BELEDİYELERDE
YOLSUZLUK: NEDENLER VE YÖNTEMLER
Firuz
Demir Yaşamış [1]
1. GİRİŞ
‘‘...Ey oğul! Vezir olursan gayet hesaplı davran,
padişahın malını-mülkünü idare ederken hataya düşme ve mala fazla tamah edip
padişahı ziyana uğratma. ‘‘Hissem
çok olsun’’ deyip bazı işler yapma ki hisseden mahrum kalmayasın…
Fazlaya tamah edip de birkaç kişiye nasip olacak nesnelere tek başına göz
koyarsan hepsinden birden mahrum kalacağını sakın unutma! Dolayısıyla sakın
haaa ‘‘Her şey benim olsun’’ demeye
kalkma, zira tamamını sana vermezler. Eğer verirlerse de öyle yüksek makamların
yiyicilerinin çok olacağını; sana her şeyi yedirmeyeceklerini asla aklından
çıkartma! Eğer mutlaka yiyeceksen avuçla değil parmak ucuyla ye ki sonradan
boğazında kalmasın! Padişahın yakın çevresindekilerin hediye almalarını önlemek
için aşırı yasaklar koyarsan seni padişahtan soğuturlar. Çalı-çırpıyı ateşten
sakınmak kebabı nasıl ham bırakırsa, iki kuruş yemesine izin vermediklerin de
sana tek kuruş yedirmezler. Başkalarının yemesine müsaade etmeden sen tek
başına yemeye kalkarsan, mahrum bıraktıkların boş durmaz ve yediğin her lokmayı
kustururlar.” (Keykavus,
Kabusname) [2]
Kuran’da “rüşvet”
kelimesi geçmemekle birlikte, “Bile bile,
günaha saparak insanların mallarından bir kısmını yemek için onları
-mallarınızın bir parçasını- yetkililere aktarmayın” anlamındaki ayette açık
biçimde yasaklanmıştır. Hz. Peygamber tarafından vergi memuru olarak Hayber’e
gönderilen bir kişinin vergiyi az alması için kadınlarının ziynet eşyalarını
rüşvet vermeyi teklif eden Yahudilere, “Teklif
ettiğiniz bu rüşvet bir suhttür, biz onu yemeyiz” diyerek reddetmiştir. Yine
‘suht’ ile beslenmiş vücudun cennete giremeyeceğini ve cehennemin ona daha
uygun olduğunu bildiren Peygamber’in suhtün ne anlama geldiği sorusuna “hükümde rüşvettir” şeklinde cevap
vermesi bu yorumu desteklemektedir. (İslam Ansiklopedisi)
1717 yılında ölen Defterdar Sarı
Mehmet Paşa “Devlet Adamına Öğütler” [3] adlı kitabında yaşadığı dönemde
gözlemlediği rüşvet ve yolsuzluk olayları ile ilgili olarak şunları söylüyor: “Rüşvetle ehliyetsize ve zalimlere devlet
hizmeti vermekten çok çekinmek lazımdır… Bütün kötü adetlerin ve zulümlerin
başı ve başlangıcı ve türlü kötülük ve karışıklıkların kökü ve kaynağı;
‘felaketlerin büyüğü rüşvet’ dedikleri fesat madenidir ki İslam topluluğu için
bundan ziyade bela ve din ile devleti kökünden yıkıcı başka kötülük yoktur.
Çünkü rüşvet kişinin dinini ve devletini yıkar… Rüşvetle ehliyetsize devlet
hizmeti verilmesi büyük hatadır… Adaletli bir vezirin bir başka iyi hali olmasa
da rüşvetten perhizi yetişir ve bu büyük iyilik herkese yararlı bir dünya değer
büyük sevaptır… Zamanımızda kadılardan nicesi rüşvetin adını “Mahsûl” koyup
Allah’ın emirlerini yerine getirmeyüp Allah korusun hangi taraf rüşveti ziyade
gösterirse ona hüküm eder. İsterse alacaklıyı borçlu ve müflisi Karun çıkarır.
Allah rızası için, bu gibileri dahi büyük önemle araştırmakta güç kuvvet
harcayalar ve bunları sözü geçen yoldan atıp uzaklaştıralar… Allah korusun
kanuna göre yapılması lazım gelen işleri rüşvet ile geri bırakıp yasaya aykırı
kötü bir işi işleme kadar büyük bir günah yoktur. Ve devlet sahiplerine rüşvet
hastalığı gibi ilacı müşkil belki ilacı yok bir devasız hastalık yoktur. İyi
düşünüp bundan son derece perhiz etmek ve çekinmek lazımdır.”
Koçi Bey de 16 ncı yüzyıl Osmanlı
yönetimini esas alarak ünlü Risalesi’nde rüşvet ile ilgili olarak şunları
söylüyor: “Evvelce Beylik ve
Beylerbeyilik ve diğer padişah memurlukları memleket idaresinde iş görmüş,
emektar, doğru ve dindar kimselere verilip, karşılığında bir akçe ve bir habbe
rüşvet ve bahşiş alınmazdı. Bilhassa sancak beyleri ve beylerbeyleri yirmişer,
otuzar yıl yerlerinde kalırlardı… Vezir-i Azamlık ulu bir makamdır. Yerinin adamı olduktan sonra sebepsiz
azlolunmayıp, nice yıllar sadrazamlık makamında kalması ve işlerinde müstakil
olması gerektir… Şanı yüksek
divan kâtipleri, eli kalem tutan yazı erbabı, kanun bilir maharetli ve
etraftaki hükümdarlara mektup yazmaya muktedir kimselerdi. Defter-i hakani ve
Maliye kâtipleri bilgili, doğru, şuurlu ve sadık olanlardı. Dergâh-ı ali
çavuşları tecrübeli işbilir, etraftaki hükümdarlar yanında elçilik yapmaya
kudretli olan kimselerdi... Bu
kadar karışıklık, fitne ve fesada, reayanın ve memleketlerin harap olmasına,
hazinelerin ve malların azalmasına sebep, rüşvet şeytanı olmuştur”. [4]
Ankara Büyükşehir Belediye (BŞB)
Başkanı Mansur Yavaş katıldığı bir televizyon programında şu beyanlarda bulundu:
“Geçmiş dönem de gerçekleşen altı ihale
dosyasında 2.8 trilyon lira kayıp var. Yolsuzlukları yapanlar partilere
sığınanlardır. Ankara’nın yeni çok zenginleri belediyeden aldıkları ihalelerle
zengin olmuşlardır. Altınpark’ın maliyeti 750 milyon dolar. Hurdaya çıktı.
Yargının siyasallaşmaması gerekir. Siyasal kararlar verildiğini görüyoruz.
Danıştay İDDK’nun belediye iktisadi teşekkülleri (BİT) yönetimleri ile ilgili aldığı
karar öncesinde İDDK yeni üyelerle genişletilmesi gibi. Ankara BŞB’nin Dubai’de
oteli var. Otele belediyeden para ve kaynak aktarılıyor...” [5]
İstanbul BŞB Başkanı Ekrem
İmamoğlu da Yavaş’a benzer açıklamalarda bulundu. Belediyede geçmiş dönemde
yapılan yolsuzluklarla ilgili olarak bilgi verdi. Açıklama şöyle: “İBB’de 50 tane soruşturma dosyası var. İçişleri
Bakanlığı bu 50 dosya hakkında İBB’ye ‘Sen bunu yapamazsın, biz yapacağız’ diye
el koydu... Benim teftiş kurulum var. Geçmiş döneme dair bir soruşturma
yapıyorum. Gazete haberi üzerinden bunu ihbar kabul edip ‘Bunu ben araştırırım’
diyorsun’ dedi. İmamoğlu, en çarpıcı
örneklerden birinin Başakşehir’deki bir dosya olduğunu belirterek, “Başakşehir’deki dosya çok tatlı bir dosya.
Üzerine pudra şekeri bile dökmene gerek yok’ ifadelerini kullandı. İmamoğlu,
usulsüzlüğü şöyle anlattı: “7 Ocak 2016
günü Başakşehir’de 78 bin metrekarelik bir arsa alıyor bir özel şirket. 49
milyon liraya. Sadece bu alımı yaptıktan 4 gün sonra 11 Ocak’ta 49 milyon
liraya satın aldığı arsayı 130 milyon liraya Kiptaş’a [6]
satıyor. 4 günde 81 milyon lira. Bugünkü rakam ile 216 milyon lira. 27 milyon
dolar… Soruşturma dosyalarımızdan biri bu. Bu soruşturmayı ben açtım. İçişleri
Bakanı da geldi bu dosyalarımıza el koydu. Toplam 50 dosyadaki iddiamızın
bedeli 13 milyar Türk lirasıdır” dedi. İmamoğlu “Ortaya koyduğumuz kaybın bedeli bu. 13 milyar liralık kamu zararı
tespit ettik” dedi. Soruşturma dosyalarından örnekler vermeye devam eden
İmamoğlu, bunlardan birinin de Fatih’te Vatan Caddesi’ndeki bir lunapark
olduğunu söyledi. İmamoğlu ‘Burası da
yine bir özel şirket tarafından 25 milyona alınıyor. 25 milyona alınırken
burası yeşil alan. Daha sonra bu arsayla birileri ilgileniyor. Bu arsaya İBB
tarafından imar izni veriliyor. Sıkı bir imar hakkı veriliyor. 25 milyon liraya
satın aldığı ve imarını değiştirdiği bu araziyi bu şahıs, imarlı haliyle 430
milyon liraya İBB’ye satıyor. Yıl 2017. Tam 17 kat. İşte bunları araştırıyoruz…
İBB, 430 milyon liraya aldığı bu araziyi tekrar imar değişikliği yapıp, burayı
yeşil alana çeviriyor. Türkiye Sinai Kalkınma Bankası Gayrimenkul Değerleme
Şirketi’ne buraya değerlendirme yaptırdık. Bu arsanın değeri 10 milyon dolardır
diyor bize. O araziyi 2017’de belediye 116 milyon dolara satın aldı.
Türkiye’nin en önemli gayrimenkul şirketi buraya 10 milyon dolar diyor. Bunun
gibi 50 tane dosyadan bahsediyorum size… “ dedi.
[7]
Yukarıda belirtildiği üzere son
dönemlerde Türkiye’de rüşvet dâhil olmak üzere yolsuzluk olgusunu oluşturan her
türlü eylemde (akraba kayırıcılığı, siyasal kayırma, irtikâp, zimmet, kötü
yönetim, ihaleye fesat karıştırma, evrakta sahtecilik gibi) yaygınlaşma ve
derinleşme görülmektedir.
Uluslararası Saydamlık Örgütü’nün
son raporuna göre Türkiye toplumların yolsuzluk algılaması sıralamasında 100
üzerinden 39 puan alarak 180 ülke arasında 91 inci sırada yer almıştır. [8]
Bu olumsuz sonuca pek çok toplumsal
ve ekonomik nedenin yol açtığı kuşkusuzdur. Bunlar arasında üzerinde özellikle
durulması gereken etmen rüşvetin meşrulaştırılmasını öngören dinsel bazı
kavramların [9]
toplumun zihnine yerleştirilmeye çalışmasıdır. ‘Darulharp’ İslam dışı yani şeriat hükümlerinin uygulanmadığı ülke
demektir. Yaşar Nuri Öztürk bu kavramı şu şekilde açıklamaktadır: “Darulharp
damgası vurulmuş bir ülkede, bu damgayı vuranlara her şey mubah hale
gelmektedir. Öyle ya, ülke darulharp. Darulislam'ın temsilcileri ise onlar.
Onlara yan gözle bakanlar darulharbin yandaşı cehennemliklerdir. Bu
cehennemliklere her şey haram, karşılarındakilere helal. Zina, faiz, vergi
kaçırmak, rüşvet, ihaleye fesat karıştırmak... Herkese haram, ülkeyi darulharp
ilan edenlere helal... Kısacası, hırsızlıktan iftiracılığa, yalancılıktan
dolandırıcılığa kadar her şey, hem de ‘‘İslam'a
hizmet’’ adına mubahlaştırılır. Bu mubahlıktan yararlanmak
için ‘‘darulislam isterük’’ diye
bağıran koroya katılmanız yeterlidir”. [10]
Yolsuzluk
olgusunun meşrulaştırılması sürecine katkı yapan en önemli siyasal gelişme
17-25 Aralık 2013 olarak bilinen skandallar dizisidir. Bu dönemde çeşitli ve
çok büyük çaplı yolsuzluk iddiaları çeşitli yollarla kamuoyunun bilgisine
sunulmuşken haklarında önemli iddialar ortaya atılan üst düzey yöneticiler
hakkında herhangi bir yasal kovuşturma yapılmaması ve hatta bazılarının daha
sonraki yıllarda adeta terfi ettirtilerek ödüllendirilmeleri bu bağlamda
olumsuzlukları artıran ve yolsuzluğu meşrulaştıran bir başka gelişme olmuştur.
Benzer olaylar
geçmiş dönemlerde de gözlemlenmiştir. (Yaşamış, 2001)
Uluslararası Saydamlık Örgütü
yolsuzluğu şu şekilde tanımlamaktadır: “Sosyo-ekonomik
koşullar, politik ve kurumsal altyapı ve diğer faktörler göz önüne alındığında,
yolsuzluğun genel kabul görmüş bir tanımını yapmak zor olmakla birlikte
uluslararası kuruluşlar tarafından değişik tanımlar yapılmıştır. Yolsuzluk
uluslararası kuruluşlarda kamu görevinin özel çıkar sağlamak için kötüye
kullanılması (Dünya Bankası), kamu güç, görev ve yetkisinin rüşvet, irtikâp,
kayırmacılık, sahtekârlık ve zimmet yoluyla özel çıkar elde etmek için kötüye
kullanılması (Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı) olarak tanımlanmaktadır. Avrupa
Konseyi Yolsuzlukla Mücadele Özel Hukuk Sözleşmesi’nin 2. Maddesinde yolsuzluk
şu şekilde tanımlanmaktadır: …doğrudan
doğruya ya da dolaylı yollardan rüşvet ve yasadışı bir menfaat temin eden
kişinin yürüttüğü görevlerin veya gerekli davranışların yasalara uygun bir
şekilde yerine getirilmesinde sapmalara yol açan rüşvet veya başka her türlü
yasadışı menfaatin talep edilmesi, teklif edilmesi, verilmesi ya da kabul
edilmesi. Uluslararası Şeffaflık
Örgütü de yolsuzluğu sadece “kamu gücüyle” sınırlı olmayan herhangi bir görevin
özel çıkarlar için kötüye kullanılması olarak tanımlar.” [11] (Uluslararası Şeffaflık
Derneği, 2016)
Bu araştırmanın amacı yolsuzluk
sorununa belediyeler açısından bakmaktır. Türkiye’de irili ufaklı yaklaşık
1.400 belediye bulunmaktadır. Yaptığımız araştırma ve incelemelere göre
yolsuzluk olgusuna karışan belediyelerin sayısı oldukça fazladır. Ülke
açısından büyük bir siyasal, ekonomik ve hukuksal sorun durumuna gelen
yolsuzluk olgusunun oluşma biçimlerinin ve yöntemlerinin incelenmesi bu
araştırmanın konusunu oluşturmaktadır.
Yanıt bulmaya çalıştığımız
araştırma sorumuz ise “Belediyelerle hangi nedenlerle ve yöntemlerle yolsuzluk
yapılmaktadır?” olmuştur.
Bu soruya yeterli açıklıkla yanıt
verilebilirse sorunun çözümlenmesi için uygun önlemlerin alınmasına yardımcı
olunabileceği varsayılmaktadır.
Bu sonucun elde edilmesinin
topluma büyük bir yarar sağlayacağına inanılmaktadır.
2. BELEDİYELERDE YOLSUZLUK YAZININDAN ÖRNEKLER
Ülkemizde belediyelerde görülen
yolsuzluk olgusunun araştırılması bağlamında az sayıda akademik inceleme
bulunmaktadır. Ancak, Sayıştay
Başkanlığı TBMM Başkanlığı’na sunulan ve tarafından yayınlanan yıllık çalışma
raporlarında belediye denetimine ilişkin raporlar özetlenmektedir.
Sayıştay raporları üzerinde
yapılan bir irdelemede belediyelerde en fazla hata yapılan işlemler aşağıdaki
çizelgede gösterilmiştir. [12]
Çizelge
1 Belediye
mali işlemlerinde en çok yapılan-hatalar [13] |
||
Sıra |
Bulgu
Konusu |
Kamu
İdaresi Sayısı |
1 |
Tahsis
Edilen ve Tahsisli Kullanılan Taşınmazların Tahsise İlişkin Muhasebe
Kayıtlarının Yapılmaması/Hatalı Yapılması |
100 |
2 |
Tapu
Kayıtlarında İdare Adına Kayıtlı Olan Taşınmazların Kurum Mali Tablolarında
Yer Almaması(Fiili Envanter İşlemlerinin Tamamlanmaması) |
97 |
3 |
Taşınmazların
Cins Tashihlerinin Yapılmaması |
69 |
4 |
Faaliyet
Alacakları Hesabında Tahakkuku Olan Alacakların Tahsilatının Düşük Olması |
45 |
5 |
Mevduat
Faiz Gelirlerinden Kesilen Gelir Vergisi Stopajının 630 Giderler Hesabına
Kaydedilmemesi |
41 |
6 |
İlan ve
Reklam Vergisinin Tahakkuk ve/veya Tahsilinin Yapılmaması |
40 |
7 |
Kiraya
Verilen Gayrimenkullerin ve/veya Bunlardan Elde Edilen Gelirlerin Nazım
Hesaplarda Takip Edilmemesi |
40 |
8 |
Sosyal
Denge Ödemelerinden Yararlanan Personelden 4688 sayılı Kanun ve Toplu
Sözleşmeye Aykırı Olarak Sözleşme Aidatı Kesilmesi |
34 |
9 |
Yevmiye
Kayıtlarının Mevzuatın Öngördüğü Biçimde Yapılmaması (Boş, Mükerrer, Taksimli
Yevmiye Bulunması, Geriye Dönük Yevmiye Kaydı Yapılması vb.) |
33 |
10 |
Belediyelerde
Eğlence Vergisi Tahakkuk ve/veya Tahsilinin Yapılmaması |
25 |
Kaynak: Sayıştay 2019 Yılı Dış Denetim Genel
Değerlendirme Raporu
Araştırmacı gazeteci Murat Ağırel
Ankara’nın son 20 yılındaki belediye çalışmalarını inceleyen “Parsel Parsel”
adlı kitabında genel bir değerlendirme yaparken şunları yazdı: “Yazdıkça şaşırdım. Aynı adreslerde mantar
gibi kurulan şirketlere aktarılan, milyarlarca liraya ulaşan paraları görünce
şaşırdım. Ama şaşırdığım başka bir konu daha var. Her vesile ile ekranlarda,
kürsülerde ‘kul hakkı’, ‘vicdan’, ‘adalet’ diyen iktidar temsilcilerinin,
siyasetin ve medyanın sessizliği… Daha da şaşırtıcı olan ise yargının
ilgisizliği...” (Ağırel, 2021)
Bu araştırmada raporların
çözümlemesine girişilmeyecek olmakla birlikte raporların belediyelerdeki rüşvet
olgusunun boyutlarını göstermek bakımından çok önemli olduğuna işaret edilmekle
yetinilecektir. (Sayıştay, 2021)
Aykut Küçükkaya’nın kitabı
belediyelerde görülen rüşvet ve yolsuzluk olaylarının genel bir dökümünü ortaya
koyması bakımından dikkat çekici bir kaynaktır. Yazar kitabın bitiş bölümünde
şu saptamayı yapmaktadır. “…İçişleri
Bakanlığı 2 Mart 2009’dan 1 Nisan 2013!e kadar AKP’li belediye başkanlarıyla
ilgili tam 882 soruşturmaya izin vermedi. 29 Mart 2009 tarihinden 26 Temmuz 2013
tarihine kadar olan sürede ise yalnızca AKP’li 5 belediye başkanı görevden
uzaklaştırıldı. Aynı tarihte muhalefet partilerinden görevden uzaklaştırılan
belediye başkanı sayısı ise 24 olarak kayıtlara geçecekti...” (Küçükkaya,
2014)
Ağırel “Sarmal” adlı kitabında ise
belediyelerle vakıflar arasındaki parasal ilişkiler konusunda ilginç
saptamalarda bulunmaktadır. (Ağırel, 2020: 293)
Aynı konuda Rıza Zelyut şu
değerlendirmeyi yapmaktadır: “Yeni tip
tarikatlara aktarılan para, arsa, bina işini de AKP’li belediyeler üstlenmiş
durumdalar. Özellikle de İstanbul, Ankara, Bursa, Gaziantep gibi büyük kent
belediyeleri başta olmak üzere, AKP’li belediyelerden tarikatçı örgütlenmelere
muazzam maddi destekler sağlandı. Bu işte başı da İstanbul Büyükşehir
Belediyesi (İBB) çekti. Bu belediyenin hazırladığı, ‘STK Okul-Yurt Faaliyeti
Raporu’nda İBB’nin tarikat zihniyetli AKP vakıflarını nasıl beslediğini
gösteriyor. ‘Yurt yardımı’ adı altında AKP tarikatlarına aktarılan kaynaklardan
bir bölümü şöyle: … “ (Zelyut, 2020:
128)
Belediyelerde yaşanan yolsuzluk
olgularına konu olan alanlardan birinin kentsel rant spekülasyonu olduğu bu
araştırmanın çeşitli bölümlerinde belirtilmiştir. Zira kentsel arazi ve
arsaların tahsis amaçlarının değiştirilmesi taşınmazların kıt mal olması
nedeniyle değerlerinin artışı ya da düşmesi ile sonuçlanmaktadır. Kentsel
büyüme olgusu artıştan pay almak isteyenlerin sürece ve karar verici durumunda
olan belediyelere müdahale etmeleriyle sonuçlanmaktadır. Ertürk ve Sam “Kent
Ekonomisi” başlıklı kitaplarında şu değerlendirmeyi yapmaktadırlar: “Kentler, nüfus artışı ve göç nedeniyle
büyürken tarım topraklarını kent toprağına dönüştürerek alanda yayılmaktadır.
Bu yayılmada tarımsal topraklar, bir yandan kente yeniden katılan toprağın
değerinin bir süreç içinde artışına yol açarken, diğer yandan mevcut kent
topraklarında da konumundaki değişme nedeniyle değer artışına ol açmaktadır.
Böylece de kentlerde bir yandan kamunun eylem ve işlemleri sonucu rant
oluşurken; diğer yandan kentsel toprakların konumlarındaki oransal değişme
nedeniyle tekelci rantlar oluşmaktadır… Kent spekülasyonunun kaynağını, kentin
büyümesi ile birlikte kent toprağı değerinde (rantta) ortaya çıkan hızlı
artışlar oluşturmaktadır.” (Ertürk ve Sam, 2009: 159)
Yolsuzluk olgusu muhalefet
belediyelerinde de görülmektedir. Örneğin CHP Menemen Belediye Başkanı
yolsuzluk iddiaları üzerine İçişleri Bakanı tarafından görevinden
uzaklaştırılmıştır. Tutuklanan başkan ile ilgili olarak CHP Menemen İlçe
Başkanı bir açıklama yapmıştır. CHP İlçe Başkanı Belediye Başkanı’nın kesin ihraç talebiyle
YDK’ya sevk edildiğini ve iki gün önce de kendi isteği ile partiden istifa
ettiğini hatırlatarak, “CHP üyesi
değildir. Partimizle de bağlantısı yoktur. Yaşananlarla ilgili hukuki süreç ve
yargı süreci devam etmektedir” ifadelerini kullandı. Erdoğan yazılı
açıklamasında şunları ifadeleri kullandı: "Bu süreçte seçilen Menemen Belediye Başkanı ve Menemen
Belediyesi ile ilgili bir süredir ciddi iddialar içeren şikâyetler partimizin
yetkili kurulları tarafından incelenmiş ve 16.11.2020 tarihli MYK toplantısında
Belediye Başkanı ‘Kesin İhraç’ istemiyle ve tedbirli olarak YDK’ya sevk
edilmiştir. Ancak Belediye Başkanı kendisini savunmak, iddialara açıklık
getirmek yerine 18.11.2020 günü CHP’den ‘İSTİFA’ etmeyi tercih etmiştir. Bu
tarih itibari ile CHP üyesi değildir. Partimizle de bağlantısı yoktur.
Yaşananlarla ilgili hukuki süreç ve yargı süreci devam etmektedir.” [14]
Terkoğlu ve Pehlivan
“Cendere” adlı kitaplarında belediyenin siyasal açıdan yakın oldukları medya
kuruluşlarına aktardıkları belediye kaynaklarına değinmektedirler. “İBB el değiştirdikten sonra belediye,
birimlerine ve bağlı şirketlere yazı yazdı. 2014-2019 yılları arasındaki yazılı
ve görsel basındaki reklam giderlerini istedi. Ortaya çıkan tablo ilginçti… Sadece
beş yıllık dönemde, İstanbulluların yandaş medyayı beslemesinin reklam kısmı 57
milyon 117 bin 318 lira tutuyordu. Sadece reklam için dedik. Zira ihaleler, sponsorluklar, yer
kullandırmalar bunun dışındaydı”. (Terkoğlu ve Pehlivan, 2020: 48)
“Türkiye’de Kentsel Rant” başlıklı kitabın yazarı Menaf Turan konuya
ilişkin olarak şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Kuşkusuz, devlet mülkiyetinde olan toprakları talep eden en önemli
aktörler inşaatçılar, emlakçılar, büyük ölçekli yatırımlar gerçekleştiren,
turizm, sanayi, eğitim, sağlık yatırımcıları, gayrimenkul yatırım ortaklıkları,
bankaların ve finans kuruluşlarının içinde bulunduğu piyasadır. Piyasa bu
süreçte karar verici bir konuma gelerek devletin mülkiyetinde olan toprakların
bir yandan özel mülkiyete geçmesini, diğer yandan menkul kıymet haline
getirilerek önemli bir mali araca dönüştürülmesini sağlamaktadır. Piyasanın bu hareketi
uluslararası bir nitelik taşımaktadır. Uluslararası örgütler ve şirketler
piyasanın bu alanda etkinlik göstermesini engelleyen bütün düzenlemelerin
kaldırılması konusunda çeşitli anlaşmalar yapmakta ve kredi verme koşullarını
buna göre düzenlemektedirler… Başta yasal düzenlemeler olmak üzere, ayrıcalıklı
haklar yaratan planlar ve plan değişiklikleri, satış sözleşmeleri, ihale
süreçleri ile bu alanların devlet mülkiyetinden özel mülkiyete aktarıldığı görülmekledir…
Yerel seçimlerin hemen öncesinde kentsel rantların siyasetin finansmanında kullanılması
ile ilgili çok sayıda habere rastlanması ibretle izlenmektedir.” (Turan,
2009: 295)
Yıldırım ve Gelişen ise
belediyelerde kaynakların verimli kullanılmasıyla ilgili araştırmalarında “sonuç olarak, ihale usulü birçok avantajı
beraberinde getirse de sadece yöntemi benimseyip kullanmak yeterli
olmayacaktır. Önemli olan, istenilen sonuca ulaşmak için Kanun’un getiriliş
amacı çerçevesinde hüküm altına alınan temel ilkeler ve standartlar içerisinde
işlemlerin yapılmasıdır. Ancak bu şekilde kamu kaynaklarının etkinlik ve
verimliliği sağlanabilecektir. Kaynakların etkin ve verim kullanılmasıyla da
hizmet kalitesi ve vatandaş memnuniyeti artacaktır” demektedirler.
2009 yılında İstanbul Serbest
Muhasebeci Mali Müşavirler Odası (ISMMMO) ile İstanbul Üniversitesi’nin birlikte yaptığı
ve sadece İstanbul’u kapsayan belediye hizmetleri memnuiyet ve yolsuzluk
araştırması günümüze kadar yapılan en kapsamlı yolsuzluk araştırmalarından
birisidir. Raporun sonuç bölümünden kısa bir alıntı aşağıya çıkarılmıştır: “Kamu yönetiminde yolsuzluklar; birey
üzerinden, kurumsal yapı üzerinden ve hem birey hem de kurumsal yapı üzerinden
açıklanmaya çalışılmıştır. Birey üzerinden yorumlama yapıldığında, kamu
yönetiminde yolsuzluğun temel nedeninin kişisel açgözlülük olduğu ileri
sürülmektedir. Kişilerin karakter olarak açgözlü olması, bu kişilerin
yolsuzluğa, diğer bir ifade ile kanun dışı işleri yapmaya yatkın olmasına yol
açmaktadır. Kamu yönetiminde yaşanan yolsuzlukların temeline kurumsal yapıyı
yerleştiren görüş ise fırsat, risk ve kurumsal kültür gibi değişkenlerin
karışımı sonucunda yolsuzluğun meydana geldiğini ileri sürer. Yolsuzluk için
bir fırsat ortaya çıkmışsa ve yakalanılma riski de düşükse ve tabii kurumda da
uygun bir ahlaki ortam geliştirilememiş ise, bu noktada yolsuzlukla
karşılaşılma ihtimali çok yüksektir… Bu çalışmanın iki ana amacı yerel
yönetimlerin hizmetlerinden duyulan memnuniyet düzeyi ile yerel yönetimlerdeki
yolsuzluk algısının bireyler üzerinde nasıl oluştuğunun tespitine yöneliktir.
İstanbul’da 18 ilçede 1.153 kişi ile görüşülerek yürütülen araştırmanın
sonuçları, bireylerin yerel yönetimlerin hizmetlerinden genel olarak memnun
olmadığını göstermektedir. Bununla birlikte bireyler, yerel yönetimlerde
yolsuzluk çeşitlerinin neredeyse tümünün yaşandığını düşünmekte ve bu alandaki
yolsuzlukların giderek yaygınlaştığını ifade etmektedir. Alınan cevaplarda
yerel yönetimlerle ilgili yolsuzluk algıları, aşağıda da belirtileceği üzere
belirli birim ve organlarda yoğunlaşmaktadır. Son yıllarda İçişleri
Bakanlığı’nın değişik zamanlarda farklı gündemlerle açıkladığı beyanatlarda,
belediyelerle ilgili yolsuzluk ihbarlarının giderek arttığı ifade edilmektedir.
Yerel yönetimlerin en önemli kısmını oluşturan belediyelerde karşılaşılan
yolsuzluklar; imar, ihale, zabıta, satın alma ve tedarik, bağış ve yardım gibi
birçok alanda kendini rüşvet, zimmete geçirme, irtikap (zorla yiyicilik), rant
ve rant kollama, patronaj, adam kayırmacılık (iltimas), nepotizm (akraba
kayırmacılık), kronizm (eş, dost kayırmacılık), nüfuz istismarı (clientilism),
siyasal kayırmacılık, içeriden öğrenenlerin ticareti ve oy ticareti
(logrolling) olarak göstermektedir”. (ISMMMO, 2009)
Fjeldstad 2003 yılında yayınlanan
“Yerinden Yönetim ve Yolsuzluk: Yazının gözden geçirilmesi” (Decentralisation
and corruption: A review of the literature) adlı kitabında yerel yönetimlerde
yolsuzlukla ilgili olarak yayınlanmış yapıtları inceleyerek yerinden yönetim
kuruluşlarında yolsuzluk olasılığının yüksek olduğunu belirten görüşleri şu
şekilde özetlemektedir: “Birincisi, yerel
yetkililer ulusal yöneticilerden daha fazla takdir yetkisine sahiptir.
İkincisi, yerel bürokratlar ve politikacılar üzerinde vergi gibi konularda
yerel çıkar gruplarının baskısı daha fazladır.” (Fjeldstad, 2003)
Birleşmiş Milletler Kalkınma
Programı (UNDP) tarafından yayınlanan “Yolsuzluktan Arındırılmış Yerel
Yönetimler Kılavuzu” (Guide To Corruption-Free Local Governments) adlı kitapta
yerel yönetimlerde sıklıkla görülen yolsuzlukların önlenmesi için dürüstlük
politikası [15]
önerilmektedir. Geniş bir deneyim birikime dayanılarak hazırlanan kitapta yedi
aşamalı bir planın yerel yönetimlerde uygulama alanına konulması istenilmektedir:
1) Dürüstlük planının ve etik kuralların açıklanması, 2) Risk çözümlemesi ve
dürüstlük planının hazırlanması, 3) Yeterli ve yetkin elemanların
görevlendirilmesi, iletişim olanaklarının sağlanması, saydamlık ve işbirliği,
4) Dürüstlük planının yürürlüğe konulması, 5) Güvenli bir raporlama sisteminin
kurulması, etkili soruşturma ve disiplin süreçlerinin uygulanması, 6)
Uygulamanın izlenmesi ve iç denetimin başlatılması ve kurallara uymayanlara
gerekli işlemlerin yapılması ve 7) Sonuçların irdelenmesi, düzeltici önlemlerin
alınması ve yeni kararların uygulanmaya başlaması. (UNDP, 2018)
Uluslararası Saydamlık Örgütü
tarafından yayınlanan “Yolsuzluk ve Yerel Yönetimler” başlıklı bir çalışma
raporunda ise şu ifadeler yer almaktadır:
“Yolsuzlukla mücadele girişimleri sıklıkla ulusal düzeydeki kötüye kullanımlar
ve yasa dışı eylemler üzerinde yoğunlaşır. Ancak yerel yönetimlerin de kamu
kaynaklarının yurttaşlara tahsis edilmesinde ve kamu hizmetlerinin doğrudan
üretilmesinde önemli yetkileri vardır. Sonuçta, yurttaşlar günlük yaşam
akışında yerel yönetimlerle merkezi yönetim ile olandan daha fazla ilişki içine
girmektedirler. Halka bu kadar yakın olmak yanında yerel yöneticilerin
görevlerini yerine getirirken sahip olduğu takdir yetkisi yerel yönetimlerde
yolsuzluk olasılığını oldukça artırmaktadır.” (Uluslararası Şeffaflık
Derneği, 2016)
ABD Adalet Bakanlığı tarafından
yayınlanan “Yerel yönetimlerde yolsuzluğun önlenmesi, algılanması ve
düzeltilmesi” (Prevention, detection and correction of corruption in local
government) başlıklı kitapta rüşvetin anatomisi hakkında şu sözlere yer verilmektedir:
“Yolsuzluğun üç kontrol altına alınabilir
ve bir de kontrol atına alınamayan bileşeni vardır. Kontrol altına alınabilen
bileşenler fırsat, teşvik ve risk kavramlarıdır; kontrol altına alınamayan ise
kişisel onurdur. Birçok kamu görevlisi uzun süren görevleri sırasında
yolsuzluğa bulaşmış olmak olasılığı ile karşılaşmış, bu yapması için kendisine
pek çok teşvikler önerilmiş ve yolsuzluk yaptığında yakalanması riskinin de çok
az olduğunu görmüş ancak tüm bunlara karşın yolsuzluğa bulaşmayı onurlu bir
davranış olmadığı için reddetmiştir.” (US DOJ, 1978).
TESEV ve SELDI tarafından 2014
yılında gerçekleştirilen yolsuzluk araştırması ülke çapında veri toplayan
önemli bir araştırmadır. Raporda
belirtildiğine göre “sonuçlar geçmiş
yıllarla karşılaştırıldığında, yolsuzluğu Türkiye’nin en önemli sorunu olarak
görenlerde önemli bir artış göstermektedir. Katılımcıların % 44’ü yolsuzluğun
Türkiye’nin en acil çözülmesi gereken sorunu olduğunu düşünmektedir.
Katılımcıların % 9’u geçen sene içerisinde rüşvet verdiğini belirtmektedir ki
bu seviye AB’de yapılan anketlerde ortaya çıkan rakamın oldukça üzerindedir.
2000’li yılların başından itibaren Türkiye uluslararası kuruluşlar tarafından
birçok kez eleştirilmiş olan yolsuzlukla mücadele yasalarını ve politikalarını
bir takım çalışmalarla Avrupa standartlarına yükseltme konusunda istekliliğini
ortaya koymuştur. Türkiye’nin yolsuzlukla mücadele alanındaki en önemli
çalışması GRECO gibi uluslararası kuruluşların önerilerine dayanarak
oluşturulan ve bir yasal çerçeve işlevi gören Saydamlığın Artırılması ve
Yolsuzlukla Mücadelenin Güçlendirilmesi Stratejisi (2010 – 2014) belgesidir. Bu
Strateji Belgesi ‘şeffaflığı artırmak ve yolsuzlukla mücadeleyi güçlendirmek’
amacını benimser ve uygulanması Başbakanlık Teftiş Kurulu tarafından koordine
edilir. Stratejinin uygulamaya konulması çalışmaları iyi bir ivme kazanmış olsa
da, bu aşamada Bakanlar Komitesi kararının kamuoyuna açıklanması
beklenmektedir. AB ilerleme raporlarında da belirtildiği üzere, bu süreç
şeffaflıktan ve sivil toplumu içine alan katılımcı bir yaklaşımdan yoksun olmuştur.”
(TESEV SELDI, 2014)
TEPAV’ın 2006 yılında yayınlanan “Bir Olgu Olarak Yolsuzluk: Nedenler, Etkiler
ve Çözüm Önerileri” başlıklı raporunda yolsuzluğun nedenleri hakkında yeterli
bilgiler verilmektedir. Bu rapora göre yolsuzluğun nedenleri şunlardır: Yönetsel
nedenler, bürokratik nedenler, idari usulün eksikliği, kamusal istihdam sorunları,
saydamlıkla ilgili sorunlar, hesap verme mekanizmalarının eksikliği, kamusal denetimin
yetersizliği, adli sistemden kaynaklanan nedenler, hukuk devleti anlayışının tam
olarak gerçekleştirilememesinden kaynaklanan sorunlar, mevzuat ve uygulamadan kaynaklanan
sorunlar, cezaların yetersizliği ve infaz sistemi, hazırlık soruşturması, duruşma
hazırlığı ve duruşma, gereksiz yere bilirkişiye gidilmesi, memurların yargılanması,
fiziki nedenler ve kadro sorunları, hâkim ve savcı sayısının yetersizliği, mahkemelerin
ve Yargıtay’ın iş yükü, yardımcı personelin yetersizliği, kolluk bakımından, adliye
binalarının ve yargıda kullanılan araçların yetersizliği, ekonomik nedenler, enflasyon
artışı, Devletin ekonomideki ağırlığı, kayıt dışı ekonomi, gelir dağılımındaki
adaletsizlik, medya-ticaret ilişkisi, siyasetin finansmanı, sosyal nedenler, eğitimin
yetersizliği, yurttaşlık bilincinin yerleşmemiş olması, sivil toplum örgütlenmesinin
yetersizliği ve olumsuz toplumsal algılamalar. (TEPAV, 2006) (TBMM, 2003 )
Yolsuzluk konusunda ekonometrik
bir inceleme yapan Bayar uyguladığı regresyon çözümlemesinin sonucunu şu
şekilde özetlemektedir: “Türkiye’de
yolsuzluğun muhtemel sebeplerini ortaya oymak üzere regresyon analizleri
yapılmıştır. Analiz, ülkemizde yolsuzluğun en önemli sebeplerinin neler
olabileceği hakkında bir fikir vermektedir. Regresyon analizinin sonuçları,
beklenenin aksine Türkiye’nin ekonomik açıdan dışa açılmasıyla yolsuzluk
vakalarının arttığını göstermektedir. Diğer taraftan, yolsuzlukla devletin kamu
görevlilerinin maaş harcamaları arasında anlamlı bir ilişki bulunamamıştır.
Devletin ekonomideki ağırlığının (bütçe harcamalarının GSYH’ya oranı ile
ölçülen) Türkiye’de yolsuzluk üzerinde anlamlı bir etkisinin bulunmadığı
görülmektedir. Yüksek enflasyon beklendiği gibi toplumda rant arama
davranışlarını ve yolsuzluğu artırmaktadır. İşsizlik artışının da yolsuzluk
artışı ile paralellik gösterdiği görülmektedir”. (Bayar, 2010)
Karluk ve arkadaşları
“Türkiye’de gelir dağılımı, yoksulluk ve yolsuzluk (Income distribution,
poverty and corruption in Turkey) adlı incelemelerinde şu sonuçlara
ulaşmışlardır: “Türkiye’de yoksulluk ve
gelir dağılımına ilişkin göstergelerde iyileşmeler gözlemlenmesine rağmen
sorunlar devam etmektedir. Türkiye’de gelir dağılımındaki bozukluk yoksulların
sayısını arttırırken, yolsuzlukların da giderek çoğalmasına ortam hazırlamaktadır.
Ekonomide gelir dağılımında eşitsizlik söz konusu ve yoksulluk yaygın ise, o
toplumda yoksulların sayısı artarken, yolsuzluklar da giderek fazlalaşır…
Araştırmamızdan çıkan sonuç şudur: Gelir dağılımının bozuk olmadığı ülkelerde
daha az yolsuzluk olmaktadır. Diğer bir deyişle yolsuzluğun fazla olduğu
ülkelerde gelir dağılımı daha bozuktur. Araştırma kapsamına giren ülkeler
arasında negatif ilişkinin en güçlü olduğu ülkenin Türkiye olması dikkat
çekmektedir”. (Karluk, 2017: 17)
Umur Tosun 2003 yılında yaptığı
araştırmanın sonuçlarını aşağıdaki şekilde özetlemektedir: “Yolsuzluğu belirlediği düşünülen faktörler kanun hâkimiyeti,
bürokratik kalite, genel devlet harcamalarının gayrisafi yurtiçi hâsıla
içindeki payı, kentsel nüfus artış hızı, ekonomik büyüme oranı, ücret ve
maaşların toplam kamu harcamaları içindeki payı ve enflâsyon oranı olarak
seçilmiştir. Yolsuzluk düzeyi ile adı geçen değişkenler arasındaki ilişkinin
tespit edilebilmesi amacıyla ‘Rassal Etkiler Sıralı Probit Modeli’
kullanılmıştır. Sonuç olarak söz konusu faktörlerden, kanun hâkimiyeti,
bürokratik kalite, genel devlet harcamalarının gayrisafi yurtiçi hâsıla
içindeki payı ve kentsel nüfus artış hızının yolsuzluk düzeyini belirlemede
istatistiksel anlamlılığa sahip olduğu ortaya çıkarılmıştır. Kanun hâkimiyeti,
bürokratik kalite ve kamu harcamaları artarken, yolsuzluk düzeyinin azaldığı
bununla birlikte kentsel nüfus artış hızı artarken, yolsuzluğun arttığı
sonucuna ulaşılmıştır”. (Tosun, 2003)
3. YOLSUZLUK NEDENLERİ VE YÖNTEMLERİ
3.1 Yolsuzluk Olgusuna Derinlik ve Yaygınlık Kazandıran Temel
Etmenler
Belediyelerde
yolsuzlukların dayanılmaz boyutlara gelmesinde ana etmen ülkede hukuk devleti
ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin geçerliliğini yitirmesidir. Bu nedenle
belediyelerde siyasal sadakat, akraba kayırıcılığı, iltimas, zimmet, irtikâp,
rüşvet yasaya aykırı emri verme gibi alışkanlıkların doğal birer olgu olarak
kabul edilmesi, bu alışkanlıklara karşı çıkanların etkisiz konuma getirilmeleri
ve işlerine son verilmesi endişesi yolsuzlukların yaygınlık ve derinlik
kazanmasıyla sonuçlanmaktadır.
Son 20 yılda kamu
yönetimi düzeltimi adı altında yapılan yasal düzenlemelerin yanlış ve isabetsiz
olduğu anlaşılmıştır. [16] Kamu yönetimi bir bütün
olarak bu düzenlemeler sonucunda temel ilkelerini, hedeflerini ve felsefesini
kaybetmiştir. Kamu yönetiminde tam bir karmaşa egemen olmuştur. Son yerel
seçimlerden sonra BŞB’lerde farklı siyasal partilerin seçimleri kazanması ve buna
karşılık CBS’de hâkim partinin bir başka siyasal parti olması bürokratik
karmaşayı içinden çıkılamayacak boyutlara taşımıştır. Bu koşularda
belediyelerden başarı beklemek olanaksızdır.
Bu etmenlerin başında
siyasal nitelikli olanlar gelmektedir. Bu bağlamda özellikle iki çok önemli
nedenin altını çizmek gerekir: ülkenin sermaye yapısını yeniden düzenleyerek
siyasal sadakat esasına dayalı yandaş ve güçlü bir sermaye grubu oluşturmak ve
alt gelir gruplarında yer alan seçmenleri bir şekilde belediyelerin sosyal
yardım programlarına bağımlı konuma getirerek siyasal desteklerini almak.
Bir başka temel etmen de
ülkede yolsuzluğun kamu vicdanında kabullenilmesi anlamını içeren bir
kamuoyunun oluşmuş olmasıdır. Kamu yönetiminde yolsuzluk olguları olağanüstü
ölçüde yaygınlaşmış, uluslararası skandallar yaratmış, en yüksek yöneticilere
kadar ulaşmış, yolsuzluğa konu olan para ve maddi değerler inanılmaz boyutlara ulaşmış
iken toplum tam bir tepkisizlik ve umarsızlık içindedir. Bu bağnazlık ve
ilgisizlik kanımca yolsuzluk gibi ülkenin kaderinde ve geleceğinde yaşamsal
öneme sahip olan bir olgunun ortaya çıkması ve yaygınlaşması ile
sonuçlanmaktadır. Bir anlamda yüz elli yıla yakın bir süre önce ABD’de görülen
ve yıkıcı etkiler yaratan “ganimet sistemi” (spoils
system) ülkemizde gerçekleşmiş bulunmaktadır. Toplumun yolsuzluklar konusundaki
tepkisizliği ve bilgisi olanların susmayı ve olayı görmezden gelmeyi tercih
etmeleri yolsuzlukları teşvik edici rol oynamaktadır.
Yine son 20 yılda yapılan
düzeltim amaçlı kurumsal değişikliklerle denetim işlevinin devre dışı
bırakılması, etkisizleştirilmesi ve önemli denetim kurul ve kurumlarının
kaldırılması [17]
ve var olanların etkisizleştirilmesi soruşturma ve kovuşturmaların
etkisizleşmesine ve yozlaşmasına yol açmıştır.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet
Sistemi’ne (CHS) geçildikten sonra Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü’nün
İçişleri Bakanlığı’ndan alınarak Yerel Yönetimler Genel Müdürlüğü adı altında
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bağlanması ve buna karşılık yerel yönetimlerde
denetim yapan mülkiye müfettişlerinin ve mahalli idare kontrolörlerinin
İçişleri Bakanlığı’nda kalması denetim işlevinin tam anlamıyla aksamasında ana
etmen olmuştur. CHS’ne geçildikten sonra İçişleri Bakanlığı’nın
uğramış olduğu kurumsal erozyon nedeniyle “mahalli idareler kontrolörleri”
yerel yönetimlerin denetimi sürecinden adeta dışlanmışlardır. Bu durum önemli
bir uzman grubun hizmetlerinden yararlanılamamasına ve denetimin yetersiz
kalmasına yol açmaktadır.
Bu bağlamda yerel
yönetimlerin denetiminden sorumlu olan bakanlık ve kurumların iktidar ve
muhalefet partisine mensup belediyeler arasında siyasal ayırım yapması ve
iktidar partilerinin belediyeleri hakkında koruyucu bir tavır alırken muhalefet
partilerine bağlı belediyeler üzerinde daha katı bir tutum izlemeleri
yolsuzlukları özendiren bir başka yaklaşım olarak ortaya çıkmaktadır.
İçişleri Bakanlığı mülkiye
müfettişlerinin görevlendirildikleri soruşturmaları titizlikle yürüttükleri ve
hazırladıkları raporları gerek kendilerini görevlendiren makamlara ve gerekse
savcılıklara verdikleri bilinmektedir. Ancak sanıklar Devlet memuru
olduklarından İçişleri Bakanı’nın kovuşturma izni vermesi yargılamanın
başlaması için hukuksal bir zorunluluktur. İçişleri bakanlarının bu yetkiyi
adil olarak kullandıklarını söylemek zordur. Parti mensubu olan yolsuzluk
sanıklarına kovuşturma izni verirken cimri davranmakta ancak muhalif
belediyelere karşı cömert davranmaktadırlar.
Belediyelerin denetiminden
sorumlu olan İçişleri Bakanlığı’nın belediye iş ve işlemlerini sadece yasal
uygunluk açısından incelemesi, yerindelik denetimi yapmaması ve belediye
başkanın uygulamalarını denetim dışı bir olgu olarak görmeleri ve kabul
etmeleri sonucunda İçişleri Bakanlığı’nın etkili bir denetim yapmaması
belediyelerde keyfiliği artıran ana etmenlerden bir başkasıdır.
Mevcut uygulama alışkanlıklarına
göre mülkiye müfettişleri belediyelerin iş ve işlemlerini hukuksal uygunluk
açısından denetlemekte ve başkanların siyasal tercihleri üzerine yapılan
işlemlerde paranın değer karşılığının alınıp alınmadığına ilişkin
incelemelerden uzak durmaktadırlar. Bu uygulama türü genelde muhasebe
kayıtlarının ve makbuzların denetimiyle sonuçlanmaktadır. Olağan denetimlerde
yerindelik denetimi yapılmamaktadır. [18] Daha da fazlası
belediyelerin olağan denetiminde belediyenin stratejik planı ve hedefleri ile
bütçe performansı da incelenmemektedir.
BİT’lerin ve BV’lerin denetimi
ise yasa uyarınca Ticaret Bakanlığı’na ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne aittir.
Bu kuruluşların BİT’lere ve BV’lere karşı etkili bir denetim, soruşturma ve
kovuşturma yürütmedikleri bilinen bir gerçektir. İçişleri Bakanlığı’nın etkili yaklaşımına
karşılık BİT’ler konusunda asıl yetkili olan Ticaret Bakanlığı’nın ve BV’ler
konusunda yetkili olan Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün örgütsel eksiklikleri
vardır; teftiş personeli sayıları yetersizdir ve konu üzerinde bugüne kadar
etkili ve verimli denetim süreçleri ve teknikleri geliştirememişledir. Bu kurumların
BİT’lerin ve BV’lerin denetimi sorununa ve olgusuna yabancılık duymaları ve
ilgisiz kalmaları nedenleriyle etkili denetim yapamamaları BİT’leri ve BV’leri denetimsiz
bırakmakta ve yasa dışılığı ve keyfi yönetimi egemen kılmaktadır.
BŞB sistemi uygulanan
yerlerde köy yönetimlerinin kaldırılması, “kırsal mahalle” adı altında yapay
bir kurum oluşturulması ve eski köy tüzel kişiliğine ait mera ve ortak mal gibi
taşınmaz mallarının büyük şehir belediyesine ait olduğunun kabul edilmesiyle çok
önemli bir rant kaynağı oluşturulmuştur. Belediyeler ellerine geçen ve araziden
arsa konumuna geçen bu taşınmazları yaratılan kentsel rant nedeniyle ticari bir
meta olarak görmektedirler. Ticari değer kazanan bu eski köy varlıkları BİT’lere
ve belediye vakıflarına (BV) devredilerek siyasal yandaşlara, bürokratlara ve
yargı mensuplarına konut edinmeleri ve artan ranttan yararlanmaları için
(genellikle yapı kooperatifleri aracılığıyla) devredilmektedir. Elde edilen
rantın bir bölümü de buna olanak ve zemin sağlayan kamu görevlilerine
bırakılmaktadır.
Yargının içinde bulunduğu
olumsuz koşullar ve özellikle yargı bağımsızlığı ilkesinin içeriğinde meydana
gelen eksilmeler adli kovuşturmanın ve yargılamanın isabetsiz ve etkisiz
kararlarla sonuçlanmasına yol açmaktadır. Yolsuzluklarla ilgili özel ihtisas
mahkemelerinin kurulmamış olması denetimin etkisiz olmasının önemli bir nedeni
olarak ortaya çıkmaktadır
Merkezi yönetim
tarafından partili yerel yönetimlere verilen keyfi emirler doğrultusunda (yurt binası yaptırma ve vakıflara devir etme
gibi) yerel kaynakların genel amaçlar için kullanılması belediyeleri yolsuzluğa
zorlayan bir başka etmendir. Yavaş ve İmamoğlu’nun yukarıda atıfta bulunulan açıklamaları
bu bağlamda okunmalıdır.
“Kamu Mali Yönetimi ve
Kontrol” Yasası ile belediyelerin “hesap denetimi” görevi Sayıştay tarafından
üstlenilmiştir. Bu değişiklik mülkiye müfettişlerinin belediyeler üzerindeki
denetim gücünü ve etkisini zayıflatmıştır. Sayıştay bu denetimi yapmakta ve
sonuçlarını yayınlamaktadır. Ancak bu denetimin yolsuzlukları önleyici
nitelikte olduğunu ileri sürmek oldukça zordur.
Türk Ceza Kanunu’nda
yapılan değişiklik ile “Görevi Kötüye Kullanma” suçuna en fazla 6 aya kadar
hapis cezası verilebilmesi bu yaptırımın etkisizleşmesine yol açmıştır. Bu
değişikliğin amacının yolsuzluktan ceza alan başkanların yeniden seçime
girebilmelerini yolunu açmak olduğu bilinmektedir.
Belediye başkanlarının soruşturulması
süreci içinde iddialarla ilgili ilk inceleme yapma görevinin mülkiye
müfettişlerinden alınarak il valisine verilmesi de sürecin sağlıklı ve etkili
şekilde yürütülmesini engellemektedir. Yolsuzluk iddialarında “ilk inceleme
yapma” görevi müfettişlerden alınmamış ancak İçişleri Bakanlığı’nda bu işlevin
il valilerine bırakılması yolunda bir uygulama alışkanlığı geliştirilmiştir.
İlk incelemenin İl Valiliği’ne bırakılması yolundaki bu uygulama artık ana ilke
olarak kabul edilmektedir. Bu durum soruşturmanın selameti bakımından
sakıncalar yaratmaktadır. İl valiliğinde yapılan inceleme sürecinin uzaması ve vali
üzerindeki yerel baskılar nedeniyle soruşturmanın etkililiği azalmaktadır. Belediye başkanları hakkındaki soruşturmaların mülkiye müfettişleri
dışındaki kimselerce yürütülmesi soruşturmaların yeterli araştırma yapılmadan
kapatılması ile sonuçlanmaktadır. Suç ve suçlu takipsiz kalmaktadır.
5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu’nun 257 nci maddesinde 8.12.2010 tarihinde yapılan değişiklikle [19] görevi kötüye kullanma
suçuna öngörülen hapis cezası bir yıldan üç yıla kadar iken altı aydan iki yıla
kadar şeklinde değiştirilmiştir. Yani süre azaltılmıştır. Bazı durumlarda şikâyet dosyası
Danıştay’a kadar gitmekte ve burada alınan kararla dosya yeniden mülkiye
müfettişine gelmektedir. Bu uzun zaman alan yargısal süreç nedeniyle yaptırımın
caydırıcı etkisi azalmaktadır. Ayrıca TCK’da yapılan bazı değişiklikler de [20]
bir anlamda suça teşvik gibi algılanmaktadır.
Küçük yerleşim yerlerinde yerel
yöneticiler üzerinde yoğunlaşan aşiret kaynaklı baskılar yolsuzlukların üzerine
gidilmesini engelleyici rol oynamaktadır. Aşiret gibi toplumsal grupların sahip
oldukları oy potansiyeli siyasal parti yöneticilerini çekingen davranmaya
itmektedir.
Özellikle BŞB
başkanlarının görevi kötüye kullanmaları durumunda yargılama yetkisinin
Yargıtay’dan alınarak yerel mahkemelere verilmesi suçun kovuşturulmasında
önemli bir engel olmuştur.
Belediyelerde yolsuzluk
olayına iştirak edenlere karşı “kişi borcu” çıkarılması durumunda paranın
tahsil edilmesi için inisiyatifin belediye meclisine ve belediye başkanına
bırakılması kişi borçlarının tahsil edilememesi ile sonuçlanmaktadır. Denetim
sonucunda var olduğu anlaşılan kamu zararlarının kişi borcuna dönüştürülerek
hem belediye başkanlarından ve hem de zarara yol açan memurlardan tahsilinde
zorluklar yaşanmaktadır.
Belediye başkanlarının
görev süresinin uzaması durumunda başkanlarla aynı bölgede görev yapan adli ve
mülki makamlar arasında kurulan kişisel ilişkilerin ve toplumsal ilişki ve
yakınlıkların soruşturma ve kovuşturmalarda yarattığı psikolojik baskılar
etkili soruşturma ve kovuşturma yapılmasını olanaksız kılmaktadır.
Denetim sürecinde soruşturulan personelin
mevzuat konusunda eğitim görmesi önem taşımaktadır. Halen uygulanan biçimiyle
teftiş sırasında denetimi yapılan memur ve sorumlulara yeterli eğitim
verilmemektedir. Bu nedenle kamu kaynaklarının israfının önlenmesinde yeterli
önlemler alınamamaktadır.
Sayıştay başta olmak üzere yolsuzlukların
üzerine cesaretle gitme kararlılığını gösteren yetkililer gelen yakınma ve
korunma istekleri nedenleriyle görevlerinden alınarak etkisizleştirilmektedir.
Bu yaklaşım yolsuzlukla mücadelenin zayıflamasına yol açmaktadır.
Olağanüstü hal (OHAL) kararnameleri
ve bazı normal kanun hükmünde kararnameler keyfi olarak yanlış uygulanmakta ve
yolsuzluklara zemin hazırlanmaktadır. Belediyelere atanan kayyumlar da dâhil
olmak üzere OHAL kapsamına giren belediyelerin başkanları bu yasal
düzenlemelere dayanarak ihaleleri pazarlık yöntemiyle işaret edilen firmalara
vermekte ve siyasal yandaşlara kaynak aktarmaktadırlar. Belediye kayyumları da
rant ilişkileri içine girebilmektedirler. Yolsuzluk, iltimas, ihaleye fesat
karıştırma, rant oluşturma gibi yakınmalar sonucunda kimi kayyumlar görevden
alınmış, görev yerleri değiştirilmiş ancak bu kişiler hakkında kimi zaman
soruşturma açılmamıştır. Kayyumların belediyeye ait gayrimenkulleri rant olarak
siyasal sempatizanlara aktardığı ve belediyelerin usulsüz şekilde
borçlandırıldığı iddia edilen konular arasındadır. Kayyumların il dışından
davet usulü ile bazı firmalara kaynak aktardıkları kamuoyunca sıkça
tartışılmaktadır. Bu bağlamda belediyelerde yolsuzluklar ve usulsüzlükler
kayyumlar döneminde de devam etmektedir.
3.2
İhale Sürecinden ve Kamu İhale Kanunu’ndan Kaynaklanan Etmenler
Belediye ihalelerinin
belediyeyi kontrol eden parti yanlısı şirketlere verilmesi sıklıkla görülen
yolsuzluk yöntemlerinden biridir. Yolsuzluk yöntemlerinden biri de
belediyelerin BİT’ler ve BV’ler kurarak her türlü belediye iş, hizmet ve yatırımlarını
ihale yoluyla olarak bu kuruluşlara vermeleridir. Oldukça yaygın olan bu
uygulama ile belediye ihaleleri BİT ve BV’lere düşük indirimlerle ve tercih
edilerek verilmekte ve daha sonra bu kurumların aldıkları ihaleleri istedikleri
kişi ve kurumlara taşeron olarak aktarmaları belediye kaynaklarının israfı ile
sonuçlanmaktadır.
BİT’ler Kamu İhale
Yasası’nın kapsamı dışındadır. Bu olgu BİT’leri ihalelerde denetimsiz
bırakmakta ve keyfi uygulama kapısını sonuna kadar açmaktadır.
İhalelerde yaklaşık
maliyetin kasıtlı olarak yüksek tutulması ve projelerin BİT ve BV’lere ihale
edilmesi sıklıkla karşılaşılan bir uygulamadır. Yapılacak işin kalemlerinde yer
alan mal ve pozisyonlar bilinçli olarak yüksek tutulmaktadır. Bazı durumlarda
belediye tarafından hazırlanması ve gizli tutulması gereken yaklaşık maliyetin
işi alan şirket tarafından hazırlanmış olduğu görülmektedir.
Adrese teslim ihaleler
yapılmaktadır. Yarışmacı bir ihaleyi önlemek ve kayırılan şirketlere yardımcı
olmak için sadece istenilen şirketin sahip olduğu nitelikler temel ölçüt olarak
belirtilmektedir. Böylelikle diğer şirketler yarışma dışı bırakılmaktadır. Kiraya
verilen taşınmazların ihale şartnamesine özel şartlar eklenerek rekabeti
engelleyici bir şekilde ihaleler istenen kişilere verilmektedir.
BİT ve BV’lere verilen ihalelerde
sık sık haksız, hukuksuz ve yersiz olarak bedel artırımı yapılarak kayırılan
kişi, şirket ve kurumlara hak edilenden daha fazla ödeme yapılması kamu
kaynaklarının israfı ile sonuçlanmaktadır.
Kanun koyucu kamu yönetimlerinin mal
ve hizmet alırken esas olarak “açık ihale usulü” ile “belli istekliler arasında
ihale usulünün” kullanılması gerektiğini ve “pazarlık” ve “doğrudan temin”
yöntemlerinin belli şartlar altında ve istisnai hallerde kullanılacağını hüküm
altına almıştır. Bu açık hükme karşın belediyelerde pazarlık usulü ile
gerçekleştirilen ihalelerin birçoğunda bu temel ilkelere uyulmadığı
görülmektedir.
Kamu İhale Kanunu’nun pazarlık
yöntemiyle yapılabilecek ihaleleri belirleyen 51/g maddesi arsa ve arazi
yolsuzluklarında kolaylaştırıcı bir işlev görmektedir. [21]
Belediyeler çeşitli
yollarla elde ettikleri arazileri istedikleri vakıf, cemaat ve derneklere
bedelsiz ya da düşük bedelle devrederek bu tür vakıf, dernek ve cemaatlere finansal
kaynak yaratmaktadır.
İhale komisyonlarında sürekli olarak
ayni üyelerin bulunması ve belediye meclisinden ihale komisyonlarına üye
alınmaması ihale komisyonu üyelerinin bir suç örgütü oluşturmalarını ve suça
ortak olmalarını kolaylaştırmaktadır.
Belediyelere ait bazı tesislerin
ihale dahi yapılmadan özel kişilere devredildiği anlaşılmıştır.
5216 sayılı
Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun "Şirketler Kurulması" başlıklı
26 ncı maddesinde şöyle denilmektedir: [22]
“Büyükşehir Belediyesi kendisine verilen
görev ve hizmet alanlarında, ilgili mevzuatta belirtilen usullere göre sermaye
şirketleri kurulabilir. Genel sekreter ile belediye ve bağlı kuruluşlarında
yöneticilik sıfatını haiz personel bu şirketlerin yönetim ve denetim
kurullarında görev alabilirler. Büyükşehir Belediyesi, mülkiyeti veya
tasarrufundaki hafriyat sahalarını, toplu taşım hizmetlerini, sosyal tesisleri,
büfe, otopark ve çay bahçelerini işletebilir; ya da bu yerlerin belediye veya
bağlı kuruluşların % 50'sinden fazlasına ortak olduğu şirketler ile bu
şirketlerin % 50'sinden fazlasına ortak olduğu şirketlere, 2886 Sayılı Devlet
İhale Kanunu hükümlerine tabi olmaksızın Belediye Meclisince belirlenecek süre
ve bedelle devredebilir. Ancak, bu yerlerin belediye şirketlerince üçüncü
kişilere devri 2886 Sayılı Kanun hükümlerine tabidir.”
Bu yerlerin belediye şirketlerince
üçüncü kişilere devri gelir getirici işlem olduğu için 2886 sayılı Kanun
hükümlerine göre ihale olacaktır. Bu ihaleler de açıklık ve rekabet ilkeleri
ihlal edilerek kamu zararına yol açabilmektedir.
4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun "Temel
İlkeler" başlıklı 5 inci maddesinde;
"İdareler, bu kanuna göre yapılacak ihalelerde; sağlamlığı, rekabeti, eşit
muameleyi, güvenirliği, gizliliği, kamuya denetimi, ihtiyaçların uygun
şartlarla ve zamanında karşılanmasını ve kaynakların verimli kullanılmasını
sağlamakla sorumludur. Eşik değerlerin altında kalmak amacıyla mal veya hizmet
alımları ile yapım işleri kısımlara bölünemez. Bu kanuna göre yapılacak
ihalelerde ‘açık ihale usulü ve belli istekliler arasındaki ihale usulü’ temel
unsurdur. Ödeneği bulunmayan hiçbir iş için ihaleye çıkılamaz” hükümleri
yer almasına rağmen eşik değerlerin altında kalmak amacıyla mal veya hizmet
alımları ile yapım işleri kısımlara bölünebilmektedir.
Söz konusu yasaya göre yapılacak
ihalelerde "açık ihale usulü ve belli istekliler arasında ihale
usulü" temel usuller olduğu halde usulsüz ve doğru olmayan gerekçelerle "pazarlık
usulü" tercih edilmektedir. Ödeneği bulunmayan işler için ihaleye çıkılabilmektedir.
Bu ve benzeri yollarla belediyeler, ihalelerde saydamlığı, rekabeti, eşit
muameleyi, güvenilirliği, ihtiyaçların uygun şartlarla ve
zamanında karşılanmasını ve kaynakların verimli kullanılmasını sağlamakla sorumlu
olmalarına rağmen bu ilkeleri ihlal edebilmektedirler.
Bu yasanın "yaklaşık
maliyet" başlıklı 9 uncu maddesinde yer alan “Mal veya hizmet alımları ile yapım işlerinin ihale yapılmadan önce, idare
her türlü fiyat araştırması yapılarak, katma değer vergisi hariç olmak üzere
yaklaşık maliyet belirlenir ve dayanakları ile birlikte bir hesap
cetvelinde gösterilir” şeklinde bir
hüküm yer almaktadır. Buna karşın yaklaşık maliyet belirlenirken usulsüzlükler
yapılmakta ve belediyenin zararına olacak şekilde yüksek tutarlar tespit
edilebilmektedir.
Yasanın "şartnameler"
başlıklı 12 nci maddesinde; "Mal ve
hizmet alımlarında teknik şartnamelerde belirlenecek, teknik ölçütler
verimliliği ve fonksiyonelliği sağlamaya yönelik olacak, rekabeti engelleyici
hususlar içermeyecek ve bütün istekliler için fırsat eşitliği
sağlanacaktır” hükmüne rağmen "teknik şartnamede” rekabeti önleyici,
katılımı sınırlayıcı şartlara yer verilebilmektedir.
Hak edişlerin hesaplanmasında
usulsüzlükler yapılarak fazla ödemeye ve kamu zararına yol açılabilmektedir.
Geçici ve kesin kabul
işlemlerinde usulsüzlükler yapılarak, eksikliklere göz yumularak ya da
düşük miktarda kusur ve eksiklik kesintileri yapılarak kamu zararına neden
olunabilmektedir.
Ülkemizde pek çok belediyede
temizlik işleri özelleştirilmiştir. Ortaya çıkan bu yeni gelişme çok önemli bir
yolsuzluk alanını da beraberinde getirmiştir. Hizmetin kapsamının net ve kesin
olmaması doğru ve sağlıklı yaklaşık maliyetin hesaplanamaması ile
sonuçlanmaktadır. Bunun sonucunda temizlik işleri güvenilir olmayan yaklaşık
maliyet ve teknik şartnamelerle ihale edilmektedir. Belediyeler arasında birim
temizlik işleri maliyeti bağlamında çok büyük farklılaşmalar görülmektedir.
Temizlik işlerini ihale sürecinin denetim altına alınması önemli bir yolsuzluk
kapısını kapatmış olacaktır.
3.3 Kentsel
Planlama Sürecine ve Kentsel Ranta İlişkin Etmenler
775 sayılı Gecekondu
Kanunu uyarınca vakıflara ve kooperatiflere ihalesiz olarak arsa tahsisi
yapılabilmektedir. Bu olanak da yolsuzlukların gelişmesi için uygun bir ortam
yaratmaktadır. Gecekondu Kanunu uyarınca yapılan harcamalar, iş ve
işlemler keyfiliğe ve denetimsizliğe yol açabilecek durumdadır.
Ayrıca, belediyeler tarafından
yürütülen “Gecekondu Önleme Bölgesi” çalışmaları ile Toplu Konut İdaresi
tarafından yürütülen “Kentsel Dönüşüm”
çalışmaları arasında çelişkiler vardır. Bu karmaşa görev yinelemelerine yol
açtığı gibi yolsuzlukları artırıcı bir işlevi de yerine getirmektedir.
Gecekondu Kanunu gereğince oluşturulan fon gelirleri
amacı dışında kullanılmaktadır. Gelirlerin takip ve tahsilinde sorunlar yaşanmaktadır.
3194 sayılı İmar Kanunu
uyarınca hazırlanan imar yönetmeliklerinde düzenlenen yoğunluk ve kat sayısı gibi
kuralların çeşitli gizli ve yasadışı pazarlıklarla değiştirilerek ve taşınmaz
mal sahibine rant sağlanması ve sağlanan rantın ilgililer arasında paylaşılması
yolsuzluklarda ortaya çıkan ana yöntemlerden biridir.
Buna benzer şekilde
kentsel arazinin nitelik değişikliği yoluyla yeşil alandan ticari ya da konut
alanına çevrilmesi de ciddi değer artışları sağlamakta ve artan kentsel değer
ilgililer arasında paylaşılmaktadır. Bu yöntem tersine işletilerek istenmeyen
bazı kişilerin cezalandırılması ve zarara uğratılması amacıyla da
kullanılabilmektedir.
BŞB’nin taşınmaz tahsis işlemlerinde
mevzuat hükümlerine aykırı bir biçimde kamu kurum ve kuruluşlarına protokol
yapılmadan taşınmaz devri yaptığı görülmektedir.
Yasalarımıza göre, taşınmaz mal
tahsis edilirken tahsis süresinin 25 yılı geçmemesi gerekmektedir. Belediyeler,
belediye meclislerinin kararı ile mülkiyetlerindeki taşınmazları, sadece asli
görev ve hizmetlerinde kullanmak üzere, 25 yılı geçmemek koşulu ile yerel
yönetimler ile diğer kamu kurum ve kuruluşlarına tahsis edebilirler. Buna
rağmen bazı belediyelerde bu kurala uyulmamaktadır.
Belediyelerin yerel yönetimlerle
diğer kamu kurum ve kuruluşlarına taşınmaz mal tahsis etmesinin ön koşulu,
tahsisi yapılan taşınmazın, idarenin asli görev ve hizmetlerinde
kullanılmasıdır. Buna karşılık ticari işletmecilik kurallarına uygun olarak yönetilen
kafeteryaların tahsisi belediyelerin asli görev ve hizmetleri kapsamında değildir.
Bu nedenle bu tür tahsis işlemlerinin çoğunda mevzuata aykırı uygulamalar
olduğu gözlemlenmektedir.
Parkmetreler de çeşitli
yolsuzluklara konu olabilmektedir. Belediyeler yol kenarı ve meydanlardaki
park yerlerinin işletmesini Kamu İhale Kanunu hükümlerine tabi olmaksızın
belediye meclisi kararıyla belediye şirketlerine devretmektedir. Bu işlem
mevzuat hükümlerine aykırıdır ve belediyenin gelir kaybına yol açmaktadır.
Binalar için yıllar önce
çıkartılan ancak bir türlü tam olarak uygulama alanına konulamayan Otopark
Yönetmeliği hükümlerine uyulmamaktadır. Bu yönetmelik uyarınca alınan otopark
paraları ekonomik ve kar getirici yollarla değerlendirilmemekte, ayrı bir hesap
üzerinden izlenmemekte ve toplanan gelirler amaç dışı kullanılmaktadır.
Belediyelerin konut yapma amacıyla
kurduğu BİT’ler arsa alım satımında büyük çaplı yolsuzluklara konu
olabilmektedir. Belediyelerden düşük bedelle satın alınan arsalar kısa bir süre
sonra BİT’e çok yüksek fiyatla geri satılmaktadır. Bu uygulama nedeniyle konut
maliyeti yükseldiğinden konutlar yurttaşlara yüksek bedelle satılmaktadır. Bu
yolla bazı kesimler haksız kazanç sağlamaktadır.
3.4 Personel Yönetimine İlişkin
Etmenler
Bugüne kadar çeşitli
belediyelerde gerçekleştirmiş olduğum ‘Belediyelerde Kurumsal Gelişme ve
Reorganizasyon Projeleri” [23],[24] bağlamında belediye
birimlerinde yaptığım iş yükü ve işgücü çözümlemelerinde belediyelerde
gerekenin çok üstünde personel çalıştırdığı saptanmıştır. Yaptığım ölçümlere
göre belediye personelinin yarısı hatta üçte ikisi ertesi gün işbaşı yapmaması
durumunda belediye hizmetlerinde önemli bir aksama ortaya çıkmamaktadır. Bu
durum belediye bütçelerine çok yüksek bir personel maliyeti getirmektedir. Belediyeler
adeta bir iş ve işçi bulma kurumuna dönüşmüştür. Bu durum çok büyük bir kaynak
savurganlığı anlamına gelmektedir.
Bunun da ötesinde
personel yönetiminin temel teknikleri olan yetenek gapı çözümlemesi, iş
tanımları, el kitapları, sınıflandırma, çalışma sözleşmeleri, iş yükü ve işgücü
ölçümleri ve moral araştırmaları gibi çağdaş personel yönetimi teknik ve
yöntemlerini belediyelerde yeterli uygulama alanı bulamadığını saptadım.
Belediyelerin eleman
istihdamı için yeni kadro almaları İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Genel
Müdürlüğü’nün izin ve onayına bağlıdır. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle bu
işlev Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Yerel Yönetimler Genel Müdürlüğü tarafından
yerine getirilmektedir. Belediyeler bu süreci “by-pass” etmek ve siyasal yandaşlara iş olanağı sağlamak için
“geçici işçi” yöntemini kullanmaktadırlar.
Geçici işçi kavramı
özellikle mavi yakalı ve mevsimlik işler için kullanılması gerekirken son 20
yıldan bu yana ‘mal ve hizmet satın alınması’ adı altında beyaz yakalı işler
için de kullanılmaktadır. Devlet memuru niteliğini taşıyan kimseler tarafından
görülmesi gereken beyaz yakalı iş niteliğinde olan görevler için de geçici
işçiler alınmakta ve belirli bir süre geçtikten sonra çıkartılan ‘torba yasalar’
içine sıkıştırılan maddelerle bu kişiler herhangi bir yarışma sınavına
katılmaksızın devlet memuru kadrosuna geçiş yapmaktadır.
Belediyeler 657 sayılı Devlet
Memurları Kanunu’nda “istisnai kadro” olarak kabul edilen özel kalem
müdürlüklerine kısa aralıklarla atama yapmakta ve bu yolla Devlet Memuru
sıfatını kazananlar hemen bir başka kadroya atanarak yarışma sınavı olmaksızın
devlet memuru olmaktadırlar.
4688 sayılı “Kamu
Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu” uyarınca verilen sosyal denge tazminatı, memurlar arasındaki gelir farklarını önlemek
amacı ile alt grupta maaş alan memurlara ödenen tazminat niteliğinde bir
ödemedir. [25] Birçok
yerel yönetim idare yapmış oldukları sözleşmelerde sosyal denge alamayacak olan
çalışanları sözleşme kapsamına almaktadır.
3.5
Belediye Meclislerinin Etkisizliğinden Kaynaklanan Etmenler
Yolsuzluğa ya da yasa
dışılığa yönelik önemli kararlarda belediye meclislerine yeterli bilgi
verilmeden ve gerekli çoğunluğun sağlanmasını güvenceye altına alan
düzenlemelerden sonra konu meclisin gündemine alınmakta ve yeterli tartışma
yapılmadan ve meclis üyeleri karar tasarısı üzerinde yeterince aydınlatılmadan
hızlı kararlar alınmakladır. Bu gibi kararlarda Belediye Başkanı bizzat
ağırlığını koymakta, konunun belediye açısından önemli olduğunu vurgulamakta ve
istenilen kararlar belediye meclislerinden geçirilebilmektedir. Bu yöntem
özellikle büyük ihalelerde ve arsa ve arazi tahsisine ilişkin işlemlerde
görülmektedir.
3.6
Finansal Yönetimin Yetersizliğinden Kaynaklanan Etmenler
Belediyelerde finansal yönetim
çağdaş finansal yönetim tekniklerinin çok gerisinde kalmıştır. Aslında geniş
kapsamlı olan bu konuyu kısaca vurgulamak için birkaç örnek vermek yeterli
olacaktır. Belediyelerimizde hizmetin birim maliyetin hesaplanması ve alınacak
kararlarda birim maliyetin göz önünde tutulması yolunda bir uygulama yoktur.
Bir ton çöpün toplanmasının maliyeti belediyeler arasında büyük değişiklikler
göstermektedir. Aynı şekilde bir kilometre asfaltın ya da kaldırımın maliyeti
hesaplanmamaktadır. İkinci örnek olarak kar/zarar merkezleri gibi bir kavramın
olmayışı verilebilir. Belediyeler pek çok alanda iş ve hizmet üretmekte ancak
bu iş ve hizmetleri kaça mal ettiklerini bilmemektedirler. Bu durum
harcamaların saydam olmaması ile sonuçlanmaktadır. Belediyelerin finansal
yönetiminde devrim yapmak gerekmektedir.
Belediyelerin en önemli gelir
kaynağı olan Emlak Vergisi’nin yoklama, tahakkuk ve tahsilat
işlemlerinde hem mevzuat hükümlerine uyulmamakta ve hem de sistem yanlış
uygulanmaktadır. Bazı belediyelerde yaptığım incelemeler sistemin daha etkili
bir şekilde uygulanması durumunda emlak vergisi gelirlerinin önemli oranda
artırılabileceğini göstermektedir. Doğal olarak Çevre ve Temizlik Vergisi de bu
durumdan etkilenmektedir. Diğer vergiler için de aynı hüküm ortaya konulabilir.
Belediye taşınmazlarının yönetilmesi, kiraya verilmesi
ve tahsis işlemlerinde mevzuat hükümlerine uyulmamaktadır. Kira süresi biten
taşınmazlar ihale yapılmadan eski müstecirlerine verilmektedir.
BŞB’ler ve bağlı kuruluşları ulaşım
gereksinmeleri için serbest piyasadan araç (kara nakil vasıtası, uçak ve
helikopter) kiralamaktadır. Kiralanan araçların gerçek amacından farklı amaçlar
için kullanıldığı anlaşılmaktadır. Araçların yaklaşık maliyetinin
hesaplanmasında yapılan usulsüzlükler nedeniyle yolsuzluklara yol açıldığı ve
araç kiralanan şirketlerin genellikle siyasal nüfuz sahibi ve başkana akraba
konumunda oldukları görülmüştür. Ayrıca araçların bir kesiminin kullanılamaz ve
trafiğe çıkamaz durumda oldukları mahkeme kararıyla saptanmıştır. Araçların
belediye başkanlarının eşleri gibi hak sahibi olmayan kişilere yasa dışı olarak
tahsis edildiği ve bazen hiç kullanılmadıkları halde ilgili şirkete ödeme
yapıldığı belirlenmiştir.
KDV indirimlerinde hatalar
yapılmaktadır. Belediyelerin birçok çalışması dolayısıyla yapmış
olduğu harcamalara ait ödediği KDV'ler indirim konusu yapılabilir. Ancak
uygulamada belediye tarafından ödenen tüm KDV’lere indirim yapılmaktadır. Bunun sonucunda da devlete
ödenmesi gereken KDV ödenmemekte
ve devlet bir bakıma elde etmesi gereken KDV'den mahrum kalmaktadır.
Muhtaç belde sakinlerine yardım amacıyla kredi kartına benzer kartlar
verilmekledir. Bu kartlarla ancak belediye ile anlaşması olan marketler
zincirinden alışveriş yapılabildiğinden firmalar arası rekabet ortadan
kaldırılmaktadır. Bu durum kamu kaynaklarının etkili kullanılmamasıyla
sonuçlanmaktadır.
Belediyelerin otobüs garları ve
otopark işletmeleri tarafından işletilen otoparkların çok azının ruhsatlı
olduğu tespit edilmiştir. Bu eksiklik gelir kaybına ve bazı işletmecilerin
haksız kazanç elde etmelerine yol açmaktadır.
BİT’lerin belediye bütçesine aktarması
gereken net kar payları aktarılmamaktadır.
Belediyelerin ve BİT’lerin çok
sayıdaki taşınmazı, özel elektrik dağıtım şirketlerine bedelsiz olarak tahsis
edilmektedir. Bu durum önemli bir gelir kaybı ve elektrik dağıtım şirketlerinin
haksız kazanç sağlamalarına neden olmaktadır.
Su ve Kanalizasyon İdarelerinin (SKİ)
su tarifeleri bilimsel, gerçekçi ve saydam bir biçimde tespit edilmemektedir.
Su dağıtım şebekelerinde yüzde 40’a varan su kaybı vardır. Kaçak ya da bedelsiz
su verilen kurumların kullandıkları suyun ücreti tarife içine sokularak
kurallara uyan abonelerden tahsil edilmektedir.
Belediyelerin iç ve dış borç stoku
çok fazladır. Hazine garantili borçlar da düşünüldüğünde belediyelerin toplam
borcu astronomik boyutlara ulaşmaktadır. Bu borçlar için bir geri ödeme planı da
yapılmamaktadır. Borçlar için ödenmesi
gereken faiz miktarı önemli bir sorundur. Finansal yönetimin bu denli önemli
düzeyde kötüleşmesi belediyelerin çok pahalı hizmet üretmesiyle ve kaynak
israfıyla sonuçlanmaktadır.
Belediye ait müzeleri işleten gerçek
ve tüzel kişiler işletme ücreti olan yüzde 5 gelir payı belediye hesaplarına
aktarılmamıştır.
Öğrenci gezisi, yurt dışı görev
gezisi, konferans ve konuklara yemek/kokteyl verilmesi gibi çeşitli konularda
yapılmamış ve gerçekleşmemiş hizmet projeleri için sahte evrak düzenlenerek
ödemeler yapılmakta ve para zimmete geçirilmektedir.
Dolaylı yollardan spor kulüplerine
para aktarma belediyelerde sıkılıkla karşılaşılan yolsuzluk yöntemidir.
BŞB’leri tarafından ikinci kademe
belediyelerine borç verme işlemi yaygınlık kazanmaktadır. Bu uygulama yasal
değildir. BŞB’ler yalnızca bağlı kuruluşlarının (BİT) finansal darboğazlarını aşmaları için para
yardımında bulunabilir. Başkan onayı ile yapılacak bu tür kaynak aktarmalarına
faiz uygulanmaz. Ancak alt kademe belediyeleri bu kapsam içine girmez. Bu gerekliliğe
dikkat edilmeden alt kademe belediyelerine borç verilmektedir.
Aynı şekilde, iş
yeri açma ve çalışma ruhsatı olmadan faaliyette bulunan iş yerleri hakkında
kapatma işlemi yapılmamakta ve idari para cezası kesilmemektedir.
Ambalaj atıklarının
toplanması için imtiyaz hakkı ihale edilmeksizin ve gelir elde edilmeksizin yetki
şirketlere devredilmektedir.
Belediyenin temel
imtiyazlarından biri olan toplu taşıma imtiyaz hakkı özel kişilere ya
ihalesiz olarak devredilmekte veya yapılan ihalelerde imtiyaz süresi
belirtilmemektedir.
Telekomünikasyon altyapı
ve şebekelerinden alınması gereken geçiş hakkı bedelleri takip ve tahsil
edilmemektedir.
3.7
Belediyeler ve İnsan Kaçakçılığı
Belediyelerde
görülen yolsuzluklara insan kaçakçılığı gibi inanılmaz bir suç da dâhil oldu.
Almanya’da çevre konusunda bilgi ve görgülerini artırmak adı altında bazı
kişilerin hizmet pasaportu çıkartılarak bu ülkeye serbestçe girişlerinin
sağlandığı anlaşıldı. Almanya’nın uyguladığı vize politikası nedeniyle ortaya
çıkan bürokratik zorlukları aşmak amacını taşıyan bu girişimin bir örgütlü suç
olduğu ortaya çıkarıldı. Gazete 10’un haberi şöyle: “Yeşilyurt’tan sonra bir
toplu iltica da Ordu Korgan’dan: 49 kişi kayıp! Malatya’da Ak Partili Yeşilyurt Belediyesi’nin gri pasaport
çıkararak Almanya’ya gönderdiği 45 kişiden 43’ü geri dönmemişti. Türkiye
organize toplu insan kaçakçılığı skandalını tartışırken bir rezalet de Ordu
Korgan’da yaşandı. Organizasyonu yine Yeşilyurt’ta olduğu gibi … yaptı. Gri pasaport
çıkarılan 49 kişi Hannover’a götürüldü, dönen olmadı. Eski Korgan Belediye Başkan
Yardımcısı… ‘Kardeş belediye olalım,
ambulans alalım dedik, bu işlere girdik” diye konuştu. Artı TV’ye
konuşan .. ise
‘Neden Fatma Şahin konuşmuyor?’ [26] diye
sordu. Bu sözlerden sonra Gaziantep
Büyükşehir Belediyesi bir açıklama yaparak iddiaları yalanladı… Başlangıçta Malatya
Yeşilyurt Belediyesi’nin Almanya’ya götürdüğü 45 kişiden 43’ünün geri gelmemesi
tekil bir olay sanıldı ama kısa sürede bu çeşit yurt dışına insan kaçırma
olaylarının daha yaygın olduğu ortaya çıktı. Çok sayıda belediyenin adı karışan
gri pasaportla insan kaçakçılığı skandalında yeni bilgiler ortaya çıktı.
Malatya’da Yeşilyurt Belediyesi dışında üç belediyeye daha benzer geziler
teklif edilmiş. Yeşilyurt Belediyesi’ne bu iş için 200 bisiklet bağışlanmış.
Skandalın merkezindeki AK Partili eski belediye başkanı… , hala Bingöl
Belediyesi’nde görevde ve
henüz ifadesi alınmadı. Skandalın Almanya ayağındaki … de konuştu: ‘Neden
Elazığ’ın, İzmir’in, Antalya’nın, Antep’in üzerinde durmuyorsunuz? Gelip gidip
sürekli … ve Yeşilyurt diyorsunuz? dedi. ” [27]
İçişleri
Bakanlığı, yaptığı bir açıklama ile 6 belediye hakkında daha soruşturma
başlatıldığını duyurdu. Konuyla ilgili yapılan açıklamada şunlar kaydedildi:
”Belediyeler aracılığıyla kamu görevlisi olmayan kişilere hizmet damgalı
pasaport sağlanarak yurt dışına çıkış yapmalarına yönelik, 12 Mart tarihinde
Bakanlığımızca başlatılan soruşturma genişletiliyor. Bu kapsamda, Balıkesir
Gömeç, Adıyaman Gölbaşı, Burdur Yeşilova, Yozgat Yerköy, Şanlıurfa Suruç, Ordu
Korgan belediyelerince “dans (folklor) gösterisi”, “kültür turu”, “gençlik
programları” adı altında sivil toplum kuruluşları ile işbirliği protokolü
düzenlenerek, yurt dışına kişiler gönderildiği tespit edilmiştir. Söz konusu
olaylarla ilgili Bakanlığımızca Mülkiye Müfettişi görevlendirilerek, soruşturma
başlatılmıştır. Bakanlığımızca, belediyelere imkan sağlayan mevzuatın
suistimalinin önlenmesi amacıyla tedbirleri arttırıcı yeni bir düzenleme
yapılıncaya kadar, mahalli idarelerce yurtdışına görevlendirilen kamu personeli
olmayan kişilere hizmet damgalı pasaport düzenlenmesi uygulaması geçici olarak
durdurulmuştu”. [28]
[29]
Gri
pasaport olayında yeni gelişmeler olmuştur. Gazetelerde yer alan haberlere göre
olaya adı karışan bir eski belediye başkanı tutuklanmıştır. [30]
4. DEĞERLENDİRME, SONUÇ VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Bazı belediyelerde
uygulanmakta olduğunu gözlemlediğim saydamlığı artırıcı ce yolsuzlukları
azaltıcı düzenlemeler olumlu ve umut verici girişimlerdir.
Daha önceki yıllarda
yayınlanan “Türkiye’de devletin ve demokrasinin yeniden yapılanması” başlıklı
kitabımda devletin yozlaşması konusu üzerinde ayrıntılı olarak durulmuştur.
(Yaşamış, 2001, s. 167-214)
Aradan geçen tam 20 yıla
karşın yerel yönetimler de dâhil olmak üzere kamu yönetimindeki yozlaşmanın
azalmak bir yana daha da artmakta ve yoğunlaşmakta olduğu gözlemlenmektedir. Bu
araştırmanın vardığı sonuç budur.
Altını çizmekte yarar
gördüğüm bu çıplak gerçek ülkemizin geleceği açısından önemli uyarı sinyalleri
vermektedir.
Bu bağlamda alınması takip
edilmesi gereken politikaları ve alınması gereken önlemleri aşağıda bir kez
daha yinelemek isterim:
Ø Son
20 yılda yapılan yerel yönetimler düzeltimi çalışmaları sonucunda ortaya çıkan
örgütsel, yönetsel ve bürokratik karmaşanın ortadan kaldırılması için kapsamlı
ve köktenci düzenlemeler yapılması artık kaçınılamaz bir zorunluluk konumuna
gelmiştir.
Ø Gerçek
ve doğru bir yerel yönetimler sisteminin kurulması yolunda güçlü bir siyasal
irade oluşturulmalıdır.
Ø Merkezi
yönetim ile yerel yönetimler ve özellikle belediyeler arasındaki ilişkiler yeni
ilkelere bağlanmalıdır.
Ø Yerel
yönetimler düzeltiminin parlamentonun yeni yasal düzenlemeler yapması yoluyla
değil; ancak her bir belediyenin kendi kendisini düzeltmesi ve iyileştirilmesi
ile olanaklı olabileceği açıklık ve samimiyetle kabul edilmelidir.
Ø Türkiye’nin
bir yeni yönetim bir anlayışına ihtiyacı vardır. Bu bağlamda erdemlilik
yönetimi, çağdaş yönetim ilke ve tekniklerine dayalı, etkililiği ve verimliliği
esas alan yeni bir yönetim anlayışı geliştirilmeli ve Türk insanının bilincine
ve zihnine yerleştirilmelidir.
Ø Yeni
yönetim anlayışı çerçevesinde, yerel yönetimlerde ve özellikle belediyelerde her
kademedeki yöneticiler, içinde yer aldıkları örgütte kendilerinden beklenen iş
ve üretim hedeflerinin ne olduğunu sorgulamalı; kendisine verilen çalışma
olanak ve koşullarının bu hedefleri gerçekleştirmede yeterli olup olamayacağını
araştırmalı; çalışma politika ve stratejilerini saptamalı ve uygulamadan elde
ettiği sonuçları önceden belirlenen hizmet hedefleri ile karşılaştırarak
alınması gereken düzeltici ve geliştirici nitelikli önlemleri uygulama alanına
koymalıdır.
Ø Türk
bürokrasisinde ve özellikle belediyelerde verimin çok düşük olduğu ve verimin ancak
yönetim yetkinliklerinde ve becerilerinde artış ile çok daha yüksek düzeylere
çıkartılabileceği herkes tarafından açıklıkla kabul edilebilir bir duruma
getirilmelidir.
Ø Belediyelerde
yolsuzluk ve rüşveti önlemek için erken uyarı sistemleri geliştirilmeli ve
yasalaştırılmalıdır.
Ø Belediye
yönetimleri bu ilkenin gerçekleşmesine olanak verecek şekilde yeniden
yapılandırılmalı ve personel sistemi gerek ücret sistemi ve gerekse
değerlendirme, atama ve ilerleme bakımlarından bu ilkeye koşut olarak
düzenlenmelidir.
Ø Belediye
yönetimlerinde başarım ölçümüne dayalı ve bireysel yönetim sorumluluğunu ön
plana çıkaran bir sorumluluk/hesap verebilirlik anlayışı geliştirilmelidir.
Ø Çağdaş
yönetim bilimi tüm kuram, teknik ve donanımı ile birlikte belediye
yönetimlerine içselleştirilmelidir. Örgütsel ve yönetsel gelişme her bir
belediyenin en önde gelen yönetim sorumluluğu olarak kabul edilmelidir.
Ø Belediyelerde
iç ve dış denetime işlerlik ve derinlik kazandırabilmek amacıyla denetimde “hukuksallık ve yasallık” ilkesi yanında
paranın değer karşılığının elde edilip edilmediğini araştıran ve kimi zaman
ekonomik denetim olarak da adlandırılan “yerindelik” ve “başarım denetimi,
ölçümü ve değerlendirmesi” ilkelerine de yer verilmelidir
Ø Gerek
merkezi hükûmet düzeyinde ve gerekse belediyelerde denetim işlevleri yeniden
örgütlendirilmelidir.
5. ARAŞTIRMA ÖNERİLERİ
Bu çalışmanın amacı
belediyelerimizde görülen rüşvet ve yolsuzluk hastalığının algılanmasına ve
kavramlaştırılmasına katkıda bulunmaktır. İnanılmaktadır ki söz konusu
olumsuzluklarının tüm boyutlarıyla ortaya çıkartılması bu araştırmanın
sınırları dışında kalmaktadır.
Bu bağlamda gelecekte yapılmasının
isabetli olacağı varsayılan iki ayrı araştırma konusuna işaret edilmesinde
yarar bulunmaktadır.
Bunlardan birincisi belediyelerde
yolsuzluk olgusunu siyasal, ekonomik, toplumsal, hukuksal ve yargısal alt
sistemleri de içerecek şekilde bir sistem çözümlemesi yaklaşımıyla ele alan araştırmalardır.
İkincisi ise belediyelerde var
olduğu bilinen kurumsal (örgütsel, yönetsel ve kaynak kullanımı ve planlaması
bağlamında) aksaklık ve yetersizliklerin yolsuzluk olgusunun temel nedeni
olduğunu gösteren araştırmalardır.
Açıklıkla belirtilmelidir ki
belediyelerin kurumsal yetersizlikleri bu kurumları yoklukla malul konuma ulaştırmaktadır.
Belediyelerde reform merkezi yönetim
tarafından ve yukarıdan aşağı planlanan ve uygulama alanına konulan yeni yasalarla
ve yasal düzenlemelerle yapılamaz. Bu yöntemin başarısızlıkla sonuçlanacağı
özellikle son 20 yılda açıklıkla görülmüştür.
Belediye reformunu başarılı kılmanın
tek yolu her bir belediyenin kendi içinde ve kendi girişimiyle kurumsal
yeterliliklerini en üst konuma çıkarmak amacıyla yapacağı öz düzeltim çalışmalarıdır.
Bu hedef gerçekleşmeden dirençli kent olgusunun
gerçekleştirilmesi bir ütopya olarak kalacaktır.
KAYNAKÇA
Ağırel, M. (2020).
Sarmal. İstanbul. Kırmızı Kedi.
Ağırel, M. (2021). Parsel
parsel. İstanbul. Kırmızı Kedi.
Bağdigen,
M., Dökmen, G. (2006) Yolsuzluğun kamu gelir ve giderleri üzerine etkisi. https://papers.ssrn.com/sol3/papers.cfm?abstract_id=1429304
Bayar, G. (2010) Türkiye’de
yolsuzluk: Ekonometrik bir inceleme. https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/219520
Çukurçayır, M.A. ve ark. (2012).
Yerel yönetimlerde yolsuzlukla mücadelede yönetişim ilke ve uygulamaları. https://kutuphane.dogus.edu.tr/mvt/pdf.php?pdf=0013356&lng=0
Danışman, Z. (1997). Koçi
Bey risalesi. İstanbul. Milli Eğitim Bakanlığı.
Defterdar Sarı Mehmet
Paşa. (2021). Devler adamına öğütler. İstanbul. Hece yayınları.
Ertürk, H., Sam, N.
(2009). Kent ekonomisi. Bursa. Ekin yayınları.
https://www.local2030.org/library/486/Guide-To-Corruption-Free-Local-Government.pdf
İSMMMO. (2009). Yerel yönetimlerde
hizmetlerden memnuniyet ve yolsuzluklar araştırması. İstanbul. Yayın no: 121. http://archive.ismmmo.org.tr/docs/yayinlar/kitaplar/121/0%20giris.pdf
Karluk, S. Ve
arkadaşları. (2017) Income distribution, poverty and corruption in Turkey. https://mpra.ub.uni-muenchen.de/70118/1/MPRA_paper_70118.pdf
Keykavus. (2007).
Kabusname. Derleyen: Orhan Şaik Gökyay. İstanbul. Kabalcı Yayınları.
Küçükkaya, A. (2014).
AKP’li belediyelerde neler olmuş neler. İstanbul. Cumhuriyet Kitapları.
Odd-Helge Fjeldstad, OH. (2004). Decentralisation and corruption. A review of
the literature. https://open.cmi.no/cmi-xmlui/handle/11250/2435964
Pehlivan, B., Terkoğlu,
B. (2020). Cendere. İstanbul. Kırmızı Kedi.
Sayıştay. (2021). Faaliyet raporu. https://www.sayistay.gov.tr/tr/Upload/76662805/files/SAYI%C5%9ETAY%202020%20FAAL%C4%B0YET%20RAPORU.pdf
Susan Rose-Ackerman. (2004). The
challenge of poor governance and corruption. Yale University. Copenhagen. https://www.copenhagenconsensus.com/sites/default/files/cp-corruptionfinished.pdf
TBMM. (2003). Yolsuzlukların sebeplerinin, sosyal ve ekonomik
boyutlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
kurulan Meclis Araştırması Komisyonu. https://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/ARASTIRMA_ONERGESI_GD.onerge_bilgileri?kanunlar_sira_no=196
TEPAV (Türkiye Ekonomi Politikaları
Araştırma Vakfı). (29006). Bir Olgu Olarak Yolsuzluk: Nedenler, Etkiler ve
Çözüm Önerileri. https://www.tepav.org.tr/upload/files/1313475413-4.Bir_Olgu_Olarak_Yolsuzluk_Nedenler__Etkiler__Cozum_Onerileri.pdf
TESEV SELDI. (2014). Yolsuzluk ve
yolsuzlukla mücadelede Türkiye raporu. https://www.tesev.org.tr/tr/research/yolsuzluk-ve-yolsuzlukla-mucadele-turkiye-degerlendirme-raporu
Transparency International. (2009).
Corruption and Local Government. Working paper: 01/2010. https://www.transparency.org/en/publications/working-paper-05-2009-corruption-and-local-government
Tosun, U. (2003).
Yolsuzluğun nedenleri üzerine ampirik bir çalışma. https://debis.deu.edu.tr/userweb/hilmi.coban/%c3%b6devler/yolsuzluk/Yolsuzlu%c4%9fun%20Nedenleri%20%c3%9czerine%20Amprik%20B%c4%b0r%20%c3%87al%c4%b1%c5%9fma.pdf
Turan, M. (2009).
Türkiye’de kentsel rant. Ankara. Tan Kitabevi.
Uğur, H. (2011). Türkiye’nin
yolsuzlukla mücadele enstrümanları. http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2012-98-1129
Uluslararası Şeffaflık Derneği.
(2009). Corruption and local government. # 05 / 2009. https://www.transparency.org/en/publications/working-paper-05-2009-corruption-and-local-government
Uluslararası Şeffaflık Derneği.
(2016). Türkiye’de yolsuzluk: yasalar, uygulamalar ve riskli alanlar. http://www.seffaflik.org/wp-content/uploads/2017/05/T%C3%BCrkiyede-Yolsuzluk.pdf
UNDP. (2018). Guide to
corruption-free local government. Guide-To-Corruption-Free-Local-Government-preview-.pdf
(corruptionfreecities.org)
US DOJ. (1978). Prevention,
detection and correction of cırruption in local government. https://www.ojp.gov/pdffiles1/Digitization/50199NCJRS.pdf
Yaşamış, F.D. (1996).
Belediye yönetimi. Zirve ofset. Ankara.
Yaşamış,
F.D. (2001). Türkiye’de devletin ve demokrasinin yeniden yapılanması. İstanbul. Doruk Matbaası.
Yıldırım, H., Gelişen, G. (2018)
Belediye kaynaklarının etkin ve verimli kullanılmasında ihale yönetimi. https://dergipark.org.tr/tr/pub/mdergi/issue/37696/437325
Zelyut, R., (2020). Tarikat kuşatmasındaki Türkiye. İstanbul.
Kaynak yayınları.
Özet
Tüm Dünya’da olduğu gibi
Türkiye’de de kamu yönetimleri büro-patolojilerle doludur. Kuşkusuz
büro-patolojilerin en tehlikelisi yolsuzluk olgusudur ve bu olgu
belediyelerimizde büyük boyutlara ulaşmıştır. Bürokratik hastalıkların ortaya
çıkması kamu yönetimlerini çöküşün eşiğine getirir. Kamu yönetimlerinde çöküş
etkisizlik, verimsizlik, performans düşüklüğü, pahalı hizmet üretimi ve kıt
kaynakların israfı ile sonuçlanır. Ancak kamu yönetimlerinde ekonomik iflas
gibi bir olumsuz sonucun olmaması yetkililerde aldırmazlığa ve toplumda
tepkisizliğe yol açar. Toplumu içten içe kemirir.
Bu gerçeğe rağmen
belediyelerde görülen yolsuzluk olayları kamu yönetimi akademisyenlerinin ve
uzmanlarının dikkatini yeterince çekmemiş ve konu genelde gazeteciler gibi
diğer disiplin dallarından gelen araştırmacılar tarafından inceleme konusu
yapılmıştır. Bu bağlamda kamu yönetimi disiplinin özellikle yerel
yönetimlerdeki bürokratik patolojiler konusundaki yazınının yüzeysel ve sınırlı
olduğu gözlemlenmiştir.
Anahtar
kelimeler: Belediyeler, yolsuzluk nedenleri, yolsuzluk
yöntemleri, etkileri, çözüm önerileri
Abstract
Public administrations all over the World as well as
in Turkey are full of bureau-pathologies. Undoubtedly, the worst form of
bureau-pathologies is the corruption and this phenomenon has reached to
devastating dimensions in municipalities. Bureau-pathologies might take the
public administrations to the brink of total collapse. The visible indicators of total collapse in
public administrations are inefficiencies, ineffectiveness, and low level of
performance, expensive service production and the waste of scarce economic
resources. Since the public administrations are free of being financial
bankruptcy threat, the responsible officials may be indifferent to the negative
outcomes of corruption and the whole society might be away from raising loud
and effective counter reactions to the negative impacts on the public
administrations.
Despite this bare fact, corruption in municipalities
failed to take the attention of academicians and experts on public
administration and the phenomenon has been investigated mostly by the
researchers from other disciplines such as investigative journalists. In this
connection it is observed that the literature of corruption in municipalities
has been insufficient and superficial.
Key words: Municipalities, reasons of corruption, corruption
methods, proposals for improvement
Genişletilmiş
Özet
Tüm Dünya’da olduğu gibi
Türkiye’de de kamu yönetimleri büro-patolojilerle doludur. Kuşkusuz
büro-patolojilerin en tehlikelisi yolsuzluk olgusudur ve bu olgu
belediyelerimizde büyük boyutlara ulaşmıştır. Bürokratik hastalıkların ortaya
çıkması kamu yönetimlerini çöküşün eşiğine getirir. Kamu yönetimlerinde çöküş
etkisizlik, verimsizlik, performans düşüklüğü, pahalı hizmet üretimi ve kıt
kaynakların israfı ile sonuçlanır. Ancak kamu yönetimlerinde ekonomik iflas
gibi bir olumsuz sonucun olmaması yetkililerde aldırmazlığa ve toplumda
tepkisizliğe yol açar. Toplumu içten içe kemirir.
Bu gerçeğe rağmen
belediyelerde görülen yolsuzluk olayları kamu yönetimi akademisyenlerinin ve
uzmanlarının dikkatini yeterince çekmemiş ve konu genelde gazeteciler gibi
diğer disiplin dallarından gelen araştırmacılar tarafından inceleme konusu
yapılmıştır. Bu bağlamda kamu yönetimi disiplinin özellikle yerel
yönetimlerdeki bürokratik patolojiler konusundaki yazınının yüzeysel ve sınırlı
olduğu gözlemlenmiştir.
Kamu yönetimi reformu adı
altında yapılan makro ölçekli çalışmalar ise parlamentoda yeni yasa metinleri
hazırlamak, yayınlamak ve yürürlüğe koymak şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bu
yöntem hiçbir olumlu sonuç üretmez. Yasa yapmak ve düzenleyici metin yayınlamakla
kamu yönetimlerinde ve yerel yönetimlerde reform yapılması ve sonuç alınması
olanaklı değildir.
Kamu yönetiminde reform
her bir kamu yönetimi birimi tarafından örgütsel yapının iyileştirilmesini,
kaynak kullanımının ekonomik ve verimli hale getirilmesini, yönetim
süreçlerinin finansal yönetim de dâhil olmak ıslah edilmesini ve kurmay
nitelikli işlevlerin gerçek anlamda geliştirilmesini zorunlu kılar.
Akademik alandaki
yetersizlikler ilgili kamu yönetimlerinin konu üzerindeki kuramsal inceleme
yetersizliği ile birleştiğinde belediyelerde yolsuzluk konusunun ele alınması
için duyulan gereksinim daha da büyümektedir.
Belediyelerde yapılan
kurumsal gelişme ve reorganizasyon projelerinde karşılaşılan durum
belediyelerin temelde kurumsal ve yönetsel açıdan önemli yetersizlikler içinde
bulduğunu göstermektedir.
Çağdaş belediye yönetim
teknikleri ile karşılaştırıldığında belediyelerimizin yönetim ve örgütlenme
yetkinlikleri açısından çok geride kaldıkları görülmektedir. Bu gerilik bir
anlamda yönetim pratiklerinin içinde bulunduğu yetersizlik ve etkisizliği açıklayan
temel etmen olarak ortaya çıkmaktadır.
Kentlerimizin olduğu
kadar ülkemizin toplumsal, ekonomik ve siyasal geleceğini de tehdit eden
yolsuzluk olgusunun boyutlarının, ortaya çıkmasını kolaylaştıran etmenlerin ve
gerçekleştirilme yöntemlerinin bilinmesi alınabilecek önlemlerin belirlenmesini
ve uygulama alanına konulmasını kolaylaştıracaktır.
Yapılan araştırmalar
belediyelerde yolsuzluk türlerinin çok olduğunu göstermektedir. Yolsuzluğun
akçalı boyutlarının da hayal edilebilenin çok ötesinde olduğu görülmektedir.
Ayrıca yolsuzlukları bir
anlamda meşrulaştıran bir ortamın ülkede oluştuğu gözlemlenmektedir.
Yolsuzluklara karşı toplumdaki tepki eksikliği yolsuzlukların üzerine
gidilmemesinin önemli bir nedeni olduğu anlaşılmıştır. Yasal yaptırımların
caydırıcı etkisinin sınırlı kaldığı görülmektedir.
Bu araştırmanın amacı
belediyelerde görülen yolsuzluk olaylarının genel ve özel nedenlerini ve
çeşitlerini saptamaktır.
Anahtar
kelimeler: Belediyeler, yolsuzluk nedenleri, yolsuzluk
yöntemleri, etkileri, çözüm önerileri
Expanded abstract
Public administrations all over the World as well as
in Turkey are full of bureau-pathologies. Undoubtedly, the worst form of
bureau-pathologies is the corruption and this phenomenon has reached to
devastating dimensions in municipalities. Bureau-pathologies might take the
public administrations to the brink of total collapse. The visible indicators of total collapse in
public administrations are inefficiencies, ineffectiveness, and low level of
performance, expensive service production and the waste of scarce economic
resources. Since the public administrations are free of being financial
bankruptcy threat, the responsible officials may be indifferent to the negative
outcomes of corruption and the whole society might be away from raising loud
and effective counter reactions to the negative impacts on the public
administrations.
Despite this bare fact, corruption in municipalities
failed to take the attention of academicians and expert on public
administration and the phenomenon has been investigated by the researchers from
other disciplines such as investigative journalists. In this connection it is
observed that the literature of corruption in municipalities has been
insufficient and superficial.
The solution attempts have so far been carried out are
confined to the macro level ideas and models such as adopting the new national
laws regulating the municipalities in the Parliament and putting them into
effect. This method is futile and is destined to failure. It is Impossible to
reform the public administrations and local governments and to get positive and
encouraging results by designing and promulgating new laws and regulations.
To reform the public administration as well as
municipalities it is mandatory to create better organization structures,
effective utilization of management functions including financial management
and rational usage of scarce economic resources and not docking to the
corruptive harbors which can only be realized through the individual attempts
by each administrative unit.
The synergistic and cumulative effect of inadequacies
of academic works and the insufficient number of publications on the issue
creates more pressures and increases the need for more research works on
municipal corruption.
The works carried out so far on institutional
development and reorganization projects in municipalities are indicating that
the municipalities are full of inadequacies for service provision and
institutional and management ineffectiveness.
When it compared to the contemporary municipal
management techniques, the organizational and management competencies of
municipalities are found to be rather backward. This phenomenon is the main
factor of insufficiency and ineffectiveness in management practices of
municipalities.
The unveiling of the dimensions, the catalyzing
effects and the ways of carrying out of corruptive practices which is seriously
threatening the social, economic and political future of the country as well as
the municipalities will ease the burden on developing and implementing
effective counter measures.
The researches on the subject are indicating that the
sort of corruptions are abundant in municipalities. It is observed that
financial dimensions of corruption are also beyond any imagination.
On the other hand, it is also observed that a favorite
social and bureaucratic climate has been established to encourage the
corruptive behaviors in the Country. The lack of social reactions is found to
be the major reason of not fighting against corruptions. Additionally, the
deterring power of legal sanctions against the corrupt officials is rather
limited.
The overall purpose of this research is to determine
the general and specific factors and the types of corruptions in
municipalities.
Key words: Municipalities, reasons of corruption, corruption
methods, proposals for improvement
[1]
Prof. Dr. Maltepe Üniversitesi. Researcher ID B-2702-2008. Orcid number: 0000-0002-8756-1366. firuzyasamis@maltepe.edu.tr.
fyasamis@gmail.com.
[2] Keykavus (2007)
[3] Nesâsyıhu’l-vüzera ve’l-ümera veya
Kitab-ı Güldeste
[4] Koçi Bey Risaleleri. (2010)
[5] Fox TV Çalar
Saat
[6] İBB’ne bağlı BİT.
[7] Sözcü, 31.03.2021.
[8] Transparency International.
Corruption Perception Index 2019. ISBN: 978-3-96076-134-1.
[9] ‘dar ül harp’ ve ‘dar ül İslam’
kavramları gibi
[10] Belediyelerde yönetsel ve örgütsel
gelişme konusunda belediye başkanlarına zaman zaman verdiğim eğitim
konferanslarının birinde belediyelerde gerekli olandan çok fazla eleman
istihdam edildiğini ve bunların önemli bir kesiminin yasadışı yollarla işe alındığını
söylediğimde bir belediye başkanı şu ifadeyi kullanmıştı: “Bir belediye başkanı olarak istediğimiz bir kişiyi işe alamayacak
mıyız?”
[11] Avrupa Konseyi 4.Ocak.2009 tarihli karar.
[12] Sayıştay tarafından yayınlanan
raporlar dikkat çekici olmakla birlikte önemli yetersizlikler içermektedir.
Sayıştay incelemeleri ülkedeki tüm belediyeleri kapsamamaktadır. Sadece nüfusça
büyük ve harcama kapasitesi yüksek olan belediyelerde inceleme yapılmaktadır. Raporlarda
ise her yıl tekrarlanan değerlendirmelere yer verildiği görülmektedir.
[13]
https://belediyehaber.net/2021/02/28/sayistaya-gore-belediye-mali-islemlerinde-en-cok-yapilan-hatalar/
[15]
Integrity
[16] Kamu Yönetimi Temel Kanunu
girişimi dâhil.
[17] Başbakanlık Yüksek Denetleme
Kurulu, Maliye Teftiş Kurulu, Hesap Uzmanları Kurulu gibi.
[18] 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve
Kontrol Kanunu’na rağmen
[19] Türk Ceza
Kanunu’nda 8.12.2010 tarihinde yapılan (Md. 257) değişiklikle görevi kötüye
kullanmada “bir yıldan üç yıla kadar hapis” ibaresi “altı aydan iki yıla kadar
hapis” şeklinde değiştirilmiştir. İkinci fıkrası da "altı aydan iki yıla
kadar ibaresi (görevi ihmalde) “üç aydan bir yıla kadar” şeklinde
değiştirilmiştir.
[20] Örneğin paraya çevirme ve cezayı erteleme gibi.
[21] g) Kullanışlarının özelliği,
idarelere yararlı olması veya ivediliği nedeniyle kapalı veya açık teklif
yöntemleriyle ihalesi uygun görülmeyen, Devletin özel mülkiyetindeki taşınır ve
taşınmaz malların kiralanması, trampası ve mülkiyetin gayri ayni hak tesisi ile
Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerin kiralanması ve mülkiyetin gayri
ayni hak tesisi,
[22] Değişik, 29.3.2011 - 6215/21.md.
[23] Pendik, Çankaya, Adana, Mersin,
Tarsus, İskenderun ve Ceyhan.
[24] Yaşamış.(1996)
[25] Bkz. 4688 sayılı Kamu Görevlileri
Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu.
[26] Gaziantep BŞB Başkanı
[27] Gazete 10. 19 Nisan 2021
[28] NTV 19. Nisan.2021
[29] Nisan 2021 sonu itibarıyla 19 ilde
27 belediyenin adının karıştığı bir yolsuzluk örneği. Geri dönmeyenlerin sayısı 800’den fazla.
[30] Sözcü Gazetesi, 28 Eylül 2022.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder