İMAMOĞLU’NUN FOTOĞRAFLARININ YASAKLANMASI
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem
İmamoğlu’nun Tutuklanması ve Görevden Alınması: Hukuksal ve Anayasal Bir
Değerlendirme
PROF.DR. FİRUZ DEMİR YAŞAMIŞ
GİRİŞ
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı
Ekrem İmamoğlu iki suçlama ile hâkim karşısında çıkarıldı: teröre yardım etmek
ve belediye iş ve işlemlerinde yolsuzluk. Hâkim terör suçlamasını kabul etmedi
ama yolsuzluk suçlaması nedeniyle tutuklanmasına karar verdi. Eğer terör
suçlaması nedeniyle tutuklansa idi yerine kayyım atanacaktı. Yolsuzluktan
tutuklandığı için İçişleri Bakanı tarafından görevinden alındı. Belediye
Meclisinde yapılan seçimle yerine CHP'den bir meclis üyesi seçildi.
İmamoğlu'nun, kendisine yöneltilen iki
ayrı suçlamadan biri olan "belediye iş ve işlemlerinde yolsuzluk"
gerekçesiyle tutuklanması ve bu tutuklamanın ardından İçişleri Bakanlığı
tarafından görevden alınması, yerel yönetimlerin özerkliği, seçilmiş
yöneticilerin demokratik meşruluğu ve hukuk devleti ilkesi bakımından önemli
hukuksal ve siyasal tartışmaları beraberinde getirmiştir. Bu bağlamda, söz
konusu sürecin anayasal çerçevede değerlendirilmesi büyük önem arz etmektedir.
Yerel
Yönetimlerin Anayasal Statüsü ve Seçilmişlerin Görevden Alınması: Hukuksal
Temel
Anayasa’nın 127. maddesi, yerel
yönetimlerin “mahallî müşterek ihtiyaçları karşılamak üzere, seçmenler
tarafından oluşturulan kamu tüzel kişilikleri” olduğunu belirtmekte ve bu
yönetimlerin özerkliğini güvence altına almaktadır. Aynı maddede, “görevleri ile
ilgili bir suç sebebiyle haklarında soruşturma veya kovuşturma açılan mahallî
idare organlarının veya bu organların üyelerinin İçişleri Bakanı tarafından
geçici bir tedbir olarak görevden uzaklaştırılabileceği” düzenlenmiştir.
İmamoğlu’nun görevden alınması,
terörle ilişkili bir suç kapsamında değil, yolsuzluk suçu nedeniyle
gerçekleştiği için, Anayasa'nın yukarıda belirtilen çerçevesine dayanarak
İçişleri Bakanlığı tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu yönüyle uygulama,
biçimsel anlamda yasal zemine oturmakla birlikte, demokratik hukuk devleti
ilkeleri bağlamında tartışmaya açıktır.
ÇÖZÜMLEME
Terör Suçlamasına
İlişkin Mahkeme Kararının Etkisi
İddianamede yer alan “teröre yardım”
suçlamasının mahkeme tarafından kabul edilmemiş olması, özellikle Türkiye’de
son yıllarda sıklıkla uygulanan ve eleştirilen "kayyım atama" uygulamasının
bu davada devreye sokulmamasına neden olmuştur. Terörle Mücadele Kanunu
kapsamında bir suçtan mahkûmiyet veya tutukluluk söz konusu olsaydı, İçişleri
Bakanlığı, mevzuatın verdiği geniş takdir yetkisine dayanarak İmamoğlu’nun
yerine kayyım atayabilecekti. Bu bağlamda, tutuklama kararının dayandığı suçun
türü, seçilmiş bir belediye başkanının görevden alınması sonrasında izlenecek yönetsel
süreci belirlemiştir.
Tutuklama Kararı
ve Demokratik Temsil Hakkı
Bir belediye başkanının tutuklanması,
doğrudan seçilmiş temsilciler eliyle kurulan yerel yönetim iradesinin askıya
alınması sonucunu doğurur. Her ne kadar ceza yargılamasında tutuklama bir
“koruma tedbiri” olarak kabul edilse de seçilmiş bir kamu yöneticisinin
tutuklanması, yalnızca onun şahsını değil onu seçen halkın iradesini de
etkiler. Bu nedenle, tutuklama kararlarının orantılılık ve zorunluluk ilkeleri
temelinde değerlendirilmesi gerekir.
İmamoğlu hakkında verilen tutuklama
kararının, kamu hizmetini kesintiye uğratacak nitelikte olması ve seçilmiş bir
kamu görevlisini görev yapamaz hâle getirmesi, siyasi hakların dolaylı
sınırlandırılması anlamına gelmektedir. Bu durum, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin 3. Protokolü’nün 1. maddesinde düzenlenen serbest seçim hakkı ve
AİHM içtihadında geliştirilen “temsiliyetin kesintisizliği” ilkesi ile doğrudan
ilişkilidir.
Görevden Alma
Sonrası Belediye Başkanının Seçilmesi
İçişleri Bakanlığı tarafından görevden
uzaklaştırılmasının ardından Belediye Meclisi içinde yapılan seçimde yeni
başkanın CHP'li bir meclis üyesi olması, anayasal çerçevede düzenlenmiş bir
sürecin işletildiğini göstermektedir. Belediye Kanunu'nun 45. maddesi uyarınca,
belediye başkanlığı görevinin herhangi bir nedenle sona ermesi durumunda,
belediye meclisi, 10 gün içinde yeni başkanı seçer. Bu süreçte siyasi
çoğunluğun CHP’de kalması meclis iradesiyle halk iradesi arasındaki dengeyi
muhafaza etmeye katkı sağlamıştır.
Ancak bu uygulama, seçmenin doğrudan
tayin ettiği bir iradenin dolaylı temsil yoluyla ikame edilmesi anlamına
geldiğinden, halkın siyasi tercihlerinin tam anlamıyla yansımasını
sağlayamamaktadır.
Sonuç: Demokratik
Meşruluk ile Hukuksal Meşruluk Arasında Gerilim
İmamoğlu’nun yolsuzluk suçlamasıyla
tutuklanması ve İçişleri Bakanlığı tarafından görevden alınması süreci normatif
olarak yasal düzenlemelere dayansa da demokratik sistemlerin taşıyıcı
kolonlarından biri olan seçilmişlerin meşruluğuna duyulan saygı ilkesiyle
çatışma içerisindedir. Bu tür uygulamalar, özellikle seçimle iş başına gelen
yerel yöneticilerin yargı süreci kesinleşmeden görevden alınmaları nedeniyle
hukuksal araçların siyasal sonuç doğuracak şekilde kullanılması riskini
artırmaktadır.
Sonuç olarak, hukuk devleti ilkesinin
temel bileşeni olan yargı bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı, ifade ve temsil
özgürlüğü, yerel yönetimlere ilişkin yönetsel tasarruflarda da gözetilmesi
gereken ilkelerdir. Bu ilkeler gözetilmediği takdirde anayasal sistemin
işleyişi yalnızca biçimsel kuralların uygulanmasıyla değil demokratik
teamüllerin ve siyasal etik normların gözetilmesiyle de zedelenmiş olur.
GÖRSEL VE İŞİTSEL
MATERYALİ YASAKLANMASI
İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından İstanbul’daki toplu ulaşım
araçlarında yer alan fotoğraflarının ve sesli mesajlarının kaldırılması veya
yayınlanmasının yasaklanması yönünde alınan karar hem anayasal güvence
altındaki ifade ve temsil özgürlüğü, hem de idare hukuku ve yetki-sınır
ilişkisi açısından ciddi hukuksal sorunlar doğurmaktadır. Bu bağlamda, bu
yasağın yasal dayanağı olup olmadığı ve böyle bir yetkinin başsavcılığa tanınıp
tanınmadığı tartışmaya açılmalıdır.
Cumhuriyet
Başsavcılığı’nın Yetkileri ve Müdahale Sınırı
Türk hukuk sisteminde Cumhuriyet
başsavcılarının görev ve yetkileri, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) ve
2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile düzenlenmiştir. Buna göre,
başsavcılar ceza soruşturması yürütme, kamu davası açma ve yargılamaya hazırlık
işlemleri yapma görevlerine sahiptir. Ancak savcılık makamı, yürütme organına
veya kamu kurumlarına doğrudan yönetsel emir verme yetkisine sahip değildir.
Bu durumda başsavcılığın bir belediye
teşkilatına bağlı kuruluş olan toplu ulaşım hizmet sağlayıcılarına (örneğin
İETT, Metro İstanbul, Şehir Hatları AŞ gibi) görsel ve işitsel içeriklerin
kaldırılması yönünde emir veya talimat vermesi hukuksal dayanaktan yoksun
görünmektedir. Savcılık, suç unsuru barındıran içeriklerle ilgili olarak sadece
delil toplama, erişim engeli talebi ya da suç duyurusunda bulunma yoluna
gidebilir.
Toplu Taşıma
Alanlarında Kullanılan Görsellerin Hukuksal Niteliği
Belediye başkanlarının sesli veya
görsel içerikleri genellikle kamuoyunu bilgilendirme veya kamu hizmetlerine
ilişkin duyurular kapsamında kullanılmaktadır. Bu tür materyaller kamu
hizmetinin bir parçası olarak değerlendirilir. Kişisel propaganda niteliği
taşıdığı yönünde bir değerlendirme yapılması durumunda ise ancak Yüksek Seçim
Kurulu (YSK) ya da Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) gibi düzenleyici kurumlar
veya ilgili belediye meclisince ele alınabilir. Ancak bu materyallerin mahkeme
kararı olmadan kaldırılması, özellikle de yalnızca tutuklama kararına dayanarak
bu işlem yapılması, masumiyet karinesi ile de çelişmektedir. Çünkü İmamoğlu
hakkındaki yargı süreci henüz kesinleşmemiştir.
Masumiyet
Karinesi ve Kişilik Hakları
Anayasa’nın 38. maddesinde açıkça
belirtildiği üzere, "suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu
sayılamaz." İmamoğlu hakkında henüz mahkemece verilmiş kesinleşmiş bir
mahkûmiyet kararı bulunmamaktadır. Dolayısıyla, onun ismi, sesi veya
görüntüsüne yönelik uygulanan bu tür bir yasaklama masumiyet karinesinin çiğnenmesi,
ifade özgürlüğünün kısıtlanması ve seçilmiş bir kamu yöneticisinin kamusal
alandan silinmesi anlamına gelmektedir.
Yasak Kararının
Yasal Olmadığına İlişkin Değerlendirme
Bu çerçevede İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığı'nın böyle bir yasak koyma yetkisi bulunmamaktadır. Belediye veya
bağlı kuruluşlar, böyle bir yasaklamayı ancak mahkeme kararı veya idari yargı
mercilerinin kararına dayanarak gerçekleştirebilir. Bu yasağın uygulanması,
görev suistimali veya hukuka aykırı kamu gücü kullanımı niteliği taşıyabilir. Uygulamanın
iptali için idare mahkemelerinde yürütmeyi durdurma talepli dava açılması olanaklıdır.
Değerlendirme
İmamoğlu’nun sesli ve görsel
materyallerinin toplu ulaşım sistemlerinden kaldırılmasına yönelik İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığı kararı, hukuken yetkisiz bir mercinin işlemi
niteliğindedir. Herhangi bir yasal dayanağı bulunmayan bu tür bir uygulama hem
idare hukuku ilkeleri hem de anayasal güvenceler bakımından ağır bir ihlal
teşkil etmektedir.
Bu tür kararlar, yalnızca kişisel
haklara değil, aynı zamanda kamuoyunun bilgi edinme hakkına ve temsilcilerin
görünürlüğüne de müdahale anlamına gelir. Bu nedenle söz konusu yasak, yargı
yoluyla denetlenmesi gereken, kamu gücünün keyfi kullanımı örneği olarak
değerlendirilebilir.
Anayasa Mahkemesi
İçtihatları
İfade Özgürlüğü – “Barış İçin
Akademisyenler” Kararı
(AYM, B. No: 2017/36722, 26.07.2019)
AYM, ifade özgürlüğünün sadece
“toplumun hoşuna giden fikirler” için değil, rahatsızlık verici fikirlerin de
korunması gerektiğini açıkça vurgulamıştır. Kararda, kamu gücünü kullanan
makamların, eleştiri ve görünürlüğe daha geniş bir tahammül sınırı göstermesi
gerektiği belirtilmiştir. Seçilmiş bir belediye başkanının sesi ve görseli,
görevle bağlantılı kamuoyuna duyurular içeriyorsa, bunları kaldırmak ifade
özgürlüğüne doğrudan müdahale anlamına gelir.
Masumiyet
Karinesi – “İbrahim Okur” Kararı
(AYM, B. No: 2016/61402, 02.05.2019)
Tutukluluk veya açılan dava nedeniyle
hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı olmayan bireyler hakkında “suçlu”
muamelesi yapılması masumiyet karinesine aykırıdır. Yargılama devam ederken
kamu otoriteleri tarafından yapılan açıklama, işlem veya uygulamalar ön yargılı
yargılamaya yol açmamalıdır. Yalnızca tutuklama nedeniyle belediye başkanının
görüntüsünü silmek, onun suçlu olduğu yönünde kamuya mesaj vermek anlamına
gelir. Bu, masumiyet karinesinin ağır ihlalidir.
Kamu Gücünün
Sınırı – “Ahmet Şık” Kararı
(AYM, B. No: 2013/3845, 02.07.2014)
Kamu makamlarının müdahaleleri
“demokratik toplum düzeni için zorunlu ve ölçülü” olmalıdır. Müdahale sadece
kanunla yapılabilir. Keyfi ve yetkisiz müdahaleler, hukuka aykırı idari işlem
oluşturur.
Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi (AİHM) İçtihatları
Lingens v.
Austria (1986)
AİHM, siyasetçilerin kamuya açık
faaliyetlerinin, yüksek düzeyde eleştiri ve görünürlükle karşılaşması
gerektiğini vurgulamıştır. Devletin bu görünürlüğü sınırlayan her tür
müdahalesi ancak çok sıkı koşullarda meşru olabilir. İmamoğlu'nun kamuya açık
görevleriyle bağlantılı görsellerinin kaldırılması, siyasal temsilin
görünürlüğüne doğrudan müdahaledir.
Fatullayev v.
Azerbaijan (2010)
Devletin yargı süreci devam ederken
uyguladığı sansür ve baskıcı kararlar hem ifade özgürlüğüne hem de adil
yargılanma hakkına aykırıdır.
Barfod v. Denmark
(1989)
Yetkili makamların kişilere yönelik
suç ima eden davranışlarının yargı sürecinden önce yürütülmesi durumunda,
bireyin adil yargılanma hakkı ihlal edilir.
HUKUKSAL
DEĞERLENDİRME
Yukarıda özetlenen içtihatlar ışığında,
Anayasa Mahkemesi ve AİHM kamu makamlarının özellikle ifade özgürlüğü,
masumiyet karinesi ve kamu temsilcilerinin etkinliklerin karışma alanlarını
sıkı şekilde sınırlandırmaktadır. İmamoğlu hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet
olmamasına rağmen sesli ve görsel materyallerin savcılık kararıyla kaldırılması
yetki aşımı, ifade özgürlüğünün çiğnenmesi, masumiyet karinesinin çiğnenmesi ve
kamu gücünün hukuksuz kullanımı anlamına gelir. Bu işlem, idari yargıda iptali
mümkün bir işlem niteliğindedir ve hak ihlali nedeniyle AYM’ye bireysel
başvuru, sonrasında da AİHM başvurusu gündeme gelebilir.
İMAMOĞLU ÖRNEK OLAYI VE YARGI DARBESİ
TARTIŞMASI
Son
yıllarda otoriterleşen rejimlerde gözlemlenen bir olgu olarak "yargısal
darbe" (judicial coup), (Bkz: Firuz Demir Yaşamış, Yargısal Darbe) demokratik
temsili zedeleyen ve yargının siyasallaştırılmasıyla gerçekleşen yönetim
krizlerine işaret etmektedir. Bu bölüm, Türkiye'de İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun tutuklanması, görevden alınması ve kamu
görünürlüğüne getirilen yargı kökenli kısıtlamalar üzerinden bu olgunun bir
örneği olup olmadığını incelemektedir.
Kavramsal Çerçeve: Yargısal Darbe Nedir?
"Yargısal
darbe", genellikle yargı organlarının anayasal sınırlarını aşarak siyasi
iktidarla iş birliği içinde halk iradesini dolaylı olarak ortadan kaldırmasına
işaret eder. Bu tür müdahaleler, askeri darbeler gibi fiziksel bir zor
kullanımı içermez; fakat etkileri itibariyle demokratik meşruluğu ortadan
kaldıran ve siyasal alanı yeniden şekillendiren bir rol oynar. Yargısal
darbelerin temel öğeleri şunlardır:
·
Seçilmiş yöneticilere karşı yargı yoluyla meşruluk sıkışması
yaratmak,
·
Yargının tarafsızlığını kaybetmesi ve siyasal iktidar lehine tavır
alması,
·
Siyasal sonuçlar doğuracak şekilde yargı kararlarının
zamanlamasının stratejik olarak belirlenmesi,
·
Kamuoyu oluşumu ve seçim süreçlerine etkide bulunma niyetiyle
hukukun kullanılması.
Ekrem İmamoğlu Örnek Olayı
İmamoğlu,
2019 yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına iki kez üst
üste seçilerek, muhalefet açısından simgesel ve siyasal önemi büyük bir isim
haline gelmiştir. 2025 yılında, hakkında açılan ceza davası kapsamında iki
farklı suçlama ile mahkemeye çıkarılmıştır: terör örgütüne yardım ve belediye
iş ve işlemlerinde yolsuzluk. Mahkeme, terör suçlamasını reddetmiş, ancak
yolsuzluk suçlamasından tutuklama kararı vermiştir. Bu ayrım önemlidir; zira
terör suçlamasından tutuklanması durumunda, 674 sayılı KHK kapsamında yerine
kayyım atanabilecekti. Bu senaryo yerine, yolsuzluk gerekçesiyle İçişleri Bakanlığı’nca
görevden alınmış ve belediye meclisinde yapılan seçimle yerine aynı partiden
bir üyenin getirilmesi sağlanmıştır. Ayrıca, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından, İmamoğlu'nun toplu taşıma araçlarında yer alan fotoğraflarının,
sesli mesajlarının ve benzeri malzemelerin kaldırılmasına karar verilmiştir. Bu
karar, halkla ilişkiler, duyuru ve bilgilendirme gibi kamu hizmetleriyle
doğrudan ilişkili iletişim yollarının yargı yoluyla kesilmesi anlamına
gelmektedir.
Hukuksal Değerlendirme: Kamuya Ait Malzemenin
Yasaklanmasının Dayanağı
Toplu
ulaşımda kamu yöneticilerine ait fotoğrafların, duyuruların veya sesli
mesajların yer alması, görevdeki kamu görevlisinin vatandaşla iletişim
aracıdır. Görevden uzaklaştırılan bir kamu görevlisinin bu malzemelerinin
kaldırılmasına yönelik yönetsel işlemler yapması olanaklıdır; ancak bu tür bir
işlemin yargı organı tarafından önleyici nitelikte verilmesi tartışmalıdır. Ceza
Muhakemesi Kanunu, tutuklama kararının kamu görseli veya sesi üzerinden sansür
öngören herhangi bir hüküm içermez. Kaldırma kararının hangi yasa maddesine
dayandığı belirsizdir. Dahası, kamu malı olan otobüs, metro gibi alanlarda
görsel malzeme kaldırılması bir işlemdir ve bu işlemin yargı tarafından
önleyici kararla verilmesi yargının yürütme erkinin yerine geçmesi anlamı
taşıyabilir.
Siyasal Etki ve Çözümleme: Yargısal Darbe Öğesiyle
Eşleşiyor mu?
İmamoğlu
olayı, yargısal darbe öğeleriyle büyük ölçüde uyum göstermektedir:
·
Yargının siyasal güdülerle
harekete geçmesi: Terör suçlamasının reddiyle daha zayıf bir gerekçe olan
yolsuzluktan tutuklama kararı alınması;
·
Demokratik temsile müdahale:
Seçilmiş bir kamu yöneticisinin tutuklanması suretiyle görevine son verilmesi;
·
Kamu algısına yönelik yargısal
sansür: Fotoğraf ve sesli mesajların kaldırılması yoluyla kamu
hafızasının baskılanması.
Bu
aşamalar, yargı kararlarının siyaseten stratejik kullanıldığı bir dizgeyi
işaret etmektedir.
İmamoğlu’nun
görsel ve işitsel materyallerinin Başsavcılık kararıyla yasaklanması ve kolluk
güçlerine bu yolda emir verilmesi olayı, yargısal darbe yazını açısından
incelendiğinde, klasik bir modeldeki unsurların birçoğunu taşımaktadır.
Demokratik temsile yargı yoluyla müdahale edilmiş, kamu iletişim kanalları
yargı aracılığıyla sansüre uğramış ve siyasal iktidarla yargı arasındaki olası iş
birliği hukuk devletinin tarafsızlık ilkesini ciddi biçimde zedelemiştir. Bu
durum, Türkiye'deki yargının siyasallaşma eğilimini ve hukuk yoluyla siyaset
üretme uygulamalarını yeniden tartışmaya açmaktadır.
GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
Ekrem
İmamoğlu’nun tutuklanması, görevden alınması ve ardından kamuya açık
alanlardaki görsel-sesli içeriklerinin yasaklanması süreci; hukuk devleti,
yargı bağımsızlığı ve demokratik temsil ilkeleri açısından çok katmanlı bir
ihlal yapısını ortaya koymaktadır. Özellikle yargı kurumlarının siyasal sonuç
doğuracak şekilde durum alması anayasal düzenin işleyişine yönelik ciddi
yapısal sorunları görünür kılmaktadır.
Bu
olay özelinde, yargının yetki sınırlarını aşarak bir yürütme işlevi üstlenmesi
ve kamusal temsilin sistemli biçimde görünmez kılınması, “yargısal darbe”
kavramının uygulamadaki karşılığını somutlaştırmaktadır. Demokratik
sistemlerde, halk iradesinin görünüş biçimi olan seçilmiş yöneticilerin
görevlerinden uzaklaştırılması veya kamusal alandaki meşruluklarının yargı
kararlarıyla aşındırılması yalnızca bireysel insan hak ve özgürlüklerinin
çiğnenmesi değil, bir toplu temsil krizidir.
Bu
gelişmeler, Türkiye'de yalnızca yargı organlarının değil, aynı zamanda yürütme
ve idarenin de siyasal hesaplarla şekillenen yargısal işlemlerini
araçsallaştırma eğiliminde olduğunu göstermektedir. Yargı, demokrasi içinde bir
denge unsuru olması gerekirken, doğrudan bir aktör haline gelmiş ve meşru siyasal
alanın sınırlarını çizme işlevine soyunmuştur. Bu durum hukukla değil, hukuk
yoluyla siyaset üretme uygulamasıyla ilgilidir.
Sonuç
olarak, İmamoğlu örnek olayı yalnızca bireysel bir hakların çiğnenmesi ihlali
değil, Türkiye’de yargının giderek artan bir şekilde siyasal alana karışma
aracı haline geldiğini gösteren yapısal bir krize işaret etmektedir. Bu sürecin
bir yargısal darbe örneği olarak değerlendirilmesi olanaklıdır ve bu bağlamda
demokratik anayasal düzenin geleceği açısından uyarıcı bir örnek teşkil
etmektedir.
Kaynakça:
5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu
AİHM, Lingens v. Austria, App. No:
9815/82
AYM, B. No: 2016/61402, İbrahim Okur
Kararı
AYM, B. No: 2017/36722, Barış İçin Akademisyenler
Kararı
Scheppele, Kim Lane. “Autocratic
Legalism.” The University of Chicago Law Review, 2018.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (1982)
Yaşamış, Firuz Demir. (2024). Yargısal
Darbe. Siyaset Bilimi Yazıları kitabında. E_ISBN 978-625-6104-18-1
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder