Manavgat Belediyesi Rüşvet
Soruşturmasına Hukuksal ve Siyasal Açıdan Bir Yaklaşım
Prof. Dr. Firuz Demir Yaşamış
Haziran 2025
itibarıyla kamuoyunun gündemine oturan Manavgat Belediyesi’ne yönelik rüşvet ve
yolsuzluk soruşturması, yalnızca ceza hukuku yönünden değil aynı zamanda
Türkiye’de yerel yönetimlerin siyasal denetim rejimi, belediye başkanlarının
kişisel siyasal profilleri ve iktidar-muhalefet eksenli yargısal müdahaleler
açısından da ele alınması gereken çok boyutlu bir örnek olaydır. Belediye
Başkanı Niyazi Nefi Kara’nın da gözaltına alınmasıyla birlikte, olay bireysel
bir yönetsel görevi kötüye kullanmanın ötesine geçmiş ve kamuoyunda CHP’li
belediyelere yönelik sistemli baskı stratejisinin bir parçası olup olmadığı
yönünde tartışmalara yol açmıştır.
Soruşturma
kapsamında ileri sürülen temel iddialar yapı ruhsatları, iskan izinleri, imar
plan değişiklikleri ve ticari işletmelerin işletme belgeleri gibi kritik yerel
yönetim hizmetlerinin belirli kişi ve kuruluşlara karşılık “çıkar temini”
koşuluna bağlandığı yönündedir. Belediye bünyesinde kurumsal bir çıkar ağı
oluşturulduğu, bu ağın çeşitli paravan şirketler ve kişiler aracılığıyla 800
milyon TL’ye ulaşan kamu kaynağını zimmete geçirdiği iddia edilmektedir. En
dikkat çekici örneklerden biri, belediye başkan yardımcısının makam odasında
ihbarcı tarafından getirilen ve seri numaraları kaydedilmiş 110.000 avronun
baklava kutusu içinde teslim alındığı suçüstü görüntüsüdür. Her ne kadar bu
durum kamuoyunda “rüşvetin belgelenmiş hali” olarak sunulsa da rüşvet suçunun
oluşabilmesi için yalnızca paranın fiziksel teslimi değil, bu menfaatin kamu
görevlisi tarafından bir kamu işlemiyle bağlantılı olarak istenmiş ya da kabul
edilmiş olması da gerekmektedir. Bu nedenle, söz konusu paranın gerçekten
rüşvet niteliği taşıyıp taşımadığı ancak ses kaydı, yazılı talep, kamera
görüntüsü veya tanık beyanlarıyla desteklenirse hukuki anlamda tamamlanmış bir
suç haline gelir.
Öte yandan,
Belediye Başkanı Niyazi Nefi Kara’ya yönelik olarak soruşturma dosyasına
yansıyan veya kamuoyuna taşan çeşitli iddialar bu olayın yalnızca rüşvet
çerçevesiyle sınırlı kalmadığını göstermektedir. Başkan Kara'nın lüks yaşam
tarzı, Side ve Kumköy’de bulunan yüksek değerli villalarının üçüncü şahıslar
tarafından finanse edildiği ve bu taşınmazlara ait harcamaların belediyeyle iş
yapan yüklenicilerce karşılandığı savlanmaktadır. Ayrıca, belediyeye ait bazı
sosyal tesislerin özel kişilere düşük bedelle kiralandığı, spor kulübü ve
vakıflar üzerinden fon aktarıldığı, turistik alan girişlerinden elde edilen
gelirlerin “kayıt dışı” tahsil edildiği yönünde de çeşitli delil ve tanık
beyanlarının bulunduğu ifade edilmektedir. Bu yönüyle dosya yalnızca rüşvet
değil aynı zamanda irtikap, zimmet, ihaleye fesat karıştırma, görevi kötüye
kullanma ve kamu malına zarar verme gibi çok sayıda suçlamayı bünyesinde
barındırmaktadır.
Ancak tüm bu
suçlamalar, başlı başına Türkiye’de yargı bağımsızlığının ve siyasal
çoğulculuğun zedelenmiş olduğu bir ortamda ele alındığında olayın siyasal arka
planı göz ardı edilemez. Özellikle 2019 yerel seçimlerinden bu yana
büyükşehirleri ve önemli ilçeleri kaybeden iktidarın, muhalefet belediyeleri
üzerindeki denetim, soruşturma ve itibarsızlaştırma araçlarını sistemli biçimde
kullandığına dair güçlü bir kamu algısı mevcuttur. Bu kapsamda, olayın tam da bu
ortamda gündeme gelmesi ana akım medyada hedefe CHP’yi koyan bir dilin sistemli
şekilde işletilmesi ve operasyon sürecinin dramatik unsurlarla (örneğin baklava
kutusu, suçüstü fotoğrafları, lüks yaşam anlatıları) medyaya servis edilmesi
soruşturmanın siyasal etkiler üretme potansiyelini göstermektedir.
2025 yılı
Haziran ayının son günlerinde Manavgat Belediyesi’ne yönelik başlatılan
kapsamlı yolsuzluk ve rüşvet soruşturması yalnızca ceza hukuku bakımından değil
aynı zamanda Türkiye’de yerel yönetimler üzerindeki siyasal baskılar ve
yargının araçsallaştırılması tartışmaları açısından da dikkate değer bir örnek
teşkil etmektedir. Soruşturma kapsamında Manavgat Belediye Başkanı, başkan
yardımcıları ve bazı özel sektör temsilcilerinin de aralarında bulunduğu toplam
34 kişi hakkında gözaltı kararı verilmiş ve bunlardan 28’i gözaltına alınmış ve
soruşturma süreci başlatılmıştır.
Soruşturmanın
merkezinde, belediye bünyesinde yapı ruhsatı, iskan izni ve imar uygulamaları
süreçlerinde çeşitli kişi ve şirketlerden sistemli şekilde rüşvet alındığı ve
kamu kaynaklarının yaklaşık 800 milyon TL civarında usulsüz biçimde zimmete
geçirildiği iddiası yer almaktadır. Bu kapsamda en çok dikkat çeken gelişme,
belediye başkan yardımcılarından birinin ofisinde, baklava kutusu içinde
110.000 avro tutarında nakit parayla suçüstü yakalanmış olmasıdır. Bu durum
kamuoyunda büyük yankı uyandırmış ve olay “somut delile dayalı bir yolsuzluk
operasyonu” olarak topluma duyurulmuştur.
Ancak, bu
tür olaylarda paranın fiziksel olarak ele geçirilmiş olması, rüşvet suçunun
hukuken tamamlandığı anlamına gelmez. Türk Ceza Kanunu’nun 252. maddesi
uyarınca rüşvet suçunun oluşabilmesi için kamu görevlisinin göreviyle
bağlantılı olarak bir işi yapması ya da yapmaması karşılığında kendisine veya
bir başkasına çıkar sağlanması gerekmektedir. Dolayısıyla, söz konusu çıkarın
kamu görevlisi tarafından önceden istenmiş olması, bir kamu işlemiyle
ilişkilendirilmiş bulunması ve bu ilişkinin karşılıklı rıza temelinde kurulmuş
olması gerekir. Somut olayda paranın belediye binasına getirilmiş ve belediye
görevlisine teslim edilmiş olması sabit olsa da paranın kamu görevlisi
tarafından talep edildiğine ya da bir işlem karşılığı alındığına ilişkin açık
bir ses kaydı, yazılı belge veya görsel delil henüz kamuoyuna sunulmamıştır. Bu
yönüyle, olayda rüşvet suçunun unsurlarının oluşup oluşmadığı yargılama süreci
içerisinde değerlendirilecek ve ancak kesinleşmiş delillerle açıklık
kazanacaktır.
Bu noktada
siyasal bağlam da göz ardı edilmemelidir. Türkiye’de muhalefet partilerine
mensup belediyelerin merkezi idare ve yargı organları tarafından denetim,
soruşturma ve hatta suçlama süreçlerine maruz kaldığına ilişkin güçlü bir algı
bulunmaktadır. Dolayısıyla, Manavgat Belediyesi’ne yönelik bu operasyonun bir
yönüyle iktidarın yerel yönetimler üzerindeki baskı kurma stratejisinin bir
uzantısı olup olmadığı da siyasal çözümleme bağlamında tartışılmaya değerdir.
Ancak burada dikkat edilmesi gereken unsur mevcut soruşturmada suçüstü
yakalamanın teknik olarak gerçekleştirilmiş olması ve kamu zararı iddiasının
yüksek meblağlara ulaşması nedeniyle olayın yalnızca “siyasal bir kumpas”
olarak nitelenmesini güçleştirmesidir.
Manavgat
Belediyesi’ne yönelik soruşturma, rüşvet ve yolsuzluk iddialarının teknik
delillere dayalı olarak soruşturulduğu bir ceza kovuşturması süreci izlenimi
vermektedir. Bununla birlikte, kamu görevlileri tarafından rüşvetin açıkça
istendiğine ve bu ilişkinin karşılıklı çıkar temelli olduğuna ilişkin hukuksal
deliller ortaya konulmadan olayın rüşvet suçunu tam anlamıyla oluşturduğu ileri
sürülemez. Yargı süreci ilerledikçe olayın hukuksal niteliği daha açık biçimde
ortaya çıkacak ve bu süreçte siyasal etkilerin olaya nasıl karıştığı da
izlenmeye devam edecektir.
Manavgat
Belediyesi’ne yönelik rüşvet ve yolsuzluk soruşturması, yerel yönetimlerdeki saydamlık
ve hesap verebilirlik sorununu görünür kılmakla birlikte, Türkiye’nin mevcut
siyasal ikliminde bu tür soruşturmaların aynı zamanda siyasal araçsallaştırmaya
açık olduğunu da ortaya koymaktadır. Somut olayda suçlamaların içeriği ciddi
görünmekle birlikte, rüşvetin kamu görevlileri tarafından istendiğine ve kamu
gücü ile menfaat arasında illiyet bağının kurulduğuna ilişkin delillerin
mahkeme sürecinde tartışılması beklenmektedir. Belediye başkanına yönelik yaşam
tarzı ve servet artışı üzerinden geliştirilen suçlamalar, yalnızca cezai değil
aynı zamanda siyasal bir karakter de taşımaktadır. Yargılama süreci, hem ceza
hukuku açısından delil yeterliliğini, hem de Türkiye’deki yargı-siyaset
ilişkisinin sınırlarını ortaya koyacak kritik bir sınav niteliğindedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder