Hakkımda

FİRUZ DEMİR YAŞAMIŞ Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirmiştir (1968). University of Southern California’da planlama (kentsel ve bölgesel çevre) ve kamu yönetimi yüksek lisans programlarını bitirmiştir (1976). Siyaset ve Kamu Yönetimi Doktoru (1991). Yerel Yönetimler, Kentleşme ve Çevre Politikaları bilim dalında doçent (1993). Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı’nın kuruluşu sırasında müsteşar vekili. (1978-80) UNICEF Türkiye temsilciliği. (1982-84) Dünya Bankası’nın Çukurova Kentsel Gelişme Projesi’nde kurumsal gelişme uzmanı. (1984-86) Çankaya Belediyesi’nin kurumsal gelişme projesini yürütmüştür. (1989-91) Yedinci Kalkınma Planı “Çevre Özel İhtisas Komisyonu”nun başkanlığı. DPT “Çevre Yapısal Değişim Projesi” komisyonu başkanlığı. Cumhurbaşkanlığı DDK’nun Devlet Islahat Projesi raportörü. (2000-1) Çevre Bakanlığı Müsteşarı (Şubat 1998 – Ağustos 1999). Sabancı Üniversitesi tam zamanlı öğretim üyesi. (2001-2005) Halen yarı zamanlı öğretim üyesi olarak çeşitli üniversitelerde ders vermektedir. Şimdiye kadar ders verdiği üniversiteler arasında Ankara, Orta Doğu, Hacettepe, Fatih, Yeditepe, Maltepe ve Lefke Avrupa (Kıbrıs) üniversiteleri bulunmaktadır.
Blogger tarafından desteklenmektedir.

Translate

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE
EV

Bu Blogda Ara

1 Temmuz 2025 Salı

 

Türkiye'de Siyasal Partilerin Hukuksal Rejimi

 

Prof. Dr. Firuz Demir YAŞAMIŞ

 

 

Özet

Bu çalışma, Cumhuriyet Halk Partisi’nin 38. Olağan Kurultayı sonrasında açılan iptal davası üzerinden Türkiye’de siyasal partiler hukukunun temel sorunlarını incelemektedir. Davada öne sürülen usul ihlalleri, noter tasdikli delege imzaları ve kurultay çağrısının meşruluğu gibi sorunlar yargı organlarının müdahale sınırlarını ve yetki karmaşasını gündeme getirmiştir. Anayasa Mahkemesi, Sayıştay, adli yargı mercileri ve parti içi denetim mekanizmaları arasındaki işlevsel uyumsuzluk, siyasal partilerin yargılanmasında ciddi sistem sorunlarına işaret etmektedir. Makalede, en olası yargı kararının davanın usulden reddi olacağı değerlendirilmiş; ancak bu kararın da mevcut hukuksal belirsizlikleri ortadan kaldırmayacağı vurgulanmıştır. Sonuç olarak, siyasal partiler hukukunda daha net görev ve yetki sınırları ile daha öngörülebilir yargı denetimi mekanizmalarına gereksinim duyulduğu ifade edilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Siyasal partiler, kurultay, hukuk devleti, yargı-siyaset ilişkisi, CHP davası

Abstract

Political parties are the indispensable components of democratic life in Turkey. Despite the constitutional and legal framework provided by Articles 68 and 69 of the Constitution and Law No. 2820, there are significant legal ambiguities regarding internal party governance and judicial oversight. The lawsuit filed against the Republican People's Party (CHP) following its 38th Ordinary Congress in 2023 represents more than an intra-party conflict and it reveals structural deficiencies in the Turkish legal system concerning political parties. This article examines the legal foundations, institutional confusion, and systemic risks emerging from the CHP Congress case, with a view to identifying broader issues in the judicial regulation of party politics in Turkey.

Keywords: Political parties, party congress, rule of law, judiciary-politics interaction, CHP case

GİRİŞ

Türkiye’de siyasal partiler demokratik siyasal hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır. Anayasa’nın 68. ve 69. maddeleri ile 2820 sayılı Siyasal Partiler Kanunu, partilerin kuruluşundan işleyişine kadar temel çerçeveyi belirlemektedir. Ancak parti içi işleyişe ve kurultay süreçlerine ilişkin uyuşmazlıklar, bu alandaki yargı yetkisinin sınırlarını ve hukuk sisteminin yapısal eksikliklerini açıkça ortaya koymaktadır. CHP’nin 2023 yılında gerçekleştirdiği 38. Olağan Kurultayı sonrasında açılan iptal davası bu bağlamda yalnızca partisel bir kriz değil aynı zamanda yargı-siyaset ilişkisinde kurumsal çarpıklıkları gözler önüne seren bir örnek olay olarak ele alınabilir. Bu makalede, söz konusu dava temelinde Türkiye’deki siyasal partiler hukukunun uygulama sorunları yargısal yetki karmaşası ve demokratik sistem üzerindeki etkileri hukuksal açıdan değerlendirilecektir.

Araştırmanın Amacı ve Hedefleri

Bu çalışmanın temel amacı Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) 2023 yılı olağan kurultay sürecine ilişkin yargıya taşınan usul itirazlarının Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Siyasal Partiler Kanunu ve parti tüzüğü çerçevesinde hukuksal açıdan nasıl değerlendirilebileceğini irdelemektir. Özellikle kurultay sürecinde gündeme gelen iddialar (delegelerin seçim usulleri, delege listelerinin düzenlenişi, kurultay takvimi ile ilgili zamanlamalar ve parti içi denetim mekanizmalarının işleyişi gibi unsurlar) yargı kararlarının şekillenmesinde nasıl etkili olabileceği bakımından çözümlenecektir.

Bu bağlamda çalışmanın hedefleri şunlardır:

CHP’nin kurultay sürecinin hukuksal boyutunu sistemli biçimde incelemek,

Yargıya taşınan itirazların hukuksal dayanaklarını ve bunlara karşı ileri sürülen savunmaları değerlendirmek,

Türk hukuk sisteminde siyasal partilerin iç işleyişine yönelik yargısal denetimin sınırlarını belirlemek ve

Mahkemenin kararının şekillenmesinde etkili olabilecek anayasal ve yasal ilkeleri tartışmak.

Araştırma Soruları

Araştırma şu temel sorulara yanıt aramaktadır:

CHP’nin 2023 kurultay sürecinde ortaya çıkan usule ilişkin itirazlar hangi hukuksal dayanaklara dayanmaktadır?

Bu itirazlar Siyasal Partiler Kanunu ve CHP tüzüğü çerçevesinde geçerli ve makul bulunabilir mi?

Parti içi demokrasi ilkesi ve yargının denetim yetkisi bağlamında mahkemelerin bu tür iç parti uyuşmazlıklarına müdahalesinin sınırları nelerdir?

İlgili yargı yeri bu davada nasıl bir karar verebilir ve bu karar hangi anayasal ilkelerle gerekçelendirilebilir?

Araştırma Yöntemi

Bu çalışma, nitel araştırma yöntemine dayalı olarak gerçekleştirilmiştir. Temel olarak doküman incelemesi yöntemi benimsenmiş, mevzuat (Anayasa, Siyasal Partiler Kanunu, CHP Tüzüğü), daha önce verilmiş emsal yargı kararları (Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay kararları) ve akademik yazın taranmıştır. Ayrıca, siyasal partiler hukuku alanındaki içtihatların çözümlemesi yapılmış ve bunlar ışığında kurultay süreci bağlamındaki hukuksal savlar değerlendirilmiştir. Bu çerçevede olayın öznel yönlerinden ziyade normatif çerçevesi esas alınmış ve tarafsız ve nesnel bir hukuksal değerlendirme hedeflenmiştir. Çalışmada karşılaştırmalı hukuk bağlamında benzer içtihatlara da yer verilmiş ve özellikle parti içi demokrasi ve yargı denetimi konularında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları dikkate alınmıştır.

KURAMSAL ÇERÇEVE

Bu çalışmada, siyasal partilerin iç işleyişlerinin anayasal denetimi ile parti içi demokrasinin hukuksal sınırları temel kuramsal referans noktası olarak ele alınmaktadır. Siyasal partiler, demokratik rejimlerin vazgeçilmez unsurlarıdır ve bu bağlamda hem anayasal düzenin hem de hukukun üstünlüğü ilkesinin güvencesi altındadır. Ancak, parti içi demokrasinin ne ölçüde yargı denetimine tutulabileceği özellikle iç düzenlemelerle (tüzük, yönetmelik) uygulamaya konulan kurultay süreçleri bakımından önemli bir kuramsal sorunsal yaratmaktadır.

Bu çerçevede çalışmanın dayandığı kuramsal temel, anayasa hukuku, siyasal partiler hukuku ve yargı denetimi kuramı etrafında şekillenmektedir. Öncelikle anayasa hukuku bağlamında, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 68. ve 69. maddelerinde düzenlenen siyasal partilere ilişkin hükümler, partilerin çalışmalarının demokratik esaslara uygunluğunu zorunlu kılmaktadır. Bu bağlamda, Anayasa Mahkemesi’nin ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın siyasal partiler üzerindeki denetim yetkisi partilerin hem kamu hukuku hem de özel hukuk boyutuyla değerlendirilmesini gerektirir.

Kuramsal olarak ikinci temel sütun parti içi demokrasi kuramıdır. Parti içi demokrasinin varlığı, siyasal sistemin bütünlüğü ve meşruluğu açısından kritik bir işlev görür. Buradaki ana tartışma partilerin kendi iç hukuklarına (tüzük, yönetmelik, kurultay usulleri) uygun hareket edip etmediğinin yargı eliyle denetlenip denetlenemeyeceğidir. Türkiye’de bu alandaki yargı içtihatları ve uygulamalar, yerel mahkemelerin genellikle “parti içi tasarruf” olarak nitelendirdikleri uygulamalara müdahale etme konusunda çekingen davrandıklarını göstermektedir.

Üçüncü kuramsal eksen, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile ilgilidir. Siyasal nitelikli davalarda yargının konumu, anayasal ilkeler ve kuvvetler ayrılığı çerçevesinde değerlendirilmelidir. Yargının siyasal yarışmanın tarafı durumuna gelmesi sadece davaya konu olan parti açısından değil tüm demokratik sistem açısından yıkıcı sonuçlar doğurabilir. Bu bağlamda, kurultay sürecine dair yargı müdahalesinin demokratik temsil ve örgütlenme özgürlüğü üzerinde yaratabileceği etkiler kuramsal düzeyde tartışmaya açılmaktadır.

Sonuç olarak bu çalışmada, siyasal partilerin iç işleyişlerinin yargısal denetimi, anayasal ilkeler, örgütlenme özgürlüğü, parti içi demokrasi ve yargının rolü ekseninde, normatif ve pozitif hukuk birlikte değerlendirilerek kuramsal bir çerçeve oluşturulmaktadır. Bu çerçeve, CHP Kurultayı’na ilişkin yargı sürecinin hukuksal anlam ve sonuçlarını çözümlemek için gerekli kuramsal zemin sağlamaktadır.

Anayasal Temel

1982 Anayasası’nın 68. ve 69. maddeleri, siyasal partilerin varlık nedeni, çalışma alanı ve sınırlarını belirleyen temel hükümleri içermektedir. Anayasa'nın 68. maddesine göre siyasal partiler, demokratik siyasal yaşamın vazgeçilmez unsurlarıdır ve vatandaşların parti kurma ve partilere katılma hakları güvence altına alınmıştır. Bununla birlikte, bu hak mutlak değildir. Anayasa, partilerin devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, laikliğe ve demokratik hukuk devleti ilkesine aykırı çalışmalarda bulunmasını yasaklamaktadır. 69. madde ise siyasal partilerin mali denetimi ve kapatılmasına ilişkin esasları düzenlemektedir. Bu çerçevede, Anayasa Mahkemesi, siyasal partilerin mali çalışmalarını denetlemek ve gerekirse kapatma davalarını karara bağlamakla yetkilendirilmiştir.

Siyasal Partiler Kanunu (2820 Sayılı Kanun)

Siyasal Partiler Kanunu, 1983 yılında yürürlüğe girmiş ve siyasal partilerin kuruluşu, örgütlenmesi, etkinlikleri, gelir-gider yapısı ve denetimi gibi temel alanlarda ayrıntılı düzenlemeler getirmiştir. Bu kanun kapsamında bir siyasal partinin kurulabilmesi için en az otuz Türk vatandaşı kurucu olarak İçişleri Bakanlığı’na başvuruda bulunmalıdır. Partiler, genel seçimlere katılabilmek için Türkiye genelinde en az 41 ilde örgütlenmeli ve büyük kongrelerini yapmış olmalıdır. Parti tüzükleri ve programları Anayasa ve yasalara uygun olmak zorundadır. Aksi halde, uyarı ve yaptırımlar gündeme gelebilir. Parti organları (genel başkanlık, merkez karar organları, il/ilçe yönetimleri vb.) yasada öngörülen demokratik ilkelere uygun biçimde yapılandırılmalıdır.

Mali Rejim ve Hazine Yardımı

Siyasal partilerin mali kaynakları, üye aidatları, bağışlar ve devlet yardımlarından oluşmaktadır. Anayasa'nın 69. maddesi ve Siyasal Partiler Kanunu uyarınca, genel seçimlerde oyların %3’ünden fazlasını alan partilere Hazine yardımı yapılmaktadır. Yardım miktarı, partilerin aldığı oy oranına göre belirlenir ve yıllık olarak ödenir. Bu sistem, esas olarak siyasal yarışmanın finansal temellerde eşitlenmesini amaçlasa da büyük partilerin lehine işleyen adaletsiz bir dağılıma yol açtığı yönünde eleştirilmektedir. Küçük partilerin sistem dışına itilmesi ve siyasal çoğulculuğun zarar görmesi, bu rejimin önemli tartışma konularındandır.

Denetim Mekanizmaları ve Kapatma Davaları

Siyasal partilerin etkinlikleri ve mali yapıları iki temel kurum tarafından denetlenir. Birincisi olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı siyasal partilerin kuruluş, tüzük, kongre ve genel etkinliklerine ilişkin yasalara uygunluk gözetimi yapar. Gerektiğinde ihtar verir veya Anayasa Mahkemesi'nde kapatma davası açabilir. İkincisi, Anayasa Mahkemesi, siyasal partilerin mali denetimini yapar ve kapatma davalarını karara bağlar. Kapatma için üye tam sayısının üçte iki oy çoğunluğu gereklidir. 2010 yılında yapılan Anayasa değişikliği ile siyasal parti kapatma kararları zorlaştırılmış, öncelikle hazine yardımının kesilmesi veya etkinliğin sınırlandırılması gibi daha ölçülü yaptırımlar öne çıkarılmıştır.

Eleştirel Değerlendirme

Türkiye'de siyasal partilerin hukuksal rejimi, anayasal güvence ile yasal denetim arasında kurulan bir dengeye dayansa da uygulamada bu dengenin zaman zaman bozulduğu görülmektedir. Parti kapatma tehditleri, yargının siyasallaşması ve muhalefet partileri üzerinde artan baskılar bu alandaki en önemli sorun alanlarını oluşturmaktadır. Ayrıca, parti içi demokrasinin zayıflığı ve lider merkezli yapılanmalar temsili demokrasi açısından ciddi tartışmalara yol açmaktadır.

Cumhuriyet Halk Partisi Kurultayı’na İlişkin Hukuksal Süreç ve Olası Siyasal Yansımaları

Türkiye'de siyasal partilerin iç işleyişi, esasen parti içi demokrasi ve özyönetim ilkelerine dayanmakla birlikte belirli koşullarda yargı denetimiyle karşı karşıya kalabilmektedir. Bu durumun güncel ve dikkat çekici bir örneği Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) 4–5 Kasım 2023 tarihlerinde gerçekleştirdiği 38. Olağan Kurultayı sonrasında açılan ve 30 Haziran 2025 tarihinde esasa ilişkin duruşması yapılacak olan davadır. Söz konusu dava, parti içi meşruluk tartışmalarını hukuk alanına taşıması ve olası sonuçları itibarıyla sadece CHP’nin değil Türkiye’de siyasal partilerin özerkliğinin sınırlarını da ilgilendiren niteliktedir.

Dava, CHP kurultayında alınan kararların “mutlak butlan” (hukuken yok hükmünde sayılma) gerekçesiyle iptalini talep etmektedir. Davacı sıfatıyla hareket eden partili bazı delegeler ve yerel yöneticiler, kurultay sürecinde delegasyonun oluşumuna ilişkin usulsüzlükler, adayların belirlenmesinde eşitlik ilkesinin ihlali ve siyasal baskı unsurlarının devreye sokulması gibi iddiaları ileri sürmüşlerdir. Ankara 42. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen davada daha önce alınan ara kararlar çerçevesinde 30 Haziran 2025 tarihi itibarıyla davada tahkikat aşamasına geçilecek ve esasa ilişkin değerlendirme yapılacaktır.

Davanın hukuksal yönü kadar doğurabileceği siyasal etkiler de önemlidir. Yargı mercilerinin talebi kabul ederek kurultayı geçersiz sayması durumunda mevcut parti yönetiminin (Özgür Özel liderliğindeki yapının) meşruluğu ortadan kalkacak ve bu durumda ya önceki genel başkanın göreve gelmesi ya da geçici yönetim atanması gibi sonuçlar gündeme gelecektir. Bununla birlikte, siyasal partilerin kendi iç işleyişlerine yapılan yargı müdahalelerinin demokrasiye zarar verebileceği yönündeki eleştiriler de özellikle parti tabanı ve kamuoyu çerçevesinde güçlü biçimde dile getirilmektedir.

CHP örneğinde olduğu gibi, siyasal partilerdeki içsel değişim süreçlerinin yargı yoluyla kesintiye uğratılması ya da tartışmalı biçimde denetlenmesi Türkiye'de siyasal alanın kurumsal özerkliğini tehdit edebilecek bir eğilimin habercisi olarak da okunabilir. Söz konusu dava, bu nedenle yalnızca bir parti içi uyuşmazlığın değil aynı zamanda Türkiye'de yargı-siyaset ilişkilerinin ve kurumsal denge arayışının somut bir yansıması olarak değerlendirilmelidir.

CHP’ye “mutlak butlan” talebiyle kurultayın geçersiz sayılması amacıyla açılan davada davacılar, eski Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı ve CHP’li olarak görev yapan Lütfü Savaş ile partinin bazı delegeleridir. Davacı delegeler arasında adı öne çıkanlar Levent Çelik, Hatip Karaaslan ve Kamile Bahar Önal gibi isimlerdir. Bu isimler, 45 Kasım 2023te gerçekleşen 38. Olağan Kurultayda usulsüzlük yapıldığı iddiasıyla katıldıkları dava dilekçesinde kurultayın mutlak butlan (başlangıçtan itibaren yok hükmünde sayılması) ile iptalini ve mevcut yönetimin geçersiz sayılmasını talep etmektedir.

CHP 38. Olağan Kurultayı'na İlişkin Hukuksal Süreçte Davacıların Dayandığı Normatif Temeller

Türkiye’de siyasal partiler, her ne kadar kamu hukukuna özgü düzenlemelere bağlı olsalar da örgütlenme ve iç işleyişlerine ilişkin hukuksal rejim önemli ölçüde özel hukuk kaynaklı kurallara, özellikle de dernekler hukukuna dayanmaktadır. Bu çerçevede, 4–5 Kasım 2023 tarihlerinde gerçekleştirilen CHP 38. Olağan Kurultayı'na ilişkin olarak açılan dava "mutlak butlan" talebi ile doğrudan kurultayın yok hükmünde sayılmasını hedeflemektedir. Davacılar, taleplerini hem genel hukuk ilkelerine hem de somut yasa maddelerine dayandırmakta olup aşağıda bu normatif dayanaklar sistemli biçimde incelenmektedir.

Türk Medeni Kanunu (4721 sayılı Kanun) - Madde 78

Davacılar açısından en temel normatif dayanaklardan biri Türk Medeni Kanunu’nun 78. maddesidir. Bu hüküm, dernek genel kurullarında alınan kararların kanuna, dernek tüzüğüne, ‘hakkaniyet’e ve genel ahlaka aykırı olması halinde bu kararların iptal edilebileceğini veya yok hükmünde sayılabileceğini hükme bağlamaktadır. Siyasal partiler tüzel kişi olarak dernek statüsünde olmasa da parti kurultaylarının hukuksal niteliği itibarıyla bir tür genel kurul olarak kabul edilmesi bu hükmün kıyasen uygulanmasını olanaklı kılmaktadır.

Davacılar, CHP kurultayında delegelerin oluşumunda adaletsizlik ve tüzüğe aykırılık, adaylara eşit yarışma olanağı tanınmaması ve sürecin demokratik meşruluktan yoksun yürütülmesi gibi gerekçelere dayanarak bu maddenin uygulanmasını talep etmektedirler.

2820 Sayılı Siyasal Partiler Kanunu - Madde 15 ve 16

Siyasal partilerin yapısını ve işleyişini düzenleyen 2820 sayılı Siyasal Partiler Kanunu’nun 15. ve 16. maddeleri, partilerin etkinliklerini Anayasa’ya ve kendi tüzüklerine uygun olarak sürdürmekle yükümlü olduklarını ifade etmektedir. Özellikle 16. madde, siyasal partilerin tüzüklerinde yer alacak esaslar arasında örgütlenme biçimi, karar alma yöntemleri ve üyelik esasları gibi unsurları zorunlu tutmaktadır. Davacılar, CHP kurultayının hazırlık ve yapılma sürecinde parti tüzüğünde öngörülen kurallara ve demokratik ilkelere aykırı uygulamaların bulunduğunu, bu nedenle kurultayın baştan itibaren sakat olduğunu ileri sürmektedir. Delegasyonun oluşumu sırasında uygulanan yöntemlerin partililer arasında eşitliği ihlal ettiği, bazı adayların aleyhine olacak şekilde kamu kaynaklarının kullanıldığı ve kamu görevleri üzerinden vaatlerin devreye sokulduğu iddiaları bu bağlamda Siyasal Partiler Kanunu hükümlerine aykırılık iddiasını gündeme getirmektedir.

CHP Tüzüğü

Her siyasal parti gibi, CHP de iç işleyişini düzenleyen bir parti tüzüğüne sahiptir ve bu tüzük parti içi çalışmaların temel hukuksal kaynağını oluşturur. Tüzükte yer alan kurultay çağrısı, adaylık süreçleri, delege belirleme yöntemleri ve oylama süreçleri gibi kuralların ihlali, yargı denetiminin konusu olabilir. Davacılar, tüzüğe aykırı olarak yapılan kurultay işlemleri nedeniyle alınan kararların geçersiz olduğunu savunmaktadır. Özellikle, bazı delege seçimlerinin parti içi denetimden yoksun şekilde dışsal siyasal baskı ve yönlendirme yoluyla belirlendiği ve adayların eşit propaganda koşullarına erişemediği ve karar alma sürecinin kolektif iradeyi yansıtmadığı yönündeki iddialar tüzüğün ihlali bağlamında değerlendirilmiştir.

Anayasal İlkeler ve Emsal Kararlar

Davacılar, 1982 Anayasası’nın 68. ve 69. maddelerinde öngörülen “siyasal partilerin demokratik esaslara göre etkinlik göstermesi” ilkesini de dolaylı olarak hukuksal dayanak olarak ileri sürmektedirler. Bu anayasal hükümlere göre, siyasal partilerin hem kuruluş esasları hem de çalışma biçimleri demokratik ilkelerle uyumlu olmak zorundadır. Partilerin iç mekanizmalarında bu ilkelere aykırı uygulamaların bulunması yargı müdahalesini gündeme getirebilir. Yargıtay’ın daha önceki içtihatlarında, siyasal parti kurultaylarının belirli usule ilişkin eksiklikler nedeniyle iptal edilebileceği veya kararlarının yok sayılabileceği kabul edilmiştir. Dolayısıyla, somut dava bağlamında bu emsal nitelikteki kararların da hukuksal dayanak olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır.

Değerlendirmek gerekirse, CHP 38. Olağan Kurultayı’na karşı açılan davada ileri sürülen hukuksal dayanaklar, esasen Türk Medeni Kanunu, Siyasal Partiler Kanunu ve parti tüzüğü hükümleri ile anayasal ilkeler ekseninde şekillenmektedir. Davacılar, bu normatif temellere dayanarak kurultay kararlarının yok hükmünde sayılmasını talep etmektedirler. Dava, yalnızca bir iç parti uyuşmazlığı değil aynı zamanda Türkiye’de siyasal partilerin özerkliğinin sınırları, yargı denetiminin meşruiyeti ve parti içi demokrasinin işlerliği açısından da önemli bir örnek teşkil etmektedir.

ÇÖZÜMLEME

Siyasal Partilerde İç Uyuşmazlıklara İlişkin Yargısal Usul ve CHP Kurultay Davası Örneği

Siyasal partilerin iç işleyişine yönelik uyuşmazlıklar demokratik hukuk devletlerinde hem siyasal yarışmanın sağlıklı bir zeminde yürütülmesi hem de iç hukuk düzeninin korunması açısından özel bir önem taşımaktadır. Türkiye’de bu tür uyuşmazlıklar esas itibarıyla 1982 Anayasası’nın 69. maddesi, 2820 sayılı Siyasal Partiler Kanunu (SPK) ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK) ile düzenlenmektedir. Bu kapsamda, siyasal partilerin kongrelerine, tüzüklerine veya yönetim organlarının seçim süreçlerine ilişkin uyuşmazlıklar medeni yargı kolunda çözümlenmektedir. Bu bağlamda, CHP’nin 4-5 Kasım 2023 tarihlerinde gerçekleştirdiği 38. Olağan Kurultayı’na yönelik olarak bazı parti üyeleri tarafından açılan dava Türkiye’de siyasal partilerin iç işleyişine ilişkin hukuksal denetimin sınırlarını tartışmaya açmıştır. Söz konusu davada, partililer kurultay sürecinin tüzüğe ve yasal düzenlemelere aykırı olduğu gerekçesiyle iptalini talep etmiştir. Bu tür davalarda, siyasal partinin merkezinin bulunduğu yer mahkemesi, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) hükümleri uyarınca yetkili ve görevli mahkeme olarak kabul edilmektedir. CHP Genel Merkezi’nin Ankara’da bulunması nedeniyle davaya bakma yetkisi Ankara 28. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne verilmiştir. Asliye hukuk mahkemeleri bu tür ihtilaflarda ilk derece mahkemesi sıfatıyla görev yapmaktadır. Davacı taraf, iddialarını TMK madde 60-66 çerçevesinde derneklerin işleyişine ilişkin hükümlere, ayrıca SPK madde 101 ve devamı hükümlerine dayandırmaktadır. Bu hükümler, siyasal partilerin etkinliklerinin yasalara uygun yürütülüp yürütülmediğinin yargı denetimine bağlı olduğu durumları kapsar.

Türkiye’de Siyasal Partilere İlişkin İç uyuşmazlıklarda Üst Derece Mahkeme Yetkisi

Türkiye’de siyasal partilerin iç işleyişine ilişkin hukuksal uyuşmazlıklarda ilk derece mahkemesi olarak görev yapan Asliye Hukuk Mahkemeleri kararlarına karşı itiraz veya temyiz yoluna gidilmesi durumunda dosya öncelikle Bölge Adliye Mahkemeleri (BAM)’ne intikal eder. Ancak, siyasal partilerle ilgili özel ve anayasal nitelikteki bazı konularda özellikle parti kapatma davalarında yetki ve görev Anayasa Mahkemesi’ne aittir. Somut olarak belirtmek gerekirse, ilk derece mahkemesi olarak parti içi uyuşmazlıklar ve kurultay iptal talepleri için Asliye Hukuk Mahkemesi yetkilidir.  İtiraz ve temyiz yolu olarak ise, bu mahkemenin kararlarına karşı, HMK uyarınca önce ilgili Bölge Adliye Mahkemesi’ne başvurulur. Siyasal partilerin kapatılması, mali denetimi ve kapatma kararlarına itiraz gibi doğrudan siyasal ve anayasal niteliği olan davalarda yetkili yargı merciidir. Ayrıca, parti kapatma davalarında kararlar Anayasa Mahkemesi tarafından verilir. CHP kurultayının iptali talebiyle açılan iç uyuşmazlık davası ilk derece mahkemesinden sonra Bölge Adliye Mahkemesi tarafından denetlenirken parti kapatma davası gibi daha ağır siyasal yaptırımlarla ilgili süreçler doğrudan Anayasa Mahkemesi’nin görev alanına girer.

CHP Kurultay Davasında Davacıların Öne Sürdüğü Somut Delillerin Çözümlenmesi

CHP’nin 38. Olağan Kurultayı’na ilişkin açılan iptal davasında davacılar kurultayın usul ve esaslar bakımından mevzuata ve parti tüzüğüne aykırı olarak gerçekleştirildiğini iddia etmişlerdir. Bu iddialarını desteklemek üzere mahkemeye sundukları somut deliller hukuksal değerlendirmede önemli yer tutmaktadır.

Birinci olarak, davacılar tarafından delege seçim sürecine ilişkin çeşitli belgeler ibraz edilmiştir. Bu belgeler, delege listelerinin hazırlanma yöntemlerine ilişkin tutanaklar, imza sirküleri ve seçim sonuçlarının yer aldığı belgeleri kapsamaktadır. İddialar arasında, delegelerin belirlenmesinde kamu görevlileri veya belediye personelinin siyasal baskı unsuru olarak kullanıldığı ve kamu kaynaklarının parti içi seçimlerde taraf lehine yönlendirildiği yer almaktadır. Bu bağlamda, seçim sürecinin demokratik usullere aykırı biçimde yönlendirildiği öne sürülmektedir.

İkinci olarak, kurultay çağrısı ve genel kurul usullerine ilişkin yazışmalar ve duyurular delil olarak sunulmuştur. Bu belgeler, kurultay sürecinin parti tüzüğünde belirtilen süre ve usullere uygun olarak gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanmasında kullanılmaktadır. Usule ilişkin ihlallerin varlığı halinde kurultay kararlarının hukuksal meşruluğunun tartışmaya açık duruma geleceği iddia edilmektedir.

Üçüncü grup delil, adaylık süreçleri ve propaganda çalışmalarına ilişkindir. Davacılar, adayların eşit koşullarda yarışamadıklarına ilişkin görgü tanıklarının beyanlarını, medya haberlerini ve sosyal medya paylaşımlarını mahkemeye sunmuşlardır. Ayrıca, kamu görevlerinin ve kaynaklarının belli adaylar lehine kullanıldığı ve bu suretle seçimlerin haksız biçimde etkilenmeye çalışıldığı ileri sürülmektedir. Bu durumun, parti içi demokrasi ve eşit yarışma ilkesine aykırı olduğu belirtilmektedir.

Dördüncü olarak, mali kaynakların kullanımı ve siyasal baskı iddialarını destekleyici belge ve raporlar önem taşımaktadır. Parti bütçesinin belirli grup veya adayların lehine yönlendirildiğine ilişkin mali kayıtlar ile varsa denetim raporları bu kapsamda değerlendirilmektedir. Kamu kaynaklarının siyasal etkinliklerde kullanılması durumunda bu durumun hukuka aykırılığı davacıların tezini güçlendirmektedir.

Son olarak, kurultay sürecine yönelik parti içi itiraz dilekçeleri ile tanık ifadeleri mahkemeye sunulmuştur. Parti üyelerinin yazılı beyanları ve süreçle ilgili itirazlarının kayıtları usulsüzlük iddialarının somutlaşmasına katkıda bulunmaktadır.

Özetle, davacılar kurultayın iptali için, delegasyonun oluşumundan kurultay çağrısına, adaylık ve propaganda süreçlerinden mali denetim konularına kadar geniş bir yelpazede somut ve belgeye dayalı iddialar ortaya koymaktadırlar. Bu deliller, mahkemenin kurultayın “mutlak butlan” ile geçersiz sayılıp sayılmayacağına karar verirken temel değerlendirme unsurlarını oluşturmaktadır.

Türkiye'de siyasal partiler hukukunda aksayan ve eksik yönler

Türkiye'deki siyasal partiler hukukunda uzun süredir tartışılan ve reform gerektiren aksayan ve eksik yönler hem normatif düzlemde hem uygulamada ciddi sorunlara işaret etmektedir.

Parti İçi Demokrasi Eksikliği

Siyasal Partiler Kanunu’nda (2820 sayılı) parti içi demokrasinin temini için genel ilkeler yer alsa da bu ilkelerin uygulamaya geçirilmesi parti yönetimlerinin takdirine ve girişimine bırakılmıştır. Lider odaklı yapı yetki sisteminin merkezciliği, ön seçim mekanizmasının zayıf işleyişi ve aday belirleme süreçlerinin saydam olmaması gibi unsurlar parti içi demokrasiyi işlevsiz kılmaktadır.

Siyasal Partilerin Finansmanı ve Mali Denetim Sorunları

Türkiye’de siyasal partilere hazine yardımı yapılmaktadır; ancak, yardım sadece belirli bir oy oranını aşan partilere verildiğinde bu sistem siyasal çoğulculuğu zayıflatmaktadır. Denetim yalnızca Anayasa Mahkemesi tarafından ve genellikle şekilsel unsurlar üzerinden yapılmaktadır. Parti gelir ve giderlerinin denetiminde Sayıştay’ın rolünün olmaması, saydamlık ve hesap verebilirlik ilkelerine aykırılık oluşturmaktadır.

Parti Kapatma Rejimi

Türkiye’de parti kapatma süreci halen göreli olarak kolay ve siyasallaşmaya açık bir düzendedir. Anayasa Mahkemesi'nin bu konuda yetkili olması hukuksal güvenceler sunsa da kapatma davası açma yetkisinin siyasal iktidarın denetimindeki Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na ait olması siyasallaşma riskini artırmaktadır.

Kadınların ve Azınlıkların Siyasal Temsili

Mevzuatta cinsiyet kotasına veya azınlıkların siyasete katılımına ilişkin bağlayıcı düzenlemeler bulunmamaktadır. Bu durum, partilerin gönüllülüğüne bırakılmıştır ve çoğu zaman göz ardı edilmektedir. Bu nedenle temsilde adalet sağlanamamaktadır.

Lider Sultası ve Kurumsallaşma Sorunu

Parti içi mekanizmalar genel başkanların mutlak egemenliğine olanak tanımaktadır. Tüzükler genellikle liderin yetkilerini artıracak şekilde düzenlenmekte ve bu da kurumsallaşmanın zayıflamasına ve siyasal partilerin kişiselleşmesine neden olmaktadır.

Yargısal Denetimin Sınırlılığı

Parti içi işlemler (örneğin ihraçlar, delege seçimleri, aday listeleri vb.) yargı denetimine kuramsal olarak açık olsa da uygulamada bu denetim yavaş, sınırlı ve etkisizdir. Özellikle uyuşmazlıkların çözüm sürecinde yargının sürüncemede bırakması adil yargılanma hakkını ve seçme-seçilme özgürlüğünü zedelemektedir.

Güncel Değişimlere Uyum Eksikliği

2820 sayılı Siyasal Partiler Kanunu 1983 tarihli olup, günümüzün toplumsal, siyasal ve teknolojik gerçekliklerine büyük ölçüde uyumsuzdur. Sayısal kampanya süreçleri, sosyal medya etkinlikleri, yurtdışı örgütlenmeler gibi çağdaş siyaset unsurlarına ilişkin düzenlemeler ya yetersizdir ya da tamamen yoktur.

Sonuç olarak belirtmek gerekirse, Türkiye'de siyasal partiler hukukunun temel sorunları, anti-demokratik parti içi yapılar, saydamlık eksikliği, yargı denetiminde yetersizlik ve kurumsallaşma sorunları ekseninde yoğunlaşmaktadır. Bu sorunların giderilmesi, yalnızca yasal değişiklikleri değil aynı zamanda siyasal kültürün demokratikleşmesini ve parti içi uygulamaların dönüşümünü de gerektirmektedir.

Türkiye’de Siyasal Partilerin Yargılanması Sistemindeki Aksaklıklar ve Eksiklikler

Anayasal Belirsizlikler ve Yorum Genişliği

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, siyasal partilerin kapatılmasını ve denetlenmesini olanaklı kılan hükümlere yer vermektedir (özellikle 68 ve 69. maddeler). Ancak bu maddeler oldukça geniş ve yoruma açık kavramlar içermektedir. “Devletin bölünmez bütünlüğü”, “laik cumhuriyet ilkesi” gibi soyut ifadeler, yargıya geniş takdir alanı tanımakta ve farklı ideolojik yaklaşımların yargısal sürece etki etmesine zemin hazırlamaktadır. Bu durum, hukuk güvenliği ilkesini zedelemekte ve siyasal yarışmanın yargı eliyle bastırılmasına neden olabilecek uygulamalara kapı aralamaktadır.

Yargı Organlarının Bağımsızlık Sorunu

Siyasal partilerin yargılanmasında görevli yargı organlarının (özellikle Anayasa Mahkemesi’nin) üyelerinin atanma biçimi ve yargının genel siyasal ortamdan etkilenebilirliği, tarafsızlık ve bağımsızlık ilkeleri bakımından eleştiriye açıktır. Mahkemenin bazı dönemlerde siyasal ortama paralel kararlar verdiğine ilişkin yaygın kamu algısı demokratik meşruluk sorunu doğurmaktadır.

Kapatma Dışında Kalan Yaptırımların Zayıflığı

Siyasal partilere yönelik yaptırımlar çoğunlukla partinin tamamen kapatılmasına veya hazine yardımının kesilmesine odaklanmaktadır. Oysa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadında vurgulandığı gibi, kapatma son çare (ultima ratio) olmalıdır. Türkiye’de ise uyarı, kesimsel yasaklama, etkinlik dondurma gibi daha hafif yaptırım seçenekleri yeterince geliştirilmemiştir. Bu durum yargının eline sınırlı ve orantısız araçlar bırakmaktadır.

Davaların Siyasal İçerikli Olması ve Sürekliliği

Siyasal partilere karşı açılan davaların büyük bir kısmı belirli siyasal hareketleri bastırma amacıyla kullanıldığı izlenimini vermektedir. Özellikle muhalif partilere karşı daha sık dava açılması, yargının araçsallaştırılması tehlikesini doğurmakta, siyasal çoğulculuk ve ifade özgürlüğü gibi temel demokratik ilkeleri zedelemektedir.

Usul Kurallarının Saydam Olmaması

Parti kapatma ve benzeri süreçlerde izlenen usul kuralları, kamuoyu açısından yeterince açık ve öngörülebilir değildir. Davaların nasıl açıldığı, iddianamenin kim tarafından ve hangi süreçle hazırlandığı, delil toplama yöntemleri gibi konularda saydamlık eksikliği bulunmaktadır. Bu durum, yargılamanın keyfiliğe açık duruma gelmesine neden olabilmektedir.

Bireysel Ceza Sorumluluğuyla Kurumsal Sorumluluğun Karışması

Parti yöneticilerinin bireysel ifadeleri veya eylemleri, sıklıkla tüm partinin kapatılması için gerekçe olarak kullanılmaktadır. Bu durum, kolektif ceza yasağı ilkesiyle çelişmekte ve siyasal partilerin tüzel kişilik olarak korunmasını zayıflatmaktadır. Oysa bireysel kusur, kurumsal sorumluluktan ayrıştırılmalıdır.

Değerlendirmek gerekirse, Türkiye’de siyasal partilerin yargılanması rejimi, demokratik sistemin güvencesi olan siyasal çoğulculuk ve hukukun üstünlüğü ilkeleriyle tam olarak örtüşmemektedir. Bu çerçevede, yargının bağımsızlığının güçlendirilmesi, anayasal kavramların daraltılarak netleştirilmesi, alternatif yaptırım yollarının geliştirilmesi ve usul güvencelerinin artırılması gerekmektedir. Aksi durumda siyasal partilerin yargılanması, demokratik sistemin güvencesi olmak yerine siyasal müdahalenin aracı durumuna gelebilir.

Türkiye'de Siyasal Partilerin Yargılanmasında Kurumsal Yetki Dağınıklığı ve Sistemsel Sorunlar

Türkiye'de siyasal partilerin çalışmalarının denetimi ve yargılanması konusunda hukuksal çerçeve incelendiğinde dikkat çeken en temel sorunlardan biri yetki ve görev karmaşasıdır. Bu karmaşa özellikle Anayasa Mahkemesi, Sayıştay, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ve genel hukuk mahkemeleri arasında belirmektedir. Siyasal partilerin eylem ve işlemleri mali denetimden kapatma davasına, ceza sorumluluğundan tazminat yükümlülüğüne kadar farklı alanlarda farklı kurumların yetkisine tabi kılınmıştır. Bu durum hem normatif bir dağınıklığa hem de uygulamada çelişkilere neden olmaktadır.

Anayasa Mahkemesi'nin Konumu

Anayasa Mahkemesi, 1982 Anayasası'nın 69. maddesi uyarınca, siyasal partilerin kapatılması, devlet yardımından yoksun bırakılması ve mali denetimi konusunda yetkilidir. Ancak bu yetki, parti üyelerinin bireysel sorumluluklarıyla ilgili ceza ya da hukuksal süreçleri kapsamaz. Ayrıca AYM'nin yalnızca "mali denetim" ile sınırlı bir işlevi bulunmakta ve usul eksiklikleri ya da harcama amaçlarına aykırılık gibi durumlarda doğrudan ceza verme yetkisi bulunmamaktadır.

Sayıştay'ın Rolü ve Sınırları

Sayıştay, kamu kaynaklarının ve kamu tüzel kişilerinin harcamalarının denetiminden sorumlu olmakla birlikte siyasal partilere doğrudan bir denetim yetkisine sahip değildir. Ancak, seçim dönemlerinde yapılan kamu yardımlarının kullanımı dolaylı olarak Sayıştay denetimine yansıyabilir. Bu durum Anayasa Mahkemesi ile Sayıştay arasında örtük ve sınırları belirsiz bir denetim alanı doğurmakta ve uygulamada çelişkili yorumlara ve görev çatışmalarına yol açabilmektedir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ve Ceza Hukuku Boyutu

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, siyasal partilerin tüzük ve programlarının Anayasa’ya aykırılığını gözetmekle yükümlüdür. Ayrıca, kapatma davalarının açılması konusunda tekelci yetkiye sahiptir. Ancak partilerin ceza hukukunu ilgilendiren eylemleri söz konusu olduğunda, bireysel sorumluluklarla kurumsal sorumluluğun ayrıştırılması sorunu ortaya çıkmaktadır. Parti yöneticilerinin hukuka aykırı işlemleri nedeniyle doğan cezaya ve tazminata ilişkin sorumlulukların hangi yargı yerinde görülmesi gerektiği konusu halen netlikten uzaktır.

Hukuk Mahkemeleri ve Tazminat Davaları

Siyasal partilere karşı açılan tazminat davaları genellikle genel görevli hukuk mahkemelerinde görülmektedir. Ancak bu tür davalarda, parti tüzel kişiliği ile yöneticilerin bireysel sorumluluğu arasında ayrım yapılamaması kurumsal ve kişisel sorumluluğun sınırlarını bulanıklaştırmaktadır. Ayrıca bazı durumlarda hukuk mahkemeleri kendilerini Anayasa Mahkemesi'nin kararlarıyla bağlı görerek yargısal denetimi sınırlamakta ve bu da yargı birliğini zedelemektedir.

Bu bağlamda belirtmek gerekir ki, Türkiye’de siyasal partilerin yargılanmasına ilişkin mevcut sistem, açık bir kurumsal bütünsellik eksikliği ve normatif dağınıklık sergilemektedir. Anayasa Mahkemesi, Sayıştay, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ve hukuk mahkemeleri arasında görev ve yetki sınırlarının açık biçimde belirlenmemesi, hukuk güvenliğini ve siyasal sistemin sağlıklı işlemesini tehdit eder niteliktedir. Bu karmaşa, sadece siyasal partilerin değil aynı zamanda demokrasinin ve hukukun üstünlüğü ilkesinin de zarar görmesine yol açmaktadır.

CHP Kurultay Davasının Hukuksal Açıdan İncelenmesi: Kurumsal Karmaşa ve Siyasal Partiler Hukukundaki Sistem Sorunları

CHP hakkında açılan ve 30 Haziran 2025 tarihinde görülmesi beklenen Kurultay davası, Türkiye’de siyasal partilerin iç işleyişine yönelik yargısal denetimin sınırlarını, yetkili yargı mercilerinin belirlenmesindeki belirsizlikleri ve siyasal partiler hukuku rejimindeki yapısal boşlukları gün yüzüne çıkarmaktadır. Bu bağlamda, CHP Kurultay davası sadece bir iç tüzük ve temsil yetkisi sorunu olmaktan çok Türkiye'deki siyasal partiler hukukunun sistemsel zayıflıklarını ortaya koyan simgesel bir dava niteliğindedir.

Siyasal Partilerin Yargılanmasında Normatif Belirsizlikler

Türk hukuk sisteminde siyasal partilerin kuruluşu, işleyişi ve denetimi 1982 Anayasası’nın 68 ve 69. maddeleri ile 2820 sayılı Siyasal Partiler Kanunu çerçevesinde düzenlenmiştir. Ancak söz konusu düzenlemeler, partilerin iç karar alma süreçlerinin yargı denetimine bağlı kılınması durumunda hangi yargı yerlerinin yetkili olduğuna ilişkin açık ve yeknesak hükümler içermemektedir. CHP Kurultay davasında olduğu gibi, kurultay delege listelerine yönelik itirazlar ve tüzük yorumlarına dayalı anlaşmazlıklar bazen hukuk mahkemeleri, bazen de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı aracılığıyla Anayasa Mahkemesi’nin gündemine taşınmakta ve hatta Sayıştay’ın mali denetim raporları dahi dolaylı yargısal süreçlere yol açabilmektedir.

Kurumsal Yetki Karmaşası: Anayasa Mahkemesi, Sayıştay ve Adli Yargı

CHP davası özelinde, parti içi bir kurultay süreciyle ilgili olarak adli yargının (özellikle Sulh Hukuk Mahkemelerinin) yetkili kabul edilmesi, Siyasal Partiler Kanunu’nda düzenlenen parti içi denetim mekanizmaları ile çelişmektedir. Oysa ki Anayasa Mahkemesi, partilerin mali ve tüzüksel denetimi konusunda özel yetkili yargı yeri olarak tanımlanmıştır. Sayıştay ise yalnızca kamu kaynaklarının kullanımına ilişkin harcamaları denetleme göreviyle sınırlıdır. Buna karşın bazı mahkemelerin Sayıştay raporlarına atıfla karar oluşturması veya Anayasa Mahkemesi’ne gitmeden partilerin iç işlemlerine müdahale etmesi kuvvetler ayrılığı ilkesini ve partilerin özerkliğini zedelemektedir.

Hukuksal Süreçte Öne Sürülen Deliller ve Davanın Siyasal Niteliği

CHP Kurultay davasında öne sürülen temel deliller kurultay çağrılarının hukuka uygun yapılmadığı, delege listelerinin keyfi biçimde değiştirildiği ve parti tüzüğünün ihlal edildiği iddialarına dayanmaktadır. Ancak bu tür delillerin değerlendirilmesi, yargının örgütsel özerklik ilkesine müdahale etmeden yapılmalıdır. Anayasa Mahkemesi’nin içtihatlarında belirtildiği üzere siyasal partilerin demokratik iç işleyişi, ancak açık ve ağır ihlaller halinde yargı müdahalesi gerektirir. Aksi halde, mahkemeler aracılığıyla parti içi iktidar mücadelelerine taraf olunması riski doğar.

Hukuksal Güvenceler ve Reform İhtiyacı

Bu bağlamda CHP Kurultay davası, yalnızca bir örgüt içi anlaşmazlık değil, siyasal partiler hukuku reformunun gerekliliğini vurgulayan bir örnektir. Parti içi denetimlerin hangi usullerle yapılacağı, bu denetimlerin hangi mahkemelerin yetkisine girdiği ve siyasal partilerin iç işleyişine dair sınırların ne şekilde belirleneceği yeniden düzenlenmelidir. Yargının siyasallaşmasının önlenmesi, partilerin kurumsal özerkliğinin korunması ve Anayasa Mahkemesi'nin partiler hukuku alanındaki asıl rolünün güçlendirilmesi bu tür davalarda hukukun üstünlüğünü güvence altına alacak temel ilkeler olmalıdır.

Ceza Yargısıyla Bağlantılı Süreçler ve Yargı Yeri Karmaşası

CHP’nin 38. Olağan Kurultayı’na ilişkin açılan davanın akışı yalnızca hukuk yargısıyla sınırlı kalmamış ve aynı zamanda ceza yargısının da gündemine girmiştir. Davacıların dava dilekçesinde ileri sürdükleri bazı iddialar (örneğin resmi belgede sahtecilik, görevi kötüye kullanma, kamu kaynaklarının usulsüz kullanımı ve baskı yoluyla delege belirleme gibi) ceza hukuku açısından suç unsuru taşıdığı gerekçesiyle hukuk mahkemesi tarafından ayrı bir değerlendirmeye uğratılmıştır. Bu çerçevede, Ankara 42. Asliye Hukuk Mahkemesi, söz konusu suç nitelikli iddialar nedeniyle dosyanın bir örneğini Ankara Asliye Ceza Mahkemesi’ne iletmiştir. Ancak Asliye Ceza Mahkemesi ileri sürülen suçlamaların niteliği ve ağırlığı itibarıyla kendisinin görevli olmadığını belirterek dosyayı Ankara Ağır Ceza Mahkemesi’ne sevk etmiştir. Asliye Ceza Mahkemesi’nin bu görevsizlik kararı üzerine taraflar itiraz hakkını kullanmış ve davanın ağır ceza mahkemesinde görülmesinin hukuka aykırı olduğunu öne sürerek başvuruda bulunmuştur. Mevcut durumda, görev uyuşmazlığına ilişkin bu itirazların değerlendirilmesi Ağır Ceza Mahkemesi’nin takdirindedir. Mahkeme hem suç isnatlarının içeriğini hem de yasal görev sınırlarını esas alarak dosyanın kendi görev alanına girip girmediğine karar verecektir.

Mahkemenin davaya ilişkin verdiği görevsizlik kararının ardından dosya, itiraz üzerine Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderilmiştir. İtirazı değerlendiren Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesi, görevsizlik kararını kaldırarak, davanın Ankara 26. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülmesine devam edilmesine karar vermiştir.

Bu süreç, siyasal partilerin iç işleyişine yönelik yargı denetiminin yalnızca tüzüksel veya anayasal çerçevede değil, aynı zamanda ceza hukuku boyutunda da değerlendirilebileceğini fakat bu durumun yargı organları arasında ciddi bir görev ve yetki belirsizliğine neden olabileceğini göstermektedir. Bu gelişme, özellikle ceza adalet sisteminin siyasal süreçlere yaklaşımında ölçülülük, yargısal özen ve görev sınırlarının açık biçimde belirlenmesinin ne denli önemli olduğunu ortaya koymaktadır.

CHP Kurultay Davasında Olası Yargı Kararının Hukuksal Açıdan Değerlendirilmesi

CHP Kurultayı'na ilişkin olarak açılan ve devam eden yargı süreci Türkiye’de siyasal partilerin iç işleyişlerine yargısal müdahalenin sınırları bağlamında önemli bir örnek teşkil etmektedir. Bu bağlamda, davanın hukuksal çerçevesi kadar potansiyel yargı kararının nasıl şekillenebileceği sorusu da gerek anayasal ilkeler gerekse içtihatlar doğrultusunda irdelenmelidir.

Hukuksal Tartışmanın Esası

Dava, CHP’nin büyük kurultayına giden süreçte uygulanan iç parti usulleriyle ilgilidir. Davacılar, kurultay delegelerinin iradesinin usule uygun olarak ortaya konulmadığını, noter tasdikli imzaların usulüne uygun şekilde değerlendirilmediğini ve dolayısıyla kurultay çağrısının geçersiz olduğunu ileri sürmektedir. Bu tür davalarda temel sorun bir siyasal partinin iç işleyişinin Anayasa’nın 68. ve 69. maddelerinde güvence altına alınan “demokratik ilkelere uygunluk” ilkesine ne ölçüde riayet ettiğidir.

Mahkemenin Hukuksal Takdir Alanı

Yargı organı, öncelikle partinin tüzüğü, ilgili iç düzenlemeleri ve delil niteliğindeki belgeleri değerlendirecektir. Burada, mahkemenin takdir alanı, iç parti hukukunu yorumlama ve “demokratik işleyişe uygunluk” kriterlerini uygulama noktasında şekillenmektedir. Türk hukuk sisteminde siyasal partilerin iç işleyişlerine yargının sınırlı müdahalesi esastır. Bu müdahalenin meşruluğu ancak temel demokratik ilkelerin açık ihlali durumunda söz konusu olur.

Olası Karar Senaryoları

Davanın Reddine Karar Verilmesi: Mahkeme, delegelerin çoğunluğunun iradesinin noter huzurunda açık şekilde beyan edildiğini ve partinin tüzüğüne uygun biçimde kurultay çağrısının yapıldığını saptarsa davayı reddedebilir. Bu durumda, kurultay süreci hukuksal olarak geçerli sayılacaktır.

Kurultay Sürecinin İptali veya Durdurulması: Mahkeme, delegelerin beyanlarının usule aykırı biçimde toplandığına veya kurultay çağrısının partinin iç mevzuatına aykırı biçimde yapıldığına inanırsa kurultayın iptaline veya işlemlerin durdurulmasına karar verebilir. Bu karar, partinin yeniden kurultay çağrısına çıkmasını veya toplantı sürecini baştan işletmesini gerektirebilir.

Kesimsel Hüküm ve Düzenleyici Karar: Mahkeme, yalnızca belirli usul hatalarının düzeltilmesini öngören bir karar da verebilir. Örneğin, bazı noter onaylarının geçersiz sayılması ya da belirli imza örneklerinin dikkate alınmaması yönünde sınırlı bir hüküm kurulabilir.

Üst Yargı Denetimi ve Siyasal Etkiler

İlk derece mahkemesinin kararına karşı istinaf ve temyiz yolları açıktır. Ancak dava konusu parti içi işleyişe ilişkin olduğundan davanın niteliği Anayasa Mahkemesi’nin içtihat denetimi dışında kalabilir. Bununla birlikte, son karar parti içi meşruluk algısı kadar kamuoyundaki siyasal meşruluk açısından da belirleyici olacaktır. Yargılama sonucunda verilecek karar, yalnızca CHP’nin kurultay sürecini değil, Türkiye'de siyasal partilerin iç işleyişlerine yönelik yargı müdahalelerinin sınırlarını da yeniden tanımlayacaktır. Mahkemenin, siyasal alan ile yargı alanı arasındaki hassas dengeyi gözeterek karar vermesi hem hukuk devleti ilkesi hem de demokratik siyasal yaşamın sürekliliği açısından kritik önemdedir.

En Olası Karar: Davanın Usulden Reddidir

Mevcut davada aşağıdaki gerekçelere dayanarak mahkemenin davayı usul yönünden reddetmesi en yüksek olasılık olarak görünmektedir:

Dava Ehliyeti Sorunu: Davacıların kurultay delegesi olmadığı dolayısıyla doğrudan ve güncel çıkarlarının bulunmadığı yönündeki savlar davanın ön koşullarını zayıflatmaktadır. Bu durumda mahkeme dava ehliyeti yokluğu nedeniyle davayı usulden reddedebilir.

Yetkili Mahkeme Sorunu: Parti içi işlemlere ilişkin davalarda yetkili ve görevli mahkemenin belirlenmesinde iç hukukta bir karmaşa vardır. Anayasa Mahkemesi’nin "siyasal partilerin temelli kapatılması ve mali denetimi" dışında iç işleyişine ilişkin karar yetkisi olmadığı gibi Sayıştay da kurultay süreçlerine müdahil değildir. Bu nedenle, mahkemenin yetkisizlik kararı verme olasılığı da vardır. Ancak bu durumda dosya başka bir mahkemeye gönderilecektir.

Kurultay Sürecinin Tamamlanmış Olması: Uyuşmazlığa konu işlemin çoktan gerçekleşmiş ve yeni yönetimin görevine başlamış olması dava konusunu zaman bakımından geçersiz kılabilir. Mahkeme bu nedenle konu bakımından dava konusunun kalmadığını ileri sürerek karar verebilir.

Diğer Olası Kararlar

Esasa Girilerek Davanın Reddi: Mahkeme, delilleri inceleyip CHP’nin tüzüğüne ve iç hukuk kurallarına uygun hareket ettiğine karar verirse davayı esastan da reddedebilir.

Yürütmenin Durdurulması veya Yeniden Kurultay Kararı (daha düşük olasılık): Mahkeme, kurultay sürecinde ağır usul hataları veya açık hukuka aykırılık görürse (örneğin imza sayısının gerçek dışı gösterilmesi, delege listelerinin hukuksuz biçimde değiştirilmesi vb.) yeniden kurultay yapılmasına karar verebilir. Ancak bu, şu anki delil ve bilgi ortamında düşük bir olasılıktır.

Akademik Değerlendirme

Bu dava, Türkiye’de siyasal partilerin iç işleyişinin yargı denetimine tabi olup olamayacağına dair daha geniş bir tartışmanın parçasıdır. Yargının siyasal partilere ilişkin yetersiz, dağınık ve çelişkili düzenlemeler karşısında hem usul hem esas bakımından sınırlı müdahale kapasitesine sahip olduğu görülmektedir. CHP davası bu bağlamda yalnızca bir iç sorun değil, Türkiye’de siyasal partilerin yargı ile olan ilişkisinin sistem sorunlarını da göz önüne sermektedir.

YSK’NIN YETKİ SINIRLARI VE CHP KURULTAYI’NIN HUKUKSAL DENETİMİ

Çözümleme bölümüne son vermeden önce bir başka önemli sorunsalı ele almak gerekir: Yüksek Seçim Kurulu (YSK) ile yerel mahkemeler arasında yetki ve görev uyuşmazlıkları sorunu. CHP Kurultay davası ile ilgili olarak öne sürülen savlardan birisi de siyasal parti toplantılarının YSK denetiminde yapıldığı, YSK’nın kurultay sonuçlarını uygun bulduğu ve bu nedenle yerel hukuk mahkemelerinin dernekler hukukunu esas olarak Kurultayı hükme bağlamasının hukuksuz olduğudur.

Demokratik hukuk devletinin temel yapı taşlarından biri olan siyasal partiler, yalnızca seçim süreçlerinde değil, iç işleyişlerinde de hukuk kurallarına ve anayasal denetime tutulmalıdır. Bu çerçevede, 2023 yılında gerçekleştirilen CHP Kurultayı sonrasında ortaya çıkan hukuksal tartışmalar, özellikle YSK’nın yetki sınırları ile adli yargının müdahale alanı arasında yaşanan gerilimi gün yüzüne çıkarmıştır. Kurultayın YSK’nın gözetiminde gerçekleştiği ve bu nedenle yerel mahkemelerin kurultay kararlarını denetleyemeyeceği yönündeki savlar hem hukuksal hem de anayasal denetim ilkeleri açısından sorunlu bir savdır.

YSK’nın anayasal ve yasal yetki sınırları ile siyasi partilerin kurultaylarına ilişkin adli denetim mekanizmalarının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.

YSK’nın Yetki Alanı ve Hukuksal Konumu

Anayasa’nın 79. maddesine göre YSK’nın temel görevi, seçimlerin “dürüstlük” ilkesi çerçevesinde yürütülmesini sağlamak, seçim sürecini denetlemek ve sonuçlara ilişkin kesin kararlar vermektir. Buna ek olarak 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu çerçevesinde YSK seçime katılacak partileri saptamak (SPK md. 36), milletvekili aday listelerini değerlendirmek (298 s. K. md. 15) ve il ve ilçe seçim kurullarının kararlarına yapılan itirazları incelemek gibi görevlerle sınırlandırılmıştır.

Dolayısıyla YSK’nın yetkisi esasen seçim süreciyle doğrudan bağlantılı işlemlerle sınırlıdır. Bir siyasal partinin kurultayında yapılan delegasyon işlemleri, oylama usulleri, blok liste uygulamaları, tüzük hükümlerinin ihlali gibi işlemler YSK’nın denetim alanı dışında kalmaktadır. YSK’nın kurultaylara gözlemci göndermesi sadece bir saptamadır ve herhangi bir “onay mekanizması” işlevi görmez. Yani YSK gözlemlediği için işlem geçerlidir biçiminde bir çıkarım yapılamaz. Bu husus, Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi içtihatlarıyla da açıkça ortaya konmuştur.

Parti Kurultaylarının Yargısal Denetimi

Siyasal partilerin kurultayları hukuksal anlamda tüzel kişiliğin karar organlarının işleyişidir. Bu nedenle, başta Anayasa’nın 68 ve 69 uncu maddeleri olmak üzere dernekler hukuku, Siyasi Partiler Kanunu ve Medeni Kanun çerçevesinde yargı denetimine açık bulunmaktadır. 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun 121. maddesi açıkça, “bu Kanunda düzenlenen siyasi parti işlemlerine ilişkin davalarda adli yargı görevli ve yetkilidir” hükmünü taşımaktadır. Bu kapsamda, parti içi seçimlerin hukuka aykırı biçimde yapılması, delege listelerinin tüzüğe aykırı biçimde oluşturulması ve oy kullanma usullerinde temel ihlallerin bulunması gibi durumlarda Asliye Hukuk Mahkemeleri görevli ve yetkilidir. Anayasa’nın 36 ncı maddesi uyarınca özellikle iç denetim yolları tüketildikten sonra, örneğin Parti Yüksek Disiplin Kurulu ya da Parti İçi Denetim Kurulu kararlarına karşı itiraz yolları sona erdiğinde, bireylerin yargıya başvurma hakkı anayasal güvence altındadır.

İçtihatlar Işığında YSK’nın Sınırı ve Mahkemelerin Yetkisi

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 2011/234 E. – 2011/789 K. sayılı kararında şu açık hüküm yer almaktadır: “Siyasi partilerin tüzüklerinin uygulanmasında ortaya çıkan uyuşmazlıklar, genel mahkemelerde dava konusu yapılabilir. Kurultay usulleri de bu kapsamda değerlendirilir.” Benzer şekilde Anayasa Mahkemesi’nin parti kapatma davalarında kullandığı gerekçelerde, kurultay süreçleri de dahil olmak üzere parti içi işleyişe ilişkin hukuka aykırılıkların demokratik toplum düzeni açısından “ağır ihlaller” oluşturabileceği belirtilmiştir (AYM, Refah Partisi Kapatma Kararı, 1998).

YSK Gözetiminin Anlamı ve Hukuksal Niteliği

Kurultayda YSK temsilcisinin bulunması sadece “gözlem” anlamına gelir ve bağlayıcı bir karar ya da hukuksal denetim anlamına gelmez. Bu durum, adeta bir noter huzurunda yapılmış işlem niteliği taşır ve işlemin doğruluğunu değil gerçekleştiğini belgelemekle sınırlıdır.

Dolayısıyla, “YSK gözlemledi, dolayısıyla işlem geçerlidir ve mahkemeler artık bakamaz” şeklindeki sav, hukuksal dayanaktan yoksundur. Yargı, eylemin gözlemlenmesini değil, hukuka uygunluğunu denetler. YSK’nın gözlem yetkisi seçim süreci ile sınırlıdır ve siyasal partilerin iç işleyişine, özellikle kurultaylarına yönelik yargısal denetim yetkisini ortadan kaldırmaz. Bu bağlamda, CHP Kurultayı’na ilişkin olarak yapılan usul itirazları (tüzük ihlalleri, blok liste uygulanması, yetkisiz delege kullanımı gibi) yerel mahkemelerin denetimine açıktır. Bu yönde yapılan “YSK denetledi, mahkeme bakamaz” savunusu, hem anayasal normlara hem de yerleşik yargı içtihatlarına açıkça aykırıdır. Anayasa’nın 36. ve 68. maddeleri doğrultusunda, siyasal partilerin iç işleyişinde adil sürecin sağlanması, yalnızca gözleme değil, etkili yargısal denetime de bağlıdır.

GENEL DEĞERLENDİRME

CHP Kurultayı’na ilişkin yargı süreci yalnızca iç hukuk süreçlerinin değil aynı zamanda Türkiye’de siyasal partiler rejiminin işleyişine ilişkin yapısal sorunların da aydınlatılmasına olanak vermektedir. Özellikle, bir siyasal partinin iç işleyişinin yargı eliyle nasıl şekillenebileceği sorusu siyasal alanın yargısal denetimi ve demokratik meşruluk ilkesiyle doğrudan ilişkilidir. Bu bağlamda mahkemelerin takdir yetkisi ile parti içi demokrasi arasındaki denge bu davada belirleyici rol oynamıştır.

CHP özelinde ise, tüzük hükümlerinin yorumlanması, delegelerin iradesinin değerlendirilmesi ve parti içi danışma mekanizmalarının yeterliliği gibi etmenler hukuksal süreçleri doğrudan etkilemiştir. Öte yandan dava, Türkiye’de siyasal partilerin kurumsallaşma düzeyinin örgütsel süreklilik ile demokratik katılım arasında nasıl bir gerilim yaşadığını da göstermektedir.

Yargının, partiler üstü tarafsızlık ilkesi çerçevesinde hareket edip etmediği ise ayrı bir tartışma alanı olarak ortaya çıkmaktadır. Nitekim bu davada, yargının CHP’ye özgü olarak değil siyasal partilere yönelik genel uygulamaları çerçevesinde nasıl bir ölçün geliştirdiği sorusu kritik önemdedir.

Ayrıca, davaya ilişkin olarak gündeme gelen ceza hukuku boyutu ve yargı mercileri arasında yaşanan görev karmaşası, siyasal partilerin iç işleyişine ilişkin uyuşmazlıkların ceza yargısına ne ölçüde aktarılabileceği konusunun netleştirilmesi gerektiğini göstermektedir.

SONUÇLAR

Hukuksal belirsizlikler: CHP Tüzüğü’nün kimi hükümlerinin açık olmaması ve yorum farklarına yol açması yargı denetiminin alanını genişletmiştir.

Yargının siyasal etkisi: Mahkeme kararının, yalnızca hukuksal değil, aynı zamanda siyasal sonuçlar doğuracağı öngörülebilir bir durumdur. Bu da yargının siyasal partiler üzerindeki dolaylı etkisinin altını çizmektedir.

Parti içi mekanizmaların zayıflığı: Delegeler arası bilgi asimetrisi, saydamlık eksikliği ve örgütsel iletişim sorunları, hukuksal uyuşmazlıkların artmasına neden olmuştur.

Siyasal partiler yasasının yetersizliği: Türkiye’de siyasal partiler rejiminin güncellenmesi gerektiği bu davayla bir kez daha ortaya çıkmıştır.

ÖNERİLER

Tüzük reformu: Siyasal partiler, iç tüzüklerini açık, net ve yoruma kapalı şekilde yeniden düzenlemeli, delegelerin yetki ve sorumluluklarını ayrıntılı biçimde tanımlamalıdır.

Yargı denetiminin sınırları: Siyasal partilere ilişkin yargı denetiminin sınırları netleştirilmeli, “hukuksal denetim” ile “siyasal müdahale” arasındaki çizgi belirginleştirilmelidir.

Siyasal Partiler Kanunu reformu: 1983 tarihli Siyasal Partiler Kanunu demokratikleşme hedefleri doğrultusunda kapsamlı biçimde güncellenmeli ve parti içi demokrasiye öncelik veren hükümler eklenmelidir.

Bağımsız denetim mekanizmaları: Siyasal partilerin iç işleyişi, sadece yargı denetimiyle değil, aynı zamanda bağımsız etik ve denetim kurulları aracılığıyla da izlenmelidir.

Kurultay kültürünün kurumsallaşması: Kurultaylar, sadece bir seçim süreci değil aynı zamanda siyasal hesap verme, görüşme/tartışma ve strateji belirleme süreçleri olarak görülmeli ve bu doğrultuda eğitim ve kapasite artırıcı etkinlikler yürütülmelidir.


 

KAYNAKÇA

 

Gençkaya, Ömer Faruk (2012). Siyasal Partiler ve Parti Sistemleri.

Gözler, K. (2010). Türk Anayasa Hukuku. Ekin Yayınevi.

Özbudun, E. (2011). Siyasal Partiler Hukuku. Yetkin Yayınları.

Özbudun, Ergun (2017). Türk Anayasa Hukuku.

Sartori, Giovanni (1976). Parties and Party Systems: A Framework for Analysis.

Sayarı, Sabri (2002). “Parti içi demokrasi ve Türkiye örneği”, TESEV Yayınları.

Tuncay, M. (1995). Demokratik Toplumda Siyasal Partiler. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Turan, İ. (2002). “Siyasi Partilerin İç İşleyişi ve Demokrasi”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 57(2), 25-42.

 

Hiç yorum yok: