SİYASAL ALEVİLİK
PROF. DR. FİRUZ DEMİR
YAŞAMIŞ
OCAK 2025
Öz
Bu makale, Türkiye’deki Alevi toplumu ve siyasal İslamcılık
arasındaki gerilimlere odaklanmaktadır. Türkiye’de Alevilik, tarihsel olarak
laiklik ve seküler değerlerle yakın ilişki içindedir ve bu duruş siyasal
İslamcı aktörler tarafından siyasal çıkarlar doğrultusunda manipüle edilmeye
çalışılmaktadır. Makale, siyasal İslam’ın “siyasal Alevilik” kavramını nasıl
tanıttığını ve bu kavramın Aleviler tarafından benimsenmediğini, aksine hükümet
yanlısı aktörlerce seküler değerlere karşı bir araç olarak kullanıldığını
incelemektedir. Ayrıca, Alevilerin sekülerlik ve laiklik konusundaki aydınlanmacı
duruşlarının, Türkiye’deki İslamcı hareketler tarafından nasıl tehdit olarak
algılandığı tartışılmaktadır. Bu bağlamda, Türkiye’deki Alevi toplumu ile
siyasal İslamcı hareketler arasındaki gerilimlerin kökenleri nedenleri,
sonuçları ve etkileri ele alınmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Siyasal Alevilik,
Gerilim Nedenleri, Laiklik, Türkiye
Abstract
This
article explores the tensions between the Alevi community and political Islam
in Turkey. Historically, Alevi identity has been closely associated with
secularism and secular values, a stance that has been increasingly challenged
and manipulated by the political Islamist actors. The article examines how
political Islam has introduced the concept of "political Alevism,"
which is not embraced by Alevis themselves but rather used by
government-aligned actors as a tool against secular values. Furthermore, it
discusses how the secular and pro-secular stance of Alevis is perceived as a
threat by Islamist movements in Turkey. In this context, the origins, the
reasons, the consequences and impacts of tensions between Alevi communities and
political Islam in Turkey are critically examined.
Key Words: Political Alevism, Reasons of
Tensions, Secularity, Türkiye
GİRİŞ
Son zamanlarda Türkiye'de bazı çevrelerce dile getirilen
önemli bir kavram var: siyasal Alevilik. Ani bir şekilde yeni bir siyasal
paradigma olarak gündeme getirilen bu kavramın içeriği tam olarak ortaya
çıkmadı. Savunanların özellikleri ve hedefleri hakkında sezgisel bazı fikirler
ortalıkta dolaşsa da kavramın siyaset bilim açısından ayrıntılandırılması
gerekmektedir. İlk izlenimim son yıllarda ağır ve haklı eleştirilere maruz
kalan siyasal İslam kavramının karşıtı olarak özellikle Türkiye’de iktidar
yandaşlarının kendi açılarından tartışmaları denklendirmek amacıyla siyasal
Alevilik kavramını gündeme getirdikleridir.
Suriye’de meydana siyasal devrim bu kavramın geliştirilmesi için uygun
bir siyasal ortam yaratmıştır. Bu incelemenin amacı siyasal Alevilik kavramının
içeriğinin ne olduğunu açıklamaya çalışmak ve Türkiye’de Alevi topluluklarının
laiklik ve eşit yurttaşlık taleplerinin toplumsal ve siyasal bağlamda dışlanma
süreçlerini ele almaktır. Çalışmada Türkiye’de Alevi topluluklarının laiklik ve
eşit yurttaşlık taleplerinin toplumsal ve siyasal bağlamda nasıl dışlandığına
odaklanarak “siyasal Alevilik” kavramının neden önemli olduğuna vurgu yapılmaktadır.
Bu çalışmanın bir başka amacı da Alevi kimliğinin siyasal söylemde nasıl
siyasallaştığını, toplumsal kimlik gerilimlerine nasıl katkıda bulunduğunu ve
Sünni İslamcı hegemonya tarafından nasıl dışlandığını incelemektir. Yukarıda
belirtildiği üzere bu makale, Türkiye’de Alevi kimliğinin Sünni İslamcı
hegemonya altında toplumsal dışlanmasının toplumsal ve siyasal sonuçlarını
inceleyerek, kimlik siyaseti ve toplumsal ayrışma süreçlerine katkıda bulunmayı
amaçlamaktadır.
Siyasal Alevilik kavramının, Türkiye’de toplumsal kimlik
gerilimleri ve mezhep temelli çatışmalar üzerindeki etkilerini anlamak
toplumsal barış ve eşit yurttaşlık talepleri için daha fazla ve çeşitli öneriler
sunulmasını sağlayabilir.
Siyasal Alevilik oldukça önemli ve fakat tartışmalı bir konudur.
Bu kavramın hem kuramsal ve hem de uygulamalı boyutlarıyla ele alınması daha
derin bir çözümleme için yararlı olacaktır. Kavramın gelişimini, kullanım
bağlamını ve içerdiği anlamları araştırarak bu yolda bir bilgi temeli oluşturulabilir.
Alevi kimliğinin siyasal Alevilik adı altında bir tür suç ya da kabahat
durumuna getirilmesi Türkiye’deki Sünni İslamcı hegemonya tarafından tehdit
olarak algılanmasının ve toplumsal dışlanmanın bir yansımasıdır.
Bu çalışmada, Alevi kimliğinin toplumsal ve siyasal düzeyde
dışlanmasının kimlik siyaseti ve mezhep temelli çatışmalar bağlamında nasıl ele
alındığı incelenecektir.
ARAŞTIRMA SORUSU
Bu araştırmanın yanıt aramaya çalıştığı araştırma sorusu “Türkiye’de
siyasal Alevilik kavramının içeriği ve kuramsal özellikleri nelerdir?” şeklinde
düzenlenmiştir.
YAZIN TARAMA
Siyasal Alevilik
kavramı üzerinde yapılan akademik çalışmalara bakıldığında ilginç bir görünüm
otaya çıkmaktadır. Kuramsal çerçeve
oluşturmak açısından Gramsci’nin Hegemonya Kuramı, Foucault’nun Güç ve
Bilgi Kuramı ve Toplumsal Yapılandırmacılık Kuramı gibi kavramlar ele alınmalıdır.
Bu kuramlar Alevi kimliğinin toplumsal ve siyasal düzeyde nasıl dışlandığını
anlamamıza yardımcı olacaktır.
Türkiye’de “siyasal Alevilik” kavramı, Alevi kimliğinin
Sünni İslamcı hegemonya tarafından nasıl dışlandığını açıklamak için yazında
geniş bir biçimde ele alınmıştır. Bu kavramın arka planında Gramsci’nin
Hegemonya Kuramı, Foucault’nun Güç ve Bilgi Kuramı ve Toplumsal
Yapılandırmacılık Kuramı gibi kuramsal çerçeveler bulunmaktadır.
Atatürk ve Mezhepler
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk
mezhepler ve kimlikler arasında eşitlik ve ayrımcılığa karşı duran bir yaklaşım
benimsemiştir. Atatürk’e göre, laiklik ve eşit yurttaşlık hakları herkes için
geçerli olmalıydı. Bu bağlamda, Alevi topluluklarının laiklik ve eşit
yurttaşlık talepleri, Sünni İslamcı hegemonya tarafından tehdit olarak
algılanmıştır. Atatürk’ün laiklik ve toplumsal barış konusundaki bu yaklaşımı,
Türkiye’de Alevi kimliğinin dışlanmasında anahtar bir referans noktasıdır.
Atatürk’ün laiklik ve eşit yurttaşlık anlayışına karşı çıkan
Sünni İslamcı ideolojik gruplar Alevi kimliğini toplumsal olarak dışlayıcı
stratejiler geliştirmiştir. Bu gruplar, Alevi kimliğini bir tehdit olarak
tanımlamış ve “siyasal Alevilik” kavramını Alevi topluluklarının laiklik ve
eşit yurttaşlık taleplerini bastırmak için kullanmışlardır. Türkiye’deki mezhepler arası gerilimler
Sünni İslamcı hegemonya tarafından toplumsal bölünmeleri derinleştiren ve
toplumsal barışı tehdit eden bir araç haline gelmiştir. Atatürk, Türkiye’de
mezhepler arasında eşitlik ve ayrımcılığa karşı durulması gerektiğine
inanıyordu. Atatürk, farklı mezheplerin birbirinden ayrılmasını toplumsal
huzursuzluk olarak değerlendirmiş ve toplumsal birlik ile laikliğin korunması
adına mezhepler arası eşitliği savunmuştur. Alevi topluluklarının Sünni
egemenlik altında dışlanmasına karşı çıkmış ve eşit yurttaşlık haklarını
savunmuştur. Atatürk’ün bu yaklaşımları, Alevi topluluklarının laiklik ve eşit
yurttaşlık taleplerinin Sünni İslamcı ideoloji tarafından tehdit olarak
görülmesiyle çelişir. Bugünlerde Suriye ve Libya’da ve geçmişte çeşitli İslam
ülkelerinde ve hatta İslam ülkeleri arasında görülen dinsel çatışmalar
Atatürk’ün yaklaşımının ne kadar haklı olduğunu göstermektedir.
Atatürk’ün laiklik
ve mezhep ayrımcılığına karşı olan görüşlerine karşı olan ideolojik gruplar
Cumhuriyet’in her döneminde var olmuştur.
Türkiye’de Sünni İslamcı ideoloji, Atatürk’ün laiklik ve
mezhepler arası eşitlik anlayışına karşı çıkarak Alevi kimliğini dışlayıcı
siyasal stratejiler geliştirmiştir. Bu ideolojik gruplar, Alevi kimliğini
tehdit olarak tanımlamış ve “siyasal Alevilik” kavramını, Alevi topluluklarının
laiklik ve eşit yurttaşlık taleplerini bastırmanın bir aracı olarak
kullanmışlardır. Türkiye’de mezhepler arası gerilimler, Sünni İslamcı hegemonya
tarafından toplumsal bölünmeleri derinleştirici bir strateji olarak görülmüş ve
bu ayrışmalar, toplumsal barışı tehdit eder hale gelmiştir.
Tanfer, M.V. (1999). “Atatürk’ün
Din ve Laiklik Anlayışı” adlı araştırmasında Tanfer şunları söylemektedir:
“Lâiklik terim olarak, din ile dünya işlerinin; özellikle de din ile devlet
işlerinin birbirinden ayrılması anlamını taşımaktadır. Atatürk'ün düşüncesinde,
lâikliğin daha geniş, kapsamlı ve kendine özgü bir anlamı vardır. Bu felsefeden
hareketle oluşturulan Türkiye Cumhuriyeti'ndeki lâikliğin, kişilerin vicdan ve
ibadet özgürlüğünü sağlaması gibi bir işlevinin yanı sıra, dini faaliyetleri
iman ve ibadete inhisar ettirmesi gibi bir yönü de vardır. İslâmiyet özü
itibariyle, dünya işlerini düzenlemek gibi bir misyona sahip olmakla birlikte;
şartlar değiştikçe kuralların da değişeceği kuralı, zamanla dikkate alınmaz
olunmuş; böylece, çağdaş dünyaya ayak uydurma konusunda İslamiyet’in getirdiği
şeriat kurallarını uygulayan toplumlarda önemli sıkıntılar yaşanmıştır.
Atatürk, tarihte çok örnekte görülen bu durumu algılayan bir lider olarak, Türk
toplumunun bu yanlış uygulamadan sıyrılıp kurtulmasını amaçlamıştır. Böylece,
Türkiye'de lâiklik ilkesi, dünyevi müesseseleri ve çalışmaları bilimin ve onun
eseri olan ileri teknolojinin verileri ışığında düzenlemek gibi bir görevi
üstlenmiştir. Atatürk'e göre din bir vicdan meselesi olduğundan, herkes
vicdanının emrettiklerine uymakta serbesttir. Hiç bir kimse hiç bir kimseyi ne
bir din ve ne de bir mezhep kabulüne zorlayamaz. Dinler ve mezhepler, çağdaş
Türkiye'de hiç bir zaman politikaya alet olarak kullanılamaz kuralı getirilmiştir.”
Yavuz, M. Hakan
(2011): M. Hakan Yavuz "İslami
Siyaset" adlı çalışmasında, Türkiye’de Sünni İslamcı hareketlerin,
Alevi topluluklara yönelik olarak laiklik ve eşit yurttaşlık taleplerini tehdit
olarak gördüklerini ve bu kimliği dışlamaya çalıştıklarını vurgulamıştır.
Yavuz, "siyasal Alevilik" kavramını, Sünni İslamcı ideolojinin
Alevileri dışlama ve tehdit olarak görme stratejisi olarak ele almaktadır.
Alevi kimliğinin, bu bağlamda siyasallaştırıldığını ve iktidar mücadelesinde
karşıt bir kimlik olarak konumlandırıldığını savunmaktadır.
Yılmaz, Hakan (2016): Avrupa Birliği tarafından desteklenen “Turkey:
Minorities, Othering and Discrimination, Citizenship Claims” adlı
belgesinde şunları yazmaktadır. “Alevilerin mevcut sorunları, ibadethanelerinin
(cemevi) tanınmaması, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından ayrılan bütçenin
yalnızca Sünnilik için kullanılması, ağırlıklı olarak Alevilerin yaşadığı
köylere cami inşa edilmesi, yalnızca İslam'ın Sünni mezhebinin 10 esasına
odaklanan zorunlu din dersleri ve Türk kimlik kartındaki din hanesi uygulamasıdır.
Bu son uygulama, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin düşünce, vicdan ve din
özgürlüğü hakkını kapsayan bir maddesini ihlal etmektedir.”
Foucault’nun Güç ve Bilgi Kuramı Bakış Açısından Görüşler:
Foucault’nun güç ve bilgi kuramından yola çıkarak, "siyasal Alevilik"
kavramını, iktidar mekanizmaları ve toplumsal kontroller bağlamında
değerlendirir. Ona göre, Alevi kimliğinin medyada ve iktidar söylemlerinde
“öteki” olarak vurgulanması toplumsal güç ve bilgi ilişkileri aracılığıyla
gerçekleşmiştir. Bu durum, Alevi kimliğinin toplumsal görünürlüğünü ve siyasal
temsilini sınırlamıştır.
Kimlik ve Siyasal Temsil Açısından İncelemeler: Kimi
araştırmalarda Alevi kimliğinin toplumsal eşitlik ve laiklik taleplerinin Sünni
İslamcılar tarafından nasıl tehdit algısıyla dışlandığı ve “siyasal Alevilik”
kavramının bu dışlamanın bir parçası haline geldiği ifade edilmektedir. Alevi
kimliğinin dışlanması, toplumsal ve siyasal temsilde yaşanan eşitsizliklerle
doğrudan ilişkilidir. Alevi kimliğinin tarihsel olarak nasıl dışlandığını ve
“siyasal Alevilik” kavramının, Alevilerin laiklik ve eşit yurttaşlık taleplerinin
Sünni egemenlik tarafından tehdit olarak algılanmasının bir sonucu olduğunu
vurgulanmaktadır.
Bu görüşler Siyasal
Alevilik kavramının hem Türkiye’de hem de uluslararası düzeyde
incelenmesini sağlayarak, Sünni-Alevi geriliminin neden politik bir araç olarak
kullanıldığını ve Alevi kimliğinin nasıl dışlandığını ortaya koymaktadır. Bu
çerçevede, Alevi kimliğinin siyasal ve toplumsal süreçlerde dışlanması iktidar
mücadelesi ve kimlik siyaseti bağlamında derinlemesine anlaşılabilir.
TANIM VE KAPSAM
Siyasal Alevilik, Aleviliğin bir inanç ve kültür kimliği
olmaktan öte, toplumsal ve siyasal süreçlerde temsil ve hak talebi odaklı bir
duruşa dönüşmesi olarak tanımlanabilir. Bu duruş, Alevi kimliğinin siyasal bir
araç veya söylem olarak kullanıldığı durumları da içerebilir. Bu kavram, Alevi
topluluğunun kolektif hakları, adalet talebi ve ayrımcılığa karşı mücadele
bağlamında da ortaya çıkabilir.
Bu kavramı kullananlar
arasında iktidar çevreleri, Alevi gruplar, muhalefet ve akademik çevreler
bulunmaktadır. İktidar çevreleri kavramı Alevi hareketlerini dışlamak ve
onları bir tür "siyasal proje" olarak göstermek amacıyla kullanmaktadır.
Kendilerini açıkça siyasal bir aktör olarak tanımlayan Alevi örgütlenmeleri bu
kavramı sahiplenerek hak mücadelesi için kullanmaktadır. Muhalefet ve akademik çevreler ise kavramı
eleştirel bir bağlamda inceleyerek Aleviliğin siyasal yönlerinin çözümlemesini
yapmaya çalışmaktadır.
Kavramın temel unsurları
arasında öncelikle kimlik siyaseti yer almaktadır. Bu yaklaşım Aleviliğin
dini-kültürel bir kimlikten siyasal bir kimliğe dönüşümü anlamına gelmektedir.
İkincisi bazı hak talepleridir.
Laiklik, eşit yurttaşlık ve ayrımcılığa karşı mücadele gibi temel taleplerin
siyasal bir çerçevede dile getirilmesi amacını gütmektedir. Üçüncü unsur ise
toplumsal kutuplaşma riskidir. Siyasal
söylemlerde Alevilik kimliğinin araçsallaştırılması toplumsal kutuplaşmayı
tetikleyebilecek bir unsur olarak değerlendirilmektedir.
Bu bağlamda siyasal
Alevilik tartışmalı bir kavram haline gelmektedir. Siyasal Alevilik,
Aleviliğin sadece bir inanç ve kültürel miras olarak görülmesini savunan
kesimler tarafından tepkiyle karşılanabilir. Diğer yandan, bu kavramı
kullananlar, Alevilerin siyasal süreçlerde görünür olmasının, eşit yurttaşlık
mücadelesi açısından gerekli olduğunu savunabilir.
Türkiye’de İslamcı sağ özellikle de iktidar partisinin
yandaşları ve sanal dünyadaki trolleri tarafından siyasal Alevilik kavramı
siyasal üstünlük sağlamak için kullanılmaktadır. Bu kesimin siyasal Alevilik
kavramını manipülatif bir şekilde kullanması, hem kavramın anlamını hem de
toplumsal etkisini doğrudan şekillendirmektedir. Türkiye'deki İslamcı sağ ve
onun çevresindeki medya/troller, “siyasal Alevilik” kavramını, Alevi
hareketlerini itibarsızlaştırmak ve onları bir tür dış mihrak projesi gibi
göstermek için kullanmaya çalışmaktadır. Söylemleri hem toplumsal kutuplaşmayı
artırma hem de Alevi taleplerini meşruiyet dışına itme stratejisi olarak
karşımıza çıkmaya başlamıştır. İktidar yanlısı toplumsal medya hesapları ve
medya organları "siyasal Alevilik" üzerinden Alevi topluluğunu
bölmeye veya suç haline dönüştürmeye yönelik bir propaganda yürütmektedir.
Siyasal Alevilik, çoğu zaman “devletin birliğine tehdit” olarak lanse edilerek
İslamcı sağın tabanını harekete geçiren bir araç haline gelmektedir. Bu yolda
algı oluşturulmak istenmektedir.
Bu açıklamalar
çerçevesinde siyasal Alevilik kavramını tanımlamak gerekmektedir. Siyasal
Alevilik, Alevilik kimliğinin inanç ve kültürel boyutlarından öte toplumsal ve
siyasal hak taleplerinin odağında bir hareket veya söylem haline gelmesi olarak
tanımlanabilir. Bu kavram, Alevi topluluğunun laiklik, eşit yurttaşlık,
ayrımcılıkla mücadele ve kamusal alanda görünürlük gibi temel taleplerini dile
getirdiği bir siyasal duruşu ifade eder. Ancak aynı zamanda, Türkiye’de İslamcı
sağ tarafından bu kimliğin manipülatif biçimde araçsallaştırılması ve
"devletin birliğine tehdit" şeklinde suç olarak tanımlanması amacıyla
da kullanılmaktadır. Siyasal Alevilik, kimlik siyaseti, toplumsal hak
mücadelesi ve iktidar odaklı propaganda arasındaki gerilimli bir alanda
şekillenmekte olup, hem bir toplumsal hak arayışı hem de bir kutuplaşma aracı
olarak farklı anlamlar taşımaktadır.
Siyasal Alevilik kavramı Aleviler tarafından gündeme
getirilmeye çalışılan bir kavram değildir. İktidar taraftarları bu kavramı
ortaya atarak siyasal üstünlük elde etmek istemektedir. Bu bağlamda tanım şu
şekilde yeniden belirlenebilir: Siyasal Alevilik, Alevilik kimliğinin inanç ve
kültürel boyutlarının ötesinde, siyasal süreçlerde görünürlük kazandığı veya
toplumsal hak taleplerinin odağı haline geldiği bir kavramdır. Ancak bu kavram,
esasen Alevi toplumu tarafından geliştirilmiş bir söylem olmaktan ziyade
Türkiye'deki İslamcı sağın ve medya organlarının, Alevi kimliğini
itibarsızlaştırmak ve toplumsal kutuplaşmayı derinleştirmek amacıyla ortaya
attığı bir araçtır. Bu bağlamda, siyasal Alevilik söylemi, Alevi topluluğunun
hak arayışlarını suç gibi göstererek bu olguyu bir “siyasal proje” olarak
göstermeye ve bu şekilde iktidar lehine siyasal üstünlük sağlamaya yönelik bir
stratejiye işaret etmektedir. Kavram, çoğunlukla manipülatif bir biçimde
kullanılarak toplumsal ve siyasal çatışmaların derinleşmesine hizmet
etmektedir.
TARİHSEL GELİŞMENİN ÇÖZÜMLENMESİ
Osmanlı Dönemi: Osmanlı'da Aleviler genellikle
“ötekileştirilmiş” bir topluluk olarak görülmüş ve Safevi [1]
etkisi nedeniyle “tehdit” olarak algılanmıştır. Bu durum, Alevilerin inançsal
kimliğinin siyasal bir risk unsuru olarak değerlendirilmesine yol açmıştır. Alevi
kimliği, daha o dönemde “devletin birliği” söylemi üzerinden siyasal bağlamda
şekillendirilmiştir.
Cumhuriyet Dönemi: Cumhuriyet’in laiklik
politikaları, Aleviler için görünüşte fırsat sunarken, Sünni İslam’ın devlet
eliyle yeniden güçlendirilmesi, Alevilerin sistem içinde dışlanmasına neden
olmuştur. Dersim İsyanı ve diğer Alevi karşıtı politikalar, bu topluluğun
siyasal sürece mesafeli yaklaşmasını ve kimlik siyasetini gündeme getirmesini
tetiklemiştir.
1980 Darbesi ve Sonrası: 1980 sonrası Türkiye’de
kimlik siyasetinin yükselişi, Alevi toplumunun siyasal ve kültürel kimliğini
daha fazla vurgulamasına yol açmıştır. Maraş Katliamı (1978) ve Sivas Katliamı
(1993), Alevilerin siyasal olarak örgütlenme ve hak taleplerini daha net bir
şekilde dile getirme sürecini hızlandırmıştır.
2000’ler ve AKP Dönemi: AKP’nin “muhafazakâr
demokrasi” söylemiyle iktidara gelmesi, Alevilere yönelik “açılım”
politikalarını gündeme getirmiş, ancak bu politikalar genellikle yüzeysel
kalmıştır. 2010’lardan itibaren, Alevi kimliği, özellikle iktidar tarafından
bir “siyasal tehdit” olarak konumlandırılmış, “siyasal Alevilik” gibi söylemler
bu dönemde daha sık kullanılmaya başlanmıştır.
Ara Değerlendirme
Alevilerin laiklik yanlısı olması sorunun temelini
oluşturmaktadır. Sorun kanımca burada düğümlenmektedir. İslamcı kökten dinciler
laiklik kavramından hoşlanmadıkları ve değiştirmek istedikleri için Alevileri
hasım görüyorlar. Alevilerin laiklik yanlısı tutumu, Türkiye'deki siyasal
kutuplaşmanın merkezinde yer alan bir unsur olarak dikkat çekmektedir. Aleviler,
Cumhuriyet’in laiklik ilkelerine ve Mustafa Kemal’e güçlü bir destek sunmuş, bu
ilkenin toplumsal ve siyasal hayatta korunmasının önemli savunucuları arasında
yer almıştır. Bu laiklik yanlısı duruş, Alevileri, İslamcı kökten dincilerin
hedefi haline getirmiştir. İslamcı kesimler siyasal, laikliği dini değerlerin
toplumsal etkisini zayıflatan bir tehdit olarak gördükleri için Alevileri ve
ideolojik bir hasım olarak konumlandırmışlardır. Türkiye’de İslamcı sağın laiklik
karşıtı tutumu, Alevilerle tarihsel bir gerilim yaratmıştır. Bu gerilim,
özellikle AKP dönemiyle birlikte daha belirgin hale gelmiş ve “siyasal
Alevilik” söylemi bu bağlamda araçsallaştırılmıştır. İslamcı sağ, Alevilerin
laiklik yanlısı kimliğini, kendi otoriter ve dini temelli söylemleri için bir
engel olarak görmektedir. Bu nedenle, Alevilere yönelik ötekileştirici
söylemler ve politikalar geliştirilmiştir.
Sünnilerle Aleviler arasında sıklıkla dile getirilmeyen üstü
kapalı bir düşmanlık vardır. Diğer Sünni ülkelerde bu düşmanlık “Sünni-Şii”
ayrımı olarak ortaya çıkmaktadır. Türkiye'deki Sünni-Alevi gerilimi ile bazı
İslam ülkelerinde Sünni-Şii ayrımını karşılaştırmalı bir şekilde ele alarak,
hem benzerlikleri hem de farklılıkları daha derinlemesine çözümlemek
gerecektedir.
Sünni-Alevi düşmanlığının en trajik örneği Suriye’de
yaşanmıştır. Esad ailesi zamanında Alevilerin Sünni Suriye vatandaşları
üzerinde uyguladıkları insanlık onuruna yakışmayan baskı ile Esad devrildikten
sonra ortaya çıkan Alevilerine üzerinde uygulanan Sünni baskısı incelenmeye
çalışılan durumu açıklıkla ortaya koymaktadır. Kökten dinci Boko Haram, el
Kaide ve Taliban gibi örgütlerin Şii ve Alevilere karşı giriştiği uygulamalar
da son derecede önemlidir. Sünni-Şii düşmanlığı için en iyi örnek ise Şii İran ile
Sünni Körfez ülkeleri arasında yaşanmakta olan şiddetli gerginliklerdir.
Türkiye’deki Alevilik, Şiilikten farklı bir teolojik temele
dayansa da, Aleviler tarih boyunca Sünni çoğunluk tarafından “ötekileştirilen”
bir grup olmuştur. Bu ayrım, Osmanlı’nın Safevi-Osmanlı rekabetinden itibaren siyasal
bir anlam kazanmış ve modern Türkiye'de de laiklik, mezhep kimliği ve toplumsal
eşitlik gibi sorunlarla derinleşmiştir. Alevilerin laiklik yanlısı ve modernist
duruşları, Sünni muhafazakâr çevreler tarafından dini bir sapma ya da tehdit
olarak görülmüştür.
Bazı İslam ülkelerinde Sünni-Şii ayrımı, genellikle dini
farklılıkların ötesinde siyasal ve jeopolitik dinamikler tarafından
belirlenmiştir. Örneğin, Suudi Arabistan ve İran gibi ülkeler arasındaki
bölgesel rekabet, bu mezhepsel ayrımı daha da keskinleştirmiştir. Şii
toplulukların azınlık statüsü (örneğin Suudi Arabistan ve Bahreyn gibi
ülkelerde) onların hak taleplerini artırmış ve bu talepler sıklıkla siyasal bir
tehdit olarak algılanmıştır.
Hem Sünni-Alevi hem de Sünni-Şii ayrımları, kimlik siyasetinin
yoğun olduğu dönemlerde toplumsal kutuplaşma ve çatışmayı körüklemek için
araçsallaştırılmıştır. Her iki durumda da laiklik karşıtı ya da otoriter
yönetimlerin bu ayrımları, kendi siyasal hegemonyalarını güçlendirmek için
kullandıkları görülmektedir.
İki kavram arasındaki temel farklılıklar
ise aşağıda özetlenmiştir. Alevilik,
İslam'ın mistik [2]
(gizemsel) ve senkretik [3] bir
yorumu olarak Şiilikten daha farklı bir yolda gelişmiştir. Şii topluluklar,
tarihsel olarak daha merkezi bir dini otoriteye sahiptir. Öte yandan
Türkiye’deki Sünni-Alevi ayrımı, iç siyasal dinamiklerden beslenirken, İslam dünyasındaki
Sünni-Şii ayrımı bölgesel rekabet ve uluslararası müdahalelerle
şekillenmektedir.
Türkiye’de Sünni-Alevi gerilimi ile kimlik ve mezhep ayrımı Aleviliğin Osmanlı döneminde Sünni İslam’ın
bir uzantısı olarak değil, Safevi etkileri taşıyan farklı bir İslam yorumu
olarak görülmesiyle başlamıştır. Bu durum, Osmanlı döneminde Alevi
toplulukların dışlanmasıyla devam etmiştir.
Cumhuriyet dönemiyle birlikte Alevi topluluklar, laiklik ve
eşit yurttaşlık talepleriyle öne çıkmıştır. Ancak bu talepler, Sünni çoğunluk
tarafından, dinin kamu hayatından uzaklaştırılmasına yönelik bir tehdit olarak
algılanmıştır. Türkiye’deki Sünni-Alevi gerilimi, zaman zaman devlet
politikalarıyla da şekillenmiştir. Alevilerin devlet kurumlarına erişimlerinde
maruz kaldığı ayrımcılık, Aleviliği bir kimlik mücadelesine dönüştürmüştür.
Alevi topluluklarının laiklik yanlısı ve çoğu zaman Sünni İslamcı siyasal
hareketlere karşı duruşu, özellikle AKP döneminde Sünni İslamcı siyasetçiler
tarafından tehdit olarak algılanmış ve bu durum “siyasal Alevilik” söylemi
üzerinden araçsallaştırılmıştır.
İslam dünyasında ise Sünni-Şii gerilimi, İslam’ın ilk
dönemlerinden itibaren ortaya çıkan ve merkezi halifelik mücadelesiyle
şekillenen bir çatışma dinamiğidir. Halifelik makamı, Şiilikte Ehl-i Beyt’in [4]
meşruluğunu savunurken, Sünnilikte Ebu Bekir’in halifeliği meşru kabul
edilmiştir. Suudi Arabistan ve İran arasındaki bölgesel hegemonya mücadelesi,
Sünni-Şii ayrımını daha da derinleştirmiştir. İran’ın Şii nüfuzunu genişletme
çabası, Suudi Arabistan’ı ve diğer Sünni ülkeleri Şii etkisine karşı savunma
refleksiyle hareket etmeye itmiştir. İslam dünyasında Şii azınlıkların Sünni
egemenliğine karşı hak talepleri, genellikle otoriter yönetimler tarafından
tehdit olarak görülmüştür. Bu tür rejimler, Şii toplulukların hak taleplerini
ya bastırmış ya da dini kimliklerini önemsizleştirerek dışlamıştır. Sünni-Şii
gerilimi, yalnızca mezhepsel değil, aynı zamanda uluslararası müdahaleler ve
bölgesel güç mücadelesiyle daha da karmaşık hale gelmiştir. İran’ın bölgedeki
Şii nüfuzu ve Suudi Arabistan’ın bu nüfuza karşı Sünni blok oluşturma çabası bu
gerilimi körüklemiştir.
Türkiye’de Sünni-Alevi ayrımı, kimlik mücadelesine ve
toplumsal örgütlenmelere dayalı bir iç dinamiğe sahiptir. Sünni-Şii ayrımı ise
hem toplumsal hem de bölgesel güç dinamikleriyle şekillenmiştir. Türkiye’de
devletin laiklik politikaları, Alevilerin dışlanmasına yol açarken Sünni
yönetimlerin Şii topluluklara yönelik baskıları daha geniş bir mezhepsel
hegemonya mücadelesi çerçevesinde ele alınmıştır. Sünni-Şii ayrımı, İslam
dünyasında uluslararası güçlerin de müdahalesiyle daha karmaşık hale gelirken,
Türkiye’deki Sünni-Alevi gerilimi daha çok yerel ve toplumsal dinamikler
üzerinden şekillenmiştir. Hem Türkiye’deki Sünni-Alevi ayrımı hem de Sünni-Şii
gerilimi, mezhepsel kimliklerin siyasal hegemonya mücadelesinin bir
yansımasıdır. Alevi toplulukların laiklik yanlısı duruşları, hem Türkiye’de hem
de İslam dünyasında bu toplulukların mezhepsel kimliklerini siyasal bir tehdit
olarak görmelerine yol açmıştır.
ALEVİLERİN TALEPLERİ
Siyasal Aleviliği anlamak için Alevilerin öne sürdükleri
talepler şunlardır: Cemevleri Alevilerin ibadethanesidir ve statüsü ibadethane
olarak kabul edilmelidir. Okullarda okutulan “Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi”
dersi Sünni İslâm dersleridir ve Alevi çocuklarını Sünnileştirmektedir. Alevi
çocukları muaf tutulmalıdır. Pir Sultan Abdal anma etkinliğine katılan 33
canımızın katledildiği Sivas Madımak Oteli “ibret müzesi” ne dönüştürülmeli,
katliamı teşhir eden, lanetleyen görseller yer almalıdır. Birçoğu devletin
elinde veya başka kimselerce işgal altında bulunan, başta Hacı Bektaş Dergâhı
olmak üzere, tüm Alevi inanç merkezleri, dergâhları Alevilere iade edilmelidir.
Alevilere yönelik her türlü ayrımcı tutumlar ortadan kaldırılmalı, ayrımcılık
yapanlara karşı caydırıcı yaptırımlar oluşturulmalıdır. Devletin resmi dini
kurumu olarak görev yapan ve Sünni İslâm inancını devleti yönetenlerin
hegemonyasına sokan ve Sünnilik dışındaki tüm inançlara karşı sistemli bir
asimilasyon politikası yürüten Diyanet İşleri Başkanlığı kapatılmalıdır. Alevilere
yönelik her türlü asimilasyon politikalarına son verilmeli, bu bağlamda
yürütülen Alevi köylerine cami yapma politikası derhal ve ilelebet
durdurulmalıdır.” [5]
Aleviliğe karşı Sünni söylemi ise Cumhurbaşkanı’nın yaptığı
şu değerlendirmede yer almaktadır: "Din
değil. İslam içinde bir kurum olarak görünüyor. Net bir tanımı yok. Biz
geçmişte Ali'yi çok sevenler olarak görürdük ama bunların Hazreti Ali ile yaşam
tarzı olarak alakaları yok. Alevilik, Ali’yi sevmekse ben dört dörtlük
Aleviyim.” [6]
Alevilik konusunda
yoğun çalışmaları olan Yasin Aktay ise bir yazısında şunları söylemektedir: “AİHM’nin
Avusturya Alevi Birlikleri Federasyonu’nun (AABF) Avusturya hükümeti aleyhine
açmış olduğu bir davada Aleviliği ayrı bir inanç olarak tanımış olması tam da
böyle bir müdahaledir. AABF nezdinde bütün Alevilerin Müslüman olmadığına
karar vermesi haddini aşan ve herşeyden önce Alevilerin kahir ekseriyetinin
asla kabul edemeyeceği bir karardır. Alevileri tanımlayan, onların
İslam’la ilişkilerinin mahiyetine karar veren bu kararla birlikte bütün
Alevilerin kendilik tanımlarına ciddi bir müdahale yapılmış oluyor.” [7]
SİYASAL ALEVİLİĞİN KAVRAMSAL ÇERÇEVESİ
Siyasal Alevilik, Alevi kimliğinin toplumsal ve siyasal
alanda görünürlük kazanma mücadelesiyle şekillenen bir süreçtir. Ancak bu
kavram, özellikle Türkiye’de, Alevi toplulukların öz kaynaklı bir siyasal
hareketi değil, aksine İslamcı sağın Alevi topluluğunu hedef alan bir
stratejidir. Alevilerin laiklik yanlısı duruşları, İslamcı sağ tarafından
tehdit olarak algılanmış ve bu durum “siyasal Alevilik” söylemiyle
araçsallaştırılmıştır.
Siyasal Alevilik, iktidarın Alevileri kendi otoriter siyasal
projelerine karşı bir tehdit olarak görmesi ve bu tehdit algısını manipüle
etmek amacıyla kullandığı bir propaganda aracıdır. Alevi topluluklarının hak
talepleri, kamusal alanda görünürlük kazanmaları ve laiklik yanlısı duruşları
Sünni İslamcı siyasal hareketler tarafından bölücü ve tehdit edici bir dil ile
suç haline getirilmiştir. Bu dil, Alevi topluluklarının farklılıklarının değil,
ortak paydalardan uzaklaştırılmalarını ve toplumun tamamının gözünde düşmanlaştırılmalarını
amaçlamaktadır.
Siyasal Alevilik, Türkiye’de Alevi topluluğunun hem Sünni
çoğunlukla hem de iktidar ile olan gerilimli ilişkisini ifade eden bir
kavramdır. Bu gerilim, hem kimlik hem de hak mücadelesi ekseninde, Alevi
topluluklarının laiklik ve eşit yurttaşlık talepleriyle Sünni İslamcı siyaset
arasında bir hegemonya mücadelesine dönüşmüştür. Aleviler, laiklik savunuculuğu
ve Sünni çoğunluk ile kurdukları eşit yurttaşlık talepleri bağlamında, İslamcı
sağ tarafından dışlanmış ve tehdit olarak görülmüştür.
Siyasal Alevilik, Alevi kimliğinin kamusal alanda görünür
olma çabası ile toplumsal eşitlik talebi arasındaki gerilimden beslenen bir
kavramdır. Aleviler, kendi kimlikleriyle toplumsal alanda daha fazla görünür
olmaya çalışırken, Sünni egemenliğin hâkim olduğu toplumda bu kimlik
ayrışmaları politikleşmiş ve “siyasal Alevilik” olarak tanımlanmıştır. Bu
kavram, Alevi toplulukların toplumsal alandaki görünürlüğü ve hak taleplerinin,
Sünni egemenlik tarafından tehdit olarak algılanmasının yansımasıdır.
KURAMSAL TARTIŞMA
Araştırma sorusu
olan “Türkiye’de siyasal Alevilik kavramının içeriği ve kuramsal özellikleri
nelerdir?” sorusuna anlamlı bir açıklık getirmek bakımından bugüne kadar
geliştirilmiş olan kim siyaset bilimi kuramları son derecede yararlı olacaktır.
Gramsci’nin Hegemonya
(Theory of Hegemony) Kuramı
İtalyan Marksist düşünür Antonio Gramsci tarafından
geliştirilen bu kavram Siyasal Aleviliğin anlaşılması bakımından önem
taşımaktadır. Gramsci'ye göre hegemonya (“rıza yoluyla üstünlük”) temel bir
sınıfın, ortak bir dünya görüşü veya “organik ideoloji” ile sağlamlaştırılmış
bir hegemonik sistem içinde siyasi, entelektüel ve ahlaki bir liderlik rolü
üstlendiği bir durumdur. Antonio Gramsci’ye göre, toplumsal yapılar içinde
belirli sınıflar, ideolojik hegemonyayı sağlamak ve egemen kimlikleri dayatmak
için mücadele ederler. Türkiye’de Sünni İslamcı ideoloji, Alevi toplulukların
laiklik ve eşit yurttaşlık taleplerini tehdit olarak görerek, bu kimliği
dışlamıştır. Alevi kimliğinin dışlanması, hegemonik bir çatışma içinde, Sünni
İslamcı iktidarın egemenliğini pekiştirme çabası olarak değerlendirilebilir. Gramsci’nin
Hegemonya Kuramı, Alevi
topluluklarının laiklik ve eşit yurttaşlık taleplerinin Sünni çoğunluk
tarafından nasıl dışlandığını ve tehdit olarak algılandığını açıklar. Bu kuram
esas alınırsa Alevi kimliği, Sünni İslamcı hegemonya altında dışlanmıştır ve
siyasal ayrışmalara yol açan bir tehdit olarak görülmüştür. Sünni İslamcı
hareketler, Alevi kimliğini “siyasal Alevilik” kavramıyla bir çeşit suç haline
getirerek toplumsal kutuplaşmayı derinleştirmiştir. Gramsci'ye
göre hegemonya oluşturmak toplumsal yaşam içerisinde birinin kendi
görüşünü bir bütün olarak toplum içerisinde tamamıyla yayarak ve bunun
sonucunda kendi çıkarları ile toplum çıkarlarını büyük ölçüde eşitleyerek,
ahlaki ve siyasal açıdan bir liderlik kurması demektir. Gramsci’ye göre,
hegemonya, belirli toplumsal grupların ideolojik olarak toplumsal yapıyı
kontrol etme ve kendi kimliklerini egemen kılma çabasıdır. Türkiye’de Sünni
İslamcılar Sünni kimliği hegemonik olarak kabul etmiş ve Alevi kimliğini
dışlayan bir toplumsal yapıyı oluşturmuştur. Alevi kimliği, Sünni İslamcı
hegemonya altında, seküler ve laik talepleriyle tehdit olarak algılanmış ve bu
yüzden “siyasal Alevilik” kavramıyla suç gibi gösterilmiştir. Gramsci, egemen
ideolojinin toplumsal kimliklerin inşasında önemli olduğunu söyler.
Türkiye’deki Alevi kimliği, bu egemen ideoloji tarafından toplumsal alanda
temsil edilmemiştir. Alevi topluluklarının laiklik talepleri, Sünni egemenlik
tarafından tehdit olarak görülerek dışlanmış ve “siyasal Alevilik” söylemiyle
toplumsal gerilimler derinleştirilmiştir. Gramsci’nin hegemonya kuramı, kimlik
siyaseti ile hegemonik güçler arasındaki ilişkiyi ele alır. Gramsci, kapitalist
toplumlarda devletin ve hükmeden kapitalist sınıfın (burjuvazinin) zenginlik ve
gücü korumak için kültürel kurumları nasıl kullandığını açıklayan kültürel
hegemonya kuramıyla tanınır. Hegemonik gruplar, kendi kimliklerini toplumsal
yapıda egemen kılmak için ötekilerini dışlar ve ötekileştirir. Türkiye’deki
Sünni-Alevi gerilimi, Sünni egemenliğin hegemonyasına karşı Alevilerin mücadele
ettiği bir kimlik siyaseti bağlamında değerlendirilebilir. Sünni İslamcı
siyasetçiler, Alevi kimliklerini tehdit olarak görerek, bu kimlikleri dışlayıcı
bir söylemle “siyasal Alevilik” üzerinden suç haline dönüştürülmüş ve Alevi
toplulukları dışlamıştır.
Sömürgecilik Sonrası [8] (Postcolonial) Kuram
Siyasal Aleviliğin ne olduğunun anlaşılması acısından
yardımcı olabilecek bir başka kuram da “Sömürgecilik Sonrası” ilişkileri esas
alan düşünce biçimidir. Bu kuram Türkiye’de Alevi toplulukların dışlanmasını devlet
ve Sünni egemenlik arasındaki ilişkilerle anlamaya yardımcı olur. Kuram Alevi
kimliğinin tarihsel olarak dışlanmasını, modern Türkiye’de seküler devletin
kurumsal yapıları tarafından Sünni İslamcıların baskılanmasıyla ilişkilendirir.
“Siyasal Alevilik” kavramı, bu kuramda, Sünni egemenliğin sömürgecilik sonrası
bir uzantısı olarak değerlendirilebilir. Çünkü Aleviler laiklik ve eşit
yurttaşlık mücadelesinde bir “sömürge” gibi dışlanmıştır. Sömürgecilik
sonrası (postcolonial) kuram, modern
kimliklerin, söylemlerin ve güç ilişkilerinin tarihsel olarak sömürgecilik
süreçleri tarafından nasıl şekillendiğini inceler. Siyasal Alevilik kavramıyla
ilişkisi bu çerçevede değerlendirilebilir. Sömürgecilik sonrası kuram,
kimliklerin çoğunlukla iktidar ilişkileri içinde oluşturulduğunu ve
"öteki" kavramı üzerinden şekillendiğini savunur. Türkiye bağlamında,
Alevilik tarih boyunca devletin resmi söyleminde bir "öteki" olarak
konumlandırılmıştır. Siyasal Alevilik kavramı da bu ötekileştirme
mekanizmasının bir uzantısıdır. Kavram, Alevilerin kendi kimliklerini
tanımlamasından çok, iktidar tarafından bir siyasal araç olarak
kullanılmaktadır. Sömürgecilik sonrası düşünürler, örneğin, Edward Said’in
"Oryantalizm" kavramı [9]
hegemonik güçlerin kültürel, politik ve ideolojik araçlarla kimlikleri manipüle
ettiğini vurgular. Siyasal Alevilik kavramı, Türkiye’deki iktidar bloğunun
(özellikle İslamcı sağın) Aleviliği bir siyasal tehdit olarak sunarak kendi
tabanını bütünleştirme çabasıyla ilişkilendirilebilir. Bu durum, sömürgecilik
sonrası kuramın hegemonya çözümlemeleriyle uyumludur. Sömürgecilik sonrası
kuram, kültürel sömürgeciliği ve yerel kültürlerin hegemonik güçler tarafından
nasıl baskılandığını ya da yeniden tanımlandığını çözümler. Türkiye’deki
Aleviler, hem Osmanlı döneminde hem de Cumhuriyet döneminde asimilasyon
baskısına maruz kalmıştır. Siyasal Alevilik söylemi, Aleviliği kendi özünden
kopararak bir "tehdit" veya "araç" olarak çerçevelemekte,
bu da sömürgecilik sonrası kuramın eleştirdiği kültürel yeniden tanımlama
süreçlerini çağrıştırmaktadır. Sömürgecilik sonrası kuram, sömürgeleştirilen
halkların kendi kimliklerini savunma ve yeniden tanımlama mücadelesini
vurgular. Siyasal Alevilik kavramının Aleviler tarafından değil, iktidar
tarafından tanımlanması, Alevilerin kendi kimliklerini savunma çabalarını daha
da kritik hale getirir. Bu bağlamda, Aleviler toplumsal eşitlik ve hak
mücadelesiyle sömürgecilik sonrası direniş dinamiklerini yansıtabilir.
Sömürgecilik sonrası kuram, sadece etnik ya da dini kimliklere değil, sınıf
ilişkilerine de odaklanır. Alevilerin tarihsel olarak Türkiye’de daha düşük
ekonomik ve toplumsal statülere sıkıştırıldığı düşünüldüğünde, siyasal Alevilik
söyleminin sınıfsal yönü de sömürgecilik sonrası analiz çerçevesinde
değerlendirilebilir. Sömürgecilik sonrası kuram, siyasal Alevilik kavramını çözümlerken
bu kavramın iktidar-muhalefet ilişkileri içindeki işlevini, ötekileştirme uygulamalarını
ve hegemonik söylemleri anlamak için güçlü bir araç sunar. Aynı zamanda,
Alevilerin bu hegemonik söyleme karşı kimlik ve direniş politikaları
geliştirmesi de sömürgecilik sonrası direniş kuramlarıyla ilişkilendirilebilir.
Bu bağlantılar, Türkiye’nin Alevi-Sünni dinamiklerini ve genel siyasal yapısını
daha geniş bir çerçevede anlamaya yardımcı olabilir.
Yeni Sınıf Kuramı (New Class)
Araştırma sorusu açısından önemli başka kuram da Yeni Sınıf
Kuramı’dır. Türkiye’de Sünni-Alevi gerilimi yerel ve bölgesel siyasal aktörler
arasında ekonomik ve toplumsal kaynaklara erişim ve paylaşım mücadelesini
vurgulayan “Yeni Sınıf” kuramıyla da
açıklanabilir. Alevi toplulukları, kendi hak talepleri ve laiklik
savunuculukları nedeniyle ekonomik ve siyasal fırsat eşitsizlikleriyle karşı
karşıya bırakılmıştır. “Siyasal Alevilik” kavramı, Yeni Sınıf kuramı açısından,
Alevilerin hem toplumsal statü hem de ekonomik kaynaklara erişim mücadelesini
içerir. Yeni sınıf kuramı endüstri devrimi sonrası (post-endüstriyel)
toplumlarda yeni toplumsal gruplar kuramı olarak 1970'lerde yükselişe geçti.
Toplumsal ve siyasal bilimciler, yeni sınıf gruplarının, siyasal ve toplumsal
hedeflere ulaşma sürecinde post-materyalist yönelimler tarafından nasıl
şekillendiğini fark ettiler. Kavram ilk önce Milowan Djilas tarafından komünist
sistemlerdeki yapısal değişimi açıklamak için kullanılmıştır. “Geleneksel Sınıf”
kuramına göre ise kapitalist demokrasilerde siyaset, demokratik bir sınıf
mücadelesini oluşturuyordu. Bu temanın klasik ifadesi Seymour Martin Lipset'ten
gelmiştir. Lipset, gelişmiş demokrasilerdeki partilerin genellikle sınıf
çatışması fikrinden vazgeçmiş olmalarına rağmen, politika söylemleri ve destek
tabanlarının farklı sınıf aidiyetlerini yansıttığını belirtmiştir. Aleviler bu
bağlamda yeni bir siyasal sınıf olarak ortaya çıkmaktadır. Yeni Sınıf kuramı toplumsal gruplar arasında kaynaklara erişimdeki
eşitsizlikleri ve bunların siyasal süreçlerde nasıl ayrışmalara yol açtığını
vurgular. Türkiye’deki Alevi toplulukları, ekonomik ve siyasal hak talepleriyle
Sünni İslamcı egemenliğin baskısı altında kalmıştır.
Foucault’nun Güç ve Bilgi (Power and Knowledge) Kuramı
Siyasal Aleviliğin kavramsal ilkelerini araştırma sorusu
olarak ortaya koyan bu çalışmada Foucault’un Güç ve Bilgi Kuramı önem taşımaktadır.
Michel Foucault’a göre, bilgi ve güç ilişkileri toplumsal kimliklerin
yapılandırılmasında ve kontrol edilmesinde temel bir rol oynar. Türkiye’de
Alevi kimliği, medyada ve iktidar söylemlerinde “siyasal Alevilik” kavramıyla
suç haline getirilmiştir. Bu süreç, güç ve bilgi ilişkileri üzerinden Alevi
kimliğinin toplumsal kontrol altına alınmasını ve dışlanmasını açıklar. Foucault’nun
güç ve bilgi kuramı “siyasal
Alevilik” kavramının nasıl devlet ve ideolojik araçlarla şekillendirildiğini
açıklamaya yardımcı olur. Bu kuram, Alevi topluluklarının “öteki” olarak
konumlandırılmasının, devletin ideolojik ve pratik araçları (medya, eğitim,
propaganda) tarafından nasıl yeniden üretildiğini ve normalleştirildiğini
gösterir. Sünni İslamcı siyasetçiler, Alevi kimliğini tehdit olarak
tanımlayarak, toplumsal bilgiyi bu bağlamda yeniden üretmiş ve “siyasal Alevilik”
söylemini güçlendirmiştir. Foucault’nun
düşüncesinde klasik öğretiler ve söylem iktidar merkezli bir bilgi felsefesine
dönüşmüştür. Çünkü artık tek gerçek, tek bilim ve tek düzen yerine iktidarın
merkez kavram olduğu çok boyutlu bir söylem düzeyinde gerçeklik vardır. Bilgi
ve gerçek ile iktidarın ilişkisi, söylemler arasındaki iktidar etkileri bu yeni
epistemolojik/ontolojik tarzın ve Foucault’nun arkeolojik ve soy bilimsel
yönteminin ana hatlarını oluşturur. Foucault’nun kuramı, bilgi ve güç
arasındaki ilişkiyi ele alır. Güç, bilginin nasıl üretildiği ve toplumda
belirli kimliklerin nasıl oluşturulduğu üzerinde etkilidir. Alevi kimliği,
Sünni İslamcı siyasetçiler ve medyanın dilinde “siyasal Alevilik” kavramıyla
yeniden üretilmiş ve bu kimlik bir anlamda suç ya da kabahat gibi gösterilmeye
başlanmıştır. Alevi topluluklarının talepleri, medya ve iktidar tarafından
“tehdit” olarak sunulmuş ve böylece Alevi kimliği toplumsal yapıda daha da
dışlanmıştır. Alevi kimliğinin suç haline getirilmesi, devlet ve iktidar
ideolojisi tarafından oluşturulan toplumsal kontrollerle ilişkilidir. Sünni
egemenlik, Alevi kimliğini tehdit olarak tanımlayarak, toplumsal kontrol
mekanizmaları ve ideolojik araçlarla dışlayıcı ve ötekileştirici bir söylemi
güçlendirmiştir. Türkiye’de Alevi topluluklarının laiklik ve eşit yurttaşlık
talepleri, Sünni İslamcı siyasal hegemonya ile ekonomik fırsat eşitsizliği
bağlamında da değerlendirilmelidir. Alevi kimliği, toplumsal ve siyasal alanda
ekonomik ve siyasal olarak dışlanmış ve bu gruplar, hem kimlikleri hem de
laiklik talepleri nedeniyle ekonomik ve siyasal fırsatlardan
uzaklaştırılmıştır.
Toplumsal Yapılandırmacılık (Social Construction) Kuramı
Bu kuram sadece kimliklerin değil fakat tüm toplumsal
değerlerin yine toplumlar ve bireyler tarafından değiştirildiğini belirtir ve
değerlerin zaman içinde evrilerek ve değişime uğrayarak yeni içerikler ve
şekiller kazandığını vurgular. Örneğin ABD’de toplumsal değer yargılarının
“negro”dan “black”e, “afro-Amerikan”a ve sonunda “eşit yurttaş” kavramına
evrilmesinde görülen değişim bu konuda verilecek ilgin bir öğrenektir. Bu kuram
siyasal ve toplumsal değerlerin toplumsal bağlamda nasıl oluşturulduğunu ve bu
kimliklerin nasıl şekillendirildiğini ele alan kuramdır. Siyasal Alevilik bu
anlamda bir evrilmeyi ifade etmektedir. Alevi kimliği, Sünni İslamcı egemenlik
altında, devlet ve toplum tarafından “tehdit” olarak gösterilmek istenmiştir. Bu
yeni bir değer yaratmak anlamına gelmektedir. Bu kuram, kimliklerin toplumsal
bağlamda nasıl yeniden yapılandırıldığını ve bu kimliklerin dışlanma
süreçlerini açıklar. “Toplumsal Yapılandırmacılık” kuramı Türkiye’de
“siyasal Alevilik” kavramının yeni toplumsal değerler oluşturma süreçleriyle
ilişkisini anlamada önemli bir bakış açısı sunar. Bu kuramsal çerçevede Alevi
kimliğinin toplumsal ve siyasal bağlamda nasıl oluşturulduğu ve değiştirildiği
ve bu kimliğin Sünni egemenlik tarafından nasıl şekillendirildiği tartışılır. “Siyasal
Alevilik” kavramı, toplumsal yapılandırmacılık bakış açısıyla toplumsal gruplar
arasındaki ayrışmanın nasıl yapıldığını, değerlerin nasıl
oluşturulduğunu/değiştirildiğini ve kimlik siyaseti çerçevesinde bu grupların
nasıl konumlandırıldığını vurgular. Toplumsal Yapılandırmacılık kuramı,
kimliklerin zaman içinde toplumsal olarak nasıl yapılandırıldığını ve bu
yapıların belirli bağlamlarda nasıl oluşturulduğunu edildiğini ele alır.
Türkiye’de Alevi kimliği, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan süreçte Sünni İslamcı
normlar üzerinden yapılandırılmıştır. Alevi toplulukları, kendi kimliklerine
dayalı laiklik ve eşit yurttaşlık talepleriyle, Sünni İslamcı hegemonyanın tehdit
algısıyla karşı karşıya kalmışlardır.
Toplumsal Kimlik (Social
Identity Theory) Kuramı
Kanımca Siyasal Aleviliğin açıklanmasında en fazla yarar
sağlayacak düşünme biçimlerinin başında kimlik kavramı gelmektedir. Kimlik kuramı
bireylerin veya toplulukların kimliklerinin toplumsal ve siyasal mücadeleler
üzerinden şekillendirilmesi ve kimliklerin dışlanması üzerine odaklanır.
Türkiye’de Sünni İslamcı ideolojinin Alevi kimliğini dışlaması, kimlik siyaseti
bağlamında toplumsal ayrışmalara yol açmıştır. Alevi kimliği, laiklik ve eşit
yurttaşlık talepleriyle Sünni egemenlik tarafından tehdit olarak görülmüş ve bu
kimlik siyaseti aracılığıyla dışlamıştır. Bu bağlamda konumuzla ilgili önemli bir
kuram da Kimlik Kuramı’dır. Kimlik kuramı
ve siyaseti genellikle siyasal iktidarın toplumsal gruplar üzerindeki denetimiyle
ilişkilidir. Kimlik kuramı, bireylerin toplumsal rollerine, gruplarına
ve kişisel özelliklerine dayanarak nasıl bir kimlik geliştirdiğini ve bu
kimliklerin davranışlarını nasıl şekillendirdiğini inceleyen bir toplumsal
psikoloji ve sosyoloji kuramıdır. Bu kuram, bireyin toplumsal bağlamda kendini
nasıl tanımladığını ve toplumsal etkileşimlerde kimliklerin nasıl devreye
girdiğini anlamaya çalışır. İktidar, kendi kimlik normlarını toplumsal yapıya
dayatır ve bu kimlikler dışındaki grupları “öteki” ilan ederek, onları
toplumsal dışlanma ve şiddetle karşı karşıya bırakır. Türkiye’de Alevi
kimliğinin laiklik ve eşit yurttaşlık talepleri, Sünni İslamcı iktidar
tarafından tehdit olarak algılanmış ve bu kimlik üzerinden “siyasal Alevilik”
kavramı oluşturularak, Aleviler toplumsal ve siyasal alandan dışlanmaya
çalışılmıştır. Kimlik, bireylerin ve toplulukların, toplumsal kimliklerine
dayalı olarak toplumsal yapıda belirli hak ve konumlar talep ettikleri bir
araçtır. Kimlik siyaseti, özellikle kimliğin dışlandığı, değersizleştirildiği
veya tehdit olarak algılandığı durumlarda, toplumsal çatışmaları körüklemektedir.
Türkiye’de Alevi kimliği, Sünni İslamcı egemenlik altında kamusal alanda dışlanmıştır.
Laiklik yanlısı duruşları ve toplumsal eşitlik talepleri, Sünni egemenliğin
Sünni İslamcı hegemonya kurduğu bir alanda tehdit olarak görülmüştür. Bu durum,
Alevi kimliğinin toplumsal alanda görünmez olmasına ve Sünni İslamcı
söylemlerle karşıtlaştırılmasına neden olmuştur. Alevi kimliği, Türkiye’de
Sünni çoğunluk tarafından, belirli kimlik normlarına uymadığı için
dışlanmıştır. Kimlik siyasetinin temel dinamiği, Sünni İslamcı siyaset
tarafından Alevilerin toplumdaki yerinin tehdit olarak görülmesidir. Bu
dışlanma, Alevi kimliğini yalnızlaştırarak Sünni İslamcı ideolojiye uyum
sağlamayan bir grubu “öteki” haline getirir. Bu, kimliklerin toplumsal alanda
görünürlük kazanmasını engeller ve toplumsal aidiyetlerde çatışmaya yol açar. Bu
bağlamda kimlik sorununu siyaset bilimi açısından irdelemek yerinde olur. Kimlik sorununu siyaset bilimi açısından
ele almak oldukça önemli bir yaklaşımdır. Siyaset bilimi, toplumsal kimliklerin
politik süreçlerde nasıl şekillendiğini ve bu kimliklerin nasıl
araçsallaştırıldığını anlamamıza yardımcı olur. Özellikle Türkiye’deki
Sünni-Alevi gerilimi, kimlik siyasetinin önemli bir örneğidir ve bu tür
durumlarda siyasetin nasıl bölücülüğe dönüşebileceği incelenebilir. Kimlik sorunlarını siyaset bilimi bakış
açısından ayrıntılı bir çözümleme konusu yapmak yararlı olacaktır. Bu çözümleme
Türkiye’deki Sünni-Alevi gerilimi bağlamında, kimlik siyasetinin nasıl
şekillendiğini ve bu gerilimin nasıl bir siyasal araç haline dönüştüğünü daha
ayrıntılı olarak açıklayabilir. Kimlik, bireylerin toplumsal gruplarla kurduğu
duygusal ve kültürel bağların bir yansımasıdır. Siyaset bilimi, bu bağların
politik süreçlerde nasıl temsil edildiğini ve bu bağlamda kimliklerin nasıl bir "siyasal temsil" talep ettiğini
inceler. Sünni-Alevi gerilimi, Alevi kimliğinin Sünni egemenliğin hâkim olduğu
toplumsal yapıda temsil edilememesiyle ilgili bir sorundur. Bir başka bakışla
Sünni değer yargılarıyla oluşan kimliğin Alevi değer yargılarıyla oluşan bir
başka kimlikten ayrıldığı noktaların saptanmasından, bu farklılıkların
abartılarak vurgulanmasından ve bu ayrışmadan siyasal ve ekonomik çıkar
beklenmesinden ibarettir. Bu nedenlerle Aleviler, kimliklerini kamusal alanda
tanımlamakta ve ifade etmekte güçlük yaşamışlardır. Alevilerin laiklik ve eşit
yurttaşlık talepleri, bu kimliklerin temsil edilmediği durumlarda, iktidar ve
devlet politikalarıyla dışlanmaya yol açmıştır. Kimlikler, toplumsal süreçler
ve siyasal söylemler aracılığıyla sürekli olarak inşa edilir. Toplumsal
Yapılandırmacılık kuramı, kimliklerin toplumsal olarak nasıl yapılandırıldığını
ve bu kimliklerin belirli bir bağlamda nasıl şekillendirildiğini inceler. Alevi
kimliği, Osmanlı döneminden Cumhuriyet’e uzanan süreçte, Sünni kimlik
normlarına karşı bir "öteki" olarak oluşturulmuştur. Türkiye’de
Sünni-Alevi gerilimi, Alevi kimliğinin dışlanmasını, toplumsal eşitsizlik ve
dışlanma olarak açığa çıkarır. Sünni hegemonyanın etkisiyle, Aleviler
genellikle "siyasal Alevilik" kavramıyla sanki bir suç haline
dönüştürülmüştür. Kimlik siyaseti, belirli toplumsal grupların, kendi kimlik ve
taleplerini öne çıkararak, farklı kimliklerle karşıtlık ve çatışma yaratmasıyla
da ilgilidir. Türkiye’de Alevi kimliği, Sünni İslamcı siyasetçiler tarafından
laiklik ve toplumsal eşitlik talepleriyle bir tehdit olarak algılanmıştır.
Aleviler, kimliklerine dayalı olarak devlet politikaları ve iktidar söylemleri
tarafından sürekli olarak toplumsal çatışmanın odağı haline getirilmiştir.
“Siyasal Alevilik” kavramı, bu kimlik siyaseti bağlamında, Alevi kimliğinin
toplumsal çatışma alanlarına sürüklenmesine neden olmuştur.
Toplumsal Cinsiyet (Social Gender Theory) Kuramı
Bir başka ilgili kuram da “Toplumsal Cinsiyet” kuramıdır. Alevi kimliği, Türkiye’de
toplumsal cinsiyetle de bağlantılı olarak ele alınmalıdır. Alevi toplulukları,
Sünni İslamcı normların egemen olduğu toplumsal yapıda, cinsiyet eşitliği ve
laiklik gibi konularda da Sünni çoğunluk tarafından tehdit olarak görülmüştür. Bu
durum, Alevi kadınların hak taleplerinin görünmez hale gelmesine ve toplumsal
cinsiyet eşitsizliklerinin derinleşmesine neden olmuştur. Toplumsal Cinsiyet
Kuramı, cinsiyetin biyolojik bir gerçeklikten ziyade toplumsal ve kültürel
olarak oluşturulmuş bir kavram olduğunu savunan bir yaklaşımdır. Bu kurama
göre, kadınlık ve erkeklik rolleri, toplumun normları, değerleri ve
beklentileri doğrultusunda şekillenir. Toplumsal cinsiyet ve kimlik, bireylerin
ve toplulukların toplumsal ve siyasal eşitsizliklerle karşılaştığı alanlardır.
Alevi kimliği, toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri bağlamında da dışlanmıştır.
Özellikle Alevi kadınlar, Sünni İslamcı hegemonya altında hem cinsiyet hem de
kimlik eşitsizliğiyle mücadele etmek durumunda kalmışlardır.
Yukarıda açıklanmaya çalışılan kavramlar ve kuramlar, Siyasal Alevilik konusunun akademik
açıdan çözümlenmesinde temel bir çerçeve oluşturur. Bu kavramlar ve kuramlar Siyasal
Alevilik’i derinleştirmek ve çözümlemek için kullanılabilir. Özellikle bu
kuramsal çerçeve konunun toplumsal, siyasal ve ideolojik bağlamda daha kapsamlı
bir şekilde incelenmesini sağlayacaktır.
Özetlemek ve irdelemek gerekirse söz konusu olan bir
toplumsal ve siyasal ayrıştırma olgusudur.
AYRIŞTIRMANIN OLASI SONUÇLARI VE YARATACAĞI TOPLUMSAL
ZARARLAR
Toplumsal Barışın Bozulması: Siyasal Alevilik
kavramı, Alevi topluluklarının Sünni egemenlik tarafından dışlanmasını teşvik
ettiği için, mezhepler arası gerilimleri artırabilir. Alevi kimliğinin
dışlanması, Türkiye’de zaten var olan mezhep temelli gerilimlerin daha da
derinleşmesine yol açabilir ve toplumsal huzuru tehdit eder.
Kamusal Siyasal İstikrarsızlık ve Güvensizlik: Siyasal
Alevilik kavramı, toplumsal gruplar arasında kimlik farklılıklarını ve
ayrışmaları öne çıkararak, siyasal istikrarsızlığa yol açabilir. Bu tür
ayrışmalar, siyasal tarafgirlik ve kutuplaşmayı artırabilir, dolayısıyla
Türkiye’nin toplumsal ve siyasal yapısını olumsuz etkileyebilir.
Etnik ve Mezhepsel Kimliklerin Siyasallaştırılması: Siyasal
Alevilik, Alevi kimliğini ideolojik olarak ön plana çıkararak, bu kimliğin
politik araçlarla manipüle edilmesini sağlar. Mezhepler arası farklılıkların
politik kışkırtmalar için kullanılması, toplumsal eşitsizlikleri ve
adaletsizlikleri daha da artırabilir. Türkiye geçmişte bunun acılı örneklerini
çok görmüş ve yaşamıştır.
Uluslararası Algı ve Dış Politika Üzerindeki Etkileri: Siyasal
Alevilik kavramının yükseltilmesi, Türkiye’nin bölgesel ve uluslararası
alandaki itibarını olumsuz etkileyebilir. Alevi kimliği ve siyasal Alevilik
kavramının uluslararası alanda kullanılması, Türkiye’nin İslamcı kimliği ve
mezhepler arası gerilimlerle olan ilişkisinin eleştirilmesine neden olabilir.
Toplumsal Eşitlik ve Kimlik Taleplerinin Bastırılması: Alevi
kimlik talepleri, Türkiye’de toplumsal eşitlik ve insan hakları mücadelesi
açısından önemli bir yere sahiptir. Siyasal Alevilik kavramı, bu talepleri
bastırarak, Türkiye’nin demokratikleşme sürecine zarar verebilir ve eşit
yurttaşlık hakları konusunda geri adım atılmasına yol açabilir.
KAVRAMIN YOL AÇTIĞI
ALGILAR
Aleviler İçindeki Algılar
Kimlik
Sahiplenme veya Reddetme: Alevilerden bazıları Siyasal Alevilik
kavramını hak mücadelesi bağlamında olumlu bir araç olarak görmektedir.
Özellikle laiklik ve eşit yurttaşlık taleplerinin sistematik olarak
reddedildiği bir ortamda, siyasal bir duruş sergilemeyi meşru bir yol olarak
görmektedirler. Bazı Aleviler ise bu kavramı dışlayıcı veya kimliklerinin
indirgemeci bir çerçevede ele alınması olarak görmektedir. İnanç boyutlarının
ihmal edilmesi veya Aleviliğin bir tür "politik proje" olarak
sunulması topluluk içinde rahatsızlık yaratabilir. Bu durumu somutlaştırmak için Siyasal
Alevilik konusunu ele alan bir medya haberi aşağıya alıntılanmıştır: “PİRHA- Alevilerin 2021 yılında da hakları
gasp edildi, talepleri yerine getirilmedi, demokrasi, eşit yurttaşlık, inanç
özgürlüğü talebi görmezden gelindi. Aleviler üzerindeki ayrımcı politikalar
sistematik bir şekilde devam etti. Alevi toplumuna yönelik nefret dili ve
saldırılar yıl boyunca yaşanırken, yargı Alevilere yönelik nefret dili ve
saldırılara karşı sessizliğini korudu.” [10]
Bölgesel ve
Sosyoekonomik Farklılıklar: Kentsel alanlarda yaşayan, daha eğitimli
ve politik bilinçli Aleviler Siyasal Alevilik kavramını daha stratejik bir araç
olarak benimserken kırsal bölgelerdeki Aleviler ise bu tür kavramları daha az
benimsemekte ve içinde yaşadıkları toplumda toplumsal barışın korunmasına daha
fazla öncelik tanımaktadır.
Aleviliğin Tanımı ve
Kurallarının Belirlenmesinde Aleviler Arasındaki Görüş Farklılığı: Bu
çerçevede çok önemli bir konu üzerinde durmakta yarar vardır. Aleviliğin
anlamı, içeriği, ibadet şekilleri, ritüelleri ve kuralları konusunda çeşitli
Alevi toplulukları arasında görüş ayrılığı bulunmaktadır. Kuşkusuz bu
farklılaşmaları ayrıntıları ile bu araştırmada belirlemek olanaklı değildir.
Ancak bazı Aleviler Aleviliği İslam dini içinde bir alt bölüm olarak görürken
bazı Aleviler Aleviliğin bir din olmadığını, İslam’la ilgisi bulunmadığını ve
daha çok bir inanış ve felsefi yaklaşım olduğunu savunmaktadır. Bu farklılaşma
Alevilikle ilgili tartışmaların ve sürtüşmelerin temel kaynağını
oluşturmaktadır.
Sünni Çoğunluk İçindeki Algılar
Tehdit Algısı: Siyasal Alevilik, Sünni muhafazakâr
kesimler tarafından "bölücülük" veya "dini ve toplumsal
değerleri tehdit eden bir ideoloji" olarak algılanmaktadır. Bu algı,
özellikle siyasal İslamcı aktörlerin kavramı manipüle etmesiyle derinleşmektedir.
Ancak daha ılımlı Sünni gruplar, Siyasal Alevilik’i demokratik bir hak arayışı
olarak görmekte ve bu tür algıların mezhepsel farklılıkların barış içinde bir
arada var olabileceği anlayışına inanmaktadır.
Empati ve
Dışlama: Laikliğe önem veren Sünni bireyler, Alevilerin hak
mücadelelerini anlayışla karşılamakta ve Siyasal Alevilik'i bir meşruluk talebi
olarak görmektedir. Daha muhafazakâr ve dini referanslarla hareket eden
kesimler, bu kavramı "öteki"nin bir sembolü olarak algılamakta ve
Alevilere yönelik dışlayıcı davranışları desteklemektedir.
Diğer Azınlık Gruplarıyla İlişkiler
Karşılaştırmalı
Algılar: Kürtler gibi diğer azınlık gruplar, Siyasal Alevilik
kavramını ortak bir hak arayışı mücadelesinin parçası olarak görmektedir. Ancak
bu kesim kavramın yeterince kapsayıcı olmamasından kaynaklanan nedenlerle
siyasal gerilimlere yol açılabileceği endişesini taşımaktadır. Örneğin, Kürt
Aleviler, kimliklerini hem Kürt hem de Alevi olarak tanımladıkları için Siyasal
Alevilik'in daha geniş bir çerçeveye oturtulmasını talep etmektedir.
Hak Taleplerine
Etkiler: Siyasal Alevilik kavramı, diğer azınlık gruplarının kendi
hak taleplerini ifade etmelerine cesaret vermektedir. Ancak kavramın aşırı
siyasallaşması, bu grupların Alevilerle dayanışmasını azaltma potansiyelini
içinde barındırmaktadır.
Siyasal ve Medya Söylemleri
Oluşturulan
Algılar: Siyasal İslamcı iktidar, Siyasal Alevilik kavramını bir
tehdit unsuru olarak çerçeveleyerek Sünni muhafazakâr tabanı hareket geçirme
seçeneğini elinde tutmaktadır. Bu durum, Alevilere yönelik önyargıları
pekiştirir. Muhalefet ise bu kavramı demokratik haklar ve eşit yurttaşlık
mücadelesinin bir parçası olarak savunmaktadır. Ancak bu söylem çoğu zaman
yeterince güçlü bir şekilde dile getirilmemektedir.
Propaganda ve
Algı Yönetimi: İktidar medyasının Alevilere yönelik olumsuz
propaganda kampanyaları, Siyasal Alevilik’in toplumsal barışı tehdit eden bir
unsur gibi algılanmasına neden olmaktadır. Bu söylemler, toplumdaki mezhepsel
ayrışmayı derinleştirmektedir. Sosyal medyanın oynadığı rol de bu açıdan kritik
önem taşımaktadır.
Uluslararası Perspektif
Küresel Algılar:
Siyasal Alevilik, Batı dünyasında bir azınlık mücadelesi olarak
algılanmakta ve bu durum, insan hakları örgütlerinin Alevilere daha fazla
destek vermesine yol açmaktadır. Ancak bu kavramın uluslararası arenada
"mezhepsel bir çatışma" olarak görülmesi, Türkiye'nin dış
politikadaki konumun zayıflatabilir ve ülke içindeki toplumsal gerilimleri
artırabilir.
GENEL DEĞERLENDİRME
Bu çalışma, Türkiye’de “siyasal Alevilik” kavramının, Alevi
kimliğinin toplumsal ve siyasal bağlamda dışlanmasına neden olan süreçlerin bir
yansıması olduğunu göstermektedir. Siyasal Alevilik kavramı, Alevi
topluluklarının laiklik ve eşit yurttaşlık taleplerinin Sünni İslamcı hegemonya
tarafından tehdit olarak algılanmasının bir ürünüdür. Bazı akademisyenlerin
kuramsal çerçevelerinden hareketle, bu kavramın Gramsci’nin Hegemonya Kuramı,
Foucault’nun Güç ve Bilgi Kuramı ve Toplumsal Yapılandırmacılık Kuramı üzerinden
ele alınması Alevi kimliğinin Sünni egemenlik altında nasıl dışlandığını
anlamamız açısından önem taşımaktadır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün laiklik ve toplumsal eşitlik
vizyonuna karşı olan Sünni İslamcı ideolojik grupların, Alevi kimliğini tehdit
olarak görmesi ve siyasal Alevilik kavramını bu doğrultuda kullanması, Alevi
topluluklarının toplumsal barış ve eşit yurttaşlık taleplerinin zayıflamasına
neden olmuştur. Türkiye’de mezhepler arası gerilimler zaten var olan toplumsal
eşitsizlikleri ve ayrışmaları derinleştirerek, siyasal istikrarsızlığa ve
uluslararası eleştirilerle karşı karşıya kalınmasına yol açabilir.
Bu açıklamalar Siyasal Alevilik kavramının toplumun farklı
kesimlerinde nasıl yankı bulabileceğini göstermektedir. Kavram, Alevilerin hak
mücadelelerini görünür kılarken, diğer topluluklarla kurulan bağları etkileyen
hem olumlu hem de olumsuz dinamikleri içinde barındırmaktadır. Bu kavramın daha
kapsayıcı bir şekilde ele alınması ve Alevilerin hak taleplerinin yalnızca bir
siyasal sorun değil, bir insan hakları mücadelesi olarak çerçevelendirilmesi
toplumsal uyuma katkı sağlayabilir.
Siyasal Alevilik kavramı, Alevi kimliğinin toplumsal
dışlanma sürecine dâhil edilerek, Türkiye’de mezhepsel ayrışmaların artmasına
katkıda bulunabilir. Bu tür kavramlar, mezhep temelli çatışmaları
derinleştirerek toplumsal barış ve güvenlik açısından riskler oluşturabilir.
Siyasal Alevilik, kimlik siyaseti ve toplumsal gerilimler
yaratarak, Türkiye’nin siyasal istikrarını olumsuz etkileyebilir. Siyasal
kutuplaşma ve kimlik temelli ayrışmalar, kamu güvenliği ve eşit yurttaşlık
anlayışının zayıflamasına yol açabilir.
Siyasal Alevilik, Türkiye’nin mezhepler arası gerilimlere
olan yaklaşımını uluslararası alanda tartışmalı hale getirebilir. Alevi
kimliğinin uluslararası politikada araçsallaştırılması Türkiye’nin bölgesel
itibarını zedeleyebilir.
ÖNERİLER
Laiklik ve Eşit Yurttaşlık İlkelerine Dayalı Politikalar:
Türkiye’de Alevi topluluklarının toplumsal dışlanmasını önlemek amacıyla,
laiklik ve eşit yurttaşlık ilkelerine dayalı politikaların güçlendirilmesi
gerekmektedir. Bu, Alevi kimliğinin toplumsal barış ve eşit hak talepleri
doğrultusunda tanınmasını sağlayacaktır.
Mezhepsel Ayrışmaları Azaltıcı Çabalar: Mezhep
temelli ayrışmaları azaltacak ve toplumsal uyumu güçlendirecek politikaların
geliştirilmesi, Türkiye’nin toplumsal istikrarı açısından kritik öneme
sahiptir. Bu çabalar, Sünni ve Alevi toplulukları arasında karşılıklı diyalog
ve hoşgörüyü teşvik edecek ortamlar oluşturabilir.
Sivil Toplum ve Demokratik Katılım: Sivil toplumun
aktif katılımı ve farklı toplumsal grupların haklarının korunması, Alevi kimlik
taleplerinin daha geniş bir kamusal alanda tartışılmasına yardımcı olacaktır. Bu,
Türkiye’de toplumsal barışı ve eşit yurttaşlık haklarını güçlendirebilir.
Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika: Türkiye’nin
uluslararası alandaki itibarını zedelememek adına, Alevi kimliği ve siyasal
Alevilik kavramı üzerinden yürütülen tartışmaların, uluslararası düzeyde daha
dikkatli ele alınması gerekmektedir. Türkiye’nin mezhepsel çatışmalardan ziyade
toplumsal barış ve eşit yurttaşlık vizyonu ile anılması önemlidir.
SONUÇLAR
Bu çalışma, Türkiye’de “siyasal Alevilik” kavramının, Alevi
kimliğinin toplumsal ve siyasal bağlamda dışlanmasına neden olan süreçlerin bir
yansıması olduğunu ortaya koymuştur. Siyasal Alevilik, Alevi topluluklarının
laiklik ve eşit yurttaşlık taleplerinin, Sünni İslamcı hegemonya tarafından
tehdit olarak algılanması sonucunda ortaya çıkan bir ideolojik stratejidir.
Gramsci’nin Hegemonya Kuramı, Foucault’nun Güç ve Bilgi Kuramı ve Toplumsal Yapılandırmacılık
Kuramı gibi kuramsal çerçeveler kullanılarak, bu kavramın hem toplumsal hem de
siyasal süreçlerde nasıl şekillendiği incelenmiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün
laiklik ve toplumsal barış vizyonu karşısında Sünni İslamcı ideolojilerin,
Alevi kimliğini tehdit olarak görerek siyasal Alevilik kavramını araçsallaştırdığı
sonucuna ulaşılmıştır.
Siyasal Alevilik, Türkiye’de mezhep temelli gerilimleri
artırarak toplumsal barış ve güvenlik açısından riskler oluşturmuş ve
Türkiye’nin siyasal istikrarını olumsuz etkilemiştir. Ayrıca, Alevi kimliğinin
uluslararası alanda araçsallaştırılması, Türkiye’nin imajını zedelemiştir.
Siyasal Alevilik, aynı zamanda Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde eşit
yurttaşlık haklarına yönelik engeller yaratmıştır. Mezhep temelli kimlik
siyaseti, Türkiye’nin demokratikleşme sürecine zarar vermiştir.
Gelecekte Yapılması Gereken Araştırmalar
Kimlik Siyaseti ve Mezhep Ayrımcılığı: Türkiye’de
mezhepsel kimlik siyaseti ve toplumsal kutuplaşmanın uzun vadeli etkileri
üzerine daha fazla deneysel alan çalışmaları yapılmalıdır.
Eşit Yurttaşlık ve Laiklik: Laiklik ve eşit
yurttaşlık taleplerinin toplumsal barışa etkileri üzerine daha derinlemesine
çözümlemeler yapılmalıdır.
Mezhep Temelli Çatışmaların Uluslararası Etkileri:
Siyasal Alevilik gibi kimlik temelli çatışmaların uluslararası politikada nasıl
ele alındığı ve etkilerinin incelenmesi yararlı olacaktır.
Toplumsal Eşitlik ve Siyasal İstikrar: Türkiye’nin siyasal
istikrarını tehdit eden kimlik politikalarının toplumsal etkilerini inceleyen
uzun erimli araştırmalar yapılmalıdır.
Siyasal Katılım ve Toplumsal Barış: Alevi
topluluklarının toplumsal ve siyasal katılım süreçleri ve bu süreçlerin
Türkiye’nin demokratikleşme süreci üzerindeki etkileri üzerine çalışmalar
geliştirilmelidir.
KAYNAKÇA
Akkır, R. (2014). “Siyasal
Bir Mesele Olarak Alevilik”. Geçmişten
Günümüze Alevilik I. Uluslararası Sempozyumu. 03-05 Ekim / October 2013 =
Alewism From Past To Present I. International Symposium, 2014, cilt: II,
s. 605-617.
Akova, S. (2019). “Michel Foucault’un Bilgi ve Güç Odaklı Söylem Anlayışı Bağlamında Gerçeklik ve
İktidar Arasındaki İlişkilerin Tarihsel Çözümlemesi”. Tukish Studies. Vol. 14.
Issue 4. https://www.researchgate.net/publication/338545923_MICHEL_FOUCAULT'UN_BILGI_VE_GUC_ODAKLI_SOYLEM_ANLAYISI_BAGLAMINDA_GERCEKLIK_VE_IKTIDAR_ARASINDAKI_ILISKILERIN_TARIHSEL_COZUMLEMESI
Aksoy, T. (2003).
“Türkiye’de Alevilik Sorunu.” Doğu-Batı,
16, 45-60.
Alpat, B. (1997).
“Alevilik ve Devlet İlişkileri.” Ankara
Üniversitesi SBF Dergisi, 52(2), 19-38.
Apalı, Y. (2021). “Michel Foucault’da İktidar ve Güç”. MAKÜ. Uyg. Bil. Derg., 5(2), 290-304, 2021.
chrome-extension://efaidnbmnnnibpcajpcglclefindmkaj/https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1933558
Arpacı, I. (2019). “Dini
Milliyetçilik Bağlamında Alevi Siyasallaşması” DOI: 10.33437. KSÜSBD Cilt:16
Sayı: 1 Nisan 2019.
Duran, B. (2022). “Alevis, identity politics and election
strategies”. SETA.
https://www.setav.org/en/opinion/alevis-identity-politics-and-election-strategies
Ekren, A. (2022). “Antonio Gramsci’nin Hegemonya
Kavramının Uluslararası İlişkiler Disiplinine Girişi ve Yorumlanması”. Aksaray
Üniversitesi. İİBF Dergisi. Doi: 10.52791/aksarayiibd.1061346. chrome-extension://efaidnbmnnnibpcajpcglclefindmkaj/http://aksarayiibd.aksaray.edu.tr/tr/download/article-file/2206156#:~:text=Gramsci'ye%20g%C3%B6re%20hegemonya%20olu%C5%9Fturmak,Eagleton%2C%202020%3A%20158).
Elhan, N. (2022). “Nation Building and Alevis During the Late
Ottoman and Early Republican Periods: Within and Beyond the “National”. Marmara
Üniversitesi Siyasal Bilimler Dergisi, 10(1), 1-20.
https://doi.org/10.14782/marmarasbd.882405
Elhan, N. (2024). “Alevi Politicization and Foreign Policy”. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma
Dergisi 108. 55-72. https://doi.org/10.60163/hbv.108.004.
Erdemir, T. (2009).
“Türkiye’de Kimlik Siyaseti ve Alevilik.” Toplum ve Bilim, 117, 25-47.
Foucault, M. (1977).
“Discipline and Punish: The Birth of the Prison.” Trans. Alan Sheridan. Pantheon Books.
Göçek, F. M. (2001).
“Identity and State: The Making of Modern Turkey.” I.B. Tauris.
Gramsci, A. (1971).
“Selections from the Prison Notebooks.” Trans. Quintin Hoare and Geoffrey
Nowell Smith. International
Publishers.
Günaydın, G.G. (2017). “Siyasal
Boyutlarıyla Türkiye’de Alev Çatışması”. The Journal of Academic Social Science Studies. OI : 10.9761/JASSS6992.
Güneş, C. (2020). “Political Representation of Alevi Kurds in Turkey: Historical Trends and
Main Transformations”. Kurdish Studies. 1. 8/2020.
https://www.ceeol.com/search/article-detail?id=870862
Gürcan, A.E. (2015). “The Problems of Religous Education in
Turkey. Alev Citizens and the Limits of ECTHR.
ISBN 978-605-9178-14-3.
İrat, A.M. (2006). “The Alevi community in Turkey after
1980: an evaluation of political group boundaries in the context of ethnicity
theories”. http://etd.lib.metu.edu.tr/upload/3/12607184/index.pdf
Jongerden, J. (2012). “The
Political Alevi: Identity and Activism in Turkey.” The Middle East Journal, 66(2), 241-257.
Karakoc, H. (2011).
“Interpreting the Alevi Identity in Turkey: Social and Political Dimensions.” Middle Eastern Studies, 47(2),
171-187.
Karaman, İ. (2010).
“Türkiye’de Alevilik ve Siyasal İktidar.” Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, 8(15), 123-148.
Karaömerlioğlu, A. and friend.
(2020). “Where faith meets
modernity: cemevi and local Alevi politics”. Middle Eastern Studies, 56(6), 839–853.
Kenanoğlu, A. (2016). Türkiye’de Alevilik: Sorun ve Çözüm
Yolları. Heinrich Böll Stiftung. Derneği Türkiye Temsilciliği.
Lewis, B. (1993). “The
Middle East: A Brief History of the Last 2,000 Years.” Scribner.
Mardin, Ş. (1973).
“Center-Periphery Relations: A Key to Turkish Politics?” Daedalus, 102(1), 169-190.
Özdalga, E. (1998).
“Alevilik ve Laiklik: Türkiye’de Devlet ve Mezhep.” İletişim Yayınları.
Said. E. (1998) . “Oryantalizm”. İrfan Yayınevi.
9789753710329
Sakallioglu, U. (1996).
“Alevilik ve Siyasal İslam.” Türkiye’de
Siyasal İslam.
Şimşek, A. (2018). “İktidar-Siyasal İslam Siyasallaşan Alevilik”.
Ceylan. 9789752416277.
Tahi̇re, E. and friend.
(2000). “Alevi Politics in Contemporary
Turkey”. Middle Eastern Studies. Vol.36. No 4.
Tanfer, M.V. (1999). “Atatürk’ün Din Ve Lâiklik Anlayışı”. Dergi
Park. Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi. Cilt: 15 Sayı: 43, 41 – 52. https://dergipark.org.tr/tr/pub/aamd/issue/61068/903326
Turner, B. S. (1994).
“Modernity and Postmodernity: Knowledge, Power, and the Self.” Sage Publications.
Uçar, M. (2010). “Siyasal Bir Düşünce Olarak Alevilik”. I.
Uluslararası Hacı Bektaş Veli Sempozyum. 07-09 Mayıs 2010, Çorum, 2011, cilt:
II, s. 927-939.
Uzunyaylalı, T. (1999). “Alevi İnanışı ve Siyasal Alevilik”. Beka.
Üşenmez, Ö. ve arkadaşı.
(2015). “Identity Problems in
Turkey: Alevis and AKP”. Alternatif Politika Cilt 7, Sayı 3.
Varshney, A. (2002).
“Ethnic Conflict and Civic Life: Hindus and Muslims in India.” Yale University Press.
Wedeen, L. (1999).
“Ambiguities of Domination: Politics, Rhetoric, and Symbols in Contemporary
Syria.” University of Chicago Press.
Yalçınkaya, A. (1996)). “Alevilikte Toplumsal Kurumlar ve İktidar”.
9786052318935. Mülkiyeliler Birliği 17.
Yavuz, H. (2003). “Islamic Political Identity in Turkey”. 29320793.
Oxford.
Yılmaz, H. (2016). “Turkey: Minorities, Othering and
Discrimination, Citizenship Claims”. AB Projesi.
Zürcher, E. J. (2017). “Turkey: A Modern History.” I.B. Tauris. 978-1860642227.
[1] Safevi
Devleti Şah İsmail tarafından kurulmuştur. 1501 yılında kurulmuş olan Safevi
Devleti’nde Azerice ve Farsça dilleri yer almıştır. Devlet mutlak monarşi ile
yönetilmiştir. Safevi Devleti tarihte ilk kez Şiiliği kabul etmiş bir İslam
Devleti olarak adlandırılmaktadır. 1639 yılında imzalanan Kasr-ı Şirin
Antlaşması ile belirlenen sınır, bazı değişiklikler haricinde günümüze kadar
gelmiştir. Bu bağlamda Çaldıran Savaşı’nın da anımsanması gerekmektedir. Çaldıran
Savaşı Osmanlı padişahı I. Selim ile Safevi hükümdarı Şah İsmail
arasında 23 Ağustos 1514'te, günümüzde İran sınırları içinde yer alan Maku
şehri yakınlarındaki Çaldıran Ovası'nda yapılan meydan savaşıdır.
[2] Mistisizm
bir inanç biçimi olmamakla birlikte, doğaüstü güçlerinin kaynağını akıl ve
mantık yolundan çok, kalp gözüyle arayan ve bunu ifade eden bir düşünce
biçimidir. Mistisizm değerlerinin ve gizemli olguların ifade edilmesi için
mistik sözcüğü kullanılmaktadır.
[3] Çeşitli
düşünce ekollerinin uygulamalarını ve yollarını karıştırarak ayrı veya
çelişkili inançları birleştirmek veya birleştirmeyi denemek.
[4] Hz.
Ali’nin soyundan gelenler.
[5] Ali
Kenanoğlu. 2016. Türkiye’de Alevilik.
[6]
Evrensel. 23.Şubat.2013
[7] Yasin
Aktay. Yeni Şafak. 25.Mart 2023
[8] Sömürgecilik Sonrası Kuram = Postcolonial
Theory
[9] Said,
Oryantalizmin "teorik bir fikir olduğunu" ifade etti. Oryantalizm,
Doğu dünyasını "Batı'ya daha az korkutucu hale getirmek için" tüm
Doğu'nun sınırlandırıldığı bir aşamadır. Gelişmekte olan dünya, başta Batı
olmak üzere, sömürgeciliğin sebebidir.
[10] Pirha.
30.Aralık.2021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder