Türkiye İçin Fütüristik Bir Yol
Haritası: Ankara Merkezli Siyaset, Demokratik Fırsat ve Siyasal Rüşvet
Bağlamında Türkiye’nin Yakın Geleceği
Prof. Dr. Firuz
Demir Yaşamış
Özet
Bu çalışma, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan’ın Türkiye siyasetinde izleyeceği stratejik yol haritasını, “Ankara
merkezli siyaset”, “demokratik fırsat” ve Özgür Özel’e yönelik “siyasal rüşvet”
dinamikleri ekseninde çözümlemektedir. Erdoğan’ın yargılanma korkusu ve seçim
kaybı riskine karşı geliştirdiği eylem seçenekleri, Türkiye’nin anayasal
yapısı, toplumsal kutuplaşma ve dış siyasa dinamikleriyle birlikte
değerlendirilmiştir. Netanyahu örneği başta olmak üzere uluslararası
karşılaştırmalar ışığında Erdoğan’ın yakın dönemdeki siyasal atılımlarının
Türkiye’nin demokratik rejimi ve bölgesel kararlılık üzerindeki etkileri
fütüristik bir bakış açısıyla irdelenmiştir.
Anahtar
Kelimeler: Erdoğan, Ankara merkezli siyaset,
demokratik fırsat, siyasal rüşvet, Özgür Özel, seçim stratejileri, yargı yönlendirmesi,
Netanyahu, uluslararası karşılaştırma, Türkiye siyaseti
GİRİŞ
Türkiye siyasetinin yakın geleceği iç
dinamiklerin yanı sıra uluslararası ve bölgesel gelişmelerle de şekillenmekte
ve karmaşık ve çok katmanlı bir dönüşüm süreci yaşamaktadır. Bu bağlamda,
iktidar bloğunun uzun vadeli stratejik hedefleri ve muhalefetin buna karşı
geliştirdiği refleksler ülkenin demokratik rejimi, hukuk devleti ve toplumsal
barışı açısından kritik önem taşımaktadır.
Bu çalışmanın temel odağını, Türkiye
siyasetinin geleceğini belirleyen üç ana unsur oluşturmaktadır: Birincisi,
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın iktidarını devam ettirmek amacıyla
önerdiği ve uygulamaya koyduğu “Ankara merkezli siyaset” stratejisidir. Bu
yaklaşım, devletin merkezi kurumlarının özellikle TBMM ve Cumhurbaşkanlığı
çevresinde yeniden yapılandırılması ve siyasal denetimin artırılması temelinde
şekillenmektedir. İkincisi, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı
Devlet Bahçeli’nin “demokratik fırsat” söylemi iktidar-muhalefet etkinliklerinde
yeni bir durum arayışını ve rejimin meşruluğunu güçlendirmeye yönelik taktiksel
atılımları temsil etmektedir. Üçüncüsü ise, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)
içindeki Özgür Özel’e yönelik siyasal rüşvet ve baskı mekanizmaları muhalefetin
zayıflatılması ve parti içi dinamizmin denetim altına alınması yoluyla iktidar
karşısındaki muhalefet kapasitesinin sınırlandırılmasını göstermektedir.
Bu üç unsur, Türkiye’de
otoriterleşmenin derinleşmesi, demokratik kurumların işlevselliğinin azalması
ve siyasal kutuplaşmanın şiddetlenmesi süreçlerinde birbirini tamamlayan temel
dinamikler olarak ortaya çıkmaktadır. Çalışma, veri temelli fütüristik çözümleme
yöntemleri kullanarak bu dinamiklerin Türkiye siyasetinin yakın ve orta vadeli
geleceğini nasıl şekillendireceğini olası senaryolar ve yol haritaları
ekseninde tartışmayı amaçlamaktadır.
Ayrıca, Erdoğan liderliğindeki iktidar
bloğunun ekonomik fütürizm bağlamında siyasalarını nasıl şekillendirdiği
CHP’nin siyaset dışına itilmesi ve otoriterleşmenin derinleşmesi süreçlerinin
ekonomik ve toplumsal sonuçları da çalışmanın kapsamı içindedir. Bu çok boyutlu
çözümleme Türkiye’nin demokratik rejimi, hukuk devleti ve toplumsal barışına
yönelik risklerin anlaşılmasına ve bu risklere karşı alınabilecek önlemlerin
belirlenmesine katkı sağlamayı hedeflemektedir.
Sonuç olarak, bu araştırma, Türkiye
siyasetinin karmaşık aktörler arası etkileşimlerini ve geleceğe dönük stratejik
eğilimlerini sistemli biçimde ortaya koyarak akademik yazına ve siyasa
yapıcıların karar alma süreçlerine veri temelli katkılar sunmayı
amaçlamaktadır.
Araştırmanın
Amacı
Bu çalışmanın temel amacı,
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye siyasetinde önümüzdeki dönemde
izleyeceği stratejik yol haritasını “Ankara merkezli siyaset”, “demokratik
fırsat” ve Özgür Özel’e yönelik “siyasal rüşvet” mekanizmaları gibi üç kritik
veri üzerinden veri temelli ve fütüristik bir bakış açısıyla ortaya koymaktır.
Ayrıca Erdoğan’ın seçim kaybetmesi durumunda başvurabileceği eylem seçenekleri,
yargı yönlendirmeleri ve rejim dönüşümü süreçleri uluslararası
karşılaştırmalarla desteklenerek kapsamlı biçimde çözümlenmektedir.
Araştırmanın
Hedefleri
Ankara
merkezli siyaset stratejisinin dinamiklerini ve Erdoğan’ın bu bağlamda izlediği
yolu çözümlemek.
Devlet
Bahçeli’nin “demokratik fırsat” söyleminin Erdoğan’ın siyasal stratejileri
içindeki işlevini ve muhalefetle ilişkisini incelemek.
Özgür
Özel örneği üzerinden siyasal rüşvet ve baskı mekanizmalarının nasıl işlediğini
ve muhalefet üzerindeki etkilerini ortaya koymak.
Türkiye’deki
seçim, yargı ve siyasal kriz süreçlerini Erdoğan’ın eylem seçenekleri
çerçevesinde değerlendirmek.
Netanyahu
örneği üzerinden Erdoğan’ın stratejilerini uluslararası karşılaştırmalarla
zenginleştirerek benzerlikleri ve farklılıkları saptamak.
Türkiye
siyasetinde demokratik rejim, hukuk devleti ve toplumsal barış açısından
Erdoğan’ın yol haritasının yaratabileceği risk ve sonuçları öngörmek.
Siyasal
aktörlerin davranışlarının yakın gelecekte nasıl şekillenebileceğine ilişkin
bilimsel ve veri temelli öngörülerde bulunmak.
Araştırmanın
Temel Sorusu
Türkiye siyasetinde Erdoğan’ın “Ankara
merkezli siyaset”, “demokratik fırsat” ve “siyasal rüşvet” dinamikleri
bağlamında önümüzdeki dönemde izleyeceği stratejik yol haritası nedir ve bu yol
haritası Türkiye’nin demokratik rejimi, yargı bağımsızlığı ile toplumsal yapısı
üzerinde nasıl etkiler yaratacaktır?
Araştırmanın Alt
Soruları
Erdoğan’ın
Özgür Özel’e yönelik uyguladığı siyasal rüşvet ve baskı mekanizmaları
muhalefetin parti içi dinamiklerini nasıl şekillendirmektedir?
“Ankara
merkezli siyaset” kavramı Erdoğan’ın rejim oluşturma stratejisinde ne ölçüde
belirleyicidir ve bu yaklaşımın muhalefet üzerindeki etkileri nelerdir?
Devlet
Bahçeli’nin “demokratik fırsat” söylemi Erdoğan’ın siyasal stratejisinde nasıl
bir rol oynamakta ve bu söylemin muhalefet ile etkinliklerdeki yeri nedir?
Türkiye
Anayasası ve yargı sistemi Erdoğan’ın seçim kaybetmesi durumunda
uygulayabileceği siyasal ve hukuksal eylem seçeneklerine nasıl zemin
hazırlamaktadır?
Erdoğan’ın
erken seçim kararı alma ve TBMM’yi feshetme gibi anayasal yetkilerini kullanma olasılığı
hangi koşullar altında gerçekleşebilir ve bu atılımının siyasal sonuçları ne
olabilir?
Netanyahu’nun
siyasal stratejileri ve yargı süreçleriyle Erdoğan’ın izlediği yol arasında
hangi benzerlikler ve farklılıklar vardır?
Erdoğan’ın
yol haritasının Türkiye’nin demokratik rejimi, hukuk devleti ve toplumsal
barışına yönelik olası etkileri nelerdir?
YÖNTEM
Araştırma Türü
Bu çalışma, nitel araştırma kapsamında
yer almakta olup, veri temelli fütüristik (futurology) çözümleme
yöntemleri kullanılarak yürütülmüştür. Siyasal aktörlerin geçmiş ve güncel
davranışları, söylemleri ve eylem biçimleri sistemli olarak incelenmiş ve bu
veriler üzerinden Türkiye siyasetinin yakın geleceğine ilişkin öngörüler
geliştirilmiştir.
Veri Kaynakları
Birincil Veri: Cumhurbaşkanı Erdoğan, Devlet Bahçeli ve
Özgür Özel’in açıklamaları, parti belgeleri, meclis tutanakları, yasal
düzenlemeler ve anayasa maddeleri.
İkincil Veri: Akademik makaleler, kitaplar, haber
raporları, “think tank” raporları, uluslararası siyasal çözümlemeler ve
karşılaştırmalı siyaset yazını.
Karşılaştırmalı
Veri: Netanyahu’nun siyasal süreçleri ve
İsrail siyasetindeki gelişmeler üzerine uluslararası yazın ve çözümlemeler.
Veri Toplama
Yöntemi
Belge
Çözümlemesi: Biçimsel
metinler, siyasal söylemler ve yasal düzenlemeler ayrıntılı olarak
incelenmiştir.
Siyasal Söylem
Çözümlemesi: Erdoğan ve diğer
ana aktörlerin söylemleri ve kamuoyuna yönelik iletileri içerik açısından çözümlenmiştir.
Karşılaştırmalı
Çözümleme: Türkiye’deki gelişmeler Netanyahu
örneği ile karşılaştırılmıştır.
Çözümleme Yöntemi
Fütüristik
Senaryo Çözümlemesi: Elde edilen
veriler üzerinden olası siyasal senaryolar oluşturulmuş ve bunların Türkiye
siyasetindeki etkileri ve Erdoğan’ın stratejik seçenekleri öngörülmüştür.
Tematik Kodlama: Veri seti içindeki ana temalar (Ankara
merkezli siyaset, demokratik fırsat, siyasal rüşvet, yargı yönlendirmesi vb.)
belirlenerek sınıflandırılmıştır.
Sistemli
Karşılaştırma: Türkiye’deki
siyasal süreçler ve Netanyahu örneği arasında benzerlikler ve farklılıklar ayrıntılandırılmıştır.
Etik Hususlar
Çalışmada kullanılan tüm veriler
kamuya açık kaynaklardan elde edilmiş olup, herhangi bir kişisel veri veya etik
açıdan duyarlı bilgi kullanılmamıştır. Çözümlemeler nesnel, bilimsel ve
tarafsız biçimde yürütülmüştür.
KURAMSAL ÇERÇEVE:
VERİ TEMELLİ FÜTÜRİSTİK DEĞERLENDİRME
Bu çalışma, Türkiye siyasetindeki
aktörlerin davranışlarını anlamak için siyasal aktör kuramı, otokratik rejim
dinamikleri ve stratejik seçim kuramı gibi temel siyaset bilimi yaklaşımlarını
güncel gelişmeler ışığında veri temelli fütüristik çözümleme ile
harmanlamaktadır. [1]
Bu çalışma, siyasal aktörlerin
geleceğe yönelik stratejik davranışlarını çözümlerken, fütüroloji (futurology)
ve fütürizm kavramlarından yararlanmaktadır. Fütüroloji, mevcut veriler,
eğilimler ve dinamikler üzerinden geleceğe ilişkin sistemli, disiplinler arası
ve bilimsel kestirimlerde bulunma uygulaması olarak tanımlanır. Bu yaklaşım,
geçmiş ve güncel siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel göstergelerin çözümlenmesi
yoluyla, olası senaryoların ve eğilimlerin öngörülmesini sağlar. Fütürolojinin
temel amacı, belirsizlikler içinde bile karar alıcılara stratejik rehberlik
sunmaktır.
Fütürizm ise, geleceğe yönelik düşünce
akımlarını, vizyonları ve ideolojileri kapsayan daha geniş bir kavramsal
çerçevedir. Sadece bilimsel kestirimlerle sınırlı kalmayıp aynı zamanda
geleceğe ilişkin hayaller, idealleştirme ve kültürel kodları da içerir. Siyasal
bağlamda fütürizm aktörlerin geleceğe ilişkin algılarını, beklentilerini ve bu
doğrultuda şekillendirdikleri siyasaları anlamak için kritik öneme sahiptir.
Bu çalışmada, fütüroloji yöntemleri
kullanılarak Erdoğan liderliğindeki iktidar blokunun ve CHP’nin siyasal yol
haritaları mevcut siyasal yapılar, yargı dinamikleri, toplumsal kutuplaşma ve
uluslararası etkinlikler ışığında çözümlenmektedir. Böylece, Türkiye
siyasetinde önümüzdeki döneme ilişkin olası gelişmeler somut veri temelli ve
kuramsal bakış açısıyla ortaya konulmaktadır.
Siyasal Aktör Kuramı
Siyasal aktör kuram, karar vericilerin
(liderlerin) akılcı ve stratejik tercihler yaptığını varsayar. Bu yaklaşım,
Erdoğan, Bahçeli ve Özel gibi aktörlerin davranışlarını içinde bulundukları siyasal
ortamın kısıtları ve fırsatları çerçevesinde açıklamaya çalışır. Liderlerin
yargılanma riski, seçim kaybı gibi tehditlere karşı uyguladığı stratejiler bu kuramsal
çerçevede çözümlenir.
Otoriterleşme ve
Rejim Dönüşümü Kuramları
Türkiye’deki siyasal dönüşüm süreci
otoriterleşme kuramları çerçevesinde değerlendirilir. Levitsky ve Way gibi
otoriterleşme araştırmacıları demokratik gerileme sürecinde iktidarların seçim
süreçlerini yönlendirerek yargıyı ve medyayı denetim altına alarak siyasal
üstünlük sağlamalarını açıklar. Erdoğan’ın kullandığı “Ankara merkezli siyaset”
ve “demokratik fırsat” söylemleri bu bağlamda otoriterleşme stratejileri olarak
yorumlanabilir.
Stratejik Seçim
Kuramı ve Fütüristik Senaryo Çözümlemesi
Stratejik seçim kuramı aktörlerin
seçim ve siyasal yarışma ortamında akılcı davranarak en fazla yarar sağlamaya
çalıştığını öne sürer. Bu bağlamda, Erdoğan’ın erken seçim, yargı yönlendirmesi
ve muhalefetin giderimi gibi eylem seçenekleri mevcut veriler ışığında geleceğe
yönelik olası senaryolar oluşturularak çözümlenir.
Veri Temelli
Fütüristik Çözümleme Yaklaşımı
Fütüristik çözümleme, geçmiş ve güncel
verilerin sistemli değerlendirilmesi ile geleceğe ilişkin öngörülerde bulunmayı
amaçlar. Bu çalışma, Türkiye’nin siyasal aktörlerinin geçmiş davranışları
mevcut siyasal ortam ve uluslararası karşılaştırmalar ışığında Erdoğan’ın siyasal
yol haritasını şekillendiren temel dinamikleri ortaya koymak ve olası gelecek
senaryolarını bilimsel yöntemlerle tartışmak amacını taşımaktadır.
YAZIN TARAMA
Türkiye siyasetinde son yıllarda
yaşanan otoriterleşme, rejim dönüşümü ve siyasal kutuplaşma konuları ulusal ve
uluslararası akademik yazında geniş bir şekilde tartışılmıştır. Bu alandaki
temel çalışmalar Erdoğan’ın iktidar stratejileri, muhalefetin yapısı, yargı
bağımsızlığı ve demokratik kurumların erozyonu üzerine odaklanmaktadır.
Erdoğan ve
Türkiye’de Otoriterleşme Süreci
“Yarışmacı otoriterlik” kavramı
Türkiye’deki siyasal dönüşümün anlaşılmasında kritik bir çerçeve sunmaktadır.
Erdoğan iktidarının seçimleri yönlendirme, medyayı denetim altına alma ve yargı
bağımsızlığını zayıflatma yönündeki atılımları bu kuram ile uyumludur.
Ankara Merkezli
Siyaset ve Parti İçi Dinamikler
Erdoğan’ın muhalefetin merkezinde
Ankara’yı hedef alması, parti içi denetimlere yönelik yeni stratejiler
geliştirmesi yazında “merkezileşme” ve “parti disiplininin artırılması”
bağlamında incelenmektedir. CHP içerisindeki liderlik savaşımları ve Özgür Özel
gibi figürlere yönelik baskılar bu bağlamda değerlendirilmiştir.
Demokratik Fırsat
Kavramı ve İttifak Siyasaları
Devlet Bahçeli’nin “demokratik fırsat”
söylemi siyasal ittifaklar ve rejim savunmasına ilişkin çalışmalarla ilişkilidir.
MHP’nin Erdoğan ile ittifakı Türkiye’de demokratik kurumların zayıflaması ve
muhalefetin parçalanması yazında geniş yer tutmaktadır.
Siyasal Rüşvet ve
Yargı Yönlendirmesi
Siyasal rüşvet ve yargı aracılığıyla muhalefetin
etkisizleştirilmesi Türkiye’de demokratikleşme süreçlerinin önündeki engeller
olarak tanımlanmıştır. Özgür Özel ve benzeri figürlere yönelik dokunulmazlık
kaldırma girişimleri bu tartışmaların somut örneklerindendir.
Uluslararası
Karşılaştırmalar: Netanyahu Örneği
Netanyahu’nun siyasal stratejileri,
özellikle yargı süreçleri ve savaş siyasaları Erdoğan’ın izlediği yollarla
karşılaştırılmıştır. Her iki liderin otoriterleşme eğilimleri, siyasal kriz
yönetimi ve toplumsal kutuplaşma stratejileri uluslararası siyaset yazınında
benzer temalar olarak ele alınmıştır.
MEVCUT DURUMUN
BETİMLENMESİ: PARTİLERİN STRATEJİLERİ VE SİYASAL DİNAMİKLER
Türkiye siyasal arenasında, başta AKP,
MHP ve CHP olmak üzere üç ana siyasal aktörün seçim stratejileri ülkenin
demokratik rejimi ve toplumsal yapısı üzerinde belirleyici rol oynamaktadır. Bu
stratejiler sadece partilerin iktidar hedeflerine ulaşma yöntemlerini değil
aynı zamanda siyasal sistemdeki güç dengelerini ve demokratik normların
geleceğini şekillendirmektedir.
Adalet ve
Kalkınma Partisi (AKP) ve Erdoğan’ın Seçim Stratejisi
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
liderliğindeki AKP, özellikle “Ankara merkezli siyaset” paradigması üzerinden
muhalefetin merkezi güçlerini zayıflatmayı ve parti içindeki karşıt unsurları denetim
altına almayı hedeflemektedir. Özgür Özel gibi CHP içindeki karşıt figürlere
yönelik baskı ve siyasal rüşvet uygulamaları bu stratejinin somut görünümleridir.
Erdoğan’ın anayasal yetkilerini kullanarak Meclisi feshetme ve seçimleri erkene
alma planları muhalefetin örgütlenmesini engellemeye yönelik önemli taktikler
olarak görülmektedir. Yargı ve medya üzerindeki artan denetim seçim sürecindeki
üstünlüğünü pekiştirmeye dönüktür. Toplumsal kutuplaşmayı derinleştirerek
tabanını birleştirme stratejisi ise iktidarın uzun vadeli siyasal meşruluğunun
temel dinamiklerinden biridir.
Milliyetçi
Hareket Partisi (MHP) ve Bahçeli’nin Stratejik Rolü
MHP, Devlet Bahçeli’nin “demokratik
fırsat” söylemi çerçevesinde muhalefetin sistem içinde etkisizleştirilmesini ve
denetimli bir muhalefet modeli kurulmasını desteklemektedir. Cumhur İttifakı
içinde Erdoğan’ın Ankara merkezli siyasetine önemli katkılar sağlayan MHP
muhalefetin parçalanmasını destekleyerek iktidarın siyasal hegemonyasını
pekiştirmektedir. Yargı ve hukuk alanındaki müdahalelerde iktidar bloğunun
yanında yer almak MHP’nin seçim stratejisinin kilit unsurlarındandır.
Cumhuriyet Halk
Partisi (CHP) ve Muhalefet Stratejisi
CHP, Türkiye siyasetinde en güçlü
muhalefet partisi olarak seçim stratejisini geniş tabanlı bir ittifak kurma ve
demokratikleşme taleplerini öne çıkarma ekseninde şekillendirmektedir. Ancak,
parti içindeki liderlik savaşımı ve Özgür Özel gibi figürlere yönelik siyasal
baskılar CHP’nin stratejik eş güdümü zayıflatmaktadır. CHP’nin stratejisinde,
hukukun üstünlüğü, bağımsız yargı ve seçimlerin saydamlığı temel ilkeler olarak
ön plandadır. Parti, gelir eşitsizliği, toplumsal adalet ve demokratik hakların
genişletilmesi gibi temalarla toplumsal desteğini artırmaya çalışmaktadır.
Ancak, mevcut siyasal kutuplaşma ve yargı baskıları CHP’nin bu hedeflere
ulaşmasını zorlaştırmaktadır. Muhalefet, ayrıca Erdoğan’ın “Ankara merkezli
siyaset” yaklaşımına karşı dayanışma ve örgütlenme kapasitesini güçlendirmeye
odaklanmaktadır.
Stratejiler
Arasındaki Çelişkiler ve Siyasal Çatışma Dinamikleri
Türkiye siyasetinde başat üç aktörün (AKP,
MHP ve CHP’nin) seçim stratejileri hem birbirleriyle hem de Türkiye’nin
demokratik rejim dinamikleriyle önemli ölçüde çelişmektedir. Bu stratejik
uyumsuzluklar, sadece aktörler arası yarışmanın değil aynı zamanda siyasal
sistemin işleyişine ilişkin derin krizlerin de habercisidir.
Öncelikle, Erdoğan’ın “Ankara merkezli
siyaset” stratejisi muhalefetin özellikle CHP içindeki merkeziyetçi yapısını
zayıflatmayı ve parti içi muhalif figürleri etkisizleştirmeyi amaçlamaktadır.
Bu durum, CHP’nin parti içi demokratik çoğulculuk ve liderlik özerkliği
savunusuyla doğrudan çatışmakta ve partideki iç gerilimlerin derinleşmesine yol
açmaktadır. Erdoğan’ın stratejisi parti içi zayıflıkları pekiştirirken
muhalefetin siyasal etkililiğini önemli ölçüde azaltma gizil gücü taşımaktadır.
İkinci olarak, MHP’nin “demokratik
fırsat” söylemi, muhalefetin sistem içinde etkisizleştirilmesini ve bölünmesini
hedefleyen bir denetim mekanizması işlevi görmektedir. Bu yaklaşım, CHP’nin
geniş tabanlı dayanışma ve ittifak oluşturma çabalarıyla doğrudan ters düşmekte
ve siyasal kutuplaşmanın derinleşmesine ve demokratik uzlaşı zeminlerinin
erozyonuna neden olmaktadır.
Üçüncü olarak, yargı ve seçim
mekanizmalarının denetimi sorunu aktörler arasında temel bir gerilim alanı
yaratmaktadır. AKP ve MHP’nin yargı üzerindeki etkilerini artırma çabaları
seçimlerin adil ve saydam gerçekleşmesini engellemekte ve muhalefetin
demokratik haklarını kullanmasını kısıtlamakta ve demokratik normların
zayıflamasına zemin hazırlamaktadır. CHP ise bağımsız yargı ve hukukun
üstünlüğü ilkelerini savunarak bu sürece karşı çıkmakta ancak mevcut güç
dengeleri nedeniyle ciddi engellerle karşılaşmaktadır.
Dahası, toplumsal kutuplaşma ve
siyasal iletişim stratejilerinde de belirgin bir uyumsuzluk mevcuttur. Erdoğan
ve Cumhur İttifakı toplumsal ayrışmaları derinleştirerek kendi tabanlarını
pekiştirme yolunu tercih ederken CHP kapsayıcı ve birleştirici iletilerle
toplumsal barışı oluşturmaya çalışmaktadır. Ancak mevcut siyasal ortamda bu
çaba karşılıklı güvensizlik ve derin ideolojik ayrışmalar nedeniyle sınırlı
kalmaktadır.
Son olarak, seçim zamanlaması ve kriz
yönetimi stratejilerinde yaşanan çelişki Türkiye’nin demokratik rejiminin
işleyişine ilişkin temel bir gerilimi ortaya koymaktadır. Erdoğan’ın erken
seçim ve TBMM feshi yoluyla muhalefetin hazırlıksız yakalanmasını amaçlayan
stratejisi seçimlerin meşruluğunu ve demokratik normları tartışmalı duruma
getirmektedir. Öte yandan, muhalefet seçimlerin yasal takvime uygun şekilde
yapılmasını ve demokratik ölçünlerin korunmasını talep etmekte böylece rejim kararlılığını
ve demokratik sürekliliği savunmaktadır.
Sonuç olarak, bu stratejik çelişkiler,
Türkiye’de sadece siyasal yarışmanın değil aynı zamanda demokratik sistemin
temel parametrelerinin de sınandığı alanlar olarak ortaya çıkmaktadır.
Erdoğan’ın yol haritasını doğru anlamak ve geleceğe yönelik siyasal senaryolar
geliştirmek için bu dinamiklerin dikkatle çözümlemesi gerekmektedir.
Stratejik
Çelişkilerin Uygulamadaki Yansımaları: Alan Dinamikleri ve Siyasal Uygulamalar
Türkiye siyasetinde AKP, MHP ve CHP
arasındaki stratejik çelişkiler salt söylem ve siyasa düzeyinde kalmayıp
doğrudan alan uygulamalarına ve siyasal dinamiklere yansımaktadır. Bu
yansımalar, seçim süreçlerinden parti içi savaşımlara, kamuoyunu şekillendirme
taktiklerinden hukuksal ve yönetsel uygulamalara kadar geniş bir yelpazede
gözlemlenmektedir.
Yargı Yoluyla
Muhalefetin Çalışmalarının Engellenmesi: Belediye Başkanları ve Yerel
Yönetimler Üzerindeki Baskılar
Türkiye siyasetinde yargı muhalefetin
sadece bireysel liderlerini hedef almakla kalmayıp aynı zamanda muhalefetin
kurumsal ve yerel yönetimlerdeki etkililiğini de kısıtlamak için stratejik bir
araç olarak kullanılmaktadır. Özellikle büyükşehir belediyeleri ve muhalefet
tarafından yönetilen yerel yönetimlerdeki liderlerin hukuksal baskı altına
alınması bu siyasetin somut bir uygulamasıdır.
İBB ve Diğer
Belediyelerdeki Yargısal Müdahaleler
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB)
başta olmak üzere, CHP ve Millet İttifakı mensubu belediye başkanlarına yönelik
tutuklama, soruşturma ve görevden uzaklaştırma süreçleri muhalefetin yerel
düzeydeki siyasal etkinliklerini doğrudan engelleme amacı taşımaktadır. Bu
uygulamalar, belediyelerin özerk yönetim işlevlerini kısıtlamakla kalmayıp aynı
zamanda muhalefetin halkla kurduğu bağları da zayıflatmaktadır.
Hukuksal
Süreçlerin Siyasal Baskı Aracı Haline Gelmesi
Belediye başkanları ve yerel
yöneticilere açılan davalar genellikle usulsüz ve siyasal amaçlı görülmekte ve
bu davalarla muhalefet sindirilmekte ve yerel yönetimlerin çalışma kapasitesi
azaltılmaktadır. Tutuklama ve görevden alma kararları yargı süreçlerinin siyasal
baskı ve korkutma aracı olarak kullanıldığını göstermektedir.
Yerel
Yönetimlerin Denetim ve Kayyım Atama Mekanizmaları
Mahkeme kararları ve siyasal irade
aracılığıyla muhalefet belediyelerine kayyım atanması ve yönetsel denetimlerin
artırılması demokratik yerel yönetim ilkeleriyle çatışan uygulamalardır. Bu
mekanizmalar muhalefetin seçmenle doğrudan ilişki kurmasını engellemekte ve
yerel siyasetin merkezi iktidar tarafından denetim altına alınmasına yol
açmaktadır.
Siyasal ve
Toplumsal Etkiler
Yargı baskıları ve yerel yönetimlerin
işlevselliğinin kısıtlanması sadece siyasal yarışmayı değil aynı zamanda
toplumsal hizmetlerin etkililiğini ve yerel demokrasi kültürünü olumsuz yönde
etkilemektedir. Bu durum, muhalefetin meşruluğunu zayıflatmakla kalmayıp halkın
devlet kurumlarına olan güvenini de azaltmaktadır.
Sonuç olarak, yargı yoluyla
muhalefetin yerel yönetimlerdeki çalışmalarının engellenmesi Türkiye’de
demokratik işleyişin temel zorluklarından biri olup Erdoğan’ın ve Cumhur
İttifakı’nın siyasal stratejisinin merkezinde yer almaktadır. Bu bağlamda,
belediye başkanlarının tutuklanması ve yerel yönetimlere yönelik hukuksal
müdahaleler sadece bireysel değil kurumsal ve sistemli bir baskı mekanizması
olarak ele alınmalıdır.
Parti İçi Baskı
ve Muhaliflerin Yok Edilmesi
Erdoğan’ın “Ankara merkezli siyaset”
stratejisi, CHP içinde muhalif liderliklerin hedef alınmasıyla
somutlaşmaktadır. Özgür Özel gibi figürlerin dokunulmazlıklarının kaldırılması,
disiplin soruşturmaları ve parti içi dışlanma çabaları muhalefetin
zayıflatılması için kullanılan somut araçlardır. Bu durum, parti içi güdülenmenin
düşmesine, örgütsel bütünlüğün zayıflamasına ve muhalefetin siyasal etkililiğinin
azalmasına yol açmaktadır.
Seçim
Mekanizmalarında Yönlendirme ve Baskı
Yargı bağımsızlığının zayıflatılması
ve seçim kurullarına yönelik siyasal müdahaleler seçimlerin adil ve serbest
ortamda gerçekleşmesini engellemektedir. Özellikle muhalif adayların adaylık
süreçlerinde zorluklarla karşılaşması, oy sayımında usulsüzlük iddiaları ve
medya erişiminin engellenmesi iktidarın seçim üstünlüğünü somutlaştırdığı
uygulamalardır. Bu durum, seçmenlerin güveninin sarsılmasına ve demokratik meşruluğun
zedelenmesine neden olmaktadır.
Medya ve Kamuoyu Yönlendirmesi
Cumhur İttifakı, medyanın önemli bir
kısmını denetim altında tutarak kamuoyunu kendi lehine şekillendirmeye
çalışmaktadır. Muhalefetin söylemlerinin kısıtlanması, dezenformasyon
kampanyaları ve kutuplaştırıcı dil kullanımı, siyasal yarışmanın alan
koşullarını belirgin biçimde etkilemektedir. Bu uygulamalar toplumsal
kutuplaşmayı derinleştirirken muhalefetin iletilerinin geniş kitlelere
ulaşmasını zorlaştırmaktadır.
Toplumsal
Kutuplaşmanın Derinleşmesi
Etnik, mezhepsel ve ideolojik
farklılıklar üzerinden yürütülen siyaset alanda toplumsal ayrışmaları görünür
kılmakta ve bu ayrışmalar siyasal yarışmaya yansımaktadır. Özellikle seçim
bölgelerinde yaşanan toplumsal gerilimler oy kullanma davranışlarını belirgin
biçimde şekillendirmekte ve siyasetin alan uygulamalarında kutuplaşmayı
artırmaktadır.
Hukuksal ve Yönetsel
Baskılar
Muhalefet liderlerine ve eylemcilerine
yönelik hukuksal soruşturmalar, gözaltılar ve ceza yaptırımları siyasal
muhalefetin alanını daraltmakta ve siyasal etkinliklerin özgürce yürütülmesini
engellemektedir. Aynı şekilde kamu kurumları üzerinden gerçekleştirilen
baskılar seçim sürecinde ve siyasal etkinliklerde iktidar lehine bir üstünlük
yaratmaktadır.
Sonuç ve özet olarak, stratejik
çelişkiler sadece kuramsal ve söylemsel düzeyde kalmayıp Türkiye’nin siyasal uygulamalarında
seçim sürecinin meşruluğunu, siyasal partilerin örgütlenme kapasitesini ve
toplumsal barışı doğrudan etkileyen somut sonuçlar üretmektedir. Bu bağlamda,
Erdoğan’ın yol haritasını anlamak bu alan dinamiklerini ve uygulama biçimlerini
ayrıntılı olarak çözümlemeyi gerektirir. Türkiye’nin güncel siyasal ortamı, üç
ana aktörün (AKP, CHP, MHP) farklı ama kesişen stratejileriyle şekillenmektedir.
Bu stratejiler yalnızca klasik seçim kampanyalarıyla sınırlı değildir ve aynı
zamanda yargı, bürokrasi ve medya gibi kurumsal mekanizmaların etkili ve
yönlendirici kullanımıyla birleşerek siyasal yarışmayı yapısal biçimde ve
olumsuz olarak dönüştürmektedir.
CHP, son yerel seçimlerde kazandığı
büyükşehir belediyeleriyle iktidar üretme kapasitesini genişletmiş ve bunun
üzerinden kurumsal meşruluk ve güvenilirlik oluşturmaya yönelmiştir. Parti,
"demokratik fırsat" yaklaşımıyla, merkezi iktidarın yıpranmasını
fırsat bilerek bir rejim seçeneği olarak kendini konumlandırmaya çalışmaktadır.
Bu stratejinin merkezinde belediyeler aracılığıyla toplumsal hizmet sunumu, toplumsal
yardım ağlarının güçlendirilmesi, gençlik ve kadın siyasalarına yönelik
yenilikçi uygulamalar ve simgesel siyaset düzleminde kapsayıcılık çabası yer
almaktadır. Ancak bu strateji, güçlü bir ideolojik bütünleştirmeyle değil
merkezi iktidarın krizlerinden doğan boşlukları doldurma uygulamalarıyla
sürmektedir. Dolayısıyla, sürekli dış müdahale riski taşıyan, savunmacı ve
reaktif bir nitelik arz etmektedir.
AKP, iktidarını sürdürmenin temel
aracı olarak yalnızca seçmen davranışını yönlendirmeye değil aynı zamanda
siyasal alanı kurumsal olarak yeniden şekillendirmeye odaklanmıştır. Bu
bağlamda, muhalefetin özellikle belediyeler düzeyinde yürüttüğü etkinlikler
merkezi denetim ve müdahale yoluyla sınırlandırılmaktadır. İlgili bakanlıklar
tarafından yayınlanan yasaklayıcı genelgeler, merkezi bütçeden yapılan
kısıtlamalar ve kamu kaynaklarının seçici dağıtımı yerel yönetimlerin etkisini
azaltma amacı taşımaktadır. Özellikle Erdoğan’ın “silkeleyin” talimatı gibi
söylemler, belediye başkanlarının sistemli biçimde baskı altına alınmasının
meşrulaştırılması işlevi görmektedir. Yargı ve bakanlıklar bu stratejide
merkezi bir araç durumuna gelmişlerdir. Seçilmiş belediye başkanlarının
görevden alınması, haklarında davalar açılması veya tutuklanmaları yalnızca
bireysel değil yapısal bir bastırma mekanizmasının parçasıdır. Ekrem
İmamoğlu’na yönelik yargı süreçleri hem muhalefet liderliğini zayıflatmak hem
de CHP’nin olası cumhurbaşkanlığı adaylık senaryolarını yeniden şekillendirmek
amacıyla kullanılmaktadır. Böylece yargı hem algı üretimi hem de siyasal
tasarımların teknik uygulayıcısı durumuna gelmiştir.
MHP’nin iktidar içi durumunu
sağlamlaştırmak adına geliştirdiği strateji, giderek CHP’yi "partisizleştirme"
hedefi doğrultusunda evrilmektedir. Devlet Bahçeli’nin “Demokratik fırsat”ı
“tehlikeli oyun” olarak nitelendirmesi, CHP’nin belediye performansı üzerinden
büyümesini engelleme niyetinin ifadesidir. MHP bu bağlamda, DEM (eski HDP) ile
CHP arasındaki olası ilişkileri “terörle iş birliği” söylemiyle kategorik suçlar
tanımı ve kapsamı içine alarak seçim sürecini yargı ve güvenlik eksenine
çekmekte ve böylece siyasal kutuplaşmayı keskinleştirmektedir. Aynı zamanda,
Öcalan kartının zamanlamaya bağlı biçimde yeniden siyasal alanın merkezine
çekilmesi olasılığı hem DEM seçmenini bölme hem de muhalefet bloğunu içeriden
çatlatma atılımı olarak değerlendirilmelidir.
Bu üç strateji arasında ciddi
çelişkiler vardır. CHP, demokratik alanı genişletmeye çalışırken, AKP ve MHP bu
alanı daraltma üzerine kurgulanmış stratejiler izlemektedir. Örneğin, CHP’nin
yerel yönetimler aracılığıyla sergilediği üstün hizmet düzeyi AKP tarafından
merkezi müdahalelerle sekteye uğratılmakta ve aynı zamanda bu çabalar yargı
kararlarıyla sanki suçmuş gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Bu bağlamda, CHP’ye
bağlı yerel yönetimlerin çalışmaları muhalefetin yalnızca siyasal değil aynı
zamanda kurumsal işleyiş ortamında da savaştığı bir alan oluşmuştur. Yargı,
burada yalnızca hukuk üretme kurumu değil iktidar mühendisliğinin aracı olarak
devreye sokulmaktadır. Yerel yöneticilere açılan davalar, görevden almalar,
soruşturmalar, kamu ihale yasasının istisna durumuna getirilmesi gibi uygulamalar
seçim yarışmasının adil koşullarda yapılmasını olanaksızlaştırmaktadır.
Böylece, muhalefetin alan çalışmaları yalnızca medya baskısı veya sokak
şiddetiyle değil aynı zamanda “yasal” yollardan de sistemli olarak
engellenmektedir.
ÇÖZÜMLEME
Siyasal Rüşvet ve
Baskı Mekanizmaları Yoluyla Muhalefet Dinamiklerinin Dönüştürülmesi
Erdoğan’ın Özel liderliğindeki CHP’ye yönelik
uyguladığı siyasal stratejiler yalnızca iktidar-muhalefet etkinliklerini değil
aynı zamanda muhalefetin iç dengelerini de derinden etkilemektedir. Bu
çerçevede Erdoğan’ın kullandığı iki temel araç ön plana çıkmaktadır: siyasal
rüşvet ve kurumsal baskı. Bu araçlar hem bireysel hem kurumsal düzeyde CHP’li
aktörler üzerinde etkide bulunarak partinin siyasal konumlanışını, gündem
önceliklerini ve ittifak etkinliklerini yeniden şekillendirmektedir. Siyasal
rüşvet, burada iktidar tarafından muhalefete sunulan dolaylı ya da örtük çıkar önerilerini
ifade etmektedir. Bu çıkarlar belediyelere belirli alanlarda kolaylık sağlanması,
yargı süreçlerinin askıya alınması, kamu kaynaklarına erişimde esneklik
tanınması ya da medya baskısının geçici olarak gevşetilmesi gibi araçlarla
somutlaştırılmaktadır. Bu türden jestlerin, özellikle yerel yönetim düzeyindeki
CHP'li aktörlerin siyasal güdülenmelerini etkilediği ve liderlik düzeyinde bir
“ılımlı muhalefet” çizgisine yönelimi özendirdiği gözlemlenmektedir. Öte
yandan, kurumsal baskı mekanizmaları, özellikle yargı organları, İçişleri
Bakanlığı ve Sayıştay gibi denetim kurumları eliyle uygulamaya konulmaktadır.
CHP’li büyükşehir belediyelerine yönelik soruşturmalar, İBB Başkanı Ekrem
İmamoğlu’na açılan davalar, belediye kaynaklarının bloke edilmesi ya da kamu
görevlerinden uzaklaştırma tehditleri bu baskı stratejisinin görünür unsurlarıdır.
Bu uygulamalar sadece belediye başkanlarını değil aynı zamanda parti yönetimini
de savunmacı bir konuma itmekte, partinin gündem belirleme kapasitesini
zayıflatmakta ve iç tartışmaların önünü açmaktadır. Bu bağlamda Erdoğan’ın
muhalefet üzerindeki stratejisi “böl-parçala-denetle” modelinin güncellenmiş
bir sürümüdür. CHP içinde liderlik krizi yaratmak, köktenci muhalif kanat ile yararcılık
çizgisi arasında gerilim yaratmak, parti yönetimini sürekli bir meşruluk
sınavına uğratmak ve olası yerel-ulusal ittifakları zayıflatmak amacıyla
kullanılan bu araçlar CHP’nin siyasal savaşım kapasitesini önemli ölçüde zayıflatmaktadır.
Özgür Özel’in Erdoğan karşısında temkinli ve zaman zaman uzlaşmacı bir dil
benimsemesi bu dönüştürücü stratejilerin dolaylı sonucu olarak okunabilir. Sonuç
olarak, siyasal rüşvet ve baskı araçları sadece CHP’nin dış siyasa ve ekonomi
gibi temel konulardaki konumlanmasını değil aynı zamanda parti içi iktidar etkinliklerini,
seçmenle kurduğu ilişkileri ve muhalefetin bütüncül direncini de belirleyen
başat etmenler arasında yer almaktadır.
“Ankara Merkezli
Siyaset”in Rejim Oluşturmada Rolü ve Muhalefet Üzerindeki Etkileri
Erdoğan liderliğinde Türkiye’de
kurumsallaşan “Ankara merkezli siyaset” yaklaşımı yalnızca coğrafi değil aynı
zamanda siyasal, yönetsel ve ideolojik bir merkezileşmeyi ifade etmektedir. Bu
kavram, rejim oluşturmada başat bir strateji olarak kullanılmış ve yerel
yönetimlerin özerk hareket alanlarını daraltmak, muhalefeti denetim altına
almak ve merkezi yürütme etrafında ‘tekçi’ bir iktidar yapısı kurmak amacıyla
şekillendirilmiştir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte yürütme
erkine verilen geniş yetkiler, bu merkezileşmeyi anayasal düzeyde
meşrulaştırmış ve Ankara’nın siyasal karar alma süreçlerinde mutlak egemenlik
kurmasını kolaylaştırmıştır. “Ankara merkezli siyaset”in muhalefet üzerindeki
etkileri ise çok boyutludur. Birinci düzeyde, yerel yönetimlerin merkezi
idareye bağımlılığı artırılmış ve karşıt belediyelerin hizmet üretme
kapasiteleri sistemli olarak sınırlandırılmıştır. Bu kapsamda, bakanlıklar
tarafından projelere verilen onayların geciktirilmesi, kaynak aktarımının
kesilmesi, belediyelere yönelik müfettiş soruşturmalarının yoğunlaştırılması ve
kamu personeli atamalarının merkezi onaya bağlanması gibi çeşitli araçlar
kullanılmıştır. Bu uygulamalar, yalnızca yerel yönetimlerin etkinliğini
azaltmakla kalmamış aynı zamanda muhalefet partilerinin toplumsal meşruluğunu da
zayıflatmayı hedeflemiştir. İkinci düzeyde ise, Erdoğan rejimi “Ankara merkezli
siyaset”i muhalefetin kurumsal yapısını çözmeye yönelik bir strateji olarak da
kullanmaktadır. Özellikle Özgür Özel liderliğindeki CHP ile yürütülen
temaslarda bu yaklaşım, bir tür “içerme-dışlama” stratejisiyle muhalefet
partileri arasında ayrışma yaratmak ve liderlik savaşımı üzerinden parçalanmayı
desteklemek amacıyla devreye sokulmuştur. Özgür Özel’e yönelik siyasal jestler,
örtülü ittifak sinyalleri ve dolaylı görüşmeler muhalefet bloğunun iç uyumunu
bozma hedefiyle örtüşmektedir. Bu yönüyle “Ankara merkezli siyaset” yalnızca
yönetsel değil aynı zamanda psikolojik ve ideolojik bir hegemonya kurma çabası
olarak değerlendirilmelidir. Sonuç olarak, “Ankara merkezli siyaset” kavramı
Erdoğan’ın rejim oluşturma sürecinde yalnızca teknik bir tercihi değil
iktidarın sürekliliğini güvence altına alan bütüncül bir denetim mekanizmasını
temsil etmektedir. Bu mekanizma, muhalefeti alan daraltma, içerme, ayrıştırma
ve zayıflatma stratejileriyle sistemli biçimde baskılamakta ve rejimin otoriter
karakterini pekiştirmektedir.
Bahçeli’nin
“Demokratik Fırsat” Söyleminin Erdoğan’ın Siyasal Stratejisindeki Rolü ve
Muhalefetle İlişkilerdeki Yeri
Devlet Bahçeli’nin 2024 sonbaharında
gündeme taşıdığı “demokratik fırsat” söylemi, görünürde muhalefet partilerine
yönelik bir açılım ve normalleşme çağrısı gibi sunulsa da bu söylemin arka
planında Erdoğan’ın otoriterleşme sürecinde izlediği taktiksel manevraların bir
yansıması olarak değerlendirilmelidir. Bu çerçevede Bahçeli’nin söylemi iktidar
bloğunun muhalefeti parçalama, etkisizleştirme ve denetim altına alma
hedeflerine hizmet eden bir araç işlevi görmektedir. “Demokratik fırsat”
söylemi içeriksel olarak muhalefetin sistemle bütünleştirilmesini, köktencilikten
arındırılmasını ve mevcut rejimle uyumlu kılınmasını öngörmektedir. Bu yönüyle
söylem Erdoğan’ın uzun süredir izlediği “yarışmacı otoriterlik” modelinde
muhalefeti tümüyle dışlamak yerine denetimli bir şekilde sistemin içinde tutma
stratejisine denk düşmektedir. Bahçeli’nin bu söylemi dile getirmesi özellikle
CHP’yi hedef alırken partinin genel başkanı Özgür Özel’in liderliğinde gelişen
yumuşama ve diyalog arayışlarını yönlendirmeyi amaçlamaktadır. Bu söylem aynı
zamanda bir “sınav” işlevi de görür: İktidar, muhalefetin bu çağrıya nasıl
yanıt vereceğini izleyerek kimlerin sisteme eklemlenmeye yatkın olduğunu ve
kimlerin ise “marjinal” çizgide kalmaya devam ettiğini ölçme olanağı bulur. Bu
bağlamda “demokratik fırsat” sadece bir söylem değil aynı zamanda bir siyasal sınamadır.
Erdoğan açısından Bahçeli’nin bu söylemi muhalefeti birbirine karşı
konumlandırma fırsatı da sunmaktadır. Örneğin Özel liderliğindeki CHP ile DEM
arasında uzaklık koymaya zorlayıcı etkiler yaratmakta ve dolayısıyla Kürt siyasal
hareketinin sistemle yeniden görüşmesini engelleyen bir araç olarak da işlev
kazanmaktadır. Sonuç olarak, “demokratik fırsat” söylemi iktidarın siyasal
mühendislik stratejisinin bir parçasıdır. Bu söylem, Erdoğan’ın rejimini
meşrulaştırmak, muhalefeti bölmek ve sistem içi muhalefet ile sistem dışı
muhalefet arasındaki sınırları yeniden çizmek için kullanılmaktadır. Bu nedenle
söylem retorik düzeyde olumlu bir çağrışım sunsa da uygulamada otoriter bütünleşme
sürecinin yumuşatılmış bir aracı olarak değerlendirilmelidir.
Türkiye Anayasası
ve Yargı Sisteminin Erdoğan’ın Seçim Kaybetmesi Durumunda Uygulayabileceği
Siyasal ve Hukuksal Eylem Seçeneklerine Sağladığı Zemin
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne
geçişle birlikte Türkiye’de yasama, yürütme ve yargı erkleri arasındaki denge
ve denetim mekanizmaları büyük ölçüde zayıflamış ve kuvvetler ayrılığı yerini
iktidar merkezli bir ‘kuvvetler yoğunlaşmasına’ bırakmıştır. Bu dönüşüm, sadece
yürütmenin yetkilerini genişletmekle kalmamış, aynı zamanda yargı bağımsızlığı
ve tarafsızlığına ilişkin normatif ve kurumsal yapıyı da siyasal iktidar lehine
dönüştürmüştür. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay gibi yüksek
yargı organları ile Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun (HSK) yapısı ve işleyişi,
yürütmenin etkisine açık hale gelmiştir. Bu durum, Erdoğan’ın seçim kaybetmesi durumunda
başvurabileceği olası siyasal ve hukuksal eylem biçimlerini değerlendirmek
açısından kritik bir zemin sunmaktadır. Yargı sisteminin bağımsızlıktan
uzaklaşması, hukukun siyasallaşması ve yargı erklerinin yürütme ile organik etkinlik
içinde olması anayasal çerçevede de olsa seçim sonuçlarının tanınmaması,
iptali, geciktirilmesi ya da muhalefetin kazanımlarının hukuksal yollarla
sabote edilmesi gibi uygulamalara kapı aralayabilecek bir ortam yaratmaktadır. Özellikle
2019 yerel seçimlerinde İstanbul’da yaşanan seçim iptali örneği yürütmenin
seçim hukukuna müdahale kapasitesini ve Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK)
tarafsızlığına ilişkin kamuoyundaki meşruluk sorununu görünür kılmıştır. Bu
örnek, ileride olası bir cumhurbaşkanlığı seçiminde benzer hukuksal süreçlerin
yeniden devreye sokulabileceğine ilişkin güçlü bir sinyal olarak okunmaktadır.
Anayasa’nın 79. maddesi YSK’nın kararlarının kesin olduğunu belirtse de bu
kararların alınma sürecinde kurul üyelerinin seçimi ve bağlılık etkinlikleri
yürütmenin dolaylı etkisini artırmaktadır. Erdoğan’ın seçim sonrası olası
kayıplarını önlemeye dönük stratejileri arasında anayasal boşluklar, hukuksal
belirsizlikler ve yargı erkine duyulan güven eksikliğinden yararlanarak seçim
sonuçlarını tartışmalı kılma, seçim güvenliğini ve sandık süreçlerini
kriminalize etme gibi eylemler de yer alabilir. Bu çerçevede, Türkiye yargı
sisteminin hem normatif hem de işlevsel düzeydeki kırılganlığı seçim sonrası
krizlerin siyasal müdahale araçlarıyla şekillendirilmesine olanak tanımaktadır.
Sonuç olarak, Erdoğan’ın seçim kaybı durumunda başvurabileceği siyasal ve hukuksal
atılımların meşruluk kazanabilmesi Türkiye’deki yargı sisteminin siyasal
iktidar ile kurduğu ilişkinin niteliğiyle doğrudan bağlantılıdır. Yargının,
hukuk devleti ilkesinden uzaklaşarak yürütmenin stratejik aracına dönüşmesi
anayasal çerçevenin kötüye kullanılmasına ortam hazırlamakta ve demokrasinin
kurumsal direncini zayıflatmaktadır.
Erdoğan’ın Erken
Seçim Kararı Alma ve TBMM’yi Feshetme Gibi Anayasal Yetkilerini Kullanma Olasılığı:
Koşullar ve Siyasal Sonuçlar
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’ndan kaynaklanan erken seçim kararı alma ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni (TBMM) feshetme yetkisi, yalnızca anayasal bir
araç olmanın ötesinde siyasal rejimin sürekliliği ve iktidarın sürdürülmesi
açısından kritik işlevler taşımaktadır. Anayasa’nın 116. maddesi uyarınca
Cumhurbaşkanı, Meclis ile birlikte seçimlerin yenilenmesine karar verebilir. Ayrıca
Cumhurbaşkanının tek başına alacağı bir fesih kararı da söz konusudur. Bu
durumda kendi görev süresi de sona ermiş olur. Bu düzenleme, kuramda denge ve denetim
mekanizmasının bir parçası gibi görünse de uygulamada yürütme lehine yoğunlaşan
bir yetki dağılımına zemin hazırlamaktadır. Erdoğan’ın bu yetkileri kullanma olasılığı
özellikle üç koşul altında artış göstermektedir: (1) TBMM'de çoğunluğun
kaybedilmesi ve yasama sürecinin tıkanması, (2) ekonomik ve toplumsal krizin
muhalefet lehine bir siyasal seferberlik yaratması ve (3) rejimin bekası
açısından tehdit olarak görülen yargı süreçleri, yolsuzluk dosyaları veya iç
parti çatlaklarının kamuoyuna yansıması. Bu üç durumda Erdoğan erken seçim
kartını bir “kaçış planı” veya “saldırı atılımı” olarak devreye sokabilir. Özellikle
ekonomik kriz ortamında seçmen davranışının muhalefet lehine şekillenmeye
başlaması durumunda Erdoğan’ın denetimindeki medya ve bürokratik aygıt
aracılığıyla erken seçim kararı “sistem revizyonu”, “yeni anayasa” ya da “güçlü
liderlik gereksinimi” gibi gerekçelerle meşrulaştırılabilir. Ancak bu atılımın
temel amacı muhalefeti hazırlıksız yakalayarak mevcut güç dengelerini yeniden
kendi lehine şekillendirmek olacaktır. Nitekim geçmiş uygulamalarda da
görüldüğü gibi Erdoğan erken seçim kararlarını çoğunlukla siyasal üstünlüğünü en
güçlü kılacak anlarda devreye sokmuştur. Öte yandan bu yetkinin kullanılması
rejimin otoriterleşme sürecinde kritik bir eşik anlamına da gelebilir. TBMM’nin
işlevsizleştirilmesi ve halkın oylarıyla oluşan temsil yapısının sürekliliğinin
kesintiye uğratılması anayasal düzenin olağan işleyişine zarar verecektir. Bu
bağlamda erken seçim kararının yalnızca siyasal değil anayasal bir kriz
doğurması da olasıdır. Özellikle muhalefet partilerinin seçim güvenliğine ilişkin
kuşkuları bu tür bir kararı daha da tartışmalı kılacaktır. Sonuç olarak,
Erdoğan’ın erken seçim veya TBMM’yi feshetme yetkisini kullanma olasılığı anayasal
çerçevede olanaklı olmakla birlikte siyasal ortamın ve rejim içi
hesaplaşmaların belirleyici olduğu bir stratejik atılım olarak
değerlendirilmelidir. Bu yetkinin kullanılması durumunda Türkiye’deki siyasal
dengelerin yalnızca seçim aritmetiğiyle değil yargı, medya ve bürokrasi
üçgeninde şekillenen geniş bir iktidar mimarisiyle yeniden kurulacağı
öngörülebilir.
Erdoğan ve
Netanyahu'nun Siyasal Stratejileri ile Yargı Süreçlerinin Kesişim Noktaları:
Karşılaştırmalı Bir İnceleme
Recep Tayyip Erdoğan ve Binyamin
Netanyahu farklı siyasal sistemlerde ve tarihsel bağlamlarda iktidarlarını
sürdürmüş olsalar da benzer otoriter eğilimler ve yargı süreçlerine yönelik
stratejik müdahaleler üzerinden dikkat çekici benzerlikler sergilemektedir. Her
iki liderin de uzun süreli iktidarlarını sürdürmek ve muhalefeti
etkisizleştirmek amacıyla yargıyı hem bir meşruluk aracı hem de bir siyasal
tasarım aygıtı olarak kullandıkları görülmektedir. Erdoğan, özellikle 2010
sonrası dönemde Türk yargısının bağımsız yapısını büyük ölçüde dönüştürerek
yargıyı yürütme erkine bağlı duruma getirmiştir. HSK’nın yapısının değişmesi
Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay üzerindeki siyasal etkilerin artması bu dönüşümün
temel yapıtaşlarını oluşturmuştur. Erdoğan yargıyı sadece iktidarını korumak
için değil aynı zamanda muhalefeti baskılamak ve yerel yönetimlerdeki güç
merkezlerini zayıflatmak amacıyla da etkili biçimde kullanmaktadır. Özellikle
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve diğer muhalif belediye
başkanlarına yönelik davalar bu stratejinin somut göstergeleridir. Netanyahu
ise İsrail yargı sisteminin liberal-demokratik yapısına rağmen hakkındaki
yolsuzluk davaları bağlamında benzer bir meşruluk krizi üretmiştir. Başbakanlık
görevindeyken yargılanan ilk İsrail lideri olarak yargıya olan güveni
zedelemeye ve süreci siyasal bir komplo olarak çerçevelemeye yönelik bir söylem
geliştirmiştir. 2023’te önerdiği “yargı reformları” ile Yüksek Mahkeme’nin
yetkilerini kısıtlama girişimi kuvvetler ayrılığı ilkesine doğrudan bir
müdahale olarak değerlendirilmiştir. Bu reformlara karşı gelişen kitlesel
protestolar İsrail'de toplumsal kutuplaşmayı derinleştirmiştir. Her iki liderin
yargı ile etkinliklerinde ortak olan yön yargıyı siyasal iktidarın sürekliliği
için dönüştürmeye ve araçsallaştırmaya yönelik stratejik çabalardır. Ancak
farklılıklar da dikkat çekicidir. Türkiye’de yargı büyük ölçüde siyasal
iktidarın denetimine girmişken İsrail’de yargı kurumları hala direnç kapasitesi
gösterebilmekte ve toplumsal muhalefetle etkileşim içinde hareket
edebilmektedir. Erdoğan, yargı aracılığıyla siyasal alanı yeniden tasarlarken
Netanyahu daha çok yargıyı etkisizleştirerek kişisel iktidarını koruma savaşımı
vermektedir. Bu karşılaştırma, otoriterleşme eğilimlerinin sadece kurumların
yapısal dönüşümüne değil aynı zamanda yargı-yürütme etkinliklerinde meşruluk savaşımına
da yansıdığını göstermektedir. Erdoğan ve Netanyahu örnekleri, lider merkezli
otoriterleşme süreçlerinin farklı bağlamlarda nasıl benzer dinamikler
taşıyabileceğini ortaya koymaktadır.
Demokratik Rejim,
Hukuk Devleti ve Toplumsal Barış Açısından Erdoğan’ın Yol Haritası: Olası
Riskler ve Sonuçlar
Türkiye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın
siyasal yönelimi, 2017 Anayasa değişikliğiyle kurumsallaşan Cumhurbaşkanlığı
Hükümet Sistemi sonrasında giderek daha fazla merkezileşmiş ve otoriterleşmiş
bir yönetim tarzına evrilmiştir. Bu yol haritası yürütmenin diğer erkler
üzerindeki etkisini sistemli olarak artırmış ve yasama ve yargının bağımsızlığı
önemli ölçüde aşınmıştır. Erdoğan’ın izlediği strateji, özellikle seçim
dönemlerinde yargı mekanizmasının siyasallaştırılması, muhalefet partilerine ve
belediyelere yönelik yönetsel ve hukuksal müdahaleler, medya denetimi,
bürokratik kadrolaşma ve siyasal sadakate dayalı kaynak dağılımı gibi unsurlar
üzerinden şekillenmektedir. Bu süreçte demokratik rejimin temel ilkeleri olan
serbest ve adil seçimler, ifade özgürlüğü, örgütlenme hakkı ve siyasal
çoğulculuk ciddi baskı altına alınmıştır. Muhalefet liderleri ve yerel
yönetimler çeşitli yargı süreçleriyle hedef alınmış ve yerel demokrasi alanı
daraltılmıştır. Bu durum demokrasinin yalnızca biçimsel düzeyde değil aynı
zamanda işlevsel düzeyde de zayıfladığını göstermektedir. Seçim sonuçlarının meşruluğuna
yönelik kuşkuların artması ve sandık güvenliği konusundaki endişeleri
beraberinde getirmiştir. Hukuk devleti ilkesi açısından değerlendirildiğinde Erdoğan’ın
yol haritası yargı bağımsızlığının kırılganlaştığını ve hukukun siyasallaştığını
ortaya koymaktadır. Yargı kurumlarının yürütmenin etkisi altında kararlar
alması özellikle muhalif aktörlere yönelik keyfi uygulamaların önünü açmakta ve
bu durum da anayasal güvence altındaki hakların ihlal edilmesine yol
açmaktadır. OHAL döneminde çıkarılan KHK’ların etkisinin halen devam etmesi ve
yargının bu düzenlemeleri içtihada dönüştürmesi, hukukun öngörülebilirliğini ve
eşit uygulanabilirliğini ciddi biçimde sarsmaktadır. Toplumsal barış açısından
ise Erdoğan’ın stratejisi çoğunlukçu siyaset anlayışını pekiştirerek toplumsal
kutuplaşmayı derinleştirmektedir. Siyasal dilin sürekli olarak düşmanlaştırıcı
ve ayrıştırıcı unsurlar içermesi farklı kimlik ve görüşteki yurttaşların
devletle kurdukları ilişkilerde güven sorununa neden olmaktadır. Özellikle Kürt
sorunu, Alevi yurttaşların talepleri ve muhalif sivil toplumun etkinliklerinin suç
olarak işlem görmesi gibi başlıklarda izlenen siyasalar hem toplumsal çatışma
riskini artırmakta hem de barışçıl çözüm kanallarını tıkamaktadır. Sonuç
olarak, Erdoğan’ın yol haritası Türkiye’nin demokratik gerileme sürecine
girmesine, hukuk devletinin yapısal erozyonuna ve toplumsal barışın
zedelenmesine neden olan bir rejim mühendisliğini temsil etmektedir. Bu sürecin
sürdürülebilirliği sadece siyasal yarışmanın geleceğini değil aynı zamanda
Türkiye’nin anayasal düzeniyle yurttaş-devlet etkinliklerinin niteliğini de
belirleyici biçimde etkilemektedir. Bu nedenle söz konusu stratejinin
demokratik sistemin kurucu ilkeleri açısından yarattığı riskler yalnızca güncel
siyasal tabloyla sınırlı olmayıp uzun vadeli kurumsal ve toplumsal maliyetler
de doğurmaktadır.
Erdoğan’ın Yol
Haritasının Türkiye’nin Demokratik Rejimi, Hukuk Devleti ve Toplumsal Barışına
Yönelik Olası Etkileri
Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasal yol
haritası, son dönemde belirginleşen otoriter eğilimler ve rejim değişiklikleri
bağlamında Türkiye’nin demokratik rejim, hukuk devleti ve toplumsal barış
açısından önemli riskler barındırmaktadır. Erdoğan’ın merkeziyetçi ve
kişiselleştirilmiş iktidar anlayışı, demokratik norm ve kurumların
zayıflamasına, hukuk sisteminin siyasallaşmasına ve toplumsal kutuplaşmanın
derinleşmesine yol açabilecek dinamikleri tetiklemektedir. Demokratik rejim
açısından Erdoğan’ın yürüttüğü siyasalar seçim süreçlerinin saydamlığı ve yarışma
koşullarının eşitliği üzerinde baskı oluşturmakta ve muhalefetin etkinliklerini
engellemek için yargı ve yönetsel mekanizmaların sistemli kullanımı
yaygınlaşmaktadır. Bu durum demokratik temsilin ve çoğulculuğun zayıflamasına
ve iktidarın demokratik meşruluğunun sorgulanmasına neden olabilir. Hukuk
devleti bağlamında ise Erdoğan’ın yol haritası, yargı bağımsızlığının ortadan
kalkması ve hukukun üstünlüğünün erozyona uğraması riskini beraberinde
getirmektedir. Yargı süreçlerinin siyasal iktidarın aracı durumuna gelmesi,
keyfi tutuklamalar, soruşturmalar ve mahkeme kararları yoluyla karşıtlara
yönelik baskının artması, hukukun tarafsızlık ve öngörülebilirlik ilkelerini
zedelemektedir. Bu da toplumda adalet duygusunun zayıflamasına ve devlet
kurumlarına olan güvenin azalmasına yol açmaktadır. Toplumsal barış bakımından
Erdoğan’ın siyasaları toplumsal gruplar arasındaki ayrışmaları
keskinleştirmekte, etnik, dini ve siyasal kimlikler üzerinden kutuplaşmayı
artırmaktadır. Devlet siyasalarının belirli kesimleri dışlayıcı ve suç konumuna
dönüştürücü yapısı toplumsal çatışma riskini yükseltmekte ve toplumsal
bütünleşmeyi ve barışçıl bir arada yaşamı tehdit etmektedir. Bu durum hem iç
huzur hem de demokratik kararlılık için ciddi bir tehdit unsuru olarak ortaya
çıkmaktadır. Sonuç olarak, Erdoğan’ın mevcut yol haritası Türkiye’de demokratik
rejimin işleyişini, hukuk devletinin işlevselliğini ve toplumsal barışın
sürdürülebilirliğini zayıflatma gizil gücü taşımaktadır. Bu risklerin bertaraf
edilmesi, demokratik kurumların güçlendirilmesi, hukukun üstünlüğünün
sağlanması ve kapsayıcı siyasal yaklaşımların benimsenmesiyle olanaklı
olacaktır.
Erdoğan
Liderliğindeki İktidarın Türkiye Siyasetinde CHP’nin Etkisizleştirilmesi ve
Otoriterleşmenin Derinleşmesi: Fütüristik Bir Yol Haritası
Türkiye siyasetinde Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan ve ittifakındaki siyasal aktörlerin önümüzdeki dönemde
iktidarlarını korumak ve muhalefet partisi CHP’nin seçim başarısını engellemek
üzere izleyeceği yol haritası demokratik rejim, hukuk devleti ve toplumsal
barış açısından önemli riskler barındırmaktadır. Bu yol haritası, otokratik
uygulamaların genişletilmesi, muhalefetin sistemli biçimde zayıflatılması ve
seçim süreçlerinin yönlendirilmesi ekseninde şekillenmektedir.
Öncelikle, CHP’nin siyaset dışına
itilmesi stratejisinin önemli bir ayağı parti liderliği ve kritik kadrolar
üzerinde yürütülecek ‘yok etme’ ve içeriden parçalama etkinlikleridir. Erdoğan
iktidarı, “Ankara merkezli siyaset” paradigması doğrultusunda CHP içindeki
hizipleşmeleri derinleştirmeyi hedefleyerek özellikle Özgür Özel ve yakın
çevresinin etkisini zayıflatacak siyasal rüşvet mekanizmaları ve disiplin
süreçleri devreye sokacaktır. Bu strateji, CHP’nin siyasal etkinliğinin
kırılmasını ve muhalefetin yeni bir liderlik sürecine geçmesini geciktirmeyi
amaçlamaktadır. Ayrıca, yargı ve bürokrasi aracılığıyla CHP’nin “yasadışı
örgütlenme” ve “terör destekçiliği” gibi suçlamalarla karşı karşıya bırakılması
olasılığı partinin seçim kampanyalarını zayıflatacak önemli bir araç olarak
kullanılacaktır.
İkinci olarak, CHP’li belediyelere
yönelik baskılar ve müdahaleler yol haritasının kritik unsurlarındandır.
İktidar, belediye başkanlarını yargı süreçleri ile baskı altında tutarak
görevden uzaklaştırmalar ve tutuklamalar yoluyla yerel yönetimlerin muhalif
kanadını zayıflatmayı sürdürecektir. Merkezi devletin kaynaklarını kısıtlayarak
ve yönetsel denetimleri artırarak belediyelerin işlevselliğini engelleyen
“silkeleyin” talimatları ile yerel muhalefetin toplumsal alanı daraltılacaktır.
Üçüncü olarak, medya ve aydınlar
üzerindeki denetim ve dezenformasyon etkinlikleri yoğunlaştırılacaktır. İktidar
yanlısı medya tekelleştirilerek, muhalif medya ve toplumsal medya
platformlarının üzerindeki baskılar artırılacak ve muhalefetin iletileri
yönlendirilip itibarsızlaştırılacaktır. Muhalif aydınların ve üniversitelerdeki
akademisyenlerin ve öğretim üyelerinin hedef alınması ve görevlerinden
uzaklaştırılması ifade özgürlüğü ve kamuoyu oluşturma süreçlerinin
kısıtlanmasına yol açacaktır.
Dördüncü olarak, yargı kurumları
iktidarın tam denetimine alınarak muhalefete yönelik siyasal davaların sayısı
artırılacaktır. HSYK/HSK yapısındaki iktidar etkisi devam ettirilerek yargı
sürecinin siyasallaşması derinleşecektir. Bu durum, hukukun üstünlüğü ilkesini
zayıflatacak ve seçmenlerde adalet beklentisini sarsacaktır.
Beşinci önemli strateji ise erken
seçim atılımıdır. Mayıs 2028’de yapılması gereken seçimler Erdoğan’ın TBMM’yi
feshi veya istifası yoluyla en az 6 ay erkene alınacaktır. Bu seçim,
muhalefetin hazırlıksız yakalanmasını ve iktidarın propaganda makinesini tam
kapasite kullanmasını sağlayacak şekilde örgütlenecektir. YSK ve sandık
güvenliği süreçlerinde iktidarın denetimi güçlendirilecek ve seçim sonuçlarına
yönelik muhalefet itirazları etkisizleştirilecektir.
Altıncı ve son olarak, toplumsal
kutuplaşmanın derinleştirilmesi ve milliyetçi-tutucu tabanın bütünleştirilmesi
stratejik öncelik olarak korunacaktır. Muhalefet “dış tehdit” ve “terör
destekçisi” söylemleriyle düşmanlaştırılarak seçmenler arasında korku ve
güvenlik odaklı ait olma mekanizmaları harekete geçirilecektir. Ayrıca,
ekonomik kaynakların seçmene doğrudan dağıtımı ile sadakat artırılacaktır.
Sonuç olarak, Erdoğan liderliğindeki
iktidar bloğunun yukarıda özetlenen yol haritası Türkiye’de demokratik
normların, hukuk devletinin ve toplumsal barışın erozyonuna zemin hazırlayan
otoriterleşme eğilimlerinin somut bir göstergesidir. Bu stratejik yönelimler
hem siyasal çoğulculuğu daraltacak hem de uzun vadede kurumsal ve toplumsal kararlılığı
tehdit edecektir.
Erdoğan
Liderliğindeki İktidarın Yol Haritası Bağlamında Ekonomik Fütürizm: Türkiye'nin
Ekonomik ve Siyasal Geleceğine Yönelik Çözümleme
Türkiye siyasetinde Erdoğan
liderliğindeki iktidarın önümüzdeki dönemde izleyeceği yol haritası, yalnızca
siyasal baskı ve otoriterleşme süreçleriyle değil aynı zamanda ekonomik siyasalar
ve kaynak dağılımı üzerinden de şekillenecektir. Bu bağlamda, ekonomik fütürizm
bakış açısı iktidarın ekonomik stratejilerinin toplumsal dinamikler ve siyasal meşruluk
üzerindeki etkilerini sistemli biçimde değerlendirmeyi amaçlar.
Birinci olarak, ekonomik kaynakların
özellikle dar gelirli ve siyasal açıdan kritik seçmen tabanına yönlendirilmesi
iktidarın sadakat mekanizmasının temel unsurlarından biri olarak öne çıkar. Toplumsal
yardımların artırılması, kamu yatırımlarının seçmene doğrudan ulaşması ve
istihdam destekleri ekonomik fütürizm ışığında siyasal kararlılığı pekiştirmek
üzere planlanmaktadır. Bu kapsamda, aylık parasal ve nakdi desteklerin ve
emekli ve memur maaşlarının enflasyonun üzerinde veya yakın seviyelerde
artırılması beklenmektedir. Bu tür ekonomik atılımlar iktidarın toplumsal
tabanını canlı tutmak ve seçim başarısını güvence altına almak için kritik
öneme sahiptir.
İkinci olarak, kamu iktisadi
teşebbüslerinin ve devlet müdahaleciliğinin artırılması ekonomik fütürizmin
merkezi unsurlarından biri olarak karşımıza çıkar. Özellikle altyapı
yatırımları ve stratejik sektörlerde kamu ağırlığının güçlendirilmesi ekonomik
bağımsızlık ve siyasal denetim sağlama hedefleriyle uyumludur. Ancak bu siyasaların
uzun vadede ekonomik verimlilik ve piyasa yarışması üzerinde olumsuz etkileri
olabileceği ve ekonomik kırılganlık risklerini artırabileceği öngörülmektedir.
Üçüncü olarak, gelir dağılımındaki
eşitsizliğin derinleşme eğilimi ekonomik fütürizm bağlamında önemlidir.
Kaynakların büyük oranda iktidar çevresine yakın sermaye ve gruplara
aktarılması tersine zenginleşme (reverse wealth transfer) olarak
adlandırılan bir olgunun Türkiye ekonomisinde yaygınlaşmasına neden olmaktadır.
Bu durum toplumsal adaletsizlik algısını güçlendirirken uzun vadede siyasal ve toplumsal
kararlılık için risk oluşturmaktadır.
Dördüncü olarak, enflasyonun yüksek
seyretmesi nedeniyle kamu maaşları ve toplumsal yardımlarda yapılan zamlar
genellikle enflasyon oranına paralel olacaktır. Ancak seçime yakın dönemlerde
asgari ücret ve toplumsal yardımlarda artışların daha siyasal bir nitelik
kazanması ekonomik fütürizm çerçevesinde siyasal hedeflere hizmet eden
stratejik müdahaleler olarak değerlendirilebilir. Öte yandan, temel gıda
maddeleri ve enerji fiyatlarında yaşanabilecek kademeli zamlar toplumsal tepki
riski nedeniyle iktidarın dikkatle yöneteceği duyarlı alanlar arasında yer
almaktadır.
Beşinci olarak, ekonomik
kırılganlıkların ve dış borç yükünün yüksekliği uzun vadeli yapısal reformların
ertelenmesine ve kısa vadeli siyasal kararlılığın öncelenmesine yol açmaktadır.
Bu durum, ekonomik fütürizmin öngördüğü risk senaryoları arasında büyüme
sürdürülebilirliğinin ve makroekonomik kararlılığın tehlikeye girmesi yer
almaktadır.
Sonuç olarak, Erdoğan liderliğindeki
iktidarın ekonomik fütürizm bakış açısıyla ortaya konan yol haritası siyasal
iktidarın meşruluğunu ve seçim başarısını sürdürmek üzere ekonomik kaynakları
stratejik biçimde kullanmasını içermektedir. Bu strateji, devlet
müdahaleciliğinin artırılması, gelir eşitsizliğinin derinleşmesi ve ekonomik
kırılganlıkların yönetilmesi ekseninde şekillenirken Türkiye’nin ekonomik ve
siyasal geleceğine ilişkin belirsizlikleri ve riskleri de beraberinde
getirmektedir.
ERDOĞAN
İKTİDARININ FÜTÜRİSTİK EYLEM PLANI
Dönem: 2025 İkinci Yarısı – 2028
Genel Seçimleri |
|||
Amaç: Otoriter iktidarın
kalıcılığının sağlanması, rejimin restorasyonu, ana muhalefetsiz bir siyasal
düzene geçiş |
|||
Tarih / Dönem |
Alan |
Somut Karar / Uygulama |
Amaç / Etki |
2025 Sonbaharı |
Siyasal |
DEM ile müzakere süreci başlatılır, "barış süreci"
retoriği devreye girer |
Kürt oylarının bölünmesi, muhalefet zayıflatılır |
2025 Sonbaharı |
Yargı |
CHP Kurultay davasında Özgür Özel’in liderliği tartışmalı duruma
getirilir, parti yönetimi yargı baskısı altına alınır |
CHP'nin itibarsızlaştırılması ve parçalanması |
2026 Kış |
Yönetsel |
Büyükşehir belediyelerine yönelik İçişleri Bakanlığı
soruşturmaları hızlandırılır |
CHP’li belediyelere kayyım atama süreci hazırlanır |
2026 Kış |
Ekonomik |
Asgari ücret ve emekli aylıkları "seçim öncesi" artış
planlamasına alınır |
Seçim rüşveti olarak ekonomik refah algısı yaratılır |
2026 İlkbahar |
Medya / Algı |
Yeni medya yasaları çıkarılır, sosyal medyaya RTÜK benzeri
denetim getirilir |
Eleştirel seslerin bastırılması, bilgi akışının denetlenmesi |
2026 Yaz |
Hukuk |
Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu değişikliği: baraj
sistemi yeniden düzenlenir, seçim çevreleriyle oynanır |
Muhalefetin mecliste temsil kapasitesi düşürülür |
2026 Sonbahar |
CHP’ye Müdahale |
Özgür Özel ve ekibi hakkında yeni soruşturmalar ve dava
süreçleri başlatılır |
Parti liderliğinin düşürülmesi ve yeni kukla bir yönetimin iş
başına getirilmesi |
2026 Sonbahar |
Devlet İçi Kadrolaşma |
Yargı, bürokrasi ve YÖK’te yeni atamalarla toplam denetim
yeniden sağlanır |
Seçim güvenliği dahil tüm kurumsal denetim ortadan kaldırılır |
2027 İlkbahar |
Ekonomik |
Büyük altyapı yatırımları (Kanal İstanbul, hızlı tren vb.)
propagandaya dönüştürülerek seçim yatırımı yapılır |
Erdoğan’a modernist lider imajı kazandırılır |
2027 Yaz |
Siyasal |
Yeni anayasa önerileri kamuoyuna sunulur: "liderlik
sistemi", "güçlü yürütme" vurgusu yapılır |
Erdoğan’ın yeniden adaylığına zemin hazırlanır |
2027 Sonbahar |
Yargı |
Anayasa Mahkemesi'nin yetkileri yeniden sınırlandırılır veya
yapılandırılır |
Hukukun denetleyici kapasitesi ortadan kaldırılır |
2027 – 2028 |
Toplumsal / Kültürel |
Din ve millet vurgusu öne çıkarılarak Diyanet destekli
kampanyalar başlatılır |
Tutucu seçmenin seferberliği |
2028 İlkbahar |
Seçim Güvenliği |
YSK ve güvenlik birimleri tamamen iktidar denetiminde
yapılandırılır |
Seçim sonuçlarının yönlendirilmesi olanaklı duruma getirilir |
2028 Seçim Öncesi |
Sosyal Yardım |
“Devletin eli her haneye ulaşıyor” propagandasıyla yoğun sosyal
yardım kampanyaları başlatılır |
Yoksul seçmen bloğunun iktidara bağımlı kılınması |
Kritik Yorum ve
Değerlendirme
Bu fütüristik eylem planı, CHP'nin
siyaset dışına itilmesi, DEM’in bölünmesi, muhalif seçmenlerin bastırılması,
yeni bir anayasa ile rejim restorasyonu ve Erdoğan’ın yeniden adaylığının
meşrulaştırılması hedeflerini taşımaktadır. Süreç boyunca hukuk, medya ve
ekonomi araçsallaştırılarak seçimler öncesinde denetimli bir siyasal yarışma
ortamı yaratılacak ancak gerçekte tek seçenekli bir sistem kurulacaktır. Seçim
ekonomisi temel hak ve özgürlüklerin bastırılmasıyla paralel biçimde işleyecek
ve popülist ekonomik söylem otoriter siyasetin üzerini örtecektir.
AKP İKTİDARININ
OLASI FÜTÜRİSTİK EYLEM PLANI (2025–2026 GENEL SEÇİM DÖNEMİ ÖNCESİ)
ZAMAN DİLİMİ |
ALAN |
OLASI EYLEM / KARARLAR |
AMAÇ / AÇIKLAMA |
2025 Yaz – Güz |
Siyasal |
CHP'li büyükşehir belediyelerine müfettiş baskıları artırılır, soruşturmalar
hızlandırılır |
İstanbul, Ankara, İzmir gibi merkezlerde baskının
kurumsallaştırılması |
Ekrem İmamoğlu’na yeni dava açılması veya tutuklama |
CHP'nin en güçlü figürünün etkisizleştirilmesi |
|
Cumhurbaşkanı adayının saygınlığının azaltılması, olabilirse
adaylığının yargı yoluyla engellenmesi |
DEM ile görüşmelerin gizli/örtük şekilde devamı |
Öcalan üzerinden Kürt seçmenin bölünmesi |
|
Anayasa değişikliği oylamasında ve genel ve yerel seçimlerde
Kürt oylarının güvence altına alınması |
Kurumsal |
Anayasa Mahkemesi'nin yetkilerinin fiilen sınırlandırılması
(örneğin yeni kanunlarla) |
Yargı denetimini işlevsizleştirme |
Erkler ayrılığının anlamsızlaştırılması |
Toplumsal |
Yeni bir “Aile ve Değerler” seferberliği |
Dindar-tutucu toplumsal tabanın pekiştirilmesi |
Cumhur İttifakı’nın oylarının artırılması |
Ekonomik |
Temmuz 2025’te düşük düzeyde maaş zammı ve ek sosyal yardımlar
paketi |
Enflasyon altında zam, ancak seçmen tepkisini azaltma amaçlı
destekler |
Geniş halk ve seçmen kitlelerin tepkisini azaltmak |
2025 Sonbahar |
Siyasal |
“DEM’le çözüm süreci yeniden başlıyor” benzeri bir atılım |
MHP’yle ilişkiler denge içinde tutulurken Kürt tabanını bölme
taktiği |
Toplumsal |
Sosyal medya yasağı/sansür düzenlemeleri |
Eleştirinin engellenmesi, dezenformasyon denetimi |
Tek sesli toplum yaratma |
Kurumsal |
RTÜK ve BİK eliyle CHP’ye yakın medya organlarına yüksek cezalar |
Basının susturulması ve korkutulması |
Tek sesli toplum yaratma |
Ekonomik |
Eylül-Ekim 2025: Yeni Orta Vadeli Program (OVP) açıklanır, yapay
refah vurgusu |
Kamuoyuna “kontrol bizde” iletisi |
Geçim sıkıntısı içindeki kitlelerin tepkisini azaltmak |
2026 Kış – Bahar |
Siyasal |
CHP içinde hizip yaratma, yeni seçenekleri destekleme |
Parti içi bölünmelerle Özgür Özel’in etkisizleştirilmesi |
Toplumsal |
Devlet ve vakıf üniversitelerinde ‘rektör, rektör yardımcıları, dekanlar
ve bölüm başkanları’ atamaları üzerinden ideolojik kadrolaşma. Yandaşlık
eğilimi ve desteği göstermeyen öğretim üyelerinin edilgin duruma getirilmesi ya
da sözleşmelerinin yenilenmemesi |
Gençliğin denetim altına alınması |
Yüksek öğrenimde muhalefet unsurlarının temizlenmesi ve etkisiz
kılınması |
Ekonomik |
Memur ve emekli maaşlarına 2026 başında sınırlı zam ve TOKİ
üzerinden ev vaadi |
Umut satışı: “sabredin, seçimden sonra düzelecek” iletisi |
Geçim sıkıntısı içindeki kitlelerin tepkisini azaltmak |
Kurumsal |
YSK ve Seçim Kurulları yeniden yapılandırılır |
Seçim güvenliği üzerinde dolaylı denetim |
Seçim sonuçlarını yönlendirmek |
2026 İlkbahar |
Siyasal |
Yeni anayasa çağrısı (başkanlık sisteminin güçlendirilmesi +
liderin yeniden adaylığı) |
Bahçeli desteğiyle “kararlılık için Erdoğan şart” kampanyası
başlatılır |
Toplumsal |
“Milletin İradesi Forumu” gibi sahte sivil toplum örgütleri
kurulabilir |
Toplumun meşruluk algısını yönlendirme |
Toplum mühendisliği yoluyla kitleleri iktidar lehine
yönlendirmek |
Ekonomik |
Seçim ekonomisi: kamu harcamalarında genişleme ve düşük faiz siyasası |
Kısa vadeli refah duygusu yaratma |
Geçim sıkıntısı içindeki kitlelerin tepkisini azaltmak |
Kurumsal |
İBB'nin elindeki stratejik taşınmazlara el konması veya
yönetimin devri |
CHP’nin elindeki finansal kaynakların kurutulması |
Rakibi olanaksız kılmak |
2026 Yaz |
Siyasal |
Erken seçim çağrısı: “Yeni Türkiye için yeniden yetki” söylemi |
Uygun koşullarda seçim kararı alma |
Toplumsal |
Milli güvenlik gerekçesiyle bazı siyasal mitinglere kısıtlama |
Muhalefetin alanda zayıflatılması |
Düşünce ifade özgürlüğünü kısıtlama |
Ekonomik |
Asgari ücret ve emekli maaşlarına seçim öncesi popülist artış |
Seçim günü psikolojik üstünlük sağlama |
Geçim sıkıntısı içindeki kitlelerin tepkisini azaltma |
ÖNEMLİ STRATEJİK
HEDEFLER: FÜTÜRİSTİK BAKIŞ AÇISI
STRATEJİ |
İLGİLİ EYLEMLER |
CHP'nin siyaset dışına itilmesi |
Yargı yoluyla kadroların YOK ETME, belediyelerin
itibarsızlaştırılması. |
DEM'in bölünmesi ve Öcalan'ın araçsallaştırılması |
Kürt seçmen davranışında bölünme yaratma. |
Devlet olanaklarıyla seçmen yönlendirme |
Sosyal yardımlar, TOKİ, memur maaşı ve seçim yatırımları. |
Anayasal düzenlemelerle rejimin güçlendirilmesi |
Yeni anayasa yoluyla Erdoğan’ın yeniden adaylığının hukuki
çerçevesinin oluşturulması. |
Seçim altyapısının denetimi |
YSK, Seçim Kurulları ve medya üzerinde baskı. |
DEĞERLENDİRME ve
YORUM
“Ankara Merkezli
Siyaset”in Seçim Öncesi Uygulama Haritası: Otoriter Bütünleşme ve Siyaset Üstü
Rejime Geçiş Arayışı
Erdoğan liderliğindeki iktidar
bloğunun ilk genel seçimlere kadar izleyeceği olası eylem planı sadece siyasal
yarışmanın kurallarını belirlemekle kalmayacak aynı zamanda muhalefetin siyasal
sistemden dışlanmasına, devletin tüm olanaklarının tek bir merkeze bağlı hale
getirilmesine ve siyasal alanın yeniden tanımlanmasına yönelik stratejik bir
yeniden yapılanmayı içerecektir. Bu sürecin temel hedefi muhalefeti yalnızca
seçim yarışmasından değil siyasal meşruluk zemininden de kopararak
otoriter-popülist yönetim biçimini anayasal sistem içinde normalleştirmek ve
kurumsallaştırmaktır. Bu bağlamda üç temel eksende derinleşme söz konusu
olabilecektir. Laiklik ilkesi de içlerinde olmak üzere Cumhuriyet’in temel
niteliklerinin değiştirilmek istenmesi de olasıdır.
Muhalefetin Yok
Edilmesi ve CHP’nin Partisizleştirilmesi
CHP Genel Başkanı Özgür Özel'e karşı
sürdürülen yumuşak yönlendirme siyaseti ile parti içinde zayıflatılması ve
ardından yerel yönetimler üzerinden CHP’nin başarısız gösterilmesi hedeflenebilir.
CHP’li belediye başkanlarına yönelik yargı yoluyla yıldırma politikaları
(görevden almalar, tutuklamalar, kayyım tehditleri) yaygınlaştırılabilir. Kurultay
tartışmaları, seçilmiş kadroların yargı üzerinden tartışmaya açılması gibi
taktiklerle CHP’nin kurumsal kimliği sürekli kriz içerisinde tutulabilir. Bu
stratejinin son amacı CHP’nin “devlet partisi” mirasından uzaklaştırılması ve
anayasal muhalefet seçeneği olmaktan çıkarılması olabilir. Nitekim, İBB’ye
uygulanan baskı yöntemleri İzmir BB’ne uzanmış görünmektedir. Bu çizginin
aratarak sürmesi beklenebilir.
Devletin Tüm
Kurumsal Aygıtlarının Siyasallaştırılması
Yargı, seçim kurulları, medya
düzenleyici kurumlar, üniversiteler ve sivil toplum kuruluşları üzerinde
denetim daha da sıkılaştırılarak “devlet içi muhalefet” alanları kapatılabilir.
Anayasa Mahkemesi’nin yetkilerinin sınırlandırılması veya yapısının
değiştirilmesi yeniden gündeme getirilebilir. Seçim kurulları üzerinden sandık
süreci denetimi sıkılaştırılarak muhalefetin alandaki başarısı frenlenebilir.
Toplumsal Seferberlik
ve Ekonomik Popülizm Aracılığıyla Seçmen Yönetimi
Aile destek paketleri, ‘Emeklilikte Yaşa
Takılanlar’ benzeri düzenlemeler ve doğrudan yardım programları genişletilerek
ekonomik hoşnutsuzluk bastırılmaya çalışılabilir. Emekli maaşlarında az da olsa
artışlar ve asgari ücret ve memur maaşlarında seçici zamlarla iktidarın sadık
seçmen kitlesi bütünleştirilmeye çalışılabilir. “Ulusal teknoloji”, “savunma
sanayii”, “Anadolu’da fabrika” söylemleri üzerinden yeni başarı anlatıları
kurgulanabilir. Dezenformasyon yasası ve medya ve sosyal medya üzerindeki
denetim genişletilerek değişik bilgi kaynakları etkisizleştirilebilir.
Erdoğan liderliğindeki siyasal
mühendislik planı artık yalnızca seçim kazanmakla sınırlı bir strateji değildir
ve seçimleri “kazanmanın ötesine” geçen bir iktidar sürekliliği oluşturulması
hedeflenmektedir. Bu süreçte muhalefetin anayasal zeminle olan bağları
zayıflatılmakta, siyasetin toplumsal temsi rolü aşındırılmakta ve devletle
özdeşleşmiş bir iktidar yapısı kurulmaktadır. Bu stratejik dönüşüm Türkiye'yi
partili bir yarışma rejiminden ‘parti-ötesi bir yönetişim’ biçimine geçirme
amacını taşıyabilir.
AKP liderliğinde şekillenen güncel
iktidar stratejisi, yalnızca siyasal alanda değil, aynı zamanda ekonomik ve
toplumsal düzlemlerde de geniş kapsamlı bir yeniden yapılandırma
hedeflemektedir. Bu strateji önümüzdeki ilk genel seçimlere dek uygulanması
planlanan adımlar üzerinden okunabilir. Bu adımlar sadece bir iktidar korunma
refleksi değil aynı zamanda otoriterleşmenin kurumsallaşmasına, muhalefetin
sistem dışına itilmesine ve toplumun siyasal, sınıfsal ve ideolojik olarak
yeniden düzenlenmesine yönelik bir “hegemonya üretim programı” işlevi görmektedir.
Siyasal Alanın
Yeniden Şekillendirilmesi
AKP-MHP iktidar bloğunun seçim öncesi
uygulamaya koyacağı adımların başında, CHP’nin siyaset dışına itilmesi süreci
gelmektedir. CHP liderliğine yönelik doğrudan müdahaleler, belediye
başkanlarının görevden alınması ve yargı süreçleriyle etkisizleştirilmesi gibi
mekanizmalar, sadece bir partiye dönük taktik değil kurumsal muhalefeti devre
dışı bırakma stratejisinin parçasıdır. Bu çerçevede, Anayasa Mahkemesi’nin
yetkisinin tartışmaya açılması, Yargıtay ve Danıştay üzerinden denetimli yargı
tasarımı siyasetin tümüyle “tek merkezli” hale getirilmesine hizmet etmektedir.
Seçim sistemi, partiler rejimi ve temsil mekanizmalarında yapılacak
düzenlemeler (örneğin genel seçimlerde dar
ve daraltılmış bölge sistemine geçiş), rejimin demokratik dışlanma kapasitesini
artırmakta ve seçmen iradesi üzerindeki yönlendirme olanaklarını
genişletmektedir. Bu adımlar, seçim sürecinin adil koşullarda değil “kontrollü
rekabet” temelinde işlemesine zemin hazırlamaktadır.
Toplumsal Denetim
Mekanizmalarının Derinleştirilmesi
İktidarın seçimlere kadar uygulamaya
koyacağı bir diğer stratejik atılım toplumun siyasal ve kültürel kodlarının
yeniden oluşturulmasıdır. Diyanet’in toplumsal yaşam üzerindeki etkisinin
artırılması, tarikat ve cemaatlere verilen alanların genişletilmesi, eğitimin
dinselleştirilmesi, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından uygulanan anti-laik eğitim
siyasaları sadece dinsel değil aynı zamanda siyasal sadakati yeniden üretme
işlevi taşımaktadır. Medya denetimi, sosyal medya düzenlemeleri ve
“dezenformasyonla mücadele” adı altında yürütülen denetim politikaları sadece
muhalefetin değil tüm yurttaşların ifade özgürlüğünü baskılayan bir aygıta
dönüşmektedir. Sivil toplumun, üniversitelerin ve meslek örgütlerinin (örneğin
barolar, tabip odaları) kuşatılması, toplumun “kolektif muhalefet kapasitesini”
kırmayı amaçlamaktadır. Bu durum toplumun sadece siyasal değil aynı zamanda
kurumsal ve kültürel olarak da suskunlaştırılmasını beraberinde getirmektedir.
Ekonomik
Fütürizm: Kriz Yönetimi ve Seçim Ekonomisi
Ekonomik bağlamda ise Erdoğan
liderliğindeki iktidar hem ekonomik fütürist bir kurgu hem de klasik seçim
ekonomisi modelini birlikte işletmektedir. Emekli ve memur maaşlarına yapılacak
seçici zamlar, sosyal yardımların artırılması, konut projeleri, tarımsal destek
paketleri ve faiz politikalarında geçici esneklikler toplumda geçici bir
rahatlama yaratmayı ve seçmen nezdinde “devletin yanındayız” algısını
güçlendirmeyi hedeflemektedir. Ancak bu adımların uzun vadeli
sürdürülebilirliği kuşkuludur. Orta Vadeli Program ve 12. Kalkınma Planı gibi
belgeler bu geçici rahatlamanın ardından sıkı maliye siyasaları ve kemer sıkma
döneminin geleceğini açıkça göstermektedir. Erdoğan yönetimi, kısa vadede seçim
kazanmak için “popülist refah dağıtımı” ve uzun vadede ise “otoriter mali
disiplin” arasında ikili bir strateji izlemektedir. Ayrıca kamu kaynaklarının
yeniden dağıtımı ve “yandaş sermaye” üzerindeki ihale rejimi, yalnızca ekonomik
değil, aynı zamanda siyasal sadakat mekanizması olarak işlev görmektedir. Bu
çerçevede, ekonomik alan bir tür hegemonya üretim ve sadakat devşirme sahasına
dönüştürülmektedir.
GENEL
DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
AKP liderliği altında Erdoğan’ın
yürürlüğe koyduğu siyasal strateji yalnızca seçime yönelik bir oy artırma
taktiği değil sistemsel dönüşümün sürekliliğini amaçlayan çok katmanlı bir
iktidar mühendisliğidir. Bu bağlamda, 2025-2026 sürecinde uygulanması öngörülen
eylem planı üç temel eksende yoğunlaşmaktadır:
Siyasal
mühendislik etkinlikleri: CHP'nin
etkisizleştirilmesi, DEM’in bölgesel otonomi beklentisi ile yönlendirilmesi,
küçük partilerin parçalanması ve seçim kanunlarının yeniden düzenlenmesi gibi
adımlarla muhalefetin parçalanması ve siyasal alanın denetim altına alınması
hedeflenmektedir.
Ekonomik fütürizm
stratejisi: Asgari ücret,
emekli maaşı ve memur maaşlarında yapılacak sınırlı ama hedeflenmiş artışlarla
seçmen gözünde geçici bir tatmin yaratılması amaçlanmakta aynı zamanda büyük
altyapı projeleri, tarım destekleri ve “ulusal üretim” sloganları ile ekonomik
toparlanma algısı yaratılmaktadır. Bu bağlamda, büyüme değil algı odaklı
dengeleme siyasası ön plandadır.
Sosyal ve
kültürel hegemonya araçları:
Aile, din, gelenek, beka ve “ulusal birlik” kavramları üzerinden hem seçmen
sadakati pekiştirilmeye çalışılmakta hem de sistemli bir şekilde muhalefetin
ahlaksal meşruluğu sorgulanmaktadır. Medya, sosyal medya düzenlemeleri, yargı
ve kolluk eliyle karşıt kamusal alanın daraltılması hedeflenmektedir.
Tüm bu adımlar, otoriter rejimin
kurumsallaşması ve rejimin sürdürülebilirliği açısından stratejik önemdedir. Bu
süreçte Erdoğan, yalnızca seçim kazanmayı değil oluşturmak istediği yeni
rejimin meşruluğunu pekiştirecek sosyo-politik altyapıyı tamamlamayı
hedeflemektedir.
Öte yandan, bu stratejinin başarıya
ulaşabilmesi şu unsurlara bağlıdır: DEM'in Abdullah Öcalan ve çözüm süreci
üzerinden iktidarla yapacağı olası pazarlıklar, CHP’nin bu sürece karşı
kurumsal bir direniş gösterip gösteremeyeceği, ekonomideki dengesizliklerin ve
dış borç yükünün seçim öncesi denetim altında tutulup tutulamayacağı ve uluslararası
etmenlerin (özellikle ABD seçimleri, AB ile ilişkiler ve bölgesel çatışmalar)
Erdoğan’a ne ölçüde alan açacağı.
Sonuç olarak, Türkiye 2025-2028
döneminde bir “yumuşak otoriterliğin kalıcı kılınması” ile “zorunlu sistem
restorasyonu” arasında bir yol ayrımına doğru ilerlemektedir. Muhalefet
blokları, siyaset dışına itilmektense yeniden alan açmayı başarabilir ve
seçmende akılcı umut yaratabilirse bu otoriter mühendislik sekteye uğrayabilir.
Aksi takdirde, Erdoğan’ın yol haritası yalnızca seçimi kazanmakla kalmayacak
aynı zamanda “Ankara merkezli siyaseti” rejim paradigması durumuna
getirecektir.
KAYNAKÇA
Türkçe
Ayata, S. (2020). Türkiye'de siyasal
kültür ve parti tercihleri. Ankara: Bilgi Yayınevi.
Bayramoğlu, A. (2022). Yeni
Türkiye’nin yönelimleri: Devlet, iktidar, siyaset. İstanbul: Metis Yayınları.
Bozkurt, V. (2023). Cumhurbaşkanlığı
sistemi ve siyasal parti yapılarında dönüşüm. Siyasal Bilgiler Fakültesi
Dergisi, (1), ss. XX-XX.
Çınar, M. (2021). Türkiye’de
otoriterleşme süreci: Rejim krizi ve kurumsal erozyon. Toplum ve Bilim, (156),
ss. XX-XX.
Esen, B., & Gümüşçü, Ş. (2022).
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Otoriterleşme Süreci. Akademik Bakış Dergisi,
(XX), ss. XX-XX.
Yeldan, E. (2021). Türkiye
ekonomisinin siyasal ekonomisi. İstanbul: İletişim Yayınları.
TEPAV. (2024). Türkiye ekonomisinde
yapısal riskler ve reform gündemi raporu. Ankara: Türkiye Ekonomi Politikaları
Araştırma Vakfı.
TÜSİAD. (2024). Yeni dönemde Türkiye
ekonomisi: Kurumsal kalite, teknoloji ve insan sermayesi. İstanbul: TÜSİAD.
Koçak, M. (2024). Siyasal fütürizm:
Türkiye'de siyasetin gelecek kurgusu ve iktidarın stratejik hamleleri. Ankara
Üniversitesi SBF Dergisi, (XX), ss. XX-XX.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) &
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (2023–2025). Veri setleri.
İngilizce
Acemoğlu, D., & Robinson, J.
(2019). The narrow corridor: States, societies, and the fate of liberty.
Penguin Books.
Bell, W.
(1997). Foundations of Futures Studies: Human Science for a New Era.
Bermeo, N. (2016). On democratic
backsliding. Journal of Democracy, 27(1), 5–19. https://doi.org/XXXXXXX
Bueno de
Mesquita, B. et al. (2005). The Logic of Political Survival.
Diamond, L. (2019). Ill winds: Saving
democracy from Russian rage, Chinese ambition, and American complacency.
Penguin Press.
Downs, A.
(1957). An Economic Theory of Democracy.
Elster, J.
(1989). The Cement of Society: A Study of Social Order.
European Commission. (2024). Turkey
2024 report – Enlargement strategy and main challenges. Brussels: European
Commission.
Freedom House. (2024). Nations in
transit: Turkey country report 2024. Freedom House.
International Crisis Group. (2023).
Turkey’s PKK conflict: Prospects for a political solution. International Crisis
Group.
Levitsky,
S., & Way, L. A. (2010). Competitive Authoritarianism: Hybrid Regimes after
the Cold War.
Levitsky, S., & Ziblatt, D.
(2018). How Democracies Die. Crown Publishing.
Lindgren,
M., & Bandhold, H. (2009). Scenario Planning: The Link Between Future and
Strategy.
Mounk, Y. (2018). The People vs. Democracy:
Why our Freedom is in Danger and how to Save it. Harvard University Press.
OECD. (2024). Economic Outlook: Turkey
2024. OECD Publishing.
World Bank. (2025). Turkey Economic Monitor:
Navigating persistent inflation and institutional weaknesses [April 2025].
World Bank.
[1] Fütüroloji
= Gelecekbilim / Gelecek Araştırmaları; Fütürizm = Gelecekçilik / Geleceğe
Yönelik Düşünce Akımı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder