Hakkımda

FİRUZ DEMİR YAŞAMIŞ Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirmiştir (1968). University of Southern California’da planlama (kentsel ve bölgesel çevre) ve kamu yönetimi yüksek lisans programlarını bitirmiştir (1976). Siyaset ve Kamu Yönetimi Doktoru (1991). Yerel Yönetimler, Kentleşme ve Çevre Politikaları bilim dalında doçent (1993). Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı’nın kuruluşu sırasında müsteşar vekili. (1978-80) UNICEF Türkiye temsilciliği. (1982-84) Dünya Bankası’nın Çukurova Kentsel Gelişme Projesi’nde kurumsal gelişme uzmanı. (1984-86) Çankaya Belediyesi’nin kurumsal gelişme projesini yürütmüştür. (1989-91) Yedinci Kalkınma Planı “Çevre Özel İhtisas Komisyonu”nun başkanlığı. DPT “Çevre Yapısal Değişim Projesi” komisyonu başkanlığı. Cumhurbaşkanlığı DDK’nun Devlet Islahat Projesi raportörü. (2000-1) Çevre Bakanlığı Müsteşarı (Şubat 1998 – Ağustos 1999). Sabancı Üniversitesi tam zamanlı öğretim üyesi. (2001-2005) Halen yarı zamanlı öğretim üyesi olarak çeşitli üniversitelerde ders vermektedir. Şimdiye kadar ders verdiği üniversiteler arasında Ankara, Orta Doğu, Hacettepe, Fatih, Yeditepe, Maltepe ve Lefke Avrupa (Kıbrıs) üniversiteleri bulunmaktadır.
Blogger tarafından desteklenmektedir.

Translate

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE
EV

Bu Blogda Ara

30 Mayıs 2025 Cuma

 

DEM PARTİ’NİN “DEMOKRATİK YEREL YÖNETİMLER BİLDİRGESİ” ÜZERİNE AKADEMİK DEĞERLENDİRME

 

PROF. DR. FİRUZ DEMİR YAŞAMIŞ

 

GİRİŞ

DEM Parti’nin 25-26 Mayıs tarihlerinde düzenlediği Demokratik Yerel Yönetimler Ara Dönem Toplantısı sonunda kamuoyuna sunduğu bildirge, Türkiye’de yerel yönetimlerin yapısal sorunlarını ve bu sorunlara ilişkin çözüm önerilerini içeren yedi ana talepten oluşmaktadır. Bu bildirge yalnızca yerel yönetim reformu çağrısı olmanın ötesinde Türkiye’nin yönetim modeli, temsil anlayışı ve yerinden yönetim ilkeleriyle ilgili daha derin ve siyasal boyutu olan bir yeniden yapılanma arayışını da yansıtmaktadır.

Yerel yönetimler, demokrasinin tabana yayılmasını sağlayan yurttaş-devlet ilişkilerinin en doğrudan kurulduğu kurumsal alanlardır. Bu bağlamda bildirgede dile getirilen istekler yalnızca yönetim tekniğini ilgilendiren düzenlemeler değil aynı zamanda anayasal sistemin işleyişine, siyasi temsilin meşruluğuna ve kamu gücünün dağılımına ilişkin temel sorunları gündeme getirmektedir. DEM Parti'nin istekleri yerel düzeyde halkın doğrudan katılımını artırma, merkezi vasilik denetimini sınırlama ve değişik yönetişim modelleri geliştirme çabası olarak okunabilir.

Ancak bildirgede yer alan bazı talepler, mevcut anayasal sınırlar, yönetim yapısı ve kamu hukuku normlarıyla doğrudan çelişmektedir. Bu çalışma, DEM Parti’nin bildirgesinde yer alan her bir talebi tek tek ele alarak, hukuksal geçerlilik, yönetsel işlevsellik, siyasal uygulanabilirlik ve demokratik temsil ilkeleri çerçevesinde eleştirel bir değerlendirmeden geçirmektir.

ÇİZELGE 1

 

DEM PARTİ’NİN YEREL YÖNETİMLERLE İLGİLİ REFORM İSTEKLERİ

Talep No

Talep

Kısa Açıklama

Yasal Referans

Uygulanabilirlik

Gereken Reform Düzeyi

1

Kayyımların Geri Çekilmesi ve Seçilmişlerin İadesi

Halk iradesine müdahale olarak görülen kayyım uygulamasının sona erdirilmesi.

Anayasa m.127, Belediye Kanunu m.45-46

Düşük-Orta (siyasal iradeye bağlı)

Yasal + Siyasal Reform

2

Belediyeler Kanunu’nda Düzenleme

Kayyım atamalarının yasal dayanağının kaldırılması.

Belediye Kanunu m.45-46

Orta

Yasal Reform

3

Eş Başkanlık Uygulamasının Yasal Güvencesi

Toplumsal cinsiyet eşitliği esaslı yönetim biçiminin tanınması.

Belediye Kanunu (ek madde gerekli)

Orta

Yasal Reform

4

Merkezi Yönetim Vasiliğinin Sonlandırılması

Merkezi yönetimin yönetsel ve akçalı denetiminin kaldırılması.

Anayasa m.127

Düşük (anayasa değişikliği gerekli)

Anayasal Reform

5

Halkın Doğrudan Karar Süreçlerine Katılımı

Mahalle meclisi, kent konseyi gibi katılımcı yapılar için yasal güvence.

5393 s. Belediye Kanunu, 5216 s. Büyükşehir Kanunu

Orta

Yasal Reform

6

Katılımcı Kurumların Yetki Artışı

Öneri niteliğindeki yapılar için bağlayıcı rol verilmesi.

Kent Konseyleri Yönetmeliği

Yüksek

Yönetsel + Yasal Reform

7

Özerklik Şartı Çekincelerinin Kaldırılması

Avrupa standartlarında yerel özerklik için uluslararası uyum.

Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı

Düşük (TBMM onayı gerekli)

Anayasal + Uluslararası Uyum

 

ÇÖZÜMLEME

Dem Parti’nin bildirgesinde yer alan yedi madde ve bu isteklerle ilgili değerlendirmeler aşağıda belirtilmiştir.

1. Kayyım Uygulamalarının Sonlandırılması ve Seçilmişlerin Göreve İadesi

Bu talep, seçilmiş yerel yöneticilerin görevden alınarak yerlerine merkezi yönetim tarafından kayyım atanması uygulamasının sona erdirilmesini ve görevden alınan belediye başkanlarının görevlerine iadesini istemektedir. Demokratik meşruluk açısından değerlendirildiğinde seçilmiş temsilcilerin yönetsel kararlarla görevden alınmaları halk iradesine doğrudan müdahale olarak değerlendirilebilir. Bu bağlamda, talep temsili demokrasinin güçlendirilmesi yönünde önemli bir adım olarak görülmektedir.

DEM Parti’nin yerel yönetimlere ilişkin taleplerinin başında, kayyım uygulamasının sona erdirilmesi ve görevden alınan seçilmiş belediye başkanlarının görevlerine iade edilmesi gelmektedir. Bu talep, doğrudan halk iradesine dayanan temsili demokrasi ilkesiyle ilişkilidir. Seçimle işbaşına gelen yerel yöneticilerin idari kararlarla görevden uzaklaştırılması, demokratik meşruiyeti zedeleyen ve seçmen iradesine müdahale niteliği taşıyan bir uygulama olarak değerlendirilmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 127. maddesi, yerel yönetim organlarının görevleriyle ilgili bir suç nedeniyle haklarında soruşturma veya kovuşturma açılması halinde İçişleri Bakanı’na bu kişileri geçici olarak görevden uzaklaştırma yetkisi tanımaktadır. Ancak söz konusu yetki, bir “geçici tedbir” olarak tanımlanmış olup, bu tedbirin süresiz görevlendirmelere ve yerel meclislerin devre dışı bırakılmasına dönüşmesi anayasal sınırların aşılması anlamına gelmektedir. Uygulamada bu yetkinin, belediye başkanları hakkında henüz bir mahkeme kararı bulunmaksızın kullanılması hem masumiyet karinesi hem de seçme ve seçilme hakkı açısından tartışmalıdır.

Öte yandan, bazı yerel yöneticiler hakkında terörle bağlantı, kamu kaynaklarının yasadışı kullanımı gibi ciddi iddialar gündeme gelmiştir. Devletin kamu düzenini ve güvenliğini sağlama yükümlülüğü bu tür durumlara karşı önlem alma hakkını doğurur. Ancak bu önlemler, yargı kararına dayanmalı ve hukukun üstünlüğü ilkesini zedelememelidir. Bu bağlamda, görevden alma işlemlerinin yalnızca kesinleşmiş yargı kararına dayanması ve geçici uzaklaştırmalarda ise yerel meclis tarafından başkan vekili seçilmesi önerilmektedir. Bu yöntem hem halkın iradesine saygıyı koruyacak hem de kamu düzenine ilişkin kaygıları giderecek dengeli bir çözüm sunacaktır.

Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı da yerel özerkliği teminat altına alırken, merkezi idarenin müdahalesinin sınırlandırılmasını ve yerel yönetimlerin yargı güvencesine sahip olmasını önermektedir. Türkiye’nin hem iç hukukta hem de uluslararası yükümlülükleri çerçevesinde bu standarda uygun uygulamalar geliştirmesi demokratik sistemin güçlenmesi açısından önem arz etmektedir.

Anayasa’daki bu düzenleme korunabilir ancak görevden alma işlemleri kesinleşmiş yargı kararıyla sınırlanmalı, geçici uzaklaştırmalarda yerine atanacak kişi, belediye meclisinden seçilmeli ve uygulama yargı denetimine açık ve süreli olmalıdır.

2. Belediyeler Kanunu’nda Değişiklik Yapılması ve Kayyım Atamalarının Hukuksal Dayanağının Kaldırılması

Bu madde, 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 45. ve 46. maddelerinde değişiklik yapılarak İçişleri Bakanlığı'nın geniş takdir yetkilerinin sınırlandırılmasını hedeflemektedir. Bu talep, yönetimin keyfî uygulamalarına karşı hukuksal öngörülebilirlik ve yargı denetimini esas alan bir yönetsel reform önerisidir. Bu talep, yerel yönetimlerin demokratik niteliğinin yasal güvenceye kavuşturulması açısından önemlidir. Mevcut durumda, Belediye Kanunu’nun 45. ve 46. maddeleri, belediye başkanlarının görevden alınması halinde yerine vali, kaymakam veya içişleri bakanlığı tarafından atanacak bir kamu görevlisinin başkan vekili olarak görevlendirilmesine olanak tanımaktadır. Bu düzenleme, Anayasa’nın 127. maddesindeki “geçici tedbir” ifadesiyle paralellik gösterse de uygulamada bu geçicilik ilkesi göz ardı edilmekte ve sistemli bir kayyımla yönetme uygulaması oluşmaktadır. DEM Parti bu çerçevede, belediye başkanının görevden alınması durumunda belediye meclisinin içinden bir vekil seçilmesini sağlayacak şekilde Belediye Kanunu’nun değiştirilmesini önermektedir. Bu öneri, Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi’nin Türkiye’ye yönelik raporlarında da desteklenmiş; görevden alma işlemlerinde yerel meclislerin yetkilendirilmesi önerilmiştir. Ayrıca, merkezi yönetim tarafından atanan kayyımların yerel halkın iradesine yabancı olması demokratik hesap verebilirlikten uzak kalması ve çoğu zaman yerel önceliklere değil merkezi direktiflere göre hareket etmesi, bu uygulamanın meşruluğunu daha da zayıflatmaktadır. Belediye meclisinden yapılacak bir görevlendirme ise hem seçimle gelmiş temsilciler arasından bir kişinin seçilmesini sağlar hem de yerel yönetimin sürekliliği açısından demokratik ilkelere uygun bir çözüm sunar.

Sonuç olarak, kayyım uygulamasının yasal temelini oluşturan maddelerin değiştirilerek görevden alma durumlarında yerel meclise yetki verilmesi halkın yönetime katılımını ve demokratik yerel yönetişimi güçlendirecek bir reform önerisi olarak değerlendirilebilir.

3. Eş Başkanlık Uygulamasının Yasal Güvenceye Alınması ve Eş Başkanlık Modeline İlişkin Eleştirel Bir Değerlendirme

Eş başkanlık modeli, toplumsal cinsiyet eşitliğini ve yatay örgütlenmeyi esas alan bir temsil mekanizmasıdır. Ancak mevcut yasal düzenlemelerde bu uygulamanın karşılığı bulunmadığından, uygulama hakkında hukuksal yaptırımlar uygulanabilmektedir. Talep, eş başkanlık uygulamasının Belediyeler Kanunu’na dahil edilerek yasal güvenceye alınmasını istemektedir. Bu, yerel yönetimlerde toplumsal cinsiyet eşitliği adına önemli bir normatif düzenleme olacaktır.

DEM Parti’nin yerel yönetimlere ilişkin taleplerinden biri, eş başkanlık uygulamasının yasal güvence altına alınarak 5393 sayılı Belediye Kanunu’nda tanımlanmasıdır. Bu talep, kadın-erkek eşitliğine dayalı bir yönetişim modeli yaratma amacı taşımakta olup, siyasal temsilde toplumsal cinsiyet eşitliğini güçlendirme hedefiyle temellendirilmektedir. Ancak bu modelin işlevselliği ve demokratik sistemle olan uyumu açısından ciddi tartışma alanları mevcuttur.

Her şeyden önce, eş başkanlık uygulaması, Abdullah Öcalan’ın özellikle anarşist düşünür Murray Bookchin’in "komünal demokrasi" anlayışından esinlenerek geliştirdiği bir kurumsal modeldir. Bu modelde yönetimin bir erkek ve bir kadın tarafından birlikte yürütülmesi öngörülmektedir. Ancak bu yaklaşım, yönetsel yetkinin cinsiyet esasına göre zorunlu biçimde paylaşılması anlamına gelmekte ve kamu yönetiminde etkinlik, hesap verebilirlik ve hukuki netlik açısından sorunlar doğurmaktadır.

Türkiye’de kadınların seçilme hakkı, anayasal ve yasal düzlemde tam olarak tanınmış durumdadır. Kadın belediye başkanlarının geçmişten bugüne örnekleri bulunmaktadır ve kadınların yerel yönetimlerde temsiline ilişkin herhangi bir hukuksal engel söz konusu değildir. Dolayısıyla, kadınların siyasette daha görünür hale gelmeleri için, eş başkanlık gibi ikili bir yürütme modeli dayatmak yerine, aday belirleme süreçlerinde kadınlara “pozitif ayrımcılık” sağlanması, siyasal partilerde kadın kotalarının güçlendirilmesi gibi araçlarla desteklenmeleri daha işlevsel ve demokratik yöntemlerdir.

Bunun yanında, mevcut mevzuata göre belediye başkanı, yerel yürütmenin tek sorumlu ve yetkili organı olarak tanımlanmaktadır. Eş başkanlık gibi çift başlı bir yapı, bu sistemin doğasına aykırı düşmekte ve yönetsel hiyerarşiyi belirsizleştirme riski taşımaktadır. Yetki karmaşası, kamu hizmetlerinin sunumunda aksamalara ve hesap verebilirlik sorunlarına neden olabilir. Demokratik sistemlerde yürütme organlarının net, saydam ve bireysel olarak sorumlu olması yönetimin etkililiği açısından temel bir ilkedir.

Özetle, eş başkanlık modeli, toplumsal cinsiyet eşitliği niyetiyle sunulmakla birlikte, kamu yönetimi disiplini ve Türkiye’nin anayasal düzeni açısından uygulanabilirliği tartışmalı bir öneridir. Kadınların siyasete katılımının güçlendirilmesi hedefi daha gerçekçi ve sistemle uyumlu araçlarla sağlanabilir. Bu çerçevede, eş başkanlık önerisi teorik düzeyde bir ideal olmanın ötesine geçememekte ve yerel yönetim pratiğinde işlevsel bir katkı sunmamaktadır.

4. Merkezi İdarenin Yerel Yönetimler Üzerindeki Vasilik Yetkisinin Doğası ve DEM Parti’nin Talebine Eleştirel Yaklaşım

Bu öneri, Anayasa’nın 127. maddesinde yer alan ve merkezi yönetime tanınan “yönetsel vasilik” yetkisinin kaldırılmasını veya sınırlandırılmasını önermektedir. Ayrıca yerel yönetimlerin akçalı özerkliğinin güçlendirilmesi de bu bağlamda ele alınmaktadır. Talep, yerinden yönetim ilkesinin derinleştirilmesini amaçlamaktadır; ancak uygulanabilmesi anayasa değişikliği gerektirmektedir.

DEM Parti tarafından dile getirilen “merkezi idarenin yerel yönetimler üzerindeki idari ve mali vesayetinin sona erdirilmesi” yönündeki talep, yerel yönetimlerin özerklik düzeyinin artırılmasına dönük görünse de hukuksal gerçeklikler ve uygulamadaki sınırlar dikkate alındığında bu önerinin önemli ölçüde bir slogan ve işlevsizlikle sakat olduğu görülmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 127. maddesi uyarınca yerel yönetimler, kamu tüzel kişiliğine sahip, karar organları seçimle belirlenen kurumlardır. Ancak aynı maddede, yerel yönetimlerin merkezi yönetimin yönetsel vasiliği altında olduğu da açıkça belirtilmiştir. Bu vasilik, yönetimin bütünlüğü ve kamu hizmetlerinin hukuka uygun yürütülmesini sağlamak amacıyla getirilmiştir. Vasilik yetkisi, yalnızca yasallık denetimini kapsar; vasi yerindelik denetimi yapamaz. Örneğin valiler veya kaymakamlar, belediyelerin hangi projeye ne kadar bütçe ayıracağına karar veremez; yalnızca alınan kararların yasal olup olmadığını denetleyebilirler.

Benzer şekilde, akçalı vasilik de yerel yönetimlerin bütçe ve harcama süreçlerinin saydamlık, hesap verebilirlik ve yasa uygunluğu çerçevesinde denetlenmesini amaçlar. Ancak bu denetim mekanizmaları, merkezi yönetimin yerel yönetimlerin akçalı özerkliğine doğrudan müdahalesine olanak vermez. Yerel yönetimler, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile denetim altına alınmakta, ancak harcama tercihleri açısından kendi özerkliklerini büyük oranda korumaktadır. Ayrıca Sayıştay’ın da denetim yetkisi vardır. Dolayısıyla DEM Parti’nin talep ettiği gibi vasilik sisteminin tümden kaldırılması, yerel yönetimlerin mevcut hukuksal yapısı içinde anlamlı ve uygulanabilir değildir. Bu türden bir talep, kamu yönetimi disiplini açısından da sorunludur; çünkü merkezi denetimin tamamen ortadan kaldırılması, kamu kaynaklarının keyfi kullanımına ve denetim dışı bir yönetişime yol açabilir.

Ayrıca talebin gerekçelendirilmesi noktasında ciddi bir belirsizlik söz konusudur. Vasiliği hangi yönünün sorun olarak görüldüğü, hangi uygulamaların demokratik sürece zarar verdiği gibi ayrıntılar açıkça belirtilmemektedir. Bu da söz konusu talebin hukuksal ve yönetsel bir içerikten çok siyasal söylem düzeyinde kaldığını göstermektedir.

5. Doğrudan Demokrasi Mekanizmalarının Yasallaştırılması: Mahalle Meclisleri, Kent Konseyleri, Köy Komünleri

DEM Parti’nin bildirgesinde yer alan bu talep, temsili demokrasi sınırlarının ötesine geçilerek halkın doğrudan yönetime katılımını sağlayacak mekanizmaların (özellikle mahalle meclisleri, kent konseyleri ve köy komünleri gibi yapılar) yasal güvence altına alınmasını istemektedir. Bu yaklaşım, doğrudan demokrasiyi kurumsallaştırma çabasının bir yansımasıdır. Ancak Türkiye’nin mevcut anayasal sistemi, yönetsel yapısı ve kamu yönetimi anlayışı açısından değerlendirildiğinde bu talep hem hukuksal hem de uygulama açısından çeşitli sorunlar barındırmaktadır.

Temsili Demokrasi ve Anayasal Çerçeve: Türkiye’de demokratik sistem esas olarak temsili demokrasiye dayanır. Anayasa’nın 2. ve 67. maddeleri gereğince siyasal katılım, düzenli aralıklarla yapılan seçimlerle gerçekleşmekte; seçilmiş temsilciler aracılığıyla karar alma süreçleri yürütülmektedir. Dolayısıyla “mahalle meclisleri” ya da “köy komünleri” gibi doğrudan katılım araçlarının karar alma mekanizmaları haline getirilmesi, mevcut anayasal temsil ilkesine doğrudan başka bir seçenek oluşturur. Bu da yönetsel çift başlılığa, yetki çatışmalarına ve uygulama karmaşasına yol açabilir.

Mevcut Katılım Mekanizmaları ve Gönüllülük Esası: Kent konseyleri, 5393 sayılı Belediye Kanunu’nda öngörülen ve gönüllülük esasına dayalı danışma organlarıdır. Bu organların kararları bağlayıcı değil, öneri niteliğindedir. DEM Parti’nin önerisi bu kurumlara bağlayıcı yetki verilmesini ima etmektedir. Ancak bu durum, seçilmiş belediye meclisi üyelerinin yetkilerini kısıtlayabilir ve anayasal meşruluk sorunu doğurabilir.

Köy komünleri gibi yapılarsa Türkiye hukuk sisteminde tanımlı değildir. Bu tür yapıların yasallaştırılması, yalnızca yeni bir yönetsel model değil, aynı zamanda siyasal sistemin temel ilkelerinde değişiklik anlamına gelir. Bu da anayasa değişikliğini gerektirir. Kaldı ki, Köy Kanunu’na göre köyün en yetkili organı “köy derneği”dir. Köy derneğine köyde 18 yaşını tamamlamış kadın ve erken herkes üyedir. Kararlar burada alınır. Bir başka anlatımla köy komünü esasen sistemde vardır.

Demokratik Katılımı Geliştirmenin Daha Gerçekçi Yolları: Halkın yönetime katılımının artırılması elbette önemlidir; ancak bu katılımın mevcut anayasal sistemle uyumlu, danışma organı niteliğinde ve saydam mekanizmalarla geliştirilmesi daha gerçekçidir. Belediyelerde halk toplantılarının düzenlenmesi, stratejik planlara katılım süreçlerinin güçlendirilmesi, yerel referandum gibi araçların özendirilmesi gibi uygulamalar, doğrudan demokrasinin unsurlarını sistemle çelişmeden güçlendirebilir.

Bu değerlendirme ışığında, DEM Parti’nin önerisinin temelinde yer alan katılım arayışı değerli olsa da önerilen mekanizmaların yasallaştırılması talepleri mevcut anayasal düzenle çeliştiği gibi uygulamada da verimsizlik ve yönetimsel karmaşa yaratma potansiyeline sahiptir.

6. Katılımcı Kurumların Yetkisini Kısıtlayan Yasal Düzenlemelerin Gözden Geçirilmesi

DEM Parti, mahalle meclisleri, kent konseyleri ve benzeri katılımcı organların “yalnızca danışma” işleviyle sınırlandırılmasını eleştirerek, bu kurumların karar süreçlerinde daha etkin ve bağlayıcı roller üstlenebilmesi için mevcut mevzuatın gözden geçirilmesini talep etmektedir. Türkiye’nin yerel yönetim hukukunda bu organları kısıtlayan başlıca normlar üç düzeyde toplanır:

ÇİZELGE 2

 

HUKUKSAL STATÜLER

Norm düzeyi

Mevzuat

Sınırlamanın niteliği

Kanun

5393 s. Belediye Kanunu (m.15, 76) – 5216 s. Büyükşehir B.K. (m.13)

Katılımcı organların “danışma” statüsünü tanımlar; bağlayıcı yetki vermez.

İkincil düzenleme

Kent Konseyleri Yönetmeliği (2006/2019)

Konsey kararlarının “tavsiye” niteliğini vurgular; belediye meclisi için yalnızca “gündeme alma” yükümlülüğü getirir.

Belediye iç mevzuatı

Çalışma yönetmelikleri & stratejik plan süreçleri

Organların görev alanını belediye başkanı–meclis ikilisi tayin eder; genişletme inisiyatifi yerel idarede kalır.

Demokratik Temsiliyet ve Hesap Verebilirlik Sorunu: Katılımcı organlara bağlayıcı yetki verilmesi seçimle gelen belediye meclisi üyelerinin sorumluluk alanlarını daraltır. Yetki ve sorumluluk dengesi bozulduğunda demokratik hesap verebilirlik ilkesinin zedelenmesi riski artar. Seçilmiş organların siyasal sorumluluğu devam ederken karar gücünün başka bir yapıya devri, yönetim performansını olumsuz etkileyebilir ve çifte demokratik meşruluk sorunu ortaya çıkar.

Yasallık İlkesi ve Hiyerarşik Tutarlılık: Türkiye’de idarenin tüm işlemleri hukuka (özellikle kanuna) dayanmak zorundadır. Danışma organlarına bağlayıcı karar yetkisi tanımak, Belediye Kanunu’nun “yetki devri” hükümlerini (m.18, 37, 48) aşan bir düzenlemeyi gerektirir; bu da doğrudan kanun değişikliği olmaksızın olanaklı değildir. Ayrıca Anayasa’nın 127. maddesindeki “seçilmiş organlarca yönetim” kuralı, bağlayıcı yetkinin kapsamı genişledikçe tartışmalı hale gelir.

İşlevsel Geliştirme İçin Kademeli Reform Önerileri:

“Güçlü danışma” modeli: Kent konseyleri kararlarının belediye meclisi gündemine zorunlu ve süreli olarak alınması; reddedilmesi durumunda gerekçeli karar zorunluluğu getirilmesi. Bu yöntem bağlayıcı yetki sağlamadan katılım kalitesini artırır.

Tematik yetki devri: Belirli alanlarda (çevre, engelli hizmetleri, gençlik politikaları) mahalle meclislerine “proje onayı” veya “öncelik belirleme” yetkisi tanıyan sınırlı ve denetlenebilir yetki aktarımı.

Bütçe katılım araçları: Katılımcı bütçe uygulamalarını yerel stratejik plan süreciyle bütünleştirilerek kararın son onayını mecliste bırakmakla birlikte kaynak özgülenmesine doğrudan halk katkısı sağlamak.

Yasal dayanak: 5393 sayılı Kanun’da katılımcı organ yetkileri başlıklı ayrı bir madde düzenlenerek hangi konularda danışma veya bağlayıcı yetki verilebileceği açıkça tanımlanmalı ve kapsam dışı alanlar ve denetim yolları netleştirilmelidir.

Slogan Benzer Talep–Gerçekçi Politika Ayrımı: DEM Parti’nin “idari ve mali vesayetin kaldırılması” ve “katılımcı kurumlara tam yetki verilmesi” biçimindeki sloganları, uygulamada yasal sınırlar ve demokratik hesap verebilirlik ilkesiyle çatışmaktadır. Etkili reform, katılımı teşvik ederken seçilmiş organların meşruluğunu ve sorumluluğunu koruyan kademeli düzenlemeler yoluyla olanaklı olabilir.

7. Türkiye’nin Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na Koyduğu Çekincelerin Kaldırılması isteği

DEM Parti’nin son talebi, Türkiye’nin 1988 yılında taraf olduğu Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na (AYYÖŞ) koyduğu çekincelerin kaldırılması yönündedir. Bu çekinceler, yerel yönetimlerin yetki ve özerklik düzeylerini artırmaya dönük hükümlerin iç hukuka yansıtılmasını engellemekte ve Türkiye’nin söz konusu Şart’taki bazı temel ilkeleri benimsememesi anlamına gelmektedir.

ÇİZELGE 3

 

TÜRKİYE’NİN ÇEKİNCE KOYDUĞU MADDLER VE ETKİLERİ

Madde

İçerik (Özet)

Türkiye’nin Tutumu

Etki

3/2

Yerel yönetimlerin yetki alanlarında serbestçe karar alma hakkı

Kabul edilmedi

Yerel özerklik anlayışının sınırlandırılması

4/3

Yerel yönetimlere kamu hizmetlerini kendi girişimiyle üstlenme hakkı

Kabul edilmedi

Yetki genişliği ilkesi ihlal ediliyor

4/4

Yerel yönetimlere, kendi girişimleriyle örgüt yapısı oluşturma özgürlüğü

Kabul edilmedi

Özerk kurumsallaşma sınırlı

7/2

Yerel yöneticilerin görev süresi dolmadan görevden alınmamaları

Kabul edilmedi

Kayyım uygulamasının zemini oluşuyor

9/5

Yerel yönetimlerin akçalı kaynaklar üzerinde takdir yetkisine sahip olması

Kabul edilmedi

Akçalı özerklik zayıf kalıyor

9/6

Yerel yönetimlere yeterli ve çeşitlendirilmiş gelir kaynakları sağlanması

Kabul edilmedi

Merkezi bütçeye yüksek bağımlılık devam ediyor

10/3

Yerel yönetimlerin uluslararası kuruluşlara üyelik hakkı

Kabul edilmedi

Üyelik hakkı var. İçişleri Bakanlığı’nın onayına bağlı. Uluslararası temsil sınırlı kalıyor

Hukuksal ve Siyasal Değerlendirme:

Uluslararası yükümlülük açısından: Türkiye, AYYÖŞ’e çekince koyarak sözleşmenin temel ruhunu sınırlamış durumdadır. Bu durum, Avrupa Konseyi denetim raporlarında ve Venedik Komisyonu görüşlerinde sıklıkla eleştiri konusu olmuştur.

Anayasal uygunluk açısından: Türkiye Anayasası’nın 90. maddesi, usulüne uygun yürürlüğe konmuş uluslararası sözleşmelere iç hukukun üstünde yer verir. Ancak çekince konulan hükümler, bu üstünlük ilkesinden yararlanamamaktadır. Yani, Anayasa'nın öngördüğü uluslararası normlar hiyerarşisi çekince ile delinir duruma gelmektedir.

Siyasal sistem açısından: Türkiye’nin tekil devlet yapısı, yerel yönetimlere geniş özerklik tanımayı engellemez. Nitekim birçok Avrupa ülkesi örneğin Fransa, İtalya ve Hollanda tekil yapı içinde çekincesiz biçimde AYYÖŞ’ü uygulamaktadır

Reform Olanağı ve Öneriler

Çekincelerin kaldırılması doğrudan yapısal çözülme yaratmaz. Yerel özerklik, yönetsel anlamda tanımlandığında ve kamu denetimi mekanizmaları korunarak uygulanırsa tekil devlete tehdit oluşturmaz.

Kademe kademe uyum sağlanabilir. Öncelikle 9. madde (mali özerklik), 4. madde (yetki genişliği) ve 10. madde (uluslararası temsil) gibi yönetim tekniğini ilgilendiren maddeler üzerinden uyumlaştırma yapılabilir.

Anayasa’da “idari vesayet” ve “kamu hizmetlerinde birlik” ilkeleri korunarak, yerel inisiyatifi artıran ama bölgesel siyasal özerkliğe dönüşmeyen bir çerçeve olanaklıdır.

GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ

DEM Parti tarafından 25-26 Mayıs tarihlerinde düzenlenen Demokratik Yerel Yönetimler Ara Dönem Toplantısı sonucunda yayımlanan bildirge, Türkiye’de yerel yönetimlerin demokratikleşmesi ve katılımcı süreçlerin güçlendirilmesi yönünde bir dizi talep içermektedir. Bu çalışma, bildirgede yer alan yedi ana talebin akademik bir bakış açısından değerlendirilmesini ve bu taleplerin hukuksal, yönetsel ve siyasal sistem üzerindeki olası etkilerinin çözümlenmesini amaçlamaktadır.

Kayyım Uygulamalarının Sonlandırılması

 

Talebin İçeriği: Seçilmiş yerel yöneticilerin görevden alınarak yerlerine kayyım atanması uygulamasının sona erdirilmesi ve görevden alınan belediye başkanlarının iadesi.

 

Akademik Değerlendirme: Demokratik meşruluk açısından önemlidir. Ancak Anayasa’nın 127. maddesi kamu görevinden alınmayı olanaklı kılar. Bu uygulamanın keyfiliğe açık olduğu ve halk iradesine müdahale anlamına geldiği eleştirilmektedir.

 

Kayyım Atamalarına Karşı Yasal Düzenleme

 

Talebin İçeriği: Belediyeler Kanunu'nda değişiklik yapılarak kayyım atama yetkisinin kaldırılması.

 

Akademik Değerlendirme: Anayasal dayanağın varlığı nedeniyle salt yasa değişikliği yeterli olmayabilir. Yine de yasal güvence demokrasinin güçlendirilmesi açısından önemli bir adımdır.

 

Eş Başkanlık Sisteminin Yasallaşması

 

Talebin İçeriği: Kadın ve erkekten oluşan eş başkanlık sisteminin yasal olarak tanınması.

 

Akademik Değerlendirme: Toplumsal cinsiyet eşitliği açısından sembolik değeri olsa da hukuki ve işlevsel temeli zayıftır. Seçim sistemi içinde çift yönetimin zorlukları olabilir.

 

Merkezi Yönetimin Vasilik Yetkisinin Kaldırılması

 

Talebin İçeriği: Merkezi yönetimin yerel yönetimler üzerindeki yönetsel ve akçalı vasilik yetkisinin kaldırılması.

 

Akademik Değerlendirme: Türkiye’de vesayet yetkisi sınırlıdır ve sadece yasallık denetimiyle sınırlı olmalıdır. Bu talep, mevcut durumu abartılı biçimde yansıtmaktadır.

 

Doğrudan Demokrasi Mekanizmalarının Güvence Altına Alınması

 

Talebin İçeriği: Mahalle meclisleri, kent konseyleri, köy komünleri gibi doğrudan katılım araçlarının yasal güvenceye alınması.

 

Akademik Değerlendirme: Katılımcı demokrasi açısından anlamlıdır. Ancak bu kurumların karar alma mekanizmalarıyla entegrasyonu net tanımlanmalıdır.

 

Katılımcı Mekanizmaları Kısıtlayan Yasaların Gözden Geçirilmesi

 

Talebin İçeriği: Halkın karar süreçlerine katılımını sınırlayan yasa hükümlerinin yeniden düzenlenmesi.

 

Akademik Değerlendirme: Demokratik yönetişim açısından olumlu bir taleptir. Ancak yasal değişikliklerin kapsamı ve uygulama biçimi netleştirilmelidir.

 

Özerklik Şartı'na Koyulan Çekincelerin Kaldırılması

 

Talebin İçeriği: Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na Türkiye'nin koyduğu çekincelerin kaldırılması.

 

Akademik Değerlendirme: Türkiye'nin çekinceleri, yerel özerkliğin sınırlandırılmasına yol açmaktadır. Çekincelerin kaldırılması, Avrupa standartlarına uyum için gereklidir ve tekil devlet yapısı içinde uygulanabilir.

 

Sonuç olarak, DEM Parti’nin yerel yönetim bildirgesinde ortaya koyduğu yedi ana talep, Türkiye’de yerel demokrasiye ilişkin süregelen sorunların yeniden gündeme taşınmasını sağlamıştır. Bildirge, temel olarak seçilmiş yerel yöneticilerin güçlendirilmesini, merkezi yönetimin vasilik yetkilerinin sınırlandırılmasını, katılımcı demokrasi mekanizmalarının yaygınlaştırılmasını ve uluslararası normlara uyumu hedeflemektedir. Ancak taleplerin bir kısmı mevcut anayasal düzenlemeler, kamu yönetimi yapısı ve siyasal iklim dikkate alındığında normatif hedefler düzeyinde kalmakta ve uygulanabilirlik açısından sınırlı yetenekte görünmektedir.

 

Özellikle kayyım uygulamasına yönelik eleştiriler ve bu uygulamanın sona erdirilmesi talebi demokratik temsil açısından güçlü bir meşruluğa sahip olsa da Anayasa’nın 127. maddesi ve ilgili yasal düzenlemelerle uyumlu bir seçenek öneri geliştirilmediği sürece yaşama aktarılması zordur. Eş başkanlık modeli ve komünal yapıların kurumsallaştırılması gibi öneriler ise siyasal sistemin doğasıyla çelişmekte ve toplumsal karşılığı zayıf görünmektedir.

 

Bununla birlikte katılımcı mekanizmaların güçlendirilmesi, kent konseylerinin etkinleştirilmesi ve Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na konulan çekincelerin kaldırılması gibi öneriler, hem mevcut sistem içinde değerlendirilebilir ve hem de demokratikleşme yönünde katkı sunabilecek niteliktedir. Bu nedenle, bildirgede yer alan taleplerin bir bütün olarak değil önceliklendirilerek ve akılcı bir çerçevede tartışılarak ele alınması gerekmektedir.

 

Bildirge, Türkiye’de yerel yönetimlerin demokratikleşmesi yönünde önemli bir tartışma zemini yaratmakla birlikte içerdiği bazı isteklerin teknik uygulanabilirlikten çok siyasal ve ideolojik tutumların yansıması olduğu göz önünde bulundurulmalıdır.

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok: