmillan.

Howlett, M., & Ramesh, M. (2003). Studying Public Policy: Policy Cycles and Policy Subsystems. Oxford: Oxford University Press.

Laclau, E. (2005). On Populist Reason. London: Verso.

Öniş, Z. (2006). The Political Economy of Turkey’s Justice and Development Party. Middle East Review of International Affairs, 10(3), 33–45.

Sayarı, S. (2014). Intermediary Institutions and Democratic Consolidation in Turkey. Turkish Studies, 15(2), 235–252.

Tekeli, İ. (2011). Kentsel Planlamanın Evrimi ve Yeni Yönelimler. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.

Uğur, M. (2009). Avrupa Birliği ve Türkiye: Politik Ekonomi ve Kurumsal Uyumsuzluklar. İstanbul: İletişim Yayınları.

Yayla, A. (1991). Kamu Yönetimi ve Demokrasi. Ankara: Gazi Kitabevi.

Yıldız, H. (2017). Yerel Yönetimlerde Popülist Politika ve Sosyal Yardım Programları: Türkiye Örneği. Kamu Yönetimi ve Politikaları Dergisi, 9(2), 45–65.

 

26 Haziran 2025 Perşembe

 

CHP Kurultayı Davası Bağlamında Muhalefetin Yeniden Düzenlenmesi: Türkiye'de Siyasal Müdahale, Yargıyı Yönlendiren İktidar ve Karşılaştırmalı Bakış Açısıyla Rejim Dinamikleri

 

Prof. Dr. Firuz Demir YAŞAMIŞ

 

 

Özet

Bu çalışma, 2024 CHP Kurultayı'nın iptali için açılan davayı merkeze alarak Türkiye'de muhalefetin iç işleyişine yönelik iktidar müdahalelerini ve yargı mekanizmasının siyasal araçsallaştırılmasını incelemektedir. Gelişen süreç, yalnızca bir iç parti hukuku tartışması değil aynı zamanda iktidarın muhalefeti istediği gibi düzenleme stratejisinin bir parçası olarak okunmalıdır. Özellikle Kemal Kılıçdaroğlu’nun kurultay sonrasında benimsediği tutum bu stratejik bağlamda kritik bir yer işgal etmektedir. Çalışmada, Özgür Özel ile Kılıçdaroğlu’nun siyasal vizyonları, konumlanmaları ve stratejileri karşılaştırılmış ve kuramsal olarak otoriter popülizm, yargı siyasallaşması ve partileşmiş devlet çerçevesinde değerlendirmeler yapılmıştır. Ayrıca İsrail ve Macaristan örnekleriyle karşılaştırmalı bir bakış açısı geliştirilmiştir. Sonuçta, muhalefet içindeki kırılganlıkların otoriterleşmiş iktidar rejimlerinin yönlendirmelerine ne denli açık duruma geldiği ortaya konulmuştur.

Anahtar Kelimeler: Otoriter Popülizm, Yargının Siyasallaşması, CHP Kurultayı, Muhalefetin Tasarımı, Partileşmiş Devlet

 

Abstract

This study examines the lawsuit filed to annul the 2024 CHP Congress as a case revealing how opposition party dynamics in Turkey are increasingly subject to governmental interference through politicized judicial mechanisms. The process is interpreted not merely as an internal party legal dispute, but as part of the ruling AKP's broader strategy to redesign and weaken the opposition. The role of Kemal Kılıçdaroğlu post-congress is critically analyzed in this context, with a comparative evaluation of his political stance versus that of current party leader Özgür Özel. Theoretical frameworks such as authoritarian populism, judicial instrumentalization, and party-state fusion are employed. Comparative references to Israel and Hungary further contextualize the Turkish case. The study concludes that internal vulnerabilities within opposition movements render them increasingly susceptible to manipulation in autocratizing political systems.

Keywords: Judicialization of Politics, Party Politics in Turkey, Authoritarian Populism, Political Engineering, Republican People's Party (CHP)

 


 

GİRİŞ

Türkiye’de siyasal alanın yeniden yapılandırılmasında yargı mekanizmasının işlevi giderek daha merkezi bir konuma yerleşmektedir. Özellikle 2023 sonrası dönemde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde yeniden düzenlenen yürütme gücü, muhalefeti yalnızca seçim yarışması yoluyla değil, aynı zamanda kurumsal müdahalelerle etkisizleştirme yoluna gitmektedir. Bu bağlamda, Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) 38. Olağan Kurultayı sonrasında açılan ve kurultay sonuçlarının iptalini talep eden dava, görünürde bir iç hukuk sorunu gibi sunulsa da gerçekte Türkiye’de muhalefetin geleceğine ve siyasal rejimin doğasına ilişkin belirleyici bir mücadele alanına dönüşmüştür. Söz konusu dava, sadece CHP içi hizip mücadelelerinin bir yansıması değil aynı zamanda iktidarın yargı yoluyla muhalefeti denetim altına alma stratejisinin yeni bir aşamasıdır. Siyasal iktidarın doğrudan denetim altındaki kurumsal mekanizmaların (özellikle yargının) bu sürece etkili biçimde karışması, Türkiye’de anayasal demokrasi ilkeleriyle bağdaşmayan bir güç kullanımına işaret etmektedir. Bu makalede, CHP kurultayına ilişkin iptal davası örneğinden hareketle Türkiye’de muhalefetin sistematik biçimde dönüştürülme çabası ele alınacak ve süreç İsrail ve Macaristan gibi diğer otoriterleşen rejim örnekleriyle karşılaştırmalı olarak incelenecektir.

ARAŞTIRMANIN AMACI, HEDEFİ, YÖNTEMİ VE ARAŞTIRMA SORULARI

Bu çalışmanın temel amacı, Türkiye’de ana muhalefet partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi’nde (CHP) yaşanan kurultay sürecinin yargı eliyle tartışmalı biçimde iptali girişimini, siyasal iktidarın muhalefet üzerindeki müdahale stratejileri bağlamında incelemektir. Araştırma, bu sürecin yalnızca iç parti dinamikleriyle açıklanamayacağını vr aksine, yargı mekanizması üzerinden işleyen bir siyasal mühendislik örneği olarak değerlendirilmesi gerektiğini savunmaktadır. Bu bağlamda CHP’deki liderlik değişimi, Kemal Kılıçdaroğlu’nun pozisyonu ve Özgür Özel’in temsil ettiği siyasal yönelim, araştırmanın içsel katmanını oluştururken iktidarın seçimleri kazanma stratejileriyle bağlantılı müdahaleleri ise dışsal ve yapısal bir bağlam sunmaktadır.

Bu çalışma aynı zamanda, İsrail ve Macaristan gibi otoriterleşme eğilimindeki ülkelerde benzer yargı müdahalelerinin muhalefeti yeniden düzenleme amacıyla nasıl işlediğini karşılaştırmalı bir bakışla irdelemeyi hedeflemektedir. Böylelikle Türkiye’de yaşanan sürecin benzersiz mi yoksa küresel bir otoriterleşme eğiliminin yerel bir örneği mi olduğu da sorgulanacaktır.

Yöntem olarak nitel araştırma tekniklerinden yararlanılmış, belge çözümlemesi, söylem çözümlemesi ve karşılaştırmalı siyaset yöntemleri kullanılmıştır. Gazete haberleri, mahkeme kararları, siyasal aktörlerin demeçleri ve akademik yazın çalışmanın başlıca veri kaynaklarını oluşturmaktadır. Kuramsal çerçevede ise siyasal yargı, partileşmiş devlet, otoriter popülizm ve stratejik muhalefet denetimi gibi kavramlardan yararlanılmıştır.

Bu çerçevede araştırmanın yanıtlamayı amaçladığı temel sorular şunlardır:

CHP Kurultayı'nın yargı yoluyla iptal edilmeye çalışılması, Türkiye’de siyasal iktidarın muhalefeti denetim altına alma stratejilerinin bir parçası olarak okunabilir mi?

Kemal Kılıçdaroğlu’nun kurultay sonrası tutumu, bir “muhalefet içi iktidar stratejisi” mi yoksa yeni bir restorasyon çabası mı olarak değerlendirilmeli?

Özgür Özel’in siyasal konumu hem CHP’nin tarihsel çizgisi hem de iktidar karşısındaki direnci açısından ne anlam ifade ediyor?

Türkiye’de yargının siyasal alanı şekillendirme kapasitesi, İsrail ve Macaristan örnekleriyle kıyaslandığında nasıl bir benzerlik ya da özgünlük taşıyor?

2025 ve sonrası seçimleri açısından bu süreç Türkiye’de muhalefetin varlığı ve demokratik yarışma açısından ne tür sonuçlar doğurabilir?

Bu soruların yanıtı, yalnızca güncel bir siyasal krizi anlamakla kalmayacak ve aynı zamanda Türkiye'de muhalefetin geleceği, yargı bağımsızlığı ve seçim güvenliği gibi temel demokratik değerlerin durumuna ilişkin geniş bir değerlendirme zemini sunacaktır.

KURAMSAL ÇERÇEVE

Bu çalışmada Türkiye’de siyasal iktidarın muhalefet partilerine dönük müdahalelerini ve bu müdahalelerin yargı aracılığıyla gerçekleştirilmesini çözümlemek için üç temel kuramsal yaklaşım birlikte ele alınacaktır: otoriter popülizm, partileşmiş devlet ve yarışmacı otoriterlik. Bu kavramsal çerçeve hem Türkiye'de iktidar-muhalefet ilişkilerinin asimetrik doğasını hem de yargının siyasal dizayn aracı haline dönüşmesini kavramsallaştırmada yardımcı olacaktır.

Otoriter Popülizm ve Muhalefetin Tasfiyesi

Otoriter popülizm, lider merkezli yönetim biçimlerinin demokratik kurumları biçimsel düzeyde koruyarak, içeriksel düzeyde boşaltmasına dayanan bir siyasal stratejidir. Bu modelde popülist lider, “milletin gerçek temsilcisi” olarak kendisini konumlandırırken, muhalefeti ise “milletin düşmanı” veya “bürokratik vesayet uzantısı” gibi söylemlerle şeytanlaştırır. Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan’ın söylemleri ve siyasal müdahale biçimleri bu modele büyük ölçüde uymaktadır. CHP Kurultayı’nın yargı üzerinden hedef alınması da muhalefeti içten kararsızlaştırma stratejisinin parçası olarak okunabilir.

Partileşmiş Devlet ve Yargı Üzerinden Siyasal Yeniden Düzenleme

Partileşmiş devlet (parti-devlet bütünleşmesi) kuramı, yürütme erkinin, yargı ve bürokrasi gibi anayasal organlar üzerindeki tahakkümünü açıklamak için kullanılır. Türkiye'de AKP iktidarı, özellikle 2017 Anayasa değişikliği sonrası yargı kurumlarını doğrudan ya da dolaylı yollarla denetim altına almıştır. Bu süreçte yargı, yalnızca rejimin güvenliğini sağlayan bir organ değil aynı zamanda muhalefeti bastıran ve yönlendiren bir araç durumuna gelmiştir. CHP Kurultayı'nın iptali için açılan davanın, bu araçsallaştırmanın güncel bir örneği olduğu söylenebilir.

Yarışmacı Otoriterlik ve Siyasal Alanın Yozlaştırılması

Yarışmacı otoriterlik modeli, biçimsel olarak demokratik kurumların bulunduğu ancak bu kurumların işlevlerinin iktidar lehine sistemli biçimde çarpıtıldığı rejimleri tanımlar. Bu rejimlerde seçimler yapılır, muhalefet vardır, ancak medya, yargı, güvenlik bürokrasisi ve ekonomik kaynaklar iktidarın hizmetindedir. Bu koşullarda muhalefet sadece iktidarla değil, onun denetim altında tuttuğu sistemle de savaşı vermek zorundadır. CHP’nin mevcut durumda karşılaştığı yargı müdahalesi sadece bir iç tartışma değil, aynı zamanda siyasal alanın yozlaştırıldığı yarışma dışı bir düzleme sürüklenmesinin örneğidir.

Muhalefet İçindeki Hegemonya Savaşımı ve İdeolojik Yeniden Konumlanma

Antonio Gramsci’nin hegemonya kavramı, yalnızca iktidar ilişkilerini değil, muhalefet içi hegemonya mücadelelerini de çözümlemeye olanak tanır. Bu bağlamda, Kemal Kılıçdaroğlu ile Özgür Özel arasında ideolojik, stratejik ve sınıfsal temelli bir hegemonya savaşımı gözlenmektedir. Kılıçdaroğlu, merkez sağa açılma ve geniş ittifaklar stratejisiyle neoliberal uzlaşıyı içselleştirmiş bir çizgiyi temsil ederken Özel, örgütü merkezileştirme, sosyal demokrat kimliği canlandırma ve gençleşme gibi temalarla daha farklı bir hegemonik blok oluşturmaya çalışmaktadır. İktidarın, bu hegemonik dönüşümü engellemek istemesi davanın açılmasındaki stratejik nedeni anlamaya yardımcı olabilir.

ÇÖZÜMLEME

Hukuksal Bir Sürecin Siyasal Arka Planı

Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) 38. Olağan Kurultayı'nda seçilen Özgür Özel'in genel başkanlığının iptali istemiyle açılan dava görünürde parti içi hukuk mekanizmasının işletilmesine dayalı bir süreç gibi sunulsa da bu sürecin siyasal iktidar tarafından kurgulandığı ve yönlendirildiği yönündeki göstergeler belirgindir. Türkiye'de otoriterleşen iktidar yapısının muhalefeti dönüştürme ve etkisizleştirme stratejisiyle bağlantılı olarak ele alındığında dava yalnızca CHP'de liderlik soru n değil siyasal sistemin geleceğiyle doğrudan ilintilidir.

Siyasal Geri Plan: İktidar Aşınmaya Karşı Tavır Alıyor

Erdoğan liderliğindeki AKP rejimi, 2023 genel ve 2024 yerel seçimleri itibariyle siyasal hegemonya kriziyle karşı karşıya kalmıştır. Geniş toplumsal kesimlerde meşruluk kaybı, ekonomik krizin derinleşmesi ve kurumsal yozlaşmanın artması, iktidarı yeniden üretmenin klasik yollarını tıkanmış ve bu da iktidar stratejisini muhalefeti etkisizleştirmeye yöneltmiştir. CHP'nin örgütsel yeniden yapılanmasının ve Özgür Özel'in toplum düzeyinde artan kredisinin bu strateji kapsamında hedefe alınması rastlantı değildir.

Siyasallaşmış Yargının Rolü: Bağımsız Değil, Etkili Aktör

Yargının bağımsızlığının sistematik olarak aşındığı Türkiye'de, mahkemelerin siyasal tavır alır duruma gelmesi yeni bir durum değildir. Ancak CHP Kurultayı'na ilişkin iptal davası yargının sadece edilgin bir onaylayıcı değil, etkili bir siyasal düzenleme aracı olarak kullanılmasına örnek oluşturmaktadır. Bu durum, "hukuksal görünen siyasal müdahale" modelinin kurumsallaşmasına işaret eder.

CHP İç Dinamikleri: Kılıçdaroğlu'nun Gölge Etkisi

Kurultay sonrasında Kemal Kılıçdaroğlu'nun siyasetten çekilmekle birlikte kadroları aracılığıyla parti içindeki etkinliğini sürdürmesi bu süreci daha da karmaşıklaştırmaktadır. CHP içerisinde hizipler arası mücadele yargı süreciyle keskinleştirilmekte ve parti içi demokrasinin doğal yolları tıkanmaktadır. Bu durum, iktidar tarafından bilinçli olarak desteklenen bir dağılma stratejisinin parçası gibi yorumlanabilir.

Karşılaştırmalı Bakış Açısı: İsrail ve Macaristan Örnekleri

Benjamin Netanyahu'nun İsrail'de yargı reformu adı altında Yüksek Mahkeme yetkilerini kısıtlama girişimi seçilmiş iktidarın kurumsal denetimi etkisizleştirerek muhalefeti sistem dışına itme stratejisidir. Aynı şekilde Macaristan'da Viktor Orban yargının yetkilerini daraltarak muhalif belediyeleri ve partileri etkisizleştirmiştir. Türkiye'de yaşanan, bu modellerle benzerlik göstermekte ve muhalefeti seçmen düzeyinde değil, sistem içi teknik atılımlarla zayıflatma yönelimi öne çıkmaktadır.

Kılıçdaroğlu Etmeni: Geri Çekilmenin Siyaseti mi, Yeniden Konumlanma Stratejisi mi?

Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanlığı’ndan ayrılmasının ardından gelişen süreçte edilgin bir figürden çok belirli bir stratejik pozisyonu koruyan bir aktör olarak davrandığı görülmektedir. Kurultay iptal davasının perde arkasında Kılıçdaroğlu’na yakın çevrelerin yer alması ya da en azından bu çevrelerin sessiz onayıyla hareket edilmesi sorunun salt bir hukuksal girişim değil aynı zamanda siyasal bir yeniden pozisyon alma atılımı olduğunu düşündürmektedir.

Bu bağlamda Kılıçdaroğlu'nun tavrını anlamak için üç temel soruya odaklanmak gerekir:

Kılıçdaroğlu Ne Yapmak İstiyor?

Kılıçdaroğlu'nun hedefi doğrudan yeniden genel başkan olmak değilse bile partideki değişimin yönünü belirlemek ve “Kılıçdaroğlu çizgisinin” tasfiyesini önlemektir. Bu çaba, ideolojik bir refleksin yanı sıra, kurumsal mirasın sahiplenilmesi ve yeni yönetimin CHP’yi “yumuşatılmış bir merkez sağ” çizgisine taşımasına karşı bir direniş olarak da okunabilir. Kılıçdaroğlu, Erdoğan rejimiyle yapıcı diyalog arayan değil onu dönüştürmeye kararlı bir muhalefet çizgisinin temsilcisi olduğunu düşünmektedir.

Kılıçdaroğlu’nun Stratejisi Nedir?

Kılıçdaroğlu, doğrudan cepheden çatışmak yerine dolaylı savaşım yürütmeyi tercih etmektedir. Bu durum, onun siyasal tarzına (ılımlı, kurumsalcı, uzlaştırıcı) uygun olduğu kadar mevcut CHP yönetimiyle kamuoyu önünde bir bölünme görüntüsü vermekten kaçınma amacı da taşımaktadır. Ancak kurultay davasının açılması gibi eylemlerle dolaylı fakat etkili bir müdahale biçimi izlenmektedir. Bu strateji, siyasi literatürde “arka plandan müdahale eden eski lider modeli” olarak tanımlanabilir.

 

Kılıçdaroğlu Haklı mı, Haksız mı?

Bu sorunun yanıtı, hangi açıdan baktığınıza bağlı olarak değişir. Demokratik temsil açısından seçimi kaybetmiş ve istifa etmiş bir liderin halefini zayıflatmaya yönelik adımlar atması meşruluk açısından sorunlu bulunabilir. Parti içi denge açısından ise yeni yönetimin Kılıçdaroğlu’na yakın kadroları tasfiye etme eğilimi, karşı denge arayışlarını tetiklemiştir. Bu durumda Kılıçdaroğlu’nun direnişi bir “kurumsal çoğulculuk” mücadelesi olarak yorumlanabilir. Makro siyasal strateji açısından da Erdoğan rejimine karşı etkili bir seçenek oluşturulamıyorsa Kılıçdaroğlu bu durumu “erken başarısızlık” olarak değerlendirip müdahale gereği duymaktadır. Bu noktada onun güdülenmesinin salt kişisel hırsla değil, rejimle savaşım stratejisiyle de açıklamak olanaklıdır.

Değerlendirmek gerekirse, Kılıçdaroğlu, klasik anlamda siyaseti bırakmış bir lider değildir. Aksine, yeniden merkezileşen iktidar blokuna karşı muhalefet cephesinin şekillenmesinde rol oynamaya çalışan bir aktördür. Onun izlediği strateji, “çekilerek denetleme” ve “kriz anlarında etkili müdahale” biçiminde ortaya çıkmaktadır. Kurultay iptali davası da bu stratejinin bir yansıması olabilir.

Kılıçdaroğlu ve Özel’in Siyasal Konumları: Karşılaştırmalı Bir Çözümleme

Kemal Kılıçdaroğlu ile Özgür Özel, Cumhuriyet Halk Partisi içinde aynı siyasal geleneğe dayansalar da siyasal yelpazedeki konumları, siyaset yapma biçemleri ve stratejik öncelikleri bakımından önemli farklar göstermektedir. Bu farklılıklar, yalnızca kişisel siyasal tercihlerle değil, aynı zamanda içinde bulundukları tarihsel bağlam ve kendilerine yönelen toplumsal ve siyasal taleplerle de şekillenmektedir.

Siyasal Yelpazedeki Konum

Kemal Kılıçdaroğlu, özellikle 2017 sonrası dönemde, CHP’yi merkez sağa doğru açarak geniş bir "ittifak siyaseti" kurgulayan bir çizgide konumlandı. Saadet Partisi, Gelecek Partisi, DEVA Partisi ve İYİ Parti gibi sağ-tutucu partilerle kurduğu ilişkilerde "demokratikleşme" hedefiyle merkez-sağ seçmeni yanına çekmeye odaklandı. Bu süreçte CHP’nin klasik laik, devletçi reflekslerinden çok uzlaşmacı ve çoğulcu bir dil benimsedi. Ancak bu açılım, parti içindeki daha solda konumlanan aktörlerde "kimlik erozyonu" endişesi yaratmıştır.

Özgür Özel ise 2023 Kurultayı sonrası göreve geldikten sonra daha sola, daha “kitlesel muhalefet” merkezli bir söylem geliştirmeye çalıştı. Sendikalar, gençlik hareketleri, üniversiteler, sol entelektüel çevreler ve laik orta sınıflarla daha yakın bir ilişki kurmayı hedefledi. Bu bağlamda Özel, CHP’yi yeniden sol-kamucu çizgiye yaklaştırmayı denemekte ve laiklik, sosyal adalet, gelir eşitliği, kamuculuk gibi değerleri daha görünür kılma gayreti içindedir.

Stratejik Yaklaşımlar

Kılıçdaroğlu’nun stratejisi büyük ölçüde “ittifak siyaseti” ve “normalleşme” üzerine kuruluydu. Erdoğan sonrası Türkiye’ye hazırlanmak adına devleti merkeze alan, kurumsal yeniden yapılanmayı önceleyen bir siyasal rota çizdi. Ancak bu strateji, yer yer tabanda moral bozukluğuna, partide ise güdülenme kaybına neden oldu. Özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kaybedilmesi bu stratejinin başarısızlığı olarak okundu.

 

Özgür Özel ise Erdoğan rejimine karşı daha doğrudan, daha saldırgan bir muhalefet kurmaya çalışmaktadır. Parlamentoyu, meydanları, sosyal medyayı daha etkili kullanmakta ve “güçlü iktidar seçeneği” profili çizme çabası içindedir. Bu çerçevede, iktidarın “yargı üzerinden düzenlenmesi” çabalarına karşı partiyi sokağa da çıkarabilecek bir tavır alma eğilimi göstermektedir.

Temsil Yeteneği ve Toplumsal İmaj

Kılıçdaroğlu, Anadolu'nun içinden gelen, Alevi kimliğini açıkça ifade eden, düşük profilli ama devletle uyumlu bir siyasetçi imajı çizdi. Bu yönüyle “makul muhalefet” tipinin temsilcisi oldu. Özel ise daha genç, enerjik, iletişim kanallarını daha etkili kullanan ve liderlik iddiasını daha yüksek sesle dile getiren bir figürdür.

Partideki Karşılıkları

Kılıçdaroğlu’nun parti içindeki karşılığı önemli ölçüde sürmektedir. Özellikle eski kadrolar, il örgütleri ve kimi milletvekilleri sadakat duygusuyla bağlıdır. Ancak bu destek, çoğu zaman “duygusal bağlılık” düzeyindedir. Özgür Özel’in ise parti örgütlerinde, özellikle gençlik kolları ve bazı büyükşehir örgütlerinde yükselen bir desteği vardır. Özel, “değişim” temasının aktörü olarak tanındığı için daha dinamik bir kadro tarafından desteklenmektedir.

Değerlendirmek gerekirse, iki profilin iki ayrı CHP vizyonu çizdiği söylenebilir. Bu bağlamda Kılıçdaroğlu ve Özel, CHP içinde iki ayrı siyasal vizyonu temsil etmektedir. Kılıçdaroğlu, uzlaşmacı, merkeze açılan, devletle karşı karşıya gelmeden değişimi hedefleyen bir CHP hayal etmektedir. Özel ise daha kararlı, sokakta da var olan, laikliğe ve sosyal adalete öncelik veren bir kitle partisi modeli ortaya koymaya çalışmaktadır.

Bu farklılıklar yalnızca bir liderlik yarışının değil, aynı zamanda CHP’nin gelecekteki kimliğinin de temel tartışmasını yansıtmaktadır.

GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ

Ortaya çıkan sonucu kurumsal müdahalenin yeni biçimi olarak yargı yoluyla muhalefetin tasfiyesi girişimi olarak nitelendirmek olanaklıdır. CHP Kurultayı'nın iptali istemiyle açılan dava sadece bir tüzük ihlali tartışması değil, iktidarın muhalefet üzerindeki hegemonya kurma ve Erdoğan’ın ömür boyu başkan olarak kalmasının güvence altına alınması çabalarının parçasıdır. Bu yönüyle dava Erdoğan'ın yeniden seçilme şansını arttırma girişiminin parçası olarak değerlendirilmelidir. Siyasal alanın yeniden düzenlenmesi yargı eliyle gerçekleştirilmeye çalışılmakta ve siyasal yarışmanın araçları kurumlar üzerinden iktidardaki parti lehinde kullanılmak istenmektedir.

Bununla birlikte, sürecin nasıl evrileceği tamamen önceden belirlenmiş değildir. Üç temel senaryo öne çıkmaktadır:

Birinci senaryo, mahkemenin kurultayı iptal etmesi durumunda, CHP'de hem liderlik krizi hem de yapısal çözülme yaşanabilir. Bu, Erdoğan yönetiminin muhalefeti içeriden çözme stratejisinin başarıya ulaşması anlamına gelir ve Türkiye’de seçimli otoriterliğin pekişmesini hızlandırabilir.

İkinci senaryo, yargının geri adım atmasıdır Mahkemenin iptal talebini reddetmesi, kamuoyu baskısı, uluslararası tepkiler ve muhalefetin sert tepkisiyle gerçekleşirse, bu durum iktidarın meşruluğunda kırılmalara yol açabilir. Bu senaryo, yargının belirli sınırlar içinde kalması halinde rejim içi dengeyi görece koruyabilir.

Üçüncü senaryo, krizden muhalefetin güçlenerek çıkmasıdır.  Davanın toplum nezdinde bir meşruluk mücadelesine dönüşmesi durumunda CHP kamuoyunda mağduriyet üzerinden yeni bir destek dalgası yaratabilir. Bu bağlamda, kurultayın tartışmalı duruma gelmesi ters etki yaratabilir ve Özgür Özel'in liderliği daha da pekişebilir.

Bu seçenekler, Türkiye’de siyasal savaşımın artık yalnızca sandıkta değil, mahkeme salonlarında ve kurumsal çatlaklarda sürdürüldüğünü göstermektedir. Hukuksal görünen süreçlerin siyasal sonuçlar doğurduğu bu rejim dinamiği, muhalefeti zayıflatmakla kalmamakta aynı zamanda demokratik rejimin geleceğine dair belirleyici bir sınav niteliği taşımaktadır.

Bu, sadece CHP'nin değil, anayasal demokrasinin de geleceğiyle ilgili derin bir uyarıdır.


 

KAYNAKÇA

 

Levitsky, S., & Ziblatt, D. (2018). How Democracies Die. Crown Publishing Group.

Linz, J. J. (1975). Totalitarian and Authoritarian Regimes. Lynne Rienner.

Öktem, K. (2020). “Popülizm ve Hukukun Aşınması.” Toplum ve Hukuk Dergisi, 12(2), 44-62.

Tilly, C. (2007). Democracy. Cambridge University Press.

Yıldız, G. (2022). “Türkiye’de Yargı ve Siyaset İlişkisi: Partizanlaşma Süreci.” Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 77(3), 215-237.

Yavuz, M. H. (2021). Erdoğan’s Populism and the Turkish State. Oxford University Press.