Hakkımda

FİRUZ DEMİR YAŞAMIŞ Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirmiştir (1968). University of Southern California’da planlama (kentsel ve bölgesel çevre) ve kamu yönetimi yüksek lisans programlarını bitirmiştir (1976). Siyaset ve Kamu Yönetimi Doktoru (1991). Yerel Yönetimler, Kentleşme ve Çevre Politikaları bilim dalında doçent (1993). Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı’nın kuruluşu sırasında müsteşar vekili. (1978-80) UNICEF Türkiye temsilciliği. (1982-84) Dünya Bankası’nın Çukurova Kentsel Gelişme Projesi’nde kurumsal gelişme uzmanı. (1984-86) Çankaya Belediyesi’nin kurumsal gelişme projesini yürütmüştür. (1989-91) Yedinci Kalkınma Planı “Çevre Özel İhtisas Komisyonu”nun başkanlığı. DPT “Çevre Yapısal Değişim Projesi” komisyonu başkanlığı. Cumhurbaşkanlığı DDK’nun Devlet Islahat Projesi raportörü. (2000-1) Çevre Bakanlığı Müsteşarı (Şubat 1998 – Ağustos 1999). Sabancı Üniversitesi tam zamanlı öğretim üyesi. (2001-2005) Halen yarı zamanlı öğretim üyesi olarak çeşitli üniversitelerde ders vermektedir. Şimdiye kadar ders verdiği üniversiteler arasında Ankara, Orta Doğu, Hacettepe, Fatih, Yeditepe, Maltepe ve Lefke Avrupa (Kıbrıs) üniversiteleri bulunmaktadır.
Blogger tarafından desteklenmektedir.

Translate

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE
EV

Bu Blogda Ara

31 Mayıs 2025 Cumartesi

 

RUSYA-UKRAYNA SAVAŞI

 

PROF. DR. FİRUZ DEMİR YAŞAMIŞ

 

 

Amiral Soner Polat Türk Silahlı Kuvvetleri'nde görev yapmış emekli bir amiral ve aynı zamanda askeri strateji üzerine yazıları ve yorumlarıyla tanınan bir isimdir. Çeşitli televizyon programlarında ve köşe yazılarında Türkiye'nin savunma politikaları, askeri stratejiler ve güvenlik konuları üzerine görüşlerini paylaşmıştır. Çeşitli kitapları vardır. Polat, özellikle Türkiye'nin jeopolitik durumu ve askeri güç projeksiyonlarıyla ilgili derinlemesine analizler yapmıştır. Soner Polat, 2017 yılında hayatını kaybetti. Türk Silahlı Kuvvetleri'ndeki uzun yıllara dayanan kariyerinin yanı sıra, yazıları ve kamuoyundaki etkisiyle de önemli bir figürdü. Vefatından sonra, onun askeri stratejiye ve güvenlik konularına dair görüşleri hala gündemde ve pek çok kişi tarafından hatırlanır.

"Türkiye İçin Jeopolitik Rota" kitabı, Soner Polat’ın en bilinen ve önemli eserlerinden biridir. Kitap, Türkiye'nin jeopolitik stratejisini derinlemesine inceler ve Türkiye'nin küresel düzeydeki rolü ile stratejik konumunu anlatır. Polat, bu kitapta Türkiye'nin çevresindeki gelişmeleri, bölgesel güvenlik tehditlerini ve ülkenin dış politikada alması gereken stratejik tutumları tartışır. Aynı zamanda, kitapta Türkiye'nin savunma ve güvenlik politikalarına dair kritik analizler ve öneriler de yer alır. Soner Polat’ın bu kitabı, jeopolitik açıdan çok değerli bir kaynaktır çünkü genellikle objektif bir bakış açısı sunar ve Türkiye'nin ulusal güvenliği ile ilgili önemli stratejik soruları gündeme getirir. Kitabın özellikle askeri strateji ve dış politika ile ilgilenenler için önemli bir kaynak olduğu kesindir.

Polat, Türkiye'nin jeopolitik önemini anlatırken, Ukrayna ve İran ile birlikte dünyadaki en stratejik ülkelerden biri olarak gösteriyor. Üç ülkenin jeopolitik açıdan birbirinden farklı dinamiklere sahip olsa da, Polat’a göre ortak bir yönleri var: her biri, bölgesindeki ve küresel güvenlik dengelerindeki kritik rollerini doğrudan etkileyen coğrafi ve stratejik öneme sahiptir.

1.         Ukrayna: Polat, Ukrayna’nın özellikle Doğu Avrupa ve Karadeniz bölgesinde kritik bir noktada bulunduğunu vurgular. Ukrayna'nın Rusya ile olan tarihi ve güncel ilişkileri, NATO’nun genişleme politikası ve Avrupa'nın enerji güvenliği açısından önemli bir pozisyonda olması, onu büyük güçler arasındaki çatışmaların merkezine yerleştirir. Son yıllarda Rusya-Ukrayna savaşı, Polat'ın ifade ettiği bu stratejik önemi daha da belirgin hale getirmiştir.

2.         İran: İran ise Orta Doğu'nun en önemli güçlerinden biri olarak tanımlanır. Polat, İran’ın hem enerji rezervleri hem de stratejik konumu nedeniyle küresel ve bölgesel güvenlik dengelerinde kilit bir rol oynadığını belirtir. İran'ın nükleer programı, ABD ve Batı ile olan ilişkileri, aynı zamanda Orta Doğu’daki diğer ülkelerle olan ittifakları, İran’ı jeopolitik açıdan çok önemli bir ülke haline getiriyor.

3.         Türkiye: Polat’a göre Türkiye hem coğrafi hem de askerî açıdan hem Batı hem de Doğu arasında stratejik bir köprü işlevi görüyor. Türkiye’nin hem NATO üyesi olması hem de Orta Doğu, Karadeniz ve Hazar Denizi'ne komşu olması, onu çok yönlü bir stratejik aktör haline getiriyor. Türkiye’nin hem Batı ile ilişkileri hem de Rusya, İran gibi güçlerle olan bağları, küresel düzeydeki güç dengelerini doğrudan etkiliyor.

Polat’ın bu üç ülke arasındaki bağlantıları vurgulamış olması, aslında global jeopolitik yapının daha fazla çok kutuplu ve karmaşık hale geldiğini gösteriyor. Özellikle Türkiye'nin Ukrayna ve İran ile olan ilişkileri de bölgesel güvenlik için çok kritik bir faktör haline geliyor.

Polat kitabının Ukrayna ile ilgili bölümünde Rusya-Ukrayna savaşının jeopolitik ve jeostratejik nedenlerle kaçınılmaz olduğunu söyler. 2015 yılındaki bu öngörü 2021 yılında savaşı bilmesi bakımından Dünya çapında önemli bir öngörüdür. Polat’ın 2015 yılında yaptığı bu öngörü gerçekten oldukça etkileyici ve doğru bir analizdir. O dönemde Rusya-Ukrayna savaşı henüz başlamamıştır. Ancak Polat, Rusya’nın uzun vadede Ukrayna'yı kendi etki alanında tutma arzusunun güçlü bir stratejik neden olduğunu öngörmüştür. 2015'te Polat’ın bu konuda dikkat çektiği hususlar, aslında bugünkü savaşın temel sebeplerinin temel taşlarını oluşturuyor.

Polat, Ukrayna’nın jeopolitik olarak hem Batı ile ilişkileri hem de Rusya ile olan tarihsel bağları nedeniyle Rusya için hayati bir öneme sahip olduğunu belirtmişti. Rusya, Ukrayna'nın Batı ile yakınlaşmasını (özellikle NATO ve AB üyeliği) kendi güvenliği için bir tehdit olarak algılamıştı. Polat, bu tür bir Batı yöneliminin, Rusya'nın güneyindeki jeopolitik dengeyi bozacağına ve Rusya’nın buna karşılık askeri veya siyasi bir müdahalede bulunma ihtimalinin yüksek olduğuna işaret etmişti.

Özellikle Polat'ın, Ukrayna'nın NATO’ya katılmasının Rusya için bir kırmızı çizgi olduğunu söylemesi, bugünkü savaşın patlak vermesinde önemli bir rol oynamıştır. 2014’teki Kırım Krizi ve 2015’teki Batı ile ilişkilerin gerginleşmesi, Polat’ın öngördüğü çatışmanın temellerini oluşturdu. Hatta Polat, Ukrayna'nın güvenliğinin bölgesel güvenlik politikaları açısından kritik olduğunu vurgulamış ve Ukrayna’nın Rusya ile olan ilişkilerinin düzelmesi için herhangi bir Batı müdahalesinin, özellikle NATO'nun daha da güçlenmesinin Rusya tarafından asla kabul edilemeyeceğini belirtmişti. Bu öngörü, yalnızca Polat’ın ne kadar derinlemesine bir stratejik düşünceye sahip olduğunu gösteriyor, aynı zamanda dünyadaki jeopolitik dinamikleri doğru okuma kabiliyetini de ortaya koyuyor. Bugün, Rusya-Ukrayna savaşının ne kadar uzun süreli ve karmaşık bir çatışma haline geldiğini göz önünde bulundurduğumuzda, Polat'ın bu analizi daha da değer kazanıyor. Bu tür öngörüler sadece bir tarihsel olayın değil, daha geniş bir stratejik çerçevenin doğru bir şekilde analiz edilmesinin ürünü. Polat'ın bu bakış açısını daha fazla tartışmak oldukça ilginç olur.

Soner Polat yerine bir başka batılı analist bu değerlendirmeyi yapsaydı Dünya çapında meşhur olurdu. Polat’ın bu tür stratejik ve jeopolitik öngörüleri, aslında dünya çapında tanınan pek çok Batılı analistin yapabileceği türden analizlerdir. Ancak, ne yazık ki Polat, çoğunlukla Türkiye merkezli bir perspektiften değerlendirilip, Batılı analistler kadar geniş bir kitleye ulaşamadı. Oysa, bu tür öngörülerin Batı'da yapılmış olması, onun uluslararası tanınırlığını çok daha hızla artırabilirdi.

Batılı analistler ve düşünürler genellikle bu tür uzun vadeli öngörüleri ve stratejik analizleri, küresel güvenlik dinamiklerini daha derinlemesine ele alarak geniş bir okuyucu kitlesine ulaştırıyorlar. Ancak, Soner Polat’ın yaptığı değerlendirmeler, Türkiye ve çevresindeki jeopolitik dengelerle ilgili kritik içgörüler sunuyor ve bu bakış açısı genellikle Batılı analistlerin geniş çerçeveli analizlerine kıyasla daha az dikkat çekiyor.

Polat’ın, Rusya'nın Ukrayna ile ilgili stratejisini ve Batı'nın etkisiyle ilgili kaygılarını doğru tahmin etmesi, aslında onun dünya çapında bir analist olarak tanınmasının önünde büyük bir engel olmadığını gösterir. Eğer Batılı bir analist aynı öngörüyü yapmış olsaydı, çok büyük bir ilgi ve tartışma yaratabilirdi. Çünkü Batı'nın kendisi, tarihsel olarak büyük güç mücadelesinin içinde olduğu Rusya-Ukrayna ilişkilerini çok daha yakından takip ediyor. Ayrıca, Polat’ın sadece bu öngörüyle değil, aynı zamanda Türkiye’nin stratejik konumunu anlatan ve güvenlik politikalarını ele alan kapsamlı analizleriyle de Batılı analistlerle aynı düzeyde tartışılabilecek bir potansiyele sahip olduğunu düşünüyorum. Eğer fikirlerini dünya çapında daha fazla kişi duyabilseydi, muhtemelen çok daha geniş bir kitleye hitap ederdi. Bununla birlikte, Polat’ın bu tür değerlendirmeleri Türkiye'deki akademik ve stratejik çevrelerde önemli bir yere sahip olsa da küresel çapta daha fazla tanınması için hâlâ birçok fırsat mevcut. Kitapları ve görüşlerinin zamanla daha çok ses getireceğine inanıyorum.

Soner Polat, aslında önemli bir analiz kapasitesine ve stratejik vizyona sahip biri olmasına rağmen, PR açısından yeterince desteklenmeyen ve genellikle yerel veya bölgesel bir platformda sesini duyurabilen bir figür oldu. Türkiye’deki politik ve askeri çevrelerde önemli bir yere sahip olmasına rağmen, dünya çapında daha büyük bir tanınırlık kazanabilmesi için aynı seviyede medya desteği ve uluslararası tanıtım gereken bir alan var.

Batılı analistlerin sahip olduğu PR gücü, kitaplarının yayımlandığı büyük yayınevleri, katıldıkları küresel seminerler, medya kanallarındaki görünürlükleri, onları küresel arenada daha tanınan hale getiriyor. Polat’ın bu noktada daha çok yerel ya da Türkçe konuşan çevrelerde görünür olması, onun görüşlerinin ve öngörüleriyle ilgili küresel bir etki yaratma şansını kısıtlıyor.

PR faktörünün yanında, dil bariyerleri de önemli bir etken. Batılı analistler genellikle İngilizce dilinde yazıyor ve bu da onların daha geniş bir küresel izleyici kitlesine ulaşmasını sağlıyor. Polat'ın eserleri Türkçe olmasına rağmen, farklı dillere çevrilmiş olsaydı, belki de farklı coğrafyalarda daha fazla kişi tarafından okunur ve tartışılırdı.

Sonuç olarak, Polat’ın değerlendirmeleri hak ettiği kadar geniş bir yankı bulmuş değil. Ancak PR, tanıtım ve uluslararası görünürlük gibi faktörler sayesinde belki de Batılı analistlerin düşündüğü kadar hızlı bir şekilde küresel düzeyde tanınabilirdi.

Çok önemli olan nokta şu: Polat Soner savaşın Ukrayna'dan çok Batı-Doğu siyasal dengesi açısından yaşamsal öneme sahip olduğunu belirtir. Doğu kazanırsa batı doğuyu kaybedecek, batı kazanırsa doğu batıyı kaybedecek yorumunu yapar. Savaş bu nedenle kaçınılmaz der. Soner Polat’ın bu değerlendirmesi gerçekten çok derin ve önemli bir perspektif sunar. Polat, savaşın yalnızca Ukrayna'nın topraklarında değil, Batı ile Doğu arasındaki küresel siyasi ve ideolojik dengede çok daha büyük bir anlam taşıdığını vurguluyor. Bu yorum, savaşın küresel boyutlarını daha net bir şekilde ortaya koyuyor. Polat’ın belirttiği gibi, Ukrayna’daki savaşın, Batı ile Doğu arasındaki varoluşsal bir mücadeleye dönüşme potansiyeli vardı. Polat, bu savaşın Batı'nın liberalleşmiş ve kapitalist dünya düzeni ile Doğu’nun otoriter, devlet odaklı yapılarının arasındaki uzun süredir devam eden rekabetin doruk noktasına çıktığını öngörmüştü. Polat, Batı'nın zaferinin, liberal demokrasinin ve kapitalist ekonomik modelin küresel düzeyde daha fazla yerleşmesi anlamına geleceğini; Doğu'nun zaferinin ise, özellikle Rusya ve Çin’in öncülüğünde daha otoriter ve devlet merkezli bir dünya düzeninin güçlenmesi anlamına geleceğini ifade etti.

Bu bakış açısıyla, Polat savaşı yalnızca Ukrayna'nın bağımsızlık mücadelesi olarak değil, aynı zamanda çok daha geniş bir güç mücadelesi ve gelecekteki küresel siyasi yapının şekillenmesi açısından kritik bir dönüm noktası olarak görüyordu. Rusya'nın Ukrayna'ya müdahalesi, aslında sadece Ukrayna'nın geleceğini değil, aynı zamanda Batı'nın etkisini ve Doğu'nun yükselmesini etkileyebilecek bir stratejik hareket olarak görüldü. Bu anlamda, savaşın bir şekilde kaçınılmaz olduğunu vurgulaması, çok derin bir stratejik analizin ürünüdür.

Batı'nın zaferi, elbette sadece Ukrayna'nın bağımsızlığını sağlamakla kalmaz, aynı zamanda Batı dünyasının global sistemdeki hegemonyasını ve değerlerini sürdürebilmesi için bir galibiyet anlamına gelir. Diğer yandan, Doğu'nun zaferi, Rusya'nın ve Çin'in küresel nüfuzlarını artırması ve Batı'nın, özellikle NATO'nun, Ortadoğu ve Doğu Avrupa'daki stratejik pozisyonlarının zayıflaması anlamına gelir. Polat, bu dinamiği çok iyi okumuş ve savaşın yalnızca bölgesel değil, küresel dengeler açısından ne kadar kritik olduğunu vurgulamış. Bu yorum, aslında çok daha büyük bir stratejik çerçeveyi ortaya koyuyor. Polat’ın bu öngörüsünün ne kadar doğru olduğunu bugünkü savaşın seyrine bakarak da görebiliyoruz. Çünkü savaşın Batı ile Doğu arasında sadece bir toprak mücadelesi olmaktan çok daha fazla bir ideolojik ve jeopolitik kapışmaya dönüştüğünü görmekteyiz. Bu savaşın Batı ile Doğu arasında bu kadar kritik bir dengeyi yansıtıyor olması, Polat’ın öngörülerinin ne kadar derin ve isabetli olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Bu savaşın kaçınılmaz olduğunu belirtmesi, o dönemde dünya çapında daha geniş bir yankı bulmuş olsaydı, bugün uluslararası strateji literatüründe çok daha fazla referans gösterilen bir görüş olabilirdi.

Ama daha önemli olan şu. ABD ve Batı ülkeleri Ukrayna lehine savaşa girdi ve büyük harcamalar yaptı. Şimdi Trump Rusya'ya avantaj sağlayacak şekilde Zelenski'yi ve Ukrayna'yı harcayacak. Batı, özellikle ABD ve Avrupa Birliği ülkeleri, Ukrayna lehine savaşa girerek önemli askeri ve ekonomik kaynaklar ayırdılar. Ukrayna'ya sağlanan destek, başlangıçta hem stratejik hem de ideolojik bir karar olarak görünüyordu. Batı, Ukrayna'nın egemenliğini korumak ve Rusya'ya karşı güçlü bir cephe açmak amacıyla büyük harcamalar yaptı. Ancak bu destek, uzun vadede Batı'nın küresel stratejileriyle ve kendi iç dinamikleriyle de sıkı bir bağ kuruyor.

Polat'ın öngörüsüne göre, savaşın Batı'nın kazancıyla sonuçlanması halinde, Batı'nın dünya düzenindeki egemenliğini pekiştirmesi gerektiği anlaşılabilir. Ancak zamanla, savaşın getirdiği maliyetlerin artması, Batı'nın kendi iç meseleleriyle de bağdaşıyor. Ve bu noktada, özellikle ABD içindeki siyasi değişimler, Ukrayna'ya olan desteğin yönünü etkileyebilir.

Trump'ın rolü ise çok kritik bir nokta. Trump'ın 2024 seçim kampanyasında Rusya'ya yönelik daha ılımlı bir tutum sergilemesi ve Ukrayna'yı "harcama" söylemleri, savaşın dinamiklerini değiştirebilir. Trump’ın Ukrayna'ya sağlanan desteği önemli ölçüde azaltması ya da Ukrayna'nın Rusya ile bir tür müzakereye zorlaması olasıdır. Trump, Ukrayna'ya yapılan askeri yardımları, ABD'nin çıkarları için israf olarak görebilir ve Rusya ile daha yakın ilişkiler kurarak Batı'nın global stratejik dengesini yeniden şekillendirmeye çalışabilir.

Bu durumda, "Ukrayna harcanacak" fikri, özellikle ABD'nin iç politikasındaki değişimle birlikte çok daha anlamlı bir hal alıyor. Trump'ın, Rusya'ya daha fazla avantaj sağlamak ve ABD’nin kaynaklarını daha verimli kullanmak adına Ukrayna’yı feda etmesi, küresel güvenlik ve güç dengelerinde büyük bir kırılmaya yol açabilir. Bu, Batı’nın Ukrayna lehine yaptığı büyük harcamaların sonuçsuz kalmasına neden olabilir ve Batı-Doğu dengesini yeniden şekillendirir.

Polat’ın, savaşın sadece Ukrayna’nın topraklarında değil, Batı ve Doğu arasındaki küresel dengede yaşamsal bir öneme sahip olduğu görüşü, Trump’ın politikaları ışığında daha da anlam kazanıyor. Eğer Batı, Ukrayna’yı yalnız bırakırsa, bu, sadece Ukrayna'nın değil, Batı'nın küresel stratejisinin de bir çöküşü anlamına gelebilir.

Hiç yorum yok: