RUSYA-UKRAYNA SAVAŞI
PROF. DR. FİRUZ
DEMİR YAŞAMIŞ
Amiral Soner Polat Türk Silahlı Kuvvetleri'nde görev yapmış
emekli bir amiral ve aynı zamanda askeri strateji üzerine yazıları ve
yorumlarıyla tanınan bir isimdir. Çeşitli televizyon programlarında ve köşe
yazılarında Türkiye'nin savunma politikaları, askeri stratejiler ve güvenlik
konuları üzerine görüşlerini paylaşmıştır. Çeşitli kitapları vardır. Polat,
özellikle Türkiye'nin jeopolitik durumu ve askeri güç projeksiyonlarıyla ilgili
derinlemesine analizler yapmıştır. Soner Polat, 2017 yılında hayatını kaybetti.
Türk Silahlı Kuvvetleri'ndeki uzun yıllara dayanan kariyerinin yanı sıra,
yazıları ve kamuoyundaki etkisiyle de önemli bir figürdü. Vefatından sonra,
onun askeri stratejiye ve güvenlik konularına dair görüşleri hala gündemde ve
pek çok kişi tarafından hatırlanır.
"Türkiye İçin Jeopolitik Rota" kitabı, Soner
Polat’ın en bilinen ve önemli eserlerinden biridir. Kitap, Türkiye'nin
jeopolitik stratejisini derinlemesine inceler ve Türkiye'nin küresel düzeydeki
rolü ile stratejik konumunu anlatır. Polat, bu kitapta Türkiye'nin çevresindeki
gelişmeleri, bölgesel güvenlik tehditlerini ve ülkenin dış politikada alması
gereken stratejik tutumları tartışır. Aynı zamanda, kitapta Türkiye'nin savunma
ve güvenlik politikalarına dair kritik analizler ve öneriler de yer alır. Soner
Polat’ın bu kitabı, jeopolitik açıdan çok değerli bir kaynaktır çünkü
genellikle objektif bir bakış açısı sunar ve Türkiye'nin ulusal güvenliği ile
ilgili önemli stratejik soruları gündeme getirir. Kitabın özellikle askeri
strateji ve dış politika ile ilgilenenler için önemli bir kaynak olduğu
kesindir.
Polat, Türkiye'nin jeopolitik önemini anlatırken, Ukrayna ve
İran ile birlikte dünyadaki en stratejik ülkelerden biri olarak gösteriyor. Üç
ülkenin jeopolitik açıdan birbirinden farklı dinamiklere sahip olsa da, Polat’a
göre ortak bir yönleri var: her biri, bölgesindeki ve küresel güvenlik
dengelerindeki kritik rollerini doğrudan etkileyen coğrafi ve stratejik öneme
sahiptir.
1. Ukrayna:
Polat, Ukrayna’nın özellikle Doğu Avrupa ve Karadeniz bölgesinde kritik bir
noktada bulunduğunu vurgular. Ukrayna'nın Rusya ile olan tarihi ve güncel
ilişkileri, NATO’nun genişleme politikası ve Avrupa'nın enerji güvenliği
açısından önemli bir pozisyonda olması, onu büyük güçler arasındaki
çatışmaların merkezine yerleştirir. Son yıllarda Rusya-Ukrayna savaşı, Polat'ın
ifade ettiği bu stratejik önemi daha da belirgin hale getirmiştir.
2. İran: İran
ise Orta Doğu'nun en önemli güçlerinden biri olarak tanımlanır. Polat, İran’ın
hem enerji rezervleri hem de stratejik konumu nedeniyle küresel ve bölgesel
güvenlik dengelerinde kilit bir rol oynadığını belirtir. İran'ın nükleer
programı, ABD ve Batı ile olan ilişkileri, aynı zamanda Orta Doğu’daki diğer
ülkelerle olan ittifakları, İran’ı jeopolitik açıdan çok önemli bir ülke haline
getiriyor.
3. Türkiye:
Polat’a göre Türkiye hem coğrafi hem de askerî açıdan hem Batı hem de Doğu
arasında stratejik bir köprü işlevi görüyor. Türkiye’nin hem NATO üyesi olması
hem de Orta Doğu, Karadeniz ve Hazar Denizi'ne komşu olması, onu çok yönlü bir
stratejik aktör haline getiriyor. Türkiye’nin hem Batı ile ilişkileri hem de
Rusya, İran gibi güçlerle olan bağları, küresel düzeydeki güç dengelerini
doğrudan etkiliyor.
Polat’ın bu üç ülke arasındaki bağlantıları vurgulamış
olması, aslında global jeopolitik yapının daha fazla çok kutuplu ve karmaşık
hale geldiğini gösteriyor. Özellikle Türkiye'nin Ukrayna ve İran ile olan
ilişkileri de bölgesel güvenlik için çok kritik bir faktör haline geliyor.
Polat kitabının Ukrayna ile ilgili bölümünde Rusya-Ukrayna
savaşının jeopolitik ve jeostratejik nedenlerle kaçınılmaz olduğunu söyler.
2015 yılındaki bu öngörü 2021 yılında savaşı bilmesi bakımından Dünya çapında
önemli bir öngörüdür. Polat’ın 2015 yılında yaptığı bu öngörü gerçekten oldukça
etkileyici ve doğru bir analizdir. O dönemde Rusya-Ukrayna savaşı henüz
başlamamıştır. Ancak Polat, Rusya’nın uzun vadede Ukrayna'yı kendi etki
alanında tutma arzusunun güçlü bir stratejik neden olduğunu öngörmüştür. 2015'te
Polat’ın bu konuda dikkat çektiği hususlar, aslında bugünkü savaşın temel
sebeplerinin temel taşlarını oluşturuyor.
Polat, Ukrayna’nın jeopolitik olarak hem Batı ile ilişkileri
hem de Rusya ile olan tarihsel bağları nedeniyle Rusya için hayati bir öneme
sahip olduğunu belirtmişti. Rusya, Ukrayna'nın Batı ile yakınlaşmasını
(özellikle NATO ve AB üyeliği) kendi güvenliği için bir tehdit olarak
algılamıştı. Polat, bu tür bir Batı yöneliminin, Rusya'nın güneyindeki
jeopolitik dengeyi bozacağına ve Rusya’nın buna karşılık askeri veya siyasi bir
müdahalede bulunma ihtimalinin yüksek olduğuna işaret etmişti.
Özellikle Polat'ın, Ukrayna'nın NATO’ya katılmasının Rusya
için bir kırmızı çizgi olduğunu söylemesi, bugünkü savaşın patlak vermesinde
önemli bir rol oynamıştır. 2014’teki Kırım Krizi ve 2015’teki Batı ile
ilişkilerin gerginleşmesi, Polat’ın öngördüğü çatışmanın temellerini oluşturdu.
Hatta Polat, Ukrayna'nın güvenliğinin bölgesel güvenlik politikaları açısından
kritik olduğunu vurgulamış ve Ukrayna’nın Rusya ile olan ilişkilerinin
düzelmesi için herhangi bir Batı müdahalesinin, özellikle NATO'nun daha da güçlenmesinin
Rusya tarafından asla kabul edilemeyeceğini belirtmişti. Bu öngörü, yalnızca
Polat’ın ne kadar derinlemesine bir stratejik düşünceye sahip olduğunu
gösteriyor, aynı zamanda dünyadaki jeopolitik dinamikleri doğru okuma
kabiliyetini de ortaya koyuyor. Bugün, Rusya-Ukrayna savaşının ne kadar uzun
süreli ve karmaşık bir çatışma haline geldiğini göz önünde bulundurduğumuzda,
Polat'ın bu analizi daha da değer kazanıyor. Bu tür öngörüler sadece bir
tarihsel olayın değil, daha geniş bir stratejik çerçevenin doğru bir şekilde
analiz edilmesinin ürünü. Polat'ın bu bakış açısını daha fazla tartışmak
oldukça ilginç olur.
Soner Polat yerine bir başka batılı analist bu
değerlendirmeyi yapsaydı Dünya çapında meşhur olurdu. Polat’ın bu tür stratejik
ve jeopolitik öngörüleri, aslında dünya çapında tanınan pek çok Batılı
analistin yapabileceği türden analizlerdir. Ancak, ne yazık ki Polat,
çoğunlukla Türkiye merkezli bir perspektiften değerlendirilip, Batılı
analistler kadar geniş bir kitleye ulaşamadı. Oysa, bu tür öngörülerin Batı'da
yapılmış olması, onun uluslararası tanınırlığını çok daha hızla artırabilirdi.
Batılı analistler ve düşünürler genellikle bu tür uzun
vadeli öngörüleri ve stratejik analizleri, küresel güvenlik dinamiklerini daha
derinlemesine ele alarak geniş bir okuyucu kitlesine ulaştırıyorlar. Ancak,
Soner Polat’ın yaptığı değerlendirmeler, Türkiye ve çevresindeki jeopolitik
dengelerle ilgili kritik içgörüler sunuyor ve bu bakış açısı genellikle Batılı
analistlerin geniş çerçeveli analizlerine kıyasla daha az dikkat çekiyor.
Polat’ın, Rusya'nın Ukrayna ile ilgili stratejisini ve
Batı'nın etkisiyle ilgili kaygılarını doğru tahmin etmesi, aslında onun dünya
çapında bir analist olarak tanınmasının önünde büyük bir engel olmadığını
gösterir. Eğer Batılı bir analist aynı öngörüyü yapmış olsaydı, çok büyük bir
ilgi ve tartışma yaratabilirdi. Çünkü Batı'nın kendisi, tarihsel olarak büyük
güç mücadelesinin içinde olduğu Rusya-Ukrayna ilişkilerini çok daha yakından
takip ediyor. Ayrıca, Polat’ın sadece bu öngörüyle değil, aynı zamanda Türkiye’nin
stratejik konumunu anlatan ve güvenlik politikalarını ele alan kapsamlı
analizleriyle de Batılı analistlerle aynı düzeyde tartışılabilecek bir
potansiyele sahip olduğunu düşünüyorum. Eğer fikirlerini dünya çapında daha
fazla kişi duyabilseydi, muhtemelen çok daha geniş bir kitleye hitap ederdi.
Bununla birlikte, Polat’ın bu tür değerlendirmeleri Türkiye'deki akademik ve
stratejik çevrelerde önemli bir yere sahip olsa da küresel çapta daha fazla
tanınması için hâlâ birçok fırsat mevcut. Kitapları ve görüşlerinin zamanla
daha çok ses getireceğine inanıyorum.
Soner Polat, aslında önemli bir analiz kapasitesine ve
stratejik vizyona sahip biri olmasına rağmen, PR açısından yeterince
desteklenmeyen ve genellikle yerel veya bölgesel bir platformda sesini
duyurabilen bir figür oldu. Türkiye’deki politik ve askeri çevrelerde önemli
bir yere sahip olmasına rağmen, dünya çapında daha büyük bir tanınırlık
kazanabilmesi için aynı seviyede medya desteği ve uluslararası tanıtım gereken
bir alan var.
Batılı analistlerin sahip olduğu PR gücü, kitaplarının
yayımlandığı büyük yayınevleri, katıldıkları küresel seminerler, medya
kanallarındaki görünürlükleri, onları küresel arenada daha tanınan hale
getiriyor. Polat’ın bu noktada daha çok yerel ya da Türkçe konuşan çevrelerde
görünür olması, onun görüşlerinin ve öngörüleriyle ilgili küresel bir etki
yaratma şansını kısıtlıyor.
PR faktörünün yanında, dil bariyerleri de önemli bir etken.
Batılı analistler genellikle İngilizce dilinde yazıyor ve bu da onların daha
geniş bir küresel izleyici kitlesine ulaşmasını sağlıyor. Polat'ın eserleri
Türkçe olmasına rağmen, farklı dillere çevrilmiş olsaydı, belki de farklı
coğrafyalarda daha fazla kişi tarafından okunur ve tartışılırdı.
Sonuç olarak, Polat’ın değerlendirmeleri hak ettiği kadar
geniş bir yankı bulmuş değil. Ancak PR, tanıtım ve uluslararası görünürlük gibi
faktörler sayesinde belki de Batılı analistlerin düşündüğü kadar hızlı bir
şekilde küresel düzeyde tanınabilirdi.
Çok önemli olan nokta şu: Polat Soner savaşın Ukrayna'dan
çok Batı-Doğu siyasal dengesi açısından yaşamsal öneme sahip olduğunu belirtir.
Doğu kazanırsa batı doğuyu kaybedecek, batı kazanırsa doğu batıyı kaybedecek
yorumunu yapar. Savaş bu nedenle kaçınılmaz der. Soner Polat’ın bu
değerlendirmesi gerçekten çok derin ve önemli bir perspektif sunar. Polat,
savaşın yalnızca Ukrayna'nın topraklarında değil, Batı ile Doğu arasındaki
küresel siyasi ve ideolojik dengede çok daha büyük bir anlam taşıdığını vurguluyor.
Bu yorum, savaşın küresel boyutlarını daha net bir şekilde ortaya koyuyor.
Polat’ın belirttiği gibi, Ukrayna’daki savaşın, Batı ile Doğu arasındaki
varoluşsal bir mücadeleye dönüşme potansiyeli vardı. Polat, bu savaşın Batı'nın
liberalleşmiş ve kapitalist dünya düzeni ile Doğu’nun otoriter, devlet odaklı
yapılarının arasındaki uzun süredir devam eden rekabetin doruk noktasına
çıktığını öngörmüştü. Polat, Batı'nın zaferinin, liberal demokrasinin ve
kapitalist ekonomik modelin küresel düzeyde daha fazla yerleşmesi anlamına
geleceğini; Doğu'nun zaferinin ise, özellikle Rusya ve Çin’in öncülüğünde daha
otoriter ve devlet merkezli bir dünya düzeninin güçlenmesi anlamına geleceğini
ifade etti.
Bu bakış açısıyla, Polat savaşı yalnızca Ukrayna'nın
bağımsızlık mücadelesi olarak değil, aynı zamanda çok daha geniş bir güç
mücadelesi ve gelecekteki küresel siyasi yapının şekillenmesi açısından kritik
bir dönüm noktası olarak görüyordu. Rusya'nın Ukrayna'ya müdahalesi, aslında
sadece Ukrayna'nın geleceğini değil, aynı zamanda Batı'nın etkisini ve Doğu'nun
yükselmesini etkileyebilecek bir stratejik hareket olarak görüldü. Bu anlamda,
savaşın bir şekilde kaçınılmaz olduğunu vurgulaması, çok derin bir stratejik
analizin ürünüdür.
Batı'nın zaferi, elbette sadece Ukrayna'nın bağımsızlığını
sağlamakla kalmaz, aynı zamanda Batı dünyasının global sistemdeki hegemonyasını
ve değerlerini sürdürebilmesi için bir galibiyet anlamına gelir. Diğer yandan,
Doğu'nun zaferi, Rusya'nın ve Çin'in küresel nüfuzlarını artırması ve Batı'nın,
özellikle NATO'nun, Ortadoğu ve Doğu Avrupa'daki stratejik pozisyonlarının
zayıflaması anlamına gelir. Polat, bu dinamiği çok iyi okumuş ve savaşın
yalnızca bölgesel değil, küresel dengeler açısından ne kadar kritik olduğunu
vurgulamış. Bu yorum, aslında çok daha büyük bir stratejik çerçeveyi ortaya
koyuyor. Polat’ın bu öngörüsünün ne kadar doğru olduğunu bugünkü savaşın
seyrine bakarak da görebiliyoruz. Çünkü savaşın Batı ile Doğu arasında sadece
bir toprak mücadelesi olmaktan çok daha fazla bir ideolojik ve jeopolitik
kapışmaya dönüştüğünü görmekteyiz. Bu savaşın Batı ile Doğu arasında bu kadar
kritik bir dengeyi yansıtıyor olması, Polat’ın öngörülerinin ne kadar derin ve
isabetli olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Bu savaşın kaçınılmaz olduğunu
belirtmesi, o dönemde dünya çapında daha geniş bir yankı bulmuş olsaydı, bugün
uluslararası strateji literatüründe çok daha fazla referans gösterilen bir
görüş olabilirdi.
Ama daha önemli olan şu. ABD ve Batı ülkeleri Ukrayna lehine
savaşa girdi ve büyük harcamalar yaptı. Şimdi Trump Rusya'ya avantaj sağlayacak
şekilde Zelenski'yi ve Ukrayna'yı harcayacak. Batı, özellikle ABD ve Avrupa
Birliği ülkeleri, Ukrayna lehine savaşa girerek önemli askeri ve ekonomik
kaynaklar ayırdılar. Ukrayna'ya sağlanan destek, başlangıçta hem stratejik hem
de ideolojik bir karar olarak görünüyordu. Batı, Ukrayna'nın egemenliğini
korumak ve Rusya'ya karşı güçlü bir cephe açmak amacıyla büyük harcamalar
yaptı. Ancak bu destek, uzun vadede Batı'nın küresel stratejileriyle ve kendi
iç dinamikleriyle de sıkı bir bağ kuruyor.
Polat'ın öngörüsüne göre, savaşın Batı'nın kazancıyla
sonuçlanması halinde, Batı'nın dünya düzenindeki egemenliğini pekiştirmesi
gerektiği anlaşılabilir. Ancak zamanla, savaşın getirdiği maliyetlerin artması,
Batı'nın kendi iç meseleleriyle de bağdaşıyor. Ve bu noktada, özellikle ABD
içindeki siyasi değişimler, Ukrayna'ya olan desteğin yönünü etkileyebilir.
Trump'ın rolü ise çok kritik bir nokta. Trump'ın 2024 seçim
kampanyasında Rusya'ya yönelik daha ılımlı bir tutum sergilemesi ve Ukrayna'yı
"harcama" söylemleri, savaşın dinamiklerini değiştirebilir. Trump’ın
Ukrayna'ya sağlanan desteği önemli ölçüde azaltması ya da Ukrayna'nın Rusya ile
bir tür müzakereye zorlaması olasıdır. Trump, Ukrayna'ya yapılan askeri
yardımları, ABD'nin çıkarları için israf olarak görebilir ve Rusya ile daha
yakın ilişkiler kurarak Batı'nın global stratejik dengesini yeniden şekillendirmeye
çalışabilir.
Bu durumda, "Ukrayna harcanacak" fikri, özellikle
ABD'nin iç politikasındaki değişimle birlikte çok daha anlamlı bir hal alıyor.
Trump'ın, Rusya'ya daha fazla avantaj sağlamak ve ABD’nin kaynaklarını daha
verimli kullanmak adına Ukrayna’yı feda etmesi, küresel güvenlik ve güç
dengelerinde büyük bir kırılmaya yol açabilir. Bu, Batı’nın Ukrayna lehine
yaptığı büyük harcamaların sonuçsuz kalmasına neden olabilir ve Batı-Doğu
dengesini yeniden şekillendirir.
Polat’ın, savaşın sadece Ukrayna’nın topraklarında değil,
Batı ve Doğu arasındaki küresel dengede yaşamsal bir öneme sahip olduğu görüşü,
Trump’ın politikaları ışığında daha da anlam kazanıyor. Eğer Batı, Ukrayna’yı
yalnız bırakırsa, bu, sadece Ukrayna'nın değil, Batı'nın küresel stratejisinin
de bir çöküşü anlamına gelebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder