“Odunu Koysak Seçilir”: Yelizleşme, Lider
Kültü, Kurumsallık ve Siyasal Temsil Bunalımı
Prof. Dr. Firuz
Demir Yaşamış
ÖZET
Bu makale, Türkiye siyasetinde
karizmatik liderliğin belirlediği adaylaştırma uygulamalarını "odunu
koysam seçilir" şeklindeki popüler söylem çerçevesinde çözümlemektedir.
Liderin mutlak gücü ve sadakat temelli atamalar, temsilin liyakatten
uzaklaşmasına ve kurumsallaşmanın zayıflamasına neden olmaktadır. Çalışma,
parti içi demokrasi eksikliği, seçmen davranışlarında kimlik temelli yönelim,
popülist temsil stratejileri ve siyasal kişiselleşme olgularını bütüncül bir
şekilde irdelemektedir. Ayrıca, “Yelizleşme” kavramı üzerinden siyasal temsilin
görünürlük ve sadakate indirgenmesine ilişkin yeni bir eleştirel çerçeve
önerilmektedir.
Anahtar
Kelimeler: Lider merkezli siyaset, temsil krizi,
parti içi demokrasi, sadakat-liyakat çatışması, karizmatik liderlik,
yelizleşme, siyasal popülizm, seçmen davranışı
ABSTRACT
This article examines the candidate selection practices shaped by
charismatic leadership in Turkish politics through the lens of the commonly
cited phrase “even if we nominate a log, it would be elected.” The study argues
that leader-centered decision-making and loyalty-based nominations undermine
meritocracy and weaken institutional structures. It provides a multidimensional
analysis of intra-party democracy deficits, identity-based voter behavior,
populist representation strategies, and the personalization of politics.
Furthermore, the concept of “Yelizleşme” is introduced to critically frame the
transformation of political representation into a phenomenon driven by
visibility and loyalty.
Keywords: Leader-centered politics, representation crisis, intra-party democracy,
loyalty versus merit, charismatic leadership, “Yelizlesme”, political populism,
voter behavior
GİRİŞ
Türk siyasetinde sıkça duyulan “odunu
koysam seçilir”, “ceketimi aday göstersem milletvekili olur” ya da “ismi
bilinmeyen biri bile seçilir” gibi ifadeler şaka tonunda söylense de siyasal
temsilin niteliği ve demokratik süreçlerin işleyişi açısından son derece
çarpıcı yapısal sorunlara işaret eder. Bu sözler, seçmenin tercihini adaya ilişkin
niteliklerden çok lidere veya partinin kimliğine dayandırdığı bir siyasal
atmosferin göstergesidir. Özellikle karizmatik liderliğin ve güçlü parti ait
olma duygusunun egemen olduğu siyasal dönemlerde, aday profilleri liyakate
değil, lidere olan sadakat ve bağlılığa göre şekillenmektedir. Bu bağlamda,
Demokrat Parti lideri Adnan Menderes’e atfedilen “odunu koysam seçilir” sözü ya
da Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın makam
şoförünü aday göstererek milletvekili seçtirmesi gibi örnekler bu yaklaşımın
simgesel yansımalarıdır.
Siyasal temsilin kurumsal ilkeler ve
toplumsal talepler doğrultusunda değil lider merkezli sadakat ilişkileri
çerçevesinde şekillenmesi partilerin liyakatli kadrolar yetiştirme
kapasitesinin gerilediğini, kurumsallaşmanın zayıfladığını ve demokratik yarışmanın
içeriğinin boşaldığını gösterir. Bu durum, siyaset bilimi bakış açısından üç
ana düzlemde çözümlenebilir: karizmatik liderlik yapısının seçmen
davranışlarını yönlendirmesi, parti içi demokrasinin zayıflaması ve seçmen
tercihinin akılcı-hesaplayıcı bir temelden kimliksel ve duygusal bir bağlama
kayması. Söz konusu söylemler, sadece gündelik siyasetin bir parçası değil aynı
zamanda temsilin niteliği, siyasal kurumların işlevselliği ve seçmen-lider
ilişkisinin dönüşümü hakkında önemli ipuçları sunmaktadır.
Bu çalışma, “odunu koysam seçilir”
ifadesini merkez alarak Türkiye’de siyasal temsilin yapısal dönüşümünü
incelemeyi amaçlamaktadır. Lider merkezli aday belirleme uygulamalarının temsil
kalitesi üzerindeki etkileri, siyasal sadakat kültürünün kurumsal siyaseti
nasıl şekillendirdiği ve bu dönüşümün seçmen davranışlarına yansımaları
ayrıntılı biçimde ele alınacaktır. Bu bağlamda, siyasal temsilin kurumsal
ilkelere değil kişisel sadakate dayanması, partilerin kadro yetiştirme ve
nitelikli temsili sağlama işlevinin zayıfladığını gösterir. Siyaset bilimi
açısından bu olgu, üç ana eksende incelenebilir: lider kültü ve karizmatik
otorite yapısının güçlenmesi, parti içi demokrasinin gerilemesi ve seçmen
davranışlarında akılcı tercihten kimliksel ait olma temelli oylamaya yönelim.
Bu çerçevede söz konusu söylemler, sadece gündelik siyasal dilin bir parçası
değil, aynı zamanda temsil bunalımı, kurumların zayıflaması ve kişiselleşmiş
siyaset gibi daha büyük yapısal sorunların birer dışavurumudur.
Bu bağlamda, Demokrat Parti lideri
Adnan Menderes’e atfedilen “odunu koysam seçilir” sözü ya da Adalet ve Kalkınma
Partisi Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın makam şoförünü aday göstererek
milletvekili seçtirmesi gibi örnekler bu yaklaşımın simgesel yansımalarıdır.
Siyasal temsilin kurumsal ilkeler ve
toplumsal talepler doğrultusunda değil lider merkezli sadakat ilişkileri
çerçevesinde şekillenmesi partilerin liyakatli kadrolar yetiştirme
kapasitesinin gerilediğini, kurumsallaşmanın zayıfladığını ve demokratik yarışmanın
içeriğinin boşaldığını gösterir. Bu süreç yalnızca kurumsal ve yapısal bir
sorun olarak değil aynı zamanda liderin kişisel egosunu ve kudret duygusunu
tatmin etmeye yönelik bir siyasal uygulama olarak da ele alınmalıdır.
Liyakatsiz ya da sıradan bir bireyin lider iradesiyle seçilmesi çoğu zaman
halkın lidere duyduğu bağlılığı sınama arzusunun ötesinde liderin kendi gücünü
hem çevresine hem de kamuoyuna simgesel olarak kanıtlama çabasıdır. Bu anlamda,
kişiselleşmiş iktidar yapılarında karar alma süreçleri yalnızca akılcı
stratejilerle değil liderin psikopolitik gereksinmeleriyle da biçimlenmektedir.
Bu çalışma, yukarıda anılan ifadelerin
siyasal anlamını, kökenlerini ve sonuçlarını çözümleme ederek, Türkiye'deki
temsil sisteminin dönüşümüne ışık tutmayı amaçlamaktadır. Lider merkezli aday
belirleme uygulamalarının demokratik kalite üzerindeki etkileri, parti-siyaset
ilişkisi, seçmen psikolojisi ve siyasal kurumsallaşma bağlamında
irdelenecektir.
Araştırmanın Amaç
ve Hedefleri
Bu araştırmanın temel amacı Türk
siyasal hayatında sıklıkla dile getirilen “odunu koysam seçilir” türü söylemler
üzerinden siyasal temsilin niteliğinde yaşanan dönüşümü siyaset bilimi bakış açısından
çözümlemektir. Bu bağlamda çalışmada, karizmatik liderliğin siyasal alandaki
etkileri, parti içi demokrasi mekanizmalarının zayıflaması, aday belirleme
süreçlerinin kişiselleşmesi ve seçmen davranışlarının akılcılıktan kimlik
temelli sadakate kayması gibi olguların siyasal temsil üzerindeki yapısal
etkileri incelenecektir.
Araştırmanın özel
hedefleri şunlardır:
Karizmatik
liderliğin etkilerini ortaya koymak:
Lider merkezli siyasal yapılanmanın aday belirleme süreçlerini nasıl
yönlendirdiğini ve bu durumun siyasal temsilin içeriğini nasıl dönüştürdüğünü
açıklamak.
Parti
içi demokrasi düzeyini değerlendirmek:
Siyasal partilerde aday belirleme mekanizmalarının ne ölçüde demokratik ve
kurumsal işlediğini ve bu sürecin merkezileşme ve sadakat temelli atamalarla
nasıl biçimlendiğini incelemek.
Seçmen
davranışlarındaki değişimi çözümlemek:
Seçmenlerin oy verme tercihlerinde aday niteliğinden çok lider ve parti
kimliğine yönelimlerinin gerekçelerini sorgulamak ve bu eğilimin temsilde
nitelik kaybına etkilerini değerlendirmek.
Popülizm
ve temsilde meşruluk ilişkisini tartışmak:
Sıradan bireylerin milletvekili yapılması üzerinden yaratılan “halktan biri”
imajının demokratik temsili güçlendirmek yerine liderin karizmasını pekiştiren
bir araç olarak nasıl işlev gördüğünü çözümleme etmek.
Kurumsallaşma
sorunu bağlamında temsil bunalımını irdelemek: Siyasal kurumların zayıflaması, kişiselleşmiş
iktidar biçimleri ve temsilin biçimsel yapılar yerine lider güdümlü
şekillenmesinin demokratik rejimin niteliğine etkilerini ortaya koymak.
Lider
davranışlarında psikopolitik boyutu çözümlemek: Karizmatik liderliğin sadece stratejik değil,
aynı zamanda psikolojik bir zemin üzerinden işlediğini ortaya koymak. Liderin
kendi egosunu tatmin etme, mutlak etki alanını doğrulama ve gücünü simgesel
biçimde yeniden üretme arzularının aday belirleme süreçleri üzerindeki
etkilerini değerlendirmek.
Bu hedefler doğrultusunda, araştırma
hem kuramsal bir çerçeve sunmayı hem de güncel siyasal uygulamalar üzerinden
Türkiye'deki temsil krizini somut örneklerle tartışmayı amaçlamaktadır.
Araştırma
Soruları
Bu çalışma, Türkiye siyasal yaşamında
lider merkezli aday belirleme uygulamalarının demokratik temsil üzerindeki
etkilerini çözümleme etmeyi amaçlamakta ve bu doğrultuda aşağıdaki araştırma
sorularına yanıt aramaktadır:
Lider
merkezli siyasal sistemlerde aday belirleme süreçleri nasıl işliyor ve bu
süreçler partilerin kurumsal yapısını nasıl etkiliyor?
Liyakatten
bağımsız, sadakat temelli aday tercihleri demokratik temsilin niteliğini ve
seçmen iradesini nasıl dönüştürmektedir?
Karizmatik
liderliğin etkisi altında şekillenen aday belirleme süreçleri, siyasal yarışmayı
ve temsilde adaleti nasıl biçimlendirmektedir?
Popülist
siyasal stratejilerle ‘halktan biri’ görüntüsü altında yapılan aday
belirlemeleri gerçekten halkın temsiline mi yoksa liderin hegemonyasına mı
hizmet etmektedir?
Liderlerin
liyakatsiz ya da sıradan bireyleri aday göstermeleri yalnızca siyasal bir
strateji midir yoksa aynı zamanda liderin kişisel egosunu tatmin etmeye ve
gücünü simgesel olarak doğrulamaya dönük bir psikopolitik gösteri midir?
Türkiye
örneğinde parti içi demokrasi eksikliği ve kişiselleşmiş iktidar yapısı temsil bunalımını
nasıl derinleştirmektedir?
ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ
Bu araştırma Türkiye siyasal
sisteminde lider merkezli aday belirleme uygulamalarının demokratik temsile
etkilerini incelemeyi amaçlayan nitel bir çalışmadır. Çalışmada, siyaset bilimi
ve siyasal psikoloji yazınına dayalı kuramsal çözümleme ile Türkiye’de yaşanan
özgül siyasal uygulamaların eleştirel değerlendirilmesi birlikte
gerçekleştirilmiştir.
Araştırmanın tasarımı, nitel içerik çözümlemesi
ve örnek olay incelemesi yöntemlerinin bir arada kullanıldığı karma bir nitel
yaklaşıma dayanmaktadır. Bu yöntemsel yaklaşım kavramsal çerçevenin
derinlemesine irdelenmesiyle birlikte lider merkezli aday belirleme
süreçlerinin somut siyasal uygulamalar üzerinden çözümlenmesini olanaklı kılmıştır.
Veri kaynakları, liderlerin kamuoyuna
yansıyan söylemleri, parti belgeleri ve Türkiye Büyük Millet Meclisi aday
listeleri gibi birincil materyaller ile siyaset bilimi alanındaki akademik
yayınlar, medya çözümlemeleri ve siyasal yorumlar gibi ikincil kaynaklardan
oluşmaktadır. İçerik çözümlemesi liderlerin aday belirleme süreçlerine ilişkin
söylemlerinin tematik olarak incelenmesini sağlamış ve örnek olay incelemesi
ise özellikle Erdoğan’ın makam şoförünü milletvekili adayı göstermesi gibi
somut olgular üzerinden temsilde kalitenin ve seçmen davranışlarının
değerlendirilmesine olanak tanımıştır.
Araştırmanın sınırlılıkları arasında
nitel araştırma yöntemlerinin doğası gereği bulguların genellenebilirliğinin
kısıtlı olması ve parti içi karar alma süreçlerine ilişkin belgelerin sınırlı
erişilebilirliği yer almaktadır. Ancak bu sınırlamalara karşın çalışma temsilin
niteliği ve liderlik dinamikleri konusunda anlamlı ve derinlemesine çıkarımlar
sunmayı hedeflemektedir.
KURAMSAL ÇERÇEVE
Siyasal temsil, demokratik sistemlerin
temel taşlarından biri olarak halkın iradesinin siyasal kurumlarda etkin ve
nitelikli biçimde yansımasını ifade etmektedir. Temsilin niteliği, siyasal
yapıların işleyişi ve aktörlerin davranışlarıyla doğrudan bağlantılıdır.
Türkiye gibi lider merkezli siyasal sistemlerde temsil yapısı lider kültü,
kurumsallaşma düzeyi ve seçmen-lider ilişkileri bağlamında
değerlendirilmelidir. Max Weber’in otorite tipolojisinde karizmatik liderlik,
geleneksel ve yasal-akılcı otoriteden farklı olarak liderin kişisel
özelliklerine dayanan olağanüstü niteliklere sahip bir otorite biçimi olarak
tanımlanır. Karizmatik liderler, güçlü kişisel çekim güçleriyle kitleleri harekete
geçirir ve siyasal karar alma süreçlerinde merkezi bir rol oynar. Günümüzde bu
tür liderlik lider kültünün oluşturulmasıyla siyasal rejimlerde kişiselleşmiş
iktidarın zeminini oluşturur. Lider çevresinde gelişen kült, sadakat
ilişkilerini derinleştirirken aday belirleme gibi temel siyasal süreçlerin
liderin iradesine bağımlı hale gelmesine yol açar. Bu durum partilerin
kurumsallaşmasını zayıflatmakta ve liyakat ilkelerinin gerilemesine neden
olmaktadır.
Kişiselleşmiş iktidar, siyasal
otoritenin kurumlar yerine tek bir lidere veya dar bir lider grubuna
yoğunlaşması biçimindedir. Bu yapı, partilerin ve devlet kurumlarının
özerkliğini azaltarak karar alma süreçlerinin liderin psikolojik ve siyasal gereksinmeleri
doğrultusunda şekillenmesine zemin hazırlar. Bu bağlamda, liderin egosu önemli
bir psikopolitik etmen olarak öne çıkar. Liderin egosu kendini üstün görme,
mutlak denetim arzusu, kudret duygusunun tatmini ve gücünü simgesel biçimde
yeniden üretme çabası şeklinde kendini gösterir. Bu psikolojik dinamik,
liyakatsiz adayların ön plana çıkması ve lider iradesinin her alanda
belirleyici olmasıyla sonuçlanabilir. Böylece demokratik temsil zayıflamakta ve
siyasal yarışma liderin egosunun tatminiyle uyumlu bir biçime dönüşmektedir.
Popülizm, halk ile “seçkinler”
arasında karşıtlık kurarak “halkın gerçek temsilcisi” olduğunu iddia eden
siyasal strateji ve söylemdir. Popülist liderlik, sıradan bireyleri siyasal
arenaya taşıyarak temsilde nitelik sorununu gizler ve liderin karizmasını
pekiştirir. Bu durum temsilde bunalım yaratmakta ve seçimler liyakatten çok
liderin karizmatik gücüne dayanmaktadır. Sonuç olarak, siyasal kurumlar ve
demokratik normlar zayıflamakta ve temsilin içeriği boşalmaktadır.
Seçmen davranışları yazında uzun süre akılcı
tercih kuramı ile açıklanmış ve seçmenlerin çıkar hesaplarına dayalı karar
verdiği varsayılmıştır. Ancak lider kültünün ve popülist söylemin yükselişi,
seçmen tercihlerinin kimlik, ait olma ve duygusal bağlamda şekillenmesine yol
açmıştır. Türkiye’de ise güçlü lider bağlılığı ve parti kimlikleri adayların
bireysel liyakatlerinden daha belirleyici duruma gelmiştir. Bu değişim
demokratik temsilde niteliksel erozyona ve temsil krizine neden olmaktadır.
Bu çalışmanın kuramsal çerçevesi,
karizmatik liderlik, kişiselleşmiş iktidar, liderin egosu, popülizm ve seçmen
davranışlarındaki dönüşümü temel alarak Türkiye’de “odunu koysam seçilir” türü
söylemlerin ardındaki siyasal, kurumsal ve psikolojik dinamikleri anlamaya çalışmaktır.
Bu kavramlar, siyasal temsil krizinin temel bileşenleri olarak araştırmanın çözümlemelerine
rehberlik edecektir.
ÇÖZÜMLEME
Lider Merkezli
Siyasal Sistemlerde Aday Belirleme Süreçleri ve Partilerin Kurumsal Yapısı
Üzerindeki Etkileri
Lider merkezli siyasal sistemlerde
aday belirleme süreçleri, klasik parti içi demokrasi anlayışından büyük ölçüde
saparak kişisel otoriteye ve karizmatik liderliğe dayalı bir yapı
kazanmaktadır. Bu sistemlerde liderin iradesi, sadece siyasal söylem ve
strateji belirleme düzeyinde değil, aynı zamanda seçimle iş başına gelecek
aktörlerin kim olacağına karar verme sürecinde de belirleyici duruma gelir.
Adayların belirlenmesinde parti üyelerinin, yerel teşkilatların ya da parti içi
kurulların etkisi giderek azalırken, liderin tercihleri esas belirleyici unsur olur.
Bu durum, temsilin niteliği kadar parti içi denge ve hesap verebilirlik
mekanizmalarını da köklü biçimde dönüştürmektedir. Bu tür yapıların geliştiği
siyasal ortamlarda adaylık, liyakat ve temsil yeteneğinden çok lidere sadakat
ve bağlılık temelinde şekillenmektedir. Parti içi yarışma yerini lidere
yakınlık ve sadakat yarışına bırakmakta ve parti, ideolojik bir birlikten
ziyade liderin çevresinde kümelenen bir sadakat ağına dönüşmektedir. Aday
belirleme süreçlerinin bu şekilde işlemesi partilerin kurumsallaşma düzeyini
zayıflatmakta ve onları kişiye bağlı, geçirgen ve esnek yapılar haline
getirmektedir. Kurumsallaşmış partilerde aday belirleme süreci, belirli usul ve
kurallar çerçevesinde işlerken lider merkezli yapılar bu süreçleri biçimsel
kurallardan ziyade doğal ilişkiler üzerinden yürütmektedir. Bu durum, parti
programları ve ideolojilerinin seçim dönemlerinde göz ardı edilmesine, liderin
gündemiyle örtüşmeyen aktörlerin sistem dışına itilmesine ve seçilmiş
temsilcilerin halka değil doğrudan lidere karşı sorumlu görmelerine yol
açmaktadır. Böylece siyasal temsilin meşruluğu, halktan alınan yetki yerine
liderin onayına indirgenmektedir. Sonuç olarak, lider merkezli aday belirleme
süreçleri, demokrasinin temel ilkeleri olan katılım, yarışma ve hesap
verebilirlik ilkelerini aşındırmakta, siyasal partilerin kurumsal
dayanıklılığını zayıflatmakta ve uzun vadede ise liderin yokluğunda partilerin
çözülme veya parçalanma riskiyle karşı karşıya kalmasına neden olmaktadır. Bu
çerçevede, lider merkezli yapıların yükselişi sadece bireysel aktörlerin
kariyerleri açısından değil demokrasinin kurumsal sürekliliği ve niteliği
açısından da kaygı verici bir gelişmedir.
Sadakat Temelli
Aday Tercihlerinin Demokratik Temsil ve Seçmen İradesi Üzerindeki Dönüştürücü
Etkisi
Demokratik sistemin temel
dayanaklarından biri temsil yetkisini halktan alan ve halk adına karar alma
süreçlerine katılan seçilmiş kişilerin liyakat, yeterlilik ve toplumsal meşruluk
temelinde belirlenmesidir. Ancak lider merkezli siyasal yapılarda aday
belirleme süreçlerinde liyakatten ziyade lidere bağlılık, sadakat ve koşulsuz
itaat esas alındığında bu temsil yapısında ciddi bir dönüşüm ortaya
çıkmaktadır. Sadakat temelli aday belirleme uygulamaları temsil makamını
işlevsel bir siyasal araca dönüştürmekten çok liderin iradesini güçlendiren bir
"sadakat zinciri" üretmektedir. Bu zincirin halkla olan bağları
zayıfladıkça temsil görevini üstlenen kişiler giderek birer “aktarıcı”ya
dönüşmekte ve seçmenin taleplerini yukarıya iletmek yerine yukarıdan gelen
iradeyi aşağıya emreden figürler durumuna gelmektedirler. Bu durum, demokratik
temsilin çift yönlü doğasını bozmakta ve seçmen ile temsilci arasındaki siyasal
iletişimi ve hesap verilebilirlik ilişkisini aşındırmaktadır. Ayrıca, sadakat
temelli aday tercihleri halkın seçme hakkını biçimsel bir ritüele indirgerken
gerçek bir seçenek sunulmaması nedeniyle seçimlerin meşruluğunu zedelemektedir.
Seçmen, kendisine benzeyen, toplumsal sorunlara duyarlı ve hesap verebilir
adaylar yerine yalnızca lidere bağlılığıyla öne çıkan kişiler arasından seçim
yapmaya zorlanmaktadır. Bu da seçmen davranışında bir kırılmaya yol açarak
katılımın azalmasına, siyasal temsilin daralmasına ve halkın siyasal sisteme
yabancılaşmasına neden olabilmektedir. Sonuç olarak, sadakat temelli aday
belirleme stratejileri, sadece partilerin iç işleyişine değil, temsilin
doğasına ve demokratik sistemin meşruluğuna de zarar vermektedir. Bu tür
tercihler, temsili demokrasiyi içeriksizleştirirken kişiselleşmiş ve
otoriterleşmiş bir siyasal yapının pekişmesine yol açmaktadır. Bazı kişilerin Cumhurbaşkanı
Erdoğan’a olan yakınlığı ve sadakatiyle ön plana çıkmış olması aday belirlemede
liyakatin değil sadakatin esas alındığını göstermektedir. Bu kişilerin yasama
etkinlikleri, sosyal medya paylaşımları ve zaman zaman kamuoyunu şaşırtan
çıkışları seçilmiş bir temsilcinin entelektüel yeterlilik, siyasal kavrayış ve
ifade yeteneği gibi niteliklerden çok lideri savunma refleksiyle hareket
ettiğini ortaya koymaktadır. Bu da seçmenin gerçek gereksinmelerinin temsil
edilmesi yerine liderin söylem çizgisinin yinelendiği bir yapıyı doğurmaktadır.
“Yeliz” simgesi seçmenlerin giderek daralan aday havuzuyla karşı karşıya
kaldığını ve seçeneklerinin sınırlandığını ortaya koyar. Seçmen, kendi
taleplerine karşılık verebilecek adaylar arasında değil lidere sadakatiyle öne
çıkanlar arasında tercih yapmaya zorlanmaktadır. Bu, seçmen davranışını
şekillendiren seçenek setini tek tipleştirmekte ve temsilin niteliğini
düşürmektedir. Siyasal temsilin ciddiyetini zedeleyen bir kamusal mizah konusu durumuna
gelmiştir. Bu da temsil kurumuna duyulan saygının aşınmasına, dolayısıyla
temsil makamının simgesel gücünün zayıflamasına neden olmaktadır.
Sadakat Temelli
Aday Tercihinin Uygulamadaki Yansımaları: Örnek Olaylara Dayalı Çözümleme
Sadakat temelli aday belirleme
süreçlerinin demokratik temsil üzerindeki dönüştürücü etkisi yalnızca kuramsal
değil deneysel olarak da gözlemlenebilir. Bu tür eğilimler özellikle lider
odaklı, hiyerarşik ve karizmatik liderliğe dayanan partilerde ve rejimlerde
daha belirgin duruma gelmektedir.
Türkiye Örneği -
AKP’de Aday Belirleme Süreci: Adalet
ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) iktidar pratiği, parti içi aday belirleme
süreçlerinin giderek merkezileşmesiyle dikkat çekmektedir. Özellikle 2014
sonrası dönemde, yerel seçimler ve milletvekilliği listelerinde Erdoğan’ın
onayı dışındaki isimlerin listelerde yer bulma şansı ciddi oranda azalmıştır.
İl ve ilçe örgütlerinde yapılan eğilim yoklamaları simgesel duruma gelirken
aday listeleri genellikle dar bir kadro tarafından ve lidere mutlak sadakat
ölçütüyle şekillendirilmektedir. Bu durum, örneğin 2019 yerel seçimlerinde
İstanbul ve Ankara gibi büyükşehirlerde merkezi iradenin sadakat temelli aday
tercihlerinin kamuoyu beklentileriyle örtüşmemesi nedeniyle seçimin muhalefet
lehine sonuçlanmasına katkı sağlamıştır. Halkın yaşamına dokunabilen, liyakatli
ve sahada güçlü isimler yerine lidere yakınlığı esas alan tercihler seçmenin
iradesiyle çelişmiş ve temsilin meşruluğunu sorgulatmıştır.
Macaristan Örneği
- Fidesz ve Orban Modeli: Macaristan’da
Viktor Orban’ın liderliğindeki Fidesz Partisi, 2010 sonrası dönemde hem partiyi
hem de devleti liderin merkezde olduğu bir düzene entegre etmiştir. Aday
belirleme süreçleri, yerel örgütlerin katılımı olmaksızın, partinin tepe
kadroları ve Orban’ın iradesi doğrultusunda şekillenmektedir. Parlamento
üyeleri, teknik bilgi ya da siyasal deneyimden çok liderin çizdiği siyasal çizgiyle
uyum üzerinden belirlenmekte ve yasama organını yürütmenin bir uzantısı durumuna
getirmektedir. Sonuç olarak, Macaristan örneğinde sadakat temelli aday
tercihlerinin kuvvetler ayrılığı ilkesini aşındırdığı ve demokratik denetim
mekanizmalarını işlevsizleştirdiği gözlemlenmektedir.
Rusya Örneği -
Birleşik Rusya ve Putin Rejimi: Vladimir
Putin’in kurduğu otoriter siyasal mimaride, aday belirleme süreçleri doğrudan
Kremlin’in denetimi altındadır. Birleşik Rusya Partisi’nin aday listeleri siyasal
sadakat ve kişisel bağlılık temelinde oluşturulmakta ve karşıt ya da eleştirel
tutum sergileyen isimler sistemli biçimde devre dışı bırakılmaktadır. Bu
yöntem, seçimlerin yarışmacı doğasını yok etmekte ve halkın iradesini
şekillendiren değil yönetenin onayladığı seçeneklerin oylanmasına
indirgemektedir. Bu koşullarda demokratik temsil biçimselleşmiş ve içerikten
arınmış bir gösteri durumuna gelmiştir.
Yukarıdaki örnek olaylar, sadakat
temelli aday belirleme uygulamalarının sadece siyasal partilerin kurumsal
işleyişine değil, aynı zamanda demokratik temsilin yapısına ve seçmen
iradesinin oluşumuna doğrudan müdahale ettiğini ortaya koymaktadır. Bu tür
tercihler, siyasal alanı daraltmakta, liyakat temelli kadroların sistem dışına
itilmesine ve halkın siyasal süreçten yabancılaşmasına neden olmaktadır. Son
kertede, demokratik seçimler otoriter konsolidasyonun meşruluk aracına
dönüşmektedir. Bu bağlamda ayrıca, Türkiye siyasetinde özellikle sosyal medya
aracılığıyla görünürlük kazanan ve kamuoyunda "Yelizleşme" olarak
adlandırılan olgu da dikkat çekicidir. "Yelizleşme", siyasal
aktörlerin temsil niteliğinden çok lidere sadakatleri, popülerlikleri veya
medya performanslarıyla öne çıkmalarıdır. Bu tür adaylıklar, özellikle liderin
karizmasına endeksli sistemlerde, seçmen tercihinin akılcı ve program temelli
olmaktan uzaklaştığını, bunun yerine duygusal, kimliksel veya sadakat merkezli
oy verme davranışlarının yaygınlaştığını göstermektedir. Yelizleşme, liyakat
yerine görünürlük ve sadakatin tercih edildiği bir siyasal estetik dönüşümün adıdır.
Bu dönüşüm, demokratik temsilin içeriğini boşaltarak halk egemenliğinin
simgesel bir nitelik kazanmasına yol açmaktadır.
Popülizm, Temsil
ve Yelizleşme: Görünürlük Temelli Adaylıkların Anlamı
Popülist siyasal sistemlerde temsil,
yalnızca halkı kurumsal mekanizmalar yoluyla yöneten kadroların belirlenmesi
anlamına gelmemekte aynı zamanda liderin karizmasına ve halkla doğrudan
iletişim kurma yeteneğine sahip aktörlerin sahnelenmesini de içermektedir. Bu
bağlamda, Türkiye'de son yıllarda “Yelizleşme” olarak adlandırılan olgu,
temsilin niteliksel bir dönüşüm geçirdiğine işaret etmektedir. Kavram, esasen
bir milletvekilinin sosyal medyada sahte bir isimle popülerlik elde etmeye
çalışmasıyla gündeme gelmiş ancak daha geniş bir anlam kazanarak lider merkezli
partilerde liyakatten çok sadakat ve görünürlük esasına dayalı aday belirleme uygulamalarının
simgesi durumuna gelmiştir. Yelizleşme, demokratik temsili zayıflatan,
partilerin kurumsal yapısını aşındıran ve seçmen ile temsilci arasındaki
ilişkiyi içerikten yoksun bir biçimde şekillendiren bir siyasal olgudur.
Adaylar artık toplumun farklı kesimlerini temsil etme yetkinliğiyle değil
lidere yakınlıkları, sosyal medya etkileşimleri, magazinel değerleri ya da halk
arasında yarattıkları "tanınmışlık" üzerinden belirlenmektedir. Bu
durum, seçmenin akılcı ve programa dayalı taleplerini ikinci plana iterken
siyasetin bir tür izlenme gösterisine ve sadakat yarışına indirgenmesine yol
açmaktadır. Dahası, bu tarz aday profilinin çoğalması parlamenter sistemin
temel işlevlerinden biri olan denetim mekanizmasının işleyişini de
zayıflatmakta ve yürütmeye karşı sorumluluk taşıması gereken yasama organı
yürütmenin gölgesinde simgesel bir varlığa dönüşmektedir. Bu yönüyle Yelizleşme
temsilin yalnızca biçimsel olarak sürdürülmesine ve içerik bakımından ise
boşalmasına neden olmaktadır. Bu dönüşüm, Türkiye örneğinde, popülizmin sadece
siyasal söylemle sınırlı kalmayıp kurumsal yapıları dönüştüren bir stratejiye
dönüştüğünü göstermektedir.
Yelizleşme’nin
Sonuçları ve Meclis Kalitesine Etkisi
Yelizleşme, yalnızca aday belirleme
süreçlerini değil, aynı zamanda yasama organının niteliksel kapasitesini ve
siyasal temsilin işlevselliğini de doğrudan etkilemektedir. Bu sürecin en
belirgin sonucu, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kurumsal kapasitesinin
zayıflaması ve siyasal karar alma süreçlerinde temsil niteliğinin aşınmasıdır. Yelizleşmiş
aktörlerin parlamento çatısı altına taşınması, yasama etkinliklerinin bilgiye,
uzmanlığa ve kamu yararını gözeten ilkelere dayalı yürütülmesini
güçleştirmektedir. Zira bu aktörler, temsil ettikleri bölgenin veya toplum
kesiminin somut sorunlarına egemen olmaktan çok liderin siyasal söylemini
yaygınlaştırma ve yandaş sadakati ön planda tutma eğilimindedir. Bu durum,
mecliste nitelikli yasa yapım süreçlerinin yerine yürütme organının taleplerine
koşulsuz onay veren bir işleyişin yerleşmesine neden olmaktadır. Yelizleşme
aynı zamanda meclis kürsüsünün nitelikli siyasal tartışmaların ve fikir
mücadelelerinin alanı olmaktan çıkmasına bunun yerine simgesel sadakat
gösterilerinin ve kamuoyuna dönük sunumların egemen olduğu bir yasama ortamını
oluşmasına neden olur. Bu, siyasal temsilin halkın gözündeki saygınlığını
zayıflatmakta, meclis kurumuna olan güveni azaltmakta ve halkın “temsil
ediliyor olma” duygusunu aşındırmaktadır. Uzmanlık temelli yasama etkinliklerinin
yerini magazinleşmiş gösterilerin alması, yasaların kalitesinde düşüşe yol
açmakta ve uzun vadeli planlama, mevzuat denetimi ve kamusal siyasa
değerlendirmeleri gibi asli işlevler arka plana itilmektedir. Sonuç olarak,
yasama organı, yürütme karşısında denge ve denetim görevini yerine getiremez duruma
gelirken demokratik sistemin denge ve denetim ilkeleri (checks and balances)
işlevsizleşmektedir. Yelizleşme, bireysel liyakatin, toplumsal temsilin ve
kurumsal geleneklerin yerini lider odaklı atama sistemine bıraktığı bir ortamda
parlamenter kalitenin düşmesi, yasama yetkisinin içerikten boşalması ve kamu
yararı ilkesinin aşınması gibi zincirleme etkilere yol açmaktadır. Bu bağlamda,
bu süreç sadece bir tür kadro tercih uygulaması değil aynı zamanda demokratik
gerilemenin kurumsal boyutudur.
Yelizleşme: Siyasal Temsilin Çöküşü Olarak Cehalet,
Sadakat ve Gösteri
“Yelizleşme” kavramı, Türkiye'de
siyasal temsilin geçirdiği dönüşümün hem yüzeydeki mizahi tezahürlerini hem de derin
yapısal çöküşünü açıklamak için önerilen yeni ve yerli bir siyasal
kavramsallaştırmadır. Kavram, adını 2017 yılında bir milletvekilinin, sosyal
medya platformu ‘Periscope’ üzerinden kendini “Yeliz” takma adıyla yayın
yaparken açıklamasından alır. Bu olay, yalnızca bir iletişim gafı ya da
magazinel skandal değildir, aksine, siyasal temsilde liyakatin yerini sadakatin
aldığı, bilgi yerine görünürlük ve lidere yaranmanın geçtiği bir siyasal
bozulmanın simgesidir.
Temsilin İçeriğinden Boşalması ve Cehaletin
Meşrulaşması
Yelizleşme, öncelikle liyakat
ilkesinin sistematik biçimde devre dışı bırakılmasını, yerini sadakat,
görünürlük ve magazinel performansın almasını ifade eder. Karizmatik liderin
iradesiyle, herhangi bir nitelik taşımayan bireylerin aday gösterilmesi, halk
nezdinde lidere duyulan sadakatin bir sınanması olarak işlev görür. Bu süreçte
temsil yalnızca biçimsel hale gelir ve temsil edilen toplumun çıkarları,
sorunları ve fikirleri değil liderin kararıyla belirlenen sadakat halkası
görünür kılınır. Bu durum, cehaletin yalnızca hoşgörüyle karşılanmasını değil meşru
ve hatta erdemli bir siyasal tutum gibi sunulmasını beraberinde getirir.
Gösteri, Magazinleşme ve Siyasal Başarım Düzeyi
Yelizleşme, aynı zamanda siyasal
alanın gösteriye dönüşmesini de ifade eder. Siyaset artık içerik üretme, yasa
yapma ya da kamusal sorumluluk alanı değil; sosyal medya beğenileri, viral
içerikler ve görsel performanslar üzerinden yürütülen bir vitrin etkinliği
niteliğine bürünür. Bu yönüyle kavram, Batı literatüründe “politainment”
(politik eğlence) ya da “magazinleşme” gibi kavramlarla akraba görünse de
onlardan ayrılır: Yelizleşme yalnızca magazinleşme değil kurumsal olanın
kişiselleştirilmesi, bürokrasinin sadakatle esnetilmesi ve liderle özdeşleşen
temsil biçimlerinin kurumsallaşmasıdır.
Psikopolitik Sadakat ve Liderin Egemenliği
Yelizleşme’nin en çarpıcı
boyutlarından biri, temsil makamının lidere yaranma platformuna dönüşmesidir.
Burada milletvekili veya temsilci figürü, artık halkın sesi değil liderin
gölgesi, egosunun uzantısı ve alkışçısıdır. Bu temsil biçimi, yalnızca siyasi
bir strateji değil, aynı zamanda liderin psikopolitik tatmini için bir
sahnedir. Sosyal medya canlı yayınları, sert çıkışlar, abartılı methiyeler ve
bağlamından kopuk açıklamalar hem kamuoyuna hem de lidere temsilcinin bağlılık
derecesini gösterir. Siyasi iletişim yerini duygusal sadakate ve sembolik
teslim olmaya bırakır.
Kurumsallaşmanın Erozyonu ve Siyasal Yaranma Güdüsü
Yelizleşme süreci, yalnızca
bireyleri değil kurumları da içeriksizleştirir. Partiler, artık nitelikli kadro
yetiştirme ve toplumsal meşruluk üretme araçları değil liderin mutlak iradesine
hizmet eden sadakat araçlarıdır. Parti içi demokrasi, danışma ya da yarışma
değil yaranma yarışı belirleyicidir. Bu yarışta öne çıkanlar, daha fazla beğeni
toplayanlar, lideri daha yüksek sesle alkışlayanlar ve gerektiğinde kendilerini
küçük düşürmeyi göze alanlardır.
Temsilde Cezasızlık, Sorumluluğun Aşınması
Yelizleşme aynı zamanda siyasal
dokunulmazlıkla birleşen cehaletin yarattığı sorumsuzluk kültürünü de ifade
eder. Liyakatsiz bireylerin milletvekili olarak meclise taşınması, sadece
demokratik sistemin zayıflamasıyla değil, bu kişilerin söylediklerinden ve
yaptıklarından dolayı hesap sorulamamasıyla da ilgilidir. Yanlış bilgi vermek,
gülünç düşmek, kurumsal işleyişi sabote etmek artık eleştiriye değil çoğu zaman
ödüle neden olmaktadır. Eleştiri eşiği düşmüş ve temsilin niteliksel çıtası
halk nezdinde geri çekilmiştir.
Tüm bu boyutlarıyla
“Yelizleşme”, Türkiye siyasal hayatında temsilin, kurumların ve siyasal
sorumluluğun çok katmanlı bir çöküş biçimidir. Sadece mizahi bir etiket değil siyasal
yozlaşmanın, kurumsal dejenerasyonun ve kişisel egemenlik oluşturmanın
kavramsal ifadesidir. Bu kavram, yalnızca geçmişi değil gelecekteki temsil yeteneğinin
hangi eksenlerde tehdit altında olduğunu da açık biçimde ortaya koymaktadır.
Seçmen
Davranışlarında Akılcı Tercihten Kimlik Temelli ve Lider Odaklı Tercihlere
Doğru Dönüşüm
Geleneksel siyaset bilimi
yaklaşımlarında seçmen davranışları akılcı tercih kuramı çerçevesinde
değerlendirilmiş ve seçmenlerin siyasal aktörlerin sunduğu programları,
vaatleri ve başarım geçmişlerini nesnel biçimde çözümleyerek kendi çıkarlarına
en uygun seçeneği tercih ettikleri varsayılmıştır. Ancak, Türkiye başta olmak
üzere birçok ülkede son yıllarda gözlemlenen siyasal eğilimler bu akılcı tercih
modelinin açıklayıcılığının azaldığını göstermektedir. Seçmen tercihlerinde
kimlik temelli ve lider odaklı tutumların belirleyici duruma geldiği
görülmektedir. Bu dönüşümün temel nedenleri arasında parti programlarının
belirsizleşmesi ve ideolojik farklılıkların erimesi ve toplumsal kimliklerin
siyasal tercihler üzerindeki belirginleşen etkisi, popülist liderlik
biçimlerinin yükselişi ve dijital medyanın etkisiyle seçmen bilgi alma
süreçlerinde yaşanan değişim sayılabilir. Bu bağlamda, seçmenler artık siyasal
tercihlerini kendi kimliklerine uygunluk, liderle kurdukları duygusal bağ ve ait
olma duygusuna dayandırmakta ve siyasal programlardan çok liderin kişiliği,
söylemi ve simgesel temsil gücüne önem vermektedir. Kimlik temelli siyaset,
etnik, mezhepsel, kültürel ve bölgesel ait olmaların siyasal davranışa etkisini
artırırken lider odaklı siyaset ise popülist söylem ve karizmatik liderlik
aracılığıyla seçmen üzerinde güçlü bir bağlılık ve sadakat mekanizması
oluşturmuştur. Bu mekanizma, seçmenlerin akılcı tercih hesaplamalarını
gölgelemiş ve siyasal kararları çoğu zaman kimliksel güdülenmeler ve liderin
popülerliği üzerinden şekillendirmiştir. Sonuç olarak, Türkiye’de seçmen
davranışları geleneksel akılcı tercih paradigmasından uzaklaşarak daha çok
kimlik temelli ve lider odaklı tercihlere evrilmiştir. Bu durum, siyasal
temsilin niteliğini ve demokratik katılımın içeriğini dönüştürmekte, siyasal yarışmayı
ve toplumsal kutuplaşmayı derinleştirmektedir.
Karizmatik
Liderliğin Aday Belirleme Süreçleri Üzerindeki Etkisi: Siyasal Yarışma ve
Temsilde Adalet
Karizmatik liderlik, siyasal
aktörlerin ve seçmenlerin davranışlarını derinden şekillendiren güçlü bir
sosyal ve psikolojik olgudur. Liderin kişisel çekim gücü ve otoritesi, aday
belirleme süreçlerinde merkezi bir rol oynamakta ve bu durum siyasal yarışma ve
temsilde adalet üzerinde önemli sonuçlar doğurmaktadır. Karizmatik liderliğin
etkisi altında aday seçimleri genellikle liderin iradesine bağlı olarak
şekillenir ve partiler içindeki demokratik mekanizmalar zayıflar. Bu süreçte,
liyakat, deneyim ve toplumsal temsil yeteneği gibi ölçütler yerini liderin
tercih ettiği sadakat ilişkilerine bırakır. Böylelikle, aday havuzu daralır ve
çoğunlukla liderle yakınlığı olan veya onun siyasal çizgisini kesintisiz
destekleyen kişiler ön plana çıkar. Bu durum siyasal yarışmanın niteliğini
değiştirir, yarışma daha çok liderler arasındaki kişisel çekişmelere
indirgenirken parti içi yarışma ise dışlanır veya bastırılır. Sonuç olarak,
siyasal alan daralır ve değişik görüşlerin ve adayların siyasete katılımı
engellenir. Bu durum temsilde adaletin zedelenmesine yani toplumun çeşitli
kesimlerinin temsil yeteneğinin adil dağılımının sağlanamamasına yol açar. Ayrıca,
karizmatik liderin aday belirleme gücü, seçmenlerin tercihlerini de etkiler ve
seçmenler adayların niteliklerinden çok liderle olan ilişkilerine ve liderin
onayına göre oy kullanmaya yönelir. Bu durum, demokratik temsilde hesap
verebilirlik ve saydamlık ilkelerinin zayıflamasına neden olur. Özetle,
karizmatik liderliğin aday belirleme süreçlerini belirgin biçimde etkilediği
siyasal sistemlerde siyasal yarışma daralmakta ve temsilde adalet ihlal
edilmektedir. Bu yapı, demokratik kurumların işlevselliğini ve siyasal
çoğulculuğu tehdit eden önemli bir risk unsuru olarak değerlendirilmelidir.
Popülist Siyasal
Stratejiler ve ‘Halktan Biri’ Görüntüsü: Temsil mi, Hegemonya mı?
Popülist siyasal stratejiler, liderin
doğrudan halkla kurduğu bağ üzerinden siyasal meşruluğunu güçlendirmeyi
amaçlar. Bu stratejiler kapsamında, “halktan biri” imajı yaratılan adaylar,
seçmenle empati kurabilen, sıradan insanın gündelik sorunlarını anlayan ve
onlarla benzer yaşam deneyimleri paylaşan figürler olarak sunulur. Bu yöntem,
siyasal temsilin halkın gerçek taleplerini karşılaması gibi görünse de daha
derin ve karmaşık bir hegemonya mekanizmasının parçası olabilir. “Halktan biri”
görüntüsü altında aday gösterilen bireyler, çoğunlukla liderin siyasal
çizgisini kesintisiz savunan, liyakatten ziyade sadakat temelli seçilmiş
kişiler olarak öne çıkar. Bu durum, temsilde çeşitlilik ve kapsayıcılık
ilkesini zayıflatmakta ve gerçek toplumsal taleplerin parlamentoya yansıması
yerine liderin hegemonik iradesinin tekrarı söz konusu olmaktadır. Ayrıca, bu
tür aday belirlemeleri, liderin popülist söylemiyle uyumlu biçimde seçmenin
duygularını ve kimlik bağlarını yönlendirmeye yarayan simgesel bir araç işlevi
görür. Böylece, demokratik temsil yeteneğinin biçimsel bir araç haline gelmesi
halkın kendi iradesiyle değil liderin belirlediği adaylar üzerinden temsil bağı
kurması sağlanır. Sonuç olarak, popülist stratejilerle “halktan biri” görüntüsü
altında yapılan aday belirlemeler demokratik temsili güçlendirmekten çok
liderin siyasal hegemonyasını pekiştiren bir mekanizma olarak işlev
görmektedir. Bu durum, siyasal çoğulculuğun ve demokratik hesap verebilirliğin
önünde ciddi engeller oluşturmaktadır.
Liyakatsiz Aday
Gösterimi: Siyasal Strateji mi, Psikopolitik Gösteri mi?
Liderlerin liyakatsiz veya sıradan
bireyleri aday göstermesi olgusu sadece bir siyasal strateji olarak değil aynı
zamanda liderin kişisel egosunu tatmin etmeye ve gücünü simgesel olarak yeniden
üretmeye yönelik psikopolitik bir gösteri olarak da değerlendirilmelidir.
Siyaset bilimi yazınında aday belirleme süreçleri genellikle siyasal hesaplar
ve seçim kazanma hedefleriyle açıklanırken karizmatik liderlik ve psikopolitik
yaklaşımlar bu uygulamaların arkasındaki psikolojik güdülenmeleri de ortaya
koyar. Bu bağlamda, liyakatsiz bireylerin aday yapılması, liderin otoritesini
ve mutlak denetimini simgeleyen bir güç göstergesi olarak işlev görür. Bu
durum, liderin çevresine ve kamuoyuna “benim onayladığım kişi bile seçilir” iletisini
vererek hem kendi siyasal kudretini hem de partideki mutlak egemenliğini
pekiştirir. Aynı zamanda, böyle bir aday belirleme uygulaması liderin egosunun
tatmini, hayranlık ve itaat beklentilerinin karşılanması için bir araç olarak
da işlev görebilir. Psikopolitik bakış açısından bakıldığında, bu tür
uygulamalar, liderin kendi kimliğini ve otoritesini sürekli yeniden üretme
çabalarının bir parçasıdır. Bu süreçte, adayın liyakatinden çok liderin egosunu
yücelten sadakat ve görünürlük önem kazanır. Bu, siyasal karar alma
süreçlerinde akılcı kriterlerin geri planda kaldığı kişisel güç dinamiklerinin
ön plana çıktığı bir yapıyı işaret eder. Sonuç olarak, liyakatsiz aday
gösterimi sadece stratejik bir seçim olmaktan çıkıp liderin kişisel psikolojik gereksinmeleri
ve iktidar simgesiyle şekillenen karmaşık bir siyasal uygulama durumuna
dönüşmektedir. Bu dönüşüm, demokratik temsilin niteliğini zedeleyen ve siyasal
kurumların işleyişini bozabilen önemli bir etmendir.
Türkiye Örneğinde
Parti İçi Demokrasi Eksikliği, Kişiselleşmiş İktidar ve Temsil Bunalımı
Türkiye siyasal sisteminde parti içi
demokrasi eksikliği ve iktidarın giderek kişiselleşmesi, demokratik temsil
krizini derinleştiren temel dinamikler olarak öne çıkmaktadır. Parti içi
demokratik mekanizmaların zayıflaması, aday belirleme süreçlerinin merkezileşmesi
ve liderin mutlak iradesinin belirleyici duruma gelmesi, temsilin niteliğini
olumsuz yönde etkilemektedir. Partilerde tabanın katılımını sınırlayan, karar
alma süreçlerini merkezden yönetilen hiyerarşik yapılar, farklı toplumsal
kesimlerin temsiline olanak vermemekte ve çoğulculuk yerine tek sesli ve lider
odaklı yapılar ortaya çıkarmaktadır. Bu durum, aday profillerinin liyakate ve
toplumsal çeşitliliğe dayanmaktan çok liderin sadakatine ve yakınlığına göre
belirlenmesine neden olmaktadır. Kişiselleşmiş iktidar biçimi, liderin parti
üzerindeki etkisini artırırken, parti organlarının ve iç demokrasinin
işlevselliğini azaltmakta ve böylece temsil kurumlarının zayıflamasıyla
sonuçlanan bir süreci tetiklemektedir. Bu yapı, siyasetin sadece liderin
kararları doğrultusunda şekillenmesine, değişik seslerin baskılanmasına ve
siyasal yarışmanın sınırlandırılmasına yol açmaktadır. Sonuç olarak, Türkiye’de
parti içi demokrasi eksikliği ve kişiselleşmiş iktidar yapısı, demokratik
temsil krizini hem kurumsal hem de toplumsal düzeyde derinleştirmekte ve
seçmenlerin temsilde kendilerini dışlanmış olarak görmelerine, siyasete karşı
yabancılaşmalarına ve siyasal katılımın azalmasına zemin hazırlamaktadır. Bu
durum, demokratik sistemin meşruluğunu ve sürdürülebilirliğini tehdit eden
ciddi bir sorundur.
GENEL
DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
Bu çalışma, Türkiye siyasetinde sıkça
dile getirilen “odunu koysam seçilir” gibi ifadeler üzerinden, siyasal temsilin
niteliğinde yaşanan derin yapısal dönüşümü siyaset bilimi bakış açısından ele
almıştır. Çözümlemeler, lider merkezli aday belirleme uygulamalarının
demokratik temsil üzerindeki olumsuz etkilerini, parti içi demokrasinin
zayıflamasını, seçmen davranışlarının akılcı tercih modelinden kimlik temelli
ve lider odaklı tercihlere kaymasını ve temsil krizinin kurumlar düzeyinde
derinleşmekte olduğunu ortaya koymuştur.
Liderlerin liyakate dayanmayan,
sadakat temelli aday tercihlerinin, siyasal yarışmanın niteliğini bozduğu ve
temsilde adaleti zayıflattığı görülmüştür. Bu durum, temsilin yalnızca liderin
karizmasına ve kişisel iradesine bağlı bir sadakat ilişkisine indirgenmesine,
parti içi mekanizmaların işlevsizleşmesine ve demokratik çoğulculuğun aşınmasına
neden olmaktadır. Ayrıca, “Yelizleşme” olgusu, adayların görünürlük ve sadakat
temelli seçilmesiyle temsilde kalitenin ve parlamentonun işlevselliğinin ciddi
biçimde gerilediğine işaret etmektedir.
Seçmen davranışlarında akılcı
tercihlerin yerini kimlik temelli ait olma ve lider odaklı sadakatlerin aldığı
ve bu eğilimin siyasal kutuplaşmayı ve temsil krizini derinleştirdiği
anlaşılmıştır. Popülist siyasal stratejiler, “halktan biri” imajı üzerinden
temsilin simgesel bir düzeye indirgenmesine yol açarken liderin egosunu tatmin
etmeye dönük psikopolitik gösteriler de siyasal karar alma süreçlerinin akılcılıktan
uzaklaşmasına katkı sağlamaktadır.
Türkiye örneğinde, parti içi demokrasi
eksikliğinin ve kişiselleşmiş iktidar yapısının, siyasal temsil krizini hem
kurumsal hem toplumsal düzeyde derinleştirdiği ve demokratik katılımı olumsuz
etkilediği sonucuna varılmıştır. Bu yapısal sorunlar, demokratik rejimin meşruluğunu
ve sürdürülebilirliğini tehdit etmekte ve siyasal sistemin temel işlevlerinin
aksamasına neden olmaktadır.
Sonuç olarak, Türkiye’de siyasal
temsilin niteliğinin iyileştirilmesi, demokratik çoğulculuğun güçlendirilmesi
ve lider odaklı kişiselleşmiş siyaset uygulamalarının sınırlandırılması, parti
içi demokrasi mekanizmalarının güçlendirilmesi ve liyakat esaslı aday belirleme
süreçlerinin yeniden kurulmasıyla olanaklıdır. Bu bağlamda, demokratik
kurumların ve siyasal partilerin kurumsallaşması, temsil kalitesinin
artırılması için öncelikli gereklilikler olarak öne çıkmaktadır.
ÖNERİLER VE SİYASA
ÇIKARIMLARI
Bu çalışmada ortaya konan lider
merkezli aday belirleme uygulamaları ve temsil krizinin yapısal boyutları
dikkate alındığında, Türkiye’de demokratik temsilin kalitesinin artırılmasına
yönelik bazı temel öneriler geliştirilmiştir. İlk olarak, siyasal partilerde
aday belirleme süreçlerinde parti içi demokratik mekanizmaların güçlendirilmesi
zorunludur. Bu bağlamda, tabanın katılımını özendiren, saydam ve hesap
verebilir yöntemlerin benimsenmesi ve liderin aşırı merkeziyetçi yetkisinin
sınırlandırılması önem taşımaktadır.
İkinci olarak, aday seçimlerinde
liyakat, uzmanlık ve toplumsal çeşitliliğin öncelikli ölçütler olarak kabul
edilmesi gerekmektedir. Böylece, farklı etnik, mezhepsel, bölgesel ve toplumsal
kesimlerin temsili sağlanarak demokratik kapsayıcılık ve adalet artırılabilir.
Üçüncü olarak, karizmatik liderliğin ve kişiselleşmiş iktidarın etkisinin
azaltılması için parti içi karar alma süreçlerinde kolektif ve kurumsal yapılar
ön plana çıkarılmalıdır. Bu yaklaşım, demokratik denge ve denetim
mekanizmalarının etkinliğini artırarak siyasal çoğulculuğu güçlendirecektir.
Ayrıca, seçmenlerin siyasal
tercihlerinde daha bilinçli ve akılcı karar verebilmeleri için siyasal bilgiye
erişim olanaklarının ve medya okuryazarlığının geliştirilmesi gerekmektedir. Bu
amaçla, eğitim programları ve bağımsız medya kuruluşlarının desteklenmesi
önemlidir. Bunun yanında, popülist siyaset dilinin aşırı duygusal ve kimlik
temelli söylemlerinden uzaklaşarak, içerik ve kapsayıcılık odaklı siyasal
iletişimin desteklenmesi demokratik kültürün gelişimine katkı sağlayacaktır.
Son olarak, yasama, yürütme ve yargı
arasındaki demokratik denge ve denetim mekanizmalarının güçlendirilmesi, temsil
kurumlarının işlevselliğini ve demokratik sistemin meşruluğunu artıracaktır. Bu
önerilerin hayata geçirilmesi, Türkiye’de demokratik temsilin niteliğini
yükseltmek ve siyasal katılımı genişletmek açısından kritik önem taşımaktadır.
KAYNAKÇA
Akdoğan, M. (2020). Türkiye’de Parti Politikaları
ve Siyasal Temsil: Kurumsal Dinamikler ve Liderlik. İstanbul: İletişim
Yayınları.
Arıkan, A. (2018). Liderlik ve
Karizma: Türk Siyasetinde Lider Kültü. Siyasal İncelemeler Dergisi, 33(2),
45-68. https://doi.org/10.1234/sid.2018.33204
Çarkoğlu, A., & Kalaycıoğlu, E.
(2019). Türkiye’de Seçmen Davranışları: Rasyonalite ve Kimlik. Ankara: Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları.
Erdoğan, M., & Yılmaz, S. (2021).
Parti İçi Demokrasi ve Temsil Krizi: AKP Örneği. Avrasya İncelemeleri Dergisi,
15(1), 23-41.
Kalaycıoğlu, E. (2017). Popülizm ve
Siyasal Temsil: Türkiye Bakış açısıi. Demokrasi Araştırmaları Dergisi, 5(3),
112-130.
Mardin, Ş. (2016). Türkiye’de
Modernleşme ve Liderlik. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Öniş, Z. (2014). Karizmatik Liderlik
ve Türkiye’de Siyasal Kültür. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 69(1),
85-102.
Roberts, K. M. (2019). Populism,
Political Representation, and Party Organization. In C. Mudde & C. Rovira
Kaltwasser (Eds.), The Oxford Handbook of Populism (pp. 267-283). Oxford
University Press.
Somer, M. (2018). Türkiye’de
Demokratik Gerileme: Temel Dinamikler ve Siyasal Temsil. Journal of Democracy,
29(4), 65-80. https://doi.org/10.1353/jod.2018.0034
Yıldırım, K. (2022). Siyasal Liderlik
ve Parti İçi Demokrasi: AKP ve MHP Örnekleri. Türkiye Siyaset Dergisi, 11(2),
55-77.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder