Hakkımda

FİRUZ DEMİR YAŞAMIŞ Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirmiştir (1968). University of Southern California’da planlama (kentsel ve bölgesel çevre) ve kamu yönetimi yüksek lisans programlarını bitirmiştir (1976). Siyaset ve Kamu Yönetimi Doktoru (1991). Yerel Yönetimler, Kentleşme ve Çevre Politikaları bilim dalında doçent (1993). Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı’nın kuruluşu sırasında müsteşar vekili. (1978-80) UNICEF Türkiye temsilciliği. (1982-84) Dünya Bankası’nın Çukurova Kentsel Gelişme Projesi’nde kurumsal gelişme uzmanı. (1984-86) Çankaya Belediyesi’nin kurumsal gelişme projesini yürütmüştür. (1989-91) Yedinci Kalkınma Planı “Çevre Özel İhtisas Komisyonu”nun başkanlığı. DPT “Çevre Yapısal Değişim Projesi” komisyonu başkanlığı. Cumhurbaşkanlığı DDK’nun Devlet Islahat Projesi raportörü. (2000-1) Çevre Bakanlığı Müsteşarı (Şubat 1998 – Ağustos 1999). Sabancı Üniversitesi tam zamanlı öğretim üyesi. (2001-2005) Halen yarı zamanlı öğretim üyesi olarak çeşitli üniversitelerde ders vermektedir. Şimdiye kadar ders verdiği üniversiteler arasında Ankara, Orta Doğu, Hacettepe, Fatih, Yeditepe, Maltepe ve Lefke Avrupa (Kıbrıs) üniversiteleri bulunmaktadır.
Blogger tarafından desteklenmektedir.

Translate

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE
EV

Bu Blogda Ara

31 Mayıs 2025 Cumartesi

 

 

 

 

SİYASAL ALEVİLİK

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

PROF. DR. FİRUZ DEMİR YAŞAMIŞ

 

 

 

 

 

 

 

 

OCAK 2025

 


 

Öz

Bu makale, Türkiye’deki Alevi toplumu ve siyasal İslamcılık arasındaki gerilimlere odaklanmaktadır. Türkiye’de Alevilik, tarihsel olarak laiklik ve seküler değerlerle yakın ilişki içindedir ve bu duruş siyasal İslamcı aktörler tarafından siyasal çıkarlar doğrultusunda manipüle edilmeye çalışılmaktadır. Makale, siyasal İslam’ın “siyasal Alevilik” kavramını nasıl tanıttığını ve bu kavramın Aleviler tarafından benimsenmediğini, aksine hükümet yanlısı aktörlerce seküler değerlere karşı bir araç olarak kullanıldığını incelemektedir. Ayrıca, Alevilerin sekülerlik ve laiklik konusundaki aydınlanmacı duruşlarının, Türkiye’deki İslamcı hareketler tarafından nasıl tehdit olarak algılandığı tartışılmaktadır. Bu bağlamda, Türkiye’deki Alevi toplumu ile siyasal İslamcı hareketler arasındaki gerilimlerin kökenleri nedenleri, sonuçları ve etkileri ele alınmaktadır.

               Anahtar Kelimeler: Siyasal Alevilik, Gerilim Nedenleri, Laiklik,  Türkiye

 

 

 

 

 

 

Abstract

This article explores the tensions between the Alevi community and political Islam in Turkey. Historically, Alevi identity has been closely associated with secularism and secular values, a stance that has been increasingly challenged and manipulated by the political Islamist actors. The article examines how political Islam has introduced the concept of "political Alevism," which is not embraced by Alevis themselves but rather used by government-aligned actors as a tool against secular values. Furthermore, it discusses how the secular and pro-secular stance of Alevis is perceived as a threat by Islamist movements in Turkey. In this context, the origins, the reasons, the consequences and impacts of tensions between Alevi communities and political Islam in Turkey are critically examined.

               Key Words: Political Alevism, Reasons of Tensions, Secularity, Türkiye

 

 

 


 

GİRİŞ

Son zamanlarda Türkiye'de bazı çevrelerce dile getirilen önemli bir kavram var: siyasal Alevilik. Ani bir şekilde yeni bir siyasal paradigma olarak gündeme getirilen bu kavramın içeriği tam olarak ortaya çıkmadı. Savunanların özellikleri ve hedefleri hakkında sezgisel bazı fikirler ortalıkta dolaşsa da kavramın siyaset bilim açısından ayrıntılandırılması gerekmektedir. İlk izlenimim son yıllarda ağır ve haklı eleştirilere maruz kalan siyasal İslam kavramının karşıtı olarak özellikle Türkiye’de iktidar yandaşlarının kendi açılarından tartışmaları denklendirmek amacıyla siyasal Alevilik kavramını gündeme getirdikleridir.  Suriye’de meydana siyasal devrim bu kavramın geliştirilmesi için uygun bir siyasal ortam yaratmıştır. Bu incelemenin amacı siyasal Alevilik kavramının içeriğinin ne olduğunu açıklamaya çalışmak ve Türkiye’de Alevi topluluklarının laiklik ve eşit yurttaşlık taleplerinin toplumsal ve siyasal bağlamda dışlanma süreçlerini ele almaktır. Çalışmada Türkiye’de Alevi topluluklarının laiklik ve eşit yurttaşlık taleplerinin toplumsal ve siyasal bağlamda nasıl dışlandığına odaklanarak “siyasal Alevilik” kavramının neden önemli olduğuna vurgu yapılmaktadır. Bu çalışmanın bir başka amacı da Alevi kimliğinin siyasal söylemde nasıl siyasallaştığını, toplumsal kimlik gerilimlerine nasıl katkıda bulunduğunu ve Sünni İslamcı hegemonya tarafından nasıl dışlandığını incelemektir. Yukarıda belirtildiği üzere bu makale, Türkiye’de Alevi kimliğinin Sünni İslamcı hegemonya altında toplumsal dışlanmasının toplumsal ve siyasal sonuçlarını inceleyerek, kimlik siyaseti ve toplumsal ayrışma süreçlerine katkıda bulunmayı amaçlamaktadır.

Siyasal Alevilik kavramının, Türkiye’de toplumsal kimlik gerilimleri ve mezhep temelli çatışmalar üzerindeki etkilerini anlamak toplumsal barış ve eşit yurttaşlık talepleri için daha fazla ve çeşitli öneriler sunulmasını sağlayabilir.

Siyasal Alevilik oldukça önemli ve fakat tartışmalı bir konudur. Bu kavramın hem kuramsal ve hem de uygulamalı boyutlarıyla ele alınması daha derin bir çözümleme için yararlı olacaktır. Kavramın gelişimini, kullanım bağlamını ve içerdiği anlamları araştırarak bu yolda bir bilgi temeli oluşturulabilir. Alevi kimliğinin siyasal Alevilik adı altında bir tür suç ya da kabahat durumuna getirilmesi Türkiye’deki Sünni İslamcı hegemonya tarafından tehdit olarak algılanmasının ve toplumsal dışlanmanın bir yansımasıdır.

Bu çalışmada, Alevi kimliğinin toplumsal ve siyasal düzeyde dışlanmasının kimlik siyaseti ve mezhep temelli çatışmalar bağlamında nasıl ele alındığı incelenecektir.

ARAŞTIRMA SORUSU

Bu araştırmanın yanıt aramaya çalıştığı araştırma sorusu “Türkiye’de siyasal Alevilik kavramının içeriği ve kuramsal özellikleri nelerdir?” şeklinde düzenlenmiştir.

YAZIN TARAMA

Siyasal Alevilik kavramı üzerinde yapılan akademik çalışmalara bakıldığında ilginç bir görünüm otaya çıkmaktadır. Kuramsal çerçeve oluşturmak açısından Gramsci’nin Hegemonya Kuramı, Foucault’nun Güç ve Bilgi Kuramı ve Toplumsal Yapılandırmacılık Kuramı gibi kavramlar ele alınmalıdır. Bu kuramlar Alevi kimliğinin toplumsal ve siyasal düzeyde nasıl dışlandığını anlamamıza yardımcı olacaktır.

Türkiye’de “siyasal Alevilik” kavramı, Alevi kimliğinin Sünni İslamcı hegemonya tarafından nasıl dışlandığını açıklamak için yazında geniş bir biçimde ele alınmıştır. Bu kavramın arka planında Gramsci’nin Hegemonya Kuramı, Foucault’nun Güç ve Bilgi Kuramı ve Toplumsal Yapılandırmacılık Kuramı gibi kuramsal çerçeveler bulunmaktadır.

Atatürk ve Mezhepler

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk mezhepler ve kimlikler arasında eşitlik ve ayrımcılığa karşı duran bir yaklaşım benimsemiştir. Atatürk’e göre, laiklik ve eşit yurttaşlık hakları herkes için geçerli olmalıydı. Bu bağlamda, Alevi topluluklarının laiklik ve eşit yurttaşlık talepleri, Sünni İslamcı hegemonya tarafından tehdit olarak algılanmıştır. Atatürk’ün laiklik ve toplumsal barış konusundaki bu yaklaşımı, Türkiye’de Alevi kimliğinin dışlanmasında anahtar bir referans noktasıdır.

Atatürk’ün laiklik ve eşit yurttaşlık anlayışına karşı çıkan Sünni İslamcı ideolojik gruplar Alevi kimliğini toplumsal olarak dışlayıcı stratejiler geliştirmiştir. Bu gruplar, Alevi kimliğini bir tehdit olarak tanımlamış ve “siyasal Alevilik” kavramını Alevi topluluklarının laiklik ve eşit yurttaşlık taleplerini bastırmak için kullanmışlardır.         Türkiye’deki mezhepler arası gerilimler Sünni İslamcı hegemonya tarafından toplumsal bölünmeleri derinleştiren ve toplumsal barışı tehdit eden bir araç haline gelmiştir. Atatürk, Türkiye’de mezhepler arasında eşitlik ve ayrımcılığa karşı durulması gerektiğine inanıyordu. Atatürk, farklı mezheplerin birbirinden ayrılmasını toplumsal huzursuzluk olarak değerlendirmiş ve toplumsal birlik ile laikliğin korunması adına mezhepler arası eşitliği savunmuştur. Alevi topluluklarının Sünni egemenlik altında dışlanmasına karşı çıkmış ve eşit yurttaşlık haklarını savunmuştur. Atatürk’ün bu yaklaşımları, Alevi topluluklarının laiklik ve eşit yurttaşlık taleplerinin Sünni İslamcı ideoloji tarafından tehdit olarak görülmesiyle çelişir. Bugünlerde Suriye ve Libya’da ve geçmişte çeşitli İslam ülkelerinde ve hatta İslam ülkeleri arasında görülen dinsel çatışmalar Atatürk’ün yaklaşımının ne kadar haklı olduğunu göstermektedir.

Atatürk’ün laiklik ve mezhep ayrımcılığına karşı olan görüşlerine karşı olan ideolojik gruplar Cumhuriyet’in her döneminde var olmuştur.  Türkiye’de Sünni İslamcı ideoloji, Atatürk’ün laiklik ve mezhepler arası eşitlik anlayışına karşı çıkarak Alevi kimliğini dışlayıcı siyasal stratejiler geliştirmiştir. Bu ideolojik gruplar, Alevi kimliğini tehdit olarak tanımlamış ve “siyasal Alevilik” kavramını, Alevi topluluklarının laiklik ve eşit yurttaşlık taleplerini bastırmanın bir aracı olarak kullanmışlardır. Türkiye’de mezhepler arası gerilimler, Sünni İslamcı hegemonya tarafından toplumsal bölünmeleri derinleştirici bir strateji olarak görülmüş ve bu ayrışmalar, toplumsal barışı tehdit eder hale gelmiştir.

Tanfer, M.V. (1999).  Atatürk’ün Din ve Laiklik Anlayışı” adlı araştırmasında Tanfer şunları söylemektedir: “Lâiklik terim olarak, din ile dünya işlerinin; özellikle de din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması anlamını taşımaktadır. Atatürk'ün düşüncesinde, lâikliğin daha geniş, kapsamlı ve kendine özgü bir anlamı vardır. Bu felsefeden hareketle oluşturulan Türkiye Cumhuriyeti'ndeki lâikliğin, kişilerin vicdan ve ibadet özgürlüğünü sağlaması gibi bir işlevinin yanı sıra, dini faaliyetleri iman ve ibadete inhisar ettirmesi gibi bir yönü de vardır. İslâmiyet özü itibariyle, dünya işlerini düzenlemek gibi bir misyona sahip olmakla birlikte; şartlar değiştikçe kuralların da değişeceği kuralı, zamanla dikkate alınmaz olunmuş; böylece, çağdaş dünyaya ayak uydurma konusunda İslamiyet’in getirdiği şeriat kurallarını uygulayan toplumlarda önemli sıkıntılar yaşanmıştır. Atatürk, tarihte çok örnekte görülen bu durumu algılayan bir lider olarak, Türk toplumunun bu yanlış uygulamadan sıyrılıp kurtulmasını amaçlamıştır. Böylece, Türkiye'de lâiklik ilkesi, dünyevi müesseseleri ve çalışmaları bilimin ve onun eseri olan ileri teknolojinin verileri ışığında düzenlemek gibi bir görevi üstlenmiştir. Atatürk'e göre din bir vicdan meselesi olduğundan, herkes vicdanının emrettiklerine uymakta serbesttir. Hiç bir kimse hiç bir kimseyi ne bir din ve ne de bir mezhep kabulüne zorlayamaz. Dinler ve mezhepler, çağdaş Türkiye'de hiç bir zaman politikaya alet olarak kullanılamaz kuralı getirilmiştir.”

Yavuz, M. Hakan (2011): M. Hakan Yavuz "İslami Siyaset" adlı çalışmasında, Türkiye’de Sünni İslamcı hareketlerin, Alevi topluluklara yönelik olarak laiklik ve eşit yurttaşlık taleplerini tehdit olarak gördüklerini ve bu kimliği dışlamaya çalıştıklarını vurgulamıştır. Yavuz, "siyasal Alevilik" kavramını, Sünni İslamcı ideolojinin Alevileri dışlama ve tehdit olarak görme stratejisi olarak ele almaktadır. Alevi kimliğinin, bu bağlamda siyasallaştırıldığını ve iktidar mücadelesinde karşıt bir kimlik olarak konumlandırıldığını savunmaktadır.

Yılmaz, Hakan (2016): Avrupa Birliği tarafından desteklenen “Turkey: Minorities, Othering and Discrimination, Citizenship Claims” adlı belgesinde şunları yazmaktadır. “Alevilerin mevcut sorunları, ibadethanelerinin (cemevi) tanınmaması, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından ayrılan bütçenin yalnızca Sünnilik için kullanılması, ağırlıklı olarak Alevilerin yaşadığı köylere cami inşa edilmesi, yalnızca İslam'ın Sünni mezhebinin 10 esasına odaklanan zorunlu din dersleri ve Türk kimlik kartındaki din hanesi uygulamasıdır. Bu son uygulama, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkını kapsayan bir maddesini ihlal etmektedir.”

Foucault’nun Güç ve Bilgi Kuramı Bakış Açısından Görüşler: Foucault’nun güç ve bilgi kuramından yola çıkarak, "siyasal Alevilik" kavramını, iktidar mekanizmaları ve toplumsal kontroller bağlamında değerlendirir. Ona göre, Alevi kimliğinin medyada ve iktidar söylemlerinde “öteki” olarak vurgulanması toplumsal güç ve bilgi ilişkileri aracılığıyla gerçekleşmiştir. Bu durum, Alevi kimliğinin toplumsal görünürlüğünü ve siyasal temsilini sınırlamıştır.

Kimlik ve Siyasal Temsil Açısından İncelemeler: Kimi araştırmalarda Alevi kimliğinin toplumsal eşitlik ve laiklik taleplerinin Sünni İslamcılar tarafından nasıl tehdit algısıyla dışlandığı ve “siyasal Alevilik” kavramının bu dışlamanın bir parçası haline geldiği ifade edilmektedir. Alevi kimliğinin dışlanması, toplumsal ve siyasal temsilde yaşanan eşitsizliklerle doğrudan ilişkilidir. Alevi kimliğinin tarihsel olarak nasıl dışlandığını ve “siyasal Alevilik” kavramının, Alevilerin laiklik ve eşit yurttaşlık taleplerinin Sünni egemenlik tarafından tehdit olarak algılanmasının bir sonucu olduğunu vurgulanmaktadır.

Bu görüşler Siyasal Alevilik kavramının hem Türkiye’de hem de uluslararası düzeyde incelenmesini sağlayarak, Sünni-Alevi geriliminin neden politik bir araç olarak kullanıldığını ve Alevi kimliğinin nasıl dışlandığını ortaya koymaktadır. Bu çerçevede, Alevi kimliğinin siyasal ve toplumsal süreçlerde dışlanması iktidar mücadelesi ve kimlik siyaseti bağlamında derinlemesine anlaşılabilir.

TANIM VE KAPSAM

Siyasal Alevilik, Aleviliğin bir inanç ve kültür kimliği olmaktan öte, toplumsal ve siyasal süreçlerde temsil ve hak talebi odaklı bir duruşa dönüşmesi olarak tanımlanabilir. Bu duruş, Alevi kimliğinin siyasal bir araç veya söylem olarak kullanıldığı durumları da içerebilir. Bu kavram, Alevi topluluğunun kolektif hakları, adalet talebi ve ayrımcılığa karşı mücadele bağlamında da ortaya çıkabilir.

Bu kavramı kullananlar arasında iktidar çevreleri, Alevi gruplar, muhalefet ve akademik çevreler bulunmaktadır. İktidar çevreleri kavramı Alevi hareketlerini dışlamak ve onları bir tür "siyasal proje" olarak göstermek amacıyla kullanmaktadır. Kendilerini açıkça siyasal bir aktör olarak tanımlayan Alevi örgütlenmeleri bu kavramı sahiplenerek hak mücadelesi için kullanmaktadır. Muhalefet ve akademik çevreler ise kavramı eleştirel bir bağlamda inceleyerek Aleviliğin siyasal yönlerinin çözümlemesini yapmaya çalışmaktadır.

Kavramın temel unsurları arasında öncelikle kimlik siyaseti yer almaktadır. Bu yaklaşım Aleviliğin dini-kültürel bir kimlikten siyasal bir kimliğe dönüşümü anlamına gelmektedir. İkincisi bazı hak talepleridir. Laiklik, eşit yurttaşlık ve ayrımcılığa karşı mücadele gibi temel taleplerin siyasal bir çerçevede dile getirilmesi amacını gütmektedir. Üçüncü unsur ise toplumsal kutuplaşma riskidir. Siyasal söylemlerde Alevilik kimliğinin araçsallaştırılması toplumsal kutuplaşmayı tetikleyebilecek bir unsur olarak değerlendirilmektedir.

Bu bağlamda siyasal Alevilik tartışmalı bir kavram haline gelmektedir. Siyasal Alevilik, Aleviliğin sadece bir inanç ve kültürel miras olarak görülmesini savunan kesimler tarafından tepkiyle karşılanabilir. Diğer yandan, bu kavramı kullananlar, Alevilerin siyasal süreçlerde görünür olmasının, eşit yurttaşlık mücadelesi açısından gerekli olduğunu savunabilir.

Türkiye’de İslamcı sağ özellikle de iktidar partisinin yandaşları ve sanal dünyadaki trolleri tarafından siyasal Alevilik kavramı siyasal üstünlük sağlamak için kullanılmaktadır. Bu kesimin siyasal Alevilik kavramını manipülatif bir şekilde kullanması, hem kavramın anlamını hem de toplumsal etkisini doğrudan şekillendirmektedir. Türkiye'deki İslamcı sağ ve onun çevresindeki medya/troller, “siyasal Alevilik” kavramını, Alevi hareketlerini itibarsızlaştırmak ve onları bir tür dış mihrak projesi gibi göstermek için kullanmaya çalışmaktadır. Söylemleri hem toplumsal kutuplaşmayı artırma hem de Alevi taleplerini meşruiyet dışına itme stratejisi olarak karşımıza çıkmaya başlamıştır. İktidar yanlısı toplumsal medya hesapları ve medya organları "siyasal Alevilik" üzerinden Alevi topluluğunu bölmeye veya suç haline dönüştürmeye yönelik bir propaganda yürütmektedir. Siyasal Alevilik, çoğu zaman “devletin birliğine tehdit” olarak lanse edilerek İslamcı sağın tabanını harekete geçiren bir araç haline gelmektedir. Bu yolda algı oluşturulmak istenmektedir.

Bu açıklamalar çerçevesinde siyasal Alevilik kavramını tanımlamak gerekmektedir. Siyasal Alevilik, Alevilik kimliğinin inanç ve kültürel boyutlarından öte toplumsal ve siyasal hak taleplerinin odağında bir hareket veya söylem haline gelmesi olarak tanımlanabilir. Bu kavram, Alevi topluluğunun laiklik, eşit yurttaşlık, ayrımcılıkla mücadele ve kamusal alanda görünürlük gibi temel taleplerini dile getirdiği bir siyasal duruşu ifade eder. Ancak aynı zamanda, Türkiye’de İslamcı sağ tarafından bu kimliğin manipülatif biçimde araçsallaştırılması ve "devletin birliğine tehdit" şeklinde suç olarak tanımlanması amacıyla da kullanılmaktadır. Siyasal Alevilik, kimlik siyaseti, toplumsal hak mücadelesi ve iktidar odaklı propaganda arasındaki gerilimli bir alanda şekillenmekte olup, hem bir toplumsal hak arayışı hem de bir kutuplaşma aracı olarak farklı anlamlar taşımaktadır.

Siyasal Alevilik kavramı Aleviler tarafından gündeme getirilmeye çalışılan bir kavram değildir. İktidar taraftarları bu kavramı ortaya atarak siyasal üstünlük elde etmek istemektedir. Bu bağlamda tanım şu şekilde yeniden belirlenebilir: Siyasal Alevilik, Alevilik kimliğinin inanç ve kültürel boyutlarının ötesinde, siyasal süreçlerde görünürlük kazandığı veya toplumsal hak taleplerinin odağı haline geldiği bir kavramdır. Ancak bu kavram, esasen Alevi toplumu tarafından geliştirilmiş bir söylem olmaktan ziyade Türkiye'deki İslamcı sağın ve medya organlarının, Alevi kimliğini itibarsızlaştırmak ve toplumsal kutuplaşmayı derinleştirmek amacıyla ortaya attığı bir araçtır. Bu bağlamda, siyasal Alevilik söylemi, Alevi topluluğunun hak arayışlarını suç gibi göstererek bu olguyu bir “siyasal proje” olarak göstermeye ve bu şekilde iktidar lehine siyasal üstünlük sağlamaya yönelik bir stratejiye işaret etmektedir. Kavram, çoğunlukla manipülatif bir biçimde kullanılarak toplumsal ve siyasal çatışmaların derinleşmesine hizmet etmektedir.

TARİHSEL GELİŞMENİN ÇÖZÜMLENMESİ

Osmanlı Dönemi: Osmanlı'da Aleviler genellikle “ötekileştirilmiş” bir topluluk olarak görülmüş ve Safevi [1] etkisi nedeniyle “tehdit” olarak algılanmıştır. Bu durum, Alevilerin inançsal kimliğinin siyasal bir risk unsuru olarak değerlendirilmesine yol açmıştır. Alevi kimliği, daha o dönemde “devletin birliği” söylemi üzerinden siyasal bağlamda şekillendirilmiştir.

Cumhuriyet Dönemi: Cumhuriyet’in laiklik politikaları, Aleviler için görünüşte fırsat sunarken, Sünni İslam’ın devlet eliyle yeniden güçlendirilmesi, Alevilerin sistem içinde dışlanmasına neden olmuştur. Dersim İsyanı ve diğer Alevi karşıtı politikalar, bu topluluğun siyasal sürece mesafeli yaklaşmasını ve kimlik siyasetini gündeme getirmesini tetiklemiştir.

1980 Darbesi ve Sonrası: 1980 sonrası Türkiye’de kimlik siyasetinin yükselişi, Alevi toplumunun siyasal ve kültürel kimliğini daha fazla vurgulamasına yol açmıştır. Maraş Katliamı (1978) ve Sivas Katliamı (1993), Alevilerin siyasal olarak örgütlenme ve hak taleplerini daha net bir şekilde dile getirme sürecini hızlandırmıştır.

2000’ler ve AKP Dönemi: AKP’nin “muhafazakâr demokrasi” söylemiyle iktidara gelmesi, Alevilere yönelik “açılım” politikalarını gündeme getirmiş, ancak bu politikalar genellikle yüzeysel kalmıştır. 2010’lardan itibaren, Alevi kimliği, özellikle iktidar tarafından bir “siyasal tehdit” olarak konumlandırılmış, “siyasal Alevilik” gibi söylemler bu dönemde daha sık kullanılmaya başlanmıştır.

Ara Değerlendirme

Alevilerin laiklik yanlısı olması sorunun temelini oluşturmaktadır. Sorun kanımca burada düğümlenmektedir. İslamcı kökten dinciler laiklik kavramından hoşlanmadıkları ve değiştirmek istedikleri için Alevileri hasım görüyorlar. Alevilerin laiklik yanlısı tutumu, Türkiye'deki siyasal kutuplaşmanın merkezinde yer alan bir unsur olarak dikkat çekmektedir. Aleviler, Cumhuriyet’in laiklik ilkelerine ve Mustafa Kemal’e güçlü bir destek sunmuş, bu ilkenin toplumsal ve siyasal hayatta korunmasının önemli savunucuları arasında yer almıştır. Bu laiklik yanlısı duruş, Alevileri, İslamcı kökten dincilerin hedefi haline getirmiştir. İslamcı kesimler siyasal, laikliği dini değerlerin toplumsal etkisini zayıflatan bir tehdit olarak gördükleri için Alevileri ve ideolojik bir hasım olarak konumlandırmışlardır. Türkiye’de İslamcı sağın laiklik karşıtı tutumu, Alevilerle tarihsel bir gerilim yaratmıştır. Bu gerilim, özellikle AKP dönemiyle birlikte daha belirgin hale gelmiş ve “siyasal Alevilik” söylemi bu bağlamda araçsallaştırılmıştır. İslamcı sağ, Alevilerin laiklik yanlısı kimliğini, kendi otoriter ve dini temelli söylemleri için bir engel olarak görmektedir. Bu nedenle, Alevilere yönelik ötekileştirici söylemler ve politikalar geliştirilmiştir.

Sünnilerle Aleviler arasında sıklıkla dile getirilmeyen üstü kapalı bir düşmanlık vardır. Diğer Sünni ülkelerde bu düşmanlık “Sünni-Şii” ayrımı olarak ortaya çıkmaktadır. Türkiye'deki Sünni-Alevi gerilimi ile bazı İslam ülkelerinde Sünni-Şii ayrımını karşılaştırmalı bir şekilde ele alarak, hem benzerlikleri hem de farklılıkları daha derinlemesine çözümlemek gerecektedir.

Sünni-Alevi düşmanlığının en trajik örneği Suriye’de yaşanmıştır. Esad ailesi zamanında Alevilerin Sünni Suriye vatandaşları üzerinde uyguladıkları insanlık onuruna yakışmayan baskı ile Esad devrildikten sonra ortaya çıkan Alevilerine üzerinde uygulanan Sünni baskısı incelenmeye çalışılan durumu açıklıkla ortaya koymaktadır. Kökten dinci Boko Haram, el Kaide ve Taliban gibi örgütlerin Şii ve Alevilere karşı giriştiği uygulamalar da son derecede önemlidir. Sünni-Şii düşmanlığı için en iyi örnek ise Şii İran ile Sünni Körfez ülkeleri arasında yaşanmakta olan şiddetli gerginliklerdir.

Türkiye’deki Alevilik, Şiilikten farklı bir teolojik temele dayansa da, Aleviler tarih boyunca Sünni çoğunluk tarafından “ötekileştirilen” bir grup olmuştur. Bu ayrım, Osmanlı’nın Safevi-Osmanlı rekabetinden itibaren siyasal bir anlam kazanmış ve modern Türkiye'de de laiklik, mezhep kimliği ve toplumsal eşitlik gibi sorunlarla derinleşmiştir. Alevilerin laiklik yanlısı ve modernist duruşları, Sünni muhafazakâr çevreler tarafından dini bir sapma ya da tehdit olarak görülmüştür.

Bazı İslam ülkelerinde Sünni-Şii ayrımı, genellikle dini farklılıkların ötesinde siyasal ve jeopolitik dinamikler tarafından belirlenmiştir. Örneğin, Suudi Arabistan ve İran gibi ülkeler arasındaki bölgesel rekabet, bu mezhepsel ayrımı daha da keskinleştirmiştir. Şii toplulukların azınlık statüsü (örneğin Suudi Arabistan ve Bahreyn gibi ülkelerde) onların hak taleplerini artırmış ve bu talepler sıklıkla siyasal bir tehdit olarak algılanmıştır.

Hem Sünni-Alevi hem de Sünni-Şii ayrımları, kimlik siyasetinin yoğun olduğu dönemlerde toplumsal kutuplaşma ve çatışmayı körüklemek için araçsallaştırılmıştır. Her iki durumda da laiklik karşıtı ya da otoriter yönetimlerin bu ayrımları, kendi siyasal hegemonyalarını güçlendirmek için kullandıkları görülmektedir.

İki kavram arasındaki temel farklılıklar ise aşağıda özetlenmiştir.  Alevilik, İslam'ın mistik [2] (gizemsel) ve senkretik [3] bir yorumu olarak Şiilikten daha farklı bir yolda gelişmiştir. Şii topluluklar, tarihsel olarak daha merkezi bir dini otoriteye sahiptir. Öte yandan Türkiye’deki Sünni-Alevi ayrımı, iç siyasal dinamiklerden beslenirken, İslam dünyasındaki Sünni-Şii ayrımı bölgesel rekabet ve uluslararası müdahalelerle şekillenmektedir.

Türkiye’de Sünni-Alevi gerilimi ile kimlik ve mezhep ayrımı Aleviliğin Osmanlı döneminde Sünni İslam’ın bir uzantısı olarak değil, Safevi etkileri taşıyan farklı bir İslam yorumu olarak görülmesiyle başlamıştır. Bu durum, Osmanlı döneminde Alevi toplulukların dışlanmasıyla devam etmiştir.

Cumhuriyet dönemiyle birlikte Alevi topluluklar, laiklik ve eşit yurttaşlık talepleriyle öne çıkmıştır. Ancak bu talepler, Sünni çoğunluk tarafından, dinin kamu hayatından uzaklaştırılmasına yönelik bir tehdit olarak algılanmıştır. Türkiye’deki Sünni-Alevi gerilimi, zaman zaman devlet politikalarıyla da şekillenmiştir. Alevilerin devlet kurumlarına erişimlerinde maruz kaldığı ayrımcılık, Aleviliği bir kimlik mücadelesine dönüştürmüştür. Alevi topluluklarının laiklik yanlısı ve çoğu zaman Sünni İslamcı siyasal hareketlere karşı duruşu, özellikle AKP döneminde Sünni İslamcı siyasetçiler tarafından tehdit olarak algılanmış ve bu durum “siyasal Alevilik” söylemi üzerinden araçsallaştırılmıştır.

İslam dünyasında ise Sünni-Şii gerilimi, İslam’ın ilk dönemlerinden itibaren ortaya çıkan ve merkezi halifelik mücadelesiyle şekillenen bir çatışma dinamiğidir. Halifelik makamı, Şiilikte Ehl-i Beyt’in [4] meşruluğunu savunurken, Sünnilikte Ebu Bekir’in halifeliği meşru kabul edilmiştir. Suudi Arabistan ve İran arasındaki bölgesel hegemonya mücadelesi, Sünni-Şii ayrımını daha da derinleştirmiştir. İran’ın Şii nüfuzunu genişletme çabası, Suudi Arabistan’ı ve diğer Sünni ülkeleri Şii etkisine karşı savunma refleksiyle hareket etmeye itmiştir. İslam dünyasında Şii azınlıkların Sünni egemenliğine karşı hak talepleri, genellikle otoriter yönetimler tarafından tehdit olarak görülmüştür. Bu tür rejimler, Şii toplulukların hak taleplerini ya bastırmış ya da dini kimliklerini önemsizleştirerek dışlamıştır. Sünni-Şii gerilimi, yalnızca mezhepsel değil, aynı zamanda uluslararası müdahaleler ve bölgesel güç mücadelesiyle daha da karmaşık hale gelmiştir. İran’ın bölgedeki Şii nüfuzu ve Suudi Arabistan’ın bu nüfuza karşı Sünni blok oluşturma çabası bu gerilimi körüklemiştir.

Türkiye’de Sünni-Alevi ayrımı, kimlik mücadelesine ve toplumsal örgütlenmelere dayalı bir iç dinamiğe sahiptir. Sünni-Şii ayrımı ise hem toplumsal hem de bölgesel güç dinamikleriyle şekillenmiştir. Türkiye’de devletin laiklik politikaları, Alevilerin dışlanmasına yol açarken Sünni yönetimlerin Şii topluluklara yönelik baskıları daha geniş bir mezhepsel hegemonya mücadelesi çerçevesinde ele alınmıştır. Sünni-Şii ayrımı, İslam dünyasında uluslararası güçlerin de müdahalesiyle daha karmaşık hale gelirken, Türkiye’deki Sünni-Alevi gerilimi daha çok yerel ve toplumsal dinamikler üzerinden şekillenmiştir. Hem Türkiye’deki Sünni-Alevi ayrımı hem de Sünni-Şii gerilimi, mezhepsel kimliklerin siyasal hegemonya mücadelesinin bir yansımasıdır. Alevi toplulukların laiklik yanlısı duruşları, hem Türkiye’de hem de İslam dünyasında bu toplulukların mezhepsel kimliklerini siyasal bir tehdit olarak görmelerine yol açmıştır.

ALEVİLERİN TALEPLERİ

Siyasal Aleviliği anlamak için Alevilerin öne sürdükleri talepler şunlardır: Cemevleri Alevilerin ibadethanesidir ve statüsü ibadethane olarak kabul edilmelidir. Okullarda okutulan “Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi” dersi Sünni İslâm dersleridir ve Alevi çocuklarını Sünnileştirmektedir. Alevi çocukları muaf tutulmalıdır. Pir Sultan Abdal anma etkinliğine katılan 33 canımızın katledildiği Sivas Madımak Oteli “ibret müzesi” ne dönüştürülmeli, katliamı teşhir eden, lanetleyen görseller yer almalıdır. Birçoğu devletin elinde veya başka kimselerce işgal altında bulunan, başta Hacı Bektaş Dergâhı olmak üzere, tüm Alevi inanç merkezleri, dergâhları Alevilere iade edilmelidir. Alevilere yönelik her türlü ayrımcı tutumlar ortadan kaldırılmalı, ayrımcılık yapanlara karşı caydırıcı yaptırımlar oluşturulmalıdır. Devletin resmi dini kurumu olarak görev yapan ve Sünni İslâm inancını devleti yönetenlerin hegemonyasına sokan ve Sünnilik dışındaki tüm inançlara karşı sistemli bir asimilasyon politikası yürüten Diyanet İşleri Başkanlığı kapatılmalıdır. Alevilere yönelik her türlü asimilasyon politikalarına son verilmeli, bu bağlamda yürütülen Alevi köylerine cami yapma politikası derhal ve ilelebet durdurulmalıdır.” [5]

Aleviliğe karşı Sünni söylemi ise Cumhurbaşkanı’nın yaptığı şu değerlendirmede yer almaktadır: "Din değil. İslam içinde bir kurum olarak görünüyor. Net bir tanımı yok. Biz geçmişte Ali'yi çok sevenler olarak görürdük ama bunların Hazreti Ali ile yaşam tarzı olarak alakaları yok. Alevilik, Ali’yi sevmekse ben dört dörtlük Aleviyim.” [6]

Alevilik konusunda yoğun çalışmaları olan Yasin Aktay ise bir yazısında şunları söylemektedir: “AİHM’nin Avusturya Alevi Birlikleri Federasyonu’nun (AABF) Avusturya hükümeti aleyhine açmış olduğu bir davada Aleviliği ayrı bir inanç olarak tanımış olması tam da böyle bir müdahaledir. AABF nezdinde bütün Alevilerin Müslüman olmadığına karar vermesi haddini aşan ve herşeyden önce Alevilerin kahir ekseriyetinin asla kabul edemeyeceği bir karardır. Alevileri tanımlayan, onların İslam’la ilişkilerinin mahiyetine karar veren bu kararla birlikte bütün Alevilerin kendilik tanımlarına ciddi bir müdahale yapılmış oluyor.” [7]

SİYASAL ALEVİLİĞİN KAVRAMSAL ÇERÇEVESİ

Siyasal Alevilik, Alevi kimliğinin toplumsal ve siyasal alanda görünürlük kazanma mücadelesiyle şekillenen bir süreçtir. Ancak bu kavram, özellikle Türkiye’de, Alevi toplulukların öz kaynaklı bir siyasal hareketi değil, aksine İslamcı sağın Alevi topluluğunu hedef alan bir stratejidir. Alevilerin laiklik yanlısı duruşları, İslamcı sağ tarafından tehdit olarak algılanmış ve bu durum “siyasal Alevilik” söylemiyle araçsallaştırılmıştır.

Siyasal Alevilik, iktidarın Alevileri kendi otoriter siyasal projelerine karşı bir tehdit olarak görmesi ve bu tehdit algısını manipüle etmek amacıyla kullandığı bir propaganda aracıdır. Alevi topluluklarının hak talepleri, kamusal alanda görünürlük kazanmaları ve laiklik yanlısı duruşları Sünni İslamcı siyasal hareketler tarafından bölücü ve tehdit edici bir dil ile suç haline getirilmiştir. Bu dil, Alevi topluluklarının farklılıklarının değil, ortak paydalardan uzaklaştırılmalarını ve toplumun tamamının gözünde düşmanlaştırılmalarını amaçlamaktadır.

Siyasal Alevilik, Türkiye’de Alevi topluluğunun hem Sünni çoğunlukla hem de iktidar ile olan gerilimli ilişkisini ifade eden bir kavramdır. Bu gerilim, hem kimlik hem de hak mücadelesi ekseninde, Alevi topluluklarının laiklik ve eşit yurttaşlık talepleriyle Sünni İslamcı siyaset arasında bir hegemonya mücadelesine dönüşmüştür. Aleviler, laiklik savunuculuğu ve Sünni çoğunluk ile kurdukları eşit yurttaşlık talepleri bağlamında, İslamcı sağ tarafından dışlanmış ve tehdit olarak görülmüştür.

Siyasal Alevilik, Alevi kimliğinin kamusal alanda görünür olma çabası ile toplumsal eşitlik talebi arasındaki gerilimden beslenen bir kavramdır. Aleviler, kendi kimlikleriyle toplumsal alanda daha fazla görünür olmaya çalışırken, Sünni egemenliğin hâkim olduğu toplumda bu kimlik ayrışmaları politikleşmiş ve “siyasal Alevilik” olarak tanımlanmıştır. Bu kavram, Alevi toplulukların toplumsal alandaki görünürlüğü ve hak taleplerinin, Sünni egemenlik tarafından tehdit olarak algılanmasının yansımasıdır.

KURAMSAL TARTIŞMA

Araştırma sorusu olan “Türkiye’de siyasal Alevilik kavramının içeriği ve kuramsal özellikleri nelerdir?” sorusuna anlamlı bir açıklık getirmek bakımından bugüne kadar geliştirilmiş olan kim siyaset bilimi kuramları son derecede yararlı olacaktır.

Gramsci’nin Hegemonya  (Theory of Hegemony) Kuramı

İtalyan Marksist düşünür Antonio Gramsci tarafından geliştirilen bu kavram Siyasal Aleviliğin anlaşılması bakımından önem taşımaktadır. Gramsci'ye göre hegemonya (“rıza yoluyla üstünlük”) temel bir sınıfın, ortak bir dünya görüşü veya “organik ideoloji” ile sağlamlaştırılmış bir hegemonik sistem içinde siyasi, entelektüel ve ahlaki bir liderlik rolü üstlendiği bir durumdur. Antonio Gramsci’ye göre, toplumsal yapılar içinde belirli sınıflar, ideolojik hegemonyayı sağlamak ve egemen kimlikleri dayatmak için mücadele ederler. Türkiye’de Sünni İslamcı ideoloji, Alevi toplulukların laiklik ve eşit yurttaşlık taleplerini tehdit olarak görerek, bu kimliği dışlamıştır. Alevi kimliğinin dışlanması, hegemonik bir çatışma içinde, Sünni İslamcı iktidarın egemenliğini pekiştirme çabası olarak değerlendirilebilir. Gramsci’nin Hegemonya Kuramı, Alevi topluluklarının laiklik ve eşit yurttaşlık taleplerinin Sünni çoğunluk tarafından nasıl dışlandığını ve tehdit olarak algılandığını açıklar. Bu kuram esas alınırsa Alevi kimliği, Sünni İslamcı hegemonya altında dışlanmıştır ve siyasal ayrışmalara yol açan bir tehdit olarak görülmüştür. Sünni İslamcı hareketler, Alevi kimliğini “siyasal Alevilik” kavramıyla bir çeşit suç haline getirerek toplumsal kutuplaşmayı derinleştirmiştir. Gramsci'ye göre hegemonya oluşturmak toplumsal yaşam içerisinde birinin kendi görüşünü bir bütün olarak toplum içerisinde tamamıyla yayarak ve bunun sonucunda kendi çıkarları ile toplum çıkarlarını büyük ölçüde eşitleyerek, ahlaki ve siyasal açıdan bir liderlik kurması demektir. Gramsci’ye göre, hegemonya, belirli toplumsal grupların ideolojik olarak toplumsal yapıyı kontrol etme ve kendi kimliklerini egemen kılma çabasıdır. Türkiye’de Sünni İslamcılar Sünni kimliği hegemonik olarak kabul etmiş ve Alevi kimliğini dışlayan bir toplumsal yapıyı oluşturmuştur. Alevi kimliği, Sünni İslamcı hegemonya altında, seküler ve laik talepleriyle tehdit olarak algılanmış ve bu yüzden “siyasal Alevilik” kavramıyla suç gibi gösterilmiştir. Gramsci, egemen ideolojinin toplumsal kimliklerin inşasında önemli olduğunu söyler. Türkiye’deki Alevi kimliği, bu egemen ideoloji tarafından toplumsal alanda temsil edilmemiştir. Alevi topluluklarının laiklik talepleri, Sünni egemenlik tarafından tehdit olarak görülerek dışlanmış ve “siyasal Alevilik” söylemiyle toplumsal gerilimler derinleştirilmiştir. Gramsci’nin hegemonya kuramı, kimlik siyaseti ile hegemonik güçler arasındaki ilişkiyi ele alır. Gramsci, kapitalist toplumlarda devletin ve hükmeden kapitalist sınıfın (burjuvazinin) zenginlik ve gücü korumak için kültürel kurumları nasıl kullandığını açıklayan kültürel hegemonya kuramıyla tanınır. Hegemonik gruplar, kendi kimliklerini toplumsal yapıda egemen kılmak için ötekilerini dışlar ve ötekileştirir. Türkiye’deki Sünni-Alevi gerilimi, Sünni egemenliğin hegemonyasına karşı Alevilerin mücadele ettiği bir kimlik siyaseti bağlamında değerlendirilebilir. Sünni İslamcı siyasetçiler, Alevi kimliklerini tehdit olarak görerek, bu kimlikleri dışlayıcı bir söylemle “siyasal Alevilik” üzerinden suç haline dönüştürülmüş ve Alevi toplulukları dışlamıştır.

Sömürgecilik Sonrası [8] (Postcolonial) Kuram

Siyasal Aleviliğin ne olduğunun anlaşılması acısından yardımcı olabilecek bir başka kuram da “Sömürgecilik Sonrası” ilişkileri esas alan düşünce biçimidir. Bu kuram Türkiye’de Alevi toplulukların dışlanmasını devlet ve Sünni egemenlik arasındaki ilişkilerle anlamaya yardımcı olur. Kuram Alevi kimliğinin tarihsel olarak dışlanmasını, modern Türkiye’de seküler devletin kurumsal yapıları tarafından Sünni İslamcıların baskılanmasıyla ilişkilendirir. “Siyasal Alevilik” kavramı, bu kuramda, Sünni egemenliğin sömürgecilik sonrası bir uzantısı olarak değerlendirilebilir. Çünkü Aleviler laiklik ve eşit yurttaşlık mücadelesinde bir “sömürge” gibi dışlanmıştır. Sömürgecilik sonrası (postcolonial) kuram, modern kimliklerin, söylemlerin ve güç ilişkilerinin tarihsel olarak sömürgecilik süreçleri tarafından nasıl şekillendiğini inceler. Siyasal Alevilik kavramıyla ilişkisi bu çerçevede değerlendirilebilir. Sömürgecilik sonrası kuram, kimliklerin çoğunlukla iktidar ilişkileri içinde oluşturulduğunu ve "öteki" kavramı üzerinden şekillendiğini savunur. Türkiye bağlamında, Alevilik tarih boyunca devletin resmi söyleminde bir "öteki" olarak konumlandırılmıştır. Siyasal Alevilik kavramı da bu ötekileştirme mekanizmasının bir uzantısıdır. Kavram, Alevilerin kendi kimliklerini tanımlamasından çok, iktidar tarafından bir siyasal araç olarak kullanılmaktadır. Sömürgecilik sonrası düşünürler, örneğin, Edward Said’in "Oryantalizm" kavramı [9] hegemonik güçlerin kültürel, politik ve ideolojik araçlarla kimlikleri manipüle ettiğini vurgular. Siyasal Alevilik kavramı, Türkiye’deki iktidar bloğunun (özellikle İslamcı sağın) Aleviliği bir siyasal tehdit olarak sunarak kendi tabanını bütünleştirme çabasıyla ilişkilendirilebilir. Bu durum, sömürgecilik sonrası kuramın hegemonya çözümlemeleriyle uyumludur. Sömürgecilik sonrası kuram, kültürel sömürgeciliği ve yerel kültürlerin hegemonik güçler tarafından nasıl baskılandığını ya da yeniden tanımlandığını çözümler. Türkiye’deki Aleviler, hem Osmanlı döneminde hem de Cumhuriyet döneminde asimilasyon baskısına maruz kalmıştır. Siyasal Alevilik söylemi, Aleviliği kendi özünden kopararak bir "tehdit" veya "araç" olarak çerçevelemekte, bu da sömürgecilik sonrası kuramın eleştirdiği kültürel yeniden tanımlama süreçlerini çağrıştırmaktadır. Sömürgecilik sonrası kuram, sömürgeleştirilen halkların kendi kimliklerini savunma ve yeniden tanımlama mücadelesini vurgular. Siyasal Alevilik kavramının Aleviler tarafından değil, iktidar tarafından tanımlanması, Alevilerin kendi kimliklerini savunma çabalarını daha da kritik hale getirir. Bu bağlamda, Aleviler toplumsal eşitlik ve hak mücadelesiyle sömürgecilik sonrası direniş dinamiklerini yansıtabilir. Sömürgecilik sonrası kuram, sadece etnik ya da dini kimliklere değil, sınıf ilişkilerine de odaklanır. Alevilerin tarihsel olarak Türkiye’de daha düşük ekonomik ve toplumsal statülere sıkıştırıldığı düşünüldüğünde, siyasal Alevilik söyleminin sınıfsal yönü de sömürgecilik sonrası analiz çerçevesinde değerlendirilebilir. Sömürgecilik sonrası kuram, siyasal Alevilik kavramını çözümlerken bu kavramın iktidar-muhalefet ilişkileri içindeki işlevini, ötekileştirme uygulamalarını ve hegemonik söylemleri anlamak için güçlü bir araç sunar. Aynı zamanda, Alevilerin bu hegemonik söyleme karşı kimlik ve direniş politikaları geliştirmesi de sömürgecilik sonrası direniş kuramlarıyla ilişkilendirilebilir. Bu bağlantılar, Türkiye’nin Alevi-Sünni dinamiklerini ve genel siyasal yapısını daha geniş bir çerçevede anlamaya yardımcı olabilir.

Yeni Sınıf Kuramı (New Class)

Araştırma sorusu açısından önemli başka kuram da Yeni Sınıf Kuramı’dır. Türkiye’de Sünni-Alevi gerilimi yerel ve bölgesel siyasal aktörler arasında ekonomik ve toplumsal kaynaklara erişim ve paylaşım mücadelesini vurgulayan “Yeni Sınıf” kuramıyla da açıklanabilir. Alevi toplulukları, kendi hak talepleri ve laiklik savunuculukları nedeniyle ekonomik ve siyasal fırsat eşitsizlikleriyle karşı karşıya bırakılmıştır. “Siyasal Alevilik” kavramı, Yeni Sınıf kuramı açısından, Alevilerin hem toplumsal statü hem de ekonomik kaynaklara erişim mücadelesini içerir. Yeni sınıf kuramı endüstri devrimi sonrası (post-endüstriyel) toplumlarda yeni toplumsal gruplar kuramı olarak 1970'lerde yükselişe geçti. Toplumsal ve siyasal bilimciler, yeni sınıf gruplarının, siyasal ve toplumsal hedeflere ulaşma sürecinde post-materyalist yönelimler tarafından nasıl şekillendiğini fark ettiler. Kavram ilk önce Milowan Djilas tarafından komünist sistemlerdeki yapısal değişimi açıklamak için kullanılmıştır. “Geleneksel Sınıf” kuramına göre ise kapitalist demokrasilerde siyaset, demokratik bir sınıf mücadelesini oluşturuyordu. Bu temanın klasik ifadesi Seymour Martin Lipset'ten gelmiştir. Lipset, gelişmiş demokrasilerdeki partilerin genellikle sınıf çatışması fikrinden vazgeçmiş olmalarına rağmen, politika söylemleri ve destek tabanlarının farklı sınıf aidiyetlerini yansıttığını belirtmiştir. Aleviler bu bağlamda yeni bir siyasal sınıf olarak ortaya çıkmaktadır. Yeni Sınıf kuramı toplumsal gruplar arasında kaynaklara erişimdeki eşitsizlikleri ve bunların siyasal süreçlerde nasıl ayrışmalara yol açtığını vurgular. Türkiye’deki Alevi toplulukları, ekonomik ve siyasal hak talepleriyle Sünni İslamcı egemenliğin baskısı altında kalmıştır.

Foucault’nun Güç ve Bilgi (Power and Knowledge) Kuramı

Siyasal Aleviliğin kavramsal ilkelerini araştırma sorusu olarak ortaya koyan bu çalışmada Foucault’un Güç ve Bilgi Kuramı önem taşımaktadır. Michel Foucault’a göre, bilgi ve güç ilişkileri toplumsal kimliklerin yapılandırılmasında ve kontrol edilmesinde temel bir rol oynar. Türkiye’de Alevi kimliği, medyada ve iktidar söylemlerinde “siyasal Alevilik” kavramıyla suç haline getirilmiştir. Bu süreç, güç ve bilgi ilişkileri üzerinden Alevi kimliğinin toplumsal kontrol altına alınmasını ve dışlanmasını açıklar. Foucault’nun güç ve bilgi kuramı “siyasal Alevilik” kavramının nasıl devlet ve ideolojik araçlarla şekillendirildiğini açıklamaya yardımcı olur. Bu kuram, Alevi topluluklarının “öteki” olarak konumlandırılmasının, devletin ideolojik ve pratik araçları (medya, eğitim, propaganda) tarafından nasıl yeniden üretildiğini ve normalleştirildiğini gösterir. Sünni İslamcı siyasetçiler, Alevi kimliğini tehdit olarak tanımlayarak, toplumsal bilgiyi bu bağlamda yeniden üretmiş ve “siyasal Alevilik” söylemini güçlendirmiştir. Foucault’nun düşüncesinde klasik öğretiler ve söylem iktidar merkezli bir bilgi felsefesine dönüşmüştür. Çünkü artık tek gerçek, tek bilim ve tek düzen yerine iktidarın merkez kavram olduğu çok boyutlu bir söylem düzeyinde gerçeklik vardır. Bilgi ve gerçek ile iktidarın ilişkisi, söylemler arasındaki iktidar etkileri bu yeni epistemolojik/ontolojik tarzın ve Foucault’nun arkeolojik ve soy bilimsel yönteminin ana hatlarını oluşturur. Foucault’nun kuramı, bilgi ve güç arasındaki ilişkiyi ele alır. Güç, bilginin nasıl üretildiği ve toplumda belirli kimliklerin nasıl oluşturulduğu üzerinde etkilidir. Alevi kimliği, Sünni İslamcı siyasetçiler ve medyanın dilinde “siyasal Alevilik” kavramıyla yeniden üretilmiş ve bu kimlik bir anlamda suç ya da kabahat gibi gösterilmeye başlanmıştır. Alevi topluluklarının talepleri, medya ve iktidar tarafından “tehdit” olarak sunulmuş ve böylece Alevi kimliği toplumsal yapıda daha da dışlanmıştır. Alevi kimliğinin suç haline getirilmesi, devlet ve iktidar ideolojisi tarafından oluşturulan toplumsal kontrollerle ilişkilidir. Sünni egemenlik, Alevi kimliğini tehdit olarak tanımlayarak, toplumsal kontrol mekanizmaları ve ideolojik araçlarla dışlayıcı ve ötekileştirici bir söylemi güçlendirmiştir. Türkiye’de Alevi topluluklarının laiklik ve eşit yurttaşlık talepleri, Sünni İslamcı siyasal hegemonya ile ekonomik fırsat eşitsizliği bağlamında da değerlendirilmelidir. Alevi kimliği, toplumsal ve siyasal alanda ekonomik ve siyasal olarak dışlanmış ve bu gruplar, hem kimlikleri hem de laiklik talepleri nedeniyle ekonomik ve siyasal fırsatlardan uzaklaştırılmıştır.

Toplumsal Yapılandırmacılık (Social Construction) Kuramı

Bu kuram sadece kimliklerin değil fakat tüm toplumsal değerlerin yine toplumlar ve bireyler tarafından değiştirildiğini belirtir ve değerlerin zaman içinde evrilerek ve değişime uğrayarak yeni içerikler ve şekiller kazandığını vurgular. Örneğin ABD’de toplumsal değer yargılarının “negro”dan “black”e, “afro-Amerikan”a ve sonunda “eşit yurttaş” kavramına evrilmesinde görülen değişim bu konuda verilecek ilgin bir öğrenektir. Bu kuram siyasal ve toplumsal değerlerin toplumsal bağlamda nasıl oluşturulduğunu ve bu kimliklerin nasıl şekillendirildiğini ele alan kuramdır. Siyasal Alevilik bu anlamda bir evrilmeyi ifade etmektedir. Alevi kimliği, Sünni İslamcı egemenlik altında, devlet ve toplum tarafından “tehdit” olarak gösterilmek istenmiştir. Bu yeni bir değer yaratmak anlamına gelmektedir. Bu kuram, kimliklerin toplumsal bağlamda nasıl yeniden yapılandırıldığını ve bu kimliklerin dışlanma süreçlerini açıklar.  “Toplumsal Yapılandırmacılık” kuramı Türkiye’de “siyasal Alevilik” kavramının yeni toplumsal değerler oluşturma süreçleriyle ilişkisini anlamada önemli bir bakış açısı sunar. Bu kuramsal çerçevede Alevi kimliğinin toplumsal ve siyasal bağlamda nasıl oluşturulduğu ve değiştirildiği ve bu kimliğin Sünni egemenlik tarafından nasıl şekillendirildiği tartışılır. “Siyasal Alevilik” kavramı, toplumsal yapılandırmacılık bakış açısıyla toplumsal gruplar arasındaki ayrışmanın nasıl yapıldığını, değerlerin nasıl oluşturulduğunu/değiştirildiğini ve kimlik siyaseti çerçevesinde bu grupların nasıl konumlandırıldığını vurgular. Toplumsal Yapılandırmacılık kuramı, kimliklerin zaman içinde toplumsal olarak nasıl yapılandırıldığını ve bu yapıların belirli bağlamlarda nasıl oluşturulduğunu edildiğini ele alır. Türkiye’de Alevi kimliği, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan süreçte Sünni İslamcı normlar üzerinden yapılandırılmıştır. Alevi toplulukları, kendi kimliklerine dayalı laiklik ve eşit yurttaşlık talepleriyle, Sünni İslamcı hegemonyanın tehdit algısıyla karşı karşıya kalmışlardır.

Toplumsal Kimlik (Social Identity Theory) Kuramı

Kanımca Siyasal Aleviliğin açıklanmasında en fazla yarar sağlayacak düşünme biçimlerinin başında kimlik kavramı gelmektedir. Kimlik kuramı bireylerin veya toplulukların kimliklerinin toplumsal ve siyasal mücadeleler üzerinden şekillendirilmesi ve kimliklerin dışlanması üzerine odaklanır. Türkiye’de Sünni İslamcı ideolojinin Alevi kimliğini dışlaması, kimlik siyaseti bağlamında toplumsal ayrışmalara yol açmıştır. Alevi kimliği, laiklik ve eşit yurttaşlık talepleriyle Sünni egemenlik tarafından tehdit olarak görülmüş ve bu kimlik siyaseti aracılığıyla dışlamıştır. Bu bağlamda konumuzla ilgili önemli bir kuram da Kimlik Kuramı’dır. Kimlik kuramı ve siyaseti genellikle siyasal iktidarın toplumsal gruplar üzerindeki denetimiyle ilişkilidir. Kimlik kuramı, bireylerin toplumsal rollerine, gruplarına ve kişisel özelliklerine dayanarak nasıl bir kimlik geliştirdiğini ve bu kimliklerin davranışlarını nasıl şekillendirdiğini inceleyen bir toplumsal psikoloji ve sosyoloji kuramıdır. Bu kuram, bireyin toplumsal bağlamda kendini nasıl tanımladığını ve toplumsal etkileşimlerde kimliklerin nasıl devreye girdiğini anlamaya çalışır. İktidar, kendi kimlik normlarını toplumsal yapıya dayatır ve bu kimlikler dışındaki grupları “öteki” ilan ederek, onları toplumsal dışlanma ve şiddetle karşı karşıya bırakır. Türkiye’de Alevi kimliğinin laiklik ve eşit yurttaşlık talepleri, Sünni İslamcı iktidar tarafından tehdit olarak algılanmış ve bu kimlik üzerinden “siyasal Alevilik” kavramı oluşturularak, Aleviler toplumsal ve siyasal alandan dışlanmaya çalışılmıştır. Kimlik, bireylerin ve toplulukların, toplumsal kimliklerine dayalı olarak toplumsal yapıda belirli hak ve konumlar talep ettikleri bir araçtır. Kimlik siyaseti, özellikle kimliğin dışlandığı, değersizleştirildiği veya tehdit olarak algılandığı durumlarda, toplumsal çatışmaları körüklemektedir. Türkiye’de Alevi kimliği, Sünni İslamcı egemenlik altında kamusal alanda dışlanmıştır. Laiklik yanlısı duruşları ve toplumsal eşitlik talepleri, Sünni egemenliğin Sünni İslamcı hegemonya kurduğu bir alanda tehdit olarak görülmüştür. Bu durum, Alevi kimliğinin toplumsal alanda görünmez olmasına ve Sünni İslamcı söylemlerle karşıtlaştırılmasına neden olmuştur. Alevi kimliği, Türkiye’de Sünni çoğunluk tarafından, belirli kimlik normlarına uymadığı için dışlanmıştır. Kimlik siyasetinin temel dinamiği, Sünni İslamcı siyaset tarafından Alevilerin toplumdaki yerinin tehdit olarak görülmesidir. Bu dışlanma, Alevi kimliğini yalnızlaştırarak Sünni İslamcı ideolojiye uyum sağlamayan bir grubu “öteki” haline getirir. Bu, kimliklerin toplumsal alanda görünürlük kazanmasını engeller ve toplumsal aidiyetlerde çatışmaya yol açar. Bu bağlamda kimlik sorununu siyaset bilimi açısından irdelemek yerinde olur. Kimlik sorununu siyaset bilimi açısından ele almak oldukça önemli bir yaklaşımdır. Siyaset bilimi, toplumsal kimliklerin politik süreçlerde nasıl şekillendiğini ve bu kimliklerin nasıl araçsallaştırıldığını anlamamıza yardımcı olur. Özellikle Türkiye’deki Sünni-Alevi gerilimi, kimlik siyasetinin önemli bir örneğidir ve bu tür durumlarda siyasetin nasıl bölücülüğe dönüşebileceği incelenebilir. Kimlik sorunlarını siyaset bilimi bakış açısından ayrıntılı bir çözümleme konusu yapmak yararlı olacaktır. Bu çözümleme Türkiye’deki Sünni-Alevi gerilimi bağlamında, kimlik siyasetinin nasıl şekillendiğini ve bu gerilimin nasıl bir siyasal araç haline dönüştüğünü daha ayrıntılı olarak açıklayabilir. Kimlik, bireylerin toplumsal gruplarla kurduğu duygusal ve kültürel bağların bir yansımasıdır. Siyaset bilimi, bu bağların politik süreçlerde nasıl temsil edildiğini ve bu bağlamda kimliklerin nasıl bir "siyasal temsil" talep ettiğini inceler. Sünni-Alevi gerilimi, Alevi kimliğinin Sünni egemenliğin hâkim olduğu toplumsal yapıda temsil edilememesiyle ilgili bir sorundur. Bir başka bakışla Sünni değer yargılarıyla oluşan kimliğin Alevi değer yargılarıyla oluşan bir başka kimlikten ayrıldığı noktaların saptanmasından, bu farklılıkların abartılarak vurgulanmasından ve bu ayrışmadan siyasal ve ekonomik çıkar beklenmesinden ibarettir. Bu nedenlerle Aleviler, kimliklerini kamusal alanda tanımlamakta ve ifade etmekte güçlük yaşamışlardır. Alevilerin laiklik ve eşit yurttaşlık talepleri, bu kimliklerin temsil edilmediği durumlarda, iktidar ve devlet politikalarıyla dışlanmaya yol açmıştır. Kimlikler, toplumsal süreçler ve siyasal söylemler aracılığıyla sürekli olarak inşa edilir. Toplumsal Yapılandırmacılık kuramı, kimliklerin toplumsal olarak nasıl yapılandırıldığını ve bu kimliklerin belirli bir bağlamda nasıl şekillendirildiğini inceler. Alevi kimliği, Osmanlı döneminden Cumhuriyet’e uzanan süreçte, Sünni kimlik normlarına karşı bir "öteki" olarak oluşturulmuştur. Türkiye’de Sünni-Alevi gerilimi, Alevi kimliğinin dışlanmasını, toplumsal eşitsizlik ve dışlanma olarak açığa çıkarır. Sünni hegemonyanın etkisiyle, Aleviler genellikle "siyasal Alevilik" kavramıyla sanki bir suç haline dönüştürülmüştür. Kimlik siyaseti, belirli toplumsal grupların, kendi kimlik ve taleplerini öne çıkararak, farklı kimliklerle karşıtlık ve çatışma yaratmasıyla da ilgilidir. Türkiye’de Alevi kimliği, Sünni İslamcı siyasetçiler tarafından laiklik ve toplumsal eşitlik talepleriyle bir tehdit olarak algılanmıştır. Aleviler, kimliklerine dayalı olarak devlet politikaları ve iktidar söylemleri tarafından sürekli olarak toplumsal çatışmanın odağı haline getirilmiştir. “Siyasal Alevilik” kavramı, bu kimlik siyaseti bağlamında, Alevi kimliğinin toplumsal çatışma alanlarına sürüklenmesine neden olmuştur.

Toplumsal Cinsiyet (Social Gender Theory) Kuramı

Bir başka ilgili kuram da “Toplumsal Cinsiyet” kuramıdır. Alevi kimliği, Türkiye’de toplumsal cinsiyetle de bağlantılı olarak ele alınmalıdır. Alevi toplulukları, Sünni İslamcı normların egemen olduğu toplumsal yapıda, cinsiyet eşitliği ve laiklik gibi konularda da Sünni çoğunluk tarafından tehdit olarak görülmüştür. Bu durum, Alevi kadınların hak taleplerinin görünmez hale gelmesine ve toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin derinleşmesine neden olmuştur. Toplumsal Cinsiyet Kuramı, cinsiyetin biyolojik bir gerçeklikten ziyade toplumsal ve kültürel olarak oluşturulmuş bir kavram olduğunu savunan bir yaklaşımdır. Bu kurama göre, kadınlık ve erkeklik rolleri, toplumun normları, değerleri ve beklentileri doğrultusunda şekillenir. Toplumsal cinsiyet ve kimlik, bireylerin ve toplulukların toplumsal ve siyasal eşitsizliklerle karşılaştığı alanlardır. Alevi kimliği, toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri bağlamında da dışlanmıştır. Özellikle Alevi kadınlar, Sünni İslamcı hegemonya altında hem cinsiyet hem de kimlik eşitsizliğiyle mücadele etmek durumunda kalmışlardır.

Yukarıda açıklanmaya çalışılan kavramlar ve kuramlar, Siyasal Alevilik konusunun akademik açıdan çözümlenmesinde temel bir çerçeve oluşturur. Bu kavramlar ve kuramlar Siyasal Alevilik’i derinleştirmek ve çözümlemek için kullanılabilir. Özellikle bu kuramsal çerçeve konunun toplumsal, siyasal ve ideolojik bağlamda daha kapsamlı bir şekilde incelenmesini sağlayacaktır.

Özetlemek ve irdelemek gerekirse söz konusu olan bir toplumsal ve siyasal ayrıştırma olgusudur.

AYRIŞTIRMANIN OLASI SONUÇLARI VE YARATACAĞI TOPLUMSAL ZARARLAR

Toplumsal Barışın Bozulması: Siyasal Alevilik kavramı, Alevi topluluklarının Sünni egemenlik tarafından dışlanmasını teşvik ettiği için, mezhepler arası gerilimleri artırabilir. Alevi kimliğinin dışlanması, Türkiye’de zaten var olan mezhep temelli gerilimlerin daha da derinleşmesine yol açabilir ve toplumsal huzuru tehdit eder.

Kamusal Siyasal İstikrarsızlık ve Güvensizlik: Siyasal Alevilik kavramı, toplumsal gruplar arasında kimlik farklılıklarını ve ayrışmaları öne çıkararak, siyasal istikrarsızlığa yol açabilir. Bu tür ayrışmalar, siyasal tarafgirlik ve kutuplaşmayı artırabilir, dolayısıyla Türkiye’nin toplumsal ve siyasal yapısını olumsuz etkileyebilir.

Etnik ve Mezhepsel Kimliklerin Siyasallaştırılması: Siyasal Alevilik, Alevi kimliğini ideolojik olarak ön plana çıkararak, bu kimliğin politik araçlarla manipüle edilmesini sağlar. Mezhepler arası farklılıkların politik kışkırtmalar için kullanılması, toplumsal eşitsizlikleri ve adaletsizlikleri daha da artırabilir. Türkiye geçmişte bunun acılı örneklerini çok görmüş ve yaşamıştır.

Uluslararası Algı ve Dış Politika Üzerindeki Etkileri: Siyasal Alevilik kavramının yükseltilmesi, Türkiye’nin bölgesel ve uluslararası alandaki itibarını olumsuz etkileyebilir. Alevi kimliği ve siyasal Alevilik kavramının uluslararası alanda kullanılması, Türkiye’nin İslamcı kimliği ve mezhepler arası gerilimlerle olan ilişkisinin eleştirilmesine neden olabilir.

Toplumsal Eşitlik ve Kimlik Taleplerinin Bastırılması: Alevi kimlik talepleri, Türkiye’de toplumsal eşitlik ve insan hakları mücadelesi açısından önemli bir yere sahiptir. Siyasal Alevilik kavramı, bu talepleri bastırarak, Türkiye’nin demokratikleşme sürecine zarar verebilir ve eşit yurttaşlık hakları konusunda geri adım atılmasına yol açabilir.

KAVRAMIN YOL AÇTIĞI ALGILAR

Aleviler İçindeki Algılar

Kimlik Sahiplenme veya Reddetme: Alevilerden bazıları Siyasal Alevilik kavramını hak mücadelesi bağlamında olumlu bir araç olarak görmektedir. Özellikle laiklik ve eşit yurttaşlık taleplerinin sistematik olarak reddedildiği bir ortamda, siyasal bir duruş sergilemeyi meşru bir yol olarak görmektedirler. Bazı Aleviler ise bu kavramı dışlayıcı veya kimliklerinin indirgemeci bir çerçevede ele alınması olarak görmektedir. İnanç boyutlarının ihmal edilmesi veya Aleviliğin bir tür "politik proje" olarak sunulması topluluk içinde rahatsızlık yaratabilir.  Bu durumu somutlaştırmak için Siyasal Alevilik konusunu ele alan bir medya haberi aşağıya alıntılanmıştır: “PİRHA- Alevilerin 2021 yılında da hakları gasp edildi, talepleri yerine getirilmedi, demokrasi, eşit yurttaşlık, inanç özgürlüğü talebi görmezden gelindi. Aleviler üzerindeki ayrımcı politikalar sistematik bir şekilde devam etti. Alevi toplumuna yönelik nefret dili ve saldırılar yıl boyunca yaşanırken, yargı Alevilere yönelik nefret dili ve saldırılara karşı sessizliğini korudu.” [10]

Bölgesel ve Sosyoekonomik Farklılıklar: Kentsel alanlarda yaşayan, daha eğitimli ve politik bilinçli Aleviler Siyasal Alevilik kavramını daha stratejik bir araç olarak benimserken kırsal bölgelerdeki Aleviler ise bu tür kavramları daha az benimsemekte ve içinde yaşadıkları toplumda toplumsal barışın korunmasına daha fazla öncelik tanımaktadır.

Aleviliğin Tanımı ve Kurallarının Belirlenmesinde Aleviler Arasındaki Görüş Farklılığı: Bu çerçevede çok önemli bir konu üzerinde durmakta yarar vardır. Aleviliğin anlamı, içeriği, ibadet şekilleri,  ritüelleri ve kuralları konusunda çeşitli Alevi toplulukları arasında görüş ayrılığı bulunmaktadır. Kuşkusuz bu farklılaşmaları ayrıntıları ile bu araştırmada belirlemek olanaklı değildir. Ancak bazı Aleviler Aleviliği İslam dini içinde bir alt bölüm olarak görürken bazı Aleviler Aleviliğin bir din olmadığını, İslam’la ilgisi bulunmadığını ve daha çok bir inanış ve felsefi yaklaşım olduğunu savunmaktadır. Bu farklılaşma Alevilikle ilgili tartışmaların ve sürtüşmelerin temel kaynağını oluşturmaktadır.

Sünni Çoğunluk İçindeki Algılar

Tehdit Algısı:  Siyasal Alevilik, Sünni muhafazakâr kesimler tarafından "bölücülük" veya "dini ve toplumsal değerleri tehdit eden bir ideoloji" olarak algılanmaktadır. Bu algı, özellikle siyasal İslamcı aktörlerin kavramı manipüle etmesiyle derinleşmektedir. Ancak daha ılımlı Sünni gruplar, Siyasal Alevilik’i demokratik bir hak arayışı olarak görmekte ve bu tür algıların mezhepsel farklılıkların barış içinde bir arada var olabileceği anlayışına inanmaktadır.

Empati ve Dışlama: Laikliğe önem veren Sünni bireyler, Alevilerin hak mücadelelerini anlayışla karşılamakta ve Siyasal Alevilik'i bir meşruluk talebi olarak görmektedir. Daha muhafazakâr ve dini referanslarla hareket eden kesimler, bu kavramı "öteki"nin bir sembolü olarak algılamakta ve Alevilere yönelik dışlayıcı davranışları desteklemektedir.

Diğer Azınlık Gruplarıyla İlişkiler

Karşılaştırmalı Algılar: Kürtler gibi diğer azınlık gruplar, Siyasal Alevilik kavramını ortak bir hak arayışı mücadelesinin parçası olarak görmektedir. Ancak bu kesim kavramın yeterince kapsayıcı olmamasından kaynaklanan nedenlerle siyasal gerilimlere yol açılabileceği endişesini taşımaktadır. Örneğin, Kürt Aleviler, kimliklerini hem Kürt hem de Alevi olarak tanımladıkları için Siyasal Alevilik'in daha geniş bir çerçeveye oturtulmasını talep etmektedir.

Hak Taleplerine Etkiler: Siyasal Alevilik kavramı, diğer azınlık gruplarının kendi hak taleplerini ifade etmelerine cesaret vermektedir. Ancak kavramın aşırı siyasallaşması, bu grupların Alevilerle dayanışmasını azaltma potansiyelini içinde barındırmaktadır.

Siyasal ve Medya Söylemleri

Oluşturulan Algılar: Siyasal İslamcı iktidar, Siyasal Alevilik kavramını bir tehdit unsuru olarak çerçeveleyerek Sünni muhafazakâr tabanı hareket geçirme seçeneğini elinde tutmaktadır. Bu durum, Alevilere yönelik önyargıları pekiştirir. Muhalefet ise bu kavramı demokratik haklar ve eşit yurttaşlık mücadelesinin bir parçası olarak savunmaktadır. Ancak bu söylem çoğu zaman yeterince güçlü bir şekilde dile getirilmemektedir.

Propaganda ve Algı Yönetimi: İktidar medyasının Alevilere yönelik olumsuz propaganda kampanyaları, Siyasal Alevilik’in toplumsal barışı tehdit eden bir unsur gibi algılanmasına neden olmaktadır. Bu söylemler, toplumdaki mezhepsel ayrışmayı derinleştirmektedir. Sosyal medyanın oynadığı rol de bu açıdan kritik önem taşımaktadır.

Uluslararası Perspektif

Küresel Algılar: Siyasal Alevilik, Batı dünyasında bir azınlık mücadelesi olarak algılanmakta ve bu durum, insan hakları örgütlerinin Alevilere daha fazla destek vermesine yol açmaktadır. Ancak bu kavramın uluslararası arenada "mezhepsel bir çatışma" olarak görülmesi, Türkiye'nin dış politikadaki konumun zayıflatabilir ve ülke içindeki toplumsal gerilimleri artırabilir.

GENEL DEĞERLENDİRME

Bu çalışma, Türkiye’de “siyasal Alevilik” kavramının, Alevi kimliğinin toplumsal ve siyasal bağlamda dışlanmasına neden olan süreçlerin bir yansıması olduğunu göstermektedir. Siyasal Alevilik kavramı, Alevi topluluklarının laiklik ve eşit yurttaşlık taleplerinin Sünni İslamcı hegemonya tarafından tehdit olarak algılanmasının bir ürünüdür. Bazı akademisyenlerin kuramsal çerçevelerinden hareketle, bu kavramın Gramsci’nin Hegemonya Kuramı, Foucault’nun Güç ve Bilgi Kuramı ve Toplumsal Yapılandırmacılık Kuramı üzerinden ele alınması Alevi kimliğinin Sünni egemenlik altında nasıl dışlandığını anlamamız açısından önem taşımaktadır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün laiklik ve toplumsal eşitlik vizyonuna karşı olan Sünni İslamcı ideolojik grupların, Alevi kimliğini tehdit olarak görmesi ve siyasal Alevilik kavramını bu doğrultuda kullanması, Alevi topluluklarının toplumsal barış ve eşit yurttaşlık taleplerinin zayıflamasına neden olmuştur. Türkiye’de mezhepler arası gerilimler zaten var olan toplumsal eşitsizlikleri ve ayrışmaları derinleştirerek, siyasal istikrarsızlığa ve uluslararası eleştirilerle karşı karşıya kalınmasına yol açabilir.

Bu açıklamalar Siyasal Alevilik kavramının toplumun farklı kesimlerinde nasıl yankı bulabileceğini göstermektedir. Kavram, Alevilerin hak mücadelelerini görünür kılarken, diğer topluluklarla kurulan bağları etkileyen hem olumlu hem de olumsuz dinamikleri içinde barındırmaktadır. Bu kavramın daha kapsayıcı bir şekilde ele alınması ve Alevilerin hak taleplerinin yalnızca bir siyasal sorun değil, bir insan hakları mücadelesi olarak çerçevelendirilmesi toplumsal uyuma katkı sağlayabilir.

Siyasal Alevilik kavramı, Alevi kimliğinin toplumsal dışlanma sürecine dâhil edilerek, Türkiye’de mezhepsel ayrışmaların artmasına katkıda bulunabilir. Bu tür kavramlar, mezhep temelli çatışmaları derinleştirerek toplumsal barış ve güvenlik açısından riskler oluşturabilir.

Siyasal Alevilik, kimlik siyaseti ve toplumsal gerilimler yaratarak, Türkiye’nin siyasal istikrarını olumsuz etkileyebilir. Siyasal kutuplaşma ve kimlik temelli ayrışmalar, kamu güvenliği ve eşit yurttaşlık anlayışının zayıflamasına yol açabilir.

Siyasal Alevilik, Türkiye’nin mezhepler arası gerilimlere olan yaklaşımını uluslararası alanda tartışmalı hale getirebilir. Alevi kimliğinin uluslararası politikada araçsallaştırılması Türkiye’nin bölgesel itibarını zedeleyebilir.

ÖNERİLER

Laiklik ve Eşit Yurttaşlık İlkelerine Dayalı Politikalar: Türkiye’de Alevi topluluklarının toplumsal dışlanmasını önlemek amacıyla, laiklik ve eşit yurttaşlık ilkelerine dayalı politikaların güçlendirilmesi gerekmektedir. Bu, Alevi kimliğinin toplumsal barış ve eşit hak talepleri doğrultusunda tanınmasını sağlayacaktır.

Mezhepsel Ayrışmaları Azaltıcı Çabalar: Mezhep temelli ayrışmaları azaltacak ve toplumsal uyumu güçlendirecek politikaların geliştirilmesi, Türkiye’nin toplumsal istikrarı açısından kritik öneme sahiptir. Bu çabalar, Sünni ve Alevi toplulukları arasında karşılıklı diyalog ve hoşgörüyü teşvik edecek ortamlar oluşturabilir.

Sivil Toplum ve Demokratik Katılım: Sivil toplumun aktif katılımı ve farklı toplumsal grupların haklarının korunması, Alevi kimlik taleplerinin daha geniş bir kamusal alanda tartışılmasına yardımcı olacaktır. Bu, Türkiye’de toplumsal barışı ve eşit yurttaşlık haklarını güçlendirebilir.

Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika: Türkiye’nin uluslararası alandaki itibarını zedelememek adına, Alevi kimliği ve siyasal Alevilik kavramı üzerinden yürütülen tartışmaların, uluslararası düzeyde daha dikkatli ele alınması gerekmektedir. Türkiye’nin mezhepsel çatışmalardan ziyade toplumsal barış ve eşit yurttaşlık vizyonu ile anılması önemlidir.

SONUÇLAR

Bu çalışma, Türkiye’de “siyasal Alevilik” kavramının, Alevi kimliğinin toplumsal ve siyasal bağlamda dışlanmasına neden olan süreçlerin bir yansıması olduğunu ortaya koymuştur. Siyasal Alevilik, Alevi topluluklarının laiklik ve eşit yurttaşlık taleplerinin, Sünni İslamcı hegemonya tarafından tehdit olarak algılanması sonucunda ortaya çıkan bir ideolojik stratejidir. Gramsci’nin Hegemonya Kuramı, Foucault’nun Güç ve Bilgi Kuramı ve Toplumsal Yapılandırmacılık Kuramı gibi kuramsal çerçeveler kullanılarak, bu kavramın hem toplumsal hem de siyasal süreçlerde nasıl şekillendiği incelenmiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün laiklik ve toplumsal barış vizyonu karşısında Sünni İslamcı ideolojilerin, Alevi kimliğini tehdit olarak görerek siyasal Alevilik kavramını araçsallaştırdığı sonucuna ulaşılmıştır.

Siyasal Alevilik, Türkiye’de mezhep temelli gerilimleri artırarak toplumsal barış ve güvenlik açısından riskler oluşturmuş ve Türkiye’nin siyasal istikrarını olumsuz etkilemiştir. Ayrıca, Alevi kimliğinin uluslararası alanda araçsallaştırılması, Türkiye’nin imajını zedelemiştir. Siyasal Alevilik, aynı zamanda Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde eşit yurttaşlık haklarına yönelik engeller yaratmıştır. Mezhep temelli kimlik siyaseti, Türkiye’nin demokratikleşme sürecine zarar vermiştir.

Gelecekte Yapılması Gereken Araştırmalar

Kimlik Siyaseti ve Mezhep Ayrımcılığı: Türkiye’de mezhepsel kimlik siyaseti ve toplumsal kutuplaşmanın uzun vadeli etkileri üzerine daha fazla deneysel alan çalışmaları yapılmalıdır.

Eşit Yurttaşlık ve Laiklik: Laiklik ve eşit yurttaşlık taleplerinin toplumsal barışa etkileri üzerine daha derinlemesine çözümlemeler yapılmalıdır.

Mezhep Temelli Çatışmaların Uluslararası Etkileri: Siyasal Alevilik gibi kimlik temelli çatışmaların uluslararası politikada nasıl ele alındığı ve etkilerinin incelenmesi yararlı olacaktır.

Toplumsal Eşitlik ve Siyasal İstikrar: Türkiye’nin siyasal istikrarını tehdit eden kimlik politikalarının toplumsal etkilerini inceleyen uzun erimli araştırmalar yapılmalıdır.

Siyasal Katılım ve Toplumsal Barış: Alevi topluluklarının toplumsal ve siyasal katılım süreçleri ve bu süreçlerin Türkiye’nin demokratikleşme süreci üzerindeki etkileri üzerine çalışmalar geliştirilmelidir.

 


 

KAYNAKÇA

 

Akkır, R. (2014).Siyasal Bir Mesele Olarak Alevilik”. Geçmişten Günümüze Alevilik I. Uluslararası Sempozyumu. 03-05 Ekim / October 2013 = Alewism From Past To Present I. International Symposium, 2014, cilt: II, s. 605-617.

Akova, S. (2019). “Michel Foucault’un Bilgi ve Güç Odaklı  Söylem Anlayışı Bağlamında Gerçeklik ve İktidar Arasındaki İlişkilerin Tarihsel Çözümlemesi”. Tukish Studies. Vol. 14. Issue 4.  https://www.researchgate.net/publication/338545923_MICHEL_FOUCAULT'UN_BILGI_VE_GUC_ODAKLI_SOYLEM_ANLAYISI_BAGLAMINDA_GERCEKLIK_VE_IKTIDAR_ARASINDAKI_ILISKILERIN_TARIHSEL_COZUMLEMESI

Aksoy, T. (2003). “Türkiye’de Alevilik Sorunu.” Doğu-Batı, 16, 45-60.

Alpat, B. (1997). “Alevilik ve Devlet İlişkileri.” Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 52(2), 19-38.

Apalı, Y. (2021). “Michel Foucault’da İktidar ve Güç”.  MAKÜ. Uyg. Bil. Derg., 5(2), 290-304, 2021. chrome-extension://efaidnbmnnnibpcajpcglclefindmkaj/https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1933558

Arpacı,  I. (2019). “Dini Milliyetçilik Bağlamında Alevi Siyasallaşması” DOI: 10.33437. KSÜSBD Cilt:16 Sayı: 1 Nisan 2019.

Duran, B. (2022).  Alevis, identity politics and election strategies”. SETA. https://www.setav.org/en/opinion/alevis-identity-politics-and-election-strategies

Ekren, A. (2022).Antonio Gramsci’nin Hegemonya Kavramının Uluslararası İlişkiler Disiplinine Girişi ve Yorumlanması”. Aksaray Üniversitesi. İİBF Dergisi. Doi: 10.52791/aksarayiibd.1061346. chrome-extension://efaidnbmnnnibpcajpcglclefindmkaj/http://aksarayiibd.aksaray.edu.tr/tr/download/article-file/2206156#:~:text=Gramsci'ye%20g%C3%B6re%20hegemonya%20olu%C5%9Fturmak,Eagleton%2C%202020%3A%20158).

Elhan, N. (2022). “Nation Building and Alevis During the Late Ottoman and Early Republican Periods: Within and Beyond the “National”. Marmara Üniversitesi Siyasal Bilimler Dergisi, 10(1), 1-20. https://doi.org/10.14782/marmarasbd.882405

Elhan, N. (2024). “Alevi Politicization and Foreign Policy”. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi 108. 55-72. https://doi.org/10.60163/hbv.108.004.

Erdemir, T. (2009). “Türkiye’de Kimlik Siyaseti ve Alevilik.” Toplum ve Bilim, 117, 25-47.

Foucault, M. (1977). “Discipline and Punish: The Birth of the Prison.” Trans. Alan Sheridan. Pantheon Books.

Göçek, F. M. (2001). “Identity and State: The Making of Modern Turkey.” I.B. Tauris.

Gramsci, A. (1971). “Selections from the Prison Notebooks.” Trans. Quintin Hoare and Geoffrey Nowell Smith. International Publishers.

Günaydın, G.G. (2017). “Siyasal Boyutlarıyla Türkiye’de Alev Çatışması”. The Journal of Academic Social Science Studies. OI : 10.9761/JASSS6992.

Güneş, C. (2020). “Political Representation of Alevi Kurds in Turkey: Historical Trends and Main Transformations”. Kurdish Studies. 1. 8/2020. https://www.ceeol.com/search/article-detail?id=870862

Gürcan, A.E. (2015). “The Problems of Religous Education in Turkey. Alev Citizens and the Limits of ECTHR.  ISBN 978-605-9178-14-3.  

İrat, A.M. (2006). “The Alevi community in Turkey after 1980: an evaluation of political group boundaries in the context of ethnicity theories”.  http://etd.lib.metu.edu.tr/upload/3/12607184/index.pdf

Jongerden, J. (2012). “The Political Alevi: Identity and Activism in Turkey.” The Middle East Journal, 66(2), 241-257.

Karakoc, H. (2011). “Interpreting the Alevi Identity in Turkey: Social and Political Dimensions.” Middle Eastern Studies, 47(2), 171-187.

Karaman, İ. (2010). “Türkiye’de Alevilik ve Siyasal İktidar.” Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, 8(15), 123-148.

Karaömerlioğlu, A. and friend. (2020). “Where faith meets modernity: cemevi and local Alevi politics”. Middle Eastern Studies56(6), 839–853.

Kenanoğlu, A. (2016). Türkiye’de Alevilik: Sorun ve Çözüm Yolları. Heinrich Böll Stiftung. Derneği Türkiye Temsilciliği.

Lewis, B. (1993). “The Middle East: A Brief History of the Last 2,000 Years.” Scribner.

Mardin, Ş. (1973). “Center-Periphery Relations: A Key to Turkish Politics?” Daedalus, 102(1), 169-190.

Özdalga, E. (1998). “Alevilik ve Laiklik: Türkiye’de Devlet ve Mezhep.” İletişim Yayınları.

Said. E. (1998) . “Oryantalizm”. İrfan Yayınevi. 9789753710329

Sakallioglu, U. (1996). “Alevilik ve Siyasal İslam.” Türkiye’de Siyasal İslam.

Şimşek, A. (2018). “İktidar-Siyasal İslam Siyasallaşan Alevilik”. Ceylan. 9789752416277.

Tahi̇re, E. and friend. (2000). “Alevi Politics in Contemporary Turkey”. Middle Eastern Studies. Vol.36. No 4.

Tanfer, M.V. (1999). “Atatürk’ün Din Ve Lâiklik Anlayışı”. Dergi Park. Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi. Cilt: 15 Sayı: 43, 41 – 52. https://dergipark.org.tr/tr/pub/aamd/issue/61068/903326

Turner, B. S. (1994). “Modernity and Postmodernity: Knowledge, Power, and the Self.” Sage Publications.

Uçar, M. (2010). “Siyasal Bir Düşünce Olarak Alevilik”. I. Uluslararası Hacı Bektaş Veli Sempozyum. 07-09 Mayıs 2010, Çorum, 2011, cilt: II, s. 927-939.

Uzunyaylalı, T. (1999). “Alevi İnanışı ve Siyasal Alevilik”. Beka.

Üşenmez, Ö. ve arkadaşı. (2015). “Identity Problems in Turkey: Alevis and AKP”. Alternatif Politika Cilt 7, Sayı 3.

Varshney, A. (2002). “Ethnic Conflict and Civic Life: Hindus and Muslims in India.” Yale University Press.

Wedeen, L. (1999). “Ambiguities of Domination: Politics, Rhetoric, and Symbols in Contemporary Syria.” University of Chicago Press.

Yalçınkaya, A. (1996)). “Alevilikte Toplumsal Kurumlar ve İktidar”. 9786052318935. Mülkiyeliler Birliği 17.

Yavuz, H. (2003). “Islamic Political Identity in Turkey”.  29320793. Oxford.

Yılmaz, H. (2016). “Turkey: Minorities, Othering and Discrimination, Citizenship Claims”. AB Projesi.

Zürcher, E. J. (2017). “Turkey: A Modern History.” I.B. Tauris. 978-1860642227.



[1] Safevi Devleti Şah İsmail tarafından kurulmuştur. 1501 yılında kurulmuş olan Safevi Devleti’nde Azerice ve Farsça dilleri yer almıştır. Devlet mutlak monarşi ile yönetilmiştir. Safevi Devleti tarihte ilk kez Şiiliği kabul etmiş bir İslam Devleti olarak adlandırılmaktadır. 1639 yılında imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması ile belirlenen sınır, bazı değişiklikler haricinde günümüze kadar gelmiştir. Bu bağlamda Çaldıran Savaşı’nın da anımsanması gerekmektedir. Çaldıran Savaşı Osmanlı padişahı I. Selim ile Safevi hükümdarı Şah İsmail arasında 23 Ağustos 1514'te, günümüzde İran sınırları içinde yer alan Maku şehri yakınlarındaki Çaldıran Ovası'nda yapılan meydan savaşıdır.

[2] Mistisizm bir inanç biçimi olmamakla birlikte, doğaüstü güçlerinin kaynağını akıl ve mantık yolundan çok, kalp gözüyle arayan ve bunu ifade eden bir düşünce biçimidir. Mistisizm değerlerinin ve gizemli olguların ifade edilmesi için mistik sözcüğü kullanılmaktadır.

[3] Çeşitli düşünce ekollerinin uygulamalarını ve yollarını karıştırarak ayrı veya çelişkili inançları birleştirmek veya birleştirmeyi denemek.

[4] Hz. Ali’nin soyundan gelenler.

[5] Ali Kenanoğlu. 2016. Türkiye’de Alevilik.

[6] Evrensel. 23.Şubat.2013

[7] Yasin Aktay. Yeni Şafak. 25.Mart 2023

[8]  Sömürgecilik Sonrası Kuram = Postcolonial Theory

[9] Said, Oryantalizmin "teorik bir fikir olduğunu" ifade etti. Oryantalizm, Doğu dünyasını "Batı'ya daha az korkutucu hale getirmek için" tüm Doğu'nun sınırlandırıldığı bir aşamadır. Gelişmekte olan dünya, başta Batı olmak üzere, sömürgeciliğin sebebidir.

[10] Pirha. 30.Aralık.2021

Hiç yorum yok: