Hakkımda

FİRUZ DEMİR YAŞAMIŞ Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirmiştir (1968). University of Southern California’da planlama (kentsel ve bölgesel çevre) ve kamu yönetimi yüksek lisans programlarını bitirmiştir (1976). Siyaset ve Kamu Yönetimi Doktoru (1991). Yerel Yönetimler, Kentleşme ve Çevre Politikaları bilim dalında doçent (1993). Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı’nın kuruluşu sırasında müsteşar vekili. (1978-80) UNICEF Türkiye temsilciliği. (1982-84) Dünya Bankası’nın Çukurova Kentsel Gelişme Projesi’nde kurumsal gelişme uzmanı. (1984-86) Çankaya Belediyesi’nin kurumsal gelişme projesini yürütmüştür. (1989-91) Yedinci Kalkınma Planı “Çevre Özel İhtisas Komisyonu”nun başkanlığı. DPT “Çevre Yapısal Değişim Projesi” komisyonu başkanlığı. Cumhurbaşkanlığı DDK’nun Devlet Islahat Projesi raportörü. (2000-1) Çevre Bakanlığı Müsteşarı (Şubat 1998 – Ağustos 1999). Sabancı Üniversitesi tam zamanlı öğretim üyesi. (2001-2005) Halen yarı zamanlı öğretim üyesi olarak çeşitli üniversitelerde ders vermektedir. Şimdiye kadar ders verdiği üniversiteler arasında Ankara, Orta Doğu, Hacettepe, Fatih, Yeditepe, Maltepe ve Lefke Avrupa (Kıbrıs) üniversiteleri bulunmaktadır.
Blogger tarafından desteklenmektedir.

Translate

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE
EV

Bu Blogda Ara

6 Temmuz 2025 Pazar

 

Manavgat Belediyesi Rüşvet Soruşturmasına Hukuksal ve Siyasal Açıdan Bir Yaklaşım

 

Prof. Dr. Firuz Demir Yaşamış

 

Haziran 2025 itibarıyla kamuoyunun gündemine oturan Manavgat Belediyesi’ne yönelik rüşvet ve yolsuzluk soruşturması, yalnızca ceza hukuku yönünden değil aynı zamanda Türkiye’de yerel yönetimlerin siyasal denetim rejimi, belediye başkanlarının kişisel siyasal profilleri ve iktidar-muhalefet eksenli yargısal müdahaleler açısından da ele alınması gereken çok boyutlu bir örnek olaydır. Belediye Başkanı Niyazi Nefi Kara’nın da gözaltına alınmasıyla birlikte, olay bireysel bir yönetsel görevi kötüye kullanmanın ötesine geçmiş ve kamuoyunda CHP’li belediyelere yönelik sistemli baskı stratejisinin bir parçası olup olmadığı yönünde tartışmalara yol açmıştır.

Soruşturma kapsamında ileri sürülen temel iddialar yapı ruhsatları, iskan izinleri, imar plan değişiklikleri ve ticari işletmelerin işletme belgeleri gibi kritik yerel yönetim hizmetlerinin belirli kişi ve kuruluşlara karşılık “çıkar temini” koşuluna bağlandığı yönündedir. Belediye bünyesinde kurumsal bir çıkar ağı oluşturulduğu, bu ağın çeşitli paravan şirketler ve kişiler aracılığıyla 800 milyon TL’ye ulaşan kamu kaynağını zimmete geçirdiği iddia edilmektedir. En dikkat çekici örneklerden biri, belediye başkan yardımcısının makam odasında ihbarcı tarafından getirilen ve seri numaraları kaydedilmiş 110.000 avronun baklava kutusu içinde teslim alındığı suçüstü görüntüsüdür. Her ne kadar bu durum kamuoyunda “rüşvetin belgelenmiş hali” olarak sunulsa da rüşvet suçunun oluşabilmesi için yalnızca paranın fiziksel teslimi değil, bu menfaatin kamu görevlisi tarafından bir kamu işlemiyle bağlantılı olarak istenmiş ya da kabul edilmiş olması da gerekmektedir. Bu nedenle, söz konusu paranın gerçekten rüşvet niteliği taşıyıp taşımadığı ancak ses kaydı, yazılı talep, kamera görüntüsü veya tanık beyanlarıyla desteklenirse hukuki anlamda tamamlanmış bir suç haline gelir.

Öte yandan, Belediye Başkanı Niyazi Nefi Kara’ya yönelik olarak soruşturma dosyasına yansıyan veya kamuoyuna taşan çeşitli iddialar bu olayın yalnızca rüşvet çerçevesiyle sınırlı kalmadığını göstermektedir. Başkan Kara'nın lüks yaşam tarzı, Side ve Kumköy’de bulunan yüksek değerli villalarının üçüncü şahıslar tarafından finanse edildiği ve bu taşınmazlara ait harcamaların belediyeyle iş yapan yüklenicilerce karşılandığı savlanmaktadır. Ayrıca, belediyeye ait bazı sosyal tesislerin özel kişilere düşük bedelle kiralandığı, spor kulübü ve vakıflar üzerinden fon aktarıldığı, turistik alan girişlerinden elde edilen gelirlerin “kayıt dışı” tahsil edildiği yönünde de çeşitli delil ve tanık beyanlarının bulunduğu ifade edilmektedir. Bu yönüyle dosya yalnızca rüşvet değil aynı zamanda irtikap, zimmet, ihaleye fesat karıştırma, görevi kötüye kullanma ve kamu malına zarar verme gibi çok sayıda suçlamayı bünyesinde barındırmaktadır.

Ancak tüm bu suçlamalar, başlı başına Türkiye’de yargı bağımsızlığının ve siyasal çoğulculuğun zedelenmiş olduğu bir ortamda ele alındığında olayın siyasal arka planı göz ardı edilemez. Özellikle 2019 yerel seçimlerinden bu yana büyükşehirleri ve önemli ilçeleri kaybeden iktidarın, muhalefet belediyeleri üzerindeki denetim, soruşturma ve itibarsızlaştırma araçlarını sistemli biçimde kullandığına dair güçlü bir kamu algısı mevcuttur. Bu kapsamda, olayın tam da bu ortamda gündeme gelmesi ana akım medyada hedefe CHP’yi koyan bir dilin sistemli şekilde işletilmesi ve operasyon sürecinin dramatik unsurlarla (örneğin baklava kutusu, suçüstü fotoğrafları, lüks yaşam anlatıları) medyaya servis edilmesi soruşturmanın siyasal etkiler üretme potansiyelini göstermektedir.

2025 yılı Haziran ayının son günlerinde Manavgat Belediyesi’ne yönelik başlatılan kapsamlı yolsuzluk ve rüşvet soruşturması yalnızca ceza hukuku bakımından değil aynı zamanda Türkiye’de yerel yönetimler üzerindeki siyasal baskılar ve yargının araçsallaştırılması tartışmaları açısından da dikkate değer bir örnek teşkil etmektedir. Soruşturma kapsamında Manavgat Belediye Başkanı, başkan yardımcıları ve bazı özel sektör temsilcilerinin de aralarında bulunduğu toplam 34 kişi hakkında gözaltı kararı verilmiş ve bunlardan 28’i gözaltına alınmış ve soruşturma süreci başlatılmıştır.

Soruşturmanın merkezinde, belediye bünyesinde yapı ruhsatı, iskan izni ve imar uygulamaları süreçlerinde çeşitli kişi ve şirketlerden sistemli şekilde rüşvet alındığı ve kamu kaynaklarının yaklaşık 800 milyon TL civarında usulsüz biçimde zimmete geçirildiği iddiası yer almaktadır. Bu kapsamda en çok dikkat çeken gelişme, belediye başkan yardımcılarından birinin ofisinde, baklava kutusu içinde 110.000 avro tutarında nakit parayla suçüstü yakalanmış olmasıdır. Bu durum kamuoyunda büyük yankı uyandırmış ve olay “somut delile dayalı bir yolsuzluk operasyonu” olarak topluma duyurulmuştur.

Ancak, bu tür olaylarda paranın fiziksel olarak ele geçirilmiş olması, rüşvet suçunun hukuken tamamlandığı anlamına gelmez. Türk Ceza Kanunu’nun 252. maddesi uyarınca rüşvet suçunun oluşabilmesi için kamu görevlisinin göreviyle bağlantılı olarak bir işi yapması ya da yapmaması karşılığında kendisine veya bir başkasına çıkar sağlanması gerekmektedir. Dolayısıyla, söz konusu çıkarın kamu görevlisi tarafından önceden istenmiş olması, bir kamu işlemiyle ilişkilendirilmiş bulunması ve bu ilişkinin karşılıklı rıza temelinde kurulmuş olması gerekir. Somut olayda paranın belediye binasına getirilmiş ve belediye görevlisine teslim edilmiş olması sabit olsa da paranın kamu görevlisi tarafından talep edildiğine ya da bir işlem karşılığı alındığına ilişkin açık bir ses kaydı, yazılı belge veya görsel delil henüz kamuoyuna sunulmamıştır. Bu yönüyle, olayda rüşvet suçunun unsurlarının oluşup oluşmadığı yargılama süreci içerisinde değerlendirilecek ve ancak kesinleşmiş delillerle açıklık kazanacaktır.

Bu noktada siyasal bağlam da göz ardı edilmemelidir. Türkiye’de muhalefet partilerine mensup belediyelerin merkezi idare ve yargı organları tarafından denetim, soruşturma ve hatta suçlama süreçlerine maruz kaldığına ilişkin güçlü bir algı bulunmaktadır. Dolayısıyla, Manavgat Belediyesi’ne yönelik bu operasyonun bir yönüyle iktidarın yerel yönetimler üzerindeki baskı kurma stratejisinin bir uzantısı olup olmadığı da siyasal çözümleme bağlamında tartışılmaya değerdir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken unsur mevcut soruşturmada suçüstü yakalamanın teknik olarak gerçekleştirilmiş olması ve kamu zararı iddiasının yüksek meblağlara ulaşması nedeniyle olayın yalnızca “siyasal bir kumpas” olarak nitelenmesini güçleştirmesidir.

Manavgat Belediyesi’ne yönelik soruşturma, rüşvet ve yolsuzluk iddialarının teknik delillere dayalı olarak soruşturulduğu bir ceza kovuşturması süreci izlenimi vermektedir. Bununla birlikte, kamu görevlileri tarafından rüşvetin açıkça istendiğine ve bu ilişkinin karşılıklı çıkar temelli olduğuna ilişkin hukuksal deliller ortaya konulmadan olayın rüşvet suçunu tam anlamıyla oluşturduğu ileri sürülemez. Yargı süreci ilerledikçe olayın hukuksal niteliği daha açık biçimde ortaya çıkacak ve bu süreçte siyasal etkilerin olaya nasıl karıştığı da izlenmeye devam edecektir.

Manavgat Belediyesi’ne yönelik rüşvet ve yolsuzluk soruşturması, yerel yönetimlerdeki saydamlık ve hesap verebilirlik sorununu görünür kılmakla birlikte, Türkiye’nin mevcut siyasal ikliminde bu tür soruşturmaların aynı zamanda siyasal araçsallaştırmaya açık olduğunu da ortaya koymaktadır. Somut olayda suçlamaların içeriği ciddi görünmekle birlikte, rüşvetin kamu görevlileri tarafından istendiğine ve kamu gücü ile menfaat arasında illiyet bağının kurulduğuna ilişkin delillerin mahkeme sürecinde tartışılması beklenmektedir. Belediye başkanına yönelik yaşam tarzı ve servet artışı üzerinden geliştirilen suçlamalar, yalnızca cezai değil aynı zamanda siyasal bir karakter de taşımaktadır. Yargılama süreci, hem ceza hukuku açısından delil yeterliliğini, hem de Türkiye’deki yargı-siyaset ilişkisinin sınırlarını ortaya koyacak kritik bir sınav niteliğindedir.

 

Hiç yorum yok: