Hakkımda

FİRUZ DEMİR YAŞAMIŞ Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirmiştir (1968). University of Southern California’da planlama (kentsel ve bölgesel çevre) ve kamu yönetimi yüksek lisans programlarını bitirmiştir (1976). Siyaset ve Kamu Yönetimi Doktoru (1991). Yerel Yönetimler, Kentleşme ve Çevre Politikaları bilim dalında doçent (1993). Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı’nın kuruluşu sırasında müsteşar vekili. (1978-80) UNICEF Türkiye temsilciliği. (1982-84) Dünya Bankası’nın Çukurova Kentsel Gelişme Projesi’nde kurumsal gelişme uzmanı. (1984-86) Çankaya Belediyesi’nin kurumsal gelişme projesini yürütmüştür. (1989-91) Yedinci Kalkınma Planı “Çevre Özel İhtisas Komisyonu”nun başkanlığı. DPT “Çevre Yapısal Değişim Projesi” komisyonu başkanlığı. Cumhurbaşkanlığı DDK’nun Devlet Islahat Projesi raportörü. (2000-1) Çevre Bakanlığı Müsteşarı (Şubat 1998 – Ağustos 1999). Sabancı Üniversitesi tam zamanlı öğretim üyesi. (2001-2005) Halen yarı zamanlı öğretim üyesi olarak çeşitli üniversitelerde ders vermektedir. Şimdiye kadar ders verdiği üniversiteler arasında Ankara, Orta Doğu, Hacettepe, Fatih, Yeditepe, Maltepe ve Lefke Avrupa (Kıbrıs) üniversiteleri bulunmaktadır.
Blogger tarafından desteklenmektedir.

Translate

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE
EV

Bu Blogda Ara

30 Mayıs 2025 Cuma

 

PKK'NIN FESİH VE SİLAHLI MÜCADELEYİ BIRAKMA KARARININ ÇÖZÜMLENMESİ

 

PROF. DR. FİRUZ DEMİR YAŞAMIŞ

 

 

GİRİŞ

PKK'nin 12. Kongresi'nde alınan fesih ve silahlı mücadeleyi sonlandırma kararı, Türkiye'nin iç siyaseti ve Kürt sorununun geleceği açısından kritik bir dönüm noktasını temsil etmektedir. Bu metin, söz konusu kararı ayrıntılı bir şekilde çözümleyerek metnin yapısını ve mesajlarını çözümlemeyi amaçlamaktadır.

Metnin ilk bölümü, kongrenin gerçekleştirildiği zorlu koşulları ve Abdullah Öcalan'ın süreçteki belirleyici rolünü vurgulamaktadır. Öcalan’ın liderliği ve fikirleri, PKK'nin karar alma sürecinde ve yeni döneme geçişte merkezi bir unsur olarak öne çıkmaktadır. Özellikle, PKK’nin tarihsel misyonunu tamamladığı ve artık demokratik siyaset yoluyla Kürt sorununun çözülmesi gerektiği ifadesi örgütün ideolojik ve stratejik dönüşümünü gözler önüne sermektedir.

PKK’nin fesih kararı, sadece bir örgütsel dönüşümü değil, aynı zamanda silahlı mücadeleden demokratik siyasete geçişi ifade etmektedir. Metinde, PKK'nin silahlı mücadelesinin tarihsel bir çerçevesi sunulmakta ve bu mücadelenin Türkiye’deki Kürtlerin varoluş mücadelesine yaptığı katkılar vurgulanmaktadır. Özellikle Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasası referans alınarak, Kürt-Türk ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi gerekliliği dile getirilmektedir.

Bu bağlamda, metin, PKK'nin feshedilmesinin ve silahlı mücadelenin sona erdirilmesinin ardından Kürt toplumunun demokratik mücadeleye ve demokratik toplum inşasına odaklanması gerektiğini savunmaktadır. Halkın bu yeni döneme katılımının ve demokratik örgütlenmenin önemi vurgulanmaktadır.

Son olarak, metin ulusal ve uluslararası aktörlere barış ve demokratik çözüm sürecine katkı sağlamaları çağrısında bulunmaktadır. Türkiye’nin iç siyaseti bağlamında, bu kararın etkilerinin ve Öcalan’ın rolünün belirleyici olacağı açıktır.

Bu çözümleme metnin içerdiği tarihsel, ideolojik ve siyasal unsurları irdeleyerek, kararın Türkiye'nin iç siyaseti ve Kürt sorununun geleceği üzerindeki olası etkilerini değerlendirecektir.

ÇİZELGE 1

PKK'nın Görüşleri ve Türkiye'nin Karşı Görüşleri

PKK'nın Görüşleri ve Talepleri

Türkiye'nin Karşı Görüşleri

Öcalan’ın Liderliği ve Rehberliği: Abdullah Öcalan’ın sürecin yönetimindeki merkezi rolü vurgulanıyor.

Abdullah Öcalan, terör örgütü lideridir ve resmi bir rolü olamaz. Süreci yönetmesi kabul edilemez.

PKK’nin Fesih ve Silahlı Mücadeleyi Bırakma Kararı: Örgütsel yapının feshi ve silahlı mücadelenin sona erdirildiği ilan ediliyor.

PKK’nin feshi inandırıcı değildir. Silahlı unsurların tamamen silah bırakması ve teslim olması gerekir.

Öcalan’ın Demokratik Modernite Paradigması: Demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü toplum vurgusu yapılıyor.

Türkiye, vatandaşların haklarını anayasa ile güvence altına alır. Terör örgütü liderinin ideolojik paradigması dikkate alınamaz.

Kürt Sorununun Demokratik ve Barışçıl Çözümü: Ortak Vatan, Demokratik Türkiye Cumhuriyeti ve Eşit Yurttaşlık temelinde çözüm öneriliyor.

Türkiye tekil devlettir, tüm vatandaşlarına eşit haklar sağlar. Yeni bir model veya etnik temelli çözüm kabul edilemez.

Lozan Antlaşması: Lozan Anlaşması’nın Kürt-Türk ilişkilerinin temelini oluşturduğu ve gözden geçirilmesi gerektiği savunuluyor.

Lozan, Türkiye’nin uluslararası tanınmasını sağlayan bir kurucu anlaşmadır ve tartışılamaz.

1924 Anayasası: 1924 Anayasası’nın Kürt halkını yok saydığı ve bu nedenle değiştirilmesi gerektiği belirtiliyor.

1924 Anayasası, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk anayasasıdır ve tarihsel bir belgedir. Kürt kimliğini yok saydığı iddiası kabul edilemez.

KDP Ambargosu ve Dış Destek: KDP’nin PKK üzerindeki ambargosunun haksız olduğu vurgulanıyor.

Türkiye, KDP’nin egemenlik haklarına saygı duyar. PKK’nin dış destek arayışı kabul edilemez.

İmralı İşkence ve Soykırım Sistemi: Öcalan’ın İmralı’da işkence ve soykırım sistemi altında tutulduğu iddia ediliyor.

Türkiye, cezaevlerindeki tüm hükümlülerin insan haklarına uygun şekilde tutulmasını sağlar.

Kürt-Türk Savaşı ve Öcalan’ın Fedakarlığı: Öcalan’ın Kürt-Türk savaşını engellediği belirtiliyor.

Türkiye, hiçbir zaman Kürt halkına karşı savaş yürütmemiştir. Terörle mücadele vatandaşların güvenliği içindir.

Ortadoğu’daki Gelişmeler ve 3. Dünya Savaşı: Ortadoğu’daki gelişmelerin Kürt-Türk ilişkilerini yeniden düzenlediği savunuluyor.

Türkiye, bölgesel güvenliği ve kararlılıkı savunur. Ortadoğu’daki gelişmeler, terörle mücadeleyi haklı kılmaz.

Halkın Demokratik Toplum İnşasına Katılımı: Öz örgütlerin kurulması ve demokratik toplum inşası öneriliyor.

Öz örgütler özerklik veya bağımsızlık taleplerini tetikleyebilir. Türkiye tekil devlet yapısını korur.

TBMM ve Siyasal Partilere Çağrı: TBMM’nin ve siyasal partilerin barış sürecine katılımı isteniyor.

TBMM, terör örgütleriyle görüşme yapacak bir platform değildir. Barış süreçleri yasal siyasal partilerle yürütülür.

Kadın Özgürlüğü ve Demokratik Toplum: Kadınların öncülüğünde demokratik toplum inşası savunuluyor.

Türkiye toplumsal cinsiyet eşitliğini destekler, ancak bu terörle ilişkilendirilemez.

Özerklik ve Öz Savunma Hakkı: Kürt halkının öz örgütler kurarak kendini savunması gerektiği belirtiliyor.

Öz savunma ve öz örgütlenme özerklik taleplerine dönüşebilir.

Uluslararası Topluma Çağrı: Uluslararası toplumun demokratik çözüme katkı sağlaması talep ediliyor.

Türkiye, Kürtlere yönelik herhangi bir soykırım uygulamamaktadır. Bu iddialar asılsızdır.

Tarihsel ve Simgesel Vurgular: PKK’nin lider kadrolarına ve şehitlerine atıf yapılıyor.

PKK lider kadrosu terör suçlarından sorumludur. Türkiye, terörle mücadeledeki şehitlerini anmaktadır.

Demokratik Ulus ve Ortak Vatan: Kürt ve Türk halklarının eşit kurucu öğe olarak tanımlanması isteniyor.

Türkiye, tek millet esasına dayanan tekil bir devlettir. Etnik temelli kurucu öğe kabul edilemez.

Öcalan’ın Mutlak Tecrit Eleştirisi: Öcalan’ın tecrit altında tutulduğu ve bunun çözüm sürecine engel olduğu belirtiliyor.

Öcalan, terör suçlarından hükümlüdür ve yasalara uygun şekilde cezaevindedir.

Bu çizelge, PKK'nın talepleri ve Türkiye'nin karşıt bakış açısını sistematik bir şekilde göstermektedir. Çözümleme için temel oluşturmaktadır.

ÇİZELGE 2

PKK'nın Görüşleri ve Türkiye'nin Karşı Görüşleri ve Çözümlenebilirlik Düzeyi

PKK'nın Görüşleri ve Talepleri

Türkiye'nin Karşı Görüşleri

Görüşmelerle Çözümlenebilir mi?

Öcalan’ın Liderliği ve Rehberliği

Abdullah Öcalan, terör örgütü lideridir ve resmi bir rolü olamaz. Süreci yönetmesi kabul edilemez.

Zor: Öcalan’ın liderliği, Türkiye için kırmızı çizgidir. Ancak, barış süreci için simgesel veya dolaylı bir rol üstlenmesi olanaklı olabilir.

PKK’nin Fesih ve Silahlı Mücadeleyi Bırakma Kararı

PKK’nin feshi inandırıcı değildir. Silahlı unsurların tamamen silah bırakması ve teslim olması gerekir.

Orta: PKK'nın silah bırakma kararının uygulanabilirliği, örgütün iç yapısı ve güvenlik koşullarına bağlı olarak görüşmelerle çözülmesi olanaklı olabilir.

Öcalan’ın Demokratik Modernite Paradigması

Türkiye, vatandaşların haklarını anayasa ile güvence altına alır. Terör örgütü liderinin ideolojik paradigması dikkate alınamaz.

Zor: Öcalan’ın ideolojisi, Türkiye’nin devlet yapısıyla örtüşmez. Ancak, demokratik reformlar üzerinden anlaşma sağlanabilir.

Kürt Sorununun Demokratik ve Barışçıl Çözümü

Türkiye tekil devlettir, tüm vatandaşlarına eşit haklar sağlar. Yeni bir model veya etnik temelli çözüm kabul edilemez.

Orta: Ortak vatan ve eşit yurttaşlık ilkeleri üzerinden bir çözüm sağlanabilir, ancak etnik temelli çözümler, Türkiye için sorun teşkil eder.

Lozan Antlaşması

Lozan, Türkiye’nin uluslararası tanınmasını sağlayan bir kurucu anlaşmadır ve tartışılamaz.

Zor: Lozan’ın gözden geçirilmesi Türkiye için oldukça duyarlı bir konu. Ancak, diğer sorunlar üzerinden görüşmeler yapılabilir.

1924 Anayasası

1924 Anayasası, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk anayasasıdır ve tarihsel bir belgedir. Kürt kimliğini yok saydığı iddiası kabul edilemez.

Orta: 1924 Anayasası’nın tartışılması zor olsa da yeni anayasa reformları ve vatandaşlık hakları çerçevesinde çözümler üretilebilir.

KDP Ambargosu ve Dış Destek

Türkiye, KDP’nin egemenlik haklarına saygı duyar. PKK’nin dış destek arayışı kabul edilemez.

Orta: KDP’nin ambargosu konusunda taraflar arasında görüşmelerle bir çözüm sağlanabilir, ancak dış destek konusunda anlaşmazlık devam edebilir.

İmralı İşkence ve Soykırım Sistemi

Türkiye, cezaevlerindeki tüm hükümlülerin insan haklarına uygun şekilde tutulmasını sağlar.

Orta: İmralı’daki durum, uluslararası denetimle çözüme kavuşturulabilir. Ancak, Türkiye’nin tecridi savunması sorunun çözülmesini engeller.

Kürt-Türk Savaşı ve Öcalan’ın Fedakarlığı

Türkiye, hiçbir zaman Kürt halkına karşı savaş yürütmemiştir. Terörle mücadele vatandaşların güvenliği içindir.

Orta: Savaşın tanımı ve karşılıklı suçlamalar, görüşmelerde ele alınabilir, ancak uzun bir uzlaşma süreci gerektirir.

Ortadoğu’daki Gelişmeler ve 3. Dünya Savaşı

Türkiye, bölgesel güvenliği ve kararlılığı savunur. Ortadoğu’daki gelişmeler, terörle mücadeleyi haklı kılmaz.

Zor: Ortadoğu’daki gelişmelerin iç dinamikleri, PKK’nın taleplerini etkileyecek kadar güçlüdür. Ancak, bölgesel güvenlik üzerine görüşmeler yapılabilir.

Halkın Demokratik Toplum İnşasına Katılımı

Öz örgütler özerklik veya bağımsızlık taleplerini tetikleyebilir. Türkiye tekil devlet yapısını korur.

Orta: Demokratik katılım ve halkın sesinin duyulması konusunda görüşmeler yapılabilir, ancak özerklik talepleri engellenebilir.

TBMM ve Siyasal Partilere Çağrı

TBMM, terör örgütleriyle görüşme yapacak bir platform değildir. Barış süreçleri yasal siyasal partilerle yürütülür.

Orta: TBMM’nin doğrudan görüşmelere katılmaması gerekebilir, ancak siyasal partilerin sürece katılımı ile çözümler bulunabilir.

Kadın Özgürlüğü ve Demokratik Toplum

Türkiye toplumsal cinsiyet eşitliğini destekler, ancak bu terörle ilişkilendirilemez.

Orta: Kadın hakları konusunda Türkiye ile uzlaşmak olanaklı olabilir. Ancak, terörle ilişkilendirilmemesi koşulu geçerlidir.

Özerklik ve Öz Savunma Hakkı

Öz savunma ve öz örgütlenme özerklik taleplerine dönüşebilir.

Zor: Özerklik talepleri, Türkiye'nin tekil yapısı ile çelişir. Ancak, yerel güvenlik uygulamaları üzerine tartışmalar yapılabilir.

Soykırım: Uluslararası Topluma Çağrı

Türkiye, Kürtlere yönelik herhangi bir soykırım uygulamamaktadır. Bu iddialar asılsızdır.

Orta: Uluslararası gözlem ve denetim talepleri konusunda bir uzlaşma sağlanabilir, ancak soykırım iddiaları kabul edilemez.

Tarihsel ve Simgesel Vurgular

PKK lider kadrosu terör suçlarından sorumludur. Türkiye, terörle mücadeledeki şehitlerini anmaktadır.

Orta: Tarihsel ve simgesel vurgularla ilgili karşılıklı anlayış gelişebilir. Ancak, PKK liderlerinin suçları hala engel teşkil eder.

Demokratik Ulus ve Ortak Vatan

Türkiye, tek millet esasına dayanan tekil bir devlettir. Etnik temelli kurucu öğe kabul edilemez.

Zor: Etnik temelli bir çözüm, Türkiye için kabul edilemez. Ancak, demokratik vatandaşlık hakları üzerinden çözüm önerileri yapılabilir.

Öcalan’ın Mutlak Tecrit Eleştirisi

Öcalan, terör suçlarından hükümlüdür ve yasalara uygun şekilde cezaevindedir.

Orta: Tecrit eleştirisi, uluslararası gözlem ile daha şeffaf hale getirilebilir, ancak bu konuda Türkiye’nin tutumu değişmez.

 

ÖNEMLİ SORUNSALLAR

 

Lozan Sorunu:

PKK'nın son açıklamasında Lozan Antlaşması’na yer verilmesi, birkaç önemli noktayı gündeme getirmektedir. Lozan Antlaşması, 1923'te Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu belgesi olarak kabul edilen, Türk ulusunun bağımsızlık mücadelesinin zaferini simgeleyen ve Türkiye’nin uluslararası düzeyde tanınmasını sağlayan temel bir anlaşmadır. PKK'nın bu antlaşmaya atıfta bulunarak yaptığı açıklamalar, birkaç stratejik ve ideolojik amaca hizmet etmektedir.

Öncelikle, Lozan’a yapılan vurgu, PKK'nın Kürt halkının tarihsel haklarının ihlal edildiği savını güçlendirmeyi amaçlamaktadır. PKK, Lozan’ın Kürt halkının ulusal haklarını tanımadığını ve bu nedenle Kürt kimliğinin uluslararası alanda tanınmadığına ilişkin bir görüş ortaya koymaktadır. Bu çerçevede, PKK Lozan’ı, Kürt halkının özgürlük ve bağımsızlık taleplerini meşrulaştırmak için kullanmaktadır. Lozan’ı bu şekilde ele almak, Kürt sorununun sadece Türkiye içindeki bir sorun değil, aynı zamanda uluslararası bir sorun olduğunu savunmayı da kolaylaştırmaktadır.

İkinci olarak, Lozan’a yapılan atıf, PKK’nın Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerine karşı çıkan bir strateji izlediğini göstermektedir. Lozan, Türkiye’nin tekil yapısının, toprak bütünlüğünün ve egemenliğinin güvencesidir. PKK, Lozan’ı hedef alarak, Türkiye'nin tekil devlet yapısının gözden geçirilmesi gerektiğini savunmaktadır. Bu yaklaşım, PKK’nın özerklik ve hatta bağımsızlık taleplerini ideolojik temellere oturtma çabası olarak değerlendirilebilir. Lozan’ın bu şekilde tartışılması, PKK’nın Türkiye’nin kurucu anlaşmasına karşı çıkarken aynı zamanda Kürt halkının kendini tanımlama hakkının tanınması gerektiğini vurgulamaktadır.

Üçüncü olarak, Lozan’a yapılan vurgu, PKK’nın uluslararası desteğini artırma amacı güdebilir. Lozan, Türk halkının bağımsızlık mücadelesinin simgesi olarak kabul edilse de aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası sistemdeki yerini belirleyen bir anlaşmadır. PKK, Lozan’ı tartışmaya açarak, Kürt halkının uluslararası alanda tanınması gerektiği yönünde bir çağrıda bulunmak istemektedir. Bu, PKK’nın Kürt sorunun küresel bir sorun haline gelmesi gerektiği ve bu soruna ilişkin uluslararası kamuoyunun daha fazla duyarlılık göstermesi gerektiği yönündeki görüşünü güçlendirebilir.

Lozan’a yapılan atıf ayrıca, PKK’nın çözüm sürecine dair kendi pozisyonunu daha belirgin bir şekilde ortaya koyma çabası olarak da değerlendirilebilir. Lozan, Türkiye’nin kurucu antlaşması olmakla birlikte, aynı zamanda Kürt halkı için büyük bir dışlanma simgesi haline gelmiştir. PKK, bu dışlanmanın sona ermesi gerektiğini ve Kürt halkının bu süreçte eşit haklara sahip olması gerektiğini savunmaktadır. Bu bağlamda, Lozan’ı eleştiren açıklamalar, PKK’nın kendi çözüm önerilerini ulusal ve uluslararası düzeyde meşrulaştırma çabası olarak anlaşılabilir.

Sonuç olarak, PKK’nın Lozan Antlaşması’na atıfta bulunması, birkaç önemli stratejik amaca hizmet etmektedir. Bu atıf, hem Kürt halkının haklarının tanınması gerektiği mesajını güçlendirmek hem de Türkiye’nin tekil yapısına karşı çıkan bir tutumu ifade etmek amacı taşımaktadır. Ayrıca, Lozan’a yapılan vurgu, Kürt meselesinin uluslararası bir boyuta taşınması için bir araç olarak kullanılmaktadır. PKK, Lozan’ı tartışmaya açarak, bu meseleyi sadece Türkiye’nin iç meselesi olmaktan çıkarıp, küresel bir sorun olarak gündeme getirmeyi amaçlamaktadır. Bu durum, Lozan’ın sadece Türkiye için değil, aynı zamanda Kürt halkı için de önemli simgesel ve ideolojik bir anlam taşıdığını göstermektedir.

1924 Anayasası:

PKK'nın son açıklamasında 1924 Anayasası'na yapılan atıf örgütün Kürt sorununu tarihsel ve anayasal bir bağlama oturtma çabasının bir yansımasıdır. 1924 Anayasası, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu Anayasası olup, Osmanlı İmparatorluğu'nun çok uluslu yapısından farklı olarak, ulus-devlet modeli temelinde Türk kimliği üzerine yapılandırılmıştır. Bu anayasa, vatandaşların “Türk” kimliği altında birleşmesini öngörmüş ve Türkiye sınırları içinde yaşayan diğer etnik ve kültürel grupların varlığını anayasal düzeyde tanımamıştır.

PKK'nın 1924 Anayasası'nı eleştirmesi, bu anayasanın Kürt kimliğini ve haklarını görmezden geldiği iddiasına dayanmaktadır. Örgüt, 1924 Anayasası'nın Kürtlerin anayasal statüsünü reddettiğini ve onları yalnızca “Türk” kimliği altında tanımladığını savunmaktadır. Bu yaklaşım, PKK'nın Kürtlerin tarihsel olarak anayasal haklarının ihlal edildiği ve bu hakların tanınması gerektiği yönündeki iddialarını desteklemektedir. Dolayısıyla, 1924 Anayasası, PKK'nın gözünde, Kürt kimliğinin anayasal düzeyde yok sayıldığı bir dönemin başlangıcıdır.

PKK'nın açıklamasında 1924 Anayasası'na yapılan vurgu, iki temel amaca hizmet etmektedir. Birincisi, Kürt sorununun yalnızca güncel bir siyasal sorun olmadığı, tarihsel ve anayasal kökleri bulunan bir sorun olduğu algısını oluşturmaktır. Bu, örgütün taleplerini daha meşru göstermeyi ve Kürt sorununun çözümünün anayasal reform gerektirdiği görüşünü pekiştirmeyi amaçlamaktadır. İkinci olarak, PKK, 1924 Anayasası'na atıfta bulunarak Türkiye'nin tekil ve merkeziyetçi yapısını eleştirmekte ve mevcut anayasal düzenin Kürt halkının haklarını tanımadığını savunmaktadır.

Sonuç olarak, PKK'nın 1924 Anayasası'na yaptığı atıf, Kürt kimliğinin ve haklarının tarihsel olarak anayasal düzeyde tanınmadığını ve mevcut anayasal düzenin bu sorunun çözümüne uygun olmadığını ileri sürmektedir. Bu bağlamda, PKK, Kürt sorununun çözümünün ancak demokratik ve çoğulcu bir anayasal düzenin benimsenmesiyle olanaklı olacağını savunmaktadır.

PKK'nın açıklamasında 1924 Anayasası'na yapılan vurgu, dolaylı olarak 1921 Anayasası'na bir gönderme niteliği taşımaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk anayasası olan 1921 Anayasası, yerel özerklik ve çoğulculuğu esas alırken, 1924 Anayasası bu yapıyı terk ederek merkeziyetçi ve tekçi bir yönetim anlayışını benimsemiştir. PKK, 1924 Anayasası'nı eleştirerek Kürt kimliğinin ve haklarının bu anayasal düzen içinde tanınmadığını ve bastırıldığını ileri sürmektedir.

1921 Anayasası, Türk Kurtuluş Savaşı sırasında kabul edilmiş ve yerel yönetimlere geniş yetkiler tanıyan bir metin olmuştur. Anayasada, yerel meclislerin ve yerel yönetimlerin karar alma süreçlerine katılımı öngörülmüş, halkların birlikte ve eşit koşullarda yaşaması vurgulanmıştır. Kürtler ve diğer etnik gruplar bu anayasal düzen içinde kendilerini daha eşit ve temsil edilmiş olarak görmüşlerdir. Ancak 1924 Anayasası, bu özerk ve çoğulcu yapıyı sona erdirerek, merkeziyetçi bir ulus-devlet anlayışını benimsemiş ve tüm vatandaşları “Türk” kimliği altında birleştirmiştir.

PKK, 1924 Anayasası'na yönelik eleştirisiyle aslında Türkiye'nin anayasal düzeninin Kürt kimliğini ve haklarını tarihsel olarak tanımadığını iddia etmektedir. Bu bağlamda, 1921 Anayasası'na dolaylı bir atıf yapılmakta ve Türkiye'nin merkeziyetçi yapısının, Kürtlerin haklarının tanınmamasına neden olduğu savunulmaktadır. PKK, bu eleştirisiyle Kürt sorununun yalnızca güncel bir siyasal sorun değil, tarihsel ve anayasal bir sorun olduğunu vurgulamaktadır.

PKK'nın bu eleştirisindeki temel amaç, Kürt sorununun çözümünün ancak demokratik ve çoğulcu bir anayasal düzenin benimsenmesiyle olanaklı olduğunu göstermektir. Örgüt, 1924 Anayasası'na yapılan eleştiriyi, demokratik özerklik taleplerini meşrulaştırmanın ve tarihsel bir bağlama oturtmanın bir aracı olarak kullanmaktadır. Bu yaklaşım, Kürt sorununun anayasal bir sorunsal olarak ele alınması gerektiği yönündeki görüşlerini güçlendirmeyi amaçlamaktadır.

 

Soykırım konusu:

PKK'nın açıklamasında yer alan "soykırım" iddiası, örgütün Türkiye’nin Kürt politikasını uluslararası hukuka aykırı bir insan hakları ihlali olarak tanımlama girişimini yansıtmaktadır. Bu iddia, esasen Kürt kimliğinin ve haklarının sistemli olarak baskı altına alındığı ve yok sayıldığı savına dayanmaktadır. PKK, Türkiye’nin Kürt kimliğine yönelik uygulamalarını kültürel, siyasal ve askeri düzeyde bir “imha” ve “asimilasyon” siyasası olarak değerlendirmekte ve bu durumu “soykırım” kavramı ile tanımlamaktadır.

PKK'nın “soykırım” söylemi, Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi'nde yer alan tanıma dayanarak şekillendirilmiştir. Bu sözleşme, bir grubu etnik, ulusal, ırksal veya dini kimliği nedeniyle tamamen veya kısmen yok etmeyi amaçlayan eylemleri soykırım olarak tanımlar. PKK'ya göre Türkiye’nin Kürt kimliğini ve dilini kamusal alanda yasaklaması, Kürtlerin kültürel ve toplumsal haklarını kısıtlaması, askeri operasyonlarla sivil kayıplara yol açması ve zorunlu göç uygulamaları bu kapsamda değerlendirilebilecek uygulamalardır.

Özellikle 1924 Anayasası’na yapılan vurgu, PKK'nın Türkiye’nin anayasal düzeninin Kürt kimliğini tanımadığını ve bu düzenin Kürtlerin kültürel ve siyasal varlığını ortadan kaldırmaya yönelik olduğunu savunduğunu göstermektedir. PKK, bu anayasal düzenin Kürt kimliğini ve haklarını yok sayarak asimilasyonu ve kimliksizleştirmeyi kurumsallaştırdığını ileri sürmektedir. Bu bağlamda, PKK'nın açıklamasında “soykırım” kavramının kullanılması, yalnızca tarihsel ve kültürel bir asimilasyon iddiası değil, aynı zamanda Kürt sorununun uluslararası bir insan hakları ihlali olarak tanınmasını sağlama girişimidir.

PKK'nın bu söylemi, uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmeyi ve Türkiye’ye yönelik uluslararası baskı oluşturmayı hedeflemektedir. Soykırım iddiası, Kürt sorununun yalnızca iç hukuk ve iç siyaset kapsamında değil, uluslararası insan hakları hukuku bağlamında ele alınması gerektiği tezini güçlendirme amacını taşır. Bu bağlamda, PKK'nın açıklaması, Kürt sorununun yalnızca bir siyasi veya etnik mesele değil, aynı zamanda uluslararası hukukun ve insan haklarının ihlal edildiği bir sorun olarak görülmesini sağlamaya yönelik bir stratejidir.

Türkiye ise PKK'nın “soykırım” iddiasını kesin bir dille reddetmekte ve bu iddiayı siyasal propaganda olarak nitelendirmektedir. Resmi görüşe göre, Türkiye, Kürtler dahil tüm vatandaşlarına eşit haklar ve özgürlükler tanımakta, terörle mücadele politikası ise vatandaşların güvenliğini sağlama amacı taşımaktadır. Bu çerçevede Türkiye, PKK'nın soykırım iddiasını uluslararası kamuoyunda meşruluk kazanma ve destek sağlama çabası olarak değerlendirmektedir.

DEĞERLENDİRME

PKK ile Türkiye’nin görüşlerinin temel sorunlarda birbirinden keskin biçimde ayrılması, taraflar arasında kalıcı bir çözüm sağlanması olasılığını son derece karmaşık ve zorlu bir hale getirmektedir. Bu görüş ayrılıkları, yalnızca siyasal ve hukuksal talepler düzeyinde değil, tarafların sorunları tanımlama ve çözüm yöntemleri konusunda da derin bir ayrışma içinde olduğunu göstermektedir.

Görüş Ayrılıklarının Temel Boyutları

PKK ve Türkiye arasında çözüm sürecini zorlaştıran temel görüş ayrılıkları üç ana eksende toplanmaktadır:

Liderlik ve Meşruluk: PKK, Abdullah Öcalan’ı yalnızca örgütün lideri değil, aynı zamanda Kürt sorununda barış sürecinin temel aktörü ve siyasi lideri olarak tanımlamaktadır. Örgüt, Öcalan’ın süreçte merkezi bir rol üstlenmesini talep etmektedir. Buna karşılık, Türkiye Cumhuriyeti devleti Öcalan’ı terör örgütü lideri olarak tanımakta ve yasal olarak terör suçundan hüküm giymiş bir kişinin barış sürecinde rol üstlenmesini reddetmektedir. Bu durum, taraflar arasında temel bir meşruluk krizine neden olmaktadır.

Silahsızlanma ve Örgütsel Fesih: PKK, silahlı mücadelenin sona erdirildiğini ve örgütsel yapının feshedileceğini ilan etmiş olsa da Türkiye bu açıklamayı yeterli ve güvenilir bulmamaktadır. Türkiye, PKK’nın tüm silahlı unsurlarının koşulsuz olarak silah bırakmasını ve güvenlik güçlerine teslim olmasını talep etmektedir. PKK ise silahlı mücadeleyi sona erdirme kararını stratejik bir geri çekilme olarak tanımlamakta ve örgütsel varlığını farklı şekillerde sürdürebileceğini belirtmektedir.

Anayasal ve Siyasal Çerçeve: PKK, Kürt sorununun çözümünü demokratik özerklik ve “demokratik modernite” ilkeleri temelinde tanımlamakta, Kürt kimliğinin anayasal düzeyde tanınmasını ve kültürel hakların güvence altına alınmasını talep etmektedir. Türkiye ise tekil devlet yapısını ve anayasal düzenini koruma konusunda kararlıdır. PKK'nın 1924 Anayasası’nı Kürt kimliğini ve haklarını yok sayan bir düzen olarak nitelendirmesi, Türkiye tarafından tarihsel ve hukuksal temelden yoksun bir yaklaşım olarak değerlendirilmektedir. Türkiye, Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasası’nı ulusal egemenliğin ve devletin kurucu temellerinin bir parçası olarak görmektedir.

Çözüm Beklentisinin Gerçekçiliği

Tarafların bu kadar keskin biçimde farklı pozisyonlara sahip olduğu bir ortamda kalıcı bir çözüm beklemek, mevcut koşullar altında gerçekçi görünmemektedir. Ancak bu, çözüm olasılığının tamamen dışlanması gerektiği anlamına gelmez. Taraflar arasında bir çözüm sürecinin olanaklı olabilmesi için şu koşulların sağlanması gerekmektedir:

Ortak Bir Tanım ve Hedef Geliştirme: Tarafların Kürt sorununu ve çözüm yollarını tanımlarken ortak bir zeminde buluşmaları gerekmektedir. Bu, çözüm sürecinin en temel gerekliliğidir. PKK ve Türkiye, “barış” ve “çözüm” kavramlarını aynı anlamda tanımlamalı ve birbirlerinin temel taleplerini en az düzeyde de olsa anlamalıdır.

Güven Artırıcı Önlemler: Her iki tarafın da karşılıklı güveni artıracak adımlar atması gereklidir. Bu adımlar, askeri operasyonların durdurulması, siyasi tutukluların serbest bırakılması veya ifade özgürlüğünün genişletilmesi gibi önlemleri içerebilir. Güvenin oluşturulmadığı bir ortamda görüşmelerin başarılı olma olasılığı son derece düşüktür.

Aşamalı ve Kapsayıcı Bir Süreç: Çözüm süreci, aşamalı bir plan çerçevesinde yürütülmelidir. İlk aşamada çatışmaların sona erdirilmesi ve güvenin oluşturulması sağlanmalı, daha sonra ise siyasal ve anayasal düzenlemelere geçilmelidir. Ayrıca, süreç yalnızca Türkiye ve PKK arasında değil, Kürt ve Türk toplumlarının temsilcilerinin katılımıyla kapsayıcı bir şekilde yürütülmelidir.

Uluslararası Arabuluculuk ve Destek: Taraflar arasındaki güvensizliği ve derinleşen kutuplaşmayı aşmanın bir yolu, uluslararası bir arabulucunun desteği olabilir. Özellikle Birleşmiş Milletler veya Avrupa Konseyi gibi kuruluşların gözlemci veya garantör rolü üstlenmesi, tarafların yükümlülüklerine bağlı kalmasını sağlayabilir.

SONUÇ

PKK ve Türkiye’nin görüşlerinin bu kadar keskin biçimde ayrıldığı bir ortamda taraflar arasında kalıcı bir çözüm sağlanmasının önündeki en büyük engel karşılıklı güvensizlik ve sorunların tanımında yaşanan temel farklılıklardır. Ancak, tarafların görüşme ve diyalog yollarını açık tutması, güven artırıcı önlemler alması ve uluslararası destekle bir çözüm sürecine yönelmesi durumunda orta ve uzun vadede barışçıl bir çözüm olanaklı olabilir. Çözüm, tarafların yalnızca birbirlerinin taleplerini değil, aynı zamanda endişelerini de dikkate almasını gerektiren karmaşık ve uzun soluklu bir süreç olacaktır.

SON SÖZ

PKK ve Türkiye arasındaki derin görüş ayrılıklarına karşın geleceğe yönelik umut ışığı tamamen sönmüş değildir. Çatışma ve görüşme süreçleri, siyasal irade ve toplumsal desteğin varlığıyla şekillenebilir. Karşılıklı güven artırıcı adımlar ve kapsayıcı bir diyalog ortamı sağlanabilirse, barışçıl çözümler üzerine ortak bir zeminde buluşma olasılığı artacaktır. Sürecin başarıya ulaşması, tarafların birbirlerinin meşru endişelerini tanıması ve toplumsal barışın ortak bir değer olarak kabul edilmesine bağlıdır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok: