Türkiye'de Siyasal Partilerin
Hukuksal Rejimi
Prof. Dr. Firuz
Demir YAŞAMIŞ
Özet
Bu çalışma,
Cumhuriyet Halk Partisi’nin 38. Olağan Kurultayı sonrasında açılan iptal davası
üzerinden Türkiye’de siyasal partiler hukukunun temel sorunlarını incelemektedir.
Davada öne sürülen usul ihlalleri, noter tasdikli delege imzaları ve kurultay
çağrısının meşruluğu gibi sorunlar yargı organlarının müdahale sınırlarını ve
yetki karmaşasını gündeme getirmiştir. Anayasa Mahkemesi, Sayıştay, adli yargı
mercileri ve parti içi denetim mekanizmaları arasındaki işlevsel uyumsuzluk,
siyasal partilerin yargılanmasında ciddi sistem sorunlarına işaret etmektedir.
Makalede, en olası yargı kararının davanın usulden reddi olacağı
değerlendirilmiş; ancak bu kararın da mevcut hukuksal belirsizlikleri ortadan
kaldırmayacağı vurgulanmıştır. Sonuç olarak, siyasal partiler hukukunda daha
net görev ve yetki sınırları ile daha öngörülebilir yargı denetimi
mekanizmalarına gereksinim duyulduğu ifade edilmiştir.
Anahtar
Kelimeler: Siyasal
partiler, kurultay, hukuk devleti, yargı-siyaset ilişkisi, CHP davası
Abstract
Political parties are the indispensable components of
democratic life in Turkey. Despite the constitutional and legal framework
provided by Articles 68 and 69 of the Constitution and Law No. 2820, there are
significant legal ambiguities regarding internal party governance and judicial
oversight. The lawsuit filed against the Republican People's Party (CHP)
following its 38th Ordinary Congress in 2023 represents more than an
intra-party conflict and it reveals structural deficiencies in the Turkish
legal system concerning political parties. This article examines the legal
foundations, institutional confusion, and systemic risks emerging from the CHP
Congress case, with a view to identifying broader issues in the judicial
regulation of party politics in Turkey.
Keywords: Political
parties, party congress, rule of law, judiciary-politics interaction, CHP case
GİRİŞ
Türkiye’de
siyasal partiler demokratik siyasal hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır.
Anayasa’nın 68. ve 69. maddeleri ile 2820 sayılı Siyasal Partiler Kanunu,
partilerin kuruluşundan işleyişine kadar temel çerçeveyi belirlemektedir. Ancak
parti içi işleyişe ve kurultay süreçlerine ilişkin uyuşmazlıklar, bu alandaki
yargı yetkisinin sınırlarını ve hukuk sisteminin yapısal eksikliklerini açıkça
ortaya koymaktadır. CHP’nin 2023 yılında gerçekleştirdiği 38. Olağan Kurultayı
sonrasında açılan iptal davası bu bağlamda yalnızca partisel bir kriz değil
aynı zamanda yargı-siyaset ilişkisinde kurumsal çarpıklıkları gözler önüne
seren bir örnek olay olarak ele alınabilir. Bu makalede, söz konusu dava
temelinde Türkiye’deki siyasal partiler hukukunun uygulama sorunları yargısal
yetki karmaşası ve demokratik sistem üzerindeki etkileri hukuksal açıdan
değerlendirilecektir.
Araştırmanın
Amacı ve Hedefleri
Bu
çalışmanın temel amacı Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) 2023 yılı olağan
kurultay sürecine ilişkin yargıya taşınan usul itirazlarının Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası, Siyasal Partiler Kanunu ve parti tüzüğü çerçevesinde
hukuksal açıdan nasıl değerlendirilebileceğini irdelemektir. Özellikle kurultay
sürecinde gündeme gelen iddialar (delegelerin seçim usulleri, delege
listelerinin düzenlenişi, kurultay takvimi ile ilgili zamanlamalar ve parti içi
denetim mekanizmalarının işleyişi gibi unsurlar) yargı kararlarının
şekillenmesinde nasıl etkili olabileceği bakımından çözümlenecektir.
Bu bağlamda
çalışmanın hedefleri şunlardır:
CHP’nin kurultay sürecinin hukuksal boyutunu sistemli biçimde
incelemek,
Yargıya taşınan itirazların hukuksal dayanaklarını ve bunlara
karşı ileri sürülen savunmaları değerlendirmek,
Türk hukuk sisteminde siyasal partilerin iç işleyişine
yönelik yargısal denetimin sınırlarını belirlemek ve
Mahkemenin kararının şekillenmesinde etkili olabilecek
anayasal ve yasal ilkeleri tartışmak.
Araştırma
Soruları
Araştırma şu
temel sorulara yanıt aramaktadır:
CHP’nin 2023 kurultay sürecinde ortaya çıkan usule ilişkin
itirazlar hangi hukuksal dayanaklara dayanmaktadır?
Bu itirazlar Siyasal Partiler Kanunu ve CHP tüzüğü
çerçevesinde geçerli ve makul bulunabilir mi?
Parti içi demokrasi ilkesi ve yargının denetim yetkisi
bağlamında mahkemelerin bu tür iç parti uyuşmazlıklarına müdahalesinin
sınırları nelerdir?
İlgili yargı yeri bu davada nasıl bir karar verebilir ve bu
karar hangi anayasal ilkelerle gerekçelendirilebilir?
Araştırma
Yöntemi
Bu çalışma,
nitel araştırma yöntemine dayalı olarak gerçekleştirilmiştir. Temel olarak
doküman incelemesi yöntemi benimsenmiş, mevzuat (Anayasa, Siyasal Partiler
Kanunu, CHP Tüzüğü), daha önce verilmiş emsal yargı kararları (Anayasa
Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay kararları) ve akademik yazın taranmıştır.
Ayrıca, siyasal partiler hukuku alanındaki içtihatların çözümlemesi yapılmış ve
bunlar ışığında kurultay süreci bağlamındaki hukuksal savlar
değerlendirilmiştir. Bu çerçevede olayın öznel yönlerinden ziyade normatif
çerçevesi esas alınmış ve tarafsız ve nesnel bir hukuksal değerlendirme
hedeflenmiştir. Çalışmada karşılaştırmalı hukuk bağlamında benzer içtihatlara
da yer verilmiş ve özellikle parti içi demokrasi ve yargı denetimi konularında
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları dikkate alınmıştır.
KURAMSAL
ÇERÇEVE
Bu
çalışmada, siyasal partilerin iç işleyişlerinin anayasal denetimi ile parti içi
demokrasinin hukuksal sınırları temel kuramsal referans noktası olarak ele
alınmaktadır. Siyasal partiler, demokratik rejimlerin vazgeçilmez unsurlarıdır
ve bu bağlamda hem anayasal düzenin hem de hukukun üstünlüğü ilkesinin
güvencesi altındadır. Ancak, parti içi demokrasinin ne ölçüde yargı denetimine
tutulabileceği özellikle iç düzenlemelerle (tüzük, yönetmelik) uygulamaya
konulan kurultay süreçleri bakımından önemli bir kuramsal sorunsal
yaratmaktadır.
Bu çerçevede
çalışmanın dayandığı kuramsal temel, anayasa hukuku, siyasal partiler hukuku ve
yargı denetimi kuramı etrafında şekillenmektedir. Öncelikle anayasa hukuku
bağlamında, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 68. ve 69. maddelerinde
düzenlenen siyasal partilere ilişkin hükümler, partilerin çalışmalarının
demokratik esaslara uygunluğunu zorunlu kılmaktadır. Bu bağlamda, Anayasa
Mahkemesi’nin ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın siyasal partiler
üzerindeki denetim yetkisi partilerin hem kamu hukuku hem de özel hukuk
boyutuyla değerlendirilmesini gerektirir.
Kuramsal
olarak ikinci temel sütun parti içi demokrasi kuramıdır. Parti içi demokrasinin
varlığı, siyasal sistemin bütünlüğü ve meşruluğu açısından kritik bir işlev
görür. Buradaki ana tartışma partilerin kendi iç hukuklarına (tüzük,
yönetmelik, kurultay usulleri) uygun hareket edip etmediğinin yargı eliyle
denetlenip denetlenemeyeceğidir. Türkiye’de bu alandaki yargı içtihatları ve
uygulamalar, yerel mahkemelerin genellikle “parti içi tasarruf” olarak
nitelendirdikleri uygulamalara müdahale etme konusunda çekingen davrandıklarını
göstermektedir.
Üçüncü
kuramsal eksen, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile ilgilidir. Siyasal
nitelikli davalarda yargının konumu, anayasal ilkeler ve kuvvetler ayrılığı
çerçevesinde değerlendirilmelidir. Yargının siyasal yarışmanın tarafı durumuna
gelmesi sadece davaya konu olan parti açısından değil tüm demokratik sistem
açısından yıkıcı sonuçlar doğurabilir. Bu bağlamda, kurultay sürecine dair
yargı müdahalesinin demokratik temsil ve örgütlenme özgürlüğü üzerinde
yaratabileceği etkiler kuramsal düzeyde tartışmaya açılmaktadır.
Sonuç olarak
bu çalışmada, siyasal partilerin iç işleyişlerinin yargısal denetimi, anayasal
ilkeler, örgütlenme özgürlüğü, parti içi demokrasi ve yargının rolü ekseninde,
normatif ve pozitif hukuk birlikte değerlendirilerek kuramsal bir çerçeve
oluşturulmaktadır. Bu çerçeve, CHP Kurultayı’na ilişkin yargı sürecinin
hukuksal anlam ve sonuçlarını çözümlemek için gerekli kuramsal zemin
sağlamaktadır.
Anayasal
Temel
1982
Anayasası’nın 68. ve 69. maddeleri, siyasal partilerin varlık nedeni, çalışma
alanı ve sınırlarını belirleyen temel hükümleri içermektedir. Anayasa'nın 68.
maddesine göre siyasal partiler, demokratik siyasal yaşamın vazgeçilmez
unsurlarıdır ve vatandaşların parti kurma ve partilere katılma hakları güvence
altına alınmıştır. Bununla birlikte, bu hak mutlak değildir. Anayasa,
partilerin devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, laikliğe ve
demokratik hukuk devleti ilkesine aykırı çalışmalarda bulunmasını
yasaklamaktadır. 69. madde ise siyasal partilerin mali denetimi ve
kapatılmasına ilişkin esasları düzenlemektedir. Bu çerçevede, Anayasa
Mahkemesi, siyasal partilerin mali çalışmalarını denetlemek ve gerekirse
kapatma davalarını karara bağlamakla yetkilendirilmiştir.
Siyasal
Partiler Kanunu (2820 Sayılı Kanun)
Siyasal
Partiler Kanunu, 1983 yılında yürürlüğe girmiş ve siyasal partilerin kuruluşu,
örgütlenmesi, etkinlikleri, gelir-gider yapısı ve denetimi gibi temel alanlarda
ayrıntılı düzenlemeler getirmiştir. Bu kanun kapsamında bir siyasal partinin
kurulabilmesi için en az otuz Türk vatandaşı kurucu olarak İçişleri
Bakanlığı’na başvuruda bulunmalıdır. Partiler, genel seçimlere katılabilmek
için Türkiye genelinde en az 41 ilde örgütlenmeli ve büyük kongrelerini yapmış
olmalıdır. Parti tüzükleri ve programları Anayasa ve yasalara uygun olmak
zorundadır. Aksi halde, uyarı ve yaptırımlar gündeme gelebilir. Parti organları
(genel başkanlık, merkez karar organları, il/ilçe yönetimleri vb.) yasada
öngörülen demokratik ilkelere uygun biçimde yapılandırılmalıdır.
Mali
Rejim ve Hazine Yardımı
Siyasal
partilerin mali kaynakları, üye aidatları, bağışlar ve devlet yardımlarından
oluşmaktadır. Anayasa'nın 69. maddesi ve Siyasal Partiler Kanunu uyarınca,
genel seçimlerde oyların %3’ünden fazlasını alan partilere Hazine yardımı
yapılmaktadır. Yardım miktarı, partilerin aldığı oy oranına göre belirlenir ve
yıllık olarak ödenir. Bu sistem, esas olarak siyasal yarışmanın finansal
temellerde eşitlenmesini amaçlasa da büyük partilerin lehine işleyen adaletsiz
bir dağılıma yol açtığı yönünde eleştirilmektedir. Küçük partilerin sistem
dışına itilmesi ve siyasal çoğulculuğun zarar görmesi, bu rejimin önemli
tartışma konularındandır.
Denetim
Mekanizmaları ve Kapatma Davaları
Siyasal
partilerin etkinlikleri ve mali yapıları iki temel kurum tarafından denetlenir.
Birincisi olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı siyasal partilerin kuruluş,
tüzük, kongre ve genel etkinliklerine ilişkin yasalara uygunluk gözetimi yapar.
Gerektiğinde ihtar verir veya Anayasa Mahkemesi'nde kapatma davası açabilir.
İkincisi, Anayasa Mahkemesi, siyasal partilerin mali denetimini yapar ve
kapatma davalarını karara bağlar. Kapatma için üye tam sayısının üçte iki oy
çoğunluğu gereklidir. 2010 yılında yapılan Anayasa değişikliği ile siyasal
parti kapatma kararları zorlaştırılmış, öncelikle hazine yardımının kesilmesi
veya etkinliğin sınırlandırılması gibi daha ölçülü yaptırımlar öne
çıkarılmıştır.
Eleştirel
Değerlendirme
Türkiye'de
siyasal partilerin hukuksal rejimi, anayasal güvence ile yasal denetim arasında
kurulan bir dengeye dayansa da uygulamada bu dengenin zaman zaman bozulduğu
görülmektedir. Parti kapatma tehditleri, yargının siyasallaşması ve muhalefet
partileri üzerinde artan baskılar bu alandaki en önemli sorun alanlarını
oluşturmaktadır. Ayrıca, parti içi demokrasinin zayıflığı ve lider merkezli
yapılanmalar temsili demokrasi açısından ciddi tartışmalara yol açmaktadır.
Cumhuriyet
Halk Partisi Kurultayı’na İlişkin Hukuksal Süreç ve Olası Siyasal Yansımaları
Türkiye'de
siyasal partilerin iç işleyişi, esasen parti içi demokrasi ve özyönetim
ilkelerine dayanmakla birlikte belirli koşullarda yargı denetimiyle karşı
karşıya kalabilmektedir. Bu durumun güncel ve dikkat çekici bir örneği
Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) 4–5 Kasım 2023 tarihlerinde gerçekleştirdiği
38. Olağan Kurultayı sonrasında açılan ve 30 Haziran 2025 tarihinde esasa
ilişkin duruşması yapılacak olan davadır. Söz konusu dava, parti içi meşruluk
tartışmalarını hukuk alanına taşıması ve olası sonuçları itibarıyla sadece
CHP’nin değil Türkiye’de siyasal partilerin özerkliğinin sınırlarını da
ilgilendiren niteliktedir.
Dava, CHP
kurultayında alınan kararların “mutlak butlan” (hukuken yok hükmünde sayılma)
gerekçesiyle iptalini talep etmektedir. Davacı sıfatıyla hareket eden partili
bazı delegeler ve yerel yöneticiler, kurultay sürecinde delegasyonun oluşumuna
ilişkin usulsüzlükler, adayların belirlenmesinde eşitlik ilkesinin ihlali ve
siyasal baskı unsurlarının devreye sokulması gibi iddiaları ileri sürmüşlerdir.
Ankara 42. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen davada daha önce alınan ara
kararlar çerçevesinde 30 Haziran 2025 tarihi itibarıyla davada tahkikat
aşamasına geçilecek ve esasa ilişkin değerlendirme yapılacaktır.
Davanın
hukuksal yönü kadar doğurabileceği siyasal etkiler de önemlidir. Yargı
mercilerinin talebi kabul ederek kurultayı geçersiz sayması durumunda mevcut
parti yönetiminin (Özgür Özel liderliğindeki yapının) meşruluğu ortadan
kalkacak ve bu durumda ya önceki genel başkanın göreve gelmesi ya da geçici
yönetim atanması gibi sonuçlar gündeme gelecektir. Bununla birlikte, siyasal
partilerin kendi iç işleyişlerine yapılan yargı müdahalelerinin demokrasiye
zarar verebileceği yönündeki eleştiriler de özellikle parti tabanı ve kamuoyu çerçevesinde
güçlü biçimde dile getirilmektedir.
CHP
örneğinde olduğu gibi, siyasal partilerdeki içsel değişim süreçlerinin yargı
yoluyla kesintiye uğratılması ya da tartışmalı biçimde denetlenmesi Türkiye'de
siyasal alanın kurumsal özerkliğini tehdit edebilecek bir eğilimin habercisi
olarak da okunabilir. Söz konusu dava, bu nedenle yalnızca bir parti içi uyuşmazlığın
değil aynı zamanda Türkiye'de yargı-siyaset ilişkilerinin ve kurumsal denge
arayışının somut bir yansıması olarak değerlendirilmelidir.
CHP’ye
“mutlak butlan” talebiyle kurultayın geçersiz sayılması amacıyla açılan davada
davacılar, eski Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı ve CHP’li olarak görev yapan
Lütfü Savaş ile partinin bazı delegeleridir. Davacı delegeler arasında adı öne
çıkanlar Levent Çelik, Hatip Karaaslan ve Kamile Bahar Önal gibi isimlerdir. Bu
isimler, 4‑5 Kasım 2023’te gerçekleşen 38. Olağan Kurultay’da usulsüzlük yapıldığı iddiasıyla katıldıkları dava dilekçesinde kurultayın “mutlak butlan” (başlangıçtan itibaren yok hükmünde sayılması) ile iptalini
ve mevcut yönetimin geçersiz sayılmasını talep
etmektedir.
CHP 38.
Olağan Kurultayı'na İlişkin Hukuksal Süreçte Davacıların Dayandığı Normatif
Temeller
Türkiye’de
siyasal partiler, her ne kadar kamu hukukuna özgü düzenlemelere bağlı olsalar
da örgütlenme ve iç işleyişlerine ilişkin hukuksal rejim önemli ölçüde özel
hukuk kaynaklı kurallara, özellikle de dernekler hukukuna dayanmaktadır. Bu
çerçevede, 4–5 Kasım 2023 tarihlerinde gerçekleştirilen CHP 38. Olağan
Kurultayı'na ilişkin olarak açılan dava "mutlak butlan" talebi ile
doğrudan kurultayın yok hükmünde sayılmasını hedeflemektedir. Davacılar,
taleplerini hem genel hukuk ilkelerine hem de somut yasa maddelerine
dayandırmakta olup aşağıda bu normatif dayanaklar sistemli biçimde
incelenmektedir.
Türk
Medeni Kanunu (4721 sayılı Kanun) - Madde 78
Davacılar
açısından en temel normatif dayanaklardan biri Türk Medeni Kanunu’nun 78.
maddesidir. Bu hüküm, dernek genel kurullarında alınan kararların kanuna,
dernek tüzüğüne, ‘hakkaniyet’e ve genel ahlaka aykırı olması halinde bu
kararların iptal edilebileceğini veya yok hükmünde sayılabileceğini hükme
bağlamaktadır. Siyasal partiler tüzel kişi olarak dernek statüsünde olmasa da
parti kurultaylarının hukuksal niteliği itibarıyla bir tür genel kurul olarak
kabul edilmesi bu hükmün kıyasen uygulanmasını olanaklı kılmaktadır.
Davacılar,
CHP kurultayında delegelerin oluşumunda adaletsizlik ve tüzüğe aykırılık,
adaylara eşit yarışma olanağı tanınmaması ve sürecin demokratik meşruluktan
yoksun yürütülmesi gibi gerekçelere dayanarak bu maddenin uygulanmasını talep
etmektedirler.
2820
Sayılı Siyasal Partiler Kanunu - Madde 15 ve 16
Siyasal
partilerin yapısını ve işleyişini düzenleyen 2820 sayılı Siyasal Partiler
Kanunu’nun 15. ve 16. maddeleri, partilerin etkinliklerini Anayasa’ya ve kendi
tüzüklerine uygun olarak sürdürmekle yükümlü olduklarını ifade etmektedir.
Özellikle 16. madde, siyasal partilerin tüzüklerinde yer alacak esaslar
arasında örgütlenme biçimi, karar alma yöntemleri ve üyelik esasları gibi unsurları
zorunlu tutmaktadır. Davacılar, CHP kurultayının hazırlık ve yapılma sürecinde
parti tüzüğünde öngörülen kurallara ve demokratik ilkelere aykırı uygulamaların
bulunduğunu, bu nedenle kurultayın baştan itibaren sakat olduğunu ileri
sürmektedir. Delegasyonun oluşumu sırasında uygulanan yöntemlerin partililer
arasında eşitliği ihlal ettiği, bazı adayların aleyhine olacak şekilde kamu
kaynaklarının kullanıldığı ve kamu görevleri üzerinden vaatlerin devreye
sokulduğu iddiaları bu bağlamda Siyasal Partiler Kanunu hükümlerine aykırılık
iddiasını gündeme getirmektedir.
CHP
Tüzüğü
Her siyasal
parti gibi, CHP de iç işleyişini düzenleyen bir parti tüzüğüne sahiptir ve bu
tüzük parti içi çalışmaların temel hukuksal kaynağını oluşturur. Tüzükte yer
alan kurultay çağrısı, adaylık süreçleri, delege belirleme yöntemleri ve oylama
süreçleri gibi kuralların ihlali, yargı denetiminin konusu olabilir. Davacılar,
tüzüğe aykırı olarak yapılan kurultay işlemleri nedeniyle alınan kararların
geçersiz olduğunu savunmaktadır. Özellikle, bazı delege seçimlerinin parti içi
denetimden yoksun şekilde dışsal siyasal baskı ve yönlendirme yoluyla
belirlendiği ve adayların eşit propaganda koşullarına erişemediği ve karar alma
sürecinin kolektif iradeyi yansıtmadığı yönündeki iddialar tüzüğün ihlali
bağlamında değerlendirilmiştir.
Anayasal
İlkeler ve Emsal Kararlar
Davacılar,
1982 Anayasası’nın 68. ve 69. maddelerinde öngörülen “siyasal partilerin
demokratik esaslara göre etkinlik göstermesi” ilkesini de dolaylı olarak hukuksal
dayanak olarak ileri sürmektedirler. Bu anayasal hükümlere göre, siyasal
partilerin hem kuruluş esasları hem de çalışma biçimleri demokratik ilkelerle
uyumlu olmak zorundadır. Partilerin iç mekanizmalarında bu ilkelere aykırı
uygulamaların bulunması yargı müdahalesini gündeme getirebilir. Yargıtay’ın
daha önceki içtihatlarında, siyasal parti kurultaylarının belirli usule ilişkin
eksiklikler nedeniyle iptal edilebileceği veya kararlarının yok sayılabileceği
kabul edilmiştir. Dolayısıyla, somut dava bağlamında bu emsal nitelikteki
kararların da hukuksal dayanak olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Değerlendirmek
gerekirse, CHP 38. Olağan Kurultayı’na karşı açılan davada ileri sürülen hukuksal
dayanaklar, esasen Türk Medeni Kanunu, Siyasal Partiler Kanunu ve parti tüzüğü
hükümleri ile anayasal ilkeler ekseninde şekillenmektedir. Davacılar, bu
normatif temellere dayanarak kurultay kararlarının yok hükmünde sayılmasını
talep etmektedirler. Dava, yalnızca bir iç parti uyuşmazlığı değil aynı zamanda
Türkiye’de siyasal partilerin özerkliğinin sınırları, yargı denetiminin
meşruiyeti ve parti içi demokrasinin işlerliği açısından da önemli bir örnek
teşkil etmektedir.
ÇÖZÜMLEME
Siyasal
Partilerde İç Uyuşmazlıklara İlişkin Yargısal Usul ve CHP Kurultay Davası
Örneği
Siyasal
partilerin iç işleyişine yönelik uyuşmazlıklar demokratik hukuk devletlerinde
hem siyasal yarışmanın sağlıklı bir zeminde yürütülmesi hem de iç hukuk
düzeninin korunması açısından özel bir önem taşımaktadır. Türkiye’de bu tür uyuşmazlıklar
esas itibarıyla 1982 Anayasası’nın 69. maddesi, 2820 sayılı Siyasal Partiler
Kanunu (SPK) ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK) ile düzenlenmektedir. Bu
kapsamda, siyasal partilerin kongrelerine, tüzüklerine veya yönetim
organlarının seçim süreçlerine ilişkin uyuşmazlıklar medeni yargı kolunda
çözümlenmektedir. Bu bağlamda, CHP’nin 4-5 Kasım 2023 tarihlerinde
gerçekleştirdiği 38. Olağan Kurultayı’na yönelik olarak bazı parti üyeleri
tarafından açılan dava Türkiye’de siyasal partilerin iç işleyişine ilişkin
hukuksal denetimin sınırlarını tartışmaya açmıştır. Söz konusu davada,
partililer kurultay sürecinin tüzüğe ve yasal düzenlemelere aykırı olduğu
gerekçesiyle iptalini talep etmiştir. Bu tür davalarda, siyasal partinin
merkezinin bulunduğu yer mahkemesi, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)
hükümleri uyarınca yetkili ve görevli mahkeme olarak kabul edilmektedir. CHP
Genel Merkezi’nin Ankara’da bulunması nedeniyle davaya bakma yetkisi Ankara 28.
Asliye Hukuk Mahkemesi’ne verilmiştir. Asliye hukuk mahkemeleri bu tür
ihtilaflarda ilk derece mahkemesi sıfatıyla görev yapmaktadır. Davacı taraf,
iddialarını TMK madde 60-66 çerçevesinde derneklerin işleyişine ilişkin
hükümlere, ayrıca SPK madde 101 ve devamı hükümlerine dayandırmaktadır. Bu
hükümler, siyasal partilerin etkinliklerinin yasalara uygun yürütülüp yürütülmediğinin
yargı denetimine bağlı olduğu durumları kapsar.
Türkiye’de
Siyasal Partilere İlişkin İç uyuşmazlıklarda Üst Derece Mahkeme Yetkisi
Türkiye’de
siyasal partilerin iç işleyişine ilişkin hukuksal uyuşmazlıklarda ilk derece
mahkemesi olarak görev yapan Asliye Hukuk Mahkemeleri kararlarına karşı itiraz
veya temyiz yoluna gidilmesi durumunda dosya öncelikle Bölge Adliye Mahkemeleri
(BAM)’ne intikal eder. Ancak, siyasal partilerle ilgili özel ve anayasal
nitelikteki bazı konularda özellikle parti kapatma davalarında yetki ve görev
Anayasa Mahkemesi’ne aittir. Somut olarak belirtmek gerekirse, ilk derece
mahkemesi olarak parti içi uyuşmazlıklar ve kurultay iptal talepleri için Asliye
Hukuk Mahkemesi yetkilidir. İtiraz ve
temyiz yolu olarak ise, bu mahkemenin kararlarına karşı, HMK uyarınca önce
ilgili Bölge Adliye Mahkemesi’ne başvurulur. Siyasal partilerin kapatılması,
mali denetimi ve kapatma kararlarına itiraz gibi doğrudan siyasal ve anayasal
niteliği olan davalarda yetkili yargı merciidir. Ayrıca, parti kapatma
davalarında kararlar Anayasa Mahkemesi tarafından verilir. CHP kurultayının
iptali talebiyle açılan iç uyuşmazlık davası ilk derece mahkemesinden sonra
Bölge Adliye Mahkemesi tarafından denetlenirken parti kapatma davası gibi daha
ağır siyasal yaptırımlarla ilgili süreçler doğrudan Anayasa Mahkemesi’nin görev
alanına girer.
CHP
Kurultay Davasında Davacıların Öne Sürdüğü Somut Delillerin Çözümlenmesi
CHP’nin 38.
Olağan Kurultayı’na ilişkin açılan iptal davasında davacılar kurultayın usul ve
esaslar bakımından mevzuata ve parti tüzüğüne aykırı olarak
gerçekleştirildiğini iddia etmişlerdir. Bu iddialarını desteklemek üzere
mahkemeye sundukları somut deliller hukuksal değerlendirmede önemli yer
tutmaktadır.
Birinci
olarak, davacılar tarafından delege seçim sürecine ilişkin çeşitli belgeler
ibraz edilmiştir. Bu belgeler, delege listelerinin hazırlanma yöntemlerine ilişkin
tutanaklar, imza sirküleri ve seçim sonuçlarının yer aldığı belgeleri
kapsamaktadır. İddialar arasında, delegelerin belirlenmesinde kamu görevlileri
veya belediye personelinin siyasal baskı unsuru olarak kullanıldığı ve kamu
kaynaklarının parti içi seçimlerde taraf lehine yönlendirildiği yer almaktadır.
Bu bağlamda, seçim sürecinin demokratik usullere aykırı biçimde yönlendirildiği
öne sürülmektedir.
İkinci
olarak, kurultay çağrısı ve genel kurul usullerine ilişkin yazışmalar ve
duyurular delil olarak sunulmuştur. Bu belgeler, kurultay sürecinin parti
tüzüğünde belirtilen süre ve usullere uygun olarak gerçekleşip
gerçekleşmediğinin saptanmasında kullanılmaktadır. Usule ilişkin ihlallerin
varlığı halinde kurultay kararlarının hukuksal meşruluğunun tartışmaya açık duruma
geleceği iddia edilmektedir.
Üçüncü grup
delil, adaylık süreçleri ve propaganda çalışmalarına ilişkindir. Davacılar,
adayların eşit koşullarda yarışamadıklarına ilişkin görgü tanıklarının
beyanlarını, medya haberlerini ve sosyal medya paylaşımlarını mahkemeye
sunmuşlardır. Ayrıca, kamu görevlerinin ve kaynaklarının belli adaylar lehine
kullanıldığı ve bu suretle seçimlerin haksız biçimde etkilenmeye çalışıldığı
ileri sürülmektedir. Bu durumun, parti içi demokrasi ve eşit yarışma ilkesine
aykırı olduğu belirtilmektedir.
Dördüncü
olarak, mali kaynakların kullanımı ve siyasal baskı iddialarını destekleyici
belge ve raporlar önem taşımaktadır. Parti bütçesinin belirli grup veya
adayların lehine yönlendirildiğine ilişkin mali kayıtlar ile varsa denetim
raporları bu kapsamda değerlendirilmektedir. Kamu kaynaklarının siyasal
etkinliklerde kullanılması durumunda bu durumun hukuka aykırılığı davacıların
tezini güçlendirmektedir.
Son olarak,
kurultay sürecine yönelik parti içi itiraz dilekçeleri ile tanık ifadeleri
mahkemeye sunulmuştur. Parti üyelerinin yazılı beyanları ve süreçle ilgili
itirazlarının kayıtları usulsüzlük iddialarının somutlaşmasına katkıda
bulunmaktadır.
Özetle,
davacılar kurultayın iptali için, delegasyonun oluşumundan kurultay çağrısına,
adaylık ve propaganda süreçlerinden mali denetim konularına kadar geniş bir
yelpazede somut ve belgeye dayalı iddialar ortaya koymaktadırlar. Bu deliller,
mahkemenin kurultayın “mutlak butlan” ile geçersiz sayılıp sayılmayacağına
karar verirken temel değerlendirme unsurlarını oluşturmaktadır.
Türkiye'de
siyasal partiler hukukunda aksayan ve eksik yönler
Türkiye'deki
siyasal partiler hukukunda uzun süredir tartışılan ve reform gerektiren aksayan
ve eksik yönler hem normatif düzlemde hem uygulamada ciddi sorunlara işaret etmektedir.
Parti İçi
Demokrasi Eksikliği
Siyasal
Partiler Kanunu’nda (2820 sayılı) parti içi demokrasinin temini için genel
ilkeler yer alsa da bu ilkelerin uygulamaya geçirilmesi parti yönetimlerinin takdirine
ve girişimine bırakılmıştır. Lider odaklı yapı yetki sisteminin merkezciliği,
ön seçim mekanizmasının zayıf işleyişi ve aday belirleme süreçlerinin saydam
olmaması gibi unsurlar parti içi demokrasiyi işlevsiz kılmaktadır.
Siyasal
Partilerin Finansmanı ve Mali Denetim Sorunları
Türkiye’de
siyasal partilere hazine yardımı yapılmaktadır; ancak, yardım sadece belirli
bir oy oranını aşan partilere verildiğinde bu sistem siyasal çoğulculuğu
zayıflatmaktadır. Denetim yalnızca Anayasa Mahkemesi tarafından ve genellikle
şekilsel unsurlar üzerinden yapılmaktadır. Parti gelir ve giderlerinin
denetiminde Sayıştay’ın rolünün olmaması, saydamlık ve hesap verebilirlik
ilkelerine aykırılık oluşturmaktadır.
Parti
Kapatma Rejimi
Türkiye’de
parti kapatma süreci halen göreli olarak kolay ve siyasallaşmaya açık bir
düzendedir. Anayasa Mahkemesi'nin bu konuda yetkili olması hukuksal güvenceler
sunsa da kapatma davası açma yetkisinin siyasal iktidarın denetimindeki
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na ait olması siyasallaşma riskini
artırmaktadır.
Kadınların
ve Azınlıkların Siyasal Temsili
Mevzuatta
cinsiyet kotasına veya azınlıkların siyasete katılımına ilişkin bağlayıcı
düzenlemeler bulunmamaktadır. Bu durum, partilerin gönüllülüğüne bırakılmıştır
ve çoğu zaman göz ardı edilmektedir. Bu nedenle temsilde adalet
sağlanamamaktadır.
Lider
Sultası ve Kurumsallaşma Sorunu
Parti içi
mekanizmalar genel başkanların mutlak egemenliğine olanak tanımaktadır.
Tüzükler genellikle liderin yetkilerini artıracak şekilde düzenlenmekte ve bu
da kurumsallaşmanın zayıflamasına ve siyasal partilerin kişiselleşmesine neden
olmaktadır.
Yargısal
Denetimin Sınırlılığı
Parti içi
işlemler (örneğin ihraçlar, delege seçimleri, aday listeleri vb.) yargı
denetimine kuramsal olarak açık olsa da uygulamada bu denetim yavaş, sınırlı ve
etkisizdir. Özellikle uyuşmazlıkların çözüm sürecinde yargının sürüncemede
bırakması adil yargılanma hakkını ve seçme-seçilme özgürlüğünü zedelemektedir.
Güncel
Değişimlere Uyum Eksikliği
2820 sayılı Siyasal
Partiler Kanunu 1983 tarihli olup, günümüzün toplumsal, siyasal ve teknolojik
gerçekliklerine büyük ölçüde uyumsuzdur. Sayısal kampanya süreçleri, sosyal
medya etkinlikleri, yurtdışı örgütlenmeler gibi çağdaş siyaset unsurlarına
ilişkin düzenlemeler ya yetersizdir ya da tamamen yoktur.
Sonuç olarak
belirtmek gerekirse, Türkiye'de siyasal partiler hukukunun temel sorunları,
anti-demokratik parti içi yapılar, saydamlık eksikliği, yargı denetiminde
yetersizlik ve kurumsallaşma sorunları ekseninde yoğunlaşmaktadır. Bu
sorunların giderilmesi, yalnızca yasal değişiklikleri değil aynı zamanda siyasal
kültürün demokratikleşmesini ve parti içi uygulamaların dönüşümünü de
gerektirmektedir.
Türkiye’de
Siyasal Partilerin Yargılanması Sistemindeki Aksaklıklar ve Eksiklikler
Anayasal
Belirsizlikler ve Yorum Genişliği
Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası, siyasal partilerin kapatılmasını ve denetlenmesini olanaklı
kılan hükümlere yer vermektedir (özellikle 68 ve 69. maddeler). Ancak bu
maddeler oldukça geniş ve yoruma açık kavramlar içermektedir. “Devletin
bölünmez bütünlüğü”, “laik cumhuriyet ilkesi” gibi soyut ifadeler, yargıya
geniş takdir alanı tanımakta ve farklı ideolojik yaklaşımların yargısal sürece etki
etmesine zemin hazırlamaktadır. Bu durum, hukuk güvenliği ilkesini zedelemekte
ve siyasal yarışmanın yargı eliyle bastırılmasına neden olabilecek uygulamalara
kapı aralamaktadır.
Yargı
Organlarının Bağımsızlık Sorunu
Siyasal
partilerin yargılanmasında görevli yargı organlarının (özellikle Anayasa
Mahkemesi’nin) üyelerinin atanma biçimi ve yargının genel siyasal ortamdan
etkilenebilirliği, tarafsızlık ve bağımsızlık ilkeleri bakımından eleştiriye
açıktır. Mahkemenin bazı dönemlerde siyasal ortama paralel kararlar verdiğine ilişkin
yaygın kamu algısı demokratik meşruluk sorunu doğurmaktadır.
Kapatma
Dışında Kalan Yaptırımların Zayıflığı
Siyasal
partilere yönelik yaptırımlar çoğunlukla partinin tamamen kapatılmasına veya
hazine yardımının kesilmesine odaklanmaktadır. Oysa Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi içtihadında vurgulandığı gibi, kapatma son çare (ultima ratio)
olmalıdır. Türkiye’de ise uyarı, kesimsel yasaklama, etkinlik dondurma gibi
daha hafif yaptırım seçenekleri yeterince geliştirilmemiştir. Bu durum yargının
eline sınırlı ve orantısız araçlar bırakmaktadır.
Davaların
Siyasal İçerikli Olması ve Sürekliliği
Siyasal
partilere karşı açılan davaların büyük bir kısmı belirli siyasal hareketleri
bastırma amacıyla kullanıldığı izlenimini vermektedir. Özellikle muhalif
partilere karşı daha sık dava açılması, yargının araçsallaştırılması
tehlikesini doğurmakta, siyasal çoğulculuk ve ifade özgürlüğü gibi temel
demokratik ilkeleri zedelemektedir.
Usul
Kurallarının Saydam Olmaması
Parti
kapatma ve benzeri süreçlerde izlenen usul kuralları, kamuoyu açısından
yeterince açık ve öngörülebilir değildir. Davaların nasıl açıldığı,
iddianamenin kim tarafından ve hangi süreçle hazırlandığı, delil toplama
yöntemleri gibi konularda saydamlık eksikliği bulunmaktadır. Bu durum,
yargılamanın keyfiliğe açık duruma gelmesine neden olabilmektedir.
Bireysel
Ceza Sorumluluğuyla Kurumsal Sorumluluğun Karışması
Parti
yöneticilerinin bireysel ifadeleri veya eylemleri, sıklıkla tüm partinin
kapatılması için gerekçe olarak kullanılmaktadır. Bu durum, kolektif ceza
yasağı ilkesiyle çelişmekte ve siyasal partilerin tüzel kişilik olarak
korunmasını zayıflatmaktadır. Oysa bireysel kusur, kurumsal sorumluluktan
ayrıştırılmalıdır.
Değerlendirmek
gerekirse, Türkiye’de siyasal partilerin yargılanması rejimi, demokratik
sistemin güvencesi olan siyasal çoğulculuk ve hukukun üstünlüğü ilkeleriyle tam
olarak örtüşmemektedir. Bu çerçevede, yargının bağımsızlığının güçlendirilmesi,
anayasal kavramların daraltılarak netleştirilmesi, alternatif yaptırım
yollarının geliştirilmesi ve usul güvencelerinin artırılması gerekmektedir.
Aksi durumda siyasal partilerin yargılanması, demokratik sistemin güvencesi
olmak yerine siyasal müdahalenin aracı durumuna gelebilir.
Türkiye'de
Siyasal Partilerin Yargılanmasında Kurumsal Yetki Dağınıklığı ve Sistemsel
Sorunlar
Türkiye'de
siyasal partilerin çalışmalarının denetimi ve yargılanması konusunda hukuksal
çerçeve incelendiğinde dikkat çeken en temel sorunlardan biri yetki ve görev
karmaşasıdır. Bu karmaşa özellikle Anayasa Mahkemesi, Sayıştay, Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı ve genel hukuk mahkemeleri arasında belirmektedir.
Siyasal partilerin eylem ve işlemleri mali denetimden kapatma davasına, ceza
sorumluluğundan tazminat yükümlülüğüne kadar farklı alanlarda farklı kurumların
yetkisine tabi kılınmıştır. Bu durum hem normatif bir dağınıklığa hem de
uygulamada çelişkilere neden olmaktadır.
Anayasa
Mahkemesi'nin Konumu
Anayasa
Mahkemesi, 1982 Anayasası'nın 69. maddesi uyarınca, siyasal partilerin
kapatılması, devlet yardımından yoksun bırakılması ve mali denetimi konusunda
yetkilidir. Ancak bu yetki, parti üyelerinin bireysel sorumluluklarıyla ilgili
ceza ya da hukuksal süreçleri kapsamaz. Ayrıca AYM'nin yalnızca "mali
denetim" ile sınırlı bir işlevi bulunmakta ve usul eksiklikleri ya da
harcama amaçlarına aykırılık gibi durumlarda doğrudan ceza verme yetkisi
bulunmamaktadır.
Sayıştay'ın
Rolü ve Sınırları
Sayıştay,
kamu kaynaklarının ve kamu tüzel kişilerinin harcamalarının denetiminden
sorumlu olmakla birlikte siyasal partilere doğrudan bir denetim yetkisine sahip
değildir. Ancak, seçim dönemlerinde yapılan kamu yardımlarının kullanımı
dolaylı olarak Sayıştay denetimine yansıyabilir. Bu durum Anayasa Mahkemesi ile
Sayıştay arasında örtük ve sınırları belirsiz bir denetim alanı doğurmakta ve
uygulamada çelişkili yorumlara ve görev çatışmalarına yol açabilmektedir.
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı ve Ceza Hukuku Boyutu
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı, siyasal partilerin tüzük ve programlarının Anayasa’ya
aykırılığını gözetmekle yükümlüdür. Ayrıca, kapatma davalarının açılması
konusunda tekelci yetkiye sahiptir. Ancak partilerin ceza hukukunu ilgilendiren
eylemleri söz konusu olduğunda, bireysel sorumluluklarla kurumsal sorumluluğun
ayrıştırılması sorunu ortaya çıkmaktadır. Parti yöneticilerinin hukuka aykırı
işlemleri nedeniyle doğan cezaya ve tazminata ilişkin sorumlulukların hangi
yargı yerinde görülmesi gerektiği konusu halen netlikten uzaktır.
Hukuk
Mahkemeleri ve Tazminat Davaları
Siyasal
partilere karşı açılan tazminat davaları genellikle genel görevli hukuk
mahkemelerinde görülmektedir. Ancak bu tür davalarda, parti tüzel kişiliği ile
yöneticilerin bireysel sorumluluğu arasında ayrım yapılamaması kurumsal ve
kişisel sorumluluğun sınırlarını bulanıklaştırmaktadır. Ayrıca bazı durumlarda
hukuk mahkemeleri kendilerini Anayasa Mahkemesi'nin kararlarıyla bağlı görerek
yargısal denetimi sınırlamakta ve bu da yargı birliğini zedelemektedir.
Bu bağlamda
belirtmek gerekir ki, Türkiye’de siyasal partilerin yargılanmasına ilişkin
mevcut sistem, açık bir kurumsal bütünsellik eksikliği ve normatif dağınıklık
sergilemektedir. Anayasa Mahkemesi, Sayıştay, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı
ve hukuk mahkemeleri arasında görev ve yetki sınırlarının açık biçimde
belirlenmemesi, hukuk güvenliğini ve siyasal sistemin sağlıklı işlemesini
tehdit eder niteliktedir. Bu karmaşa, sadece siyasal partilerin değil aynı
zamanda demokrasinin ve hukukun üstünlüğü ilkesinin de zarar görmesine yol
açmaktadır.
CHP
Kurultay Davasının Hukuksal Açıdan İncelenmesi: Kurumsal Karmaşa ve Siyasal
Partiler Hukukundaki Sistem Sorunları
CHP hakkında
açılan ve 30 Haziran 2025 tarihinde görülmesi beklenen Kurultay davası,
Türkiye’de siyasal partilerin iç işleyişine yönelik yargısal denetimin
sınırlarını, yetkili yargı mercilerinin belirlenmesindeki belirsizlikleri ve
siyasal partiler hukuku rejimindeki yapısal boşlukları gün yüzüne
çıkarmaktadır. Bu bağlamda, CHP Kurultay davası sadece bir iç tüzük ve temsil
yetkisi sorunu olmaktan çok Türkiye'deki siyasal partiler hukukunun sistemsel
zayıflıklarını ortaya koyan simgesel bir dava niteliğindedir.
Siyasal
Partilerin Yargılanmasında Normatif Belirsizlikler
Türk hukuk
sisteminde siyasal partilerin kuruluşu, işleyişi ve denetimi 1982 Anayasası’nın
68 ve 69. maddeleri ile 2820 sayılı Siyasal Partiler Kanunu çerçevesinde
düzenlenmiştir. Ancak söz konusu düzenlemeler, partilerin iç karar alma
süreçlerinin yargı denetimine bağlı kılınması durumunda hangi yargı yerlerinin
yetkili olduğuna ilişkin açık ve yeknesak hükümler içermemektedir. CHP Kurultay
davasında olduğu gibi, kurultay delege listelerine yönelik itirazlar ve tüzük
yorumlarına dayalı anlaşmazlıklar bazen hukuk mahkemeleri, bazen de Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı aracılığıyla Anayasa Mahkemesi’nin gündemine taşınmakta
ve hatta Sayıştay’ın mali denetim raporları dahi dolaylı yargısal süreçlere yol
açabilmektedir.
Kurumsal
Yetki Karmaşası: Anayasa Mahkemesi, Sayıştay ve Adli Yargı
CHP davası
özelinde, parti içi bir kurultay süreciyle ilgili olarak adli yargının
(özellikle Sulh Hukuk Mahkemelerinin) yetkili kabul edilmesi, Siyasal Partiler
Kanunu’nda düzenlenen parti içi denetim mekanizmaları ile çelişmektedir. Oysa
ki Anayasa Mahkemesi, partilerin mali ve tüzüksel denetimi konusunda özel
yetkili yargı yeri olarak tanımlanmıştır. Sayıştay ise yalnızca kamu
kaynaklarının kullanımına ilişkin harcamaları denetleme göreviyle sınırlıdır.
Buna karşın bazı mahkemelerin Sayıştay raporlarına atıfla karar oluşturması
veya Anayasa Mahkemesi’ne gitmeden partilerin iç işlemlerine müdahale etmesi
kuvvetler ayrılığı ilkesini ve partilerin özerkliğini zedelemektedir.
Hukuksal
Süreçte Öne Sürülen Deliller ve Davanın Siyasal Niteliği
CHP Kurultay
davasında öne sürülen temel deliller kurultay çağrılarının hukuka uygun
yapılmadığı, delege listelerinin keyfi biçimde değiştirildiği ve parti
tüzüğünün ihlal edildiği iddialarına dayanmaktadır. Ancak bu tür delillerin
değerlendirilmesi, yargının örgütsel özerklik ilkesine müdahale etmeden
yapılmalıdır. Anayasa Mahkemesi’nin içtihatlarında belirtildiği üzere siyasal
partilerin demokratik iç işleyişi, ancak açık ve ağır ihlaller halinde yargı
müdahalesi gerektirir. Aksi halde, mahkemeler aracılığıyla parti içi iktidar
mücadelelerine taraf olunması riski doğar.
Hukuksal
Güvenceler ve Reform İhtiyacı
Bu bağlamda
CHP Kurultay davası, yalnızca bir örgüt içi anlaşmazlık değil, siyasal partiler
hukuku reformunun gerekliliğini vurgulayan bir örnektir. Parti içi denetimlerin
hangi usullerle yapılacağı, bu denetimlerin hangi mahkemelerin yetkisine
girdiği ve siyasal partilerin iç işleyişine dair sınırların ne şekilde
belirleneceği yeniden düzenlenmelidir. Yargının siyasallaşmasının önlenmesi,
partilerin kurumsal özerkliğinin korunması ve Anayasa Mahkemesi'nin partiler
hukuku alanındaki asıl rolünün güçlendirilmesi bu tür davalarda hukukun
üstünlüğünü güvence altına alacak temel ilkeler olmalıdır.
Ceza
Yargısıyla Bağlantılı Süreçler ve Yargı Yeri Karmaşası
CHP’nin 38.
Olağan Kurultayı’na ilişkin açılan davanın akışı yalnızca hukuk yargısıyla
sınırlı kalmamış ve aynı zamanda ceza yargısının da gündemine girmiştir.
Davacıların dava dilekçesinde ileri sürdükleri bazı iddialar (örneğin resmi
belgede sahtecilik, görevi kötüye kullanma, kamu kaynaklarının usulsüz
kullanımı ve baskı yoluyla delege belirleme gibi) ceza hukuku açısından suç
unsuru taşıdığı gerekçesiyle hukuk mahkemesi tarafından ayrı bir
değerlendirmeye uğratılmıştır. Bu çerçevede, Ankara 42. Asliye Hukuk Mahkemesi,
söz konusu suç nitelikli iddialar nedeniyle dosyanın bir örneğini Ankara Asliye
Ceza Mahkemesi’ne iletmiştir. Ancak Asliye Ceza Mahkemesi ileri sürülen
suçlamaların niteliği ve ağırlığı itibarıyla kendisinin görevli olmadığını
belirterek dosyayı Ankara Ağır Ceza Mahkemesi’ne sevk etmiştir. Asliye Ceza
Mahkemesi’nin bu görevsizlik kararı üzerine taraflar itiraz hakkını kullanmış
ve davanın ağır ceza mahkemesinde görülmesinin hukuka aykırı olduğunu öne
sürerek başvuruda bulunmuştur. Mevcut durumda, görev uyuşmazlığına ilişkin bu
itirazların değerlendirilmesi Ağır Ceza Mahkemesi’nin takdirindedir. Mahkeme
hem suç isnatlarının içeriğini hem de yasal görev sınırlarını esas alarak
dosyanın kendi görev alanına girip girmediğine karar verecektir.
Mahkemenin davaya
ilişkin verdiği görevsizlik kararının ardından dosya, itiraz üzerine Ankara 3.
Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderilmiştir. İtirazı değerlendiren Ankara 3. Ağır
Ceza Mahkemesi, görevsizlik kararını kaldırarak, davanın Ankara 26. Asliye Ceza
Mahkemesi'nde görülmesine devam edilmesine karar vermiştir.
Bu süreç,
siyasal partilerin iç işleyişine yönelik yargı denetiminin yalnızca tüzüksel
veya anayasal çerçevede değil, aynı zamanda ceza hukuku boyutunda da
değerlendirilebileceğini fakat bu durumun yargı organları arasında ciddi bir
görev ve yetki belirsizliğine neden olabileceğini göstermektedir. Bu gelişme,
özellikle ceza adalet sisteminin siyasal süreçlere yaklaşımında ölçülülük,
yargısal özen ve görev sınırlarının açık biçimde belirlenmesinin ne denli
önemli olduğunu ortaya koymaktadır.
CHP
Kurultay Davasında Olası Yargı Kararının Hukuksal Açıdan Değerlendirilmesi
CHP
Kurultayı'na ilişkin olarak açılan ve devam eden yargı süreci Türkiye’de
siyasal partilerin iç işleyişlerine yargısal müdahalenin sınırları bağlamında
önemli bir örnek teşkil etmektedir. Bu bağlamda, davanın hukuksal çerçevesi
kadar potansiyel yargı kararının nasıl şekillenebileceği sorusu da gerek
anayasal ilkeler gerekse içtihatlar doğrultusunda irdelenmelidir.
Hukuksal
Tartışmanın Esası
Dava,
CHP’nin büyük kurultayına giden süreçte uygulanan iç parti usulleriyle
ilgilidir. Davacılar, kurultay delegelerinin iradesinin usule uygun olarak
ortaya konulmadığını, noter tasdikli imzaların usulüne uygun şekilde
değerlendirilmediğini ve dolayısıyla kurultay çağrısının geçersiz olduğunu
ileri sürmektedir. Bu tür davalarda temel sorun bir siyasal partinin iç
işleyişinin Anayasa’nın 68. ve 69. maddelerinde güvence altına alınan
“demokratik ilkelere uygunluk” ilkesine ne ölçüde riayet ettiğidir.
Mahkemenin
Hukuksal Takdir Alanı
Yargı
organı, öncelikle partinin tüzüğü, ilgili iç düzenlemeleri ve delil
niteliğindeki belgeleri değerlendirecektir. Burada, mahkemenin takdir alanı, iç
parti hukukunu yorumlama ve “demokratik işleyişe uygunluk” kriterlerini
uygulama noktasında şekillenmektedir. Türk hukuk sisteminde siyasal partilerin
iç işleyişlerine yargının sınırlı müdahalesi esastır. Bu müdahalenin meşruluğu
ancak temel demokratik ilkelerin açık ihlali durumunda söz konusu olur.
Olası
Karar Senaryoları
Davanın
Reddine Karar Verilmesi: Mahkeme, delegelerin çoğunluğunun iradesinin noter huzurunda açık
şekilde beyan edildiğini ve partinin tüzüğüne uygun biçimde kurultay çağrısının
yapıldığını saptarsa davayı reddedebilir. Bu durumda, kurultay süreci hukuksal
olarak geçerli sayılacaktır.
Kurultay
Sürecinin İptali veya Durdurulması: Mahkeme, delegelerin beyanlarının usule aykırı biçimde
toplandığına veya kurultay çağrısının partinin iç mevzuatına aykırı biçimde
yapıldığına inanırsa kurultayın iptaline veya işlemlerin durdurulmasına karar
verebilir. Bu karar, partinin yeniden kurultay çağrısına çıkmasını veya toplantı
sürecini baştan işletmesini gerektirebilir.
Kesimsel
Hüküm ve Düzenleyici Karar: Mahkeme, yalnızca belirli usul hatalarının düzeltilmesini öngören bir
karar da verebilir. Örneğin, bazı noter onaylarının geçersiz sayılması ya da
belirli imza örneklerinin dikkate alınmaması yönünde sınırlı bir hüküm
kurulabilir.
Üst Yargı
Denetimi ve Siyasal Etkiler
İlk derece
mahkemesinin kararına karşı istinaf ve temyiz yolları açıktır. Ancak dava
konusu parti içi işleyişe ilişkin olduğundan davanın niteliği Anayasa
Mahkemesi’nin içtihat denetimi dışında kalabilir. Bununla birlikte, son karar
parti içi meşruluk algısı kadar kamuoyundaki siyasal meşruluk açısından da
belirleyici olacaktır. Yargılama sonucunda verilecek karar, yalnızca CHP’nin
kurultay sürecini değil, Türkiye'de siyasal partilerin iç işleyişlerine yönelik
yargı müdahalelerinin sınırlarını da yeniden tanımlayacaktır. Mahkemenin,
siyasal alan ile yargı alanı arasındaki hassas dengeyi gözeterek karar vermesi
hem hukuk devleti ilkesi hem de demokratik siyasal yaşamın sürekliliği
açısından kritik önemdedir.
En Olası
Karar: Davanın Usulden Reddidir
Mevcut
davada aşağıdaki gerekçelere dayanarak mahkemenin davayı usul yönünden
reddetmesi en yüksek olasılık olarak görünmektedir:
Dava
Ehliyeti Sorunu:
Davacıların kurultay delegesi olmadığı dolayısıyla doğrudan ve güncel çıkarlarının
bulunmadığı yönündeki savlar davanın ön koşullarını zayıflatmaktadır. Bu
durumda mahkeme dava ehliyeti yokluğu nedeniyle davayı usulden reddedebilir.
Yetkili
Mahkeme Sorunu:
Parti içi işlemlere ilişkin davalarda yetkili ve görevli mahkemenin
belirlenmesinde iç hukukta bir karmaşa vardır. Anayasa Mahkemesi’nin "siyasal
partilerin temelli kapatılması ve mali denetimi" dışında iç işleyişine
ilişkin karar yetkisi olmadığı gibi Sayıştay da kurultay süreçlerine müdahil
değildir. Bu nedenle, mahkemenin yetkisizlik kararı verme olasılığı da vardır. Ancak
bu durumda dosya başka bir mahkemeye gönderilecektir.
Kurultay
Sürecinin Tamamlanmış Olması: Uyuşmazlığa konu işlemin çoktan gerçekleşmiş ve yeni
yönetimin görevine başlamış olması dava konusunu zaman bakımından geçersiz kılabilir.
Mahkeme bu nedenle konu bakımından dava konusunun kalmadığını ileri sürerek
karar verebilir.
Diğer
Olası Kararlar
Esasa
Girilerek Davanın Reddi: Mahkeme, delilleri inceleyip CHP’nin tüzüğüne ve iç hukuk kurallarına
uygun hareket ettiğine karar verirse davayı esastan da reddedebilir.
Yürütmenin
Durdurulması veya Yeniden Kurultay Kararı (daha düşük olasılık): Mahkeme, kurultay sürecinde ağır
usul hataları veya açık hukuka aykırılık görürse (örneğin imza sayısının gerçek
dışı gösterilmesi, delege listelerinin hukuksuz biçimde değiştirilmesi vb.)
yeniden kurultay yapılmasına karar verebilir. Ancak bu, şu anki delil ve bilgi
ortamında düşük bir olasılıktır.
Akademik
Değerlendirme
Bu dava,
Türkiye’de siyasal partilerin iç işleyişinin yargı denetimine tabi olup
olamayacağına dair daha geniş bir tartışmanın parçasıdır. Yargının siyasal
partilere ilişkin yetersiz, dağınık ve çelişkili düzenlemeler karşısında hem
usul hem esas bakımından sınırlı müdahale kapasitesine sahip olduğu
görülmektedir. CHP davası bu bağlamda yalnızca bir iç sorun değil, Türkiye’de
siyasal partilerin yargı ile olan ilişkisinin sistem sorunlarını da göz önüne
sermektedir.
YSK’NIN
YETKİ SINIRLARI VE CHP KURULTAYI’NIN HUKUKSAL DENETİMİ
Çözümleme
bölümüne son vermeden önce bir başka önemli sorunsalı ele almak gerekir: Yüksek
Seçim Kurulu (YSK) ile yerel mahkemeler arasında yetki ve görev uyuşmazlıkları
sorunu. CHP Kurultay davası ile ilgili olarak öne sürülen savlardan birisi de
siyasal parti toplantılarının YSK denetiminde yapıldığı, YSK’nın kurultay
sonuçlarını uygun bulduğu ve bu nedenle yerel hukuk mahkemelerinin dernekler
hukukunu esas olarak Kurultayı hükme bağlamasının hukuksuz olduğudur.
Demokratik
hukuk devletinin temel yapı taşlarından biri olan siyasal partiler, yalnızca
seçim süreçlerinde değil, iç işleyişlerinde de hukuk kurallarına ve anayasal
denetime tutulmalıdır. Bu çerçevede, 2023 yılında gerçekleştirilen CHP
Kurultayı sonrasında ortaya çıkan hukuksal tartışmalar, özellikle YSK’nın yetki
sınırları ile adli yargının müdahale alanı arasında yaşanan gerilimi gün yüzüne
çıkarmıştır. Kurultayın YSK’nın gözetiminde gerçekleştiği ve bu nedenle yerel
mahkemelerin kurultay kararlarını denetleyemeyeceği yönündeki savlar hem hukuksal
hem de anayasal denetim ilkeleri açısından sorunlu bir savdır.
YSK’nın
anayasal ve yasal yetki sınırları ile siyasi partilerin kurultaylarına ilişkin
adli denetim mekanizmalarının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
YSK’nın
Yetki Alanı ve Hukuksal Konumu
Anayasa’nın
79. maddesine göre YSK’nın temel görevi, seçimlerin “dürüstlük” ilkesi
çerçevesinde yürütülmesini sağlamak, seçim sürecini denetlemek ve sonuçlara ilişkin
kesin kararlar vermektir. Buna ek olarak 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri
ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu
çerçevesinde YSK seçime katılacak partileri saptamak (SPK md. 36), milletvekili
aday listelerini değerlendirmek (298 s. K. md. 15) ve il ve ilçe seçim
kurullarının kararlarına yapılan itirazları incelemek gibi görevlerle
sınırlandırılmıştır.
Dolayısıyla
YSK’nın yetkisi esasen seçim süreciyle doğrudan bağlantılı işlemlerle
sınırlıdır. Bir siyasal partinin kurultayında yapılan delegasyon işlemleri,
oylama usulleri, blok liste uygulamaları, tüzük hükümlerinin ihlali gibi
işlemler YSK’nın denetim alanı dışında kalmaktadır. YSK’nın kurultaylara
gözlemci göndermesi sadece bir saptamadır ve herhangi bir “onay mekanizması”
işlevi görmez. Yani YSK gözlemlediği için işlem geçerlidir biçiminde bir
çıkarım yapılamaz. Bu husus, Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi içtihatlarıyla da
açıkça ortaya konmuştur.
Parti
Kurultaylarının Yargısal Denetimi
Siyasal
partilerin kurultayları hukuksal anlamda tüzel kişiliğin karar organlarının
işleyişidir. Bu nedenle, başta Anayasa’nın 68 ve 69 uncu maddeleri olmak üzere
dernekler hukuku, Siyasi Partiler Kanunu ve Medeni Kanun çerçevesinde yargı
denetimine açık bulunmaktadır. 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun 121.
maddesi açıkça, “bu Kanunda düzenlenen siyasi parti işlemlerine ilişkin
davalarda adli yargı görevli ve yetkilidir” hükmünü taşımaktadır. Bu kapsamda,
parti içi seçimlerin hukuka aykırı biçimde yapılması, delege listelerinin
tüzüğe aykırı biçimde oluşturulması ve oy kullanma usullerinde temel ihlallerin
bulunması gibi durumlarda Asliye Hukuk Mahkemeleri görevli ve yetkilidir.
Anayasa’nın 36 ncı maddesi uyarınca özellikle iç denetim yolları tüketildikten
sonra, örneğin Parti Yüksek Disiplin Kurulu ya da Parti İçi Denetim Kurulu
kararlarına karşı itiraz yolları sona erdiğinde, bireylerin yargıya başvurma
hakkı anayasal güvence altındadır.
İçtihatlar
Işığında YSK’nın Sınırı ve Mahkemelerin Yetkisi
Yargıtay 8.
Hukuk Dairesi’nin 2011/234 E. – 2011/789 K. sayılı kararında şu açık hüküm yer
almaktadır: “Siyasi partilerin tüzüklerinin uygulanmasında ortaya çıkan
uyuşmazlıklar, genel mahkemelerde dava konusu yapılabilir. Kurultay usulleri de
bu kapsamda değerlendirilir.” Benzer şekilde Anayasa Mahkemesi’nin parti
kapatma davalarında kullandığı gerekçelerde, kurultay süreçleri de dahil olmak
üzere parti içi işleyişe ilişkin hukuka aykırılıkların demokratik toplum düzeni
açısından “ağır ihlaller” oluşturabileceği belirtilmiştir (AYM, Refah Partisi
Kapatma Kararı, 1998).
YSK
Gözetiminin Anlamı ve Hukuksal Niteliği
Kurultayda
YSK temsilcisinin bulunması sadece “gözlem” anlamına gelir ve bağlayıcı bir
karar ya da hukuksal denetim anlamına gelmez. Bu durum, adeta bir noter
huzurunda yapılmış işlem niteliği taşır ve işlemin doğruluğunu değil
gerçekleştiğini belgelemekle sınırlıdır.
Dolayısıyla,
“YSK gözlemledi, dolayısıyla işlem geçerlidir ve mahkemeler artık bakamaz”
şeklindeki sav, hukuksal dayanaktan yoksundur. Yargı, eylemin gözlemlenmesini
değil, hukuka uygunluğunu denetler. YSK’nın gözlem yetkisi seçim süreci ile
sınırlıdır ve siyasal partilerin iç işleyişine, özellikle kurultaylarına
yönelik yargısal denetim yetkisini ortadan kaldırmaz. Bu bağlamda, CHP
Kurultayı’na ilişkin olarak yapılan usul itirazları (tüzük ihlalleri, blok
liste uygulanması, yetkisiz delege kullanımı gibi) yerel mahkemelerin
denetimine açıktır. Bu yönde yapılan “YSK denetledi, mahkeme bakamaz” savunusu,
hem anayasal normlara hem de yerleşik yargı içtihatlarına açıkça aykırıdır.
Anayasa’nın 36. ve 68. maddeleri doğrultusunda, siyasal partilerin iç
işleyişinde adil sürecin sağlanması, yalnızca gözleme değil, etkili yargısal
denetime de bağlıdır.
GENEL
DEĞERLENDİRME
CHP
Kurultayı’na ilişkin yargı süreci yalnızca iç hukuk süreçlerinin değil aynı
zamanda Türkiye’de siyasal partiler rejiminin işleyişine ilişkin yapısal
sorunların da aydınlatılmasına olanak vermektedir. Özellikle, bir siyasal
partinin iç işleyişinin yargı eliyle nasıl şekillenebileceği sorusu siyasal
alanın yargısal denetimi ve demokratik meşruluk ilkesiyle doğrudan ilişkilidir.
Bu bağlamda mahkemelerin takdir yetkisi ile parti içi demokrasi arasındaki
denge bu davada belirleyici rol oynamıştır.
CHP özelinde
ise, tüzük hükümlerinin yorumlanması, delegelerin iradesinin değerlendirilmesi
ve parti içi danışma mekanizmalarının yeterliliği gibi etmenler hukuksal
süreçleri doğrudan etkilemiştir. Öte yandan dava, Türkiye’de siyasal partilerin
kurumsallaşma düzeyinin örgütsel süreklilik ile demokratik katılım arasında
nasıl bir gerilim yaşadığını da göstermektedir.
Yargının,
partiler üstü tarafsızlık ilkesi çerçevesinde hareket edip etmediği ise ayrı
bir tartışma alanı olarak ortaya çıkmaktadır. Nitekim bu davada, yargının
CHP’ye özgü olarak değil siyasal partilere yönelik genel uygulamaları
çerçevesinde nasıl bir ölçün geliştirdiği sorusu kritik önemdedir.
Ayrıca,
davaya ilişkin olarak gündeme gelen ceza hukuku boyutu ve yargı mercileri
arasında yaşanan görev karmaşası, siyasal partilerin iç işleyişine ilişkin uyuşmazlıkların
ceza yargısına ne ölçüde aktarılabileceği konusunun netleştirilmesi gerektiğini
göstermektedir.
SONUÇLAR
Hukuksal
belirsizlikler: CHP
Tüzüğü’nün kimi hükümlerinin açık olmaması ve yorum farklarına yol açması yargı
denetiminin alanını genişletmiştir.
Yargının siyasal
etkisi: Mahkeme
kararının, yalnızca hukuksal değil, aynı zamanda siyasal sonuçlar doğuracağı
öngörülebilir bir durumdur. Bu da yargının siyasal partiler üzerindeki dolaylı
etkisinin altını çizmektedir.
Parti içi
mekanizmaların zayıflığı: Delegeler arası bilgi asimetrisi, saydamlık eksikliği ve örgütsel
iletişim sorunları, hukuksal uyuşmazlıkların artmasına neden olmuştur.
Siyasal
partiler yasasının yetersizliği: Türkiye’de siyasal partiler rejiminin güncellenmesi
gerektiği bu davayla bir kez daha ortaya çıkmıştır.
ÖNERİLER
Tüzük
reformu: Siyasal
partiler, iç tüzüklerini açık, net ve yoruma kapalı şekilde yeniden düzenlemeli,
delegelerin yetki ve sorumluluklarını ayrıntılı biçimde tanımlamalıdır.
Yargı
denetiminin sınırları: Siyasal partilere ilişkin yargı denetiminin sınırları netleştirilmeli,
“hukuksal denetim” ile “siyasal müdahale” arasındaki çizgi
belirginleştirilmelidir.
Siyasal
Partiler Kanunu reformu: 1983 tarihli Siyasal Partiler Kanunu demokratikleşme hedefleri
doğrultusunda kapsamlı biçimde güncellenmeli ve parti içi demokrasiye öncelik
veren hükümler eklenmelidir.
Bağımsız
denetim mekanizmaları: Siyasal partilerin iç işleyişi, sadece yargı denetimiyle değil, aynı
zamanda bağımsız etik ve denetim kurulları aracılığıyla da izlenmelidir.
Kurultay
kültürünün kurumsallaşması: Kurultaylar, sadece bir seçim süreci değil aynı zamanda siyasal hesap
verme, görüşme/tartışma ve strateji belirleme süreçleri olarak görülmeli ve bu
doğrultuda eğitim ve kapasite artırıcı etkinlikler yürütülmelidir.
KAYNAKÇA
Gençkaya,
Ömer Faruk (2012). Siyasal Partiler ve Parti Sistemleri.
Gözler, K.
(2010). Türk Anayasa Hukuku. Ekin Yayınevi.
Özbudun, E.
(2011). Siyasal Partiler Hukuku. Yetkin Yayınları.
Özbudun,
Ergun (2017). Türk Anayasa Hukuku.
Sartori,
Giovanni (1976). Parties and Party Systems: A Framework for Analysis.
Sayarı,
Sabri (2002). “Parti içi demokrasi ve Türkiye örneği”, TESEV Yayınları.
Tuncay, M.
(1995). Demokratik Toplumda Siyasal Partiler. İstanbul Bilgi Üniversitesi
Yayınları.
Turan, İ.
(2002). “Siyasi Partilerin İç İşleyişi ve Demokrasi”, Ankara Üniversitesi SBF
Dergisi, 57(2), 25-42.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder