Tom Barrack’ın Demeçlerinde ABD’nin Suriye
Söylemi: Eleştirel Söylem ve İçerik Çözümlemesi
Prof. Dr.
Firuz Demir Yaşamış
Özet
Bu çalışma, Amerika Birleşik
Devletleri’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın 2025
yılı Temmuz ayında CNN Türk ve Rudaw medya organlarına verdiği demeçleri
eleştirel söylem çözümlemesi ve içerik çözümlemesi yöntemleriyle incelemektedir.
Barrack’ın açıklamaları, ABD’nin SDG, YPG ve PKK ile ilişkilerini esas alan
söylemsel stratejisinde önemli kırılmalar ve yeniden konumlanmalar içerdiği
gibi Türkiye-ABD ilişkilerinde diplomatik bir yeniden uyarlama olasılığını da
gündeme getirmektedir. Çalışmada, söylemin yalnızca içerdiği ifadeler değil
aynı zamanda bu ifadelerin üretildiği siyasal bağlam, ideolojik konumlar ve
toplumsal etkiler bütüncül biçimde değerlendirilmiştir. ABD’nin “PKK silah
bırakıyor” ve “SDG’ye bağımsız devlet borcumuz yok” gibi ifadelerle
şekillendirdiği yeni söylem hem çözüm süreci tartışmalarını yeniden açabilecek
hem de Kürt aktörlerde hayal kırıklığına yol açabilecek niteliktedir. Sonuç
olarak, Barrack’ın demeçleri, ABD’nin söyleminde stratejik yararcılığı önceleyen,
çok katmanlı ve dengeli bir yönelime işaret etmektedir.
Anahtar
Kelimeler: Tom Barrack, ABD dış politikası, SDG,
YPG, PKK, söylem çözümlemesi, eleştirel söylem, çözüm süreci, Türkiye-ABD
ilişkileri, hegemonya, temsil
ABSTRACT
This study analyzes the July 2025 statements of Tom Barrack, the U.S.
Ambassador to Ankara and Special Representative for Syria, through critical
discourse analysis and content analysis methods. Barrack's statements reflect
significant discursive shifts in U.S. policy toward the SDG, YPG, and PKK,
while also signaling a potential realignment in Turkey-U.S. diplomatic
relations. The analysis goes beyond the literal content of the statements to
consider their ideological positions, political context, and social effects.
Expressions such as “PKK is laying down arms” and “we owe no independent state
to the SDG” reveal a complex discursive strategy that seeks to balance U.S.
regional interests with Turkey’s security concerns, while at the same time
limiting Kurdish political ambitions. Ultimately, the findings suggest that
Barrack's discourse represents a strategically utilitarian and multilayered
approach within U.S. foreign policy narratives on Syria.
Keywords: Tom Barrack, U.S. foreign policy, SDG, YPG, PKK, discourse analysis,
critical discourse, peace process, Turkey-U.S. relations, hegemony,
representation
GİRİŞ
2025 yılı Temmuz ayında, Amerika
Birleşik Devletleri’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom
Barrack’ın Rudaw ve CNN Türk'e verdiği demeçler hem bölgesel güvenlik siyasaları
hem de ABD'nin Kürt aktörlerle ilişkileri bağlamında dikkate değer söylemsel
kırılmalar içermektedir. Bu demeçlerde yer alan ifadeler ABD'nin uzun süredir
ikircikli tutumlar sergilediği SDG-YPG-PKK üçgenine yönelik daha açık bir tavır
aldığını göstermektedir. Özellikle SDG'nin YPG üzerinden PKK ile ilişkili
olduğunun açıkça bildirilmesi bu örgütler arasındaki hiyerarşik ve ideolojik
bağın ABD tarafından da kabul edilmesi anlamına gelmektedir. Barrack’ın söz
konusu açıklamaları yalnızca ABD'nin Suriye siyasalarındaki güncel yönelimi
değil aynı zamanda Türkiye-ABD ilişkilerindeki stratejik gerilimleri ve
diplomatik görüşme alanlarını da yeniden şekillendirme gizil gücüne sahiptir.
Öte yandan, bu demeçlerde yer alan “PKK silah bırakmaya başlıyor” ifadesi
yalnızca dış siyasal bir söylem değil aynı zamanda Türkiye’de iç siyasal
düzlemde olası çözüm süreci tartışmalarının da önünü açabilecek bir ileti
olarak değerlendirilmelidir. Bu çalışmada, Barrack’ın demeçleri eleştirel
söylem çözümlemesi (Critical Discourse Analysis) ve içerik çözümlemesi
yöntemleriyle incelenecek ve ABD’nin biçimsel temsil düzeyinde sergilediği
söylemsel yapı bölgesel aktörlerle olan ilişkilerine ve Türkiye’deki iç siyasal
yansımalarına göre çözümlenecektir. Böylece ABD’nin Suriye alansındaki
stratejik duruşunun sadece askeri ya da diplomatik değil aynı zamanda söylemsel
düzeyde nasıl yeniden oluşturulduğu ortaya konulacaktır.
Araştırmanın Amaç
ve Hedefleri
Bu araştırmanın temel amacı Amerika
Birleşik Devletleri'nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom
Barrack’ın 2025 yılı Temmuz ayında Rudaw ve CNN Türk'e verdiği demeçlerdeki
söylemleri çözümleyerek ABD'nin Suriye, SDG, YPG ve PKK ile ilişkilerinde
ortaya çıkan söylemsel dönüşümü ortaya koymaktır. Barrack’ın ifadelerinde
gözlemlenen söylemsel stratejiler yalnızca diplomatik tavır belirlemenin aracı
olarak değil aynı zamanda kamuoyunu yönlendirme, siyasal meşruluk üretme ve
çatışma alanlarını yeniden tanımlama amacı taşıyan birer müdahale biçimi olarak
değerlendirilmektedir.
Araştırmanın özel hedefleri aşağıda
belirtilmiştir:
ABD’nin
SDG, YPG ve PKK üçgenindeki konumunu söylemsel düzeyde yeniden nasıl oluiturduğunu
çözümlemek.
“PKK
türevi olan YPG” ifadesi üzerinden ABD’nin söyleminde gerçekleşen açıklık ve bu
söylemin Türkiye’nin güvenlik söylemiyle kesişme biçimlerini incelemek.
Barrack’ın
“PKK silah bırakıyor” söylemini, çözüm süreci bağlamında yeniden okuma olasılığını
değerlendirerek bu söylemin Türkiye iç siyasetine olası yansımalarını çözümlemek.
ABD’nin
Rojava’daki özerk yapıya ilişkin yaklaşımını “bağımsız bir devlet borcumuz yok”
gibi söylemler aracılığıyla nasıl sınırladığını ve bu söylemin bölgesel
aktörler üzerindeki etkilerini ortaya koymak.
Barrack’ın
demeçlerinin içerik ve ton çözümlemesini yaparak, ABD'nin Suriye’deki genel
stratejisinde söylem düzeyinde süreklilik ve kopuş unsurlarını belirlemek.
Türkiye-ABD
ilişkileri bağlamında bu demeçlerin diplomatik, güvenlik ve kamuoyu oluşturma
düzeylerinde nasıl işlev gördüğünü söylem düzeyinde çözümlemek.
Bu amaç ve hedefler doğrultusunda
çalışma eleştirel söylem çözümlemesi ile içerik çözümlemesi yöntemlerinin
kesişiminde yer alacak ve yalnızca açıklamaların içerikleri değil aynı zamanda
bu içeriklerin üretildiği siyasal bağlam, söylemsel tercihler ve etkileri de
bütüncül biçimde incelenecektir.
Araştırma
Soruları
Bu çalışma, Tom Barrack’ın
demeçlerinde ortaya konan söylemsel yapıyı eleştirel bir bakış açısıyla
incelemeyi hedeflemektedir. Araştırma, aşağıdaki sorular etrafında
yapılandırılmıştır:
ABD,
SDG-YPG-PKK ilişkisini hangi söylemsel stratejiler aracılığıyla tanımlamakta ve
meşrulaştırmaktadır?
–
Bu bağlamda “PKK türevidir” ifadesinin kullanımı ne tür söylemsel bir kırılmayı
temsil etmektedir?
–
Bu tanımlamanın Türkiye’nin güvenlik söylemiyle örtüşen veya ayrışan yönleri
nelerdir?
Barrack’ın
“PKK silah bırakıyor” şeklindeki söylemi, ABD’nin çatışma çözümüne ilişkin
söylemini nasıl yansıtmaktadır ve bu söylemin Türkiye iç siyasetine etkisi ne
olabilir?
–
Bu söylem olası bir “çözüm süreci” ortamının yeniden kurulması açısından nasıl
değerlendirilebilir?
–
Bu ifade ABD tarafından stratejik bir yönlendirme amacıyla mı kullanılmaktadır?
ABD,
SDG’nin geleceğine ilişkin olarak nasıl bir siyasal çerçeve önermekte ve
bağımsızlık karşıtı söylemini hangi söylemsel araçlarla ifade etmektedir?
–
“Bağımsız devlet borcumuz yok” ifadesi nasıl bir siyasal tutumun söze dökülmüş durumudur?
–
Bu söylem SDG ve Rojava yönetimi üzerindeki baskı ya da yönlendirme işlevi
taşımakta mıdır?
Barrack’ın
demeçlerinde Suriye'nin toprak bütünlüğü ve merkezi yönetimle ilişkiler nasıl
konumlandırılmaktadır?
–
ABD, Şam ile SDG arasında bir anlaşma önermekte midir?
–
Bu söylem, bölgedeki mevcut statükoyu değiştirme yönünde bir niyet mi, yoksa
süregiden durumu yönetmek stratejisi midir?
ABD’nin
söylemi Türkiye-ABD ilişkilerinde nasıl bir diplomatik yeniden konumlanma
yaratmaktadır?
–
Bu açıklamalar Ankara-Washington hattında yeni bir yakınlaşma mı, yoksa geçici
bir taktiksel örtüşme midir?
–
Barrack’ın açıklamaları Türkiye’ye yönelik bir diplomatik jest olarak mı
okunmalıdır?
YÖNTEM
Bu araştırmada, Amerika Birleşik
Devletleri’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın 2025
yılı Temmuz ayında CNN Türk ve Rudaw medya organlarına verdiği demeçler, nitel
araştırma yaklaşımı kapsamında, söylem odaklı iki temel yöntemle çözümleme
edilmiştir: eleştirel söylem çözümlemesi (Critical Discourse Analysis – CDA)
ve içerik çözümlemesi (Content Analysis). Her iki yöntem, metinlerin
yalnızca içeriğini değil aynı zamanda bu içeriklerin hangi siyasal bağlamda,
hangi söylemsel tercihlerle ve hangi iktidar ilişkileri içinde üretildiğini
anlamaya yönelik bütüncül bir bakış açısı sunmaktadır.
Eleştirel Söylem
Çözümlemesi (CDA)
Eleştirel söylem çözümlemesi söylemin
toplumsal uygulamalarla, özellikle de iktidar, hegemonya ve ideolojiyle olan
ilişkisini inceleyen çok katmanlı bir yöntemdir. Bu çalışma, özellikle Teun A.
van Dijk, Norman Fairclough ve Ruth Wodak gibi söylem kuramcılarının kuramsal
çerçevelerinden yararlanmaktadır. Barrack’ın açıklamaları bu bağlamda, yalnızca
diplomatik ifadeler değil, aynı zamanda jeopolitik aktörlerin durumlarını
belirleyen, meşrulaştıran ve yönlendiren birer söylemsel müdahale olarak ele
alınmaktadır.
Çözümleme sürecinde, söylemlerin
içerdiği:
kavramsal
çerçeveler (ör. “terör örgütü”, “bağımsız devlet borcu”, “silah bırakma”),
öznellik
konumlandırmaları (kim konuşur, kimin adına, kime yönelik),
örtük
anlamlar ve imalar (ör. çözüm süreci çağrışımı),
iktidar
ilişkileri (ör. ABD-Türkiye, ABD-SDG, Türkiye-PKK)
ayrıntılı biçimde incelenmiş ve
söylemin siyasal amaçlı kuruluş biçemi açıklanmaya çalışılmıştır.
İçerik
Çözümlemesi
CDA’nın yanı sıra içerik çözümlemesi
yöntemiyle Barrack’ın ifadeleri sistemli biçimde sınıflandırılarak çözümlenmiştir.
Bu yöntemde, metinlerde yineleyen temalar, anahtar kavramlar ve odak noktaları
belirlenmiş ve bu temalar bağlamsal yorumlamaya olanak sağlayacak biçimde
sınıflandırılmıştır. Uygulanan içerik çözümlemesi hem niteliksel hem de tematik
karakterdedir. Bu doğrultuda:
ABD’nin
SDG, YPG ve PKK ilişkilerine yönelik ifadeleri,
PKK’nın
silahsızlanmasına ilişkin söylem,
Suriye’deki
siyasal geçiş süreciyle ilgili tutumlar,
Türkiye’ye
yönelik diplomatik iletiler
ayrı ayrı kodlanmış ve çözümleme
sorularına denk düşecek biçimde yapılandırılmıştır.
Veri Seti ve
Sınırlar
Çözümlenen temel söylem materyali, Tom
Barrack’ın CNN Türk ve Rudaw’a verdiği iki ayrı demeçtir. Bu metinler, ilgili
medya organlarının Türkçe yayınları, ABD diplomatik misyonlarının basın
açıklamaları ve Türkiye’deki haber ajanslarının yaptığı özet ve alıntılar çerçevesinde
yapılandırılmıştır. Çalışma, sadece bu söylem setiyle sınırlı kalmakta
dolayısıyla ABD'nin kurumsal strateji belgeleri ya da PKK/SDF tarafının biçimsel
metinleri kapsam dışındadır.
KURAMSAL ÇERÇEVE
Bu araştırmanın kuramsal temeli,
söylemin yalnızca bir dilsel ifade biçimi değil, aynı zamanda iktidar
ilişkilerinin, kimlik inşalarının ve ideolojik durum almaların üretildiği
toplumsal bir uygulama olduğu varsayımına dayanmaktadır. Bu yaklaşım, özellikle
eleştirel söylem çözümlemesi (CDA) kuramının ortaya koyduğu temel kavramlar
çerçevesinde şekillenmektedir.
Söylem, İktidar
ve İdeoloji: Eleştirel söylem
çözümlemesinin öncülerinden Norman Fairclough, söylemi hem dilsel hem de
toplumsal uygulama olarak tanımlar ve söylemin iktidar ilişkilerinin yeniden
üretildiği başlıca alanlardan biri olduğunu savunur. Fairclough’a göre söylem
belirli bir ideolojik çerçeve içinde toplumsal gerçekliği oluşturur ve
dolayısıyla söylem çözümlemesi, aynı zamanda toplumsal yapıların ve iktidar
ilişkilerinin çözümlenmesidir. Bu bağlamda, Tom Barrack’ın demeçlerinde yer
alan kavramsal tercihler (ör. “PKK’nın türevi olan YPG”, “bağımsız devlet borcu
yok”, “PKK silah bırakıyor”) yalnızca diplomatik retorik değil aynı zamanda
ABD’nin bölgesel stratejik durumunu tanımlayan ve yönlendiren birer ideolojik
araçtır.
Hegemonya ve
Söylemsel Üretim: Bu çalışma aynı
zamanda Antonio Gramsci’nin hegemonya kuramı ile van Dijk’in söylem ve bilişsel
yapı ilişkisine ilişkin katkılarından yararlanmaktadır. Gramsci’ye göre
hegemonya, sadece zor yoluyla değil rıza üretimi yoluyla da kurulur ve bu
bağlamda söylem egemen aktörlerin kendi siyasal durumlarını doğal ve kaçınılmaz
gösterme aracıdır. Barrack’ın söylemleri de ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarını
meşrulaştırmaya yönelik hegemonik bir çerçeve oluşturmakta ve özellikle
Türkiye’nin güvenlik kaygılarını dikkate alan ancak SDG’ye desteği sürdüren bir
söylem kurgusunu temsil etmektedir. Van Dijk ise söylemi, toplumsal grupların
bilgi, algı ve kanı üretim mekanizmalarını etkileyen bilişsel yapılar olarak
yorumlar. Bu kuramsal çerçeve, Barrack’ın demeçlerinde kullanılan “terör”,
“şiddet”, “siyasal çözüm” ve “meşru aktör” gibi kategorilerin sadece tanımsal
değil aynı zamanda algı biçimlendirici etkilerini de anlamayı olanaklı kılar.
Medya Söylemi ve
Siyasal Temsil: Araştırma ayrıca
Stuart Hall’un temsil kuramı çerçevesinde medya söylemini belirli siyasal
anlamların üretildiği, yeniden çerçevelendiği ve dolaşıma sokulduğu bir
ideolojik alan olarak ele alır. CNN Türk ve Rudaw gibi medya organlarında yer
alan Barrack söylemleri yalnızca bireysel bir büyükelçi görüşü değil devlet
düzeyinde kurgulanmış, stratejik olarak hedeflenmiş iletilerin temsil alanıdır. Bu bağlamda, medya aracılığıyla dolaşıma
sokulan söylem parçaları hem Türkiye kamuoyunu hem de Kürt siyasal aktörlerini
hedef alan birer yeniden hizalama aracıdır. Söylem çözümlemesi bu çok katmanlı
temsil düzeylerini görünür kılmayı amaçlar.
ÇÖZÜMLEME
ABD’nin
SDG–YPG–PKK İlişkisini Tanımlama ve Meşrulaştırma Söylemsel Stratejileri
2025 Temmuz ayında CNN Türk ve Rudaw’a
verdiği demeçlerde Amerika Birleşik Devletleri’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye
Özel Temsilcisi Tom Barrack, SDG, YPG ve PKK arasındaki ilişkiye ilişkin daha
önce ABD tarafından genellikle dolaylı ifade edilen söylemleri doğrudan ve açık
şekilde dile getirmiştir. Barrack, CNN Türk’e verdiği röportajda şunları ifade
etmiştir: “SDG, YPG’dir. Ve evet, YPG, PKK’dan türemiştir. Bu bizim için yeni
bir şey değil.” Bu açıklama, ABD’nin alandaki gerçekliği söylemsel olarak
kabullenmesi anlamına gelmektedir ve uzun süredir Türkiye’nin vurguladığı
“YPG-PKK bağlantısı” savını biçimsel düzeyde kabul eden önemli bir kırılmayı
temsil etmektedir. Bu bağlamda, “PKK’dan türemek” ifadesi, ABD’nin yıllarca
farklılaştırmaya çalıştığı bu üç aktör arasındaki ilişkiyi açık ve net bir
biçimde kurması bakımından önemli bir söylemsel kırılma oluşturur. ABD’nin
önceki söylemlerinde YPG ile PKK arasındaki ilişki çoğunlukla örtülü veya
dolaylı ifade edilirken Barrack’ın sözleri doğrudan bir tanımlama ve kabul
olarak yorumlanabilir. Bu, ABD’nin bölgesel gerçeklikler karşısında söylemsel
bir saydamlık ve netlik stratejisine geçtiğini gösterir. Ancak bu söylemsel
açıklık, beraberinde paradoksal bir dengeyi de getirir. Barrack, devam eden
demeçlerinde şunları belirtmiştir: “Biz SDG’ye askeri eğitim ve danışmanlık
veriyoruz ama bağımsızlık sözü vermedik.” Burada ABD, PKK türevi olarak
tanımladığı SDG/YPG’ye desteğin devam ettiğini vurgularken siyasal hedefler
konusunda sınır koymakta yani Rojava’da bağımsız bir devlet kurulmasını
desteklemediğini söylemektedir. Bu yaklaşım, ABD’nin hem Türkiye’nin güvenlik
endişelerini söylemsel düzeyde tanıma hem de bölgedeki stratejik iş birliğini
sürdürme amacını yansıtmaktadır. Böylece ABD hem saydamlık hem de yararcılık
içeren karmaşık bir söylemsel strateji geliştirmiştir. Türkiye’nin biçimsel
güvenlik söylemi ise YPG’yi PKK’nın Suriye kolu olarak tanımlar ve SDG’yi bu
bağlamda bir devamlılık olarak kabul eder. Barrack’ın “PKK’dan türemek”
ifadesi, Türkiye’nin bu temel görüşünün ABD tarafından söylemsel olarak
tanınması anlamına gelir. Ancak ABD’nin SDG/YPG’ye askeri destek sağlamaya
devam etmesi iki ülke arasındaki söylemsel örtüşmeye karşın uygulamada belirgin
bir ayrışmayı ortaya koyar. Bu durum, Türkiye ile ABD arasında diplomatik
gerilimlerin sürmesine zemin hazırlamaktadır. Sonuç olarak, Tom Barrack’ın
açıklamaları, ABD’nin Suriye alansındaki SDG–YPG–PKK ilişkisini söylemsel
olarak saydam biçimde kabul ettiği ancak bu kabulü destek siyasasını sürdürmek
için dikkatle dengelediği karmaşık bir stratejinin yansımasıdır. Bu çok
katmanlı söylem hem bölgesel aktörlerin hem de uluslararası kamuoyunun
algılarını şekillendirmeye yönelik Türkiye-ABD ilişkilerinde yeni bir
diplomatik dengeleme arayışının parçasıdır.
Barrack’ın “PKK
Silah Bırakıyor” Söyleminin Çatışma Çözümüne ve Türkiye İç Siyasetine
Yansımaları
2025 Temmuz ayında ABD’nin Ankara
Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, CNN Türk ve Rudaw’a verdiği
demeçlerde, PKK’nın silah bırakma sürecine girdiğine ilişkin önemli ve dikkat
çekici açıklamalarda bulunmuştur. Barrack, Rudaw’a verdiği mülakatta şunları
ifade etmiştir: “PKK, alanda silah bırakma sürecini başlatmıştır. Bu, bölgedeki
çatışmaların sona erdirilmesi ve kalıcı barış için kritik bir adımdır. ABD
olarak bizler de bu süreci destekliyoruz.” Bu açıklama, ABD’nin Suriye ve
çevresindeki çatışma dinamiklerine ilişkin biçimsel söyleminde önemli bir
iyimserlik ve dönüşümü temsil etmektedir. Barrack’ın “silah bırakma” vurgusu
geçmişte Türkiye, PKK ve ABD arasında başarısızlıkla sonuçlanan çözüm
süreçlerine ilişkin umudun yeniden canlandırılması yönünde bir adım olarak değerlendirilebilir.
Bu, aynı zamanda ABD’nin bölgesel çatışmaları azaltma ve siyasal çözümü destekleme
stratejisinin açık bir göstergesidir. ABD’nin bu söylemi, yalnızca bölgesel
aktörlere değil uluslararası kamuoyuna da “barış sürecinde ilerleme” iletisi
vermekte ve alandaki aktörlerin çatışmaya son verme yükümlülüğünü ön plana
çıkarmaktadır. Barrack, bu bağlamda, ABD’nin Suriye’deki rolünü “barış yapıcı”
bir aktör olarak konumlandırmaktadır. Ancak, bu iyimser söylemin uygulamada
karşılığı tartışmalıdır. PKK’nın silah bırakma konusundaki somut adımları ve bu
sürecin sürdürülebilirliği, bölgede halen süren siyasal ve askeri karmaşa göz
önüne alındığında belirsizliğini korumaktadır. Bu nedenle Barrack’ın
açıklamaları aynı zamanda bir stratejik yönlendirme ve algı yönetimi aracı
olarak da okunabilir. ABD, bu söylemle hem Türkiye’yi inandırmaya hem de PKK ve
Kürt siyasal hareketlerine sürecin devamı için ileti göndermektedir. Türkiye iç
siyasetinde ise bu söylemin yansımaları oldukça karmaşıktır. Barrack’ın “PKK silah
bırakıyor” vurgusu, HDP/DEM ve diğer karşıt unsurlarda çözüm sürecine ilişkin
beklentilerin yükselmesine yol açabilir. Bu durum, Erdoğan yönetimi açısından
hem fırsatlar hem de riskler taşımaktadır. Bir yandan çözüm sürecine ilişkin
olumlu gelişmeler, seçmen nezdinde destek sağlayabilir diğer yandan ise
milliyetçi-tutucu tabanda tepkiye neden olabilir. Özellikle MHP ve milliyetçi
çevreler, bu tür söylemleri “terörle mücadelede yumuşama” veya “güvenlik zayıflığı”
olarak algılamakta ve sert karşı durmaktadır. Bununla birlikte, Barrack’ın bu
açıklaması Türkiye’deki siyasal kutuplaşmayı derinleştirebilir. AKP-MHP
koalisyonu içindeki milliyetçi kanat ile daha ılımlı ve yararcı unsurlar
arasındaki gerilimler artabilir. Bu durum, Erdoğan’ın PKK ve Kürt sorunu
konusundaki siyasalarını gözden geçirmesine veya stratejik esneklik
göstermesine yol açabilir. Son olarak, ABD’nin bu söylemi bölgesel diplomasiye
yeni bir ivme kazandırmak için tasarlanmış bir söylemsel hamle olarak da
değerlendirilmelidir. Barrack’ın ifadeleri, Türkiye, İran, Suriye ve Kürt
aktörler arasında süregelen görüşmelerin desteklenmesi ve çatışmaların sona
erdirilmesine yönelik baskı oluşturma amacı taşır. Bu bağlamda, “PKK silah
bırakıyor” söylemi bölgedeki taraflar için hem bir umut hem de bir diplomatik
uyarı niteliği taşımaktadır.
ABD’nin SDG’nin
Geleceğine İlişkin Siyasal Çerçevesi ve Bağımsızlık Karşıtı Söylemin Oluşturulması
Temmuz 2025’te Tom Barrack, CNN Türk
ve Rudaw’a verdiği demeçlerde SDG ve Rojava yönetiminin siyasal statüsüne ilişkin
önemli açıklamalarda bulunmuştur. Barrack, SDG’nin bağımsızlık yönündeki
taleplerine uzak duruşunu şu sözlerle ifade etmiştir: “SDG’nin bağımsız bir
devlet kurma borcumuz yoktur. Bizim önceliğimiz bölgesel kararlılık ve tüm
tarafların egemenlik haklarına saygı göstermesidir.” Burada “bağımsızlık borcu
yoktur” ifadesi SDG’nin siyasal taleplerinin sınırlandırılmasını ve bölgesel
devletlerin egemenlik alanlarının korunmasını vurgulayan güçlü bir söylemsel
araçtır. Borç metaforu, SDG’nin sanki siyasal bir yükümlülük altına girmemiş
olduğu, dolayısıyla bağımsızlık talebinin “meşru” bir hak olarak değil bölgesel
dengeler gözetilerek ele alınması gereken bir talep olduğu iletisini vermektedir.
Barrack, ayrıca bölgesel aktörlerin endişelerine yönelik şu ifadeleri
kullanmıştır: “Türkiye’nin güvenlik kaygılarını anlıyor ve bu duyarlılıklara
saygı duyuyoruz. SDG’nin bağımsızlık yönünde tek taraflı bir adım atması
bölgedeki kırılgan dengeyi bozabilir.” Bu açıklama, ABD’nin Türkiye ile
diplomatik ilişkilerinde dengeyi koruma çabasının söylemsel yansımasıdır.
Türkiye’nin bölgesel egemenlik ve güvenlik kaygıları ABD’nin SDG’ye yönelik
destek siyasasını sınırlandıran önemli bir çerçeve olarak kullanılmıştır.
Böylece, bağımsızlık karşıtı söylem, bölgesel aktörlerin duyarlılıklarını denetim
altına alma ve SDG üzerindeki baskıyı artırma aracı işlevi görür. Söylemsel
olarak, ABD’nin kullandığı “öncelik bölgesel kararlılık ve egemenlik haklarına
saygı” ifadesi SDG’nin bağımsızlık talebini meşru zeminden uzaklaştırmakta ve
“gerçekçi” bir siyasal tutum benimsemesi gerektiği iletisini vermektedir. Bu, yararcılık
vurgusuyla desteklenen bir söylemsel çerçevedir ve SDG’nin taleplerinin
uluslararası normlar ve bölgesel güç dengeleri içinde sınırlandırılması
gerektiğini ima eder. Sonuç olarak, Barrack’ın bu söylemi ABD’nin SDG’nin siyasal
geleceğine ilişkin sınırlayıcı, dengeleyici ve egemenlik odaklı bir çerçeve
önerdiğini göstermektedir. “Bağımsızlık borcumuz yoktur” ifadesi, sadece bir siyasal
durumu değil aynı zamanda SDG’ye ve bölgedeki diğer aktörlere yönelik güçlü bir
söylemsel yönlendirme ve baskı aracıdır.
Barrack’ın
Suriye’nin Toprak Bütünlüğü ve Merkezi Yönetimle İlişkiler Konusundaki Söylemi
Temmuz 2025’te verdiği demeçlerde Tom
Barrack, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasına yönelik güçlü bir vurgu
yapmıştır. Barrack, CNN Türk’e verdiği röportajda şu ifadeleri kullanmıştır: “Suriye’nin
toprak bütünlüğü bizim dış siyasa önceliklerimizden biridir. SDG’nin Şam ile
diyalog kurması ve sorunları siyasal yollarla çözmesi elzemdir.” Bu açıklama,
ABD’nin Suriye’deki siyasal çözüm yaklaşımını ortaya koymakta; bölgesel kararlılığın
ancak merkezi hükümetle uyum içinde hareket edilerek sağlanabileceği iletisini
vermektedir. Barrack’ın “diyalog” ve “siyasal yollarla çözüm” vurgusu SDG-Şam
ilişkilerinde uzlaşı arayışının gerekliliğini açıkça ortaya koymaktadır. Rudaw’a
verdiği başka bir mülakatta Barrack, bölgesel barışın anahtarı olarak SDG ile
Şam arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesini işaret ederek şunları dile
getirmiştir: “SDG’nin Şam ile sürdürülebilir bir anlaşmaya varması, sadece
Suriye’nin değil, tüm bölgenin kararlılığı için kritik önemdedir.” Bu söylem,
ABD’nin SDG-Şam ilişkilerinde somut bir uzlaşı hedeflediğini ve mevcut
statükonun korunmasına öncelik verdiğini göstermektedir. Barrack, böylelikle köktenci
bir statü değişikliği veya bağımsızlık talebinin desteklenmediğini dolaylı
olarak belirtmiş olmaktadır. Ayrıca Barrack, Türkiye ve diğer bölgesel
aktörlerin duyarlılıklarına ilişkin şunları vurgulamıştır: “Bölgedeki tüm
tarafların egemenlik haklarına saygı göstermek zorundayız. SDG’nin bağımsızlık
iddiası yerine siyasal çözüm ve iş birliği ön planda olmalıdır.” Bu ifade,
bağımsızlık karşıtı söylemin uluslararası normlar ve bölgesel diplomatik
gerçeklikler çerçevesinde oluşturulduğunu göstermektedir. ABD, SDG’nin hareket
alanını bu söylemsel çerçeve içinde sınırlandırarak bölgedeki güç dengelerini
koruma niyetindedir. Sonuç olarak, Barrack’ın demeçleri ABD’nin Suriye’nin
toprak bütünlüğüne verdiği önemi ve SDG-Şam ilişkilerinde siyasal uzlaşı
arayışını açıkça ortaya koymaktadır. Bu söylem, bölgedeki mevcut statükoyu
değiştirmekten çok sürmekte olan durumu yönetme etme ve dengeleme stratejisinin
parçası olarak değerlendirilebilir.
ABD Büyükelçisi
Barrack’ın “Özgür Kürdistan ve Bağımsız SDG Devleti Olmayacak” Söyleminin
Derinlemesine Çözümlemesi
Barrack’ın açıklamaları, SDG ve Kürt
hareketinin siyasal statüsü konusunda net ve kesin sınırları ortaya
koymaktadır. Barrack’ın şu ifadeleri söylemin özünü oluşturmaktadır: “Özgür
Kürdistan olmayacak, özgür SDG devleti olmayacak.” “SDG’ye bağımsız devlet
kurma borcumuz yok.” “Suriye ordusundan bağımsız Kürt ordusu olmayacak.”
Bu ifadeler, birkaç temel kavramsal ve
stratejik boyutu kapsamaktadır:
Egemenlik ve
Devletlik İlişkisi Üzerine Sert Sınırlar: Barrack’ın
“Özgür Kürdistan olmayacak” ifadesi, devlet egemenliğinin sınırlarını
netleştirmekte ve Kürt hareketinin uzun zamandır gündemde tuttuğu bağımsızlık
talebinin ABD tarafından asla desteklenmediğini açıkça göstermektedir. Bu ret,
uluslararası hukuk ve devlet egemenliği normları çerçevesinde, bölgedeki mevcut
devlet sınırlarının dokunulmazlığına vurgu yapar. Aynı zamanda, SDG’nin
“bağımsız devlet kurma borcunun olmaması” ifadesi bu statünün ABD için hiçbir
zaman bir yükümlülük ya da yükümlenme olmadığını dolayısıyla siyasal destek
hattının sınırlarının belli olduğunu ortaya koyar.
Askeri Yapının
Merkeziyetçi Denetimi ve Güvenlik Paradigması: “Suriye ordusundan bağımsız Kürt ordusu
olmayacak” söylemi askeri ve güvenlik bağlamında büyük bir sınırlamayı ifade
eder. Bu, Kürtlerin kendi silahlı güçlerini kurma veya mevcut yapılarını
tamamen bağımsızlaştırma çabalarının engellenmesi anlamına gelir. ABD’nin
buradaki ileti Suriye’nin biçimsel ordusunun egemenlik hakkının vurgulanması ve
paralel bir askeri gücün bölgesel kararlılığı tehdit ettiği varsayımıdır.
Bölgesel Kararlılık
ve Diplomatik Denge: Barrack’ın bu
sert ve net söylemi bölgedeki aktörlerin duyarlılıklarına karşı diplomatik bir
yanıt niteliğindedir. Türkiye’nin PKK ve SDG’ye karşı güvenlik endişeleri
Suriye rejiminin toprak bütünlüğü talepleri ve İran gibi diğer bölgesel
güçlerin çıkarları ABD’nin bu söylemini şekillendiren temel etmenlerdir. Bu
çerçevede, ABD söylemi bir çeşit bölgesel statükoyu koruma, köktenci
değişikliklere karşı dengeleme siyasası olarak işlev görür.
Söylemsel
Kapsamda Stratejik Netlik ve Algı Yönetimi: Barrack’ın
kullandığı açık ve keskin ifadeler ABD’nin bölgesel siyasa söylemini
netleştirme ve kamuoyunda hem bölge içindeki hem de uluslararası aktörler düzeyinde
algı oluşturma amacını taşır. Bu söylem, SDG ve Kürt hareketine “kırmızı
çizgileri” net biçimde göstermekte ve destek sınırlarını
belirginleştirmektedir. Böylece, olası yanlış anlamaların ve beklentilerin
önüne geçilmek istenmektedir.
Siyasal Meşruluk
ve Uluslararası Normlara Atıf: ABD’nin
bu söylemi aynı zamanda uluslararası hukuk ve devletlerarası ilişkiler
normlarına gönderme yapar. Devletlerin toprak bütünlüğü ve egemenlik haklarına
saygı vurgusu SDG’nin statüsü konusunda siyasal kararların bu normlar
çerçevesinde şekilleneceğini işaret eder. Bu yaklaşım, uluslararası toplumun
genel kabul görmüş normlarına paralel bir durum olarak okunabilir.
Bu çözümleme, Barrack’ın
açıklamalarının sadece bölgesel siyasette değil, aynı zamanda uluslararası
hukuk, güvenlik paradigması ve diplomatik söylem bağlamlarında da derin ve çok
katmanlı bir işlev gördüğünü ortaya koymaktadır. Söylemin bu katmanlı yapısı
ABD’nin Suriye Kürt hareketine yönelik siyasasının kapsamını ve sınırlarını
anlamak için kritik öneme sahiptir.
Barrack’ın
Demeçlerinde Suriye’nin Toprak Bütünlüğü ve Merkezi Yönetimle İlişkiler
Barrack, Suriye’nin toprak bütünlüğü
ve merkezi yönetimle ilişkiler hakkında önemli iletiler vermiştir. Barrack,
Suriye’nin egemenlik haklarına ve toprak bütünlüğüne vurgu yaparak SDG ile Şam
yönetimi arasında siyasal bir diyalog kurulmasının zorunluluğunu şu sözlerle
ifade etmiştir: “Suriye’nin toprak bütünlüğü bizim dış siyasa önceliklerimizden
biridir. SDG’nin Şam yönetimi ile yapıcı bir diyalog içinde olması ve
sorunlarını siyasal yollarla çözmesi gerekmektedir.” Barrack, Rudaw’a verdiği
başka bir mülakatta, SDG ile Suriye merkezi yönetimi arasında bir anlaşmanın
bölgesel kararlılık için kritik önem taşıdığını belirtmiştir: “SDG’nin Şam ile
sürdürülebilir bir anlaşmaya varması, sadece Suriye’nin değil, bölgenin genel kararlılığı
için de yaşamsal önemdedir.” Bu ifadeler, ABD’nin SDG’nin Suriye toprakları
bütünlüğü çerçevesinde hareket etmesini ve merkezi yönetimle uyum içinde
olmasını tercih ettiğini açıkça göstermektedir. Barrack’ın söylemi, SDG’nin
ayrı bir siyasal aktör olarak tanınmasından çok Suriye devlet yapısının
parçalanmaması ve bölgesel güç dengelerinin korunması yönünde güçlü bir yükümlülüğü
yansıtır. Söylemsel açıdan Barrack’ın “yapıcı diyalog”, “siyasal çözüm” ve
“sürdürülebilir anlaşma” gibi ifadeleri mevcut statükonun korunması ve
sorunların köktenci değişikliklere yol açmadan yönetilmesi niyetini temsil
etmektedir. Bu söylem, bölgedeki kırılgan dengeyi koruma ve özellikle Türkiye
ile Şam’ın egemenlik endişelerini gözetme stratejisinin bir parçası olarak
okunabilir. ABD’nin bu yaklaşımı SDG’nin bağımsızlık veya ayrılıkçı taleplerine
karşı uzak duruşunu somutlaştırmakta ve bunun yerine Şam yönetimi ile diyalog
ve iş birliği yoluyla sorunların çözülmesini savunmaktadır. Bu durum, ABD’nin
bölgesel kararlılığı sağlama amacıyla mevcut siyasal yapıyı yönetme ve kademeli
çözüm arayışı içinde olduğunu göstermektedir. Sonuç olarak, Barrack’ın
demeçleri, ABD’nin Suriye’nin toprak bütünlüğüne verdiği önemi ve SDG-Şam
ilişkilerinde siyasal uzlaşı arayışını açıkça ortaya koymaktadır. Bu söylem,
bölgedeki mevcut statükoyu köktenci biçimde değiştirmekten çok kararlılığı
koruma ve sürmekte olan durumu yönetme stratejisi olarak değerlendirilmelidir.
ABD Söyleminin
Türkiye-ABD İlişkilerinde Diplomatik Yeniden Konumlanmaya Etkisi
Barrack, PKK, SDG ve Suriye
konularında Ankara’nın duyarlılıklarını açıkça dikkate alan bir söylem
geliştirmiştir. Barrack, verdiği demeçlerde şunları vurgulamıştır: “Türkiye’nin
güvenlik endişeleri bizim için önceliklidir. SDG’nin bağımsız bir devlet kurma
hakkı yoktur ve bu konuda Ankara ile tam görüş birlikteliği içerisindeyiz.” “ABD
ve Türkiye, bölgedeki kararlılığı sağlamak için birlikte hareket etmek
zorundadır.” Bu ifadeler, ABD’nin Ankara’nın kırmızı çizgilerini kabul
ettiğinin ve PKK/SDG sorunlarında Türkiye ile daha uyumlu bir siyasa izleme
yönünde niyetinin açık göstergesidir. Barrack’ın “tam görüş birlikteliği”
vurgusu iki ülke arasında ciddi bir diplomatik yakınlaşmanın işaretidir. Ancak
bu yakınlaşmanın alandaki uygulamalara ne kadar yansıyacağı ve kalıcı olup
olmayacağı tartışmaya açıktır. Bazı uzmanlar, Barrack’ın söyleminin “geçici bir
taktiksel örtüşme” olduğunu ve bölgesel gerilimi düşürmeye yönelik yararcı bir
adım olarak okunması gerektiğini belirtmektedirler. Bu görüşe göre, ABD’nin
SDG’ye verdiği destek ve bölgedeki jeopolitik çıkarları uzun vadede Türkiye ile
tam uyumun önünde engel oluşturmaktadır. Barrack’ın açıklamaları aynı zamanda
Ankara’ya yönelik diplomatik bir jest olarak değerlendirilebilir. Türkiye’nin
yıllardır ısrarla vurguladığı PKK/SDG konusundaki duyarlılıkların ABD
tarafından kabul edilmesi iki müttefik arasındaki ilişkilerin normalleşmesine
katkı sağlayabilir. Barrack, şu sözleriyle bu jestin altını çizmiştir: “Türkiye
ile ilişkilerimizi güçlendirmek, ortak hedeflerimize ulaşmak için kritik
önemdedir. Bu nedenle Türkiye’nin güvenlik kaygılarını anlıyor ve saygı
duyuyoruz.” Bu söylem, ABD’nin bölgedeki stratejik önceliklerini Türkiye’nin
güvenlik bakış açısıyla uyumlu kılma getirme çabasını yansıtırken ilişkilerin
düzeltilmesi yönünde önemli bir adım olarak değerlendirilebilir. Bununla
birlikte, ABD’nin bölgesel siyasaları çok katmanlıdır ve çeşitli aktörlerin
çıkarlarını dengelemek zorundadır. Barrack’ın söylemi, bu karmaşık dengeyi
koruma çabasının bir parçası olarak okunmalıdır. SDG’ye verilen destek ile
Türkiye ile iş birliği arasındaki duyarlı denge ABD’nin diplomatik söyleminde
belirgin biçimde görülmektedir. Sonuç olarak, Barrack’ın demeçleri Türkiye-ABD
ilişkilerinde diplomatik yeniden konumlanmanın işaretlerini taşımaktadır. Ancak
bu yeniden konumlanmanın kalıcı bir yakınlaşmaya mı dönüşeceği yoksa geçici bir
taktiksel örtüşme olarak mı kalacağı bölgesel dinamikler ve aktörlerin
karşılıklı tutumlarına bağlıdır. Bu nedenle, Ankara-Washington hattındaki
gelişmeler yakından izlenmeli ve diplomatik süreçlerin somut sonuçları dikkatle
değerlendirilmelidir.
Güçlü Ulus
Devletlerin İsrail Açısından Tehdit Olarak Algılanması: Tom Barrack’ın
Jeopolitik Bakış Açısı
ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye
Özel Temsilcisi olarak görev yapan Tom Barrack Haziran 2025’te Kudüs’te İsrail
Başbakanı Benjamin Netanyahu ile yaptığı bir görüşme sonrası Twitter/X
hesabından şu ifadeyi paylaştı: “ABD Başkanı Donald Trump, İsrail de dahil
olmak üzere komşularını tehdit etmek için herhangi bir üçüncü taraf ulus devlet
ya da ulus olan ya da olmayan aktör tarafından platform olarak kullanılamayacak
bir Suriye öngörmektedir.” Ayrıca Temmuz
2025’te Associated Press ile yaptığı röportajda, Barrack bu düşüncesini daha da
açarak şöyle demiştir: "Güçlü ulus devletler ve özellikle Arap devletleri
Israil’e tehdit olarak görülür."
ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve aynı
zamanda Suriye Özel Temsilcisi olarak görev yapan Tom Barrack’ın “güçlü ulus
devletler İsrail için tehdittir” yönündeki değerlendirmesi hem İsrail’in
tarihsel güvenlik paradigmasını hem de ABD’nin yeni dönem Ortadoğu stratejisini
anlamak bakımından son derece çarpıcıdır. Bu açıklama, yalnızca bireysel bir
diplomatik gözlem olmanın ötesinde bölgedeki jeopolitik kurgunun temel bir
ilkesine işaret etmektedir: İsrail’in güvenliği, çevresinde güçlü, bağımsız ve
merkezi ulus devletlerin varlığıyla değil zayıf, parçalanmış ve
yönlendirilebilir siyasal yapıların varlığıyla daha kolay oluşturulmaktadır.
İsrail’in kuruluşundan bu yana
izlediği güvenlik stratejisi çevresindeki Arap ve Müslüman devletlerin bir blok
halinde birleşmesini ve askeri kapasite bakımından güçlenmesini temel tehdit
unsuru olarak görmüştür. 1967 ve 1973 Arap-İsrail savaşlarında yaşanan
deneyimler İsrail’i hem askeri teknoloji bakımından üstünlük kurmaya hem de
diplomatik olarak komşularının içsel zayıflıklarını derinleştirmeye yönelik
stratejilere yöneltmiştir. Bu bağlamda Irak, Suriye, Mısır ve İran gibi güçlü
devlet geleneklerine sahip ülkeler uzun süre boyunca İsrail açısından “düzen
bozucu aktörler” olarak tanımlanmıştır.
Tom Barrack’ın ifadesi bu tarihsel
bağlamın güncel bir yorumudur. Barrack, özellikle Suriye bağlamında yaptığı
açıklamalarda, “güçlü ulus devletlerin sadece askeri değil aynı zamanda
ideolojik bir tehdit” oluşturduğuna dikkat çekmiştir. Barrack’a göre, güçlü bir Suriye devleti,
yalnızca İran gibi rakip aktörlerin bölgeye etkisini kolaylaştırmakla kalmaz,
aynı zamanda İsrail’in etki alanını daraltır ve bölgesel diplomasiye kapalı,
bağımsız bir siyasal güç odağı haline gelir. Bu tür bir yapı, ABD’nin ve müttefiki
İsrail’in bölgedeki çıkarlarıyla çelişmektedir.
Barrack’ın temsil ettiği yaklaşım
klasik ulus-devlet yapılarının yerine daha esnek, “adem-i merkeziyetçi” kimlik
temelli temsilin ön planda olduğu siyasal şekillenmeleri öne çıkarır. Bu
tercihin arkasında yalnızca jeopolitik kaygılar değil aynı zamanda diplomatik
ve ekonomik yararcılık da yer almaktadır. ABD, Barrack’ın çizdiği vizyon
doğrultusunda Suriye gibi ülkelerin yeniden kurulmasında güçlü, birleşik ve
ideolojik olarak direngen yapılar yerine bölgesel aktörlere bağımlı, dış
yönlendirmeye açık ve çok merkezli yönetişim sistemlerini tercih etmektedir.
Böylece İsrail’in güvenliği çevresindeki devletlerin güçlü olmalarından değil
zayıf ve bölünmüş kalmalarından geçmektedir.
Bu bakış açısı yalnızca Suriye
örneğiyle sınırlı değildir. İran, Lübnan, Irak ve Mısır gibi diğer bölgesel
aktörlerle olan ilişkilerde de benzer bir stratejik öncelik söz konusudur.
İsrail'in uzun vadeli güvenlik beklentisi çevresinde tam egemenlik ve yüksek
askeri kapasiteye sahip devletler yerine daha çok iç dengelerle meşgul ve dış
müdahalelere açık siyasal yapılarla çevrili olmayı içermektedir. Barrack’ın
ifadesi bu beklentinin yalnızca askeri değil diplomatik düzlemde de
kurumsallaştığını göstermektedir.
Sonuç olarak, Tom Barrack’ın “güçlü
ulus devletler İsrail için tehdittir” ifadesi günümüzdeki Orta Doğu siyasetinde
ABD-İsrail ortak vizyonunun özlü bir ifadesidir. Bu vizyon, bölgedeki
ulus-devletlerin zayıflatılmasını ve parçalı yönetişim yapılarının özendirilmesini
stratejik bir gereklilik olarak görmektedir. Söz konusu yaklaşım yalnızca
güvenlik politikaları açısından değil aynı zamanda devlet kurma, egemenlik, dış
müdahale ve barış süreçleri gibi temel sorunlarda da kalıcı etkiler yaratacak
niteliktedir.
YORUMLAMA
Barrack’ın
Açıklamalarının Trump Yönetimi ve ABD Hükümeti Siyasalarıyla Tutarlılığı
Diplomatik Yetki
ve Rol Bağlamı: Tom Barrack,
ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi olarak, ABD dış siyasasının
bölgedeki temel aktörlerinden biridir. Bu durum hem Beyaz Saray hem de
Dışişleri Bakanlığı ile yakın eş güdüm içinde hareket etmeyi ve ABD’nin biçimsel
siyasasını hem Türkiye hem de bölgesel aktörler düzeyinde temsil etmeyi
gerektirir. Bu nedenle, Barrack’ın yaptığı açıklamaların Trump yönetimi
tarafından onaylanmış ve yönlendirilmiş söylemler olduğu varsayılabilir.
Trump
Yönetimi’nin Suriye ve SDG Siyasaları: Trump
döneminde Suriye siyasası ABD askerlerinin büyük ölçüde geri çekilmesi ve
bölgedeki doğrudan askeri müdahalelerin azaltılması yönünde bir dönüşüm
yaşamıştır. Ancak bu geri çekilme SDG ile ilişkilerin tamamen sona erdirilmesi
anlamına gelmemiştir. SDG, ABD’nin bölgedeki önemli askeri ve haber alma
ortaklarından biri olarak kalmış ancak ABD yönetimi Kürt hareketinin
bağımsızlık taleplerine uzak durmuştur. Trump, özellikle Türkiye’nin PKK ve
SDG’ye yönelik güvenlik endişelerini ve kırmızı çizgilerini dikkate almıştır.
Bu nedenle, ABD’nin biçimsel söylemi, SDG’nin bağımsız bir devlet olarak
tanınmayacağı ve bölgesel kararlılığın korunması gerektiği yönünde olmuştur.
Barrack’ın “SDG’ye bağımsız devlet kurma borcumuz yok” ifadesi Trump
yönetiminin Kürt siyasasındaki bu temel yaklaşımı yansıtmaktadır.
Geçmişteki Söylem
ve Siyasa Uyumları: Barrack’ın
açıklamaları, Trump’ın 2019’daki SDG ve Türkiye ilişkilerine ilişkin
kararlarıyla da uyum göstermektedir. Trump, 2019’da Suriye’den asker çekme
kararını açıklarken Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlarına izin verilmesi ve
SDG’nin statüsünün sınırlandırılması gibi konularda Türkiye ile diplomatik uyum
sağlamaya çalışmıştır. Barrack’ın bu demeçlerinde de benzer bir stratejik denge
arayışı görünmektedir.
Söylemin
Diplomasideki İşlevi ve Algı Yönetimi:
Barrack’ın ifadeleri sadece biçimsel durumu belirtmekle kalmaz aynı zamanda hem
Türkiye hem de bölgedeki diğer aktörler düzeyinde bir algı yönetimi işlevi
görür. Türkiye’nin duyarlılıklarını kabul eden ve SDG’nin bağımsızlık savlarını
reddeden bu söylem Türkiye’nin ABD’den beklediği güvenceleri alması ve
ilişkilerde gerilimin düşürülmesi için tasarlanmıştır. Bu yararcı söylem, Trump
yönetiminin genel dış siyasa yararcılığıyla uyumludur.
Gizil güç,
Uyuşmazlıklar ve Farklılıklar:
Bununla birlikte, ABD hükümet içi farklı kurumlar ve bürokratik aktörler
arasında Suriye ve SDG konularında zaman zaman görüş ayrılıkları
olabilmektedir. Barrack’ın söylemi Trump’ın genel siyasasını yansıtsa da alandaki
uygulamalarda ve özellikle Kongre ya da Haber Alma kurumlarıyla yürütülen siyasada
farklı tonlar ve öncelikler bulunabilir. Bu durum, ABD dış siyasasının çok
katmanlı ve karmaşık yapısının doğal bir yansımasıdır.
Barrack’ın açıklamaları, Trump
yönetimi ve ABD hükümetinin Suriye ve SDG siyasalarıyla genel olarak tutarlı ve
uyumludur. Bu söylem, Trump döneminin bölgesel siyasalarındaki temel çizgilerini
(Türkiye’nin güvenlik endişelerini dikkate almak, SDG’nin bağımsızlık talebini
reddetmek ve bölgesel kararlılığı korumaya odaklanmak) açıkça yansıtmaktadır.
Aynı zamanda bu söylem, diplomatik yararcılığın ve aktörler arası denge
arayışının da bir parçasıdır. Ancak, ABD dış siyasasının karmaşıklığı ve çoklu
aktörlü yapısı içinde bu söylem farklı kurum ve aktörler arasında farklı
yorumlanabilir ve uygulanabilir.
ABD’nin Suriye Siyasasında
Şara Rejimi Öncesine Göre Köktenci Bir Değişiklikten Söz Edilebilir mi?
ABD’nin Suriye siyasası, özellikle
Suriye iç savaşının başlamasından itibaren sürekli bir evrim geçirmiştir.
Barrack’ın yaptığı açıklamalar, ABD’nin bölgedeki stratejik yönelimlerinde
belirgin bir değişikliğin işaretlerini taşısa da bu değişikliğin “köktenci”
olup olmadığı daha derin bir çözümleme gerektirmektedir.
Şara Rejimi
Öncesi ABD Suriye Siyasası: Suriye’de
Esad rejimi iktidarda olduğu dönemde ABD, Şam yönetimini meşru bir aktör olarak
tanımakta ancak insan hakları ihlalleri ve bölgesel siyasalar nedeniyle
eleştirmekteydi. Suriye iç savaşı ve rejim karşıtı ayaklanmalar başladığında
ABD Esad rejimine karşı olan grupları destekledi. Bu süreçte, SDG ve YPG gibi
aktörler özellikle ID’e karşı mücadelede ABD’nin önemli müttefikleri durumuna
geldi.
Barrack’ın
Söylemleri ve Siyasada Görülen Değişim:
Barrack’ın demeçlerinde Suriye toprak bütünlüğüne, Şam yönetimi ile SDG
arasındaki iş birliğine ve bölgesel aktörlerin duyarlılıklarına verilen vurgu
ABD’nin bölgedeki siyasalarında önemli bir dönüşümü yansıtmaktadır. Özellikle
Şam rejimiyle ilişkilere ilişkin açık kapı bırakılması ve SDG’nin bağımsızlık
talebinin reddi ABD’nin Şara rejimi öncesinde benimsenen daha müdahaleci ve
rejim karşıtı siyasalardan farklılaştığını göstermektedir.
Köktenci
Değişiklik Kavramının Değerlendirilmesi: “Köktenci
değişiklik” ifadesi siyasada köktenci, yapısal ve temel bir dönüşümü ifade
eder. Barrack’ın açıklamaları, ABD’nin Suriye’de daha yararcı, kararlılığı
önceliklendiren ve bölgesel aktörlerle dengeyi gözeten bir siyasaya kaydığını
ortaya koymaktadır. Ancak bu değişiklik ABD’nin tamamen Şam rejimini meşru
görmesi veya tüm rejim karşıtı siyasalarından vazgeçmesi anlamına
gelmemektedir. ABD, bölgedeki çıkarlarını korumak ve ID tehdidini ortadan
kaldırmak amacıyla SDG ile iş birliğini sürdürürken aynı zamanda Suriye’nin
parçalanmasını önleme ve bölgesel kararlılığı sağlama yönünde adımlar
atmaktadır. Bu, önceki siyasalara göre önemli bir kayma olmakla birlikte kökten
ve köktenci bir dönüşüm olarak değil daha çok stratejik yararcılık ve denge siyasası
olarak değerlendirilebilir.
Bölgesel ve
Uluslararası Dinamiklerin Etkisi:
ABD’nin bu siyasal değişikliğinde Türkiye, İran, Rusya gibi bölgesel aktörlerin
etkisi büyüktür. Ayrıca, Trump yönetiminin dış müdahaleleri azaltma ve ABD
askerlerini çekme eğilimi siyasada dönüşümü hızlandırmıştır. Bu bağlamda,
ABD’nin Suriye siyasası Şara rejimi öncesi döneme kıyasla önemli bir uyum
sağlamış ve değişime uğramıştır.
ABD’nin Suriye siyasasında, Barrack’ın
açıklamalarının da işaret ettiği üzere, Şara rejimi öncesine göre önemli ve
belirgin değişiklikler yaşanmıştır. Ancak bu değişiklikler, köktenci (köktenci
ve yapısal) bir dönüşümden çok mevcut koşullar ve bölgesel dinamiklere uyum
sağlama amaçlı yararcı bir evrim olarak değerlendirilmelidir. ABD, bölgedeki
çıkarlarını korurken bölgesel kararlılığı gözeten ve Şam rejimi ile dolaylı iş
birliğine açık bir siyasa izlemektedir.
Barrack’ın
Açıklamalarının Türkiye’nin Görüşleriyle Örtüşmesi
Tom açıklamaları, PKK, SDG ve
Suriye’nin toprak bütünlüğü konularında Türkiye’nin uzun süredir savunduğu
temel görüşlerle önemli ölçüde uyum içindedir. Bu örtüşme şu temel başlıklarda
değerlendirilebilir:
PKK ve SDG
İlişkisi Hakkında Ortak Tanımlama:
Barrack, SDG’nin PKK türevi olduğu ve bağımsız bir Kürt devleti kurulamayacağı
yönündeki açıklamaları ile Türkiye’nin PKK ve SDG’ye yönelik güvenlik söylemi
büyük ölçüde benzerlik göstermektedir. Türkiye, SDG’yi PKK’nın Suriye’deki
uzantısı olarak görmekte ve bu yapılanmayı terör örgütü kabul etmektedir.
Barrack’ın bu söylemi, ABD’nin bu algıya en azından diplomatik söylem düzeyinde
katıldığını göstermektedir.
Suriye’nin Toprak
Bütünlüğü ve Merkezi Yönetimin Önemi:
ABD temsilcisinin, Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve Şam yönetimi ile SDG
arasında siyasal uzlaşıyı desteklemesi Türkiye’nin bölgesel bütünlük ve
egemenlik vurgusuyla örtüşür. Türkiye, Suriye’nin parçalanmasına karşı çıkmakta
ve SDG’nin bağımsızlık taleplerini reddetmektedir. Barrack’ın açıklamaları da
bu çerçevede Türkiye’nin temel güvenlik kaygılarını yansıtmaktadır.
Bağımsız Kürt
Devleti ve Silahlı Yapıların Reddi:
Barrack’ın “Özgür Kürdistan olmayacak” ve “Suriye ordusundan bağımsız Kürt
ordusu olmayacak” ifadeleri Türkiye’nin güvenlik kırmızı çizgilerini net
biçimde kabul etmekte ve bu konuda ABD’nin diplomatik bir yükümlülüğünü
göstermektedir. Bu, Türkiye’nin PKK ve SDG’nin silahlı yapılanmalarına karşı
mücadelesinin dış siyasada destek gördüğüne ilişkin önemli bir işarettir.
Diplomatik
Yaklaşım ve Güvenlik Güvenceleri:
Barrack’ın açıklamalarında Türkiye’ye yönelik açık bir diplomatik jest ve duyarlılık
gösterimi söz konusudur. Bu durum, Türkiye’nin bölgedeki güvenlik endişelerinin
ABD tarafından ciddiye alındığını ve Ankara-Washington hattında ortak bir zemin
arayışının sürdüğünü göstermektedir.
Barrack’ın açıklamaları, PKK ve SDG
konularında Türkiye’nin temel güvenlik söylemi ve bölgesel bütünlük vurgusuyla
önemli ölçüde örtüşmektedir. Bu durum, Türkiye-ABD ilişkilerinde özellikle
Suriye ve Kürt hareketi bağlamında mevcut gerilimi azaltmaya ve diplomatik iş
birliğini artırmaya yönelik bir zeminin oluştuğuna işaret etmektedir.
ABD ve Trump
Yönetimi’nin Türkiye’yi Bölgedeki Tam Müttefik Konumuna Getirme ve Etki
Pekiştirme Stratejisi
Trump yönetimi döneminde ABD’nin
bölgesel siyasaları özellikle İsrail ile yakın iş birliği ve Türkiye’nin
stratejik önemini yeniden değerlendirme bağlamında önemli bir evreye girmiştir.
Barrack’ın açıklamaları ve Trump yönetiminin genel dış siyasa yaklaşımı
Türkiye’nin bölgedeki rolünü güçlendirme ve ABD-Türkiye ilişkilerini “tam
müttefik” düzeyine çıkarma çabalarını yansıtmaktadır. Ancak bu stratejinin
kapsamı, sınırları ve alandaki uygulamaları karmaşık ve çok katmanlıdır.
İsrail’den Sonra
Türkiye ve Bölgesel Müttefiklik Hedefi: ABD,
uzun süredir İsrail’i bölgedeki en yakın ve kritik müttefiki olarak
görmekteydi. Trump yönetimi ise, Türkiye’nin hem NATO üyeliği hem de bölgesel
konumu nedeniyle stratejik önemini artırmıştır. Barrack’ın Türkiye’nin güvenlik
endişelerine yönelik açıklamaları Ankara ile Washington arasındaki güvenlik
alanındaki iş birliğini derinleştirme ve siyasal uyumu artırma amacını
göstermektedir. Bu bağlamda, ABD’nin Türkiye’yi PKK ve SDG konularında destekleyerek
Ankara’nın kırmızı çizgilerini diplomatik düzeyde tanıması Türkiye’yi bölgesel
denklemin daha görünür ve etkin bir parçası haline getirme stratejisinin bir
parçasıdır.
Bölgesel Etki ve
Stratejik İş Birliği: Türkiye, coğrafi
konumu, askeri kapasitesi ve bölgedeki nüfuzu nedeniyle ABD için vazgeçilmez
bir aktör olarak değerlendirilmektedir. Trump döneminde Suriye ve Doğu Akdeniz siyasalarında
Ankara ile belli konularda iş birliği ve uyum sağlanması ABD’nin bölgedeki
etkisini artırmaya yönelik adımlar olarak yorumlanabilir. ABD’nin Türkiye’yi
“tam müttefik” olarak konumlandırması, sadece askeri ve güvenlik alanında
değil, diplomatik ve ekonomik iş birliğinde de derinleşmeyi hedeflemektedir.
Ancak bu konumlandırma Türkiye’nin dış siyasa bağımsızlığını tam anlamıyla
ortadan kaldırmamakta ve Ankara’nın bölgesel aktörlerle çok yönlü ilişkilerini
sürdürebilmesi için alan bırakmaktadır.
Sınırlamalar ve
Çatışan Çıkarlar: Buna karşın,
Türkiye ile ABD arasında her konuda tam bir uyum sağlandığını söylemek olanaklı
değildir. Özellikle F-35 programından Türkiye’nin çıkarılması, S-400 satın
alımı, Doğu Akdeniz’deki enerji siyasaları ve Suriye’de SDG’ye yönelik destek
gibi konular ilişkide gerilim yaratmaya devam etmektedir. Dolayısıyla “tam
müttefiklik” kavramı, uygulamada bazı sınırlamalar ve çelişkiler
barındırmaktadır.
ABD’nin Bölgesel
Hegemonya Stratejisi: ABD, Trump
yönetimi döneminde İsrail ve Türkiye ile olan stratejik ittifaklarını
pekiştirerek İran ve Rusya gibi bölgesel rakiplere karşı güç dengesini
sağlamaya çalışmıştır. Bu ittifaklar, ABD’nin Ortadoğu’daki hegemonya
arayışının temel taşlarıdır ve Türkiye’nin bu bağlamda hem müttefik hem de
stratejik bir aktör olarak önemi artmıştır.
Trump yönetimi ve ABD, İsrail’den
sonra Türkiye’yi bölgedeki etkin ve kritik bir müttefik haline getirmeye
yönelik önemli diplomatik ve stratejik adımlar atmıştır. Barrack’ın
açıklamaları bu yönelimin diplomatik söylemdeki yansımasıdır. Ancak, uygulamada
ilişkiler karmaşık ve çok boyutlu kalmaya devam etmekte ve “tam müttefiklik”
idealinin uygulamada çeşitli sınırlamalarla karşılaştığı görülmektedir.
Türkiye, ABD ile stratejik iş birliğini derinleştirirken bölgesel
bağımsızlığını da korumaya çalışmaktadır.
ABD’nin
Gelecekteki YPG ve SDG Siyasası: Beklentiler ve Stratejik Yönelimler
ABD’nin YPG ve SDG’ye yönelik siyasası,
bölgesel dinamiklerin karmaşıklığı ve Türkiye gibi müttefiklerinin duyarlılıkları
doğrultusunda şekillenmeye devam edecektir. Barrack’ın demeçleri ABD’nin bu
konuda izlemeyi planladığı stratejinin temel çizgilerini ortaya koymakla
birlikte gelecekteki uygulamalar aşağıdaki başlıklar altında
değerlendirilebilir:
SDG’nin Rolünün
Korunması ve Güvenlik İş Birliği:
ABD, SDG’yi IŞİD karşıtı mücadelede kilit bir ortak olarak görmeye devam
edecektir. SDG’nin askeri kapasitesinin, özellikle Kuzeydoğu Suriye’deki kararlılığın
sağlanmasında önemli olduğu vurgulanacaktır. Bu bağlamda, ABD’nin SDG ile iş
birliği askeri, haber alma ve lojistik destek düzeyinde sürdürülecektir. Ancak,
bu destek Türkiye’nin güvenlik endişeleri dikkate alınarak daha dikkatli ve denetimli
biçimde yürütülecek ve bağımsızlık taleplerine veya sınır ötesi askeri varlığın
artırılmasına yönelik adımlar sınırlandırılacaktır.
Siyasal Bütünleşme
ve Suriye Merkezi Yönetimi ile İlişkiler:
ABD, SDG’nin Suriye’nin toprak bütünlüğü içinde siyasal bir aktör olarak
kalmasını destekleyecektir. Barrack’ın da belirttiği gibi, Şam ile SDG arasında
sürdürülebilir bir anlaşma ve siyasal çözüm desteklenecektir. Bu, SDG’nin
Suriye merkezi hükümeti ile uyumlu bir yapıya dönüşmesi için diplomatik baskı
ve özendirmelerin artırılması anlamına gelir. Bu strateji, SDG’nin siyasal
özerkliğinin sınırlandırılması ve Ankara’nın taleplerine uyum sağlanması
yönünde olacaktır.
Bağımsızlık ve
Ayrılıkçı Taleplerin Sınırlandırılması:
ABD, SDG’nin bağımsızlık veya özerklik taleplerini açıkça reddetmeye devam
edecektir. “Bağımsız devlet borcumuz yok” ifadesi ABD’nin SDG’ye siyasal statü
konusunda net sınırlar koyduğunu göstermektedir. Bu yaklaşım, Türkiye’nin
ulusal güvenlik kaygılarını dengelemeye yönelik bir diplomatik jest olarak
kalacaktır.
Bölgesel
Aktörlerle Dengeli İlişkiler:
ABD, Türkiye, Rusya, İran ve Suriye rejimi gibi bölgesel aktörlerle
ilişkilerini dengelemeye çalışacaktır. SDG siyasası, bu aktörlerin duyarlılıklarını
ve çıkarları gözetilerek şekillenecek, çatışma riskini azaltmaya ve bölgesel kararlılığı
korumaya öncelik verilecektir.
Gelecekteki Olası
Senaryolar: Bütünleşme senaryosuna
göre, SDG Suriye merkezi yönetimiyle uyumlu bir siyasal yapıya dönüşür ve
askeri varlığı sınırlandırılır. Yönetsel özerklik senaryosu ise SDG’ye sınırlı
bir özerklik verilir ancak bağımsızlık talebi kesinlikle reddedilir. Üçüncüsü,
denetimli destek senaryosunda ise ABD askeri desteğini azaltır ancak haber alma
ve lojistik desteğini sürdürür ve böylece Türkiye’nin güvenlik endişeleri en
aza indirgenir.
ABD’nin gelecekteki YPG ve SDG siyasası
askeri iş birliğini sürdürürken siyasal bütünleşme ve bölgesel kararlılığı
önceliklendirerek SDG’nin bağımsızlık taleplerini sınırlandırmaya devam
edecektir. Türkiye’nin güvenlik duyarlılıkları ve bölgesel aktörlerin çıkarları
doğrultusunda ABD yararcı ve dengeli bir siyasa izleyecektir.
Kürtlerin ABD ve
SDG Siyasalarındaki Değişim Karşısındaki Hayal Kırıklığı
ABD’nin SDG’ye yönelik yeni dengeleme
ve denetim odaklı siyasası bölgedeki Kürt toplulukları arasında önemli bir
hayal kırıklığı ve güvensizlik yaratmaktadır. Bu durumun temel nedenleri ve
toplumsal-siyasal etkileri aşağıda ayrıntılandırılmıştır.
Bağımsızlık ve
Özerklik Taleplerinin Reddedilmesi:
Kürtler, özellikle Suriye’deki SDG çatısı altında uzun yıllardır siyasal ve
askeri varlıklarını güçlendirmiş ve gelecekte özerk ya da bağımsız bir statü
elde etme beklentisi içindedirler. ABD’nin “SDG’ye bağımsız devlet kurma
borcumuz yok” açıklaması, bu beklentilerin biçimsel bir şekilde reddi anlamına
gelmektedir. Bu da Kürtler arasında derin bir hayal kırıklığına yol açmaktadır.
Güvenlik ve İş
Birliği İkilemi: ABD’nin SDG’yi
askeri anlamda desteklemeye devam etmesi, Kürtler için çelişkili bir durum
yaratmaktadır. Bir yandan ABD’nin desteği mücadele güçlerini korumalarına olanak
sağlarken diğer yandan siyasal taleplerinin görmezden gelinmesi ve Türkiye’nin
kırmızı çizgilerine öncelik verilmesi Kürtlerin stratejik alanda
yalnızlaştırılması duygusunu güçlendirmektedir.
Bölgesel
Aktörlerin Baskısı ve Kısıtlamalar:
Türkiye’nin yoğun baskısı ve bölgesel güç dengelerinin Kürtlerin lehine
şekillenmemesi SDG’nin hem siyasal hem de askeri anlamda elini kolunu
bağlamaktadır. ABD’nin bu dengeler içinde Türkiye’nin güvenlik kaygılarını ön
planda tutması, Kürtlerin bölgesel güç ilişkilerinde dezavantajlı konuma
düşmesine neden olmaktadır.
İç Siyasal ve
Toplumsal Yansımalar: Bu hayal
kırıklığı Kürtler arasında iç siyasal gerilimlere ve SDG içindeki farklı
fraksiyonlar arasında görüş ayrılıklarına yol açabilmektedir. Kürt toplumunda
ABD’nin siyasalarına karşı artan tepki uzun vadede bölgesel kararlılık ve iş
birliği açısından riskler barındırmaktadır.
ABD’nin SDG ve Kürt siyasalarındaki yararcı
ve dengeleyici yaklaşımı Kürtler arasında siyasal hayal kırıklığı ve
güvensizlik yaratmaktadır. Bağımsızlık taleplerinin biçimsel olarak reddi ve
Türkiye’nin güvenlik kaygılarının öncelenmesi Kürtlerin bölgesel siyasadaki
konumunu zayıflatmakta ve toplumsal ve siyasal alanda gerilimleri
derinleştirmektedir.
GENEL
DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
Bu çalışma, Amerika Birleşik
Devletleri'nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın 2025
yılı Temmuz ayında verdiği demeçler üzerinden ABD’nin Suriye siyasasında
söylemsel düzeyde yaşanan dönüşümü eleştirel söylem çözümlemesi ve içerik
çözümlemesi yöntemleriyle incelemiştir. Barrack’ın açıklamaları, ABD'nin uzun
süredir sürdürdüğü ikircikli tutumun yerini daha açık, net ve stratejik
söylemlere bıraktığını göstermektedir. Özellikle SDG-YPG-PKK ilişkilerinin
doğrudan tanımlanması, “PKK silah bırakıyor” şeklindeki söylemin kullanılması
ve “bağımsız devlet borcumuz yok” gibi kavramsal vurgular ABD’nin hem Türkiye
ile diplomatik ilişkilerini yeniden yapılandırma hem de alandaki aktörlere
yönelik söylemsel yönlendirme stratejileri geliştirdiğini ortaya koymaktadır.
Araştırma bulguları, Barrack’ın
söyleminin yalnızca diplomatik iletişim değil aynı zamanda bölgesel güç
ilişkilerinin yeniden tanımlanmasında kullanılan bir hegemonik müdahale biçimi
olduğunu göstermektedir. Bu bağlamda, söylem yalnızca içerdiği ifadelerle değil
bu ifadelerin üretildiği siyasal bağlam, temsil ettikleri ideolojik konumlar ve
oluşturdukları toplumsal algılar açısından değerlendirilmiştir. Çalışmada
ABD’nin söyleminin Türkiye’nin güvenlik söylemiyle örtüşen yönler taşıdığı
ancak SDG’ye verilen eylemli desteğin sürmesi nedeniyle ‘söylem-eylem’
arasındaki tutarsızlığın Türkiye-ABD ilişkilerinde yapısal bir gerilim kaynağı
olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Bununla birlikte, “PKK silah
bırakıyor” söylemi Türkiye iç siyasetinde çözüm sürecinin yeniden gündeme
gelmesine yönelik simgesel bir kapı aralamakta fakat bu söylemin hem
Türkiye’deki toplumsal kutuplaşma hem de Kürt hareketi içindeki farklılaşmalar
açısından nasıl karşılık bulacağı belirsizliğini korumaktadır. Dolayısıyla bu
söylem yalnızca dış siyasa düzeyinde değil aynı zamanda Türkiye’nin iç siyasal
dinamikleri açısından da yüksek düzeyde stratejik anlam taşımaktadır.
Öte yandan, Barrack’ın Suriye’nin
toprak bütünlüğüne yaptığı vurgu SDG’nin bağımsızlık taleplerine açık bir ret
olarak değerlendirilmiş ve bu durum Kürt aktörler açısından ciddi bir siyasal
hayal kırıklığı ve güvensizlik yaratmıştır. ABD’nin söyleminde belirginleşen
yeni yönelim SDG’nin Şam yönetimiyle bütünleşmesini destekleyen bir çizgi
izlemekte ve Rojava’da bağımsızlık yerine merkezi devletle uyumlu bir çözüm
biçimini öncelemektedir.
Genel olarak değerlendirildiğinde,
ABD’nin Suriye söyleminde köktenci bir paradigma değişiminden çok stratejik
yararcılık, söylemsel dengeleme ve bölgesel güçlerle uyum arayışı öne
çıkmaktadır. Barrack’ın açıklamaları bu yönelimin söze dökülmüş biçimi olarak
okunmalı ve ABD’nin hem Türkiye’yi mutlu edecek hem de SDG ile bağlarını
koruyacak bir denge siyasası izlemeye çalıştığı anlaşılmalıdır. Bu söylem, hem
uluslararası normlara referans vererek meşruluk oluşturmakta hem de alandaki
çatışmaları siyasal çözüm çerçevesine çekme iddiası taşımaktadır.
Bu çerçevede çalışmanın genel sonucu
olarak şu saptamalar yapılabilir:
ABD,
SDG’nin siyasal taleplerini sınırlandırarak Türkiye ile söylemsel uyum
arayışına girmiştir.
“PKK
silah bırakıyor” söylemi Türkiye açısından çözüm süreci tartışmalarını
tetikleyebilecek niteliktedir ancak uygulamada ciddi toplumsal ve siyasal
dirençle karşılaşması olasıdır.
Kürt
hareketi ABD’nin söylemindeki yön değişikliğini hayal kırıklığı olarak
algılamakta ve bu durum SDG’nin bölgesel konumunu zayıflatmaktadır.
ABD,
bölgedeki statükoyu kökten dönüştürmektense onu yönetmeyi ve dengelemeyi
hedefleyen bir söylem geliştirmiştir.
Tom
Barrack’ın söylemi, Trump yönetiminin Türkiye’yi bölgede “tam müttefik”
konumuna yerleştirme stratejisinin diplomatik izdüşümüdür.
Sonuç olarak, bu çalışma, söylem
çözümlemesi yönteminin uluslararası ilişkilerde güç, meşruluk ve strateji gibi
kavramların incelenmesinde ne denli işlevsel bir araç olduğunu ortaya
koymaktadır. Gelecek araştırmalar bu tür söylemlerin uzun vadeli diplomatik
etkilerini, toplumsal karşılıklarını ve alan uygulamalarıyla örtüşme
düzeylerini inceleyerek daha geniş bir değerlendirme yapabilir.
KAYNAKÇA
Barrack, T. (2025, Temmuz 4). CNN
Türk’e özel açıklamalar [TV röportajı]. CNN Türk. https://www.cnnturk.com
Barrack, T. (2025, Temmuz 6). Rudaw’a
verdiği röportaj [TV röportajı]. Rudaw Türkçe. https://www.rudaw.net
Fairclough, N. (1995). Critical
Discourse Analysis: The Critical Study of Language. Longman.
Gramsci, A. (1971). Selections from
the Prison Notebooks (Q. Hoare & G. Nowell Smith, Eds. & Trans.).
International Publishers.
Hall, S. (1997). Representation:
Cultural Representations and Signifying Practices. Sage Publications.
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri
Bakanlığı. (2025, Temmuz 7). ABD Büyükelçisi Tom Barrack’ın Açıklamaları
Hakkında Basın Bildirisi. https://www.mfa.gov.tr
van Dijk, T. A. (2006). Ideology and
discourse analysis. Journal of Political Ideologies, 11(2), 115–140.
https://doi.org/10.1080/13569310600687908
Wodak, R., & Meyer, M. (Eds.).
(2009). Methods of Critical Discourse Analysis (2nd ed.). Sage Publications.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder