Hakkımda

FİRUZ DEMİR YAŞAMIŞ Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirmiştir (1968). University of Southern California’da planlama (kentsel ve bölgesel çevre) ve kamu yönetimi yüksek lisans programlarını bitirmiştir (1976). Siyaset ve Kamu Yönetimi Doktoru (1991). Yerel Yönetimler, Kentleşme ve Çevre Politikaları bilim dalında doçent (1993). Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı’nın kuruluşu sırasında müsteşar vekili. (1978-80) UNICEF Türkiye temsilciliği. (1982-84) Dünya Bankası’nın Çukurova Kentsel Gelişme Projesi’nde kurumsal gelişme uzmanı. (1984-86) Çankaya Belediyesi’nin kurumsal gelişme projesini yürütmüştür. (1989-91) Yedinci Kalkınma Planı “Çevre Özel İhtisas Komisyonu”nun başkanlığı. DPT “Çevre Yapısal Değişim Projesi” komisyonu başkanlığı. Cumhurbaşkanlığı DDK’nun Devlet Islahat Projesi raportörü. (2000-1) Çevre Bakanlığı Müsteşarı (Şubat 1998 – Ağustos 1999). Sabancı Üniversitesi tam zamanlı öğretim üyesi. (2001-2005) Halen yarı zamanlı öğretim üyesi olarak çeşitli üniversitelerde ders vermektedir. Şimdiye kadar ders verdiği üniversiteler arasında Ankara, Orta Doğu, Hacettepe, Fatih, Yeditepe, Maltepe ve Lefke Avrupa (Kıbrıs) üniversiteleri bulunmaktadır.
Blogger tarafından desteklenmektedir.

Translate

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE
EV

Bu Blogda Ara

5 Temmuz 2025 Cumartesi

 

Siyasal Söylemde Tehdit, Aşağılama ve Hegemonya: CHP’ye Yönelik 'Telef Olma' ve ‘Toksik Muhalefet’ Söyleminin Çözümlemesi

 

Prof. Dr. Firuz Demir YAŞAMIŞ

 

 

 

ÖZET

Siyasal liderlerin grup konuşmaları, yalnızca gündelik siyasal söylemlerin değil aynı zamanda iktidarın stratejik yönelimlerinin ve muhalefetle kurduğu ilişkinin göstergesi niteliğindedir. Bu bağlamda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 30 Nisan 2025 tarihli AK Parti Grup Toplantısı’nda yaptığı konuşma muhalefete yönelik kullandığı "toksik" ve "telef olmuş" ifadeleriyle dikkat çekici bir söylem örneği sunmaktadır. “Toksik muhalefet” söylemi muhalefeti yapıcı olmaktan uzak ve sistem için zararlı bir unsur olarak tanımlarken, “telef olmuş muhalefet” nitelemesi bu yapının siyasal olarak çürümüş ve işlevsiz hale geldiği savını dile getirmektedir. Bu çalışma, Erdoğan’ın konuşmasında muhalefete ilişkin ürettiği bu tür tanımlamaları söylem çözümlemesi yöntemiyle ele almakta ve söz konusu kavramların otoriter liderliğin meşruluk üretiminde nasıl işlevselleştirildiğini tartışmaktadır.

Anahtar Kelimeler: siyasal söylem, toksik muhalefet, telef olmuş muhalefet, Erdoğan, kutuplaştırma

 

ABSTRACT

The speeches delivered by political leaders during parliamentary group meetings are not merely reflections of daily political discourse but also strategic tools for shaping public perception and redefining political legitimacy. In this regard, President Recep Tayyip Erdoğan’s address to the AK Party parliamentary group on April 30, 2025, is noteworthy for his characterization of the opposition as both “toxic” and “spoiled to death (telef olmuş).” The phrase “toxic opposition” portrays the opposition as a harmful element within the political system, while the expression “spoiled opposition” suggests a structurally decayed and politically dysfunctional entity. This study analyzes Erdoğan’s discourse using critical discourse analysis and focuses on how such rhetoric functions within a broader strategy of authoritarian legitimation and polarization.

Key Words: political discourse, toxic opposition, spoiled opposition, Erdoğan, polarization

GİRİŞ

Siyasal liderlerin hitap biçimleri sadece kendi tabanlarıyla değil rakip aktörlerle ve kamuoyuyla kurdukları ilişkilerin niteliğini de biçimlendirir. Türkiye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylemi uzun yıllardır Türk siyasetinde belirleyici bir hegemonya unsuru olarak öne çıkmaktadır. Özellikle muhalefete yönelik ifadeleri yalnızca bir eleştiri ya da yarışma unsuru değil aynı zamanda bir siyasal mühendislik aracı olarak da işlev görmektedir. 30 Nisan 2025 tarihinde yapılan AK Parti TBMM grup toplantısında Erdoğan'ın “Bakalım cumhurbaşkanlığı hevesi yolunda daha kaç CHP’li telef olup gidecek” sözü bu bağlamda incelenmeye değer niteliktedir. Söz konusu ifade, çok katmanlı bir siyasal dil örneği sunmakta ve hem muhalefet içi çatışmalara işaret etmekte hem de Erdoğan’ın muhalefeti çözümleme ve yönlendirme stratejisinin bir parçası olarak değerlendirilebilmektedir. Bu bağlamda, bu çalışmada Erdoğan’ın söz konusu ifadesi söylem çözümlemesi tekniğiyle ele alınacak, metin bağlamı içerisinde güç, baskı, aşağılama ve siyasal hegemonya kurma stratejileri değerlendirilecektir.

Siyasal liderlerin grup toplantılarında yaptığı konuşmalar yalnızca güncel siyasal gelişmelerin değil, aynı zamanda iktidarın siyasal iletişim stratejilerinin ve muhalefetle kurduğu ilişkinin bir aynasıdır. Erdoğan, konuşmasında muhalefeti hem “toksik” hem de “telef olmuş” bir yapı olarak tanımlayarak alışıldık siyasal polemik sınırlarının ötesine geçen, köktenci ve dışlayıcı bir söylem oluşturmak anlamına gelmektedir. “Toksik muhalefet” ifadesi muhalefetin yalnızca yetersiz ya da başarısız olmadığını aynı zamanda siyasal sistemin sağlıklı işlemesini tehdit eden zararlı bir unsur durumuna geldiğini ima ederken “telef olmuş muhalefet” söylemi bu yapının artık onarılamaz, çürümüş ve siyaset açısından ölümcül bir noktaya ulaştığı savını içerir. Erdoğan, muhalefeti halktan kopuk, vizyonsuz, seçim sonuçlarını içine sindiremeyen ve ulusun değerlerine düşman bir durumda betimleyerek hem iktidarın kendi varlığını meşrulaştırmakta hem de kendisi dışındaki tüm siyasal projeleri itibarsızlaştırmaktadır. Bu konuşma, siyasal iletişimin kutuplaştırıcı doğasını ve lider söyleminin sınır tanımaz biçimde muhalefeti suç işleyen konumuna indirgemesini ortaya koyması bakımından dikkate değerdir. Bu çalışma, Erdoğan’ın söz konusu grup konuşmasını söylem çözümlemesi yöntemiyle inceleyerek “toksik” ve “telef” gibi kavramlar üzerinden şekillenen yeni siyasal dilin içerdiği stratejik hedefleri ve ideolojik bağlamı çözümlemeyi amaçlamaktadır.

Erdoğan, konuşmasında muhalefeti “siyasal beleşçilik”le suçlamış ve vizyonsuz, projesiz ve halktan kopuk olarak nitelendirmiştir. Seçim sonuçlarını kabul etmeyen, ulusu suçlayan bir muhalefet türü tanımlamış ve bunu “Türk demokrasisinin kalitesini düşüren bir tehdit” olarak sunmuştur. Bu ifadeler, siyasal iletişim bağlamında ele alındığında sadece muhalefeti değersizleştirme değil aynı zamanda kendi iktidarının uygulamalarını meşrulaştırma amacını da taşımaktadır. Konuşmanın farklı bölümlerine yayılan bu söylem Erdoğan’ın liderlik biçemini toplumu ayrıştırıcı dilini ve siyasal üstünlüğünü oluşturma stratejilerini görünür kılmaktadır.

“Telef” Kelimesinin Siyasal Etimolojisi ve Söylemsel İşlevi

“Telef” kelimesi, Türkçe’de kökeni Osmanlıca’ya dayanan ve genellikle “zarar görmek”, “yok olmak”, “harcanmak” anlamlarını taşıyan bir terimdir. Aslen Arapça “t-l-f” kökünden türemiş olan bu kelime, tarih boyunca fiziksel zarar, mal kaybı ve maddi hasar ifade etmek için kullanılmıştır. Ancak siyasal söylem bağlamında, “telef olmak” ifadesi metaforik bir genişlemeyle, özellikle siyasal figürlerin, partilerin veya hareketlerin “etkisizleşmesi”, “siyasal varlığını kaybetmesi” ve “sahneden çekilmesi” anlamına gelmeye başlamıştır. Türkiye siyasetinde bu ifade genellikle muhalefetin başarısızlıklarını ve çözülmelerini tanımlamak için güçlü bir retorik araç olarak tercih edilmiştir. “Telef olmak” metaforu rakiplerin yalnızca yenilgisi değil, aynı zamanda tamamen yok edilme sürecini ima ederek dilsel anlamda ciddi bir yıkım ve sona erme durumunu betimler. Bu kullanımıyla “telef” kelimesi hem korkutucu hem de uyarıcı bir işlev görerek siyasal savaşımda caydırıcı bir etki yaratır. Erdoğan’ın söyleminde “telef olmak” muhalefet içindeki bireylerin veya grupların “cumhurbaşkanlığı hevesi” yolunda siyasal olarak harcanacağını vurgularken aynı zamanda siyasal rakiplerin kaderini önceden belirlenmiş ve kaçınılmaz bir sonuç olarak sunar. Bu durum, söz konusu kelimenin yüklediği tarihsel anlamla birleşerek söylemin tehdit ve denetim boyutunu güçlendirir. Bununla birlikte, “telef” kelimesinin dinsel ve kültürel referanslarla da ilişkili olduğunu belirtmek gerekir. Osmanlı ve İslam kültüründe “telef” kavramı bazen harcanma ve özveri bağlamında da kullanılmıştır. Ancak Erdoğan’ın konuşmasında bu anlam siyasal yıkım ve yok olma çağrışımıyla öne çıkmaktadır. Böylece kelime hem tarihsel kökleriyle hem de güncel siyasal bağlamıyla çok katmanlı bir söylemsel yük taşımaktadır. Sonuç olarak, “telef” kelimesinin siyasal etimolojisi, Erdoğan’ın bu terimi stratejik bir şekilde seçerek sadece muhalefetin güçsüzlüğünü vurgulamakla kalmayıp aynı zamanda siyasal rakiplerin “yok oluşunu” kesin ve kaçınılmaz bir kader olarak belirttiğini göstermektedir. Bu dilsel tercih söylemin iktidar savaşımındaki gücünü artıran önemli bir unsurdur.

ARAŞTIRMANIN AMACI

Bu araştırmanın amacı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 30 Nisan 2025 tarihinde yaptığı grup konuşmasında yer alan “Bakalım daha kaç CHP’li telef olacak” ve “toksik muhalefet” şeklindeki ifadelerinin söylemsel arka planını çözümlemek ve bu ifadenin nasıl bir siyasal iletişim stratejisinin parçası olarak kullanıldığını ortaya koymaktır.

ARAŞTIRMANIN HEDEFİ

Siyasal söylemin otoriterleşme eğilimleriyle ilişkisini değerlendirmek.

Erdoğan’ın muhalefeti biçimlendirme stratejisinin dilsel düzeydeki araçlarını tespit etmek.

“Telef olmak” ve “toksik muhalefet” gibi yüklem yüklü ifadelerin siyasal kültürdeki anlamlarını açımlamak.

CHP özelinde muhalefetin temsil krizine ilişkin Erdoğan söyleminde yer alan ima, tehdit ve yönlendirme unsurlarını açığa çıkarmak.

ARAŞTIRMA SORULARI

Erdoğan’ın “telef olmak” ifadesi nasıl bir siyasal söylem bağlamı içinde kullanılmıştır?

Erdoğan’ın “toksik muhalefet” ifadesi nasıl bir siyasal söylem bağlamı içinde kullanılmıştır?

Bu söylemlerde hangi güç ilişkileri ve hegemonya stratejileri ön plandadır?

Konuşmanın bütününde muhalefet nasıl temsil edilmekte ve nasıl konumlandırılmaktadır?

Söylemin hedef kitlesi kimdir ve hangi siyasal ve psikolojik etkileri yaratmayı amaçlamaktadır?

Bu söylem, Türk siyasal kültüründeki lider merkezli otoriter geleneğe nasıl eklemlenmektedir?

YÖNTEM

Bu çalışma, eleştirel söylem çözümlemesi (Critical Discourse Analysis - CDA) yöntemine dayanmaktadır. Van Dijk, Fairclough ve Wodak’ın kuramlarından yararlanılarak aşağıdaki düzlemlerde çözümleme yapılacaktır:

Metin düzeyi (linguistik çözümleme): Kelime seçimleri, yüklem türleri, ses tonu ve bağlam içi anlamlar.

Söylem pratikleri düzeyi: Konuşmanın üretim bağlamı (TBMM grup konuşması), hedef kitlesi (AK Parti tabanı, kararsız seçmenler, CHP içi aktörler).

Toplumsal bağlam düzeyi: Türkiye’deki siyasal kutuplaşma, muhalefetin aday belirleme süreçleri, liderlik tartışmaları ve otoriterleşme eğilimleri.

Veri kaynağı olarak Erdoğan’ın grup konuşmasının video kaydı (YouTube, TRT Haber) ve resmi transkripti (İletişim Başkanlığı, AK Parti TBMM grubu) kullanılacaktır. Söylem çözümlemesinde retorik figürler, metaforlar, karşıtlıklar, vurgu ve tekrarlar da dikkate alınacaktır.

Söylem Çözümlemesi: Tehdit, Aşağılama ve Hegemonya İnşası

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 30 Nisan 2025 tarihli AK Parti TBMM Grup Toplantısı’nda sarf ettiği “Bakalım cumhurbaşkanlığı hevesi yolunda daha kaç CHP’li telef olup gidecek?” ifadesi çok katmanlı bir siyasal söylemin parçası olarak değerlendirilmektedir. Bu ifade, klasik propaganda retoriğinin ötesine geçerek hem muhalefetin zayıflatılmasını hem de kamuoyunun yönlendirilmesini amaçlayan hegemonik bir dilsel müdahale işlevi görmektedir. Söz konusu cümlede yer alan “telef olmak” kavramı, yalnızca bir metafor değil aynı zamanda karşıt aktörlerin “siyasal olarak harcanması”, "etkisizleştirilmesi" ve “yok edilmesi” anlamlarını taşımaktadır. Bu bağlamda ifade, fiziksel yok etmeyi çağrıştıracak kadar güçlü bir simgesel yüke sahiptir. Söylem düzleminde bu tür kavramların kullanımı, siyasal savaşımda dilin sadece bir iletişim aracı değil, doğrudan bir güç kullanımı biçimi olduğunu ortaya koyar (Fairclough, 1995; van Dijk, 2001). Erdoğan’ın aynı konuşmada kullandığı “perişan haliyle cumhurbaşkanlığı adaylığı peşinde koşuyor”, “nefesi 2028’e kadar yetecek mi?”, “sürekli tekzip yiyen bir CHP başkanı” gibi ifadeler muhalefeti siyasal düzlemde aşağılamaya ve küçümsemeye yönelik bir anlatı oluşturmaktadır. Bu söylemde, Erdoğan kendisini yalnızca iktidarın meşru sahibi olarak değil, aynı zamanda muhalefetin yeterliliğini değerlendirme ve sınırlama hakkına sahip olan üstün bir konumda sunmaktadır. Bu durum, söylemin otoriter karakterini güçlendirmekte ve lider-merkezli siyasal kültüre içkin baskı ilişkilerini yeniden üretmektedir. Ayrıca, “Biz CHP’ye umut bağlayan vatandaşlarımıza üzülüyoruz” cümlesiyle Erdoğan muhalefetin destekçilerine yönelik bir duygusal istismar stratejisi uygulamakta ve akılcı olmayan bir tercihte bulundukları için “acınası” olarak konumlandırmaktadır. Bu, klasik "biz-onlar" ayrımının söylemsel olarak yeniden üretilmesini sağlayarak iktidarın kamusal algı üzerindeki denetimini pekiştirmeye yöneliktir. Söylemin bir diğer dikkat çekici öğesi, iktidar uygulamalarının “zekat” metaforuyla sunulmasıdır: “Bizim hizmetlerimizin zekâtı bunların yaptıklarını 10’a katlar, 100’e katlar.” Bu söylem, sadece niceliksel bir üstünlük vurgusu değil aynı zamanda ahlaksal ve dinsel bir meşruluk iddiasını da beraberinde taşımaktadır. Erdoğan böylece yalnızca daha fazla iş yapan bir yönetici olarak değil aynı zamanda “hizmetin kutsallığını taşıyan” bir lider olarak konumlanmaktadır. Bu tür metaforik yapıların, özellikle tutucu seçmen kitleleri düzeyinde güçlü bir anlam evreni oluşturduğu açıktır. Sonuç olarak, Erdoğan’ın söz konusu ifadesi siyasal rakibi itibarsızlaştırma, muhalefet içi dinamikleri yönlendirme, kendi liderliğini güçlendirme ve kamusal alan üzerindeki hegemonik denetimini sürdürme stratejilerinin açık bir göstergesidir. Bu söylem biçemi Türkiye’de giderek derinleşen otoriterleşme eğiliminin dilsel ifadesi olarak da okunabilir.

KURAMSAL ÇERÇEVE: SÖYLEM, İKTİDAR, HEGEMONYA VE DİLİN TARİHSEL KATMANLARI

Bu çalışmanın kuramsal temeli, eleştirel söylem çözümlemesi (Critical Discourse Analysis - CDA) yaklaşımıdır. Ancak söylem çözümlemesinin etkililiği, dilin tarihsel ve kültürel katmanlarının da dikkate alınmasına bağlıdır. Bu bağlamda, Erdoğan’ın kullandığı “telef” kelimesinin siyasal etimolojisi ve tarihsel bağlamı söylemin gücünü anlamada kritik bir öneme sahiptir.

“Telef” kelimesi, Osmanlıca ve Arapça kökenli olup temel anlamı “zarar görmek”, “yok olmak” ve “harcanmak”tır. Söylemdeki kullanımı ise bu anlamların ötesine geçerek siyasal aktörlerin “etkisizleşmesi”, “tasfiye edilmesi” ve “siyasal olarak yok olması” anlamlarını taşıyan güçlü bir metafora dönüşmüştür. Bu tarihsel ve kültürel birikim kelimenin güncel siyasal söylemde nasıl bir tehdit ve denetim aracı olarak işlev gördüğünü açığa çıkarır.

Fairclough’un hegemonya kavramıyla birleştirildiğinde bu tür tarihsel anlam katmanları iktidarın söylem yoluyla toplumsal rıza üretirken başvurduğu “anlam denetimi” stratejilerinin parçasıdır. Erdoğan’ın “telef olmak” ifadesini kullanması, sadece muhalefetin zayıflığını belirtmekle kalmayıp, aynı zamanda muhalefetin varlığını siyasal sahneden tamamen silmeye yönelik hegemonik bir müdahaleyi simgeler. Böylece, dilin tarihsel kökenleri ve siyasal işlevleri söylem çözümlemesinde bütünleşik bir çözümleme çerçevesi sunar.

Aynı zamanda, van Dijk’in söylem ve iktidar kuramında vurgulandığı üzere dilsel anlamların toplumsal bağlamla ilişkisi güç ilişkilerinin yeniden üretiminde temel araçlardan biridir. “Telef” gibi tarihsel ve kültürel kodlar taşıyan kelimeler bu anlamın yerleştiği toplumsal ve siyasal zemin üzerinde etkili olur ve söylemin iktidarını artırır. Erdoğan’ın siyasal söylemindeki dilsel tercihler, yalnızca çağdaş siyasal savaşımı değil dilin tarihsel ve kültürel derinliklerini de kullanarak iktidar ilişkilerini yeniden üretmekte ve pekiştirmektedir.

Bu çalışmanın kuramsal temeli, eleştirel söylem çözümlemesi yaklaşımına dayanmaktadır. Eleştirel söylem çözümlemesi, dilin toplumsal ilişkilerde nasıl işlediğini, iktidar yapılarıyla nasıl iç içe geçtiğini ve toplumsal gerçekliği nasıl biçimlendirdiğini çözümlemeyi amaçlayan disiplinlerarası bir yöntemdir. Bu bağlamda siyasal söylemler yalnızca birer iletişim aracı olarak değil aynı zamanda ideolojik aygıtlar olarak değerlendirilir.

Norman Fairclough’a göre söylem, yalnızca dili değil, toplumsal uygulamaları ve kurumsal düzenlemeleri de içeren çok katmanlı bir yapıdır. Bu anlamda bir siyasal liderin kullandığı dil, yalnızca anlık bir hitap biçimi değil aynı zamanda bir hegemonya kurma stratejisidir. Fairclough, özellikle Gramsci’nin hegemonya kavramını söylem çözümlemesiyle bütünleştirerek iktidarın yalnızca baskı yoluyla değil rıza üretimi yoluyla da sürdürüldüğünü vurgular. Erdoğan’ın “telef olmak” gibi ifadeleri bu rızanın nasıl korku, aşağılama ve tehdit gibi stratejilerle yeniden üretildiğini ortaya koyar.

Van Dijk ise iktidar ve söylem arasındaki ilişkiyi daha mikro düzeyde çözümler. Ona göre iktidar sahipleri anlam üretim süreçlerini denetleyerek zihinsel modeller aracılığıyla toplumsal algıyı şekillendirirler. Bu çerçevede Erdoğan’ın konuşması yalnızca CHP’ye yönelik bir eleştiri değil aynı zamanda kitlelerin “muhalefete ilişkin” zihinsel temsillerini biçimlendirmeye dönük stratejik bir müdahale olarak okunmalıdır. Van Dijk’in kavramsallaştırdığı gibi, “biz” ve “onlar” ikiliği söylemin temel çatısını oluşturur ve bu ikilik üzerinden kurulan kutuplaştırıcı dil iktidarın meşrulaştırılmasında önemli bir rol oynar.

Michael Billig’in “banal milliyetçilik” ve “retorik iktidar” çözümlemeleri de bu söylem içinde tamamlayıcı bir bakış açısı sunar. Erdoğan’ın konuşmasında dinsel referanslarla ("zekat") iç içe geçmiş bir üstünlük anlatısı kurgulanması yalnızca hizmet odaklı bir meşruluk değil aynı zamanda ahlaksal ve kültürel üstünlük üzerinden bir normatif hegemonya kurma çabasıdır.

Son olarak, Ernesto Laclau’nun “popülist söylem” kuramı bağlamında değerlendirildiğinde Erdoğan’ın dili hem halk adına konuşan “hakiki önder” kimliğini pekiştirir hem de muhalefeti dışlayarak siyasetin merkezini tek bir irade etrafında toplamayı amaçlar. Bu bağlamda “telef olmak” gibi ifadeler yalnızca düşmanlaştırma değil aynı zamanda siyasal alanı daraltma ve uygun görülmeyen iradeleri meşruluk dışına itme girişimidir. Bu kuramsal çerçeve aracılığıyla Erdoğan’ın kullandığı söylem, yalnızca saldırgan bir dil örneği olarak değil aynı zamanda iktidar ilişkilerinin yeniden üretildiği bir ideolojik araç olarak okunabilir.

ÇÖZÜMLEME

Erdoğan’ın konuşmasında öne çıkan dilsel unsurlar hedef gösterme ve aşağılamaya dayalı sert bir retoriği işaret etmektedir. Özellikle “telef olmak”, “perişan” ve “tekzip yiyen” gibi ifadeler muhalefet aktörlerini küçümseyen ve onları siyasal arenadan kaldırmaya mahkum eden bir suçlama dilini yansıtmaktadır. Bu tür dilsel tercihler siyasal savaşımda rakipleri etkisizleştirmek ve meşruluk alanını daraltmak amacıyla bilinçli olarak kullanılmaktadır. Konuşmanın zaman ve kronoloji vurgusu taşıyan unsurları da kritik önem taşımaktadır. “2028’e kadar” ve “izleyip göreceğiz” gibi ifadeler sadece geleceğe dönük bir beklenti yaratmakla kalmayıp aynı zamanda muhalefetin varlığının ve direncinin sınırlandırılacağına ilişkin örtük bir tehdit mekanizması işlevi görmektedir. Böylece iktidar, uzun vadeli bir stratejik üstünlük ve egemenlik bakış açısı çizmekte ve rakiplerini de bu bakış açısına göre şekillendirmeye çalışmaktadır. Söylemde ayrıca açık bir karşıtlık ve antitez kurma stratejisi bulunmaktadır. “Bizim hizmetlerimizin zekatı” şeklinde kurulan cümleler kendisiyle muhalefeti keskin biçimde ayrıştıran ve “biz–onlar” kutuplaşmasını derinleştiren bir dilsel yapı oluşturmaktadır. Bu karşıtlık sadece siyasal tavır farklılığını değil aynı zamanda ahlaksal ve kültürel üstünlük iddialarını da kapsayarak iktidar lehine bir normatif çerçeve oluşturmaktadır. Son olarak, konuşmanın empati yaratma boyutunda “CHP’ye umut bağlayan vatandaşlarımıza üzülüyoruz” ifadesi dikkat çekicidir. Burada iktidar, kendi seçmen kitlesini muhalefetin destekçileriyle empati kurmaya davet ederek, onların siyasal tercihlerinin yanlışlığını ima etmekte ve böylece muhalefetin tabanını psikolojik olarak zayıflatmaya yönelmektedir. Bu, aynı zamanda iktidarın kendi kamusal meşruluğunu güçlendiren stratejik bir sorumluluk vurgusudur.

Grup konuşmasında “telef” sözünün geçtiği paragraf İletişim Başkanlığı’na göre şöyle: "Keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur… Bakalım, cumhurbaşkanlığı hevesi yolunda daha kaç CHP'li siyaset girdabında telef olup gidecek? Bizim milletimize kazandırdığımız binlerce hizmetten herhangi birinin zekatı, bu kişinin ömrü boyunca yaptığı siyasetle elde ettiği neticeleri ona katlar, yüze katlar, bine katlar. CHP Genel Başkanı, önce bir mahalle temsilcimizin siyaset kalibresine çıksın ondan sonra 'Ne diyor?' diye kulak kabartırız. Girdiği bu yanlış yolda ısrar ederse kendisini muhatap almayız. Hatalarından dönene, kendisine biraz çekidüzen verene kadar bu şahsı, kendi partisindeki ayak oyunlarıyla oyalanmaya, edep ve adap yoksunu üslubunun içinde debelenmeye mahkum ediyoruz."

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur” atasözüyle başlayan ve devamında “Bakalım, cumhurbaşkanlığı hevesi yolunda daha kaç CHP’li siyaset girdabında telef olup gidecek?” ifadelerini içeren konuşması çok katmanlı bir retorik strateji örneği olarak incelenmelidir. İlk olarak, atasözü kullanımı, halkın ortak kültürel hafızasına hitap ederek, iletişimin meşruluğunu artırmayı ve iletinin etkisini güçlendirmeyi amaçlar. Bu tür kültürel göndermeler siyasal liderlerin söyleminde otorite ve bilgelik imajı yaratmanın yaygın yollarındandır. “Telef olup gitmek” metaforu ise önceden de vurgulandığı gibi muhalefetin siyasal alandaki etkisizleşmesini, tasfiye sürecini ve siyasal varlığının sona ermesini ima eder. Erdoğan’ın bu ifadeyi “siyaset girdabı” kavramıyla birleştirmesi, muhalefetin içinde bulunduğu kaotik ve çıkışsız durumu vurgularken, siyasal yarışmanın sertliğini ve savaşımdaki ağır bedeli gözler önüne serer. Konuşmanın devamında, Erdoğan’ın “Bizim milletimize kazandırdığımız binlerce hizmetten herhangi birinin zekatı, bu kişinin ömrü boyunca yaptığı siyasetle elde ettiği neticeleri ona katlar, yüze katlar, bine katlar” cümlesi hem iktidarın hizmet üretme kapasitesini abartılı bir şekilde yüceltir ve hem de muhalefetin başarılarının bu ölçekte olmadığını dolaylı olarak ifade eder. Burada “zekat” kavramının kullanımı, dinsel ve ahlaksal meşruluk vurgusunu pekiştirir ve özellikle tutucu seçmenler nezdinde iktidarın olumlu imajını güçlendirir. CHP Genel Başkanı’nın “önce bir mahalle temsilcimizin siyaset kalibresine çıksın” şeklindeki küçümseyici ifadesi rakibin yetersizliğini ve alçak gönüllü siyasal donanımını vurgular. Bu hem bireysel hem de kurumsal bir aşağılamadır. Muhalefetin liderlik kapasitesine ilişkin kuşku yaratmayı hedefler. Son bölümdeki “hatalarından dönene… muhatap almayız” ve “kendi partisindeki ayak oyunlarıyla oyalanmaya, edep ve adap yoksunu üslubunun içinde debelenmeye mahkum ediyoruz” cümleleri hem koşullu bir tehdit hem de siyasal yalnızlaştırmanın altını çizer. Burada Erdoğan, muhalefet liderine yönelik bir düzelme çağrısı yaparken aynı zamanda onu hem kendi partisi içinde hem de kamuoyunda etkisiz ve meşru olmayan konuma yerleştirir. Bu söylem, iktidarın egemenlik alanını pekiştiren, muhalefeti etkisizleştiren ve siyasal savaşımı tek taraflı üstünlükle kurgulayan dilsel bir performans olarak değerlendirilebilir. Aynı zamanda, kültürel referanslar, metaforlar ve doğrudan suçlamalarla örülü bu dil Erdoğan’ın otoriter liderlik imajını destekler niteliktedir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur” atasözüyle başlattığı ifade, kültürel belleğe dayalı güçlü bir metafordur. Bu atasözü, küçük bir nedenin beklenmedik ve büyük sonuçlara yol açabileceği anlamını taşır. Erdoğan, bu sözü kullanarak muhalefetin siyasal zayıflıklarının görünürde küçük ama aslında son derece kritik ve yıkıcı etkiler doğurabileceğini söylemektedir. Bu, siyaset biliminde “zayıflıkların yapısal kırılganlığa dönüşmesi” olarak değerlendirilebilir ve liderin bu kırılganlığı vurgulayarak rakip üzerinde psikolojik üstünlük kurma stratejisidir.

“Bakalım, cumhurbaşkanlığı hevesi yolunda daha kaç CHP’li siyaset girdabında telef olup gidecek?” cümlesi siyasal hedeflerin küçümsenmesi ve rakibin güdülenmesinin geçici, anlamsız bir heves olarak görülmesiyle başlar. “Heves” kelimesi, siyaset biliminde ciddi ve stratejik bir amaç yerine geçici bir arzu veya gayretsizlik iması taşır. “Siyaset girdabı” ifadesi rakibin içinde bulunduğu karmaşık ve çıkışı zor bir siyasal ortamı betimlerken bu durumun sonucunda “telef olmak” metaforuyla rakiplerin siyasal varlıklarının yok edilmesi hedeflenir. Burada “telef olmak” sadece fiziksel bir kayıp değil siyasal yok olma ve etkisizleşmenin dilsel bir ifadesidir. Bu kullanım, muhalefetin sadece başarısız değil aynı zamanda siyasal varlığını yitirmeye mahkum olduğunu ima eder.

Üçüncü cümlede, Erdoğan’ın “Bizim milletimize kazandırdığımız binlerce hizmetten herhangi birinin zekatı, bu kişinin ömrü boyunca yaptığı siyasetle elde ettiği neticeleri ona katlar, yüze katlar, bine katlar” şeklindeki ifadesi hem nicelik hem nitelik açısından iktidarın üstünlüğünü vurgular. “Zekat” kelimesi dinsel bir terim olarak verilenin kutsallığı ve zorunluluğu anlamına gelir ve bu bağlamda iktidarın sunduğu hizmetlerin sadece maddi değil aynı zamanda ahlaksal ve toplumsal açıdan da üstün olduğu ima edilir. Bu söylem, iktidarın meşruluğunu artırma amacına hizmet ederken muhalefetin katkı ve başarılarını küçümseyerek siyasal rıza üretme sürecinde güçlü bir araç olarak kullanılır.

Dördüncü cümlede, CHP Genel Başkanı’nın “önce bir mahalle temsilcimizin siyaset kalibresine çıksın” denilerek yetersizliği vurgulanır. “Mahalle temsilcisi” ifadesi siyasal hiyerarşide düşük seviyede bulunan bir aktör anlamına gelir. Bu küçümseme rakip liderin kapasitesine yönelik doğrudan bir saldırıdır. “Siyaset kalibresi” kavramı ise yetkinlik ve kapasite ölçütü olarak kullanılır ve muhalefetin liderliğinin eksikliğine işaret eder. Bu dil seçmen nezdinde muhalefetin güvenilirliğini zedelemeyi amaçlar.

“Girdiği bu yanlış yolda ısrar ederse kendisini muhatap almayız” cümlesinde ise muhalefetin stratejisinin hatalı olduğu ve değişime kapalı olduğu ileri sürülür. “Yanlış yol” ifadesi, kararların siyasal açıdan hatalı ve etkisiz olduğunu belirtirken, “ısrar etmek” değişmezlik ve inatçılık anlamı taşır. “Muhatap almamak” ise siyasal iletişimde reddetme ve dışlama anlamına gelir. Bu muhalefetin meşruluğunu sorgulayan ve onu siyasal süreçlerin dışında tutmaya yönelik bir söylemdir.

Son cümlede, “Hatalarından dönene, kendisine biraz çekidüzen verene kadar bu şahsı, kendi partisindeki ayak oyunlarıyla oyalanmaya, edep ve adap yoksunu üslubunun içinde debelenmeye mahkum ediyoruz” ifadeleri muhalefet liderine yönelik koşullu bir değişim çağrısı içerirken ağır bir yetersizlik ve ahlaksal zayıflık vurgusu yapar. “Ayak oyunları” deyimi parti içi çatışma ve entrikaları çağrıştırarak muhalefetin parçalanmış ve zayıf olduğunu ima eder. “Edep ve adap yoksunu üslup” ifadesi ise hem kültürel hem de ahlaksal normlar açısından kabul görmeyen iletişim biçimini tanımlar. “Debelenmek” fiili çaresizlik ve çıkışsızlık içinde olmayı ifade eder. “Mahkum etmek” ise bu durumun zorunlu ve kaçınılmaz olduğunu belirterek muhalefetin siyasal kaderinin denetlendiği iletisini verir.

Bu ayrıntılı çözümleme, Erdoğan’ın dilsel tercihlerinin her biriyle muhalefetin zayıflatılması, kendi iktidarının meşruluğunun artırılması ve siyasal hegemonya alanının genişletilmesi stratejisine hizmet ettiğini açıkça göstermektedir.

Hakaret Unsuru ve Suçlama Dili: Aşağılama ve Küçültme Stratejisi

Erdoğan’ın kullandığı “telef olmak”, “perişan” ve “tekzip yiyen” gibi ifadeler doğrudan muhalefet aktörlerini hedef alan aşağılayıcı bir dilin parçasıdır. “Telef olmak” ifadesi, mecazi anlamıyla siyasal olarak harcanma, etkisizleşme ve yok olma anlamlarını taşır. Bu tür güçlü metaforlar, muhalefetin sadece yenilgiye uğradığını değil aynı zamanda varlığının siyasal sahneden silinmeye mahkum olduğunu ima eder. “Perişan haliyle” ifadesi ise CHP liderliğini ve adaylığını zayıf, güçsüz ve çaresiz olarak konumlandırır. “Tekzip yiyen” nitelemesi, muhalefetin sürekli hatalı ve yalanlanan açıklamalar yaptığını ve güvenilirlik krizinde olduğunu vurgular. Bu dille Erdoğan hem muhalefetin saygınlığını zedelemekte hem de kendi iktidarını üstün ve meşru gösterme amacına hizmet etmektedir. Bu strateji seçmen nezdinde muhalefete ilişkin olumsuz algıların pekişmesini sağlar ve muhalefet içi çatlakları derinleştirir.

Zaman ve Kronoloji Vurgusu: Geleceğe Dönük Tehdit ve Beklenti

Konuşmada kullanılan “2028’e kadar” ve “izleyip göreceğiz” gibi ifadeler, zaman boyutunu siyasal söylemde etkin bir tehdit aracına dönüştürür. Bu tür kronolojik referanslar Erdoğan’ın muhalefetin dayanma gücünü sorgulamasına ve aynı zamanda uzun vadeli siyasal üstünlüğünü ön plana çıkarmasına olanak verir. Geleceğe yönelik bu tür söylemler muhalefete karşı devam eden bir savaşım ve bekleyiş atmosferi oluşturur. İzleyici kitlesinde muhalefetin başarısızlığının kaçınılmaz olduğu algısını güçlendirmeye çalışır. Bu bağlamda, zaman referansları sadece bir tarih vermekten ziyade psikolojik bir baskı ve moral kırıcı bir unsur olarak işlev görür.

Karşıtlık (Antitez) Kurulumu: “Biz-Onlar” Ayrımının Güçlendirilmesi

“Bizim hizmetlerimizin zekatı bunların yaptıklarını 10’a, 100’e katlar” gibi ifadeler, siyasal söylemin temel yapı taşlarından biri olan karşıtlık kurma stratejisinin somut örneklerindendir. Burada “biz” kavramı, Erdoğan ve AK Parti’nin gerçekleştirdiği hizmetleri, ahlaksal ve niceliksel üstünlükle vurgularken “onlar” muhalefeti, yetersizlik ve başarısızlıkla nitelendirir. Bu tür karşıtlıklar, siyasal kutuplaşmayı derinleştirir ve seçmen kitlesini kendi tarafına çekme amacı taşır. Aynı zamanda “zekat” metaforu üzerinden yapılan ahlaksal meşruluk vurgusu, siyasal yarışmanın ötesinde kültürel ve dinsel referanslarla iktidarın toplumsal rızasını artırmaya yöneliktir. Böylece dil, sadece bilgi aktarımı değil, aynı zamanda toplumsal ait olma duygusu ve farklılaşma aracı olarak da kullanılır.

Halkla Empati Yaratma: Psikolojik Yumuşatma ve Sorumluluk Vurgusu

Erdoğan’ın “CHP’ye umut bağlayan vatandaşlarımıza üzülüyoruz” cümlesi, sert ve aşağılayıcı söylemin ardından gelen bir empati ve duygusal yumuşatma hamlesidir. Burada iktidar, muhalefet seçmenlerine karşı bir tür “anlayış” ve “acıma” tavrı takınarak onları yanlış tercihler yapan “mağdurlar” olarak konumlandırır. Bu söylem, muhalefetin destekçilerinin psikolojik olarak kırılmasını ve kendi tercihlerini sorgulamasını amaçlayan stratejik bir yumuşatma ve inandırma aracıdır. Aynı zamanda bu cümle iktidarın kendisini hem güçlü hem de merhametli ve sorumluluk sahibi bir aktör olarak konumlandırmasına hizmet eder. Bu çifte rol, siyasal liderlik ve meşruluk üretme süreçlerinde kritik bir yer tutar.

Bu dört ana strateji, Erdoğan’ın siyasal söyleminde birbiriyle örtüşerek iktidarını pekiştirmeye, muhalefeti zayıflatmaya ve kamuoyundaki hegemonik söylem alanını genişletmeye yönelik kapsamlı bir dilsel ve psikolojik savaşımı temsil etmektedir.

Ses Tonu, Vurgu, Duraklama ve Beden Dili Çözümlemesi: Söylemin Performatif Boyutu

Erdoğan’ın 30 Nisan 2025 tarihli konuşmasında kullandığı ses tonu, vurgu ve duraklamalar, söylemin anlamını güçlendiren ve hedef kitle üzerinde psikolojik etkiyi artıran temel unsurlar olarak öne çıkar. Konuşmanın “telef olmak” ifadesi Erdoğan tarafından özellikle belirgin bir vurgu ve tonlama ile söylenmiştir. Bu vurgu, sözcüğün taşıdığı sert ve tehdit edici anlamı pekiştirerek sözün ciddiyetini ve caydırıcılığını dinleyiciye doğrudan verir. Ses tonu bu bölümde hafif alçalarak tehdidin kararlılığını ve soğukkanlılığını yansıtır. Bu da iktidarın denetimi elinde tuttuğu algısını destekler. Duraklamalar ise konuşmanın ritmini belirlerken önemli bir stratejik işlev görür. Erdoğan, özellikle “Bakalım cumhurbaşkanlığı hevesi yolunda” ifadesinden sonra kısa bir duraklama yapar. Bu, dinleyicinin beklentisini artırır ve ardından gelen “daha kaç CHP’li telef olup gidecek?” kısmının etkisini en yüksek düzeye çıkarır. Böylece hem iletinin netliği artar hem de söylenenlerin üzerinde daha fazla düşünülmesi sağlanır. Beden dili açısından, Erdoğan’ın konuşma esnasındaki dik duruşu, yer yer kaşlarını çatması ve el hareketleri sözlerin gücünü ve otoritesini somutlaştırır. Özellikle tehdit içeren ifadelerde yapılan ani el hareketleri ve yüz ifadelerindeki sertlik, iletinin ciddiyetini vurgular. Göz temasını sık sık dinleyicilerle kurması ise iletişimde içtenlik ve üstünlük kurma çabası olarak yorumlanabilir. Kamera açılarının da bu retoriğe katkıda bulunduğu gözlemlenmektedir.  Erdoğan genellikle orta yakın planla çekilir ve hem jest ve mimiklerin hem de yüz ifadelerinin net okunmasını sağlanır. Bu, söylemin sahici ve güçlü algılanmasına yardımcı olur. Sonuç olarak, Erdoğan’ın ses tonu, vurgu, duraklama ve beden dili unsurları, konuşmanın içeriğiyle paralel olarak hem tehdit edici hem de inandırıcı bir atmosfer yaratır. Bu performatif boyut metnin sadece yazılı anlamını aşarak dinleyicilerin algısını ve duygusal tepkisini derinleştirir. Söylemin dilsel içeriği ile fiziksel ifade biçiminin uyumu siyasal hegemonya ve iktidar oluşturmada kritik bir rol oynar.

Söylem Çözümlemesi: Oluşturan İktidar ve “Toksik Muhalefet” İmgesi

Erdoğan’ın grup konuşmasının bir başka bölümünde ise şu sözler yer almaktadır: “Lise çağlarımızdan beri içinde olduğumuz kutlu davamızı yaşatma ve yüceltme uğraşında gördüğümüz hakikat budur. Elbette şartları değerlendirmek başka şeydir, suyun önünde sürüklenen bir kütük gibi şartlara teslim olmak başka şeydir. Biz sürüklenen değil inşa eden, kuran, yönlendiren taraftayız. Hep öyle kalacağız. Siyasal beleşçilik ülkemizdeki muhalefetin tarzıdır, işidir, hevesidir. Bunlar, ülkeleri, milletleri, şehirleri için hiçbir hayalleri, vizyonları, programları, projeleri olmadığı halde her seçimde iktidara gelme hevesine kapılırlar. Son örneğini 2023 seçimlerinin ardından gördüğümüz üzere sandıkta seçmenden tokadı yiyince de başlarlar millete hakaret etmeye, milleti aşağılamaya, milleti suçlamaya. Kendilerinin içinde hiçbir şey olmayan, boş çuval gibi ayakta durmalarının mümkün olmadığını görmek, kabullenmek istemezler… "Türk demokrasisinin kalitesini düşüren temel sorunlardan biri toksik muhalefet anlayışıdır."

Cumhurbaşkanı Erdoğan “Lise çağlarımızdan beri içinde olduğumuz kutlu davamızı yaşatma ve yüceltme uğraşında gördüğümüz hakikat budur.” ifadesiyle siyasetin tarihsel ve ideolojik meşruluğunu pekiştirmektedir. Burada “kutlu dava” ifadesi hem liderin kişisel siyasal kimliğini kutsallaştırmakta hem de iktidarın tarihsel misyonuna vurgu yaparak takipçilerinde ait olma duygusu yaratmaktadır. Bu söylem, Gramsci’nin hegemonya kavramı çerçevesinde iktidarın kendi ideolojik zeminini toplumsal rıza temelinde kurma stratejisine hizmet etmektedir.

“Şartları değerlendirmek başka şeydir, suyun önünde sürüklenen bir kütük gibi şartlara teslim olmak başka şeydir” metaforu ise iktidarın etkili ve belirleyici aktör olduğunu ve muhalefetin ise edilgen, kaderine razı olan ve güçsüz bir konumda bulunduğunu açıkça ortaya koyar. Bu dil güç ilişkilerinde iktidarın oluşturucu rolünü ve muhalefetin çaresizliğini zıt kavramlar üzerinden simgeler.

“Biz sürüklenen değil inşa eden, kuran, yönlendiren taraftayız. Hep öyle kalacağız.” cümlesi, iktidarın kendi siyasal durumunu sürekli üretme, hegemonik alanını genişletme ve değişen koşullara karşın değişmez olma iradesini vurgular. Bu, siyasal liderlik kuramlarında “aktif liderlik” ve “stratejik öznellik” kavramlarıyla örtüşür.

“Beleşçilik” ifadesiyle muhalefet hem ekonomik kaynaklar açısından hem de siyasal üretkenlik bağlamında temelsiz, emek harcamayan ve hak ettiği desteği kazanamayan aktörler olarak konumlandırılır. Bu küçümseyici dil muhalefetin meşruluğunu zedelemeye ve halk nezdinde saygınlığını azaltmaya yöneliktir.

“Ülkeleri, milletleri, şehirleri için hiçbir hayalleri, vizyonları, programları, projeleri olmadığı hâlde her seçimde iktidara gelme hevesine kapılırlar” cümlesi, muhalefetin eksikliklerini sistemli biçimde ortaya koyarak, iktidarın “kapsayıcı ve vizyoner” rolünü yüceltir. Bu, halkın tercihini akılcı ve meşru olarak iktidardan yana yapması gerektiği algısını güçlendirir.

“Sandıkta seçmenden tokadı yiyince başlarlar millete hakaret etmeye, aşağılamaya, suçlamaya” ifadesi, muhalefetin yenilgiyi kabullenemeyen ve demokratik kültüre zarar veren davranışlar içinde olduğunu iddia eder. Bu tür bir suçlama, muhalefetin demokratikleşme sürecinde “toksik” ve bozucu bir unsur olarak tanımlanmasını sağlar.

Son olarak, “Türk demokrasisinin kalitesini düşüren temel sorunlardan biri toksik muhalefet anlayışıdır” cümlesi demokratik tartışma ve çoğulculuğa zarar veren muhalefet biçimini belirginleştirir. Bu söylem siyasal meşruluk krizinin dilsel bir yansıması olup iktidarın demokratik normlar üzerindeki egemenliğini sürdürme çabasını gösterir.

GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ

Bu çalışma, Erdoğan’ın CHP’ye yönelik olarak kullandığı “telef olmak” metaforu ve çevresindeki söylemsel yapıyı eleştirel söylem çözümlemesi çerçevesinde incelemiştir. Yapılan çözümleme, Erdoğan’ın dilsel tercihlerinin yalnızca muhalefeti aşağılamak ve küçümsemekle kalmayıp aynı zamanda siyasal hegemonya üretme ve iktidarını pekiştirme stratejisinin vazgeçilmez araçları olduğunu ortaya koymaktadır.

Konuşmada kullanılan atasözleri, metaforlar, küçümseyici ifadeler ve dinsel referanslar geniş halk kitleleri üzerinde hem psikolojik hem de ideolojik etkiler yaratmakta ve muhalefetin zayıf, dağınık ve etkisiz olduğu algısını sistemli biçimde kurmaktadır. “Telef olmak” ifadesi, rakiplerin sadece siyasal olarak yenilgisi değil, varlıklarının siyasal sahneden yok edilmesi anlamına gelen güçlü bir tehdit unsuru olarak öne çıkmaktadır. Bu bağlamda, Erdoğan’ın söylemi, siyasal savaşımı sadece seçim kazanma çabası olarak değil aynı zamanda dil yoluyla güç ve saygınlık oluşturma olarak da şekillendirmektedir.

Ayrıca, söz konusu söylemde iktidarın “hizmet” üretme kapasitesini yüceltmek için dinsel-moral referansların (“zekat” gibi) kullanılması, tutucu tabanda meşruluk kazanma ve seçmen desteğini pekiştirme çabasını göstermektedir. Muhalefetin liderlik kapasitesi ve ahlaksal duruşunun hedef alınması ise seçmen gözünde güvenilirlik ve meşruluk kaybını amaçlayan stratejik bir küçümseme yöntemidir.

Sonuç olarak, Erdoğan’ın bu tür tehdit edici ve küçümseyici söylemi Türkiye’deki siyasal kutuplaşmanın derinleşmesine ve demokratik diyalog ve uzlaşı zemininin zayıflamasına hizmet etmektedir. Bu söylem tarzı, muhalefetin siyasal meşruluğunun sorgulanması ve dışlanması üzerine kurulu olduğu için, demokratik yarışmanın sağlıklı işlemesini engellemekte ve siyasal kamplaşmayı ve toplumsal kutuplaşmayı artırmaktadır.

Bu nedenle, Erdoğan’ın “telef olma” söylemi sadece bireysel bir retorik tercih değil aynı zamanda Türkiye siyasetinde iktidar-muhalefet ilişkilerinin dil yoluyla yeniden üretildiği ve şekillendirildiği önemli bir toplumsal ve siyasal olgudur. Gelecek siyasal süreçlerde bu tür söylemlerin demokratik tartışma ortamına etkileri ve siyasal uzlaşı arayışlarına olan yansımaları kapsamlı olarak değerlendirilmelidir.

Konuşmalarda kullanılan kültürel referanslar, metaforlar, dinsel ve ahlaksal göndermeler iktidarın meşruluğunu pekiştirirken, muhalefetin ise hem siyasal hem ahlaksal zayıflıklarıyla vurgulanması iktidar-muhalefet ilişkilerinde dilin savaşım alanı olarak nasıl işlediğini göstermektedir. Erdoğan’ın “kutlu dava” vurgusu ve “inşa eden taraf” metaforu, iktidarın kendisini etkili, üretken ve değişmeyen hegemon olarak konumlandırdığı ve muhalefeti ise “sürüklenen”, “toksik”, “beleşçi” ve vizyonsuz bir karşıt blok olarak tanımladığı görülmektedir.

Bu söylem stratejisi, siyasal kutuplaşmayı derinleştirmekte, demokratik diyalog ve uzlaşı olanaklarını zayıflatmakta ve toplumsal meşruluğun dil yoluyla yeniden üretimi sürecini ortaya koymaktadır. Muhalefetin “toksik” olarak damgalanması ve “millete hakaret etmek”le suçlanması demokratik yarışmanın zedelenmesine ve demokratik kültürün erozyonuna yol açmaktadır.

Sonuç olarak, Erdoğan’ın bu dilsel stratejileri, Türkiye’de siyasal savaşımı sadece güç ve oy savaşımı olarak değil aynı zamanda hegemonik anlamda da dil ve söylem aracılığıyla sürdürme çabasının göstergesidir. Bu durum, demokratikleşme ve siyasal çoğulculuk açısından ciddi bir meydan okumadır. Gelecek siyasal süreçlerde bu tür söylemlerin demokratik tartışma ortamına etkileri kutuplaşmanın derinleşmesi ve demokratik kurumların işleyişi açısından kapsamlı olarak değerlendirilmelidir.


 

KAYNAKÇA

 

Türkçe Kaynaklar

Akın, S. (2018). Siyasal İletişim ve Söylem Analizi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Yayınları.

Aksu, H. (2015). Türkiye’de Siyasetin Dilsel Boyutu: Söylem Analizi Yaklaşımı. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 70(2), 123-145.

Demir, F. D. (2021). Türkiye’de Siyasal Söylem ve İktidar İlişkileri. Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık.

Fairclough, N. (2010). Eleştirel Söylem Analizi: İktidar ve İdeoloji. Çev. M. A. Kara. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Korkmaz, T. (2017). Siyasal Metaforlar ve Siyaset Bilimi. Toplumsal Bilimler Araştırmaları Dergisi, 9(3), 45-62.

Öztürk, E. (2019). Türkiye’de Popülist Liderlik ve Söylem Stratejileri. İletişim Araştırmaları Dergisi, 14(1), 75-92.

Yıldırım, M. (2020). Söylem, İktidar ve Toplum. Ankara: Seçkin Yayıncılık.

 

İngilizce Kaynaklar

Fairclough, N. (1995). Critical Discourse Analysis: The Critical Study of Language. London: Longman.

van Dijk, T. A. (1998). Ideology: A Multidisciplinary Approach. London: Sage Publications.

Wodak, R., & Meyer, M. (Eds.). (2009). Methods of Critical Discourse Analysis (2nd ed.). London: Sage Publications.

Chilton, P. (2004). Analysing Political Discourse: Theory and Practice. London: Routledge.

Lakoff, G. (2004). Don’t Think of an Elephant!: Know Your Values and Frame the Debate. White River Junction, VT: Chelsea Green Publishing.

Charteris-Black, J. (2011). Politicians and Rhetoric: The Persuasive Power of Metaphor. London: Palgrave Macmillan.

Hart, C. (2010). Critical Discourse Analysis and Cognitive Science: New Perspectives on Immigration Discourse. Basingstoke: Palgrave Macmillan.şvet

Hiç yorum yok: