ERDOĞAN-BAHÇELİ PARADİGMASI VE KÜRT SORUNU
GİRİŞ
MHP lideri Bahçeli’nin girişimi ile Türkiye’de Kürt sorunun
çözümlenmesi için örgütün kurucusu olan Öcalan’ın örgütü demobilizasyona [1]
ve tasfiyeye özendirmesine karşılık kendisinin uluslararası insan hak ve
özgürlükleri yazınına girmiş olan ve belirli süre ceza çeken mahkûmların umut
hakkından yararlanmasını yani serbest bırakılmasını öngören yeni bir paradigma
Türk kamuoyuna sunuldu. Bahçeli bir anlamda terörle pazarlık yapılmasını
önerdi: terörün bitirilmesine karşılık Öcalan’a özgürlük.
Bu amaçla iki DEM milletvekili İmralı Adası’na giderek
Öcalan ile görüştü ve döndüklerinde yaptıkları yazılı açıklamada Öcalan’ın “Erdoğan-Bahçeli
paradigması” kavramına katkı vermeye hazır olduğunu söylediğini bildirdiler.
Ancak paradigmanın içeriği konusunda daha sonra açıklama yapacaklarını belirttiler.
Paradigma kavramı bir bilim dalında ya da düşünce
sisteminde, bir dönemde kabul gören temel inanışlar, varsayımlar, değerler, kuramlar
ve yöntemler bütünü olarak tanımlanabilir. Bu kavram, özellikle Thomas Kuhn’un Bilimsel
Devrimlerin Yapısı (The Structure of Scientific Revolutions)
adlı eserinde ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır.
Paradigma kavramının üç temel özelliği vardır. Birincisi kavramsal çerçevedir. Paradigmalar,
bir disiplinin sınırlarını çizen ve o alanda çalışanların nasıl düşündüğünü
belirleyen zihinsel modellerdir. İkincisi kabul görmüş normlardan oluşur. Bilim insanları ya da
bir topluluk içinde geniş çapta kabul edilen kuramsal yaklaşımlar ve
yöntemlerdir. Üçüncü özellik ise bilimsel devrimlerde oynadığı önemli roldür.
Paradigmalar, bilimde "normal bilim" adı verilen, mevcut kuramlar ve
yöntemlerle problemlerin çözülmeye çalışıldığı süreçlere rehberlik eder. Ancak
zamanla mevcut paradigma çözemediği sorunlar (anomaliler) biriktirirse, yerini
yeni bir paradigmaya bırakabilir. Buna paradigma
değişimi denilir. Bahçeli-Erdoğan paradigması da bir paradigma değişikliği
niteliğindedir. Son zamanlara kadar Kürt temsilcileriyle görüşmeye karşı çıkan
ve sorunu silahla çözmeye çalışan paradigma yerini diyalog paradigmasına
bırakmıştır.
Paradigma Değişimi
Paradigmalar durağan değildir; toplumun, bilimin veya
düşünce sisteminin gereksinimleri doğrultusunda değişebilir. Örneğin Newton
fiziğinden Einstein’ın görelilik kuramına geçiş ve Geosentrik (Dünya merkezli)
evren modelinden heliosentrik (Güneş merkezli) modele geçiş paradigmaları gibi.
Bu kavram hem bilimsel hem de sosyal bağlamlarda kullanılabilir ve farklı
alanlarda farklı etkileri vardır. PKK kurucusu Öcalan ile İmralı'da görüşen iki
DEM Parti milletvekilinin dönüşlerinde yaptıkları açıklamada yer alan
"Erdoğan-Bahçeli paradigmasına katkı vermeye hazırım" mealindeki
kavram bu arada Türk siyasal yaşamı açısından büyük önem taşıyor.
Erdoğan-Bahçeli kavramının ne olduğu yazılı açıklamada anlatılmıyor. Bu
paradigma değişikliği nasıl anlaşılmalıdır? Bu tür ifadeler, Türkiye’deki siyasal
ve ideolojik dinamiklerin karmaşıklığını yansıtan önemli söylemlerdir.
"Erdoğan-Bahçeli paradigması" ifadesini çözümlerken, bu paradigma
içindeki siyasal, ideolojik ve pratik unsurları dikkate almak gerekir.
ÇÖZÜMLEME
Erdoğan-Bahçeli Paradigması: Ortak Zemin
Recep Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli’nin liderlik ettiği
AK Parti ve MHP koalisyonu, Cumhur İttifakı çatısı altında birleşmiştir.
Bu ittifak, siyasal olarak milliyetçi-muhafazakâr bir çerçeveye dayanmaktadır
ve Türkiye’nin mevcut yönetim sisteminin (cumhur başkanlığı sistemi)
kurumsallaşmasını sağlayan ana güçlerden biridir. Paradigmanın belirleyici
unsurları aşağıda sıralanmıştır.
- Milliyetçi-muhafazakâr
siyaset: Türk-İslam sentezi temeline dayanan bir yaklaşımdır.
Milliyetçi kimlik vurgusu, Bahçeli’nin MHP’sinden; muhafazakâr ve dini
unsurlar ise Erdoğan’ın AK Parti’sinden kaynaklanır.
- Merkeziyetçilik
ve otoriter eğilimler: Güçlü liderlik anlayışı ve merkezi otoritenin
artırılmasını hedefleyen politikalardan oluşur.
- Güvenlik
odaklı siyaset: PKK, FETÖ ve diğer terör örgütlerine karşı "sert
güç" politikalarının ön planda tutulmasını öngörür.
- Devletin
sürekliliği vurgusu: İç ve dış tehditlere karşı devlet mekanizmasının
güçlü tutulması gerektiği fikrini ön plana çıkarır.
Bu unsurlar, "Erdoğan-Bahçeli paradigması"nı
Türkiye’nin mevcut siyasal rejimini, güvenlik politikalarını ve toplum
mühendisliği projelerini şekillendiren bir çerçeve haline getiriyor.
Öcalan ve Paradigma Söylemi
Öcalan’ın paradigması, genelde "demokratik
konfederalizm" [2]
ve "demokratik modernite" [3]
kavramları etrafında şekillenir. Bu, merkeziyetçi bir devlete karşı, yerel
yönetimlerin güçlendirilmesi, doğrudan demokrasi, ekoloji, kadın özgürlüğü gibi
unsurları içeren bir modeldir. Öcalan’ın bu paradigması, mevcut Türk devlet
anlayışıyla genelde taban tabana zıttır. Öcalan’ın "Erdoğan-Bahçeli
paradigmasına katkı vermeye hazırım" açıklaması bu çerçevede şu
bağlamlarda yorumlanabilir:
- Yararcı yaklaşım:
DEM Parti içinden bazı kesimler, devletle uzlaşma ve çatışmanın sonlanması
için bir tür diyalog kapısı aralamaya çalışmaktadır. Bu söylem, mevcut
rejimle bir ortak zeminde buluşma arayışını işaret etmektedir.
- Stratejik mesaj:
PKK’nın veya Öcalan’ın paradigması, Erdoğan-Bahçeli paradigmalarından
ideolojik olarak farklı olsa da, barış ya da çözüm süreci gibi bir
girişimin yeniden başlatılması için bir mesaj niteliği taşımaktadır.
- Taktiksel destek:
Bu tür açıklamalar, Erdoğan-Bahçeli paradigmasının barış sürecinde
kullanılabilecek bir çerçeve olduğuna dair bir algı yaratma çabasıdır.
Paradigmayı Nasıl Anlamalıyız?
Erdoğan-Bahçeli paradigması, mevcut Türk siyasal sisteminin
muhafazakâr, milliyetçi ve merkeziyetçi yönlerini temsil eder. Bu paradigmada,
güvenlik politikaları ve "devletin bekası" ön plandadır. Öcalan’ın
veya DEM’in bu paradigmayı "kabul etmesi" veya buna "katkı
verme" niyetinde bulunması, daha çok çözüm süreci veya siyasal diyalog
gibi süreçlerde pozisyon almayı hedefleyen yararcı bir hamle olabilir.
Erdoğan Anayasa'ya aykırı olarak Cumhurbaşkanlığı'nda üçüncü
dönemini yaşamakta ve MHP ile birlikte ve Cumhur İttifakı olarak en az bir
dördüncü dönem ya da ömür boyu Cumhurbaşkanı olarak kalmak istemektedir. Ancak
bu amacın elde edilmesi için Anayasa
değişikliği zorunludur. Bu zorunluluğa karşın Cumhur İttifakının parlamentodaki
sandalye sayısı bu değişikliği yapmak için yeterli değildir. Bu nedenle DEM
Parti'nin desteğine gereksinim vardır. Bu desteği sağlamak için Öcalan'ı
serbest bırakma kozu pazarlık masasına getirilmek istenmektedir. Amaçlanan DEM
Parti’nin Anayasa değişikliğine evet demesi ve Erdoğan'ın isteğinin yerine
gelmesidir. Buna karşılık Öcalan PKK'nın silah bırakmasını isteyecek ve PKK'yı
tasfiye edecektir. Bunların karşılığında da Öcalan’a “Umut Hakkı” tanınacaktır.
Paradigmadan kast olunanın bu senaryo olduğu anlaşılmaktadır. “Umut Hakkı”, ömür boyu hapis cezasına mahkûm olan
kişilerin, insanlık onurlarını korumak adına gelecekte bir gün serbest
bırakılma olasılıklarına dayanmaktadır. Bu senaryo Türkiye’nin hem iç politik
dinamiklerini hem de Kürt meselesi gibi uzun süredir devam eden sorunları nasıl
bir stratejik denkleme dâhil ettiğini göstermektedir.
Erdoğan-Bahçeli Paradigmasının Stratejik Amacı
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dördüncü dönem ya da ömür boyu
iktidar hedefi, sadece anayasal bir değişiklik değil, aynı zamanda bu
değişikliğin toplumsal ve siyasal meşruiyetle desteklenmesini gerekli
kılmaktadır. Bu bağlamda MHP’ye düşen rol Bahçeli ve MHP, Erdoğan’ın
başkanlık sistemiyle kurduğu ittifakta kritik bir ortak olmaktır. Ancak MHP’nin
tabanı, Kürt meselesine dair sert bir milliyetçi duruşa sahiptir. Öcalan’ın serbest
bırakılması gibi bir adım MHP için ciddi bir taban kaybı riski taşır. DEM
Parti’nin stratejik konumu ise
DEM Parti’nin desteği olmadan Anayasa değişikliği için gereken parlamenter
çoğunluğa ulaşmayı kolaylaştırmaktır. Bu nedenle Öcalan kartı, DEM Parti’yi
ikna etmenin en güçlü yollarından biri olarak masaya sürülmektedir.
DEM Parti’nin Rolü ve Öcalan
DEM Parti’nin pozisyonu, Kürt seçmenlerin taleplerini ve
Öcalan’ın PKK üzerindeki etkisini göz önünde bulundurarak şekillenecektir.
Öcalan’ın serbest bırakılması veya umut hakkı tanınması gibi bir hamle iki
açıdan önem taşımaktadır. Birincisi PKK’nın silah bırakması olasılığıdır. Öcalan’ın serbest bırakılması, PKK’nın silahlı
mücadelesini sonlandırma konusunda bir etki yaratabilir. Ancak bu, sadece
Öcalan’ın çağrısıyla gerçekleşmesi olası olmayan çok katmanlı bir süreçtir.
İkincisi ise DEM Parti’nin gücü ile ilişkilidir. Anayasa değişikliği
için kritik rol oynayabilecek olan DEM Parti böyle bir öneriyi Kürt meselesine
dair somut kazanımlar elde etmek için pazarlık konusu yapabilir.
Riskler ve Çelişkiler
Bu tür bir senaryo, hem Erdoğan-Bahçeli paradigması içinde
hem de genel siyasal denklemde bazı riskler barındırmaktadır. Birinci risk MHP
tabanında ve milliyetçiler arasında oluşacak tepkidir. MHP’nin tabanı,
Öcalan’ın serbest bırakılması gibi bir hamleyi büyük bir ihanet olarak
görebilir. Bu da Erdoğan-Bahçeli paradigmasında ciddi bir çatlağa yol açabilir.
İkinci risk ise DEM Parti’nin meşruiyet sorunu ile ilgilidir. DEM Parti, böyle bir anlaşmayı kabul etmesi
halinde Kürt kamuoyu içinde eleştirilerle karşılaşabilir. Öcalan’a umut hakkı
tanınması ve PKK’nın tasfiyesi, Kürt meselesine dair diğer taleplerin (kimlik,
dil, yerel yönetim) göz ardı edilmesi olarak algılanabilir. Üçüncü risk ise toplumsal kutuplaşma riskidir.
Öcalan’ın serbest bırakılması, Türk kamuoyunda derin bir kutuplaşmaya neden
olabilir. Bu da Erdoğan’ın toplumsal desteğini zayıflatabilir.
Paradigma Değişikliği Yoluyla Mevcut Durumu ve Geleceği
Şekillendirmek
"Erdoğan-Bahçeli paradigması"nın bu senaryoda
önerdiği şey, Kürt meselesini bir güvenlik sorunu olmaktan çıkarıp bir tür
"çözüm süreci" ile siyasal bir
fırsata dönüştürmektir. Ancak bu paradigmanın şu anda merkeziyetçi
Devlet anlayışı çerçevesinde Kürt meselesine dair yerel yönetimlerin
güçlendirilmesi veya kültürel hakların tanınması gibi taleplerin paradigmanın
sınırları içinde ele alınması zordur. Öte yandan güvenlik-çözüm dengesi
bağlamında PKK’nın silah bırakması ve tasfiyesi, Erdoğan-Bahçeli paradigmasının
güvenlikçi yaklaşımlarına uygun bir çözüm gibi görünse de Kürt kamuoyu için bunların
yeterli olmadığı açıktır.
Ara Değerlendirme
Altını çizmeye çalıştığım senaryo Erdoğan’ın siyasal
geleceğiyle Kürt meselesi arasında kritik bir bağ kuruyor. Eğer böyle bir
senaryo (şayet) gerçekse, şu unsurları içinde barındırır. Erdoğan açısından
dördüncü dönem ya da ömür boyu iktidar hedefi için Öcalan’ın serbest
bırakılması gibi hamlelerin pazarlık konusu olması olasıdır. DEM açısından
bakıldığında Parti’nin bu süreçte tarihsel bir rol oynayabileceği
anlaşılmaktadır. Ancak böylesi bir anlaşma, hem Kürt kamuoyu hem de Türkiye
geneli için çok ciddi siyasal ve toplumsal sonuçlar doğurabilir. Üçüncüsü ise eğer
bu plan hayata geçerse, Erdoğan-Bahçeli paradigması, ideolojik bir dönüşüm
geçirmek zorunda kalabilir.
Umut Hakkı: Öcalan ve Hukuki-İdeolojik Çerçeve
Umut Hakkı, uluslararası hukukta ve insan hakları yazınında
özellikle ömür boyu hapis cezası alan kişilere, cezanın gözden geçirilmesi ve
şartlı tahliye gibi bir olanak sunulması gerektiğini ifade eder. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi (AİHM) de Türkiye’nin bazı kararlarında bu hakkı tanımasını
istemiştir. AİHM, Öcalan’ın yargılanma sürecini ve ceza koşullarını defalarca
değerlendirmiştir. Türkiye’nin Öcalan için "umut hakkı" tanımadığına
dair eleştiriler, hem uluslararası hem de iç hukuk bağlamında gündeme gelmiştir.
Öcalan’a umut hakkı tanınması, hem Kürt meselesinde bir diyalog kapısı açabilir
hem de uluslararası hukuka uyum konusunda bir jest olarak değerlendirilebilir.
Umut Hakkı ve Erdoğan-Bahçeli Paradigması
Daha önce
belirtildiği üzere Erdoğan-Bahçeli paradigması, merkeziyetçi ve
milliyetçi-muhafazakâr bir çerçeveye dayanıyor. Ancak umut hakkının Öcalan’a
tanınması gibi bir hamle, bu paradigmanın milliyetçi tabanında ciddi
çatışmalara yol açabilir. Bahçeli’nin liderliğindeki MHP, Öcalan konusunda katı
bir tutuma sahiptir. Böyle bir adım, MHP’nin bu paradigmadaki rolünü
zayıflatabilir ve Cumhur İttifakı’nın iç dengelerini bozabilir. Erdoğan’ın
anayasa değişikliği için gereksinim duyduğu DEM Parti desteği umut hakkının
tanınması gibi bir öneriyle sağlanabilir. Ancak bu, milliyetçi kesimler
tarafından ihanet olarak görülebilir.
Kürt Meselesinde Umut Hakkı
Umut hakkı,
Kürt meselesinde çözüm sürecine yeni bir bağlam kazandırabilir. Öcalan’ın
pozisyonu ve PKK üzerindeki etkisi bu hakkın tanınmasını Kürt kamuoyunda olumlu
bir gelişme olarak gösterebilir. Öcalan’ın umut hakkı karşılığında PKK’nın
silahsızlanması için çağrı yapması Türk devletinin uzun süredir hedeflediği bir
sonuç olabilir. Umut hakkı, sadece Öcalan’ın serbest bırakılmasını değil, Kürt siyasal
hareketinin taleplerinin bir kısmının kabul edilmesini de içerebilir. Bu,
anayasa değişikliği gibi kritik süreçlerde pazarlık gücü yaratır.
Toplumsal ve Siyasal Yansımalar
Umut hakkının tanınması, Türkiye genelinde çok yönlü
tepkilere yol açabilir. Türk kamuoyunda, özellikle milliyetçi ve muhafazakâr
seçmenlerde, Öcalan’a umut hakkı verilmesi derin bir kutuplaşma yaratabilir.
Türkiye’nin umut hakkını tanıması, Avrupa Birliği ve AİHM nezdinde olumlu bir
adım olarak algılanabilir. Ancak bunun Türkiye’nin Kürt meselesindeki
yaklaşımını ne kadar değiştireceği belirsizdir.
Ara Değerlendirme
Anayasa değişikliği, Erdoğan’ın siyasal geleceği ve Kürt
meselesinin çözümü gibi kritik konuların iç içe geçtiği bu senaryoda, umut
hakkı stratejik bir pazarlık unsuru olarak kullanılabilir. Ancak bu,
Erdoğan-Bahçeli paradigmasının sınırlarını zorlayan bir gelişme olacaktır. Erdoğan,
DEM Parti’nin desteğini alarak anayasa değişikliği hedefine ulaşabilir. Bahçeli
ve MHP’nin bu süreçte nasıl bir pozisyon alacağı, Cumhur İttifakı’nın
geleceğini belirleyebilir. Umut hakkı Kürt meselesinde yeni bir diyalog sürecinin
kapısını aralayabilir. Ancak bu süreç sadece Öcalan üzerinden değil, daha geniş
toplumsal talepler üzerinden şekillenmek zorundadır.
BAHÇELİ VE MHP
AÇISINDAN
Bu girişimin ön plandaki aktörü MHP Başkanı Devlet
Bahçeli'dir. Bu tespit oldukça önemlidir. Devlet Bahçeli, Cumhur İttifakı’nın
temel aktörlerinden biri olarak, özellikle "devletin bekası" söylemi
üzerinden belirleyici bir rol oynamaktadır. Bahçeli’nin bu tür bir girişimde
öne çıkması, hem Erdoğan-Bahçeli paradigmasının dinamikleri hem de MHP’nin bu
süreçteki stratejik pozisyonu açısından dikkatle değerlendirilmesi gereken bir
durumdur.
Bahçeli, MHP’nin ideolojik duruşu ve stratejik pozisyonu ile
Erdoğan’ın ittifak politikasını şekillendiren kilit bir aktördür. Devletin bekası
söylemi bu bağlamda önem taşımaktadır.
Bahçeli’nin siyasetinde "devletin bekası" merkezi bir yer
tutar. Kürt meselesi ve Öcalan’ın geleceği gibi konular bu söylemin odak
noktalarından biridir. Bahçeli’nin desteği olmadan böyle bir girişim Cumhur
İttifakı içinde mümkün olamaz. Bahçeli, PKK’ya karşı sert güvenlik
politikalarının en güçlü savunucularından biridir. Ancak bu sert duruş
gerektiğinde siyasal manevra alanı yaratmak için yumuşatılabilir. Bu durum,
Bahçeli’nin esnek bir strateji izleyebileceğini gösterir.
Bahçeli’nin bu süreçte liderlik yapması veya öne çıkması üç
değişik etmenle açıklanabilir. Birincisi MHP’nin ideolojik hegemonyasıdır.
Cumhur İttifakı içinde MHP’nin ideolojik etkisi büyüktür. Bahçeli’nin bu
girişime liderlik etmesi, milliyetçi tabanın desteğini kaybetmeden süreci
yönetmek için bir strateji olabilir. İkincisi ittifak içi güç dengesi
etmenidir. Erdoğan, anayasa değişikliği ve Kürt meselesinde
Bahçeli’nin desteğine muhtaçtır. Bahçeli, bu gücü Erdoğan üzerinde bir denetim
mekanizması olarak kullanabilir. Üçüncü etmen ise MHP’nin kendi tabanını pekiştirme
kaygısıdır. Eğer Öcalan ile ilgili bir adım atılacaksa, Bahçeli’nin süreci
yönetmesi, milliyetçi tabanı sakinleştirme ve MHP’nin bu hamledeki rolünü
meşrulaştırma amacı taşıyabilir. Ancak, Bahçeli’nin öne çıkması, MHP açısından
hem fırsatlar hem de riskler barındırır. Fırsatlardan birincisi Devletin güçlü
görünümünü sağlamasıdır. Bahçeli Kürt meselesini "devleti
zayıflatacak" bir sorun yerine, çözüm sürecinde "devletin
gücünü" gösteren bir hamle olarak sunabilir. İkincisi ise ittifakın
güçlenmesidir. Erdoğan’a verdiği destekle Cumhur İttifakı’nı daha da
pekiştirir ve MHP’nin stratejik ağırlığını artırır. Risklerden birincisi taban
tepkisidir. MHP’nin
milliyetçi tabanı, Öcalan’a yönelik bir "umut hakkı" girişimini ya da
pazarlık sürecini kabul etmekte zorlanabilir. İkinci zayıf nokta ise paradigmanın
çatlaması olasılığıdır. Erdoğan-Bahçeli paradigmasının temelinde
güçlü bir güvenlikçi ve milliyetçi duruş yer alır. Öcalan konusunda bir esneme,
paradigmanın ideolojik bütünlüğünü sarsabilir.
Bunlara karşın Bahçeli’nin bu girişimdeki liderliği, Kürt
meselesi üzerinden ulusal ve uluslararası kamuoyuna çeşitli mesajlar verebilir.
Bu mesajlardan birincisi ulusal kamuoyuna verilecek mesajdır. Bahçeli,
bu süreci "devlet aklı" çerçevesinde bir "beka meselesi"
olarak çerçeveleyerek MHP tabanını ikna etmeye çalışabilir. İkincisi ise uluslararası
kamuoyuna verilecek mesajdır. Türkiye’nin Kürt meselesinde esneklik
gösterebileceğine dair bir mesaj, Batı ile ilişkilerde Türkiye’nin elini
güçlendirebilir.
Bahçeli bu süreçte belirleyici bir rol oynarsa, bunun birkaç
önemli sonuçları olacaktır. Bunlardan birincisi MHP’nin stratejik gücü ile ilgilidir. Bahçeli, Erdoğan
üzerindeki etkisini artırarak MHP’nin hem Cumhur İttifakı içindeki hem de
Türkiye siyasetindeki stratejik önemini pekiştirebilir. İkincisi Kürt sorununda
yeni bir eşik oluşturmakla
ilgilidir. Öcalan ve umut hakkı gibi konuların gündeme gelmesi,
Türkiye’nin Kürt meselesinde yeni bir paradigma oluşturabilir. Üçüncüsü ise Cumhur
İttifakı’nın Dönüşümü ile ilgilidir.
Böyle bir girişim, Erdoğan-Bahçeli paradigmasının sınırlarını yeniden
tanımlayabilir ve daha esnek bir yapı ortaya çıkarabilir.
Bahçeli bu sürecin sonunda MHP’nin milliyetçi tabanını
koruyarak nasıl bir liderlik stratejisi geliştirebilir? Ve, bu süreç, Cumhur
İttifakı’nın geleceğini nasıl şekillendirir? Bahçeli önceki demeçlerinde DEM
Parti ve öncüllerini Türk düşmanı olarak itham ederek bu partinin Anayasa
Mahkemesi tarafından kapatılmasını istemiş ve bu isteği Anayasa mahkemesince
kabul edilmeyince Anayasa Mahkemesinin de kapatılması gerektiğini söylemişti. Bahçeli’nin
geçmişteki bu sert söylemleri, MHP’nin siyasal çizgisi ve milliyetçi duruşu
açısından tutarlıdır. Özellikle Kürt siyasal hareketinin temsilcisi olarak
görülen partilere yönelik bu tür açıklamalar, MHP’nin tabanını pekiştirmeyi ve
Cumhur İttifakı’nın güvenlikçi ve milliyetçi çerçevesini güçlendirmeyi
hedeflemiştir. Ancak böyle bir geçmiş bağlamında Bahçeli’nin şimdi DEM Parti’yi
çözüm süreçlerine dâhil eden bir yaklaşım sergilemesi, siyasal olarak önemli
çelişkiler ve sorular doğuracaktır.
Bahçeli’nin DEM Parti’yi daha önce "Türk düşmanı"
ilan etmesi ve şimdi olası bir anayasa değişikliği sürecinde bu partiyi bir
ortak olarak görmesi arasında keskin bir zıtlık bulunuyor. Bu durum yararcı bir strateji olarak
görülebilir. Bahçeli, milliyetçi söylemlerini kendi tabanını
güçlendirmek ve Cumhur İttifakı’nın genel politikalarını desteklemek için
kullanmıştır. Ancak mevcut durumda, Erdoğan’ın anayasa değişikliği hedefine
ulaşması için DEM Parti’nin desteğine gereksinim vardır. Bu gereksinim söylemde
bir yumuşamayı zorunlu kılabilir. Ya da zorunlu bir değişimi ifade eder. MHP, Cumhur İttifakı’nın küçük ortağı olarak,
ittifakın devamlılığını sağlamak için bazı ödünler vermek zorunda kalabilir.
DEM Parti ile dolaylı bir işbirliği, bu bağlamda bir stratejik zorunluluk
olabilir.
Öte yandan Bahçeli’nin daha önce DEM Parti’nin kapatılmasını
istemesi ve Anayasa Mahkemesi’ni bu konuda hedef alması, MHP’nin Kürt
meselesine dair geleneksel yaklaşımını yansıtır. Bunun amacı DEM Parti’yi marjinal
parti haline getirmektir. Bahçeli, bu taleplerle Kürt siyasal hareketinin
meşruiyetini zayıflatmayı ve MHP’nin milliyetçi tabanını güçlendirmeyi
amaçlamıştır. Anayasa Mahkemesi’ne saldırı ise DEM Parti’nin
kapatılmaması nedeniyle MHP için bir yenilgi olarak görülmüş ve bu yenilgi,
Anayasa Mahkemesi’nin kapatılması gibi daha radikal söylemlerle telafi edilmeye
çalışılmıştır.
Ancak, Bahçeli’nin şimdi DEM Parti’yi dolaylı da olsa
anayasa değişikliği sürecine dâhil edecek bir paradigmayı desteklemesi, bu
geçmiş söylemlerle çelişir. Bu durum, "MHP tabanını nasıl ikna
edecek?" sorusunu gündeme getirecektir. Bahçeli, DEM Parti ile
doğrudan bir işbirliği içinde olmadığı, ancak sürecin genel çerçevesini
şekillendiren lider olduğu algısını yaratmaya çalışabilir. Bu strateji birkaç
adımı içerebilir: Birincisi milliyetçi söylemleri sürdürmektir.
Bahçeli, sürecin "devletin bekası" için zorunlu olduğunu vurgulayarak
milliyetçi tabanını sakinleştirebilir. İkincisi DEM Parti’yi meşru göstermemek
yöntemidir. DEM Parti ile doğrudan işbirliği içinde olmadığını, ancak çözüm
sürecinin bir devlet politikası olduğunu savunabilir. Üçüncüsü ise güvenlik güvenceleri
sunmaktır. Sürecin PKK’nın tamamen tasfiye edilmesi ve Öcalan’ın kontrol
altına alınmasıyla sonuçlanacağını öne sürerek tabanını ikna etmeye
çalışabilir.
Bahçeli’nin Anayasa Mahkemesi’ni kapatma talebi, Türkiye’de
hukuk devleti ilkesine aykırı bir yaklaşım olarak eleştirilmişti. Şimdi ise bu
mahkemenin varlığı ve kararları, anayasa değişikliği sürecinin meşruiyeti
açısından kritik önemdedir. Hukuki meşruiyet sorunu açısından Anayasa
Mahkemesi’nin kapatılması gerektiğini savunan bir liderin, anayasa değişikliği
gibi önemli bir süreçte bu mahkemenin onayına gereksinim duyması bir paradoks
yaratır. Bu amaçla toplumun siyasal açıdan ikna edilmesi gerekir.
Bahçeli, kendi tabanını ve genel kamuoyunu, bu süreçte hukukun üstünlüğüne
uyulduğuna ikna etmek zorundadır.
Ara Değerlendirme
Bahçeli’nin geçmişteki söylemleri ve şimdiki olası rolü
arasında ciddi bir çelişki vardır. Bahçeli, "devletin bekası için
gerektiğinde yararcı adımlar atılabilir" söylemini vurgulayarak bu süreci
meşrulaştırabilir. Bahçeli DEM Parti ile doğrudan bir ittifak içinde
olmadığını, ancak devletin çıkarları için bir strateji yürütüldüğünü açıklayabilir.
Anayasa Mahkemesi konusunda ise süreç boyunca MHP’nin kilit bir aktör olduğunu
göstermek Bahçeli’nin liderliğini güçlendirebilir. Bu sürecin başarıyla
yönetilmesi, Bahçeli’nin Türk siyasetindeki rolünü daha da pekiştirebilir.
Ancak süreç kötü yönetilirse, MHP iktidar ortağı olarak iktidarın tüm
nimetlerini partisi ve partinin üyeleri için kullanmaktadır. Cumhur İttifakı
dağılırsa bu büyük olanağı kaybedecektir. Bu nedenle partisinin üstünlüklerini
ve iktidar olmanın avantajlarını korumak için AKP ile iktidarı sürdürmeyi
yaşamsal önemde görmektedir. Bu nedenle kendi partisi içinde bu stratejiyi
kolaylıkla yönetebilir ve sürdürebilir. Bu çok güçlü bir yargıdır. MHP’nin
iktidar ortağı olarak Cumhur İttifakı’nın sağladığı avantajlardan faydalandığı
ve bu konumun korunmasının Bahçeli açısından stratejik bir zorunluluk olduğu
açıktır. Bahçeli’nin partisi üzerindeki güçlü liderlik otoritesi ve milliyetçi
tabanının disiplinli yapısı, bu stratejiyi yönetmesini ve sürdürebilmesini
kolaylaştıracaktır.
MHP’nin iktidar ortağı olarak sağladığı avantajlar, partinin
stratejik konumunu güçlendirmektedir. Örneğin bürokrasiye erişim bunlardan
biridir. MHP, özellikle kritik devlet kurumlarında etkili pozisyonlar elde
ederek bürokraside ağırlığını çok önemli oranda artırmıştır. İkincisi tabanın
taleplerini karşılama potansiyelidir. MHP, yerel yönetimlerden
merkezi hükümet desteğine kadar üyelerine ve seçmenlerine ciddi ayrıcalıklar
sunabilir duruma gelmiştir. Öte yandan ideolojik hegemonya olgusu oluşturulmuştur.
MHP’nin güvenlikçi ve milliyetçi politikaları, Cumhur İttifakı’nın ideolojik
çerçevesini belirlemede kilit rol oynamaktadır.
Bahçeli’nin bu stratejiyi sürdürebilmesi partinin disiplinli
yapısı ve liderlik otoritesi sayesinde mümkün olmaktadır. Bahçeli, parti içinde
herhangi bir muhalefete izin vermeyen güçlü bir lider olarak biliniyor. Bu,
stratejik kararların kolaylıkla kabul edilmesini sağlıyor. Bahçeli, partinin
milliyetçi kimliğini sürekli vurgulayarak tabanı bir arada tutmayı başarıyor. Bu
söylem, iktidarın nimetlerinden faydalanmanın bir "devlet bekası"
görevi olarak görülmesine yardımcı oluyor. MHP’nin tabanı, parti liderliğine
yüksek düzeyde sadakat gösteriyor. Bu sadakat olası eleştirileri en aza
indirgemektedir.
Cumhur İttifakı’nın dağılması MHP için riskler de
içermektedir. Cumhur İttifakı’nın sona ermesi durumunda MHP’nin karşı
karşıya kalabileceği riskler, Bahçeli’nin bu ittifakı koruma konusundaki
kararlılığını açıklıyor. İttifakın sona
ermesi, MHP’nin devlet mekanizmalarındaki etkisini kaybetmesi anlamına gelir. Oy
kaybı riski üzerinde durulması gereken bir başka risktir. İktidarda olmanın
avantajları sayesinde etkinleştirilen seçmen desteği, muhalefete geçilmesi
durumunda zayıflayabilir. Cumhur İttifakı’nın dağılması, MHP’yi yeni bir
ittifak arayışına zorlayabilir. Ancak Bahçeli’nin diğer muhalefet partileriyle işbirliği
yapması zor görünmektedir.
Bahçeli, yukarıdaki riskleri göz önünde bulundurarak Cumhur
İttifakı’nın devamlılığını bir zorunluluk olarak görmektedir. Bahçeli, iktidarı
korumak için Öcalan’ın umut hakkı ya da diğer süreçleri desteklemek gibi
dolaylı işbirliklerine açık görünebilir. Ancak bu, dikkatlice yönetilen bir
"devlet politikası" çerçevesinde sunulacaktır. Bahçeli, parti içinde
bu stratejiyi sorgulayabilecek herhangi bir muhalefeti hızlıca etkisiz hale
getirebilir. Bahçeli, Cumhur İttifakı’nın Türkiye’nin bekası için bir zorunluluk
olduğunu vurgulamaya devam ederek bu stratejiyi tabanına kolaylıkla kabul
ettirebilir.
Bahçeli’nin, Cumhur İttifakı’ndan elde edilen avantajları
koruma konusunda güçlü bir liderlik sergilediği açıktır. DEM Parti ya da Kürt
meselesi gibi hassas konularda atılacak adımlar, Bahçeli’nin milliyetçi söylemi
ve liderlik otoritesi sayesinde parti içinde ve tabanında bir sorun
yaratmayabilir. Bu süreç, MHP’nin siyasal varlığını ve gücünü koruma
stratejisinin bir parçası olarak değerlendirilebilir.
Bu bağlamda şu temel soru gündeme geliyor: Bahçeli,
Erdoğan’ın anayasa değişikliği hedefini desteklerken Cumhur İttifakı’nın
bütünlüğünü daha da pekiştirecek bir yöntem geliştirebilir mi? Yoksa bu süreç,
ittifak içinde uzun vadeli bir kırılmaya neden olabilir mi?
Kanımca olmaz. Üstelik Bahçeli “Kürt sorununu ben çözdüm”
diyerek ulusal kahraman haline gelebilir. Bu perspektif oldukça mantıklı ve
Bahçeli’nin stratejik zekâsını göz önünde bulundurduğumuzda gerçekçi görünüyor.
Kürt sorununun çözüm sürecinde önemli bir aktör haline gelmesi, Bahçeli’ye
sadece MHP içinde değil, Türk milliyetçi çevrelerinde de tarihi bir liderlik
rolü sağlayabilir. Bu durum, "Bahçeli’nin ulusal kahramanlık
statüsü" fikrini güçlendiren bir dizi avantaj sunacaktır.
Bahçeli, Kürt sorununu çözüm süreciyle nihayete erdirirse,
bunu bir "devletin bekasını kurtarma" başarısı olarak
sunabilir. Bu yaklaşım, milliyetçi tabanı PKK’nın tasfiyesini ve Öcalan’ın
etkisizleştirilmesini "zafer" olarak görecek şekilde seferber
edebilir. Kürt meselesinde radikal söylemler yerine sonuç odaklı bir liderliği
ödüllendirme eğilimine yönlendirebilir.
Bahçeli’nin Kürt sorununu çözümdeki rolü, Cumhur İttifakı’nı
daha da pekiştirebilir. Erdoğan’a karşı güç dengesini sağlama olanağı verir.
Bu başarı, Bahçeli’nin Cumhur İttifakı içinde daha güçlü bir ortak olarak
algılanmasına yol açabilir. Öte yandan Kürt seçmenler arasında olmasa bile,
Türk milliyetçileri ve muhafazakâr seçmenler arasında Bahçeli’nin
popülaritesini artırabilir.
Bahçeli, Kürt sorununu çözerek ulusal kahraman statüsü
kazandığında, adını MHP ve Türk siyasal tarihinde kalıcı bir lider olarak
yazdırabilir. Kürt meselesinin çözümü, Bahçeli’nin adını tarih kitaplarına
yazdırabilir. Bahçeli, bu süreçle birlikte MHP’yi sadece güvenlikçi bir parti
değil, sorun çözen bir siyasal aktör olarak konumlandırabilir.
Bahçeli’nin güçlü hitabet yeteneği, bu süreçte ortaya
çıkabilecek eleştirileri bastırmada etkili olacaktır. Örneğin, Bahçeli, çözüm
sürecini PKK’nın tasfiye edilmesi ve silahlı mücadelenin sona erdirilmesi
olarak çerçevelendirerek milliyetçi seçmeni tatmin edebilir. Bunun da ötesinde
Öcalan’ın süreçteki rolü, bir liderden çok, kendi örgütünü silahsızlandırmaya
zorlanan bir figür olarak sunulabilir. Tabii ki bu sürecin bazı riskleri de
bulunuyor. Ancak Bahçeli, bu riskleri stratejik bir şekilde yönetebilir. Bahçeli,
sürecin MHP’nin ilkeleriyle uyumlu olduğunu vurgulayan güçlü bir söylem
kullanarak parti içi muhalefeti etkisiz hale getirebilir. Sürecin kontrollü bir
şekilde yönetilmesi ve güvenlik güçlerinin hazır durumda tutulması olası ters
tepkileri engelleyebilir.
Bahçeli’nin Kürt sorununda çözüm sürecinin merkezinde yer
alması, onu ulusal bir kahraman olarak yüceltebilir. Bu süreç, hem Cumhur
İttifakı’nın geleceğini hem de Bahçeli’nin liderlik mirasını güçlendirebilir. Eğer
Bahçeli, bu hedef doğrultusunda kararlı adımlar atarsa, Türk siyasal
tarihinde "devlet adamı" rolüyle hatırlanma fırsatını yakalayabilir.
Ancak bu süreçte Erdoğan ile uyum içinde hareket etmesi ve süreci dikkatli bir
şekilde yönetmesi gerekecektir. MHP’nin "çözüm sürecini başarıyla yöneten
parti" kimliğini benimsemesi, partinin geleceğini nasıl şekillendirir? Bu
bağlamda en önemli sorunu Öcalan ile PKK yöneticileri yaşayacaktır. Öcalan'ın
gücü ve isteği PKK yöneticilerini silah bırakmaya, demobilizasyona ve örgütü
tasfiye etmeye yetmeyebilir. Bu durum oldukça kritik ve Öcalan’ın gücü ile PKK
yöneticilerinin silah bırakması ve örgütün tasfiyesi arasındaki ilişkiyi
anlamak için önemli bir dinamik sunuyor.
PKK VE ÖCALAN
AÇISINDAN
Öcalan’ın Etkisi ve Meşruiyeti
Öcalan, PKK üzerindeki etkisi ve otoritesi nedeniyle, teorik
olarak örgütün silah bırakma ve tasfiyesi için bir yetkili figür olarak
değerlendirilebilir. Ancak, PKK’nın lider kadrolarında, özellikle silahlı
mücadeleyi devam ettiren kesimler arasında, Öcalan’a yönelik ciddi bir itiraz
olabilir. Bu kişiler, Öcalan’ın silah bırakma çağrısını içselleştirmeyebilir.
PKK’nın silahlı kanatları, Öcalan’ın çağrısına karşın silahlı mücadeleyi
sürdüren aktörler olarak öne çıkabilir. Bu durum tasfiye sürecinde ciddi bir
sorun oluşturabilir.
Öcalan’ın liderliği ve çağrıları PKK içerisindeki direniş
noktalarıyla sınanabilir. Bunlardan birincisi dirençli silahlı kanatlardır. Öcalan, yıllardır PKK liderliği üzerinde
belirli bir kontrol sağladıysa da, PKK’nın silahlı kanatları bu tür çağrılara
direnç gösterme kapasitesine sahip olabilir. İkincisi Öcalan’ın İmralı’da tecridi
onun PKK liderliği üzerindeki etkisini sınırlayabilir ve silah bırakma
çağrılarının etkisini zayıflatabilir. Üçüncüsü Öcalan’ın kararları, PKK
içindeki önde gelen isimler tarafından kabul edilmezse, bu, silah bırakma
sürecinin başarısızlıkla sonuçlanmasına yol açabilir.
PKK’nın silahlı kanatlarının silah bırakma ve örgüt
tasfiyesine direnç göstermesi için bazı stratejiler geliştirmesi olasıdır.
PKK’nın silahlı liderleri, örgütlenmeyi başka bir biçimde sürdürmek için
alternatif stratejiler geliştirebilir. Öcalan’ın çağrılarının PKK liderliği
tarafından kabul edilmemesi durumunda, bu direniş PKK içinde iç çatışmaları
tetikleyebilir. PKK’nın silahlı kanatları, Öcalan’ın çağrısına karşı çıkarak,
silah bırakma çağrılarını Kürt hareketinin aleyhine bir teslimiyet olarak
değerlendirebilir.
En önemli engel ise PKK’nın mevcut liderlerinin ve
kadrosunun devre dışı kalması olasılığıdır. Paradigmada şimdilik bugünkü
yöneticiler ve kadro yer almamaktadır. Bu kişilerin ve hüküm giymiş olan
PKK’lıların geleceklerini güvence altına almadan (af gibi) kalıcı bir çözüme
kavuşmak olanaklı olmayacaktır. Bu durum şimdilik karanlıklar içindedir.
Öcalan’ın PKK üzerindeki etkisi, örgütün mevcut durumuna
göre kısıtlı olabilir. Öcalan’ın tecrit koşulları ve etkisinin zayıflaması, PKK
içindeki lider kadroları üzerinde tam bir kontrol sağlamasını zorlaştıracaktır.
PKK içinde Öcalan’ın liderliğinden bağımsız olarak hareket eden yeni kuşak
liderler silahlı mücadeleyi sürdürme kararlılığı gösterebilirler.
Ara Değerlendirme
Öcalan’ın PKK üzerindeki etkisi, silah bırakma ve örgüt
tasfiyesi süreçlerinde önemli bir etmendir. Ancak, PKK içindeki liderlik
yapısı ve silahlı kanatlar bu çağrılara direnç gösterebilir. Bu direncin nedenleri
arasında Öcalan’ın PKK üzerindeki sınırlı etkisi, silahlı kanatların direnç
stratejileri ve Öcalan’ın çağrılarına yönelik PKK içindeki muhalefet yer
alacaktır
Paradigmanın bu süreçte karşılaşabileceği en büyük sorun,
Öcalan’ın PKK’yı tasfiye etme kapasitesine sahip olmaması olabilir. Bu durum sürecin
başarısız olmasına ve Cumhur İttifakı’nın hedeflerinin gerçekleşmemesine
neden olabilir. Bir başka unsur da
PKK'nın örgütsel yapısıdır. PKK pek çok değişik yerel örgütten oluşuyor. Böyle
bir anlaşma olsa bile küçük ve dağınık PKK birimleri kendi kararlarını
belirlemede kendilerini serbest kabul edebilirler. Bu çok önemli bir noktaya
işaret ediyor. PKK’nın örgütsel yapısı, özellikle yerel birimlerin özerk
hareket etme kapasiteleri nedeniyle merkezi kararların her bir birim
üzerinde etkili olmasını zorlaştırabilir.
PKK, geleneksel olarak merkezi yönetimden bağımsız hareket
eden birçok yerel örgütlenmeden oluşan bir yapıya sahiptir. PKK, yerel
bölgelere dayalı olarak örgütlenmiş (yerel otonom güçler) bir
yapıya sahiptir. Bu yapının, örgütün merkezi liderliğinden bağımsız hareket
etme yeteneği vardır. Öte yandan Öcalan’ın ve PKK’nın merkezi liderliğinin
aldığı kararlar, yerel birimler tarafından kabul edilmezse bu kararların
etkisizleşmesi mümkündür. Yerel birimlerin merkezi kararları reddetmesi, silah
bırakma ve örgüt tasfiyesi süreçlerinde zafiyet yaratabilir. Bu zayıflıklar merkezi
emirleri tanımama ve bazı
PKK birimlerinin merkezi liderlikten gelen emirleri kendi bölgesel çıkarları
doğrultusunda görmezden gelme şeklinde ortaya çıkabilir. Bağımsız (özerk, otonom)
örgütlenmeler kendi örgütlenme yapılarına dayanarak silahlı mücadelenin
devamını savunabilir. PKK’nın yerel birimleri sahada daha fazla deneyime ve
bağımsız karar alma yeteneğine sahip olabilirler.
Öcalan’ın PKK üzerindeki etkisinin zayıfladığı bir durumda
ve özellikle de yerel birimlerin özerkliği söz konusu olduğunda PKK üzerindeki
merkezi yetkileri ve liderlik kapasitesi, yerel birimler tarafından kabul
edilmemesi durumunda zayıflar. PKK’nın bazı birimleri, Öcalan’ın kararlarına
karşı çıkarak kendi bağımsızlıklarını talep edebilirler.
Eğer PKK’nın yerel birimleri bağımsız hareket edebilirse
Öcalan’ın silah bırakma ve tasfiye yönünde aldığı kararlar bazı yerel birimler
tarafından göz ardı edilebilir. PKK’nın silahlı kanatlarının yerel
bağımsızlıklarını korumaları durumunda silah bırakma ve örgüt tasfiyesinin
başarılı olma olasılığı düşer.
Bahçeli ve Erdoğan, bu tür yerel bağımsızlıkları engellemek
adına ne tür stratejiler geliştirebilir? Bunlar arasında önde gelen zorlayıcı
güvenlik politikalarıdır. Bölgesel birimlerin bağımsız hareket etmesini
engellemek için yoğun güvenlik tedbirleri ve baskı yöntemleri kullanılabilir.
İkincisi eşgüdüm mekanizmaları
kurmaktır. PKK’nın yerel birimlerinin merkezi otoriteyle uyumlu
hareket etmelerini sağlamak amacıyla daha sıkı eşgüdüm mekanizmaları
geliştirilmesi gerekebilir. Bu stratejilerin ne kadar etkili olacağı ise
PKK’nın yerel dinamiklerine ve bu yapının nasıl yönetileceğine bağlı olacaktır.
Yerel birimlerin özerk hareket etme yetenekleri, Bahçeli’nin
ve Cumhur İttifakı’nın Kürt meselesini çözme planlarında zorluk çıkarabilir. Elde
edilen başarı kısa ömürlü olur.
Yeniden sıfır noktasına dönülebilir.
Bu çok önemli bir yargıdır ve PKK’nın yerel birimlerinin bağımsız hareket etme
yeteneği göz önüne alındığında, elde edilen başarıların kısa ömürlü olma
ihtimali kuvvetle olasıdır.
PKK’nın bölgesel birimlerinin bağımsız hareket etmesi, silah
bırakma sürecinin başarısızlığı durumunda bu birimlerin yeniden silahlı mücadeleye geri dönebilmesine yol açabilir. Eğer
yerel birimler, merkezi liderlikten gelen kararları reddeder ve bağımsız
hareket ederlerse, örgütte tekrar silahlı çatışmalar başlayabilir. Bu durum,
uzun vadede yeniden silahlı çatışmalara yol açabilir ve elde edilen başarının
sürdürülebilirliğini tehlikeye atabilir.
Eğer bu bağımsızlık eğilimleri göz önünde bulundurulmazsa PKK’nın
yerel birimleri silahlı mücadeleyi devam ettirirse, güvenlik sorunları yeniden
patlak verebilir. Bahçeli ve Erdoğan, bu tür yerel ayrışmaları önleyemezlerse,
mücadele edilen sorun yeniden büyüyebilir.
Devlet, bu potansiyel sorunları önlemek için bazı
müdahaleler geliştirebilir, ancak her zaman etkili olmayabilir. Örgüt içindeki
bölünmeleri önlemek adına, devletin daha
sıkı güvenlik ve kontrol politikaları uygulaması gerekebilir. Ancak,
PKK’nın kendi iç dinamikleri göz önüne alındığında, örgütün yerel birimlerinin
özerkliklerini kaybetmeleri kolay olmayabilir.
PKK’nın yerel birimleri, bağımsız hareket etmeleri
durumunda, örgütü yeniden silahlı mücadeleye yönlendirme kapasitesine sahiptir.
Bu da, PKK’nın silahsızlandırılması sürecinin başarısız olma ihtimalini
artırır. Bahçeli ve Cumhur İttifakı, bu tür potansiyel örgütsel ayrışmaları
dikkate alarak uzun vadeli bir çözüm geliştirmek zorunda kalabilirler.
GENEL SONUÇ: BAHÇELİ-ERDOĞAN
PARADİGMASI NEDİR?
Erdoğan ve Bahçeli’nin liderliğinde oluşturulan Cumhur ittifakı
iki partinin özellikle anayasal reformlar, güvenlik politikaları ve Kürt
sorununda birlikte hareket etmesini ifade etmektedir. MHP, iktidarın en büyük
ortaklarından biri olarak, Erdoğan’ın güçlü liderliğine destek sunarken,
Bahçeli’nin sağladığı bu desteğin karşılığında partinin avantajlarını,
bürokrasiyi ve kadrolaşmayı kullanmasına olanak tanımaktadır. Bahçeli’nin Kürt
sorununda etkin bir rol oynaması ve PKK’nın silah bırakması gibi bir çözüm
sürecine Erdoğan’ın açık olması, bu ittifakın temel dinamiklerinden biridir.
PKK’nın tasfiyesi, Öcalan’ın etkisizleştirilmesi ve silah bırakma süreçleri bu
ittifakın kritik konularından biri olarak ortaya çıkmaktadır. Bahçeli, Cumhur
İttifakı’nın bir parçası olarak, Erdoğan’ın üçüncü dönem ya da ömür boyu
Cumhurbaşkanlığı için gereksinim duyduğu anayasa değişikliklerinin destekçisidir.
Bahçeli’nin desteği ve Cumhur İttifakı’nın parlamentodaki çoğunluğu sayesinde,
Erdoğan’a anayasal değişikliklerde ya da iktidar sürekliliği ile ilgili kritik
konularda avantaj sağlar. Erdoğan ve Bahçeli, milliyetçi söylem ve politikalar
etrafında birleşirler. Bahçeli, PKK’ya yönelik sert tutum ve güvenlikçi
politikaların öncüsü olurken, Erdoğan’ın Kürt sorununun çözümü ile ilgili
atacağı adımlarda Bahçeli’nin desteği bu söylemi pekiştirir. Bahçeli’nin
"terörle mücadele" vurgusu, güvenlik stratejilerinin milliyetçi bir
çerçeve içinde daha da sertleşmesine katkı sağlar. Kürt sorununda Öcalan’ın
etkisizleştirilmesi ve PKK’nın silah bırakması, Bahçeli’nin liderlik rolünü
güçlendirirken, Erdoğan’ın bu sürece destek vermesi, Bahçeli’yi milliyetçi
camiada daha da meşrulaştırır. Erdoğan ve Bahçeli, bu süreçle hem kısa vadeli
güvenlik kazanımlarını hem de uzun vadeli iktidar hedeflerini korumayı amaçlar.
Erdoğan-Bahçeli paradigması, Cumhur İttifakı’nın uzun
vadeli sürdürülebilirliği ve Türk milliyetçiliği ekseninde güvenlikçi
politikaların yürütülmesi temelinde şekillenir. Kürt sorununda bir çözüm
sürecinin birlikte yönetilmesi ve anayasal değişikliklerle Erdoğan’ın güçlü
liderliğinin devamının sağlanması bu paradigmada kritik öneme sahiptir.
Yukarıdaki görüşler dikkatli bir bakış açısıyla kaleme
alınmıştır. Bu aşamada resmi açıklamalar ve kamuoyuna verilen bilgiler yok
denecek kadar azdır. Sadece bir paradigmadan söz edilmiştir. Öcalan ile yapılan
görüşmenin ayrıntıları açıklıkla kamuoyuna anlatıldığında bu yazının gözden
geçirilmesine ve belki de yeniden yazılmasına gereksinim duyulabilecektir.
[1]
Demobilizasyon, seferberlik durumundan uzaklaşma, silah bırakma, savaş durumuna
son verme.
[2]
Demokratik konfederalizm İmralı Cezaevi'nde PKK lideri Abdullah Öcalan
tarafından kuramsallaştırılan ve devletsiz bir topluma dayanan siyasi
paradigmadır. Özerklik, doğrudan demokrasi, siyasal ekoloji, feminizm, çok
kültürlülük, öz savunma, öz yönetim kooperatif ekonomisi unsurlarına dayanan
konfederasyon özelliklerine sahip bir demokratik öz örgütlenme sistemine
ilişkin siyasal bir kavramdır. Toplumsal ekoloji, özgürlükçü belediyecilik, Orta
Doğu tarihi ve genel devlet kuramından etkilenen Öcalan, bu konsepti Kürt
ulusal özlemlerinin yanı sıra sınıflı topluma kök salmış bölge ülkelerindeki
diğer temel sorunlara siyasal bir çözüm ve dünyanın dört bir yanındaki halklar
için özgürlük ve demokratikleşmeye giden bir yol olarak sunmaktadır.
[3] Öcalan
tarafından geliştirilen ve ne olduğu bir türlü tanımlanamayan bir PKK söylemi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder