Hakkımda

FİRUZ DEMİR YAŞAMIŞ Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirmiştir (1968). University of Southern California’da planlama (kentsel ve bölgesel çevre) ve kamu yönetimi yüksek lisans programlarını bitirmiştir (1976). Siyaset ve Kamu Yönetimi Doktoru (1991). Yerel Yönetimler, Kentleşme ve Çevre Politikaları bilim dalında doçent (1993). Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı’nın kuruluşu sırasında müsteşar vekili. (1978-80) UNICEF Türkiye temsilciliği. (1982-84) Dünya Bankası’nın Çukurova Kentsel Gelişme Projesi’nde kurumsal gelişme uzmanı. (1984-86) Çankaya Belediyesi’nin kurumsal gelişme projesini yürütmüştür. (1989-91) Yedinci Kalkınma Planı “Çevre Özel İhtisas Komisyonu”nun başkanlığı. DPT “Çevre Yapısal Değişim Projesi” komisyonu başkanlığı. Cumhurbaşkanlığı DDK’nun Devlet Islahat Projesi raportörü. (2000-1) Çevre Bakanlığı Müsteşarı (Şubat 1998 – Ağustos 1999). Sabancı Üniversitesi tam zamanlı öğretim üyesi. (2001-2005) Halen yarı zamanlı öğretim üyesi olarak çeşitli üniversitelerde ders vermektedir. Şimdiye kadar ders verdiği üniversiteler arasında Ankara, Orta Doğu, Hacettepe, Fatih, Yeditepe, Maltepe ve Lefke Avrupa (Kıbrıs) üniversiteleri bulunmaktadır.
Blogger tarafından desteklenmektedir.

Translate

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE
EV

Bu Blogda Ara

30 Mayıs 2025 Cuma

 

İMAMOĞLU’NUN FOTOĞRAFLARININ YASAKLANMASI

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun Tutuklanması ve Görevden Alınması: Hukuksal ve Anayasal Bir Değerlendirme

 

PROF.DR.  FİRUZ DEMİR YAŞAMIŞ

 

GİRİŞ

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu iki suçlama ile hâkim karşısında çıkarıldı: teröre yardım etmek ve belediye iş ve işlemlerinde yolsuzluk. Hâkim terör suçlamasını kabul etmedi ama yolsuzluk suçlaması nedeniyle tutuklanmasına karar verdi. Eğer terör suçlaması nedeniyle tutuklansa idi yerine kayyım atanacaktı. Yolsuzluktan tutuklandığı için İçişleri Bakanı tarafından görevinden alındı. Belediye Meclisinde yapılan seçimle yerine CHP'den bir meclis üyesi seçildi.

İmamoğlu'nun, kendisine yöneltilen iki ayrı suçlamadan biri olan "belediye iş ve işlemlerinde yolsuzluk" gerekçesiyle tutuklanması ve bu tutuklamanın ardından İçişleri Bakanlığı tarafından görevden alınması, yerel yönetimlerin özerkliği, seçilmiş yöneticilerin demokratik meşruluğu ve hukuk devleti ilkesi bakımından önemli hukuksal ve siyasal tartışmaları beraberinde getirmiştir. Bu bağlamda, söz konusu sürecin anayasal çerçevede değerlendirilmesi büyük önem arz etmektedir.

Yerel Yönetimlerin Anayasal Statüsü ve Seçilmişlerin Görevden Alınması: Hukuksal Temel

Anayasa’nın 127. maddesi, yerel yönetimlerin “mahallî müşterek ihtiyaçları karşılamak üzere, seçmenler tarafından oluşturulan kamu tüzel kişilikleri” olduğunu belirtmekte ve bu yönetimlerin özerkliğini güvence altına almaktadır. Aynı maddede, “görevleri ile ilgili bir suç sebebiyle haklarında soruşturma veya kovuşturma açılan mahallî idare organlarının veya bu organların üyelerinin İçişleri Bakanı tarafından geçici bir tedbir olarak görevden uzaklaştırılabileceği” düzenlenmiştir.

İmamoğlu’nun görevden alınması, terörle ilişkili bir suç kapsamında değil, yolsuzluk suçu nedeniyle gerçekleştiği için, Anayasa'nın yukarıda belirtilen çerçevesine dayanarak İçişleri Bakanlığı tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu yönüyle uygulama, biçimsel anlamda yasal zemine oturmakla birlikte, demokratik hukuk devleti ilkeleri bağlamında tartışmaya açıktır.

ÇÖZÜMLEME

Terör Suçlamasına İlişkin Mahkeme Kararının Etkisi

İddianamede yer alan “teröre yardım” suçlamasının mahkeme tarafından kabul edilmemiş olması, özellikle Türkiye’de son yıllarda sıklıkla uygulanan ve eleştirilen "kayyım atama" uygulamasının bu davada devreye sokulmamasına neden olmuştur. Terörle Mücadele Kanunu kapsamında bir suçtan mahkûmiyet veya tutukluluk söz konusu olsaydı, İçişleri Bakanlığı, mevzuatın verdiği geniş takdir yetkisine dayanarak İmamoğlu’nun yerine kayyım atayabilecekti. Bu bağlamda, tutuklama kararının dayandığı suçun türü, seçilmiş bir belediye başkanının görevden alınması sonrasında izlenecek yönetsel süreci belirlemiştir.

Tutuklama Kararı ve Demokratik Temsil Hakkı

Bir belediye başkanının tutuklanması, doğrudan seçilmiş temsilciler eliyle kurulan yerel yönetim iradesinin askıya alınması sonucunu doğurur. Her ne kadar ceza yargılamasında tutuklama bir “koruma tedbiri” olarak kabul edilse de seçilmiş bir kamu yöneticisinin tutuklanması, yalnızca onun şahsını değil onu seçen halkın iradesini de etkiler. Bu nedenle, tutuklama kararlarının orantılılık ve zorunluluk ilkeleri temelinde değerlendirilmesi gerekir.

İmamoğlu hakkında verilen tutuklama kararının, kamu hizmetini kesintiye uğratacak nitelikte olması ve seçilmiş bir kamu görevlisini görev yapamaz hâle getirmesi, siyasi hakların dolaylı sınırlandırılması anlamına gelmektedir. Bu durum, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. Protokolü’nün 1. maddesinde düzenlenen serbest seçim hakkı ve AİHM içtihadında geliştirilen “temsiliyetin kesintisizliği” ilkesi ile doğrudan ilişkilidir.

Görevden Alma Sonrası Belediye Başkanının Seçilmesi

İçişleri Bakanlığı tarafından görevden uzaklaştırılmasının ardından Belediye Meclisi içinde yapılan seçimde yeni başkanın CHP'li bir meclis üyesi olması, anayasal çerçevede düzenlenmiş bir sürecin işletildiğini göstermektedir. Belediye Kanunu'nun 45. maddesi uyarınca, belediye başkanlığı görevinin herhangi bir nedenle sona ermesi durumunda, belediye meclisi, 10 gün içinde yeni başkanı seçer. Bu süreçte siyasi çoğunluğun CHP’de kalması meclis iradesiyle halk iradesi arasındaki dengeyi muhafaza etmeye katkı sağlamıştır.

Ancak bu uygulama, seçmenin doğrudan tayin ettiği bir iradenin dolaylı temsil yoluyla ikame edilmesi anlamına geldiğinden, halkın siyasi tercihlerinin tam anlamıyla yansımasını sağlayamamaktadır.

Sonuç: Demokratik Meşruluk ile Hukuksal Meşruluk Arasında Gerilim

İmamoğlu’nun yolsuzluk suçlamasıyla tutuklanması ve İçişleri Bakanlığı tarafından görevden alınması süreci normatif olarak yasal düzenlemelere dayansa da demokratik sistemlerin taşıyıcı kolonlarından biri olan seçilmişlerin meşruluğuna duyulan saygı ilkesiyle çatışma içerisindedir. Bu tür uygulamalar, özellikle seçimle iş başına gelen yerel yöneticilerin yargı süreci kesinleşmeden görevden alınmaları nedeniyle hukuksal araçların siyasal sonuç doğuracak şekilde kullanılması riskini artırmaktadır.

Sonuç olarak, hukuk devleti ilkesinin temel bileşeni olan yargı bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı, ifade ve temsil özgürlüğü, yerel yönetimlere ilişkin yönetsel tasarruflarda da gözetilmesi gereken ilkelerdir. Bu ilkeler gözetilmediği takdirde anayasal sistemin işleyişi yalnızca biçimsel kuralların uygulanmasıyla değil demokratik teamüllerin ve siyasal etik normların gözetilmesiyle de zedelenmiş olur.

GÖRSEL VE İŞİTSEL MATERYALİ YASAKLANMASI

İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından İstanbul’daki toplu ulaşım araçlarında yer alan fotoğraflarının ve sesli mesajlarının kaldırılması veya yayınlanmasının yasaklanması yönünde alınan karar hem anayasal güvence altındaki ifade ve temsil özgürlüğü, hem de idare hukuku ve yetki-sınır ilişkisi açısından ciddi hukuksal sorunlar doğurmaktadır. Bu bağlamda, bu yasağın yasal dayanağı olup olmadığı ve böyle bir yetkinin başsavcılığa tanınıp tanınmadığı tartışmaya açılmalıdır.

Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Yetkileri ve Müdahale Sınırı

Türk hukuk sisteminde Cumhuriyet başsavcılarının görev ve yetkileri, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile düzenlenmiştir. Buna göre, başsavcılar ceza soruşturması yürütme, kamu davası açma ve yargılamaya hazırlık işlemleri yapma görevlerine sahiptir. Ancak savcılık makamı, yürütme organına veya kamu kurumlarına doğrudan yönetsel emir verme yetkisine sahip değildir.

Bu durumda başsavcılığın bir belediye teşkilatına bağlı kuruluş olan toplu ulaşım hizmet sağlayıcılarına (örneğin İETT, Metro İstanbul, Şehir Hatları AŞ gibi) görsel ve işitsel içeriklerin kaldırılması yönünde emir veya talimat vermesi hukuksal dayanaktan yoksun görünmektedir. Savcılık, suç unsuru barındıran içeriklerle ilgili olarak sadece delil toplama, erişim engeli talebi ya da suç duyurusunda bulunma yoluna gidebilir.

Toplu Taşıma Alanlarında Kullanılan Görsellerin Hukuksal Niteliği

Belediye başkanlarının sesli veya görsel içerikleri genellikle kamuoyunu bilgilendirme veya kamu hizmetlerine ilişkin duyurular kapsamında kullanılmaktadır. Bu tür materyaller kamu hizmetinin bir parçası olarak değerlendirilir. Kişisel propaganda niteliği taşıdığı yönünde bir değerlendirme yapılması durumunda ise ancak Yüksek Seçim Kurulu (YSK) ya da Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) gibi düzenleyici kurumlar veya ilgili belediye meclisince ele alınabilir. Ancak bu materyallerin mahkeme kararı olmadan kaldırılması, özellikle de yalnızca tutuklama kararına dayanarak bu işlem yapılması, masumiyet karinesi ile de çelişmektedir. Çünkü İmamoğlu hakkındaki yargı süreci henüz kesinleşmemiştir.

Masumiyet Karinesi ve Kişilik Hakları

Anayasa’nın 38. maddesinde açıkça belirtildiği üzere, "suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz." İmamoğlu hakkında henüz mahkemece verilmiş kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı bulunmamaktadır. Dolayısıyla, onun ismi, sesi veya görüntüsüne yönelik uygulanan bu tür bir yasaklama masumiyet karinesinin çiğnenmesi, ifade özgürlüğünün kısıtlanması ve seçilmiş bir kamu yöneticisinin kamusal alandan silinmesi anlamına gelmektedir.

Yasak Kararının Yasal Olmadığına İlişkin Değerlendirme

Bu çerçevede İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın böyle bir yasak koyma yetkisi bulunmamaktadır. Belediye veya bağlı kuruluşlar, böyle bir yasaklamayı ancak mahkeme kararı veya idari yargı mercilerinin kararına dayanarak gerçekleştirebilir. Bu yasağın uygulanması, görev suistimali veya hukuka aykırı kamu gücü kullanımı niteliği taşıyabilir. Uygulamanın iptali için idare mahkemelerinde yürütmeyi durdurma talepli dava açılması olanaklıdır.

Değerlendirme

İmamoğlu’nun sesli ve görsel materyallerinin toplu ulaşım sistemlerinden kaldırılmasına yönelik İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı kararı, hukuken yetkisiz bir mercinin işlemi niteliğindedir. Herhangi bir yasal dayanağı bulunmayan bu tür bir uygulama hem idare hukuku ilkeleri hem de anayasal güvenceler bakımından ağır bir ihlal teşkil etmektedir.

Bu tür kararlar, yalnızca kişisel haklara değil, aynı zamanda kamuoyunun bilgi edinme hakkına ve temsilcilerin görünürlüğüne de müdahale anlamına gelir. Bu nedenle söz konusu yasak, yargı yoluyla denetlenmesi gereken, kamu gücünün keyfi kullanımı örneği olarak değerlendirilebilir.

Anayasa Mahkemesi İçtihatları

İfade Özgürlüğü – “Barış İçin Akademisyenler” Kararı

(AYM, B. No: 2017/36722, 26.07.2019)

AYM, ifade özgürlüğünün sadece “toplumun hoşuna giden fikirler” için değil, rahatsızlık verici fikirlerin de korunması gerektiğini açıkça vurgulamıştır. Kararda, kamu gücünü kullanan makamların, eleştiri ve görünürlüğe daha geniş bir tahammül sınırı göstermesi gerektiği belirtilmiştir. Seçilmiş bir belediye başkanının sesi ve görseli, görevle bağlantılı kamuoyuna duyurular içeriyorsa, bunları kaldırmak ifade özgürlüğüne doğrudan müdahale anlamına gelir.

Masumiyet Karinesi – “İbrahim Okur” Kararı

(AYM, B. No: 2016/61402, 02.05.2019)

Tutukluluk veya açılan dava nedeniyle hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı olmayan bireyler hakkında “suçlu” muamelesi yapılması masumiyet karinesine aykırıdır. Yargılama devam ederken kamu otoriteleri tarafından yapılan açıklama, işlem veya uygulamalar ön yargılı yargılamaya yol açmamalıdır. Yalnızca tutuklama nedeniyle belediye başkanının görüntüsünü silmek, onun suçlu olduğu yönünde kamuya mesaj vermek anlamına gelir. Bu, masumiyet karinesinin ağır ihlalidir.

Kamu Gücünün Sınırı – “Ahmet Şık” Kararı

(AYM, B. No: 2013/3845, 02.07.2014)

Kamu makamlarının müdahaleleri “demokratik toplum düzeni için zorunlu ve ölçülü” olmalıdır. Müdahale sadece kanunla yapılabilir. Keyfi ve yetkisiz müdahaleler, hukuka aykırı idari işlem oluşturur.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) İçtihatları

Lingens v. Austria (1986)

AİHM, siyasetçilerin kamuya açık faaliyetlerinin, yüksek düzeyde eleştiri ve görünürlükle karşılaşması gerektiğini vurgulamıştır. Devletin bu görünürlüğü sınırlayan her tür müdahalesi ancak çok sıkı koşullarda meşru olabilir. İmamoğlu'nun kamuya açık görevleriyle bağlantılı görsellerinin kaldırılması, siyasal temsilin görünürlüğüne doğrudan müdahaledir.

Fatullayev v. Azerbaijan (2010)

Devletin yargı süreci devam ederken uyguladığı sansür ve baskıcı kararlar hem ifade özgürlüğüne hem de adil yargılanma hakkına aykırıdır.

Barfod v. Denmark (1989)

Yetkili makamların kişilere yönelik suç ima eden davranışlarının yargı sürecinden önce yürütülmesi durumunda, bireyin adil yargılanma hakkı ihlal edilir.

HUKUKSAL DEĞERLENDİRME

Yukarıda özetlenen içtihatlar ışığında, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kamu makamlarının özellikle ifade özgürlüğü, masumiyet karinesi ve kamu temsilcilerinin etkinliklerin karışma alanlarını sıkı şekilde sınırlandırmaktadır. İmamoğlu hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet olmamasına rağmen sesli ve görsel materyallerin savcılık kararıyla kaldırılması yetki aşımı, ifade özgürlüğünün çiğnenmesi, masumiyet karinesinin çiğnenmesi ve kamu gücünün hukuksuz kullanımı anlamına gelir. Bu işlem, idari yargıda iptali mümkün bir işlem niteliğindedir ve hak ihlali nedeniyle AYM’ye bireysel başvuru, sonrasında da AİHM başvurusu gündeme gelebilir.

İMAMOĞLU ÖRNEK OLAYI VE YARGI DARBESİ TARTIŞMASI

Son yıllarda otoriterleşen rejimlerde gözlemlenen bir olgu olarak "yargısal darbe" (judicial coup), (Bkz: Firuz Demir Yaşamış, Yargısal Darbe) demokratik temsili zedeleyen ve yargının siyasallaştırılmasıyla gerçekleşen yönetim krizlerine işaret etmektedir. Bu bölüm, Türkiye'de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun tutuklanması, görevden alınması ve kamu görünürlüğüne getirilen yargı kökenli kısıtlamalar üzerinden bu olgunun bir örneği olup olmadığını incelemektedir.

Kavramsal Çerçeve: Yargısal Darbe Nedir?

"Yargısal darbe", genellikle yargı organlarının anayasal sınırlarını aşarak siyasi iktidarla iş birliği içinde halk iradesini dolaylı olarak ortadan kaldırmasına işaret eder. Bu tür müdahaleler, askeri darbeler gibi fiziksel bir zor kullanımı içermez; fakat etkileri itibariyle demokratik meşruluğu ortadan kaldıran ve siyasal alanı yeniden şekillendiren bir rol oynar. Yargısal darbelerin temel öğeleri şunlardır:

·        Seçilmiş yöneticilere karşı yargı yoluyla meşruluk sıkışması yaratmak,

·        Yargının tarafsızlığını kaybetmesi ve siyasal iktidar lehine tavır alması,

·        Siyasal sonuçlar doğuracak şekilde yargı kararlarının zamanlamasının stratejik olarak belirlenmesi,

·        Kamuoyu oluşumu ve seçim süreçlerine etkide bulunma niyetiyle hukukun kullanılması.

Ekrem İmamoğlu Örnek Olayı

İmamoğlu, 2019 yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına iki kez üst üste seçilerek, muhalefet açısından simgesel ve siyasal önemi büyük bir isim haline gelmiştir. 2025 yılında, hakkında açılan ceza davası kapsamında iki farklı suçlama ile mahkemeye çıkarılmıştır: terör örgütüne yardım ve belediye iş ve işlemlerinde yolsuzluk. Mahkeme, terör suçlamasını reddetmiş, ancak yolsuzluk suçlamasından tutuklama kararı vermiştir. Bu ayrım önemlidir; zira terör suçlamasından tutuklanması durumunda, 674 sayılı KHK kapsamında yerine kayyım atanabilecekti. Bu senaryo yerine, yolsuzluk gerekçesiyle İçişleri Bakanlığı’nca görevden alınmış ve belediye meclisinde yapılan seçimle yerine aynı partiden bir üyenin getirilmesi sağlanmıştır. Ayrıca, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, İmamoğlu'nun toplu taşıma araçlarında yer alan fotoğraflarının, sesli mesajlarının ve benzeri malzemelerin kaldırılmasına karar verilmiştir. Bu karar, halkla ilişkiler, duyuru ve bilgilendirme gibi kamu hizmetleriyle doğrudan ilişkili iletişim yollarının yargı yoluyla kesilmesi anlamına gelmektedir.

Hukuksal Değerlendirme: Kamuya Ait Malzemenin Yasaklanmasının Dayanağı

Toplu ulaşımda kamu yöneticilerine ait fotoğrafların, duyuruların veya sesli mesajların yer alması, görevdeki kamu görevlisinin vatandaşla iletişim aracıdır. Görevden uzaklaştırılan bir kamu görevlisinin bu malzemelerinin kaldırılmasına yönelik yönetsel işlemler yapması olanaklıdır; ancak bu tür bir işlemin yargı organı tarafından önleyici nitelikte verilmesi tartışmalıdır. Ceza Muhakemesi Kanunu, tutuklama kararının kamu görseli veya sesi üzerinden sansür öngören herhangi bir hüküm içermez. Kaldırma kararının hangi yasa maddesine dayandığı belirsizdir. Dahası, kamu malı olan otobüs, metro gibi alanlarda görsel malzeme kaldırılması bir işlemdir ve bu işlemin yargı tarafından önleyici kararla verilmesi yargının yürütme erkinin yerine geçmesi anlamı taşıyabilir.

Siyasal Etki ve Çözümleme: Yargısal Darbe Öğesiyle Eşleşiyor mu?

İmamoğlu olayı, yargısal darbe öğeleriyle büyük ölçüde uyum göstermektedir:

·        Yargının siyasal güdülerle harekete geçmesi: Terör suçlamasının reddiyle daha zayıf bir gerekçe olan yolsuzluktan tutuklama kararı alınması;

·        Demokratik temsile müdahale: Seçilmiş bir kamu yöneticisinin tutuklanması suretiyle görevine son verilmesi;

·        Kamu algısına yönelik yargısal sansür: Fotoğraf ve sesli mesajların kaldırılması yoluyla kamu hafızasının baskılanması.

Bu aşamalar, yargı kararlarının siyaseten stratejik kullanıldığı bir dizgeyi işaret etmektedir.

İmamoğlu’nun görsel ve işitsel materyallerinin Başsavcılık kararıyla yasaklanması ve kolluk güçlerine bu yolda emir verilmesi olayı, yargısal darbe yazını açısından incelendiğinde, klasik bir modeldeki unsurların birçoğunu taşımaktadır. Demokratik temsile yargı yoluyla müdahale edilmiş, kamu iletişim kanalları yargı aracılığıyla sansüre uğramış ve siyasal iktidarla yargı arasındaki olası iş birliği hukuk devletinin tarafsızlık ilkesini ciddi biçimde zedelemiştir. Bu durum, Türkiye'deki yargının siyasallaşma eğilimini ve hukuk yoluyla siyaset üretme uygulamalarını yeniden tartışmaya açmaktadır.

GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ

Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması, görevden alınması ve ardından kamuya açık alanlardaki görsel-sesli içeriklerinin yasaklanması süreci; hukuk devleti, yargı bağımsızlığı ve demokratik temsil ilkeleri açısından çok katmanlı bir ihlal yapısını ortaya koymaktadır. Özellikle yargı kurumlarının siyasal sonuç doğuracak şekilde durum alması anayasal düzenin işleyişine yönelik ciddi yapısal sorunları görünür kılmaktadır.

Bu olay özelinde, yargının yetki sınırlarını aşarak bir yürütme işlevi üstlenmesi ve kamusal temsilin sistemli biçimde görünmez kılınması, “yargısal darbe” kavramının uygulamadaki karşılığını somutlaştırmaktadır. Demokratik sistemlerde, halk iradesinin görünüş biçimi olan seçilmiş yöneticilerin görevlerinden uzaklaştırılması veya kamusal alandaki meşruluklarının yargı kararlarıyla aşındırılması yalnızca bireysel insan hak ve özgürlüklerinin çiğnenmesi değil, bir toplu temsil krizidir.

Bu gelişmeler, Türkiye'de yalnızca yargı organlarının değil, aynı zamanda yürütme ve idarenin de siyasal hesaplarla şekillenen yargısal işlemlerini araçsallaştırma eğiliminde olduğunu göstermektedir. Yargı, demokrasi içinde bir denge unsuru olması gerekirken, doğrudan bir aktör haline gelmiş ve meşru siyasal alanın sınırlarını çizme işlevine soyunmuştur. Bu durum hukukla değil, hukuk yoluyla siyaset üretme uygulamasıyla ilgilidir.

Sonuç olarak, İmamoğlu örnek olayı yalnızca bireysel bir hakların çiğnenmesi ihlali değil, Türkiye’de yargının giderek artan bir şekilde siyasal alana karışma aracı haline geldiğini gösteren yapısal bir krize işaret etmektedir. Bu sürecin bir yargısal darbe örneği olarak değerlendirilmesi olanaklıdır ve bu bağlamda demokratik anayasal düzenin geleceği açısından uyarıcı bir örnek teşkil etmektedir.

 

 

 

 

Kaynakça:

5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu

AİHM, Lingens v. Austria, App. No: 9815/82

AYM, B. No: 2016/61402, İbrahim Okur Kararı

AYM, B. No: 2017/36722, Barış İçin Akademisyenler Kararı

Scheppele, Kim Lane. “Autocratic Legalism.” The University of Chicago Law Review, 2018.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (1982)

Yaşamış, Firuz Demir. (2024). Yargısal Darbe. Siyaset Bilimi Yazıları kitabında. E_ISBN    978-625-6104-18-1

Hiç yorum yok: