DEM PARTİ’NİN “DEMOKRATİK YEREL YÖNETİMLER
BİLDİRGESİ” ÜZERİNE AKADEMİK DEĞERLENDİRME
PROF. DR. FİRUZ DEMİR YAŞAMIŞ
GİRİŞ
DEM
Parti’nin 25-26 Mayıs tarihlerinde düzenlediği Demokratik Yerel Yönetimler Ara
Dönem Toplantısı sonunda kamuoyuna sunduğu bildirge, Türkiye’de yerel
yönetimlerin yapısal sorunlarını ve bu sorunlara ilişkin çözüm önerilerini
içeren yedi ana talepten oluşmaktadır. Bu bildirge yalnızca yerel yönetim
reformu çağrısı olmanın ötesinde Türkiye’nin yönetim modeli, temsil anlayışı ve
yerinden yönetim ilkeleriyle ilgili daha derin ve siyasal boyutu olan bir
yeniden yapılanma arayışını da yansıtmaktadır.
Yerel
yönetimler, demokrasinin tabana yayılmasını sağlayan yurttaş-devlet
ilişkilerinin en doğrudan kurulduğu kurumsal alanlardır. Bu bağlamda bildirgede
dile getirilen istekler yalnızca yönetim tekniğini ilgilendiren düzenlemeler
değil aynı zamanda anayasal sistemin işleyişine, siyasi temsilin meşruluğuna ve
kamu gücünün dağılımına ilişkin temel sorunları gündeme getirmektedir. DEM
Parti'nin istekleri yerel düzeyde halkın doğrudan katılımını artırma, merkezi vasilik
denetimini sınırlama ve değişik yönetişim modelleri geliştirme çabası olarak
okunabilir.
Ancak
bildirgede yer alan bazı talepler, mevcut anayasal sınırlar, yönetim yapısı ve
kamu hukuku normlarıyla doğrudan çelişmektedir. Bu çalışma, DEM Parti’nin
bildirgesinde yer alan her bir talebi tek tek ele alarak, hukuksal
geçerlilik, yönetsel işlevsellik,
siyasal uygulanabilirlik ve
demokratik temsil
ilkeleri çerçevesinde eleştirel bir değerlendirmeden geçirmektir.
ÇİZELGE 1 DEM PARTİ’NİN YEREL YÖNETİMLERLE
İLGİLİ REFORM İSTEKLERİ |
|||||
Talep No |
Talep |
Kısa Açıklama |
Yasal Referans |
Uygulanabilirlik |
Gereken Reform Düzeyi |
1 |
Kayyımların Geri Çekilmesi ve Seçilmişlerin İadesi |
Halk iradesine müdahale olarak görülen kayyım uygulamasının sona
erdirilmesi. |
Anayasa m.127, Belediye Kanunu m.45-46 |
Düşük-Orta (siyasal iradeye bağlı) |
Yasal + Siyasal Reform |
2 |
Belediyeler Kanunu’nda Düzenleme |
Kayyım atamalarının yasal dayanağının kaldırılması. |
Belediye Kanunu m.45-46 |
Orta |
Yasal Reform |
3 |
Eş Başkanlık Uygulamasının Yasal Güvencesi |
Toplumsal cinsiyet eşitliği esaslı yönetim biçiminin tanınması. |
Belediye Kanunu (ek madde gerekli) |
Orta |
Yasal Reform |
4 |
Merkezi Yönetim Vasiliğinin Sonlandırılması |
Merkezi yönetimin yönetsel ve akçalı denetiminin kaldırılması. |
Anayasa m.127 |
Düşük (anayasa değişikliği gerekli) |
Anayasal Reform |
5 |
Halkın Doğrudan Karar Süreçlerine Katılımı |
Mahalle meclisi, kent konseyi gibi katılımcı yapılar için yasal
güvence. |
5393 s. Belediye Kanunu, 5216 s. Büyükşehir Kanunu |
Orta |
Yasal Reform |
6 |
Katılımcı Kurumların Yetki Artışı |
Öneri niteliğindeki yapılar için bağlayıcı rol verilmesi. |
Kent Konseyleri Yönetmeliği |
Yüksek |
Yönetsel + Yasal Reform |
7 |
Özerklik Şartı Çekincelerinin Kaldırılması |
Avrupa standartlarında yerel özerklik için uluslararası uyum. |
Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı |
Düşük (TBMM onayı gerekli) |
Anayasal + Uluslararası Uyum |
ÇÖZÜMLEME
Dem Parti’nin bildirgesinde yer
alan yedi madde ve bu isteklerle ilgili değerlendirmeler aşağıda
belirtilmiştir.
1. Kayyım Uygulamalarının Sonlandırılması ve
Seçilmişlerin Göreve İadesi
Bu talep, seçilmiş yerel
yöneticilerin görevden alınarak yerlerine merkezi yönetim tarafından kayyım
atanması uygulamasının sona erdirilmesini ve görevden alınan belediye
başkanlarının görevlerine iadesini istemektedir. Demokratik meşruluk açısından
değerlendirildiğinde seçilmiş temsilcilerin yönetsel kararlarla görevden
alınmaları halk iradesine doğrudan müdahale olarak değerlendirilebilir. Bu
bağlamda, talep temsili demokrasinin güçlendirilmesi yönünde önemli bir adım
olarak görülmektedir.
DEM Parti’nin yerel yönetimlere
ilişkin taleplerinin başında, kayyım uygulamasının sona erdirilmesi ve görevden
alınan seçilmiş belediye başkanlarının görevlerine iade edilmesi gelmektedir.
Bu talep, doğrudan halk iradesine dayanan temsili demokrasi ilkesiyle
ilişkilidir. Seçimle işbaşına gelen yerel yöneticilerin idari kararlarla
görevden uzaklaştırılması, demokratik meşruiyeti zedeleyen ve seçmen iradesine
müdahale niteliği taşıyan bir uygulama olarak değerlendirilmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası’nın 127. maddesi, yerel yönetim organlarının görevleriyle ilgili bir
suç nedeniyle haklarında soruşturma veya kovuşturma açılması halinde İçişleri
Bakanı’na bu kişileri geçici olarak görevden uzaklaştırma yetkisi tanımaktadır.
Ancak söz konusu yetki, bir “geçici tedbir” olarak tanımlanmış olup, bu
tedbirin süresiz görevlendirmelere ve yerel meclislerin devre dışı
bırakılmasına dönüşmesi anayasal sınırların aşılması anlamına gelmektedir.
Uygulamada bu yetkinin, belediye başkanları hakkında henüz bir mahkeme kararı
bulunmaksızın kullanılması hem masumiyet karinesi hem de seçme ve seçilme hakkı
açısından tartışmalıdır.
Öte yandan, bazı yerel
yöneticiler hakkında terörle bağlantı, kamu kaynaklarının yasadışı kullanımı
gibi ciddi iddialar gündeme gelmiştir. Devletin kamu düzenini ve güvenliğini
sağlama yükümlülüğü bu tür durumlara karşı önlem alma hakkını doğurur. Ancak bu
önlemler, yargı kararına dayanmalı ve hukukun üstünlüğü ilkesini
zedelememelidir. Bu bağlamda, görevden alma işlemlerinin yalnızca kesinleşmiş
yargı kararına dayanması ve geçici uzaklaştırmalarda ise yerel meclis
tarafından başkan vekili seçilmesi önerilmektedir. Bu yöntem hem halkın
iradesine saygıyı koruyacak hem de kamu düzenine ilişkin kaygıları giderecek
dengeli bir çözüm sunacaktır.
Avrupa Yerel Yönetimler
Özerklik Şartı da yerel özerkliği teminat altına alırken, merkezi idarenin
müdahalesinin sınırlandırılmasını ve yerel yönetimlerin yargı güvencesine sahip
olmasını önermektedir. Türkiye’nin hem iç hukukta hem de uluslararası
yükümlülükleri çerçevesinde bu standarda uygun uygulamalar geliştirmesi
demokratik sistemin güçlenmesi açısından önem arz etmektedir.
Anayasa’daki bu düzenleme
korunabilir ancak görevden alma işlemleri kesinleşmiş yargı kararıyla
sınırlanmalı, geçici uzaklaştırmalarda yerine atanacak kişi, belediye
meclisinden seçilmeli ve uygulama yargı denetimine açık ve süreli olmalıdır.
2. Belediyeler Kanunu’nda Değişiklik Yapılması ve Kayyım
Atamalarının Hukuksal Dayanağının Kaldırılması
Bu madde, 5393 sayılı Belediye
Kanunu’nun 45. ve 46. maddelerinde değişiklik yapılarak İçişleri Bakanlığı'nın
geniş takdir yetkilerinin sınırlandırılmasını hedeflemektedir. Bu talep, yönetimin
keyfî uygulamalarına karşı hukuksal öngörülebilirlik ve yargı denetimini esas
alan bir yönetsel reform önerisidir. Bu talep, yerel yönetimlerin demokratik niteliğinin
yasal güvenceye kavuşturulması açısından önemlidir. Mevcut durumda, Belediye
Kanunu’nun 45. ve 46. maddeleri, belediye başkanlarının görevden alınması halinde
yerine vali, kaymakam veya içişleri bakanlığı tarafından atanacak bir kamu
görevlisinin başkan vekili olarak görevlendirilmesine olanak tanımaktadır. Bu
düzenleme, Anayasa’nın 127. maddesindeki “geçici tedbir” ifadesiyle paralellik
gösterse de uygulamada bu geçicilik ilkesi göz ardı edilmekte ve sistemli bir
kayyımla yönetme uygulaması oluşmaktadır. DEM Parti bu çerçevede, belediye
başkanının görevden alınması durumunda belediye meclisinin içinden bir vekil
seçilmesini sağlayacak şekilde Belediye Kanunu’nun değiştirilmesini
önermektedir. Bu öneri, Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler
Kongresi’nin Türkiye’ye yönelik raporlarında da desteklenmiş; görevden alma
işlemlerinde yerel meclislerin yetkilendirilmesi önerilmiştir. Ayrıca, merkezi yönetim
tarafından atanan kayyımların yerel halkın iradesine yabancı olması demokratik
hesap verebilirlikten uzak kalması ve çoğu zaman yerel önceliklere değil
merkezi direktiflere göre hareket etmesi, bu uygulamanın meşruluğunu daha da
zayıflatmaktadır. Belediye meclisinden yapılacak bir görevlendirme ise hem
seçimle gelmiş temsilciler arasından bir kişinin seçilmesini sağlar hem de
yerel yönetimin sürekliliği açısından demokratik ilkelere uygun bir çözüm
sunar.
Sonuç olarak, kayyım
uygulamasının yasal temelini oluşturan maddelerin değiştirilerek görevden alma
durumlarında yerel meclise yetki verilmesi halkın yönetime katılımını ve
demokratik yerel yönetişimi güçlendirecek bir reform önerisi olarak
değerlendirilebilir.
3. Eş Başkanlık Uygulamasının Yasal Güvenceye Alınması
ve Eş Başkanlık Modeline İlişkin Eleştirel Bir Değerlendirme
Eş başkanlık modeli, toplumsal
cinsiyet eşitliğini ve yatay örgütlenmeyi esas alan bir temsil mekanizmasıdır.
Ancak mevcut yasal düzenlemelerde bu uygulamanın karşılığı bulunmadığından,
uygulama hakkında hukuksal yaptırımlar uygulanabilmektedir. Talep, eş başkanlık
uygulamasının Belediyeler Kanunu’na dahil edilerek yasal güvenceye alınmasını
istemektedir. Bu, yerel yönetimlerde toplumsal cinsiyet eşitliği adına önemli
bir normatif düzenleme olacaktır.
DEM Parti’nin yerel yönetimlere
ilişkin taleplerinden biri, eş başkanlık uygulamasının yasal güvence altına
alınarak 5393 sayılı Belediye Kanunu’nda tanımlanmasıdır. Bu talep, kadın-erkek
eşitliğine dayalı bir yönetişim modeli yaratma amacı taşımakta olup, siyasal
temsilde toplumsal cinsiyet eşitliğini güçlendirme hedefiyle
temellendirilmektedir. Ancak bu modelin işlevselliği ve demokratik sistemle
olan uyumu açısından ciddi tartışma alanları mevcuttur.
Her şeyden önce, eş başkanlık
uygulaması, Abdullah Öcalan’ın özellikle anarşist düşünür Murray Bookchin’in
"komünal demokrasi" anlayışından esinlenerek geliştirdiği bir
kurumsal modeldir. Bu modelde yönetimin bir erkek ve bir kadın tarafından
birlikte yürütülmesi öngörülmektedir. Ancak bu yaklaşım, yönetsel yetkinin
cinsiyet esasına göre zorunlu biçimde paylaşılması anlamına gelmekte ve kamu
yönetiminde etkinlik, hesap verebilirlik ve hukuki netlik açısından sorunlar
doğurmaktadır.
Türkiye’de kadınların seçilme
hakkı, anayasal ve yasal düzlemde tam olarak tanınmış durumdadır. Kadın
belediye başkanlarının geçmişten bugüne örnekleri bulunmaktadır ve kadınların
yerel yönetimlerde temsiline ilişkin herhangi bir hukuksal engel söz konusu
değildir. Dolayısıyla, kadınların siyasette daha görünür hale gelmeleri için,
eş başkanlık gibi ikili bir yürütme modeli dayatmak yerine, aday belirleme
süreçlerinde kadınlara “pozitif ayrımcılık” sağlanması, siyasal partilerde
kadın kotalarının güçlendirilmesi gibi araçlarla desteklenmeleri daha işlevsel
ve demokratik yöntemlerdir.
Bunun yanında, mevcut mevzuata
göre belediye başkanı, yerel yürütmenin tek sorumlu ve yetkili organı olarak
tanımlanmaktadır. Eş başkanlık gibi çift başlı bir yapı, bu sistemin doğasına
aykırı düşmekte ve yönetsel hiyerarşiyi belirsizleştirme riski taşımaktadır.
Yetki karmaşası, kamu hizmetlerinin sunumunda aksamalara ve hesap verebilirlik
sorunlarına neden olabilir. Demokratik sistemlerde yürütme organlarının net, saydam
ve bireysel olarak sorumlu olması yönetimin etkililiği açısından temel bir
ilkedir.
Özetle, eş başkanlık modeli,
toplumsal cinsiyet eşitliği niyetiyle sunulmakla birlikte, kamu yönetimi
disiplini ve Türkiye’nin anayasal düzeni açısından uygulanabilirliği tartışmalı
bir öneridir. Kadınların siyasete katılımının güçlendirilmesi hedefi daha
gerçekçi ve sistemle uyumlu araçlarla sağlanabilir. Bu çerçevede, eş başkanlık
önerisi teorik düzeyde bir ideal olmanın ötesine geçememekte ve yerel yönetim
pratiğinde işlevsel bir katkı sunmamaktadır.
4. Merkezi İdarenin Yerel Yönetimler Üzerindeki Vasilik
Yetkisinin Doğası ve DEM Parti’nin Talebine Eleştirel Yaklaşım
Bu öneri, Anayasa’nın 127.
maddesinde yer alan ve merkezi yönetime tanınan “yönetsel vasilik” yetkisinin
kaldırılmasını veya sınırlandırılmasını önermektedir. Ayrıca yerel yönetimlerin
akçalı özerkliğinin güçlendirilmesi de bu bağlamda ele alınmaktadır. Talep,
yerinden yönetim ilkesinin derinleştirilmesini amaçlamaktadır; ancak
uygulanabilmesi anayasa değişikliği gerektirmektedir.
DEM Parti tarafından dile
getirilen “merkezi idarenin yerel yönetimler üzerindeki idari ve mali
vesayetinin sona erdirilmesi” yönündeki talep, yerel yönetimlerin özerklik
düzeyinin artırılmasına dönük görünse de hukuksal gerçeklikler ve uygulamadaki
sınırlar dikkate alındığında bu önerinin önemli ölçüde bir slogan ve işlevsizlikle
sakat olduğu görülmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası’nın 127. maddesi uyarınca yerel yönetimler, kamu tüzel kişiliğine
sahip, karar organları seçimle belirlenen kurumlardır. Ancak aynı maddede,
yerel yönetimlerin merkezi yönetimin yönetsel vasiliği altında olduğu da açıkça
belirtilmiştir. Bu vasilik, yönetimin bütünlüğü ve kamu hizmetlerinin hukuka
uygun yürütülmesini sağlamak amacıyla getirilmiştir. Vasilik yetkisi, yalnızca
yasallık denetimini kapsar; vasi yerindelik denetimi yapamaz. Örneğin valiler
veya kaymakamlar, belediyelerin hangi projeye ne kadar bütçe ayıracağına karar
veremez; yalnızca alınan kararların yasal olup olmadığını denetleyebilirler.
Benzer şekilde, akçalı vasilik
de yerel yönetimlerin bütçe ve harcama süreçlerinin saydamlık, hesap
verebilirlik ve yasa uygunluğu çerçevesinde denetlenmesini amaçlar. Ancak bu
denetim mekanizmaları, merkezi yönetimin yerel yönetimlerin akçalı özerkliğine
doğrudan müdahalesine olanak vermez. Yerel yönetimler, 5018 sayılı Kamu Mali
Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile denetim altına alınmakta, ancak harcama
tercihleri açısından kendi özerkliklerini büyük oranda korumaktadır. Ayrıca
Sayıştay’ın da denetim yetkisi vardır. Dolayısıyla DEM Parti’nin talep ettiği
gibi vasilik sisteminin tümden kaldırılması, yerel yönetimlerin mevcut hukuksal
yapısı içinde anlamlı ve uygulanabilir değildir. Bu türden bir talep, kamu
yönetimi disiplini açısından da sorunludur; çünkü merkezi denetimin tamamen
ortadan kaldırılması, kamu kaynaklarının keyfi kullanımına ve denetim dışı bir
yönetişime yol açabilir.
Ayrıca talebin
gerekçelendirilmesi noktasında ciddi bir belirsizlik söz konusudur. Vasiliği
hangi yönünün sorun olarak görüldüğü, hangi uygulamaların demokratik sürece
zarar verdiği gibi ayrıntılar açıkça belirtilmemektedir. Bu da söz konusu
talebin hukuksal ve yönetsel bir içerikten çok siyasal söylem düzeyinde
kaldığını göstermektedir.
5. Doğrudan
Demokrasi Mekanizmalarının Yasallaştırılması: Mahalle Meclisleri, Kent
Konseyleri, Köy Komünleri
DEM Parti’nin bildirgesinde yer
alan bu talep, temsili demokrasi sınırlarının ötesine geçilerek halkın doğrudan
yönetime katılımını sağlayacak mekanizmaların (özellikle mahalle meclisleri,
kent konseyleri ve köy komünleri gibi yapılar) yasal güvence altına alınmasını
istemektedir. Bu yaklaşım, doğrudan demokrasiyi kurumsallaştırma çabasının bir
yansımasıdır. Ancak Türkiye’nin mevcut anayasal sistemi, yönetsel yapısı ve
kamu yönetimi anlayışı açısından değerlendirildiğinde bu talep hem hukuksal hem
de uygulama açısından çeşitli sorunlar barındırmaktadır.
Temsili
Demokrasi ve Anayasal Çerçeve: Türkiye’de demokratik sistem esas olarak temsili
demokrasiye dayanır. Anayasa’nın 2. ve 67. maddeleri gereğince siyasal katılım,
düzenli aralıklarla yapılan seçimlerle gerçekleşmekte; seçilmiş temsilciler
aracılığıyla karar alma süreçleri yürütülmektedir. Dolayısıyla “mahalle
meclisleri” ya da “köy komünleri” gibi doğrudan katılım araçlarının karar alma
mekanizmaları haline getirilmesi, mevcut anayasal temsil ilkesine doğrudan başka
bir seçenek oluşturur. Bu da yönetsel çift başlılığa, yetki çatışmalarına ve
uygulama karmaşasına yol açabilir.
Mevcut Katılım
Mekanizmaları ve Gönüllülük Esası: Kent konseyleri, 5393 sayılı Belediye Kanunu’nda
öngörülen ve gönüllülük esasına dayalı danışma organlarıdır. Bu organların
kararları bağlayıcı değil, öneri niteliğindedir. DEM Parti’nin önerisi bu
kurumlara bağlayıcı yetki verilmesini ima etmektedir. Ancak bu durum, seçilmiş
belediye meclisi üyelerinin yetkilerini kısıtlayabilir ve anayasal meşruluk
sorunu doğurabilir.
Köy komünleri gibi yapılarsa
Türkiye hukuk sisteminde tanımlı değildir. Bu tür yapıların yasallaştırılması,
yalnızca yeni bir yönetsel model değil, aynı zamanda siyasal sistemin temel
ilkelerinde değişiklik anlamına gelir. Bu da anayasa değişikliğini gerektirir.
Kaldı ki, Köy Kanunu’na göre köyün en yetkili organı “köy derneği”dir. Köy
derneğine köyde 18 yaşını tamamlamış kadın ve erken herkes üyedir. Kararlar
burada alınır. Bir başka anlatımla köy komünü esasen sistemde vardır.
Demokratik
Katılımı Geliştirmenin Daha Gerçekçi Yolları: Halkın yönetime katılımının artırılması elbette
önemlidir; ancak bu katılımın mevcut anayasal sistemle uyumlu, danışma organı
niteliğinde ve saydam mekanizmalarla geliştirilmesi daha gerçekçidir.
Belediyelerde halk toplantılarının düzenlenmesi, stratejik planlara katılım
süreçlerinin güçlendirilmesi, yerel referandum gibi araçların özendirilmesi
gibi uygulamalar, doğrudan demokrasinin unsurlarını sistemle çelişmeden
güçlendirebilir.
Bu değerlendirme ışığında, DEM
Parti’nin önerisinin temelinde yer alan katılım arayışı değerli olsa da
önerilen mekanizmaların yasallaştırılması talepleri mevcut anayasal düzenle
çeliştiği gibi uygulamada da verimsizlik ve yönetimsel karmaşa yaratma potansiyeline
sahiptir.
6. Katılımcı Kurumların Yetkisini Kısıtlayan Yasal
Düzenlemelerin Gözden Geçirilmesi
DEM Parti, mahalle meclisleri,
kent konseyleri ve benzeri katılımcı organların “yalnızca danışma” işleviyle
sınırlandırılmasını eleştirerek, bu kurumların karar süreçlerinde daha etkin ve
bağlayıcı roller üstlenebilmesi için mevcut mevzuatın gözden geçirilmesini
talep etmektedir. Türkiye’nin yerel yönetim hukukunda bu organları kısıtlayan
başlıca normlar üç düzeyde toplanır:
ÇİZELGE 2 HUKUKSAL
STATÜLER |
||
Norm düzeyi |
Mevzuat |
Sınırlamanın
niteliği |
Kanun |
5393 s. Belediye Kanunu (m.15, 76) – 5216 s.
Büyükşehir B.K. (m.13) |
Katılımcı organların “danışma” statüsünü
tanımlar; bağlayıcı yetki vermez. |
İkincil düzenleme |
Kent Konseyleri Yönetmeliği (2006/2019) |
Konsey kararlarının “tavsiye” niteliğini
vurgular; belediye meclisi için yalnızca “gündeme alma” yükümlülüğü getirir. |
Belediye iç mevzuatı |
Çalışma yönetmelikleri & stratejik plan
süreçleri |
Organların görev alanını belediye
başkanı–meclis ikilisi tayin eder; genişletme inisiyatifi yerel idarede
kalır. |
Demokratik Temsiliyet ve Hesap Verebilirlik Sorunu: Katılımcı organlara bağlayıcı yetki verilmesi seçimle
gelen belediye meclisi üyelerinin sorumluluk alanlarını daraltır. Yetki ve sorumluluk
dengesi bozulduğunda demokratik hesap verebilirlik ilkesinin zedelenmesi riski
artar. Seçilmiş organların siyasal sorumluluğu devam ederken karar gücünün
başka bir yapıya devri, yönetim performansını olumsuz etkileyebilir ve çifte
demokratik meşruluk sorunu ortaya çıkar.
Yasallık İlkesi ve Hiyerarşik Tutarlılık: Türkiye’de idarenin tüm işlemleri hukuka (özellikle
kanuna) dayanmak zorundadır. Danışma organlarına bağlayıcı karar yetkisi
tanımak, Belediye Kanunu’nun “yetki devri” hükümlerini (m.18, 37, 48) aşan bir
düzenlemeyi gerektirir; bu da doğrudan kanun değişikliği olmaksızın olanaklı
değildir. Ayrıca Anayasa’nın 127. maddesindeki “seçilmiş organlarca yönetim”
kuralı, bağlayıcı yetkinin kapsamı genişledikçe tartışmalı hale gelir.
İşlevsel Geliştirme İçin Kademeli Reform Önerileri:
“Güçlü danışma” modeli: Kent konseyleri kararlarının belediye meclisi
gündemine zorunlu ve süreli olarak alınması; reddedilmesi durumunda gerekçeli
karar zorunluluğu getirilmesi. Bu yöntem bağlayıcı yetki sağlamadan katılım
kalitesini artırır.
Tematik yetki devri: Belirli alanlarda (çevre, engelli hizmetleri,
gençlik politikaları) mahalle meclislerine “proje onayı” veya “öncelik
belirleme” yetkisi tanıyan sınırlı ve denetlenebilir yetki aktarımı.
Bütçe katılım araçları: Katılımcı bütçe uygulamalarını yerel stratejik
plan süreciyle bütünleştirilerek kararın son onayını mecliste bırakmakla
birlikte kaynak özgülenmesine doğrudan halk katkısı sağlamak.
Yasal dayanak: 5393 sayılı Kanun’da katılımcı organ yetkileri
başlıklı ayrı bir madde düzenlenerek hangi konularda danışma veya bağlayıcı
yetki verilebileceği açıkça tanımlanmalı ve kapsam dışı alanlar ve denetim
yolları netleştirilmelidir.
Slogan Benzer Talep–Gerçekçi Politika Ayrımı: DEM Parti’nin “idari ve mali vesayetin
kaldırılması” ve “katılımcı kurumlara tam yetki verilmesi” biçimindeki
sloganları, uygulamada yasal sınırlar ve demokratik hesap verebilirlik
ilkesiyle çatışmaktadır. Etkili reform, katılımı teşvik ederken seçilmiş
organların meşruluğunu ve sorumluluğunu koruyan kademeli düzenlemeler yoluyla olanaklı
olabilir.
7. Türkiye’nin Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik
Şartı’na Koyduğu Çekincelerin Kaldırılması isteği
DEM Parti’nin son talebi,
Türkiye’nin 1988 yılında taraf olduğu Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na
(AYYÖŞ) koyduğu çekincelerin kaldırılması yönündedir. Bu çekinceler, yerel
yönetimlerin yetki ve özerklik düzeylerini artırmaya dönük hükümlerin iç hukuka
yansıtılmasını engellemekte ve Türkiye’nin söz konusu Şart’taki bazı temel
ilkeleri benimsememesi anlamına gelmektedir.
ÇİZELGE 3 TÜRKİYE’NİN
ÇEKİNCE KOYDUĞU MADDLER VE ETKİLERİ |
|||
Madde |
İçerik
(Özet) |
Türkiye’nin
Tutumu |
Etki |
3/2 |
Yerel yönetimlerin yetki alanlarında serbestçe
karar alma hakkı |
Kabul edilmedi |
Yerel özerklik anlayışının sınırlandırılması |
4/3 |
Yerel yönetimlere kamu hizmetlerini kendi
girişimiyle üstlenme hakkı |
Kabul edilmedi |
Yetki genişliği ilkesi ihlal ediliyor |
4/4 |
Yerel yönetimlere, kendi girişimleriyle örgüt
yapısı oluşturma özgürlüğü |
Kabul edilmedi |
Özerk kurumsallaşma sınırlı |
7/2 |
Yerel yöneticilerin görev süresi dolmadan
görevden alınmamaları |
Kabul edilmedi |
Kayyım uygulamasının zemini oluşuyor |
9/5 |
Yerel yönetimlerin akçalı kaynaklar üzerinde
takdir yetkisine sahip olması |
Kabul edilmedi |
Akçalı özerklik zayıf kalıyor |
9/6 |
Yerel yönetimlere yeterli ve çeşitlendirilmiş
gelir kaynakları sağlanması |
Kabul edilmedi |
Merkezi bütçeye yüksek bağımlılık devam ediyor |
10/3 |
Yerel yönetimlerin uluslararası kuruluşlara
üyelik hakkı |
Kabul edilmedi |
Üyelik hakkı var. İçişleri Bakanlığı’nın
onayına bağlı. Uluslararası temsil sınırlı kalıyor |
Hukuksal ve Siyasal Değerlendirme:
Uluslararası yükümlülük açısından: Türkiye, AYYÖŞ’e çekince koyarak sözleşmenin
temel ruhunu sınırlamış durumdadır. Bu durum, Avrupa Konseyi denetim
raporlarında ve Venedik Komisyonu görüşlerinde sıklıkla eleştiri konusu
olmuştur.
Anayasal uygunluk açısından: Türkiye Anayasası’nın 90. maddesi, usulüne uygun
yürürlüğe konmuş uluslararası sözleşmelere iç hukukun üstünde yer verir. Ancak
çekince konulan hükümler, bu üstünlük ilkesinden yararlanamamaktadır. Yani,
Anayasa'nın öngördüğü uluslararası normlar hiyerarşisi çekince ile delinir duruma
gelmektedir.
Siyasal sistem açısından: Türkiye’nin tekil devlet yapısı, yerel
yönetimlere geniş özerklik tanımayı engellemez. Nitekim birçok Avrupa ülkesi örneğin
Fransa, İtalya ve Hollanda tekil yapı içinde çekincesiz biçimde AYYÖŞ’ü
uygulamaktadır
Reform Olanağı ve Öneriler
Çekincelerin kaldırılması doğrudan yapısal çözülme
yaratmaz. Yerel özerklik, yönetsel anlamda tanımlandığında ve kamu denetimi
mekanizmaları korunarak uygulanırsa tekil devlete tehdit oluşturmaz.
Kademe kademe uyum sağlanabilir. Öncelikle 9. madde
(mali özerklik), 4. madde (yetki genişliği) ve 10. madde (uluslararası temsil)
gibi yönetim tekniğini ilgilendiren maddeler üzerinden uyumlaştırma
yapılabilir.
Anayasa’da “idari vesayet” ve “kamu hizmetlerinde
birlik” ilkeleri korunarak, yerel inisiyatifi artıran ama bölgesel siyasal
özerkliğe dönüşmeyen bir çerçeve olanaklıdır.
GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
DEM Parti tarafından 25-26 Mayıs tarihlerinde
düzenlenen Demokratik Yerel Yönetimler Ara Dönem Toplantısı sonucunda
yayımlanan bildirge, Türkiye’de yerel yönetimlerin demokratikleşmesi ve
katılımcı süreçlerin güçlendirilmesi yönünde bir dizi talep içermektedir. Bu çalışma,
bildirgede yer alan yedi ana talebin akademik bir bakış açısından
değerlendirilmesini ve bu taleplerin hukuksal, yönetsel ve siyasal sistem
üzerindeki olası etkilerinin çözümlenmesini amaçlamaktadır.
Kayyım Uygulamalarının
Sonlandırılması
Talebin İçeriği: Seçilmiş yerel yöneticilerin görevden alınarak yerlerine kayyım atanması
uygulamasının sona erdirilmesi ve görevden alınan belediye başkanlarının
iadesi.
Akademik Değerlendirme: Demokratik meşruluk açısından önemlidir. Ancak Anayasa’nın 127. maddesi
kamu görevinden alınmayı olanaklı kılar. Bu uygulamanın keyfiliğe açık olduğu
ve halk iradesine müdahale anlamına geldiği eleştirilmektedir.
Kayyım Atamalarına Karşı Yasal
Düzenleme
Talebin İçeriği: Belediyeler Kanunu'nda değişiklik yapılarak kayyım atama yetkisinin
kaldırılması.
Akademik Değerlendirme: Anayasal dayanağın varlığı nedeniyle salt yasa değişikliği yeterli
olmayabilir. Yine de yasal güvence demokrasinin güçlendirilmesi açısından
önemli bir adımdır.
Eş Başkanlık Sisteminin Yasallaşması
Talebin İçeriği: Kadın ve erkekten oluşan eş başkanlık sisteminin yasal olarak tanınması.
Akademik Değerlendirme: Toplumsal cinsiyet eşitliği açısından sembolik değeri olsa da hukuki ve işlevsel
temeli zayıftır. Seçim sistemi içinde çift yönetimin zorlukları olabilir.
Merkezi Yönetimin Vasilik Yetkisinin Kaldırılması
Talebin İçeriği: Merkezi yönetimin yerel yönetimler üzerindeki yönetsel ve akçalı vasilik
yetkisinin kaldırılması.
Akademik Değerlendirme: Türkiye’de vesayet yetkisi sınırlıdır ve sadece yasallık denetimiyle
sınırlı olmalıdır. Bu talep, mevcut durumu abartılı biçimde yansıtmaktadır.
Doğrudan Demokrasi Mekanizmalarının
Güvence Altına Alınması
Talebin İçeriği: Mahalle meclisleri, kent konseyleri, köy komünleri gibi doğrudan katılım
araçlarının yasal güvenceye alınması.
Akademik Değerlendirme: Katılımcı demokrasi açısından anlamlıdır. Ancak bu kurumların karar alma
mekanizmalarıyla entegrasyonu net tanımlanmalıdır.
Katılımcı Mekanizmaları Kısıtlayan
Yasaların Gözden Geçirilmesi
Talebin İçeriği: Halkın karar süreçlerine katılımını sınırlayan yasa hükümlerinin yeniden
düzenlenmesi.
Akademik Değerlendirme: Demokratik yönetişim açısından olumlu bir taleptir. Ancak yasal
değişikliklerin kapsamı ve uygulama biçimi netleştirilmelidir.
Özerklik Şartı'na Koyulan Çekincelerin
Kaldırılması
Talebin İçeriği: Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na Türkiye'nin koyduğu
çekincelerin kaldırılması.
Akademik Değerlendirme: Türkiye'nin çekinceleri, yerel özerkliğin sınırlandırılmasına yol
açmaktadır. Çekincelerin kaldırılması, Avrupa standartlarına uyum için
gereklidir ve tekil devlet yapısı içinde uygulanabilir.
Sonuç olarak, DEM Parti’nin yerel
yönetim bildirgesinde ortaya koyduğu yedi ana talep, Türkiye’de yerel
demokrasiye ilişkin süregelen sorunların yeniden gündeme taşınmasını
sağlamıştır. Bildirge, temel olarak seçilmiş yerel yöneticilerin
güçlendirilmesini, merkezi yönetimin vasilik yetkilerinin sınırlandırılmasını,
katılımcı demokrasi mekanizmalarının yaygınlaştırılmasını ve uluslararası
normlara uyumu hedeflemektedir. Ancak taleplerin bir kısmı mevcut anayasal
düzenlemeler, kamu yönetimi yapısı ve siyasal iklim dikkate alındığında
normatif hedefler düzeyinde kalmakta ve uygulanabilirlik açısından sınırlı yetenekte
görünmektedir.
Özellikle kayyım uygulamasına yönelik
eleştiriler ve bu uygulamanın sona erdirilmesi talebi demokratik temsil
açısından güçlü bir meşruluğa sahip olsa da Anayasa’nın 127. maddesi ve ilgili
yasal düzenlemelerle uyumlu bir seçenek öneri geliştirilmediği sürece yaşama
aktarılması zordur. Eş başkanlık modeli ve komünal yapıların
kurumsallaştırılması gibi öneriler ise siyasal sistemin doğasıyla çelişmekte ve
toplumsal karşılığı zayıf görünmektedir.
Bununla birlikte katılımcı
mekanizmaların güçlendirilmesi, kent konseylerinin etkinleştirilmesi ve Avrupa
Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na konulan çekincelerin kaldırılması gibi
öneriler, hem mevcut sistem içinde değerlendirilebilir ve hem de
demokratikleşme yönünde katkı sunabilecek niteliktedir. Bu nedenle, bildirgede
yer alan taleplerin bir bütün olarak değil önceliklendirilerek ve akılcı bir
çerçevede tartışılarak ele alınması gerekmektedir.
Bildirge, Türkiye’de yerel
yönetimlerin demokratikleşmesi yönünde önemli bir tartışma zemini yaratmakla
birlikte içerdiği bazı isteklerin teknik uygulanabilirlikten çok siyasal ve
ideolojik tutumların yansıması olduğu göz önünde bulundurulmalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder