Siyasal Söylemde Tehdit, Aşağılama ve
Hegemonya: CHP’ye Yönelik 'Telef Olma' ve ‘Toksik Muhalefet’ Söyleminin
Çözümlemesi
Prof. Dr. Firuz
Demir YAŞAMIŞ
ÖZET
Siyasal
liderlerin grup konuşmaları, yalnızca gündelik siyasal söylemlerin değil aynı
zamanda iktidarın stratejik yönelimlerinin ve muhalefetle kurduğu ilişkinin
göstergesi niteliğindedir. Bu bağlamda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 30
Nisan 2025 tarihli AK Parti Grup Toplantısı’nda yaptığı konuşma muhalefete
yönelik kullandığı "toksik" ve "telef olmuş" ifadeleriyle
dikkat çekici bir söylem örneği sunmaktadır. “Toksik muhalefet” söylemi
muhalefeti yapıcı olmaktan uzak ve sistem için zararlı bir unsur olarak
tanımlarken, “telef olmuş muhalefet” nitelemesi bu yapının siyasal olarak
çürümüş ve işlevsiz hale geldiği savını dile getirmektedir. Bu çalışma,
Erdoğan’ın konuşmasında muhalefete ilişkin ürettiği bu tür tanımlamaları söylem
çözümlemesi yöntemiyle ele almakta ve söz konusu kavramların otoriter
liderliğin meşruluk üretiminde nasıl işlevselleştirildiğini tartışmaktadır.
Anahtar
Kelimeler: siyasal
söylem, toksik muhalefet, telef olmuş muhalefet, Erdoğan, kutuplaştırma
ABSTRACT
The speeches delivered by political leaders during
parliamentary group meetings are not merely reflections of daily political
discourse but also strategic tools for shaping public perception and redefining
political legitimacy. In this regard, President Recep Tayyip Erdoğan’s address
to the AK Party parliamentary group on April 30, 2025, is noteworthy for his
characterization of the opposition as both “toxic” and “spoiled to death (telef
olmuş).” The phrase “toxic opposition” portrays the opposition as a harmful
element within the political system, while the expression “spoiled opposition”
suggests a structurally decayed and politically dysfunctional entity. This
study analyzes Erdoğan’s discourse using critical discourse analysis and
focuses on how such rhetoric functions within a broader strategy of
authoritarian legitimation and polarization.
Key Words: political
discourse, toxic opposition, spoiled opposition, Erdoğan, polarization
GİRİŞ
Siyasal
liderlerin hitap biçimleri sadece kendi tabanlarıyla değil rakip aktörlerle ve
kamuoyuyla kurdukları ilişkilerin niteliğini de biçimlendirir. Türkiye’de
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylemi uzun yıllardır Türk siyasetinde belirleyici
bir hegemonya unsuru olarak öne çıkmaktadır. Özellikle muhalefete yönelik
ifadeleri yalnızca bir eleştiri ya da yarışma unsuru değil aynı zamanda bir siyasal
mühendislik aracı olarak da işlev görmektedir. 30 Nisan 2025 tarihinde yapılan
AK Parti TBMM grup toplantısında Erdoğan'ın “Bakalım cumhurbaşkanlığı hevesi
yolunda daha kaç CHP’li telef olup gidecek” sözü bu bağlamda incelenmeye değer
niteliktedir. Söz konusu ifade, çok katmanlı bir siyasal dil örneği sunmakta ve
hem muhalefet içi çatışmalara işaret etmekte hem de Erdoğan’ın muhalefeti
çözümleme ve yönlendirme stratejisinin bir parçası olarak
değerlendirilebilmektedir. Bu bağlamda, bu çalışmada Erdoğan’ın söz konusu
ifadesi söylem çözümlemesi tekniğiyle ele alınacak, metin bağlamı içerisinde
güç, baskı, aşağılama ve siyasal hegemonya kurma stratejileri
değerlendirilecektir.
Siyasal
liderlerin grup toplantılarında yaptığı konuşmalar yalnızca güncel siyasal
gelişmelerin değil, aynı zamanda iktidarın siyasal iletişim stratejilerinin ve
muhalefetle kurduğu ilişkinin bir aynasıdır. Erdoğan, konuşmasında muhalefeti
hem “toksik” hem de “telef olmuş” bir yapı olarak tanımlayarak alışıldık
siyasal polemik sınırlarının ötesine geçen, köktenci ve dışlayıcı bir söylem oluşturmak
anlamına gelmektedir. “Toksik muhalefet” ifadesi muhalefetin yalnızca yetersiz
ya da başarısız olmadığını aynı zamanda siyasal sistemin sağlıklı işlemesini
tehdit eden zararlı bir unsur durumuna geldiğini ima ederken “telef olmuş
muhalefet” söylemi bu yapının artık onarılamaz, çürümüş ve siyaset açısından
ölümcül bir noktaya ulaştığı savını içerir. Erdoğan, muhalefeti halktan kopuk,
vizyonsuz, seçim sonuçlarını içine sindiremeyen ve ulusun değerlerine düşman
bir durumda betimleyerek hem iktidarın kendi varlığını meşrulaştırmakta hem de kendisi
dışındaki tüm siyasal projeleri itibarsızlaştırmaktadır. Bu konuşma, siyasal
iletişimin kutuplaştırıcı doğasını ve lider söyleminin sınır tanımaz biçimde
muhalefeti suç işleyen konumuna indirgemesini ortaya koyması bakımından dikkate
değerdir. Bu çalışma, Erdoğan’ın söz konusu grup konuşmasını söylem çözümlemesi
yöntemiyle inceleyerek “toksik” ve “telef” gibi kavramlar üzerinden şekillenen
yeni siyasal dilin içerdiği stratejik hedefleri ve ideolojik bağlamı
çözümlemeyi amaçlamaktadır.
Erdoğan,
konuşmasında muhalefeti “siyasal beleşçilik”le suçlamış ve vizyonsuz, projesiz
ve halktan kopuk olarak nitelendirmiştir. Seçim sonuçlarını kabul etmeyen, ulusu
suçlayan bir muhalefet türü tanımlamış ve bunu “Türk demokrasisinin kalitesini
düşüren bir tehdit” olarak sunmuştur. Bu ifadeler, siyasal iletişim bağlamında
ele alındığında sadece muhalefeti değersizleştirme değil aynı zamanda kendi
iktidarının uygulamalarını meşrulaştırma amacını da taşımaktadır. Konuşmanın
farklı bölümlerine yayılan bu söylem Erdoğan’ın liderlik biçemini toplumu
ayrıştırıcı dilini ve siyasal üstünlüğünü oluşturma stratejilerini görünür
kılmaktadır.
“Telef”
Kelimesinin Siyasal Etimolojisi ve Söylemsel İşlevi
“Telef”
kelimesi, Türkçe’de kökeni Osmanlıca’ya dayanan ve genellikle “zarar görmek”,
“yok olmak”, “harcanmak” anlamlarını taşıyan bir terimdir. Aslen Arapça “t-l-f”
kökünden türemiş olan bu kelime, tarih boyunca fiziksel zarar, mal kaybı ve
maddi hasar ifade etmek için kullanılmıştır. Ancak siyasal söylem bağlamında,
“telef olmak” ifadesi metaforik bir genişlemeyle, özellikle siyasal figürlerin,
partilerin veya hareketlerin “etkisizleşmesi”, “siyasal varlığını kaybetmesi”
ve “sahneden çekilmesi” anlamına gelmeye başlamıştır. Türkiye siyasetinde bu
ifade genellikle muhalefetin başarısızlıklarını ve çözülmelerini tanımlamak
için güçlü bir retorik araç olarak tercih edilmiştir. “Telef olmak” metaforu
rakiplerin yalnızca yenilgisi değil, aynı zamanda tamamen yok edilme sürecini
ima ederek dilsel anlamda ciddi bir yıkım ve sona erme durumunu betimler. Bu
kullanımıyla “telef” kelimesi hem korkutucu hem de uyarıcı bir işlev görerek
siyasal savaşımda caydırıcı bir etki yaratır. Erdoğan’ın söyleminde “telef
olmak” muhalefet içindeki bireylerin veya grupların “cumhurbaşkanlığı hevesi”
yolunda siyasal olarak harcanacağını vurgularken aynı zamanda siyasal
rakiplerin kaderini önceden belirlenmiş ve kaçınılmaz bir sonuç olarak sunar.
Bu durum, söz konusu kelimenin yüklediği tarihsel anlamla birleşerek söylemin
tehdit ve denetim boyutunu güçlendirir. Bununla birlikte, “telef” kelimesinin dinsel
ve kültürel referanslarla da ilişkili olduğunu belirtmek gerekir. Osmanlı ve
İslam kültüründe “telef” kavramı bazen harcanma ve özveri bağlamında da
kullanılmıştır. Ancak Erdoğan’ın konuşmasında bu anlam siyasal yıkım ve yok
olma çağrışımıyla öne çıkmaktadır. Böylece kelime hem tarihsel kökleriyle hem
de güncel siyasal bağlamıyla çok katmanlı bir söylemsel yük taşımaktadır. Sonuç
olarak, “telef” kelimesinin siyasal etimolojisi, Erdoğan’ın bu terimi stratejik
bir şekilde seçerek sadece muhalefetin güçsüzlüğünü vurgulamakla kalmayıp aynı
zamanda siyasal rakiplerin “yok oluşunu” kesin ve kaçınılmaz bir kader olarak
belirttiğini göstermektedir. Bu dilsel tercih söylemin iktidar savaşımındaki
gücünü artıran önemli bir unsurdur.
ARAŞTIRMANIN
AMACI
Bu
araştırmanın amacı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 30 Nisan 2025 tarihinde yaptığı
grup konuşmasında yer alan “Bakalım daha kaç CHP’li telef olacak” ve “toksik
muhalefet” şeklindeki ifadelerinin söylemsel arka planını çözümlemek ve bu
ifadenin nasıl bir siyasal iletişim stratejisinin parçası olarak kullanıldığını
ortaya koymaktır.
ARAŞTIRMANIN
HEDEFİ
Siyasal söylemin otoriterleşme eğilimleriyle ilişkisini
değerlendirmek.
Erdoğan’ın muhalefeti biçimlendirme stratejisinin dilsel
düzeydeki araçlarını tespit etmek.
“Telef olmak” ve “toksik muhalefet” gibi yüklem yüklü
ifadelerin siyasal kültürdeki anlamlarını açımlamak.
CHP özelinde muhalefetin temsil krizine ilişkin Erdoğan
söyleminde yer alan ima, tehdit ve yönlendirme unsurlarını açığa çıkarmak.
ARAŞTIRMA
SORULARI
Erdoğan’ın “telef olmak” ifadesi nasıl bir siyasal söylem
bağlamı içinde kullanılmıştır?
Erdoğan’ın “toksik muhalefet” ifadesi nasıl bir siyasal
söylem bağlamı içinde kullanılmıştır?
Bu söylemlerde hangi güç ilişkileri ve hegemonya stratejileri
ön plandadır?
Konuşmanın bütününde muhalefet nasıl temsil edilmekte ve
nasıl konumlandırılmaktadır?
Söylemin hedef kitlesi kimdir ve hangi siyasal ve psikolojik
etkileri yaratmayı amaçlamaktadır?
Bu söylem, Türk siyasal kültüründeki lider merkezli otoriter
geleneğe nasıl eklemlenmektedir?
YÖNTEM
Bu çalışma,
eleştirel söylem çözümlemesi (Critical Discourse Analysis - CDA) yöntemine
dayanmaktadır. Van Dijk, Fairclough ve Wodak’ın kuramlarından yararlanılarak
aşağıdaki düzlemlerde çözümleme yapılacaktır:
Metin
düzeyi (linguistik çözümleme): Kelime seçimleri, yüklem türleri, ses tonu ve bağlam içi
anlamlar.
Söylem
pratikleri düzeyi:
Konuşmanın üretim bağlamı (TBMM grup konuşması), hedef kitlesi (AK Parti
tabanı, kararsız seçmenler, CHP içi aktörler).
Toplumsal
bağlam düzeyi:
Türkiye’deki siyasal kutuplaşma, muhalefetin aday belirleme süreçleri, liderlik
tartışmaları ve otoriterleşme eğilimleri.
Veri kaynağı
olarak Erdoğan’ın grup konuşmasının video kaydı (YouTube, TRT Haber) ve resmi
transkripti (İletişim Başkanlığı, AK Parti TBMM grubu) kullanılacaktır. Söylem
çözümlemesinde retorik figürler, metaforlar, karşıtlıklar, vurgu ve tekrarlar
da dikkate alınacaktır.
Söylem
Çözümlemesi: Tehdit, Aşağılama ve Hegemonya İnşası
Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın 30 Nisan 2025 tarihli AK Parti TBMM Grup Toplantısı’nda sarf ettiği
“Bakalım cumhurbaşkanlığı hevesi yolunda daha kaç CHP’li telef olup gidecek?”
ifadesi çok katmanlı bir siyasal söylemin parçası olarak değerlendirilmektedir.
Bu ifade, klasik propaganda retoriğinin ötesine geçerek hem muhalefetin
zayıflatılmasını hem de kamuoyunun yönlendirilmesini amaçlayan hegemonik bir
dilsel müdahale işlevi görmektedir. Söz konusu cümlede yer alan “telef olmak”
kavramı, yalnızca bir metafor değil aynı zamanda karşıt aktörlerin “siyasal
olarak harcanması”, "etkisizleştirilmesi" ve “yok edilmesi”
anlamlarını taşımaktadır. Bu bağlamda ifade, fiziksel yok etmeyi çağrıştıracak
kadar güçlü bir simgesel yüke sahiptir. Söylem düzleminde bu tür kavramların
kullanımı, siyasal savaşımda dilin sadece bir iletişim aracı değil, doğrudan
bir güç kullanımı biçimi olduğunu ortaya koyar (Fairclough, 1995; van Dijk,
2001). Erdoğan’ın aynı konuşmada kullandığı “perişan haliyle cumhurbaşkanlığı
adaylığı peşinde koşuyor”, “nefesi 2028’e kadar yetecek mi?”, “sürekli tekzip
yiyen bir CHP başkanı” gibi ifadeler muhalefeti siyasal düzlemde aşağılamaya ve
küçümsemeye yönelik bir anlatı oluşturmaktadır. Bu söylemde, Erdoğan kendisini
yalnızca iktidarın meşru sahibi olarak değil, aynı zamanda muhalefetin
yeterliliğini değerlendirme ve sınırlama hakkına sahip olan üstün bir konumda
sunmaktadır. Bu durum, söylemin otoriter karakterini güçlendirmekte ve lider-merkezli
siyasal kültüre içkin baskı ilişkilerini yeniden üretmektedir. Ayrıca, “Biz
CHP’ye umut bağlayan vatandaşlarımıza üzülüyoruz” cümlesiyle Erdoğan
muhalefetin destekçilerine yönelik bir duygusal istismar stratejisi uygulamakta
ve akılcı olmayan bir tercihte bulundukları için “acınası” olarak
konumlandırmaktadır. Bu, klasik "biz-onlar" ayrımının söylemsel
olarak yeniden üretilmesini sağlayarak iktidarın kamusal algı üzerindeki denetimini
pekiştirmeye yöneliktir. Söylemin bir diğer dikkat çekici öğesi, iktidar
uygulamalarının “zekat” metaforuyla sunulmasıdır: “Bizim hizmetlerimizin zekâtı
bunların yaptıklarını 10’a katlar, 100’e katlar.” Bu söylem, sadece niceliksel
bir üstünlük vurgusu değil aynı zamanda ahlaksal ve dinsel bir meşruluk
iddiasını da beraberinde taşımaktadır. Erdoğan böylece yalnızca daha fazla iş
yapan bir yönetici olarak değil aynı zamanda “hizmetin kutsallığını taşıyan”
bir lider olarak konumlanmaktadır. Bu tür metaforik yapıların, özellikle tutucu
seçmen kitleleri düzeyinde güçlü bir anlam evreni oluşturduğu açıktır. Sonuç
olarak, Erdoğan’ın söz konusu ifadesi siyasal rakibi itibarsızlaştırma,
muhalefet içi dinamikleri yönlendirme, kendi liderliğini güçlendirme ve kamusal
alan üzerindeki hegemonik denetimini sürdürme stratejilerinin açık bir
göstergesidir. Bu söylem biçemi Türkiye’de giderek derinleşen otoriterleşme
eğiliminin dilsel ifadesi olarak da okunabilir.
KURAMSAL
ÇERÇEVE: SÖYLEM, İKTİDAR, HEGEMONYA VE DİLİN TARİHSEL KATMANLARI
Bu
çalışmanın kuramsal temeli, eleştirel söylem çözümlemesi (Critical Discourse
Analysis - CDA) yaklaşımıdır. Ancak söylem çözümlemesinin etkililiği, dilin
tarihsel ve kültürel katmanlarının da dikkate alınmasına bağlıdır. Bu bağlamda,
Erdoğan’ın kullandığı “telef” kelimesinin siyasal etimolojisi ve tarihsel
bağlamı söylemin gücünü anlamada kritik bir öneme sahiptir.
“Telef”
kelimesi, Osmanlıca ve Arapça kökenli olup temel anlamı “zarar görmek”, “yok
olmak” ve “harcanmak”tır. Söylemdeki kullanımı ise bu anlamların ötesine
geçerek siyasal aktörlerin “etkisizleşmesi”, “tasfiye edilmesi” ve “siyasal
olarak yok olması” anlamlarını taşıyan güçlü bir metafora dönüşmüştür. Bu
tarihsel ve kültürel birikim kelimenin güncel siyasal söylemde nasıl bir tehdit
ve denetim aracı olarak işlev gördüğünü açığa çıkarır.
Fairclough’un
hegemonya kavramıyla birleştirildiğinde bu tür tarihsel anlam katmanları
iktidarın söylem yoluyla toplumsal rıza üretirken başvurduğu “anlam denetimi”
stratejilerinin parçasıdır. Erdoğan’ın “telef olmak” ifadesini kullanması,
sadece muhalefetin zayıflığını belirtmekle kalmayıp, aynı zamanda muhalefetin
varlığını siyasal sahneden tamamen silmeye yönelik hegemonik bir müdahaleyi
simgeler. Böylece, dilin tarihsel kökenleri ve siyasal işlevleri söylem
çözümlemesinde bütünleşik bir çözümleme çerçevesi sunar.
Aynı
zamanda, van Dijk’in söylem ve iktidar kuramında vurgulandığı üzere dilsel
anlamların toplumsal bağlamla ilişkisi güç ilişkilerinin yeniden üretiminde
temel araçlardan biridir. “Telef” gibi tarihsel ve kültürel kodlar taşıyan
kelimeler bu anlamın yerleştiği toplumsal ve siyasal zemin üzerinde etkili olur
ve söylemin iktidarını artırır. Erdoğan’ın siyasal söylemindeki dilsel
tercihler, yalnızca çağdaş siyasal savaşımı değil dilin tarihsel ve kültürel
derinliklerini de kullanarak iktidar ilişkilerini yeniden üretmekte ve
pekiştirmektedir.
Bu
çalışmanın kuramsal temeli, eleştirel söylem çözümlemesi yaklaşımına
dayanmaktadır. Eleştirel söylem çözümlemesi, dilin toplumsal ilişkilerde nasıl
işlediğini, iktidar yapılarıyla nasıl iç içe geçtiğini ve toplumsal gerçekliği
nasıl biçimlendirdiğini çözümlemeyi amaçlayan disiplinlerarası bir yöntemdir.
Bu bağlamda siyasal söylemler yalnızca birer iletişim aracı olarak değil aynı
zamanda ideolojik aygıtlar olarak değerlendirilir.
Norman
Fairclough’a göre söylem, yalnızca dili değil, toplumsal uygulamaları ve
kurumsal düzenlemeleri de içeren çok katmanlı bir yapıdır. Bu anlamda bir
siyasal liderin kullandığı dil, yalnızca anlık bir hitap biçimi değil aynı
zamanda bir hegemonya kurma stratejisidir. Fairclough, özellikle Gramsci’nin
hegemonya kavramını söylem çözümlemesiyle bütünleştirerek iktidarın yalnızca
baskı yoluyla değil rıza üretimi yoluyla da sürdürüldüğünü vurgular. Erdoğan’ın
“telef olmak” gibi ifadeleri bu rızanın nasıl korku, aşağılama ve tehdit gibi
stratejilerle yeniden üretildiğini ortaya koyar.
Van Dijk ise
iktidar ve söylem arasındaki ilişkiyi daha mikro düzeyde çözümler. Ona göre
iktidar sahipleri anlam üretim süreçlerini denetleyerek zihinsel modeller
aracılığıyla toplumsal algıyı şekillendirirler. Bu çerçevede Erdoğan’ın
konuşması yalnızca CHP’ye yönelik bir eleştiri değil aynı zamanda kitlelerin
“muhalefete ilişkin” zihinsel temsillerini biçimlendirmeye dönük stratejik bir
müdahale olarak okunmalıdır. Van Dijk’in kavramsallaştırdığı gibi, “biz” ve
“onlar” ikiliği söylemin temel çatısını oluşturur ve bu ikilik üzerinden
kurulan kutuplaştırıcı dil iktidarın meşrulaştırılmasında önemli bir rol oynar.
Michael
Billig’in “banal milliyetçilik” ve “retorik iktidar” çözümlemeleri de bu söylem
içinde tamamlayıcı bir bakış açısı sunar. Erdoğan’ın konuşmasında dinsel
referanslarla ("zekat") iç içe geçmiş bir üstünlük anlatısı
kurgulanması yalnızca hizmet odaklı bir meşruluk değil aynı zamanda ahlaksal ve
kültürel üstünlük üzerinden bir normatif hegemonya kurma çabasıdır.
Son olarak,
Ernesto Laclau’nun “popülist söylem” kuramı bağlamında değerlendirildiğinde
Erdoğan’ın dili hem halk adına konuşan “hakiki önder” kimliğini pekiştirir hem
de muhalefeti dışlayarak siyasetin merkezini tek bir irade etrafında toplamayı
amaçlar. Bu bağlamda “telef olmak” gibi ifadeler yalnızca düşmanlaştırma değil
aynı zamanda siyasal alanı daraltma ve uygun görülmeyen iradeleri meşruluk
dışına itme girişimidir. Bu kuramsal çerçeve aracılığıyla Erdoğan’ın kullandığı
söylem, yalnızca saldırgan bir dil örneği olarak değil aynı zamanda iktidar
ilişkilerinin yeniden üretildiği bir ideolojik araç olarak okunabilir.
ÇÖZÜMLEME
Erdoğan’ın
konuşmasında öne çıkan dilsel unsurlar hedef gösterme ve aşağılamaya dayalı
sert bir retoriği işaret etmektedir. Özellikle “telef olmak”, “perişan” ve
“tekzip yiyen” gibi ifadeler muhalefet aktörlerini küçümseyen ve onları siyasal
arenadan kaldırmaya mahkum eden bir suçlama dilini yansıtmaktadır. Bu tür
dilsel tercihler siyasal savaşımda rakipleri etkisizleştirmek ve meşruluk
alanını daraltmak amacıyla bilinçli olarak kullanılmaktadır. Konuşmanın zaman
ve kronoloji vurgusu taşıyan unsurları da kritik önem taşımaktadır. “2028’e
kadar” ve “izleyip göreceğiz” gibi ifadeler sadece geleceğe dönük bir beklenti
yaratmakla kalmayıp aynı zamanda muhalefetin varlığının ve direncinin
sınırlandırılacağına ilişkin örtük bir tehdit mekanizması işlevi görmektedir.
Böylece iktidar, uzun vadeli bir stratejik üstünlük ve egemenlik bakış açısı
çizmekte ve rakiplerini de bu bakış açısına göre şekillendirmeye çalışmaktadır.
Söylemde ayrıca açık bir karşıtlık ve antitez kurma stratejisi bulunmaktadır.
“Bizim hizmetlerimizin zekatı” şeklinde kurulan cümleler kendisiyle muhalefeti
keskin biçimde ayrıştıran ve “biz–onlar” kutuplaşmasını derinleştiren bir
dilsel yapı oluşturmaktadır. Bu karşıtlık sadece siyasal tavır farklılığını
değil aynı zamanda ahlaksal ve kültürel üstünlük iddialarını da kapsayarak
iktidar lehine bir normatif çerçeve oluşturmaktadır. Son olarak, konuşmanın
empati yaratma boyutunda “CHP’ye umut bağlayan vatandaşlarımıza üzülüyoruz”
ifadesi dikkat çekicidir. Burada iktidar, kendi seçmen kitlesini muhalefetin
destekçileriyle empati kurmaya davet ederek, onların siyasal tercihlerinin
yanlışlığını ima etmekte ve böylece muhalefetin tabanını psikolojik olarak
zayıflatmaya yönelmektedir. Bu, aynı zamanda iktidarın kendi kamusal meşruluğunu
güçlendiren stratejik bir sorumluluk vurgusudur.
Grup
konuşmasında “telef” sözünün geçtiği paragraf İletişim Başkanlığı’na göre
şöyle: "Keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur… Bakalım, cumhurbaşkanlığı
hevesi yolunda daha kaç CHP'li siyaset girdabında telef olup gidecek? Bizim
milletimize kazandırdığımız binlerce hizmetten herhangi birinin zekatı, bu
kişinin ömrü boyunca yaptığı siyasetle elde ettiği neticeleri ona katlar, yüze
katlar, bine katlar. CHP Genel Başkanı, önce bir mahalle temsilcimizin siyaset
kalibresine çıksın ondan sonra 'Ne diyor?' diye kulak kabartırız. Girdiği bu
yanlış yolda ısrar ederse kendisini muhatap almayız. Hatalarından dönene,
kendisine biraz çekidüzen verene kadar bu şahsı, kendi partisindeki ayak
oyunlarıyla oyalanmaya, edep ve adap yoksunu üslubunun içinde debelenmeye mahkum
ediyoruz."
Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın, “Keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur” atasözüyle başlayan ve
devamında “Bakalım, cumhurbaşkanlığı hevesi yolunda daha kaç CHP’li siyaset
girdabında telef olup gidecek?” ifadelerini içeren konuşması çok katmanlı bir
retorik strateji örneği olarak incelenmelidir. İlk olarak, atasözü kullanımı,
halkın ortak kültürel hafızasına hitap ederek, iletişimin meşruluğunu artırmayı
ve iletinin etkisini güçlendirmeyi amaçlar. Bu tür kültürel göndermeler siyasal
liderlerin söyleminde otorite ve bilgelik imajı yaratmanın yaygın
yollarındandır. “Telef olup gitmek” metaforu ise önceden de vurgulandığı gibi
muhalefetin siyasal alandaki etkisizleşmesini, tasfiye sürecini ve siyasal
varlığının sona ermesini ima eder. Erdoğan’ın bu ifadeyi “siyaset girdabı”
kavramıyla birleştirmesi, muhalefetin içinde bulunduğu kaotik ve çıkışsız
durumu vurgularken, siyasal yarışmanın sertliğini ve savaşımdaki ağır bedeli
gözler önüne serer. Konuşmanın devamında, Erdoğan’ın “Bizim milletimize
kazandırdığımız binlerce hizmetten herhangi birinin zekatı, bu kişinin ömrü
boyunca yaptığı siyasetle elde ettiği neticeleri ona katlar, yüze katlar, bine
katlar” cümlesi hem iktidarın hizmet üretme kapasitesini abartılı bir şekilde
yüceltir ve hem de muhalefetin başarılarının bu ölçekte olmadığını dolaylı
olarak ifade eder. Burada “zekat” kavramının kullanımı, dinsel ve ahlaksal meşruluk
vurgusunu pekiştirir ve özellikle tutucu seçmenler nezdinde iktidarın olumlu
imajını güçlendirir. CHP Genel Başkanı’nın “önce bir mahalle temsilcimizin
siyaset kalibresine çıksın” şeklindeki küçümseyici ifadesi rakibin
yetersizliğini ve alçak gönüllü siyasal donanımını vurgular. Bu hem bireysel
hem de kurumsal bir aşağılamadır. Muhalefetin liderlik kapasitesine ilişkin
kuşku yaratmayı hedefler. Son bölümdeki “hatalarından dönene… muhatap almayız”
ve “kendi partisindeki ayak oyunlarıyla oyalanmaya, edep ve adap yoksunu
üslubunun içinde debelenmeye mahkum ediyoruz” cümleleri hem koşullu bir tehdit
hem de siyasal yalnızlaştırmanın altını çizer. Burada Erdoğan, muhalefet
liderine yönelik bir düzelme çağrısı yaparken aynı zamanda onu hem kendi
partisi içinde hem de kamuoyunda etkisiz ve meşru olmayan konuma yerleştirir. Bu
söylem, iktidarın egemenlik alanını pekiştiren, muhalefeti etkisizleştiren ve siyasal
savaşımı tek taraflı üstünlükle kurgulayan dilsel bir performans olarak
değerlendirilebilir. Aynı zamanda, kültürel referanslar, metaforlar ve doğrudan
suçlamalarla örülü bu dil Erdoğan’ın otoriter liderlik imajını destekler niteliktedir.
Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın “keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur” atasözüyle başlattığı ifade,
kültürel belleğe dayalı güçlü bir metafordur. Bu atasözü, küçük bir nedenin
beklenmedik ve büyük sonuçlara yol açabileceği anlamını taşır. Erdoğan, bu sözü
kullanarak muhalefetin siyasal zayıflıklarının görünürde küçük ama aslında son
derece kritik ve yıkıcı etkiler doğurabileceğini söylemektedir. Bu, siyaset
biliminde “zayıflıkların yapısal kırılganlığa dönüşmesi” olarak
değerlendirilebilir ve liderin bu kırılganlığı vurgulayarak rakip üzerinde
psikolojik üstünlük kurma stratejisidir.
“Bakalım,
cumhurbaşkanlığı hevesi yolunda daha kaç CHP’li siyaset girdabında telef olup
gidecek?” cümlesi siyasal hedeflerin küçümsenmesi ve rakibin güdülenmesinin
geçici, anlamsız bir heves olarak görülmesiyle başlar. “Heves” kelimesi,
siyaset biliminde ciddi ve stratejik bir amaç yerine geçici bir arzu veya
gayretsizlik iması taşır. “Siyaset girdabı” ifadesi rakibin içinde bulunduğu
karmaşık ve çıkışı zor bir siyasal ortamı betimlerken bu durumun sonucunda
“telef olmak” metaforuyla rakiplerin siyasal varlıklarının yok edilmesi
hedeflenir. Burada “telef olmak” sadece fiziksel bir kayıp değil siyasal yok
olma ve etkisizleşmenin dilsel bir ifadesidir. Bu kullanım, muhalefetin sadece
başarısız değil aynı zamanda siyasal varlığını yitirmeye mahkum olduğunu ima
eder.
Üçüncü
cümlede, Erdoğan’ın “Bizim milletimize kazandırdığımız binlerce hizmetten
herhangi birinin zekatı, bu kişinin ömrü boyunca yaptığı siyasetle elde ettiği
neticeleri ona katlar, yüze katlar, bine katlar” şeklindeki ifadesi hem nicelik
hem nitelik açısından iktidarın üstünlüğünü vurgular. “Zekat” kelimesi dinsel
bir terim olarak verilenin kutsallığı ve zorunluluğu anlamına gelir ve bu
bağlamda iktidarın sunduğu hizmetlerin sadece maddi değil aynı zamanda ahlaksal
ve toplumsal açıdan da üstün olduğu ima edilir. Bu söylem, iktidarın meşruluğunu
artırma amacına hizmet ederken muhalefetin katkı ve başarılarını küçümseyerek siyasal
rıza üretme sürecinde güçlü bir araç olarak kullanılır.
Dördüncü
cümlede, CHP Genel Başkanı’nın “önce bir mahalle temsilcimizin siyaset
kalibresine çıksın” denilerek yetersizliği vurgulanır. “Mahalle temsilcisi”
ifadesi siyasal hiyerarşide düşük seviyede bulunan bir aktör anlamına gelir. Bu
küçümseme rakip liderin kapasitesine yönelik doğrudan bir saldırıdır. “Siyaset
kalibresi” kavramı ise yetkinlik ve kapasite ölçütü olarak kullanılır ve
muhalefetin liderliğinin eksikliğine işaret eder. Bu dil seçmen nezdinde
muhalefetin güvenilirliğini zedelemeyi amaçlar.
“Girdiği bu
yanlış yolda ısrar ederse kendisini muhatap almayız” cümlesinde ise muhalefetin
stratejisinin hatalı olduğu ve değişime kapalı olduğu ileri sürülür. “Yanlış
yol” ifadesi, kararların siyasal açıdan hatalı ve etkisiz olduğunu belirtirken,
“ısrar etmek” değişmezlik ve inatçılık anlamı taşır. “Muhatap almamak” ise siyasal
iletişimde reddetme ve dışlama anlamına gelir. Bu muhalefetin meşruluğunu
sorgulayan ve onu siyasal süreçlerin dışında tutmaya yönelik bir söylemdir.
Son cümlede,
“Hatalarından dönene, kendisine biraz çekidüzen verene kadar bu şahsı, kendi
partisindeki ayak oyunlarıyla oyalanmaya, edep ve adap yoksunu üslubunun içinde
debelenmeye mahkum ediyoruz” ifadeleri muhalefet liderine yönelik koşullu bir
değişim çağrısı içerirken ağır bir yetersizlik ve ahlaksal zayıflık vurgusu
yapar. “Ayak oyunları” deyimi parti içi çatışma ve entrikaları çağrıştırarak
muhalefetin parçalanmış ve zayıf olduğunu ima eder. “Edep ve adap yoksunu
üslup” ifadesi ise hem kültürel hem de ahlaksal normlar açısından kabul
görmeyen iletişim biçimini tanımlar. “Debelenmek” fiili çaresizlik ve
çıkışsızlık içinde olmayı ifade eder. “Mahkum etmek” ise bu durumun zorunlu ve
kaçınılmaz olduğunu belirterek muhalefetin siyasal kaderinin denetlendiği iletisini
verir.
Bu ayrıntılı
çözümleme, Erdoğan’ın dilsel tercihlerinin her biriyle muhalefetin
zayıflatılması, kendi iktidarının meşruluğunun artırılması ve siyasal hegemonya
alanının genişletilmesi stratejisine hizmet ettiğini açıkça göstermektedir.
Hakaret
Unsuru ve Suçlama Dili: Aşağılama ve Küçültme Stratejisi
Erdoğan’ın
kullandığı “telef olmak”, “perişan” ve “tekzip yiyen” gibi ifadeler doğrudan
muhalefet aktörlerini hedef alan aşağılayıcı bir dilin parçasıdır. “Telef
olmak” ifadesi, mecazi anlamıyla siyasal olarak harcanma, etkisizleşme ve yok
olma anlamlarını taşır. Bu tür güçlü metaforlar, muhalefetin sadece yenilgiye
uğradığını değil aynı zamanda varlığının siyasal sahneden silinmeye mahkum
olduğunu ima eder. “Perişan haliyle” ifadesi ise CHP liderliğini ve adaylığını
zayıf, güçsüz ve çaresiz olarak konumlandırır. “Tekzip yiyen” nitelemesi,
muhalefetin sürekli hatalı ve yalanlanan açıklamalar yaptığını ve güvenilirlik
krizinde olduğunu vurgular. Bu dille Erdoğan hem muhalefetin saygınlığını
zedelemekte hem de kendi iktidarını üstün ve meşru gösterme amacına hizmet
etmektedir. Bu strateji seçmen nezdinde muhalefete ilişkin olumsuz algıların
pekişmesini sağlar ve muhalefet içi çatlakları derinleştirir.
Zaman ve
Kronoloji Vurgusu: Geleceğe Dönük Tehdit ve Beklenti
Konuşmada
kullanılan “2028’e kadar” ve “izleyip göreceğiz” gibi ifadeler, zaman boyutunu siyasal
söylemde etkin bir tehdit aracına dönüştürür. Bu tür kronolojik referanslar
Erdoğan’ın muhalefetin dayanma gücünü sorgulamasına ve aynı zamanda uzun vadeli
siyasal üstünlüğünü ön plana çıkarmasına olanak verir. Geleceğe yönelik bu tür
söylemler muhalefete karşı devam eden bir savaşım ve bekleyiş atmosferi
oluşturur. İzleyici kitlesinde muhalefetin başarısızlığının kaçınılmaz olduğu
algısını güçlendirmeye çalışır. Bu bağlamda, zaman referansları sadece bir
tarih vermekten ziyade psikolojik bir baskı ve moral kırıcı bir unsur olarak
işlev görür.
Karşıtlık
(Antitez) Kurulumu: “Biz-Onlar” Ayrımının Güçlendirilmesi
“Bizim
hizmetlerimizin zekatı bunların yaptıklarını 10’a, 100’e katlar” gibi ifadeler,
siyasal söylemin temel yapı taşlarından biri olan karşıtlık kurma stratejisinin
somut örneklerindendir. Burada “biz” kavramı, Erdoğan ve AK Parti’nin
gerçekleştirdiği hizmetleri, ahlaksal ve niceliksel üstünlükle vurgularken
“onlar” muhalefeti, yetersizlik ve başarısızlıkla nitelendirir. Bu tür
karşıtlıklar, siyasal kutuplaşmayı derinleştirir ve seçmen kitlesini kendi
tarafına çekme amacı taşır. Aynı zamanda “zekat” metaforu üzerinden yapılan ahlaksal
meşruluk vurgusu, siyasal yarışmanın ötesinde kültürel ve dinsel referanslarla
iktidarın toplumsal rızasını artırmaya yöneliktir. Böylece dil, sadece bilgi
aktarımı değil, aynı zamanda toplumsal ait olma duygusu ve farklılaşma aracı
olarak da kullanılır.
Halkla
Empati Yaratma: Psikolojik Yumuşatma ve Sorumluluk Vurgusu
Erdoğan’ın
“CHP’ye umut bağlayan vatandaşlarımıza üzülüyoruz” cümlesi, sert ve aşağılayıcı
söylemin ardından gelen bir empati ve duygusal yumuşatma hamlesidir. Burada
iktidar, muhalefet seçmenlerine karşı bir tür “anlayış” ve “acıma” tavrı
takınarak onları yanlış tercihler yapan “mağdurlar” olarak konumlandırır. Bu
söylem, muhalefetin destekçilerinin psikolojik olarak kırılmasını ve kendi
tercihlerini sorgulamasını amaçlayan stratejik bir yumuşatma ve inandırma
aracıdır. Aynı zamanda bu cümle iktidarın kendisini hem güçlü hem de merhametli
ve sorumluluk sahibi bir aktör olarak konumlandırmasına hizmet eder. Bu çifte
rol, siyasal liderlik ve meşruluk üretme süreçlerinde kritik bir yer tutar.
Bu dört ana
strateji, Erdoğan’ın siyasal söyleminde birbiriyle örtüşerek iktidarını
pekiştirmeye, muhalefeti zayıflatmaya ve kamuoyundaki hegemonik söylem alanını
genişletmeye yönelik kapsamlı bir dilsel ve psikolojik savaşımı temsil
etmektedir.
Ses Tonu,
Vurgu, Duraklama ve Beden Dili Çözümlemesi: Söylemin Performatif Boyutu
Erdoğan’ın
30 Nisan 2025 tarihli konuşmasında kullandığı ses tonu, vurgu ve duraklamalar,
söylemin anlamını güçlendiren ve hedef kitle üzerinde psikolojik etkiyi artıran
temel unsurlar olarak öne çıkar. Konuşmanın “telef olmak” ifadesi Erdoğan
tarafından özellikle belirgin bir vurgu ve tonlama ile söylenmiştir. Bu vurgu,
sözcüğün taşıdığı sert ve tehdit edici anlamı pekiştirerek sözün ciddiyetini ve
caydırıcılığını dinleyiciye doğrudan verir. Ses tonu bu bölümde hafif alçalarak
tehdidin kararlılığını ve soğukkanlılığını yansıtır. Bu da iktidarın denetimi
elinde tuttuğu algısını destekler. Duraklamalar ise konuşmanın ritmini
belirlerken önemli bir stratejik işlev görür. Erdoğan, özellikle “Bakalım
cumhurbaşkanlığı hevesi yolunda” ifadesinden sonra kısa bir duraklama yapar. Bu,
dinleyicinin beklentisini artırır ve ardından gelen “daha kaç CHP’li telef olup
gidecek?” kısmının etkisini en yüksek düzeye çıkarır. Böylece hem iletinin
netliği artar hem de söylenenlerin üzerinde daha fazla düşünülmesi sağlanır. Beden
dili açısından, Erdoğan’ın konuşma esnasındaki dik duruşu, yer yer kaşlarını
çatması ve el hareketleri sözlerin gücünü ve otoritesini somutlaştırır.
Özellikle tehdit içeren ifadelerde yapılan ani el hareketleri ve yüz
ifadelerindeki sertlik, iletinin ciddiyetini vurgular. Göz temasını sık sık
dinleyicilerle kurması ise iletişimde içtenlik ve üstünlük kurma çabası olarak
yorumlanabilir. Kamera açılarının da bu retoriğe katkıda bulunduğu gözlemlenmektedir.
Erdoğan genellikle orta yakın planla
çekilir ve hem jest ve mimiklerin hem de yüz ifadelerinin net okunmasını sağlanır.
Bu, söylemin sahici ve güçlü algılanmasına yardımcı olur. Sonuç olarak,
Erdoğan’ın ses tonu, vurgu, duraklama ve beden dili unsurları, konuşmanın
içeriğiyle paralel olarak hem tehdit edici hem de inandırıcı bir atmosfer
yaratır. Bu performatif boyut metnin sadece yazılı anlamını aşarak
dinleyicilerin algısını ve duygusal tepkisini derinleştirir. Söylemin dilsel
içeriği ile fiziksel ifade biçiminin uyumu siyasal hegemonya ve iktidar oluşturmada
kritik bir rol oynar.
Söylem
Çözümlemesi: Oluşturan İktidar ve “Toksik Muhalefet” İmgesi
Erdoğan’ın
grup konuşmasının bir başka bölümünde ise şu sözler yer almaktadır: “Lise
çağlarımızdan beri içinde olduğumuz kutlu davamızı yaşatma ve yüceltme
uğraşında gördüğümüz hakikat budur. Elbette şartları değerlendirmek başka
şeydir, suyun önünde sürüklenen bir kütük gibi şartlara teslim olmak başka
şeydir. Biz sürüklenen değil inşa eden, kuran, yönlendiren taraftayız. Hep öyle
kalacağız. Siyasal beleşçilik ülkemizdeki muhalefetin tarzıdır, işidir,
hevesidir. Bunlar, ülkeleri, milletleri, şehirleri için hiçbir hayalleri,
vizyonları, programları, projeleri olmadığı halde her seçimde iktidara gelme
hevesine kapılırlar. Son örneğini 2023 seçimlerinin ardından gördüğümüz üzere
sandıkta seçmenden tokadı yiyince de başlarlar millete hakaret etmeye, milleti
aşağılamaya, milleti suçlamaya. Kendilerinin içinde hiçbir şey olmayan, boş
çuval gibi ayakta durmalarının mümkün olmadığını görmek, kabullenmek
istemezler… "Türk demokrasisinin kalitesini düşüren temel sorunlardan biri
toksik muhalefet anlayışıdır."
Cumhurbaşkanı
Erdoğan “Lise çağlarımızdan beri içinde olduğumuz kutlu davamızı yaşatma ve
yüceltme uğraşında gördüğümüz hakikat budur.” ifadesiyle siyasetin tarihsel ve
ideolojik meşruluğunu pekiştirmektedir. Burada “kutlu dava” ifadesi hem liderin
kişisel siyasal kimliğini kutsallaştırmakta hem de iktidarın tarihsel misyonuna
vurgu yaparak takipçilerinde ait olma duygusu yaratmaktadır. Bu söylem,
Gramsci’nin hegemonya kavramı çerçevesinde iktidarın kendi ideolojik zeminini
toplumsal rıza temelinde kurma stratejisine hizmet etmektedir.
“Şartları
değerlendirmek başka şeydir, suyun önünde sürüklenen bir kütük gibi şartlara
teslim olmak başka şeydir” metaforu ise iktidarın etkili ve belirleyici aktör
olduğunu ve muhalefetin ise edilgen, kaderine razı olan ve güçsüz bir konumda
bulunduğunu açıkça ortaya koyar. Bu dil güç ilişkilerinde iktidarın oluşturucu
rolünü ve muhalefetin çaresizliğini zıt kavramlar üzerinden simgeler.
“Biz
sürüklenen değil inşa eden, kuran, yönlendiren taraftayız. Hep öyle kalacağız.”
cümlesi, iktidarın kendi siyasal durumunu sürekli üretme, hegemonik alanını
genişletme ve değişen koşullara karşın değişmez olma iradesini vurgular. Bu,
siyasal liderlik kuramlarında “aktif liderlik” ve “stratejik öznellik”
kavramlarıyla örtüşür.
“Beleşçilik”
ifadesiyle muhalefet hem ekonomik kaynaklar açısından hem de siyasal üretkenlik
bağlamında temelsiz, emek harcamayan ve hak ettiği desteği kazanamayan aktörler
olarak konumlandırılır. Bu küçümseyici dil muhalefetin meşruluğunu zedelemeye
ve halk nezdinde saygınlığını azaltmaya yöneliktir.
“Ülkeleri,
milletleri, şehirleri için hiçbir hayalleri, vizyonları, programları, projeleri
olmadığı hâlde her seçimde iktidara gelme hevesine kapılırlar” cümlesi,
muhalefetin eksikliklerini sistemli biçimde ortaya koyarak, iktidarın
“kapsayıcı ve vizyoner” rolünü yüceltir. Bu, halkın tercihini akılcı ve meşru
olarak iktidardan yana yapması gerektiği algısını güçlendirir.
“Sandıkta
seçmenden tokadı yiyince başlarlar millete hakaret etmeye, aşağılamaya,
suçlamaya” ifadesi, muhalefetin yenilgiyi kabullenemeyen ve demokratik kültüre
zarar veren davranışlar içinde olduğunu iddia eder. Bu tür bir suçlama,
muhalefetin demokratikleşme sürecinde “toksik” ve bozucu bir unsur olarak
tanımlanmasını sağlar.
Son olarak,
“Türk demokrasisinin kalitesini düşüren temel sorunlardan biri toksik muhalefet
anlayışıdır” cümlesi demokratik tartışma ve çoğulculuğa zarar veren muhalefet
biçimini belirginleştirir. Bu söylem siyasal meşruluk krizinin dilsel bir
yansıması olup iktidarın demokratik normlar üzerindeki egemenliğini sürdürme
çabasını gösterir.
GENEL
DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
Bu çalışma,
Erdoğan’ın CHP’ye yönelik olarak kullandığı “telef olmak” metaforu ve
çevresindeki söylemsel yapıyı eleştirel söylem çözümlemesi çerçevesinde
incelemiştir. Yapılan çözümleme, Erdoğan’ın dilsel tercihlerinin yalnızca
muhalefeti aşağılamak ve küçümsemekle kalmayıp aynı zamanda siyasal hegemonya
üretme ve iktidarını pekiştirme stratejisinin vazgeçilmez araçları olduğunu
ortaya koymaktadır.
Konuşmada
kullanılan atasözleri, metaforlar, küçümseyici ifadeler ve dinsel referanslar
geniş halk kitleleri üzerinde hem psikolojik hem de ideolojik etkiler
yaratmakta ve muhalefetin zayıf, dağınık ve etkisiz olduğu algısını sistemli
biçimde kurmaktadır. “Telef olmak” ifadesi, rakiplerin sadece siyasal olarak
yenilgisi değil, varlıklarının siyasal sahneden yok edilmesi anlamına gelen
güçlü bir tehdit unsuru olarak öne çıkmaktadır. Bu bağlamda, Erdoğan’ın
söylemi, siyasal savaşımı sadece seçim kazanma çabası olarak değil aynı zamanda
dil yoluyla güç ve saygınlık oluşturma olarak da şekillendirmektedir.
Ayrıca, söz
konusu söylemde iktidarın “hizmet” üretme kapasitesini yüceltmek için dinsel-moral
referansların (“zekat” gibi) kullanılması, tutucu tabanda meşruluk kazanma ve
seçmen desteğini pekiştirme çabasını göstermektedir. Muhalefetin liderlik
kapasitesi ve ahlaksal duruşunun hedef alınması ise seçmen gözünde güvenilirlik
ve meşruluk kaybını amaçlayan stratejik bir küçümseme yöntemidir.
Sonuç
olarak, Erdoğan’ın bu tür tehdit edici ve küçümseyici söylemi Türkiye’deki siyasal
kutuplaşmanın derinleşmesine ve demokratik diyalog ve uzlaşı zemininin
zayıflamasına hizmet etmektedir. Bu söylem tarzı, muhalefetin siyasal meşruluğunun
sorgulanması ve dışlanması üzerine kurulu olduğu için, demokratik yarışmanın
sağlıklı işlemesini engellemekte ve siyasal kamplaşmayı ve toplumsal
kutuplaşmayı artırmaktadır.
Bu nedenle,
Erdoğan’ın “telef olma” söylemi sadece bireysel bir retorik tercih değil aynı
zamanda Türkiye siyasetinde iktidar-muhalefet ilişkilerinin dil yoluyla yeniden
üretildiği ve şekillendirildiği önemli bir toplumsal ve siyasal olgudur.
Gelecek siyasal süreçlerde bu tür söylemlerin demokratik tartışma ortamına
etkileri ve siyasal uzlaşı arayışlarına olan yansımaları kapsamlı olarak
değerlendirilmelidir.
Konuşmalarda
kullanılan kültürel referanslar, metaforlar, dinsel ve ahlaksal göndermeler
iktidarın meşruluğunu pekiştirirken, muhalefetin ise hem siyasal hem ahlaksal
zayıflıklarıyla vurgulanması iktidar-muhalefet ilişkilerinde dilin savaşım
alanı olarak nasıl işlediğini göstermektedir. Erdoğan’ın “kutlu dava” vurgusu
ve “inşa eden taraf” metaforu, iktidarın kendisini etkili, üretken ve
değişmeyen hegemon olarak konumlandırdığı ve muhalefeti ise “sürüklenen”,
“toksik”, “beleşçi” ve vizyonsuz bir karşıt blok olarak tanımladığı
görülmektedir.
Bu söylem
stratejisi, siyasal kutuplaşmayı derinleştirmekte, demokratik diyalog ve uzlaşı
olanaklarını zayıflatmakta ve toplumsal meşruluğun dil yoluyla yeniden üretimi
sürecini ortaya koymaktadır. Muhalefetin “toksik” olarak damgalanması ve
“millete hakaret etmek”le suçlanması demokratik yarışmanın zedelenmesine ve
demokratik kültürün erozyonuna yol açmaktadır.
Sonuç
olarak, Erdoğan’ın bu dilsel stratejileri, Türkiye’de siyasal savaşımı sadece
güç ve oy savaşımı olarak değil aynı zamanda hegemonik anlamda da dil ve söylem
aracılığıyla sürdürme çabasının göstergesidir. Bu durum, demokratikleşme ve siyasal
çoğulculuk açısından ciddi bir meydan okumadır. Gelecek siyasal süreçlerde bu
tür söylemlerin demokratik tartışma ortamına etkileri kutuplaşmanın
derinleşmesi ve demokratik kurumların işleyişi açısından kapsamlı olarak
değerlendirilmelidir.
KAYNAKÇA
Türkçe
Kaynaklar
Akın, S.
(2018). Siyasal İletişim ve Söylem Analizi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi
Yayınları.
Aksu, H.
(2015). Türkiye’de Siyasetin Dilsel Boyutu: Söylem Analizi Yaklaşımı. Ankara
Üniversitesi SBF Dergisi, 70(2), 123-145.
Demir, F. D.
(2021). Türkiye’de Siyasal Söylem ve İktidar İlişkileri. Ankara: Nobel Akademik
Yayıncılık.
Fairclough,
N. (2010). Eleştirel Söylem Analizi: İktidar ve İdeoloji. Çev. M. A. Kara.
İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Korkmaz, T.
(2017). Siyasal Metaforlar ve Siyaset Bilimi. Toplumsal Bilimler Araştırmaları
Dergisi, 9(3), 45-62.
Öztürk, E.
(2019). Türkiye’de Popülist Liderlik ve Söylem Stratejileri. İletişim
Araştırmaları Dergisi, 14(1), 75-92.
Yıldırım, M.
(2020). Söylem, İktidar ve Toplum. Ankara: Seçkin Yayıncılık.
İngilizce
Kaynaklar
Fairclough,
N. (1995). Critical Discourse Analysis: The Critical Study of Language. London:
Longman.
van Dijk, T.
A. (1998). Ideology: A Multidisciplinary Approach. London: Sage Publications.
Wodak, R.,
& Meyer, M. (Eds.). (2009). Methods of Critical Discourse Analysis (2nd
ed.). London: Sage Publications.
Chilton, P.
(2004). Analysing Political Discourse: Theory and Practice. London: Routledge.
Lakoff, G.
(2004). Don’t Think of an Elephant!: Know Your Values and Frame the Debate.
White River Junction, VT: Chelsea Green Publishing.
Charteris-Black,
J. (2011). Politicians and Rhetoric: The Persuasive Power of Metaphor. London:
Palgrave Macmillan.
Hart, C.
(2010). Critical Discourse Analysis and Cognitive Science: New Perspectives on
Immigration Discourse. Basingstoke: Palgrave Macmillan.şvet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder