OLİGARŞİK OTOKRASİLER
PROF. DR. FİRUZ DEMİR YAŞAMIŞ
ŞUBAT 2025
Özet
Bu makale, oligarşik ve otokratik yönetimlerin iktidarlarını
sürdürmek için kullandıkları stratejileri ve toplumsal muhalefetin bu
yönetimlere karşı geliştirebileceği karşı-stratejileri incelemektedir. Otoriter
rejimlerin medya, yargı, ekonomi ve güvenlik güçleri aracılığıyla nasıl kontrol
sağladığı detaylandırılmakta, tarihsel örnekler üzerinden bu stratejilerin
etkinliği analiz edilmektedir. Makale, otoriter rejimlerin yıkılmasını
sağlayabilecek içsel ve dışsal faktörleri değerlendirerek, ekonomik krizlerin,
uluslararası baskıların ve toplumsal hareketlerin otokratik yönetimleri nasıl
zayıflatabileceğini tartışmaktadır. Son olarak, Türkiye bağlamında otoriter
yönetimlerin kırılganlıkları ve seçim güvenliği konuları ele alınmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Otokrasilerde Yönetim Stratejileri, Karşı
Önlemler, Türkiye, Karşılaştırmalı Siyaset
Abstract
This paper
examines the strategies employed by oligarchic and autocratic regimes to
maintain their power, as well as the counter-strategies that social opposition
can develop against these systems. It details how authoritarian regimes exert
control through the media, judiciary, economy, and security forces, analyzing
the effectiveness of these strategies through historical examples. The paper
evaluates the internal and external factors that may lead to the downfall of
autocratic regimes, discussing how economic crises, international pressure, and
social movements can weaken authoritarian rule. Finally, the vulnerabilities of
authoritarian regimes and election security issues in the context of Turkey are
addressed.
Key Words: Strategies of Autocratic Regimes,
Counter Measures, Turkiye, Comparative Politics
GİRİŞ
Oligarşik ve otokratik
toplumlarda yöneticiler toplum üzerindeki baskıcı güçlerini artırmaktadırlar.
Buna karşılık savunmasız, silahsız ve dirençsiz halk yığınlarının tepkisizliği
otokratik yöneticileri daha denetlenemez ve toplumsal, hukuksal, ekonomik ve
siyasal baskılarını dayanılmaz ölçüde artırmalarına bir anlamda yardımcı
oluyorlar. Otokratik rejimlerde halkın tepkisizliği, yöneticilerin baskılarını
daha da artırmasına neden olan bir kısır döngü yaratıyor. İnsanların korku,
ekonomik bağımlılık, medyanın kontrolü ve sistematik baskılar nedeniyle sessiz
kalması, otokratların daha pervasız adımlar atmasına yol açıyor.
Bu noktada birkaç
kritik soru ortaya çıkıyor: Korku ve
baskı ortamında halk nasıl harekete geçirilebilir? Tarih boyunca
otoriter rejimlere karşı başarılı halk hareketleri genellikle belirli kırılma
anlarında ortaya çıkmıştır. Peki, bu kırılma noktaları nasıl tetikleniyor? Alternatif direnç yöntemleri neler olabilir? Silahsız
ve savunmasız halklar otoriter yöneticilere karşı nasıl direnebilir? Direnme
hakkı nedir ve nasıl tanımlanabilir? Sivil itaatsizlik, yeraltı örgütlenmesi,
dış destekli demokratikleşme projeleri gibi yollar ne kadar etkilidir? Otokratlar için en büyük tehdit nedir? Otokratlar
genellikle hangi şartlarda zayıflıyorlar? Ekonomik kriz, elit bölünmesi, dış
baskılar veya iç toplumsal dinamikler belirleyici olabilir mi? Halkın
sessizliği neden bu kadar yaygındır? Ancak çoğu zaman bu bile yeterli olmuyor.
Sence halkın tepkisizliğini aşması için ne gibi koşulların oluşması gerekir?
Bu soruların yanıtları, otoriter baskının sınırlarını
anlamak ve onu aşabilecek stratejiler geliştirmek açısından önemlidir. Asıl
neden esasen çok kötü olan yaşam koşullarının oligarşi tarafından hem kendileri
ve hem de geçimlerini sağlamak zorunda oldukları aile bireyleri için çok daha
olumsuz ve dayanılmaz boyutlara ulaşması korkusudur. İnsanlar zaten kötü olan
yaşam koşullarının daha da kötüleşmesinden korktukları için otokratlara karşı
ses çıkarmaktan çekiniyorlar. Oligarşik yapılar, toplumu ekonomik bağımlılıkla
dizginleyerek muhalefeti etkisiz kılmaktadır. Bu durum, özellikle gelir
eşitsizliğinin yüksek olduğu ve sosyal devletin kırılgan ve zayıf olduğu
ülkelerde daha da belirgin hale gelmektedir.
Metnin dilsel ifadesini geliştirmek ve üslup açısından
iyileştirmek amacıyla ChatGPT (OpenAI, GPT-4, 2025) adlı yapay zekâ aracından
faydalanmıştır. Makaledeki tüm entelektüel içerik, çözümlemeler ve sonuçlar tümüyle
yazara aittir.
YAZIN TARAMASI
Otoriter rejimlerin dayanıklılığı üzerine yapılan genel nitelikli
çalışmalar arasında Gerschewski, Levitsky, Slater ve Svolik ön plana
çıkmaktadır. Gerschewski "The Three Pillars of Stability: Legitimation,
Repression, and Co-optation in Autocratic Regimes" adlı çalışmasında (Gershewski, 2013) otoriter
rejimlerin uzun süre iktidarda kalmasını sağlayan üç temel mekanizmayı ele
alır: meşruiyet, baskı ve kooptasyon
(içten seçim, rejime sadık kesimleri ödüllendirme). Levistsky ve Way ise “Competitive Authoritarianism:
Hybrid Regimes After the Cold War” adlı yapıtlarında (Levitski, 2010) seçimli otoriterlik
kavramını geliştirerek, otoriter rejimlerin nasıl demokratik mekanizmaları
kullanarak hayatta kaldığını bildirmektedirler. Slater “Ordering Power: Contentious Politics and Authoritarian
Leviathans in Southeast Asia “adlı
kitabında (Slater, 2010) Güneydoğu Asya'daki otoriter rejimlerin
nasıl güçlü ve uzun ömürlü hale geldiğini anlatır, özellikle elit
koalisyonların rolünü vurgular. Svolik “The
Politics of Authoritarian Rule” adlı
çalışmasında otoriter rejimlerin iç dinamiklerini ve liderlerin
rejimi nasıl sürdürebildiğini istatistiksel ve karşılaştırmalı yöntemlerle
çözümlemektedir. (Slovik, 2010)
Otoriter rejimlerde kurumsal dayanıklılık konusunu incelyenler arasında
Magaloni, Gandhi ve Przeworski yer almaktadır. Magaloni “Voting for
Autocracy: Hegemonic Party Survival and Its Demise in Mexico” adlı çalışmasında tek parti
rejimlerinin nasıl uzun süre iktidarda kaldığını (Magaloni, 2006) ve
meşruiyetlerini nasıl sürdürdüklerini açıklar. Gandhi ve Przeworski ise "Authoritarian Institutions and the
Survival of Autocrats" adlı çalışmalarında otoriter rejimlerde
parlamentoların ve partilerin nasıl bir "kontrol mekanizması" gibi
kullanıldığını incelerler. (Gandhi, 2007)
Medya, baskı ve propaganda üzerine çalışmalar yapanlar arasında ise King
ve Roberts ile Guriev ve Treisman yer almaktadır. King ve Roberts "How Censorship in
China Allows Government Criticism but Silences Collective Expression"
adlı çalışmada (King, 2013) Çin'deki sansür mekanizmalarını çözümleyerek,
otoriter rejimlerin medyayı nasıl yönlendirdiğini incelerler. Guriev ve Treisman ise "Informational
Autocrats” adlı (Guriev, 2019) makalelerinde otoriter rejimlerin
yalnızca baskı yoluyla değil, medya yönlendirmesi ve propaganda yoluyla da
nasıl iktidarda kaldığını açıklarlar.
Türkiye bağlamında otoriter dayanıklılık kavramını inceleyenler arasında
Esen ve Gümüşçü, Öniş ve Turan’ın çalışmaları dikkat çekmektedir. Esen ve Gümüşçü "Turkey: How the Coup
Failed" başlıklı çalışılmadan Türkiye’deki otoriterleşme
sürecini ve rejiminin nasıl otoriter dayanıklılık (Esen, 2017) mekanizmalarını
kullandığını incelerler. Öniş ise "Monopolizing
the Center: The AKP and the Uncertain Path of Turkish Democracy" adlı
çalışmasında (Öniş, 2015) AKP’nin popülist politikalar ve ekonomik
büyüme aracılığıyla nasıl meşruiyet sağladığını çözümler. Turan ise "Turkey's Presidential
System and Its Impact on the Struggle for Democracy" başlıklı
çalışmasında Türkiye’nin başkanlık sistemine geçişinin otoriter
dayanıklılığı nasıl artırdığını tartışır. (Turan, 2019)
KULLANILAN TEMEL
YÖNTEMLER
Otokratların kullandığı temel
yöntemlere baktığımızda şunları görüyoruz: Ekonomik bağımlılık yaratmak, insanları devlete bağımlı hale
getiren sosyal yardımlar, kamu istihdamı, iş dünyası üzerindeki kontrol gibi
rejime karşı harekete geçmelerini engellemek, korku iklimi yaratmak, insanların işlerini kaybetmek korkusunu
yaygınlaştırmak, hapis cezası almak veya sosyal dışlanmaya uğramak gibi
tehditlerle sindirmek, yazılı, görsel ve sosyal medyayı yönlendirmek, medya aracılığıyla halkın algısını yöneterek
rejime karşı oluşabilecek tepkileri daha doğmadan yok etmek, toplumu bölmek, toplumsal fay hatları
yaratmak, silahlı militan gruplar yaratmak, halkı kutuplaştırarak
birleşik bir muhalefetin oluşmasını engellemek, yargıyı, yargısal süreçleri ve hukuku silah olarak kullanmak, yargıyı
tamamen kontrol altına alarak keyfi tutuklamalar ve hukuksuz kararlarla
muhalefeti baskılamak ilk gözlemlenen temel yöntemler olarak ortaya
çıkmaktadır.
Otokratik yönetimlerde halkın
korku duvarını aşması için ne tür dinamikler ortaya çıkmalıdır? Genellikle
ekonomik krizler, otokratların meşruiyetini kaybetmesi veya dış faktörlerin
baskısı gibi unsurların harekete geçirici rol oynadıkları anlaşılmaktadır.
TARİHSEL ÖRNEKLER
Halkın tepkisizliğini kırabilecek koşulları belirlerken
tarihsel örnekleri ve günümüz otokratik rejimlerini de dikkate almak
gerekmektedir. Bu süreci bireysel,
toplumsal ve dışsal dinamikler olmak üzere üç ana başlık altında ele
almak yararlı olacaktır.
Bunlardan birincisi bireysel
dinamikler yani korkunun aşılması ve alternatif umutlar yaratmaktır. Bireylerin
korkularını aşması ve otoriter baskıya karşı harekete geçmesi için aşırı yoksulluk ve açlıkla mücadele
etmek zorunludur. İnsanlar esasen kaybedecek bir şeyleri kalmadığında korku
duvarını aşabilmektedir. Örneğin Tunus’ta üniversite mezunu ve seyyar satıcı Muhammed
Buazizi’nin kendini yakması gibi. Ya da alternatif umut kaynaklarının doğması gerekir. Eğer insanlar
otoriter düzenin devrilmesinden sonra ne olacağını göremezse, harekete geçme
konusunda isteksiz kalırlar. Örneğin 1989’da Doğu Avrupa’da demokratik dönüşüm
vaatlerinin başarısız kalması gibi. Bir başka yaklaşım kişisel güvence mekanizmalarının geliştirilmesidir. Bireyler,
kendilerini risk altında hissetmemek için dayanışma ağları ve gizli örgütler
oluşturabilirler.
İkinci olarak toplumsal dinamikler açısından kırılma anlarını ve kolektif bilincin oluşmasını
beklemek gerekebilir. Bireysel korkunun aşılması ancak toplumsal dinamiklerle
pekiştirilirse etkili olabilir. Rejim ekonomik istikrarını kaybederse, ona
duyulan zorunlu sadakat azalır. Örneğin 1979 İran Devrimi öncesinde yaşanan ekonomik
kriz gibi. Yönetici sınıftaki iç çatışmalar, halk için bir fırsat penceresi yaratabilir.
Örneğin Sovyetler Birliği’nin dağılması sürecinde iç bölünmeler gibi. Örgütlü
bir muhalefet hareketi, halkı harekete geçirebilir. Örneğin Polonya’daki
Dayanışma Hareketi gibi. Güvenlik güçlerinin halkın karşısına dikilmemesi veya
onlarla duygudaşlık kurması da otoriter rejimin çöküşünü hızlandırır. Örneğin
Mısır’da 2011’de bazı askerlerin halkla hareket etmesi gibi.
Üçüncüsü ise uluslararası
baskılar ve müdahaleler gibi dışsal etmenlerin harekete geçmesidir. Bazı
durumlarda dış etkenler de önemli rol oynar. Oligarkların ve yöneticilerin
ekonomik çıkarları tehdit edildiğinde içerideki baskı azalabilir. Bağımsız
medya ve internetin gücü, halkın gerçekleri görmesini sağlayarak otokratik
propagandayı zayıflatabilir. Muhalif hareketlere verilen maddi veya diplomatik
destek, başarılarını artırabilir.
OTORİTER DAYANIKLILIK KURAMI
“Otoriter
Dayanıklılık” (Authoritarian Resilience) kuramı
otoriter rejimlerin zaman içinde yıkılmak yerine nasıl ayakta kalabildiğini ve
kendilerini nasıl uyarlayarak sürdürülebilir hale getirdiğini inceleyen bir kuramdır.
Bu kuram, özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde, otoriter rejimlerin
beklenenden daha uzun süre varlık göstermesiyle birlikte akademik tartışmalarda
önem kazanmıştır. Otoriter rejimler, farklı mekanizmalar ve stratejiler
kullanarak uzun vadeli istikrarlarını sağlarlar. Bazı otoriter rejimler tamamen
baskıcı olmak yerine, rekabetçi seçimler düzenleyerek meşruiyetlerini artırır.
Ancak bu seçimler, medya kontrolü, muhaliflerin baskılanması ve seçim sistemine
yapılan müdahalelerle manipüle edilir. Tek parti ya da rejime yakın partiler
aracılığıyla, politik süreçler denetlenir. Çin’de Komünist Parti'nin, Rusya’da
Birleşik Rusya’nın iktidar üzerindeki egemenliği buna örnektir. Devlet
kaynakları ve kamu ihaleleri, rejime sadık elitlere dağıtılarak sadakat
sağlanır. Halkın geniş kesimlerini devlete bağımlı hale getiren yardımlar,
otoriter rejimlerin toplumsal desteğini artırır. Oligarklar veya devlet
şirketleri aracılığıyla ekonomik güç denetim altında tutulur. Özgür basın ya
susturulur ya da rejimin propaganda aracı haline getirilir. Sosyal medya
platformları kontrol altına alınır, internet kısıtlamaları uygulanır ve
trollerle kamuoyu manipüle edilir. Güvenlik aygıtı rejime sadık tutulur, polis
ve istihbarat muhalifleri bastırmak için kullanılır. Hukuk sistemi, muhalifleri
baskılamak için bir araç haline getirilir. (Nathan, 2003)
Her ne kadar otoriter rejimler çeşitli araçlarla ayakta
kalmaya çalışsa da, belirli faktörler dayanıklılıklarını zayıflatabilir.
1991’de Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve 2011’de Arap Baharı protestoları,
ekonomik çöküşlerin otoriter rejimleri nasıl sarsabileceğini göstermiştir.
Rejim içindeki elitlerin çıkar çatışmaları ve sadakatsizlikler rejimi
zayıflatabilir. Yaptırımlar, diplomatik yalnızlık ve dış müdahaleler rejimlerin
kırılganlığını artırabilir. Uzun vadede halk hareketleri, rejimin kontrol
mekanizmalarını aşındırabilir.
Türkiye bağlamında otoriter
dayanıklılık olgusuna bakıldığında Türkiye’nin rejiminin seçimli otoriterlik
modeli olduğu söylenebilir. Seçimler rejimin meşruiyet kaynağı olarak
gösterilmekte ve süreçler denetim altında tutulmaktadır. Ülkede ekonomik bağımlılık yaratılmış durumdadır.
Devlet destekleri, kamu ihaleleri ve yandaş sermaye, rejimi ayakta tutan temel etmenlerden
bazılarıdır. Medya ve yargı yürütmenin
(tek adamın) denetimi altındadır. Bağımsız medya büyük ölçüde susturulmuştur.
Yargı ise siyasi bir araç haline getirilmiş durumdadır. Güvenlik güçleri siyasal sadakate göre şekillenmektedir. Polis ve
istihbarat kurumları rejime sadık hale getirilmiş durumdadır. Rejim ciddi
ölçüde kırılgandır. (Failed state). Zira
ekonomik kriz derinleşmekte ve halkın
alım gücü hızla düşmektedir. Rejim içindeki çıkar çatışmaları ve elit
bölünmeleri giderek daha belirginleşmektedir. Uluslararası baskılar (özellikle
AB ve ABD’den gelen ekonomik ve siyasi yaptırımlar) giderek artmaktadır.
Otoriter rejimler, çeşitli adaptasyon stratejileri sayesinde
uzun süre ayakta kalabilirler. Ancak, ekonomik çöküşler, iç çatışmalar ve
uluslararası baskılar bu rejimlerin dayanıklılığını zayıflatabilir. Türkiye
gibi seçimli otokrasilerde, hem ekonomik kriz hem de toplumsal hoşnutsuzluk
arttıkça rejimin sürdürülebilirliği daha fazla sorgulanacaktır.
OTOKRATLARIN
KULLANDIKLARI STRATEJİLER VE TAKTİKLER
Önce otoriter ve oligarşik yönetimlerin iktidarlarını
sürdürülebilir kılmak için kullandıkları strateji ve taktikleri sistemli bir şekilde ortaya koymak yararlı
olacaktır. Bu stratejiyi siyasal,
ekonomik, toplumsal, hukuksal ve medya kontrolü başlıkları altında ele
al ak olanaklıdır. Oligarşik iktidarların
yönetimlerini sürdürülebilirlik kılmak için uyguladığı stratejiler ve taktikler
arasında önde gelen strateji siyasal niteliklidir. Bir başka anlatımla siyasal
iktidarın meşruiyetinin yeniden tanımlanması ve bu bağlamda muhalefetin etkisizleştirilmesi
önemlidir. Bu amaçla sahte sahte meşruiyet mekanizmaları yaratılır.
Seçimler yaparak sözde "demokratik" görünüm kazandırma, ancak seçim
sistemini yönlendirmek (baraj sistemleri, oy hileleri, seçmen baskısı vb.)
bunlar arasındadır. Muhalefetin bölmek
ve parçalara ayırmak başvurulan bir başka taktiktir. Muhalif partiler arasında yapay
ayrışmalar yaratmak ve belirli partileri destekleyerek kontrollü muhalefet
oluşturmak başvurulan başka bir yöntemdir. Devlet kaynaklarıyla ve parayla sadakat satın alma oligarkların
başvurduğu bir başka yöntemdir. Bu yaklaşım kamu kaynaklarını yandaşlara
ve parti üyelerine yönlendirerek sadık bir destekçi kitlesi oluşturma amacını
güder. Bürokratik oligarşi kurmak
sıklıkla başvurulan bir başka yöntemdir. Kamu bürokrasisini yandaşlarla
doldurarak muhalefetin devlet içinde varlık göstermesini engellemek gibi. Ve
nihayet, toplumda olağanüstü hal ve kriz
yönetimi uygulamak gerekir. Sürekli güvenlik tehditleri veya savaş
senaryoları yaratarak halkı baskı altına almak gibi.
Ekonomik stratejilere
gelince… Bu stratejinin amacı bağımlılık yaratmak ve kaynakları tekelleştirmektir.
Bu bağlamda ekonomik oligarşiler kurulur. Devlet ihalelerini sadece
yandaş şirketlere dağıtarak ekonomik gücü belirli bir elit kesimde toplamak
gibi. Kamu kaynaklarını kendi çıkarına kullanmak
başka bir taktiktir. Vergi sistemini zenginleri ve iktidarı koruyacak
şekilde düzenlemek ve kamu borçlarını artırarak gelecek nesilleri ipotek altına
almak gibi. Halkın ekonomik bağımlılığını
artırmak bir başka taktiktir. Düşük maaş, yüksek enflasyon ve kredilerle
insanları ekonomik olarak devlete bağımlı hale getirmek gibi. Özelleştirme ve varlık transferi otokratik
yöntemlerin başvurduğu bir başka taktiktir. Kamu varlıklarını yandaşlara
devrederek halkın kolektif ekonomik gücünü kırmak da bunlar arasındadır. Son
ekonomik strateji de yapay krizler yaratmak ve bu krizleri kullanmaktır. Ekonomik krizleri kontrol altında tutarak
toplumu sürekli belirsizlik içinde bırakmak ve bu sayede iktidarın "tek
çözüm adresi" olduğunu zorla kabul ettirmek gibi.
Toplumsal stratejiler
ise kısaca “Böl, Kutuplaştır, Yönlendir” olarak özetlenebilir. Bu yaklaşım halkı
mezhep, etnik köken, ideoloji gibi faktörler üzerinden kimliklere bölerek
birleşmelerini engellemek anlamına gelir. İç ve dış düşmanlar yaratarak halkın
dikkatini rejimin başarısızlıklarından uzaklaştırmak başvurulan yöntemlerden
biridir. Eğitimi (okul öncesinden üniversite eğitiminin sonuna kadar) ve dini
kurumları kullanarak halkı iktidara biat edecek şekilde yetiştirme sıklıkla kullanılan
yönetmelerden bir başkasıdır. Sendikaları, sivil toplum kuruluşlarını ve
öğrenci hareketlerini ya kontrol altına alma ya da bastırma da bir başka önemli
taktiktir.
Bu bağlamda,
kullanılan hukuksal stratejiler arasında en önde geleni yargıyı silah olarak kullanmak
gelir. Yargıçları ve savcıları iktidara sadık kişilerden seçme, yolsuzluk,
casusluk, terör suçlamalarıyla muhalifleri yargılamak, gözaltına almak,
tutuklamak ve hapse atmak, muhalefeti engellemek için yasaları sık sık değiştirerek
hukuki belirsizlik yaratmak ve yargı sürecini devre dışı bırakan yönetsel kararlarla
muhalifleri susturmak uygulanan taktikler arasındadır.
Son yöntem ise medyayı
kullanarak bilgiyi ve bilgi toplumunu denetim altına almak ve böylelikle alternatif
gerçeklikler yaratmaktır. Bunu sağlamak için bağımsız medya
kuruluşlarını kapatmak veya iktidara yakın iş insanlarına devrederek bu
kurumları propaganda aracı haline getirmek gerekir. İnternet sansürü, ”deepfake” yapımlar üretmek, sosyal
medya yasaları ve trol ordularıyla alternatif bilgi akışını engellemek bu
taktikler arasındadır. Sürekli zafer, büyüme, dış düşmanlar ve ulusal gurur
temalarını işleyerek rejime bağlılığı pekiştirmek bir başka taktik olarak
ortaya çıkmaktadır. Öte yandan karalama kampanyaları, iftira ve sahte
haberlerle muhalifleri hedef gösterme oligarşik ve otokratik yönetimlerin
kullandığı bir başka taktiktir.
KARŞILAŞTIRMALI
SİYASET: KULLANILAN STRATEJİ VE TAKTİKLERİN İRDELENMESİ
Otoriter rejimlerin nasıl ayakta kaldığını ve hangi zayıf
noktalarının onları çöküşe sürüklediğini anlamak için tarihsel ve güncel örnekler üzerinden bir karşılaştırmalı çözümleme
yapmak yararlı olacaktır. Bu bağlamda otoriter rejimler beş kategoriye
ayrılabilir: Tam otokrasiler
(Kuzey Kore, Türkmenistan), yumuşak
otokrasiler (Rusya, Macaristan, Türkiye), çöken veya dönüşen otokrasiler (Şili-Pinochet, Romanya-Çavuşesku,
Arap Baharı ülkeleri), yarı-otoriter
hibrit rejimler (Venezuela, Beyaz Rusya) ve otoriterleşme sürecindeki demokrasiler (Hindistan, İsrail, bazı
Batı Avrupa ülkeleri).
Tam olarak oluşmuş
ve yerleşmiş otokrasilerin ortak özellikleri tümüyle kapalı bir sistem
ve mutlak bilgi kontrolüne sahip olmalarıdır. Rejime tamamen bağımlı bir
ekonomi (devlet eliyle dağıtılan kaynaklar) ve ideolojik ve kültürel beyin
yıkama (lider kültü) sistemi bu tür rejimlerin ana özelliğidir. Bu tür rejimlerin
zayıf noktaları ise dış baskılara aşırı
bağımlılık (Kuzey Kore’nin Çin’e bağımlılığı gibi), ekonomik yalnızlaşmanın sürdürülebilir
olmaması ve halkın radikal bir kopuş anında büyük bir patlamaya yönelmesidir.
Romanya örneğinde olduğu gibi. Bu tür rejimler içerden yıkılması en zor olanlardır. Ancak ekonomik çöküş veya dış müdahale gibi dış etmenler rejimin sonunu
getirebilir.
Yumuşak otokrasilerin
kullandıkları stratejiler ise şunlardır: Sahte seçimler ve denetimli
muhalefet, medya ve internet üzerindeki denetim, kültürel ve dinsel araçlarla
meşruiyet üretme ve yargıyı siyasi baskı aracı olarak kullanmak. Bu rejimlerin
zayıf noktaları ise ekonomik krizlere
(Rusya-Ukrayna savaşı sonrası ekonomik yaptırımlar) karşı dirençsiz olmak, dış destek kaybına (AB’nin Macaristan’a
ekonomik baskıları gibi) dayanamamak ve toplumda alternatif iletişim kanallarının gelişmesini (sosyal
medyanın kontrol edilememesi) engelleyememektir. Bu tür rejimler sert otokrasilere göre daha kırılgan olurlar.
Zira ekonomik ve siyasi krizler halkın sadakatini kolaylıkla sarsabilme
potansiyeline sahiptir.
Çöken veya dönüşen otokrasilerin
kullandığı stratejiler arasında sert baskı mekanizmaları ve polis
devleti uygulamaları, ordu ve güvenlik güçlerini kullanarak halkı sindirmeye
çalışmaları ve dış destek ile ayakta kalmaya çalışmak yer alır. Bu tür
rejimlerin zayıf noktaları ise ekonomik
çöküş ve hiperenflasyon (Romanya’da yaşanan kıtlık ve ekonomik çöküş), ordu ve güvenlik güçlerinin rejime
sadakatsizleşmesi (Tunus ve Mısır’da olduğu gibi) ve kitlelerin korku eşiğini aşması
(Romanya’da Çavuşesku’nun bir mitingde yuhalanması ve ardından kaçmaya
çalışması) bulunmaktadır. Bu tür
rejimler halk isyanları, ekonomik
krizler ve ordu içindeki bölünmelerle hızlı şekilde çözülebilmektedir.
Yarı otoriter hibrit
rejimler ise dengede kalmanın çeşitli zorluklarını yaşamaktadırlar. Bu rejimler
popülist ekonomik politikalar (sübvansiyonlar, devlet yardımları), dış
destekle ayakta kalma (Beyaz Rusya’nın Rusya’ya bağımlılığı gibi) ve kontrollü
muhalefet ve zaman zaman demokratik açılımlar gibi stratejileri kullanırlar. Zayıf noktaları arasında da ekonomik krizler
ve hiperenflasyon (Venezuela’da olduğu gibi), kurumların aşırı yozlaşması ve toplumsal güven kaybı ve halkın alternatif
ekonomik ve sosyal ağlar kurarak devleti “bypass” etmesi bulunmaktadır.
Bu rejimler kendi çöküşlerini
yavaşlatmak için sürekli adaptasyon yapmak zorunda kalır. Ancak ekonomik
sürdürülebilirlikleri genellikle en büyük zayıf noktaları olur.
Otoriterleşme sürecindeki
demokrasiler ise şiddetli risk ve kırılganlıklar yaşarlar. Bunları aşabilmek
için yargıyı ve bağımsız kurumları zayıflatmak (Netanyahu’nun İsrail’de
yaptığı gibi), seçim yasalarını değiştirmek ve "seçimli otokrasi"
kurma ve kültürel ve dini milliyetçiliği kullanarak kutuplaştırmayı artırmak
gibi stratejilere başvururlar. Zayıf noktaları
ise bağımsız kurumların tamamen yok edilememesi, sivil toplumun ve akademinin
hala direnç gösterebilmesi ve uluslararası baskılardır. Bu ülkelerde
otoriterleşme süreci hızlı
ilerleyebilir ama halkın alışkanlıkları ve demokratik geçmişleri nedeniyle
tam otoriter bir yapıya ulaşmak zor olabilir.
OTOKRATİK REJİMLERİN GÜÇLÜ OLMASININ NEDENLERİ
Otokratik ve oligarşik rejimlerin sahip olduğu güçlü devlet aygıtı, finansal kaynaklar, güvenlik güçleri ve medya tekelini göz önünde
bulundurduğumuzda, mücadelede belirgin bir dengesizlik olduğu söylenebilir.
Yani, otokratik rejimlerin baskıcı mekanizmaları gerçekten çok güçlü ve bu güç,
toplumun savunmasız ve silahsız büyük
çoğunluğu karşısında ciddi bir avantaj sağlamaktadır. Bu durumda toplumsal direncin nasıl
örgütlenebileceği ve bu dengesizliği nasıl aşabileceği oldukça karmaşık bir
soru durumuna gelmektedir.
Otokratik ve
oligarşik rejimler hem ekonomik hem de güvenlik açısından devasa bir
avantaj sağlar. Güvenlik güçleri ve istihbarat birimleriyle, muhalefeti sürekli
gözetim altında tutarak bastırmak olanaklıdır. Toplumsal muhalefet, polis baskıları, gözaltılar ve şiddetli müdahaleler gibi
uygulamalarla kolayca boğulabilir. Devletin gücü, kamu kaynaklarını kendi çıkarları doğrultusunda kullanma,
muhalefeti yok etme ya da hizaya sokma yoluyla oldukça etkili bir araçtır.
Ayrıca yandaş sermaye grupları
aracılığıyla, ekonomik baskılar oluşturmak mümkündür. Otoriter rejimler medya üzerindeki denetimi elinde
tutarak toplumun büyük bir kısmını bilgi
manipülasyonuyla yönlendirebilir. Sosyal medya ve dijital
platformlardaki algı yönetimi, halkı pasifleştirmekte güçlü bir silah haline
gelir.
Toplumun büyük çoğunluğu savunmasız, silahsız ve örgütsüz olduğu için, otokratik rejimin
karşısına çıkabilmek oldukça zorlaşır. Sürekli baskı ve şiddet
altında olan halk, direnç oluşturmakta
zorlanır. Muhalefet partileri ve sivil toplum örgütleri, devletin ve polis teşkilatının sürekli
gözaltılar ve işkencelerle yıldırıcı bir politika izlediği bir ortamda
örgütlenme konusunda zorluk çeker. Toplumun büyük kesimi, ekonomik sıkıntılar içinde
boğulmuşken, toplumsal harekete
katılmak yerine sadece günlük hayatta kalmaya odaklanır. İnsanlar, ekmek
parası için iş bulmaya çalışırken toplumsal
değişim mücadelesine katılacak gücü kendilerinde bulamayabilirler.
Özellikle eğitim düzeyi düşük ve
halkın büyük kısmı, politik bilinçten
yoksunsa, rejime karşı toplumsal bir tepki gösterme ihtimali de azalır. Aydınlar ve toplum liderleri genellikle ya susturulur ya da güçlerini
kaybederler, bu da halkı örgütlemeyi zorlaştırır.
Çünkü oligarşik iktidarın elinde finansal güçler var, yandaş
şirketler var, yargı var, istediklerini keyfi olarak tutuklayıp hapse
atabiliyorlar (Atalay ve benzeri). Toplum o kadar zayıf ve güçsüz ki ütopik ve
romantik çözüm önerileri pek gelecek vaat etmiyor. Oligarşik iktidarın devasa kaynaklara ve baskı mekanizmalarına sahip olduğu bir
ortamda, toplumun örgütlenmesi ve direnç göstermesi gerçekten büyük bir güç
mücadelesi gerektiriyor. Toplumun içinde bulunduğu zayıflık ve çaresizlik,
bu mücadelenin ne kadar çetin olduğunu gözler önüne seriyor. Oligarşi, ekonomik, hukuki ve güvenlik
kaynaklarını keyfi olarak kullanabiliyor, bu da toplumun herhangi bir direniş
gösterme şansını önemli ölçüde kısıtlıyor. Bu noktada, romantik ve ütopik çözümler gibi görünen yaklaşımlar ne yazık ki
gerçekçi olmaktan uzak kalabilir. Ancak, yine de bazı stratejilerin etkili
olabileceğini düşünüyorum, tabi bunlar çok ince düşünülmüş ve çok dikkatli bir
şekilde uygulanması gereken stratejiler olacaktır.
Büyük bir toplumsal devrim veya aniden büyük bir değişim
beklemek yerine, yerel düzeyde
küçük ama etkili direnişler örgütlenebilir. Örneğin, bir mahallede, bir şehirde
ya da bir sektörde başlayan toplumsal
hareketler zamanla genişleyebilir
ve daha geniş kesimlere ulaşabilir. Bu hareketler açık hava toplantıları, muhalefet
söylemi oluşturmak, sosyal medya
platformlarını kullanarak ses getirebilir.
Toplumun içinde bulunduğu zorlu yaşam koşulları, çoğu zaman
siyasetin ötesinde olan çok temel ihtiyaçlardan kaynaklanır. Bu noktada, ekonomik adalet, eşitlikçi gelir dağılımı ve sosyal devlet politikaları gibi pratik
çözümler üreterek halkın desteğini almak mümkün olabilir. Eğer insanlar bu tür
çözümlerle günlük hayatta kalmayı
kolaylaştıracak seçenekler görürse, bu durum siyasi bir değişimin
kapılarını aralayabilir. Örneğin, daha eşitlikçi
ve sürdürülebilir bir ekonomi önerisi toplumun güçlü bir şekilde direnişe
katılmasına olanak sağlayabilir.
Uluslararası alanda toplumsal
baskı oluşturmak ve yaptırımlar
gibi dış baskı mekanizmaları, otokratik rejimlerin kırılgan noktalarını hedef
alabilir. Batı'nın ve demokratik ülkelerin desteğini sağlamak, özellikle insan hakları ihlalleri ve hukuksuz uygulamalara karşı uluslararası çözüm yolları bulmak bir
strateji olabilir. Bazen dışarıdan gelen ekonomik ya da diplomatik baskılar,
rejimin sağlam gibi görünen temellerini sarsabilir.
Otokratik iktidarların en güçlü silahlarından biri, şüphesiz
ki medya ve iletişim
kontrolüdür. Ancak, sosyal medyanın yaygınlaşması
ve özgürleşmesi, halkın bağımsız bilgiye ulaşmasını
sağlayabilir. Bu noktada, karanlık
propaganda ve yönlendirmelere karşı toplumu bilinçlendirici, doğru ve
açık bilgiye dayalı bir iletişim stratejisi geliştirmek önemli olacaktır. Medya ve interneti özgürleştirmek için
yerel ve uluslararası işbirlikleri yapılabilir.
Sonuç olarak, bu mücadelede romantik çözümler pek mümkün görünmese de, birkaç pratik strateji ve toplumsal bilinçlenme süreci, uzun
vadede toplumsal direncin artmasına ve sistemli
değişim için bir zemin oluşturabilir. Ancak bu stratejilerin hepsi çok büyük bir risk içeriyor ve
başarılı olabilmesi için iyi organize
olmak, güçlü bir liderlik
ve uluslararası destek gibi
faktörlere dayanmak zorunda.
Türkiye'deki mevcut durum gerçekten de çok karmaşık ve
zorlayıcı. Orta sınıfın kaybolması
ve toplumun büyük bir kısmının yoksulluk
ve açlık içinde olması, önemli bir toplumsal çöküşü ve gelir
eşitsizliğinin derinleşmesini işaret ediyor. Bu tür koşullarda, halkın büyük
bir kısmı zaten çaresiz ve sistemden dışlanmış durumda. Bu
durumda ne yapılabileceği sorusu
oldukça kritik bir hal alıyor.
En temel adım, halkın günlük yaşamını sürdürebilmesi için
gerekli olan temel ihtiyaçların karşılanmasıdır. Bu, beslenme, sağlık, barınma gibi acil ve hayati gereksinimleri
içeriyor. Yoksulluk sınırının
altındaki geniş bir kesim, kendi başına bu ihtiyaçlarını karşılayamaz hale
geldiği için, bu konuda sosyal
yardımlar ve toplumsal dayanışma
ağları kurmak önemlidir. Bu çabalar, merkezi iktidara alternatif olarak yerel dayanışma ağlarını
güçlendirebilir.
Örneğin, sosyal medya üzerinden yardım kampanyaları organize edilebilir, gıda bankaları, giyim
yardımları, hatta serbest
klinikler ve sağlık yardımları
gibi yerel çözümler hayata geçirilebilir. Bu tür dayanışma hareketleri,
insanların geçimlerini sağlamalarına yardımcı olurken, toplumsal güven ve birlikteliği
de teşvik edebilir.
Halkın birleşik bir
şekilde hareket etmesi için güçlü bir liderlik ve örgütlenme gereklidir.
Bu koşullarda, toplumsal hareketlerin
yükselmesi ve toplumun kendini
savunma hakkını kullanabilmesi önemli olacaktır. Sosyal hareketler, halkın taleplerini duyurabileceği ve sistemin
adaletsizliğine karşı sesini yükseltebileceği alanlar yaratabilir.
Ancak bu hareketler sadece ekonomik eşitsizlik üzerine değil, aynı zamanda toplumsal adalet, insan hakları ve eşitlik gibi geniş taleplerle hareket
etmelidir. Ayrıca, bu hareketler şiddet
içermemeli ve barışçıl olmalı
ki, geniş kitlelerin desteğini alabilsin.
Eğitim,
toplumun özellikle yoksul kesimlerinde, toplumsal
sorunlar hakkında daha fazla bilinç oluşturmak için önemli bir araçtır.
Halk, kendi gücünü ve haklarını daha iyi anlayabilirse, siyasi ve sosyal
anlamda daha etkili bir şekilde hareket edebilir. Bu noktada, eğitim materyalleri, toplumsal seminerler, farkındalık yaratma kampanyaları yerel
seviyede başlatılabilir.
Özellikle, sosyal
medya bu amaçla kullanılabilir. Eğitim alanındaki farkındalık, toplumun örgütlenmesini ve direncini artırabilir. Medyanın yönlendirilmesi ve haberleşme engellemeleri ile mücadele
etmek için alternatif medya
kanalları ve yerel bilgi ağları
kurulabilir.
Türkiye'nin iç koşulları, bazen uluslararası dayanışma ve
baskılarla daha etkili bir şekilde
çözülebilir. İnsan hakları ihlalleri, basın
özgürlüğü kısıtlamaları ve seçim
hileleri gibi sorunlar uluslararası
kamuoyuna taşınabilir. Bu konuda, sivil toplum kuruluşları, uluslararası insan hakları örgütleri
ve demokratik devletler
Türkiye'ye baskı uygulayarak iktidarın meşruiyetini
sorgulayabilir.
Uluslararası işbirlikleri, özellikle ekonomik baskılar ve ticaret
yaptırımları yoluyla, oligarşik yönetimin kısıtlanmasına katkıda
bulunabilir. Bu tür dış etkileşimler, Türkiye'deki yoksul sınıflar için de destek sağlayabilir.
Geniş halk kitlelerinin yoksulluk ve ekonomik
güvencesizlik yaşadığı bir ortamda, mevcut kapitalist sistemin dışına
çıkabilecek alternatif ekonomik
modeller geliştirmek de önemli olabilir. Bunun başında kooperatifler, dayanışma ekonomisi ve toplum
temelli üretim sistemleri gibi yapılar yer alabilir.
Halkın kendi üretim ve tüketim alışkanlıklarını yeniden
şekillendirebilmesi, daha adil bir ekonomik dağılımın zeminini hazırlayabilir. İşsizlikle mücadele ve gıda güvencesi gibi alanlarda
toplumsal dayanışmayı teşvik edebilecek yeni ekonomik yapılar, oligarşik
düzenin kontrolünden bağımsız olarak halkın yaşam koşullarını iyileştirebilir.
Oligarşik iktidarın gücü karşısında büyük ölçekli protestolar ve grevler halkın tepkisini ifade edebilmesi için bir yol olabilir.
Ancak, bu tür hareketlerin başarılı olabilmesi için çok dikkatli bir örgütlenme
gerekmektedir. Ancak, böyle bir strateji şiddet içermemeli ve güçlü
bir halk desteğiyle hayata geçmelidir. Ayrıca, bu tür direniş
hareketleri iktidarın güvenlik gücü
ve şiddet uygulamaları ile karşı
karşıya kalabilir, bu nedenle direnişin çok
güçlü ve iyi organize olması gerekmektedir.
Gerçekten de bu tür bir durumda çözümler bulmak çok karmaşık
ve zorlayıcı bir olgudur. Birçok etmen bir araya gelerek halkın çaresizliğini
derinleştiriyor. Hem dışsal baskılar hem de içsel yapısal sorunlar bu durumu
daha da karmaşık hale getirebiliyor. Yine de, her durumda toplumsal bir değişim ve direnç potansiyeli vardır, ancak bu
potansiyelin nasıl harekete geçirileceği ve sürdürülebilir bir şekilde nasıl
güçlendirileceği üzerinde derin düşünmek gerekiyor.
Sonuç olarak, Türkiye'deki
yoksulluk ve çaresizlik içinde yaşayan halk için atılacak adımlar kısa
vadede kolay olmayabilir, ancak adım adım toplumun örgütlenmesi, dayanışması ve
bilinçlenmesi sağlanabilir. Bunun yanında, uluslararası destek, yerel
çözümler ve sosyal hareketlerin
yükselmesi toplumun geleceği için bir umut kaynağı olabilir.
OTORİTER VE OLİGARŞİK YÖNETİMLERLE MÜCADELE
Yukarıda çözümlenen
kritik unsurlar otokratik ve oligarşik yönetimler tarafından yönetilen ülkeler
açısından üstesinden gelinmesi gereken siyasal sorunlardır. Bu sorunların
çözümlenmesi için toplumun alt bileşenleri tarafından geliştirilebilecek
stratejiler bu alt bölümün konusudur. Otoriter ve oligarşik yönetimleri
değiştirmek ve daha liberal ve demokratik siyasal yaşam koşullarına ulaşmak
için kullanılması gereken öngörüş (vizyon), özödev (misyon), strateji, taktik,
politika ve eylem planlarına aşağıda işaret edilmiştir.
Ekonomik Baskı ve Alternatif Ekonomik Ağlar Kurma: Bu yaklaşımın hedefi otoriter
rejimlerin en büyük zayıflıklarından biri ekonomik krizlerdir. Rejimin ekonomik
gücünü kırmak, halkın geçim kaynağını devletten bağımsızlaştırmak kritik bir
mücadele yöntemidir. Devlet ihaleleri, kamu harcamaları ve yolsuzluk
mekanizmalarına yönelik şeffaflık baskıları artırılmalıdır. Devlete yakın
oligarkların şirketlerine yönelik ulusal ve uluslararası düzeyde ekonomik
boykotlar önem taşır. Küçük işletmeler, kooperatifler ve yerel üretici ağları
desteklenerek halkın ekonomik bağımsızlıkları artırılabilir. Otoriter rejime
ekonomik destek veren yabancı şirketler açıklanabilir ve bu yatırımların
durdurulması için kampanyalar düzenlenebilir. Güney Afrika'daki Apartheid rejimine karşı küresel ekonomik
boykot sistemin çöküşünü hızlandırmıştır. Keza, Şili’de Pinochet rejimi
sırasında alternatif ekonomik ağlar ve
sendikalar, muhalefetin güçlü kalmasını sağlamıştır.
Medya ve Bilgi Kontrolüne Karşı Alternatif Haber
Kaynakları Oluşturma: Bu yaklaşımın
hedefi otoriter rejimlerin bilgi akışını kontrol ederek toplumun
bilinçlenmesini ve örgütlenmesini engellemesinin önüne geçilmesidir. Bu nedenle medya tekeline karşı etkili
alternatifler yaratılmalıdır. Bu bağlamda bağımsız dijital medya platformları güçlendirilmeli ve rejimin
sansürüne takılmayan “podcast”ler, bloglar ve sosyal medya ağları
oluşturulmalıdır. VPN ve şifreli
iletişim yaygınlaştırılmalı ve bilgi akışı güvence altına alınmalıdır.
Rejim içinden bilgi sızdıran kaynaklar korunarak rejimin yolsuzlukları ve
baskıları deşifre edilmelidir. Baskıcı rejimler genellikle ciddiyet ve korku
üzerine inşa edilir; mizah ve ironi, rejimin meşruiyetini zayıflatabilir. Beyaz
Rusya’da muhalif medya olan Nexta,
Telegram üzerinden rejim karşıtı bilgileri yayarak halkı örgütlemiştir. Rusya’da
ise Navalny ekibinin YouTube videoları,
Putin’in yolsuzluklarını milyonlara ulaştırmıştır.
Seçimli Otokrasilere Karşı Stratejik Sandık Gücü Kullanma: Bu yaklaşımda hedef “seçimli
otokrasiler"de (Rusya, Macaristan, Türkiye gibi) genellikle sahte seçimlere
karşı toplumu bilinçlendirmektir. Böylelikle halkı örgütleyerek ve sandık
güvenliğini sağlayarak seçim süreçleri rejime karşı etkili bir araç haline
getirilebilir. Bu bağlamda seçimlerde gözlemciler, sivil girişimler ve
uluslararası denetçiler örgütlenmelidir. Otoriter rejimler düşük katılımı
fırsat olarak görürler bu çerçevede yüksek katılım, sahtekârlıkları daha zor
hale getirir. Rejim seçimleri çaldığında örgütlü protestolar ve sivil itaatsizlik
eylemleri devreye sokulabilir. Sırbistan’da 2000 yılında Slobodan Milosevic’in seçim hileleri, kitlesel
protestolarla çökertilmiştir. Gürcistan’da Gül Devrimi, hileli seçimlere tepki olarak gelişti ve yönetim
değişti.
Rejimin Dayanaklarını Etkilemek: Otoriter rejimler
sadakati sağlanmış yargı, ordu ve polis gücüyle ayakta kalırlar. Eğer bu güçler
etkilenebilirse ya da sadakatleri sarsılabilirse dayanıklılık sarsılabilir. Bu
bağlamda yukarda sayılanların aydınlanmalarını sağlayacak stratejiler
geliştirilmelidir. Kötü yönetim ve yolsuzluk örnekleri topluma anlatılmalıdır. 1989'da
Romanya'da Çavuşesku'nun ordu
üzerindeki denetimi zayıflayınca rejim çökmüştür. 2011’de Tunus’ta güvenlik güçlerinin isyanlara sert
tepki vermeyi reddetmesi Arap Baharı’nı başlatmıştır. 2024’de Suriye’de ordu
üzerindeki denetim ortadan kalkınca Esad rejimi çökmüştür.
Uluslararası Destek ve Dış Baskılar Kullanmak: Otoriter
rejimler genellikle uluslararası dış destek olmadan ayakta kalamaz. Bu nedenle,
uluslararası güçler yönlendirilerek mali ve diplomatik yük artırılabilir. Bu
bağlamda yaptırımların yönü
değiştirilerek doğrudan oligarklara uygulanmalıdır. Rejimin dış propagandasına
karşı bilinçlendirme yapılmalıdır. Muhalefet uluslararası arenada daha fazla görünür
olmalıdır. Güney Afrika’daki Apartheid
rejimi, uluslararası ekonomik yaptırımlarla çökertilmiştir. Venezuela’da
ABD yaptırımları, Maduro hükümetinin
ekonomik gücünü zayıflatmıştır.
Toplumsal direncin
iktidara karşı nasıl bir çıkış yolu bulabileceği sorusuna yanıt verirken her
şeyden önce, toplumun bilinçlendirilmesi ve toplumsal hareketlerin örgütlenmesi
önemlidir. Ancak, bunun yapılabilmesi için halkın güvenli bir şekilde harekete
geçebilmesi gereklidir. Yerel düzeyde sivil toplum ve işçi hareketleri ile
dayanışma ağları kurularak, yerel direncin güçlendirilmesi sağlanabilir.
Uluslararası baskı, özellikle ekonomik yaptırımlar ve insan hakları ihlalleri
konusunda oluşturulacak baskılar, rejimin zayıflamasına yardımcı olabilir.
Bununla birlikte, Batı dünyası ve demokratik ülkelerle yapılan diplomatik
görüşmeler, yerel muhalefetin dış destek almasını sağlayabilir. Krizin
derinleşmesi bazen halkın direncinin artmasına yol açabilir. Bu noktada,
ekonomik ve toplumsal kriz yönetimi konusunda güçlü alternatif çözümler
üretebilmek, halkın umutlarını muhalefetle birleştirebilir. Ancak, bu krizlerin
doğru yönetilmesi gerekir; aksi halde otokratik yönetim krizi fırsata
çevirebilir. Sosyal medyanın gücü, otokratik rejimleri zor durumda
bırakabilecek önemli bir mecra olabilir. Özellikle sosyal medya platformlarında
organize olabilen halk ve yurttaş gazeteciliği ile devletin medya yönlendirmelerine
karşı etkili bir direniş geliştirilebilir.
Sonuç olarak
otokratik rejimlerin devasa güçlerine karşı koymak zordur, ancak sosyal
dayanışma, bilinçli örgütlenme ve dış destek ile bu dengesizlik aşılabilir. Bu
mücadelenin zorlukları olsa da toplumsal bilinçlenme ve yerel hareketlerin
gücü, rejimin üzerindeki baskı mekanizmalarını sarsmak için kritik bir rol
oynar. Her halükârda, toplumun her kesiminden güçlü bir direniş örgütlenmesi
hayati önem taşır.
Otoriter rejimlere karşı başarılı olmak için çok yönlü ve uyumlu bir mücadele stratejisi
gereklidir. Ekonomi, medya,
seçim, güvenlik ve uluslararası baskı unsurları birlikte çalışmalıdır. Ekonomik
krizleri fırsata çevirmek (hükümete
yakın şirketleri zayıflatmak, halkın ekonomik bağımsızlığını artırmak)
önemlidir. Medya ve iletişim özgürlüğünü artırmak (bağımsız medya organları, sosyal medya stratejileri) mutlaka
gerekmektedir. Sandık güvenliğini sağlamak (kitlesel seçim hareketleri, protestolar) yaşamsal önem
taşımaktadır. Uluslararası baskıyı artırmak (yaptırımlar, uluslararası diplomatik girişimler) olumlu sonuçlar
verebilir. Bu stratejileri birleştirerek otoriter rejimlerin sürdürülebilirliğini azaltmak ve demokratikleşme
sürecini hızlandırmak mümkün olabilir.
TÜRKİYE İÇİN STRATEJİLER
Türkiye’de sürmekte olan ağır ekonomik kriz otoriter
sisteminin en büyük zayıf noktalarından biridir. Otoriter rejimler, ekonomik
istikrar sağladıkları sürece halkın önemli bir kısmını etkisiz duruma
getirebilirler. Ancak ekonomik kriz derinleştiğinde ve yandaş sermaye grupları
da zarar gördüğünde, rejimin sürdürülebilirliği azalır. Devlet ihalelerinden
beslenen oligarkların teşhir edilmesi, ulusal ve uluslararası yaptırımlara
maruz bırakılması, alternatif ekonomik dayanışma ağlarının oluşturulması
(kooperatifler, bağımsız finans sistemleri), yolsuzlukların belgelenmesi ve
uluslararası hukuk mekanizmalarına taşınması bu çerçevede akla gelen önemli
önlemleri oluşturmaktadırlar. Ekonomik çöküş hızlandıkça, rejimin iç
çatışmaları artar ve halkın tepkisi yükselir.
Türkiye, otoriter bir rejime sahip olmasına rağmen hala seçimli otokrasi formatında kabul
edilmektedir. Seçimler tam anlamıyla adil olmasa da, büyük bir toplumsal
tepkiyle rejime zarar vermektedir. Seçim günü sandık güvenliği için geniş bir
sivil girişim oluşturulmalıdır. Seçimlerin otoriter merkezi iktidara karşı
nasıl kullanılabileceği stratejik olarak belirlenmelidir. Seçim baskısı
artarsa, rejim daha fazla hata yapabilir ve meşruiyetini kaybedebilir.
Rejimin en büyük gücü polis, jandarma ve istihbarat
birimleridir. Ancak bu yapılar içinde de krizler ve rahatsızlıklar vardır.
Özellikle emekli askerler ve eski devlet bürokrasisi otoriter yönetiminden
hoşnutsuzdur. Güvenlik bürokrasisindeki hoşnutsuz kesimlerle iletişim yolları
geliştirilmelidir. Polis ve askerin ekonomik sıkıntıları gündeme getirilerek
rejimle aralarındaki bağ zayıflatılmalıdır. Ordunun nasıl bir konum aldığı
dikkatle çözümlenmelidir. Devlet içindeki bölünmeler arttıkça baskı aygıtı
zayıflayacaktır.
Rejim medya üzerindeki denetimiyle bilgi akışını yönlendirmektedir.
Ancak sosyal medya hala en büyük güçlerden biri olmaya devam etmektedir. Rejimin
medya tekelini kıracak yeni dijital haber platformları oluşturulmalıdır. VPN,
şifreli mesajlaşma ve alternatif iletişim ağları yaygınlaştırılmalıdır. Rejimin
propaganda diline karşı mizah ve ironi üzerinden toplumsal bilinç artırılmalıdır.
Bilgi üzerindeki denetim gücü azaldıkça propaganda etkisini kaybedecektir.
İnsan hakları ihlalleri ve yolsuzluklar uluslararası arenada
daha fazla gündeme taşınmalıdır. AB ve ABD gibi aktörlerin baskıyı artırmaları
sağlanmalıdır. Türkiye’deki demokratik muhalefet ile uluslararası demokratik
hareketler arasındaki bağ güçlendirilmelidir. Dış destek azaldıkça kırılganlık
düzeyi artacaktır
SEÇİM GÜVENLİĞİ VE SEÇİME HAZIRLANMA
Öncelikle otoriter ve oligarşik rejimlerin seçimleri yönlendirdikleri
konusunu ele almak gerekir. Seçim öncesinde muhalefetin sesini
kısma, devlet televizyonu ve yandaş medyayla tek taraflı propaganda yapma, kamu
bütçesiyle seçim kampanyası yürütme, devlet yardımlarını oy karşılığı kullanma,
muhalefet liderlerini hapse atma, seçime girmelerini engelleme ve Yüksek Seçim Kurulu (YSK) üzerinden müdahale
ederek adayları veto etme ve sandık kurullarını etkileme gibi
tehlikelere karşı önleyici önlemler alınmalıdır. Bu bağlamda sandık başında
görev alacak kişilerin eğitimi artırılmalıdır. Sandık sonuçları YSK açıklamadan
önce alternatif yollarla kayıt altına alınmalıdır. Yurttaş gazeteciliği teşvik
edilmeli; sandık başında usulsüzlükleri belgeleyen bir ağ kurulmalıdır. Seçim
günü elektrik ve internet kesintilerine karşı önlem alınmalıdır. Ayrıca,
sosyal medyada dezenformasyonla mücadele etmek için gerçek zamanlı doğrulama sistemleri
oluşturulmalıdır. AA’nın seçim gecesi manipülasyonunu etkisiz kılmak için alternatif veri akış kaynakları
kullanılmalıdır. Seçim günü bağımsız
gözlemciler ve uluslararası kuruluşlarla iş birliği sağlanmalıdır.
Seçim günü ise sandıkta
usulsüzlüklere (oyların kaybolması, yanlış sayımı ve sandık
görevlilerine baskı) gibi girişimlere karşı önlem almak gerekir. Bu bağlamda taşımalı seçmenler bağlamında özellikle
kritik bölgelerde sahte seçmenlerle oy kullanma olasılığı göz önünde
tutulmalıdır. Ayrıca seçim sonuçlarını AA (Anadolu Ajansı) üzerinden manipüle
etme gibi uygulamalara başvurulacağı unutulmamalıdır. Kritik bölgelerde seçmen hareketleri takip
edilmelidir. Seçmen kayıtları üzerinde büyük ölçekli analizler yapılarak sahte
seçmenlerin tespiti sağlanmalıdır. Yurtdışı oyları manipüle edilmemesi için bağımsız gözlemciler ve veri kontrol
mekanizmaları oluşturulmalıdır.
Seçim sonrasında ise
YSK ve yargı eliyle yapılan itirazları geçersiz kılma çalışmaları
görülecektir. İstanbul 2019 örneğinde olduğu gibi, kazanılan seçimleri iptal
ettirme girişimleri de olasıdır. Seçim sonrası protestolara sert müdahalede
bulunulacaktır. Seçim sonuçları açıklandığında kitlesel protestolar için hızlı seferberlik ağı kurulmalıdır. Muhalefetin
kazanması durumunda rejimin seçim sonuçlarını tanımaması ihtimaline karşı
uluslararası baskı mekanizmaları oluşturulmalıdır. Seçim sonrası olası polis baskısına
karşı hukuki destek ağı
kurulmalıdır.
Özet olarak belirtmek gerekirse, otoriter rejimin seçimleri
manipüle etmesi önlenemediği takdirde, halkın güveni tamamen kaybolur ve
otokratik sistem daha da kökleşir. Bu nedenle seçim güvenliği, sadece sandık günü değil, seçim öncesi ve sonrası süreçlerle
birlikte düşünülmelidir. Güçlü bir alternatif medya stratejisi
oluşturulmalıdır. AA ve devlet
propagandasını dengeleyecek bir bilgi akışı sağlamalıdır. Halkın tepkisi örgütlenmeli
edilmeli ve seçim sonrası sürecin meşruiyetini koruma adına uluslararası destek
sağlanmalıdır.
DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
Oligarşik ve
otokratik yönetimler, iktidarlarını sürdürmek için medya kontrolü, ekonomik
bağımlılık, yargı baskısı ve güvenlik güçlerinin otoriter yönetimin hizmetinde
kullanılması gibi stratejilere başvurmaktadır. Ancak tarihsel örnekler
göstermektedir ki, ekonomik krizler, rejim içindeki bölünmeler ve uluslararası
baskılar gibi faktörler, otokratik yönetimlerin istikrarını zayıflatmaktadır.
Toplumsal muhalefetin başarılı olabilmesi için, ekonomik bağımsızlığı artıran
alternatif dayanışma ağları kurulmalı, medya üzerindeki tekelleşmeye karşı
bağımsız haber kaynakları teşvik edilmeli ve seçim güvenliği ön planda
tutulmalıdır.
Türkiye bağlamında
değerlendirildiğinde, mevcut otoriter yönetimin en büyük zayıflık noktalarından
biri derinleşen ekonomik krizdir. Bu kriz, yönetim bloğu içinde çatlaklara yol
açabileceği gibi, toplumsal hoşnutsuzluğu da artırmaktadır. Seçim süreçleri otokratik
sistem içinde dahi önemli bir mücadele alanı olmaya devam etmektedir. Ancak,
seçim güvenliğinin sağlanması için sivil girişimlerin ve uluslararası
gözlemcilerin rolü kritik olacaktır. Sonuç olarak, otoriter yönetimlerin
sürdürülebilirliği sınırsız değildir ve toplumsal bilinçlenme, uluslararası
baskı ve alternatif muhalefet stratejileri ile zayıflatılabilir.
KAYNAKLAR
Esen, B., & Gümüşçü, S. (2017). "Turkey: How the Coup
Failed." Journal of Democracy, 28(1), 59-73.
Gandhi, J., & Przeworski, A. (2007). "Authoritarian Institutions
and the Survival of Autocrats." Comparative Political Studies, 40(11),
1279-1301.
Gerschewski, J. (2013). "The Three Pillars of Stability:
Legitimation, Repression, and Co-optation in Autocratic Regimes."
Democratization, 20(1), 13-38.
Guriev, S. (2019) ve arkadaşı. "Informational Autocrats."
Journal of Economic Perspectives, 33(4), 100-127.
Kavasoglu, B. (2012) “Opposition Parties and Elite Co-optation in
Electoral Autocracie.” V-Dem Working Paper 120. SSRN: https://ssrn.com/abstract=3841392 or http://dx.doi.org/10.2139/ssrn.3841392
Kim, W. (2024) ve arkadaşları. “Strategies of Political Control and
Regime Survival in Autocracies”. SSRN: https://ssrn.com/abstract=5064279 or http://dx.doi.org/10.2139/ssrn.5064279
King, G. (2013) ve arkadaşları. "How Censorship in China Allows
Government Criticism but Silences Collective Expression." American
Political Science Review, 107(2), 326-343.
Levitsky, S. (2010) ve arkadaşı. “Competitive Authoritarianism: Hybrid
Regimes After the Cold War.” Cambridge University Press. ISBN-10: 0521709156
Magaloni, B. (2006). “Voting for Autocracy: Hegemonic Party Survival and
Its Demise in Mexico.” Cambridge University Press. ISBN
10: 0521736595
Magaloni, B. (2013) ve arkadaşları. “Autocracies of the World,
1950-2012”. Stanford University. SSRN: https://ssrn.com/abstract=4346003 or http://dx.doi.org/10.2139/ssrn.4346003
Nathan, A.J. (2003).
“Authoritarian Resilience”. Journal od Democracy. (1):6-17. DOI:10.1353/jod.2003.0019
Öniş, Z. (2015). "Monopolizing the Center: The AKP and the Uncertain
Path of Turkish Democracy." Democracy, 26(1), 12-22.
Przeworski, A. (2022). “Models of Authoritarian Regimes: A Critique”.
SSRN: https://ssrn.com/abstract=4033720 or http://dx.doi.org/10.2139/ssrn.4033720
Shirikov, A. (2023). “Fake News for All: How Citizens Discern
Disinformation in Autocracies”. SSRN: https://ssrn.com/abstract=3944011 or http://dx.doi.org/10.2139/ssrn.3944011
Slater, D. (2010). Ordering Power: Contentious Politics and Authoritarian
Leviathans in Southeast Asia. Cambridge University Press. ISBN 10: 0521584019
Svolik, M. W. (2012). The Politics of Authoritarian Rule. Cambridge
University Press. Online ISBN: 9781139176040.
DOI: https://doi.org/10.1017/CBO9781139176040
Turan, I. (2019). "Turkey's Presidential System and Its Impact on
the Struggle for Democracy." South European Society and Politics, 24(3),
333-359.
Zavadskaya, M. (2013) ve arkadaşı. “Values, Repression, and Subversion:
Incumbent Defeat in Competitive Autocracies”. APSA 2013 Annual Meeting Paper,
American Political Science Association 2013 Annual Meeting. SSRN: https://ssrn.com/abstract=23013525
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder