TÜRKİYE’DE DEVLETİN VE
DEMOKRASİNİN YENİDEN YAPILANDIRILMASI
PROF. DR. FİRUZ DEMİR YAŞAMIŞ
Türkçe Özet
Bu çalışma, Türkiye'de devletin ve demokrasinin yeniden
yapılandırılması gerekliliğini ele almaktadır. 2003 yılında yayımlanan ‘Türkiye’de
Devletin ve Demokrasinin Yeniden
Yapılanması’ adlı çalışmamdan günümüze uzanan süreçte, devletin
işlevselliği ve demokratik yapının bozulması daha da derinleşmiştir. Makalede,
kamu sektöründeki kadro yetersizliği, liyakat eksikliği ve otoriter yönetimin
yol açtığı kurumsal çöküş gibi temel sorunlara değinilmekte, çözüm önerileri
sunulmaktadır. Parlamenter sisteme dönüş, kamu yönetiminde liyakate dayalı
kadrolaşma, gelir eşitsizliğinin giderilmesi ve stratejik kamu hizmetlerinin
kamulaştırılması gerekliliği vurgulanmaktadır. Sağlık sektörü örneği üzerinden
devletin kamu hizmetlerini doğrudan üretmesi ve özel sektörün rolünün
sınırlandırılması gerektiği belirtilmektedir. Çalışma, sürece dayalı kurumsal
gelişim modeli ile yönetim reformlarının nasıl gerçekleştirilebileceğini
açıklamakta ve Türkiye’de iktidar değişikliğinin kaçınılmaz olduğuna işaret
etmektedir.
Anahtar Kelimeler: Devletin Yeniden Yapılandırılması,
Demokrasi Reformu, Kamu Yönetimi,
Kamulaştırma, Sağlık Politikaları, Kurumsal Çöküş.
English
Abstract
This study
examines the necessity of restructuring the state and democracy in Turkey.
Since the publication of ‘The
Restructuring of the State and Democracy in Turkey’ in 2003, the state's
functionality and the democratic framework have deteriorated significantly. The
paper addresses key issues such as bureaucratic incompetence, lack of
meritocracy, and institutional decay under authoritarian rule while proposing
solutions. It emphasizes the need for a return to a parliamentary system,
merit-based public administration, income redistribution, and nationalization
of strategic public services. Using the healthcare sector as a case study, it
argues that the state should directly provide public services, limiting the
role of the private sector. The study explains how governance reforms can be
implemented through a process-oriented institutional development model and
highlights the inevitability of a political transition in Turkey.
Keywords: State Restructuring, Democratic Reform, Public Administration,
Nationalization, Healthcare Policies, Institutional Decay.
Giriş
Sabancı Üniversitesi’nde iken 2003 yılında “Devletin ve
Demokrasinin Yeniden Yapılanması” başlıklı bir kitap yayınlamıştım. [1]
AKP’nin iktidardaki ilk yılı idi. Doğal olarak kitap AKP öncesi durumu
kapsıyordu. Sorun daha o tarihlerde çok önemli bir ülke güvenliği ve geleceği sorunu
olarak karşıma çıkmıştı. Devlet çalışmıyordu; Anayasa ülkeye dar geliyordu ve demokrasi
anlamsızlıklarla doluydu. 2025 yıldan geri baktığımda ise çok daha olumsuz bir
tablo görüyorum. Tüm parametreler dibe vurmuş, sorunlar içinden çıkılmaz duruma
gelmiş ve toplum çok büyük sıkıntılar içine düşmüştür. Yolsuzluk, yoksulluk ve
yasakları tarihe gömeceğiz iddiaları tam ters sonuçlar verdi. Tüm uluslararası
endekslerde ya dipteyiz ya da dibe çok yakın. Devletin ve demokrasinin yeniden
yapılanması zorunluluğu tüm ağırlığıyla karşımıza durmaktadır.
Araştırma sorusu bu bağlamda ortaya çıkmaktadır: Türkiye’de
Devletin ve demokrasinin yeniden yapılanması nasıl olmalıdır?
Çözümleme
Devletin yeniden yapılanması konusunda pek çoğunun aklına ilk
önce kadro kısıtlılıkları gelebilir. Kadro yetersizliği dönüşümün yönetimi
bağlamında büyük bir zorluk ve engel olabilir. Özellikle uzun süreli bir
otoriter yönetim altında, kamu sektörü büyük ölçüde iktidara bağlı kişilerle
doldurulmuş olabilir. Bu durum, liyakat temelli bir sistemin oluşturulması ve
reformların hayata geçirilmesi açısından ciddi engeller yaratabilir. Ayrıca,
nitelikli ve uzman kadroların sayısının yetersiz olması, uygulamaların
etkinliğini ve sürekliliğini olumsuz etkileyebilir. Bu durumda, muhalefetin en
önemli görevlerinden biri, kamu sektörünü yeniden yapılandırmak ve liyakate
dayalı bir kadro oluşturmak için hızlı ve etkili bir strateji geliştirmek
olacaktır. Aynı zamanda, dışarıdan uzmanları çekmek, genç yetenekleri
desteklemek ve reformların uygulanabilirliğini sağlamak adına eğitim ve
kapasite geliştirme projelerine odaklanmak da kritik olabilir. Devletin yeniden
yapılandırılması, sadece kurumlar arası denetim mekanizmalarını güçlendirmekle
değil, aynı zamanda toplumsal güveni yeniden kurmakla da ilgilidir. Bu, bir tür
siyasal, ekonomik ve toplumsal dönüşüm süreci ve köktenci dönüşümün yönetimi anlamına
gelir.
Demokrasinin yeniden kurulması süreci ise halkın katılımını
artırmak, eşitlikçi ve adil bir yönetim anlayışını benimsemek gibi unsurları
içerir. Bu tür bir yapılandırma, sadece hükümetin değil, aynı zamanda toplumun
her kesiminin haklarını güvence altına almak anlamına gelir. Kadro yetersizliği
de bu sürecin önemli bir engelidir. Eğitim, kamu reformu ve liyakat sisteminin
kurulması, uzun vadede bu sorunu çözebilecek temel adımlar olacaktır. Özellikle
bu tür bir yapısal dönüşüm, toplumsal adalet, insan hakları ve demokrasi
ilkelerinin yeniden güçlendirilmesi adına kritik bir öneme sahiptir. Şu anki
koşullarda, devletin demokratik denetim mekanizmaları ve bağımsızlıkları
yeniden kurulmadan sağlıklı bir demokrasiyi kurabilmek çok zor görünmektedir.
Çözüm yolları göstermek de önemli bir aşamadır. Çünkü
yalnızca mevcut durumu eleştirmek yeterli değildir ve aynı zamanda somut çözüm
önerileriyle bu reformların nasıl yaşama geçirilebileceğini de ortaya koymak
gerekir. Kadro yetersizliği, liyakat ve adaletin sağlanması gibi kritik
konuların yanı sıra, eğitim, sağlık, hukuk reformları gibi alanlar da yeniden
yapılandırma sürecinin önemli bileşenleridir.
Parlamenter rejime dönüş reformların uygulanabilmesi ve demokrasi
reformu için kritik bir adım olacaktır. Tek adam rejiminin güvendiği ve
dayandığı merkeziyetçi yapıyı aşmak, halkın temsilini güçlendirecek, denetim ve
denge mekanizmalarını işletecek bir sistemin önünü açabilir. Parlamenter
sistem, karar alma süreçlerinde daha fazla katılım, hesap verebilirlik ve saydamlık
sağlar; bu da iktidarın sorumlu tutulabilmesi ve halkın taleplerine yanıt
verebilmesi için önemli bir fırsat yaratır.
Bu adım, aynı zamanda anayasa, seçim yasaları ve devletin
yönetim yapısı gibi çok önemli reformları da beraberinde getirebilir. Bununla
birlikte, parlamenter sisteme dönüşün hızlı bir şekilde nasıl
gerçekleştirilebileceği, mevcut siyasal yapının nasıl yeniden
şekillendirileceği gibi sorular da önemli olacaktır.
Gelir dağılımı eşitliğinin sağlanması, gerçekten de büyük
bir öncelik olmalıdır. Türkiye’deki gelir yetersizliği ve eşitsizliği, sadece
toplumsal huzursuzluğu artırmakla kalmıyor, aynı zamanda ekonomik
adaletsizliklerin derinleşmesine de yol açıyor. Zengin ile fakir arasındaki
uçurumun büyümesi, toplumsal güveni zedelemekte ve toplumun farklı kesimlerinde
dışlanmışlık duygusu yaratmaktadır. Gelir eşitsizliğinin giderilmesi için
kapsamlı bir sosyal politika ve vergi reformu gerekebilir. Örneğin, daha adil
bir vergi sistemi, 20 yıldır uygulanmakta olanın tersine olarak zenginlerden
daha fazla vergi almayı ve düşük gelirli vatandaşları daha fazla desteklemeyi
içerebilir. Ayrıca, eğitim ve sağlık gibi temel kamu hizmetlerine daha eşit
erişim sağlanması toplumsal eşitsizlikleri hafifletebilir.
Bu tür reformlar, aynı zamanda iş gücü piyasasında da daha
adil fırsatlar yaratmak için önemlidir. Liyakat temelli istihdam politikaları,
halkın daha geniş kesimlerinin ekonomik fırsatlara erişmesini sağlayabilir.
Bu bağlamda Devlet garantili yatırımlara son verilmelidir. Bu
alanda kamulaştırma ya da devletleştirme gerekli olacaktır. Bu yaklaşımlar
Hazinenin yükünü azaltacaktır. Devlet garantili yatırımların sona erdirilmesi
ve kamulaştırma veya devletleştirme yapılması, gerçekten de Hazine üzerindeki
yükü hafifletebilir. Çünkü bu tür yatırımlarla geçmişte devletin borç yükü
olağanüstü düzeyde artmış ve halkın kaynaklarının etkin kullanılmadığına dair
bir algı sahibi olmasına yol açılmıştır. Kamulaştırma, özellikle stratejik
sektörlerde, devletin denetimini güçlendirerek, daha sürdürülebilir ve
eşitlikçi bir ekonomik yapı oluşturabilir. Kamulaştırma veya devletleştirme,
yalnızca finansal açıdan değil, aynı zamanda toplumsal açıdan da önemli bir
adım olabilir. Özellikle kritik altyapı ve enerji sektörlerinde, devletin
doğrudan denetimi halkın çıkarlarını daha fazla gözetebilir ve ulusal kalkınma
hedeflerine hizmet edebilir. Tabii ki, bu süreçlerin doğru bir şekilde
yönetilmesi, saydamlık, hesap verebilirlik ve adaletli bir paylaşım sağlanması
gerektiği gibi önemli unsurlar içerecektir. Kamulaştırmanın hangi sektörlerde
yapılması gerektiği ve nasıl bir modelle yürütüleceği, bu reformların başarısı
için belirleyici olacaktır.
Devlet garantili yatırımlar arasında otoyollar, köprüler,
hastaneler ve havaalanları gibi büyük altyapı projeleri kesinlikle öncelikli
kamulaştırılabilir alanlardır. Bu projeler, genellikle uzun vadeli maliyetlere
ve borç yüklerine yol açmıştır. Çünkü devlet bu projelerdeki gelir
garantilerini üstlenmiştir. Kamulaştırma, bu tür yatırımların daha verimli ve
halk yararına olmasını sağlayabilir. Ayrıca, bu strateji, devletin finansal
yükünü azaltmakla kalmaz, aynı zamanda stratejik altyapıların toplumsal denetimini
de artırır.
Bu tür projelerin devletleştirilmesiyle birlikte, toplumsal yararı
ve kamu yararını artıran bir yönetim modeli benimsenebilir. Örneğin, sağlık,
eğitim, çevre koruma ve ulaşım gibi alanlarda daha erişilebilir ve etkin
hizmetler sağlanabilir. Ancak, bu süreçlerin nasıl bir ekonomik modelle
işleteceği, devletin bu yatırımlarda nasıl daha verimli olabileceği ve kamu
kaynaklarının nasıl daha etkin kullanılacağı konusunda ayrıntılı bir planlama
gerekebilir.
Elinor Ostrom’un
Önemi
Elinor Ostrom
[2],
Nobel Ekonomi Ödülü'nü kazanan ilk kadın ekonomist olarak çok önemli bir figürdür.
Ostrom, özellikle kamu kaynaklarının yönetimi konusunda önemli çalışmalar
yapmış ve "ortak mal" (common-pool
resources) yönetimi üzerine geliştirdiği kuramla tanınmıştır. Ostrom'un
çalışmaları, devletleştirilen ya da kamuya ait olan kaynakların nasıl daha
verimli bir şekilde yönetilebileceğine dair değerli dersler sunar. Ostrom,
özellikle yerel toplulukların ortak kaynakları kendi aralarında nasıl etkin bir
şekilde yönetebileceğini gösteren "ortak mal yönetimi" kavramını
geliştirmiştir. Bu, yalnızca devletin müdahalesiyle değil, aynı zamanda yerel
halkın ve yerel yönetimlerin ortaklaşa kararlar alarak ve işbirliği yaparak
kaynakları koruyabileceğini savunur. Ostrom, bu tür kaynakların
devletleştirilmesi ya da merkezi yönetim altında denetlenmesi gerektiği
durumlarda, yerel karar alıcıların da dâhil olduğu katılımcı bir yönetim
modelinin benimsenmesi gerektiğini vurgulamıştır. Kamulaştırma ve
devletleştirme süreçlerinde Ostrom'un yaklaşımının dikkate alınması, bu tür
kaynakların toplum yararına daha etkin bir şekilde yönetilmesini sağlayabilir.
Özellikle sağlık, ulaşım ve altyapı gibi kritik hizmetlerin devletleştirilmesi
konusunda Ostrom'un teorileri, yerel düzeyde toplulukların ve devletin birlikte
çalışabileceği bir model oluşturulmasına ilham verebilir. Türkiye aslında bu
yaklaşıma alışkındır. Tarihi boyunca kamu yönetimleri kamu kaynaklarını
kullanmışlardır. “Kamu-Özel finansmanı” gibi yaklaşımlar aslında Türkiye’ye
yabancıdır. Türkiye’nin tarihsel olarak kamu kaynaklarının yönetimi konusunda
deneyimi büyüktür. Osmanlı İmparatorluğu'ndan bu yana, kamu sektörü genellikle
kaynakları merkezi şekilde kontrol etmiş ve toplumsal gereksinimleri
karşılamaya yönelik projelerde yer almıştır. Kamu-özel sektör işbirliği (PPP)
gibi modern finansman modelleri Türkiye'de son yıllarda daha fazla kullanılmaya
başlanmış olsa da, bu tür bir yaklaşım kültürel ve yönetsel olarak köklü bir
değişim gerektiriyor. Türkiye'nin kamu yönetimi geçmişi, devletin güçlü bir
aktör olarak ekonomideki rolünü sürdürme eğiliminde olduğunu gösteriyor.
Ostrom’un önerdiği gibi, yerel toplulukların ve devletin
birlikte kaynakları yönetmesi fikri, aslında Türkiye'deki yerel yönetim ve kamu
hizmetleri anlayışıyla daha yakın bir uyum içindedir. Kamu kaynaklarının etkin
bir şekilde kullanılabilmesi için yerel düzeydeki katılımın artması, hem
toplumsal denetimi güçlendirebilir hem de kaynakların adil dağıtılmasını
sağlayabilir.
Türkiye Bağlamında
Yeniden Yapılanma: Sağlık Hizmetleri Örneği
Türkiye’nin kamu-özel finansmanına alışkın olmaması, aslında
kamu sektörünün daha doğrudan denetim ve yönetim altında tutulabileceği bir
fırsat olabilir. Bu yaklaşım, kamu yararını ön planda tutarak daha etkin, adil
ve saydam bir yönetim anlayışına dönüşebilir. Bu bağlamda, kamu kaynaklarının
yönetimi konusunda daha fazla yerel katılımın ve doğrudan devlet kontrolünün
nasıl işleyebileceğini görmeyi dört gözle bekliyorum. Çünkü bu gibi yabancı
yöntemler tersine gelir transferi ve hırsızlık için kullanılıyor. Kamu-özel
sektör işbirliği gibi yabancı finansman yöntemlerinin, özellikle Türkiye gibi
bir ülkede, genellikle verimli değil, daha çok zengin kesimlere kaynak aktaran
bir araç haline gelmesi tehlikesi vardır. Bu tür sistemler, hem saydamlık
eksiklikleri hem de denetim mekanizmalarının zayıflığı nedeniyle, çoğu zaman
elitlerin çıkarlarını korumaya yönelik olarak kullanılabiliyor. Sonuçta,
kaynakların daha verimli bir şekilde halka aktarılması yerine, belirli gruplar
arasında gelir transferi sağlanmış olur. Bu da toplumsal eşitsizliğin artmasına
ve devletin kaynaklarının verimsiz bir şekilde kullanılmasına yol açar. Kamu
kaynaklarının yerel düzeyde daha etkili yönetilmesi, hem ekonomik verimliliği
artırabilir hem de toplumsal adaletsizliği azaltabilir. Yerel topluluklar, kamu
hizmetlerinin gereksinimlerini daha iyi anlayabilir ve daha adil bir şekilde
kaynak dağılımı yapılmasını sağlayabilirler. Kamu-özel işbirliği projelerinin
denetim altında tutulması, saydamlık ilkelerine bağlı kalınarak yapılması,
kaynakların daha adil bir şekilde dağıtılması açısından önemli olacaktır. Bu
tür reformlar, devletin rolünü güçlendirmek ve toplumun genel refahını artırmak
için çok daha verimli bir yol sunabilir.
Örneğin AKP döneminde sağlık alanında devlet sağlık hizmeti
üretmeyecek ama sağlık hizmetleri üreten kurumları denetleyecek ve eşgüdüm
sağlayacak şeklinde yeni bir politika uygulamaya konuldu. [3]
Sonuç hem sağlık açından ve hem de ulusal ekonomi açısından olumsuz oldu. Özel sağlık hizmetlerinin pahalılığı ve
kalite düşüklüğü bir yana kamusal sağlık kurumları dahi iktidarın iki partisi
arasında paylaşıldı ve kendi yandaşlarına hizmet eder duruma getirildi. Sağlık alanında devletin sağlık hizmeti
üretmemesi ama sağlık hizmeti üreten kurumları denetleyip eşgüdüm sağlamaya
çalışması, özellikle devletin denetim gücünün yetersiz olduğu bir sistemde,
ciddi sonuçlar doğurabilir. Bu tür bir modelde, özel sektörün devreye girmesi,
kar amacı gütme eğiliminde olan firmaların kaliteyi ve halk sağlığını ön planda
tutmaktan çok, maliyetleri düşürmeye ve kârı artırmaya odaklanmasına yol
açabilir. Yeni doğan bebekler skandalı bu durumunun canlı örneğidir. Sağlık
hizmetlerinin denetimsiz bir şekilde büyümesi, kaliteyi düşürürken, aynı
zamanda eşitsizlikleri de derinleştirebilir. Zenginlerin daha kaliteli sağlık
hizmetlerine erişebilmesi, düşük gelirli vatandaşların ise yetersiz ve pahalı
hizmetlere mahkûm edilmesi gibi sonuçlar doğurur. Bu durum, hem sağlık
açısından hem de toplumsal güvenlik açısından büyük sorunlara yol açar.
Ekonomik açıdan da, sağlık gibi temel bir alanın özel
sektöre devredilmesi, daha yüksek toplumsal maliyetlerle sonuçlanabilir.
Devletin bu sektöre müdahil olması ve düzenlemesi gereklidir, çünkü sağlık
hizmetleri sadece ticari bir mal değil, aynı zamanda halk sağlığını koruyan ve
geliştiren kritik bir kamu hizmetidir. Eğer devlet sağlık hizmeti
üretmeyecekse, bu hizmetlerin özel sektörde üretilmesi ve denetlenmesi
konusunda çok daha sıkı kurallar ve mekanizmalar getirilmesi gerekmektedir.
Aksi takdirde, sağlık hizmetlerinde kalite düşüşü, eşitsizlik, keyfilik ve
finansal çöküş yaşanabilir.
Bu tür deneyimlerden çıkarılacak dersler, kamu hizmetlerinin
özelleştirilmesinin her zaman istenen sonuçları doğurmayacağını gösteriyor.
Belirli alanlarda devletin doğrudan müdahalesi, toplumsal yarar ve eşitlik için
daha sürdürülebilir bir yol olabilir. Son bebek skandalı bu durumu doğrulamaktadır.
Son bebek skandalı, sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesinin ve denetimsiz bir
şekilde bırakılmasının doğurabileceği ciddi sorunları bir kez daha gözler önüne
serdi. Özellikle devletin sağlık hizmetlerinde denetim ve eşgüdüm rolünü
yeterince yerine getirmediği durumlarda, bu tür skandalların ortaya çıkması
kaçınılmazdır. Sağlık sektöründe, hem devletin hem de özel sektörün belirli bir
sorumluluğu ve denetim gücü olması gerekir. Bebek skandalı gibi durumlar, özel
sektörün kâr amacı güden yaklaşımının sağlık hizmetlerinin kalitesini ve
güvenliğini nasıl riske atabileceğini göstermiştir. Sağlık gibi yaşamsal bir
alanda, kar güdüsünün ön planda olması, insana değer veren bir yaklaşımın
gerisinde kalmasına neden olabilir. Bu durum, sağlık sistemine olan güveni
sarsmakla kalmaz, aynı zamanda insanların hayatını doğrudan etkileyen olumsuz sonuçlar
doğurur. Devletin bu tür olayları önleyebilmesi için, sadece denetim değil,
aynı zamanda etkin bir düzenleme ve saydamlık mekanizması oluşturması gerekir.
Özel sektöre devredilen hizmetlerin denetiminin zayıf olması, halkın sağlık
güvenliğini tehdit eder ve büyük toplumsal sorunlara yol açar.
Bu tür skandallar, kamu yönetiminin yeniden yapılandırılması
ve devletin sağlık hizmetlerinde daha güçlü bir rol oynaması gerektiğini bir
kez daha kanıtlıyor. Sağlık hizmetleri, toplumsal güvenliği doğrudan etkileyen
bir alan olduğu için devletin bu alanda denetim ve eşgüdüm sağlaması oldukça
kritik bir öneme sahiptir. Kamu hizmetleri örneğin sağlık esas olarak kamu
tarafından üretilmelidir. Sağlık hizmetlerinin kamu tarafından üretilmesi, hem
toplumsal eşitlik hem de halk sağlığının korunması açısından büyük önem taşır.
Devletin sağlık hizmetlerini doğrudan sunması, bu hizmetlerin erişilebilir,
kaliteli ve eşitlikçi olmasını sağlar. Ayrıca, sağlık gibi temel bir hizmetin
özelleştirilmesi, sadece zengin kesimlere hizmet sunulmasına yol açabilir ve bu
da toplumsal eşitsizlikleri artırır. Devletin bu hizmetleri sunması, sadece
vatandaşların gereksinimlerini karşılamakla kalmaz, aynı zamanda toplumun genel
sağlığını koruma ve geliştirme açısından da kritik bir rol oynar. Ayrıca,
devletin denetim ve eşgüdüm sağlamak yerine sağlık hizmetlerini doğrudan
üretmesi, daha saydam ve hesap verebilir bir sistemin kurulmasına olanak tanır.
Bunun yanında, devletin sağlık sektöründeki altyapı yatırımlarına yönelik daha
etkin bir yönetim sergilemesi, kaynakları daha verimli kullanmasını sağlar. Bu
da sadece sağlık alanında değil, genel olarak kamu hizmetlerinde daha
sürdürülebilir bir sistem yaratılmasına katkı sağlar.
Kamulaştırma ve
Devletleştirme Zorunluluğu
Kamulaştırma ve devletleştirme, sadece sağlık alanında değil
bunun gibi öteki stratejik hizmet alanlarında, devletin hizmetleri doğrudan
üretmesini sağlamak için önemli araçlar olabilir. Bu tür bir yaklaşım, stratejik
kamu hizmetlerinin eşitlikçi, erişilebilir ve saydam bir şekilde topluma sunulmasını
sağlayabilir.
Kamulaştırma ve devletleştirme, aynı zamanda kamu
kaynaklarının halkın yararına kullanılmasını ve sağlık gibi öteki stratejik
kamu hizmetlerinin toplumsal denetim altında tutulmasını olanaklı kılar. Kamulaştırma, devletin, özel sektöre
ait olan sağlık altyapısını veya kurumlarını sahiplenmesi anlamına gelir. Bu
sayede, özel sektörün kar amacı gütme güdüsünü ortadan kaldırarak, hizmetlerin
daha verimli, eşit ve adil bir şekilde sunulmasını sağlayabilir. Özellikle
büyük sağlık kurumları, hastaneler, laboratuvarlar gibi kritik tesislerin
kamulaştırılması, sağlık sistemindeki eşitsizlikleri azaltabilir. Devletleştirme ise, tamamen devletin
kontrolü altındaki sağlık hizmetlerinin oluşturulması anlamına gelir. Devlet,
bu durumda sağlık hizmetlerini doğrudan üretir, yönetir ve sunar. Bu yaklaşım,
sağlık hizmetlerinin merkezi olarak düzenlenmesini ve kalite kontrolünün daha
etkin yapılmasını sağlar. Ayrıca, devletleştirilen sağlık sektöründe, kâr amacı
güdülmediği için, kaynaklar daha verimli kullanılabilir ve hizmetlerin kalitesi
artar.
Bu iki politika, kamu hizmetlerinin her kesime eşit bir
şekilde ulaşmasını sağlamakla kalmaz, aynı zamanda uzun vadede devletin
ekonomik yükünü azaltabilir. Devletin hizmet üretiminde daha fazla denetim sahibi
olması, kamu esenliğini ve sağlığını daha iyi koruyabilmesine olanak sağlar.
Sağlık alanında önde gelen önlemlerden birincisi aile
hekimliğinden vazgeçerek sağlık hizmetlerinin hem kırsal ve hem de kentsel
alanlarda sosyalleştirilmesidir. Aile
hekimliği modelinden vazgeçip sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi,
özellikle Türkiye gibi ülkelerde oldukça önemli bir reform olabilir. Aile
hekimliği, bir anlamda bireylerin sağlık takibini yapan birinci basamak hizmeti
sunuyor. Ancak bu modelin bazı eksiklikleri de bulunuyor. En önemli eksiklik
ise birinci basamak önleyici sağlık hizmetlerinin ticarileşmesidir. Özellikle, sağlık hizmetlerine erişim ve
eşitlik konusunda büyük farklar ortaya çıkabiliyor, çünkü aile hekimleri
genellikle belirli bölgelere ve birimlere bağlı olarak çalışıyor ve bazen
kırsal kesimlerde yeterli hizmet verilemiyor.
Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi, bu tür
eşitsizlikleri ortadan kaldırmak için etkili bir çözüm olabilir. Sosyalleştirilmiş
sağlık hizmeti, hem kırsal bölgelerde hem de kentlerde sağlık hizmetlerinin tüm
vatandaşlara eşit, ücretsiz ve ulaşılabilir bir şekilde sunulmasını sağlayabilir.
Bu model, bireylerin sağlık gereksinimlerini devletin örgütlediği ve yönettiği bir
sistemle karşılamayı hedefler, böylece ticari güdüler ve özel sektörün kar
aşırılaştırması tehlikesi ortadan kalkar. Bu yaklaşımla, sağlık hizmetlerine
erişimin her birey için aynı derecede kolay olmasını sağlamak olanaklı
olabilir. Kırsal alanlardaki eksiklikler de giderilebilir, çünkü sağlık
hizmetleri merkezi bir yapıdan çok, tüm coğrafi bölgelerde eşit ve etkin bir
şekilde sunulabilir. Sağlık alanında devletin güçlü bir rolü, özellikle
sağlıkta eşitlikçi bir yaklaşım için gerekli bir adım olacaktır. Sağlık
hizmetlerinin sosyalleştirilmesi,
yani devlet tarafından sağlanması ve herkesin eşit erişimini sağlaması, sağlık
sisteminin kamu tarafından düzenlenmesi ve yönetilmesi olarak anlaşılmalıdır.
Bu, aslında sağlık hizmetlerinin özelleştirilmeden, kamu yararı gözetilerek ve
eşitlikçi bir şekilde sunulması anlamına gelir. Sosyalleştirme, halkın sağlık
hakkını güvence altına almayı ve bireyler arasında sağlık hizmetlerine
erişimdeki eşitsizlikleri ortadan kaldırmayı amaçlar. Bu bağlamda, devletin
sağlık hizmetlerini sosyal bir hizmet olarak sunması ve bu hizmetleri kamu
denetiminde ve eşitlikçi bir şekilde tüm vatandaşlara erişilebilir kılması
hedeflenir. Özelleştirilmiş sağlık hizmetlerinin yol açtığı eşitsizlikleri
engellemek için sağlık hizmetlerini kamusal bir sistemle sunmak önemli
olacaktır. Sağlık gibi hizmetlerde sermaye aslı rol sahibi olmamalıdır. Kar
amacı güdülmemelidir. Sağlık, bir
insanın temel hakkı olmalı ve bu hizmetin sağlanmasında özel sektörün kar
güdüsü ön planda olmamalıdır. Aksi durum sağlık hizmetlerinin kalitesini ve
erişilebilirliğini olumsuz etkileyebilir ve en savunmasız kesimlerin sağlık
gereksinimlerinin göz ardı edilmesine yol açabilir.
Devletin, sağlık hizmetlerini sağlayan tek aktör olması, hem
toplum sağlığını hem de eşitliği korumak adına kritik bir adım olacaktır. Bu
yaklaşım, insanların sağlık gereksinimlerini karşılamak için devletin
sorumluluğunu netleştirir ve sağlık hizmetlerinin her kesime eşit şekilde
sunulmasını sağlar. Ayrıca, sağlık sektörünün kamu tarafından yönetilmesi,
kaynakların daha verimli kullanılmasına ve hizmetlerin daha saydam olmasına da
olanak tanır.
Olumlu ve Olumsuz Dış
Örnekler
Sağlık alanında Finlandiya modeli benimsenebilir. Finlandiya
modeli [4]
sağlık hizmetlerinin kamu tarafından sunulmasında oldukça başarılı bir
örnektir. Finlandiya, sağlık hizmetlerini çoğunlukla devlet eliyle sunmakta ve
devletin önemli bir rol oynadığı eşit, erişilebilir ve kaliteli sağlık
hizmetleri sistemiyle tanınır. Finlandiya'nın sağlık sistemi, özellikle sağlık
hizmetlerine herkesin eşit şekilde ulaşabilmesini sağlayacak şekilde
yapılandırılmıştır. Bu modelde, devlet sağlık hizmetlerinin büyük bir kısmını
doğrudan sağlar, ancak özel sektör de belirli alanlarda etkinlik gösterebilir.
Ancak, özel sektörün rolü sınırlıdır ve kar güdüsü, sağlık hizmetlerinin
sunumunu engelleyecek şekilde baskın bir etmen haline gelmez. Kamu sağlık
hizmetleri ise sadece halkın sağlığını koruma amacı güder.
Finlandiya modeli şu unsurları içerir: Evrensel sağlık sigortası (sağlık
sigortası, tüm vatandaşları kapsar ve devletin sağlık hizmetlerini finanse
etmesini sağlar; bu sayede herkesin sağlık hizmetlerine eşit erişimi garanti
altına alınır), yerel yönetimlerin rolü
(sağlık hizmetleri, yerel yönetimler tarafından sunulur ve denetlenir),
özel sektörün denetimi sağlanır. Özel
sektör sınırlı bir rol oynar ve devletin sıkı denetimi altında çalışır. Bu
sayede kar amacı güden sağlık hizmetleri sektörü, kamu sağlığının önüne geçmez.
Özelleştirilmiş hizmetler yerine bütünleştirilmiş
sağlık hizmetleri sağlanır. Finlandiya'da sağlık hizmetleri, tüm
vatandaşlar için bir bütün sistem olarak sunulur. Böylece herkes, gereksinimi
olan sağlık hizmetine aynı kalitede erişebilir. Bu modeli Türkiye'ye uyarlamak,
özellikle sağlık hizmetlerinde eşitlik ve erişilebilirlik sağlamak adına önemli
bir adım olabilir. Ayrıca, özel sektörün aşırı kar endişesinin ve etkisinin
önlenmesi ve sağlık hizmetlerinin devletin denetiminde kalması, sağlık
kalitesinin iyileştirilmesine katkı sağlayabilir.
Buna karşılık Avustralya modeli Türkiye için uygun değildir.
Avustralya modeli, özellikle sağlık sisteminde özel sektöre daha fazla yer
veren bir yaklaşımdır ve Türkiye’nin mevcut koşullarına tam olarak uymayabilir.
Avustralya'da sağlık sistemi devlet tarafından sağlanan temel sağlık sigortası
ile birlikte özel sağlık sigortasının da rol oynadığı bir sistemdir. Bu model,
halkın sağlık hizmetlerine erişimini sağlamaya yönelik güçlü bir yapıya sahip
olsa da, özel sektörün önemli bir rolü vardır. Avustralya'daki özel sağlık
sigortası, hizmetlerin hızla ve daha esnek bir şekilde sağlanmasını mümkün
kılarken, aynı zamanda gelir düzeyi yüksek bireyler için ayrı bir seçenek
sunar. Ancak, bu durum Türkiye gibi eşitsizliklerin daha belirgin olduğu ve
halkın büyük bir kısmının sosyal ve ekonomik sorunlarla mücadele ettiği bir
ülkede, sağlık hizmetlerinin adaletli ve eşit bir şekilde sunulmasını
zorlaştırabilir. Ayrıca, Türkiye'de kamu hizmetleri genellikle daha fazla
devlet müdahalesi gerektirmektedir. Çünkü Türkiye’de halkın bir kısmı temel
sağlık hizmetlerine erişimde ciddi sıkıntılar yaşamaktadır.
Türkiye için daha uygun bir model, sağlık
hizmetlerini tamamen devletin denetiminde ve sorumluluğunda tutan bir model
olacaktır. Bu modelde, devletin sağlık alanındaki rolü, vatandaşların sağlık gereksinimlerini
karşılama, kaynakları etkin bir şekilde yönetme ve toplum sağlığını koruma
noktasında daha güçlü olur. Finlandiya örneği, burada daha uygun bir referans
olabilir, çünkü bu modelde özel sektörün rolü sınırlıdır ve kamu sağlık
hizmetleri ön planda yer alır.
Türkiye için uygun olan modelin temel özelliklerini, UNICEF
Türkiye Temsilcisi olarak edindiğim deneyimlere bağlı olarak aşağıdaki şekilde
özetlemek isterim. Sağlık hizmetlerini Devlet
üretmelidir. Sağlık hizmetlerinin
temel unsurları, devletin denetiminde ve yönetiminde sunulmalı ve kamusal
sağlık sistemi, halkın her kesimine eşit hizmet sunabilmelidir. İkincisi sağlık hizmetlerine eşit erişim güvence
altına alınmalıdır. Her birey, ekonomik durumu ne olursa olsun, sağlık hizmetlerine
eşit şekilde erişebilmelidir. Üçüncüsü etkili bir kamu denetiminin sağlanmasıdır. Sağlık hizmetlerinde denetim devletin elinde
olmalı ve böylece hizmetin kalitesi ve erişilebilirliği daha saydam ve
denetlenebilir olmalıdır. Son olarak yerel
hizmet sunumuna önem verilmelidir. Sağlık hizmetlerinin sunumunda yerel
yönetimlerden özellikle yararlanılmalıdır.
Bu bağlamda, Avustralya modeli [5]
devletin sağlık hizmetlerinde denetimi elinde tutarken, özel sektörü de özendirmeyi
amaçladığı için Türkiye'nin mevcut sağlık yapısı için uygun olmayabilir.
Türkiye'nin sağlık sistemi için sosyal devlet anlayışıyla çalışan, tüm halkı
kapsayan ve eşitlikçi bir model benimsemek daha sürdürülebilir olacaktır.
Ancak Türkiye’de hükümet son 20 yıldır Avustralya modelini
uyguluyor ve bunu büyük başarı olarak pazarlıyor. Türkiye'deki mevcut sağlık sistemi büyük
ölçüde Avustralya modeline benzer bir
yapıya dayanmaktadır. Özellikle son 20 yılda Özel Sağlık Sigortası ve özel
hastaneler aracılığıyla sağlık hizmetleri sunuluyor Belirtmek gerekir ki
devlet hastaneleri de hala
önemli bir rol oynamaktadır. Sağlıkta dönüşüm adı altında uygulamaya konan bu
model, aslında özel sektörün sağlık hizmetlerindeki etkisini artırmak ve daha
geniş bir sigorta ağı kurmak amacıyla tasarlanmıştır. Bu modelin sağlık
hizmetlerini daha verimli ve erişilebilir kılacağı umulmuştu. Ama umulan
gerçekleşmedi.
Hükümet, bu modelin sağlık
hizmetlerinin kalitesini artırdığı ve vatandaşlara daha hızlı ve çeşitli seçenekler sunduğu gerekçesiyle
büyük bir başarı olarak pazarlıyor. Ancak, bunun bazı sorunları da beraberinde
getirdiği gözlemlenmektedir. Özellikle eşitsizlik
ve özel hastanelerin ve sigorta sisteminin, düşük gelirli bireyler için
sağlık hizmetlerine erişimi zorlaştırdığı bir gerçek olarak ortaya çıkmaktadır.
Bu durum, sağlık hizmetlerine ulaşma konusunda büyük eşitsizliklere yol açabiliyor. Kamusal sistemin zayıflaması yani özel sektöre verilen önemin
artması, devlet hastanelerinin ve kamusal sağlık sisteminin bazı açılardan zayıflamasına yol açmıştır. Devlet
hastanelerinin daha çok ticari hale
gelmesi ve özelleştirme
stratejileri, kamusal sağlık
hizmetlerinin kalitesini düşürebiliyor. Bireysel sağlık sigortasına bağımlılık giderek artmaktadır. Hükümet,
sağlık sigortasını özendirmekte ancak bu, yalnızca sigorta olanağı olanlara
sağlık hizmetine erişim sağlamakta ve sigorta dışında kalanlar için eşitsizlik
yaratmaktadır. Bu durum, hükümetin uyguladığı modelin başarısının sınırlı
olduğunu ve genellikle özel sektörün
daha fazla yarar sağladığı bir yapı oluşturduğunu gösteriyor. Hükümetin
öne çıkardığı başarı, aslında yalnızca belirli bir kesim için geçerli olabilir.
Oysa toplumun geneline yönelik, eşit ve
adil bir sağlık sisteminin oluşturulması çok daha önemli bir hedef
olmalıdır.
Finlandiya modeline geçiş yapmak, özel sektörün kar
güdüsünü sınırlamak ve kamu sağlık hizmetlerinin kalitesini artırmak için
önemli bir çözüm olabilir. Bu, sağlık hizmetlerinin eşit bir şekilde herkese
sunulmasını sağlar ve sağlık alanındaki eşitsizlikleri
azaltır. Finlandiya modelini benimsemek, Türkiye’nin sağlık sistemi için önemli
bir değişim olabilir. Finlandiya'nın sağlık sistemi, özellikle devletin sağlık
hizmetlerini doğrudan sunma ve düzenleme konusunda güçlü bir yapıya sahiptir.
Kamu-özel sektör ayrımını belirgin şekilde sınırlayan ve sağlık hizmetlerine
herkesin eşit erişimini garanti altına alan bu model, Türkiye için yararlı
olabilir.
Finlandiya modelinin
Türkiye'ye uyarlanması için birkaç temel adım önerilebilir. Bunlar
aşağıda özetlenmiştir. Her şeyden önce sağlık
hizmetlerinin kamu tarafından sağlanması ilkesi benimsenmelidir. Finlandiya
modeli, sağlık hizmetlerinin büyük kısmını kamu sektörünün sunduğu bir yapı
kurmaktadır. Türkiye’deki özel sektörün etkisi sınırlanarak, devletin sağlık
hizmetleri üretme rolü güçlendirilebilir. Devlet hastanelerinin ve
kliniklerinin kalitesinin artırılması, sağlık çalışanlarının eğitimine ve
altyapıya daha fazla yatırım yapılması sağlanabilir. Bu, sağlık hizmetlerinin
her kesime eşit ve ulaşılabilir bir şekilde sunulmasını temin eder. İkincisi eşitlikçi sağlık sigortası sistemi sisteminin kurulmasıdır.
Finlandiya'da, sağlık hizmetleri devletin bir parçası olarak
sağlanırken, sağlık sigortası da genellikle evrenseldir. Türkiye’de de evrensel
sağlık sigortası uygulaması yaygınlaştırılabilir ve herkesin sağlık sigortasına
erişimi sağlanabilir. Bu sigorta, kişilerin sağlık gereksinimlerine göre eşit
şekilde yararlandırmalı ve gelire dayalı farklar azaltılmalıdır. Üçüncüsü özel sektörün sınırlanması ve daha sıkı
denetim altına alınmasıdır. Finlandiya’da özel sağlık sektörü sınırlıdır
ve devletin denetimi altındadır. Türkiye'de, özel hastanelerin sağlık
hizmetlerine kar amacı güderek yaklaşmasının önüne geçmek için sıkı denetimler
getirilmelidir. Özel sağlık sigortalarının ve özel hastanelerin, yalnızca
devletin denetiminde çalışması ve kamu sağlığını tehdit etmemesi sağlanmalıdır.
Dördüncüsü, yerel yönetimlerin
güçlendirilmesi ilkesidir. Finlandiya modelinde sağlık hizmetlerinin
sunumunda yerel yönetimler önemli bir rol oynar. Bu modelin Türkiye’ye
uyarlanmasıyla birlikte yerel yönetimlerin sağlık hizmetleri sunumundaki rolü
güçlendirilebilir. Her bölgenin kendine has sağlık gereksinimlerine uygun
çözümler üretilebilir ve sağlık hizmetlerinin daha yerel odaklı olmasına olanak
sağlanabilir. Beşincisi, sağlık
hizmetlerinin saydam ve adil sunumunun sağlanmasıdır. Finlandiya'da
sağlık hizmetlerinin adil ve eşit şekilde dağıtılması esas alınır. Türkiye’de
de sağlık hizmetlerine erişim konusunda saydamlık sağlanmalı, yolsuzluk ve kötü
yönetimle mücadele edilmelidir. Sağlık hizmetleri sunulurken eşitlik, erişilebilirlik ve kalite ön
planda tutulmalıdır. Altıncısı eğitim
ve sağlık çalışanlarına yönelik reformların uygulama alanına konulmasıdır. Finlandiya
modelinde sağlık çalışanlarının eğitimine büyük önem verilir. Türkiye'de de
sağlık sektöründeki personel eğitimi iyileştirilmeli ve sağlık çalışanlarının
daha iyi koşullarda çalışabilmesi için önlemler alınmalıdır. Sağlık
çalışanlarının sayısının artırılması, iş yüklerinin dengelenmesi ve mesleki
eğitimlerin güçlendirilmesi, sağlık hizmetlerinin kalitesini artıracaktır.
Sonuç olarak,
Türkiye’de Finlandiya modelini benimsemek, sağlık hizmetlerinin daha adil ve
eşit bir şekilde sunulmasını sağlayabilir. Ancak, bu dönüşüm için öncelikle siyasal
irade ve kamuoyunun desteği gereklidir. Eğitim, altyapı yatırımları ve sağlık
sisteminin tüm paydaşlarının uyum içinde çalışması da bu süreçte kritik öneme
sahiptir.
Finlandiya modeline geçişin önündeki en büyük engel, siyasal irade eksikliği olabilir.
Çünkü bu tür büyük bir dönüşüm, köklü yapısal değişiklikler ve güçlü bir politik kararlılık gerektiriyor. Siyasal çıkarlar, mevcut sistemden yarar
sağlayan grupların direnç göstermesi gibi sebepler, bu değişimin önünde
önemli bir engel olabilir. Bunun dışında, Türkiye’deki sağlık sektörü özel sektörün çok güçlü bir biçimde yerleşmiş
olduğu bir alandır. Bu özel sektörün, kar amacı güderek çalışması ve özel hastanelerin büyük ekonomik
etkisi, devletin sağlık hizmetlerini kontrol etmesine karşı direnç
gösterebilir. Ayrıca, sigorta
şirketlerinin etkisi de değişim sürecine karşı bir başka engel
oluşturabilir. Fakat bu engeller, toplumun
sağlık hakkı ve eşitlik
gibi temel ilkeler ışığında aşılabilir. Toplumsal
farkındalık ve sivil toplumun
desteği, siyasal baskılar
ile birleşerek, değişim için güçlü bir güdülenme oluşturabilir. Uzun vadede bu
değişimlerin yararları, kamu sağlığı açısından daha belirgin hale geldiğinde,
toplumsal destek artabilir ve siyasetçiler de bu dönüşümü benimsemek zorunda
kalabilirler. Bunun dışında, Türkiye'de sağlık
sisteminin reformu için toplumun farklı kesimlerinden gelen talep ve baskılar, bu dönüşümün
gerçekleşmesi için bir fırsat yaratabilir. İnsanların sağlık hizmetlerine eşit
erişim talepleri, daha iyi bir kamusal
sağlık hizmeti için seslerini yükseltmeleri, politikadaki değişimleri
etkileyebilir.
Bu yolda siyasal irade oluşturmak gerekir. Ben yıllar
öncesinde (1980ler) UNICEF Türkiye temsilcisi olarak ulusal bağışıklık
kampanyasını planladım. Önde gelen amacım siyasal irade oluşturmaktı. Bunu
başarmıştım. UNICEF Türkiye temsilcisi olarak ulusal bağışıklık kampanyasını
planlamak ve bunun için siyasal irade oluşturmayı başarmış olmak, sağlık ve
kamu hizmetleri alanında benzer büyük değişimlerin nasıl
gerçekleştirilebileceği konusunda önemli bir örnek oluşturabilir.
Değerlendirme ve
Sonuç
Buraya kadar yapılan açıklamalarla devletin ve demokrasinin
nasıl yeniden yapılandırılabileceği gösterilmek istenmiştir. Sağlık hizmetleri
yalnızca bir örnek olarak ele alınmıştır. Tüm kamu hizmetlerinde bu tür
yaklaşımlar uygulama alanına konulabilir. Aynı yöntem yerel yönetimler için de
gereklidir.
Yönetim bilimi yazını içinde bu yaklaşımın teknik adı süreç
ağırlıklı kurumsal ve örgütsel gelişme (process
oriented institutional development technique) [6]
tekniğidir. Birçok ülkede bu teknik ile önemli başarılar elde edilmiştir.
Türkiye’de ise sayısı 10’a yaklaşan büyük belediyede bu tekniği uygulama ve bu
belediyeleri yeniden örgütleme ve yönetimi tekniklerini güçlendirme
çalışmalarını yürütme olanağı buldum. [7]
Türkiye'nin yakın siyasal geleceğinde bir iktidar
değişikliği ihtimali, şu anki siyasal ve toplumsal dinamiklere bağlı olarak olanaklı
görünüyor. Özellikle ekonomik
zorluklar, yolsuzluk iddiaları, hukukun üstünlüğü ve adaletin sorgulanması,
toplumun genelinde büyük bir rahatsızlık yaratmış durumdadır. Bu
da iktidarın meşruiyetine dair soru işaretlerini güçlendirmektedir.
Bir iktidar değişikliği, öncelikle parlamenter sisteme dönüş gibi büyük yapısal reformları
gerektirebilir. Bu, muhalefetin birleşik bir şekilde bir strateji oluşturup,
halkın desteğini arkasına almasıyla mümkün olabilir. Ayrıca, gelir dağılımı eşitsizliği, işsizlik, sağlık
ve eğitim sistemindeki sorunlar gibi toplumsal sorunların etkisi de bu
değişimin hızlanmasına yol açabilir.
Muhalefetin güçlü
bir şekilde koalisyon kurarak ve halka umut verici bir gelecek sunduğu takdirde,
iktidar değişikliği daha olası hale gelebilir. Bu değişimin ne zaman ve nasıl
gerçekleşeceği, toplumsal ve siyasal seferberlik,
siyasal irade, ekonomi ve özellikle halkın tepkileri gibi etmenlere
bağlı olacaktır. Ayrıca, muhalefetin politik
bir alternatif ve güçlü bir
liderlik sergilemesi gerekmektedir.
Bir başka önemli nokta Erdoğan’ın iktidarın siyasal
geleceğiyle ilgili stratejik hamleleri
ve siyasal manevraları olacaktır. Eğer AKP ve MHP ittifakı, toplumun kaygılarına ve içerideki muhalefete karşı başarılı
bir şekilde kendilerini yeniden konumlandırırlarsa iktidarlarını devam ettirme
şansları olabilir.
Ancak yine de, tüm bu unsurlar ışığında, yakın gelecekte bir
iktidar değişikliği Türkiye için
zorunlu görünüyor. Bu değişimin gerçekleşebilmesi için halkın, muhalefetin ve siyasal
aktörlerin ortak bir bakış açısı etrafında birleşmesi önemli olacaktır. Türkiye'deki
toplumsal ve ekonomik dinamikler, bir iktidar değişikliğinin zeminini
hazırlıyor gibi görünüyor. Bu süreçte, muhalefetin siyasal irade oluşturma noktasında güçlü bir strateji
izleyebilmesi çok önemli olacaktır. Ayrıca, halkın ve özellikle genç nüfusun, değişim için umut taşıyan bir bakış açısına
ve değişimi kabullenme eğilimine sahip olması da kritik bir etmen olarak
kabul edilmelidir.
[1] Yaşamış,
F. D. (2001). “Türkiye’de Devletin ve
Demokrasinin Yeniden Yapılandırılması”. İstanbul. ISBN: 18625816
[2] Elinor Ostrom Amerikalı politika
bilimci ve ekonomist. Özellikle toplumsal malların, iktisadi bakımdan kontrol
ve işletilmesi konusunda yaptığı orijinal katkılarla 2009 yılında Nobel Ekonomi
Ödülü’nü kazanmıştır. Nobel Ekonomi Ödülü kazanan ilk kadın bilimcidir.
Eserleri: "Governing the
Commons: The Evolution of Institutions for Collective Action" (1990) ve
"Institutional Incentives and Sustainable Development: Infrastructure
Policies in Perspective". Larry Schroeder ve Susan Wynne ile
birlikte. (1993)
[3] Ak Parti
Programı: “Sağlık sektörü Sağlık
Bakanlığı tarafından tek merkezden koordine edilecektir. Bakanlık sadece
organizasyon, koordinasyon, yol gösterici, denetleyici, takip edici, politika
üretici bir rol üstlenecektir. Böylece sağlık hizmetlerinin tek merkezden
yönlendirilmesi sağlanacak, çok başlılık ve düzensizlik önlenecektir. Ülke
adına kısa, orta ve uzun dönem sağlık politikaları daha gerçekçi olarak
belirlenecek, yönetim ve uygulamalar daha ekonomik olacaktır... Özel sağlık ve
hayat sigorta şirketleri yaygınlaştırılacak ve teşvik edilecektir.” S. 58. //efaidnbmnnnibpcajpcglclefindmkaj/https://www.akparti.org.tr/media/0auje2sn/partiprogrami.pdf
[4] 2024
yılında Dünya’nın 14 üncü(bazı endekslerde 8 inci) iyi sağlık sistemi olarak
küresel endekste yer almıştır. Sosyalleştirilmiş ancak yerinden yönetime dayalı
sağlık sistemi olarak nitelendirilmektedir. Bkz: OECD/European Observatory on Health Systems and
Policies (2021), Finland: Country Health Profile 2021, State of Health in the
EU, OECD Publishing, Paris/European Observatory on Health Systems and Policies,
Brussels. ISBN: 9789264439757 (PDF)
[5] Australian Health and Welfare
Institute. How does Australia’s health system work? Australia’s health system.
2019.
https://www.aihw.gov.au/getmedia/f2ae1191-bbf2-47b6-a9d4-1b2ca65553a1/ah16-2-1-how-does-australias-health-system-work.pdf.aspx
[6] McGill, R. (2016). Institutional Development. A Third World City
Management Perspective. doi.org/10.1007/978-1-349-25071-4.
Palgrave Macmillan. London.
[7] Yaşamış,
F.D. (1996). “Belediye Yönetimi”.
Ankara
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder