Hakkımda

FİRUZ DEMİR YAŞAMIŞ Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirmiştir (1968). University of Southern California’da planlama (kentsel ve bölgesel çevre) ve kamu yönetimi yüksek lisans programlarını bitirmiştir (1976). Siyaset ve Kamu Yönetimi Doktoru (1991). Yerel Yönetimler, Kentleşme ve Çevre Politikaları bilim dalında doçent (1993). Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı’nın kuruluşu sırasında müsteşar vekili. (1978-80) UNICEF Türkiye temsilciliği. (1982-84) Dünya Bankası’nın Çukurova Kentsel Gelişme Projesi’nde kurumsal gelişme uzmanı. (1984-86) Çankaya Belediyesi’nin kurumsal gelişme projesini yürütmüştür. (1989-91) Yedinci Kalkınma Planı “Çevre Özel İhtisas Komisyonu”nun başkanlığı. DPT “Çevre Yapısal Değişim Projesi” komisyonu başkanlığı. Cumhurbaşkanlığı DDK’nun Devlet Islahat Projesi raportörü. (2000-1) Çevre Bakanlığı Müsteşarı (Şubat 1998 – Ağustos 1999). Sabancı Üniversitesi tam zamanlı öğretim üyesi. (2001-2005) Halen yarı zamanlı öğretim üyesi olarak çeşitli üniversitelerde ders vermektedir. Şimdiye kadar ders verdiği üniversiteler arasında Ankara, Orta Doğu, Hacettepe, Fatih, Yeditepe, Maltepe ve Lefke Avrupa (Kıbrıs) üniversiteleri bulunmaktadır.
Blogger tarafından desteklenmektedir.

Translate

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE
EV

Bu Blogda Ara

24 Temmuz 2025 Perşembe

 

Tom Barrack’ın Demeçlerinde ABD’nin Suriye Söylemi: Eleştirel Söylem ve İçerik Çözümlemesi

 

Prof. Dr. Firuz Demir Yaşamış

 

 

 

 

Özet

Bu çalışma, Amerika Birleşik Devletleri’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın 2025 yılı Temmuz ayında CNN Türk ve Rudaw medya organlarına verdiği demeçleri eleştirel söylem çözümlemesi ve içerik çözümlemesi yöntemleriyle incelemektedir. Barrack’ın açıklamaları, ABD’nin SDG, YPG ve PKK ile ilişkilerini esas alan söylemsel stratejisinde önemli kırılmalar ve yeniden konumlanmalar içerdiği gibi Türkiye-ABD ilişkilerinde diplomatik bir yeniden uyarlama olasılığını da gündeme getirmektedir. Çalışmada, söylemin yalnızca içerdiği ifadeler değil aynı zamanda bu ifadelerin üretildiği siyasal bağlam, ideolojik konumlar ve toplumsal etkiler bütüncül biçimde değerlendirilmiştir. ABD’nin “PKK silah bırakıyor” ve “SDG’ye bağımsız devlet borcumuz yok” gibi ifadelerle şekillendirdiği yeni söylem hem çözüm süreci tartışmalarını yeniden açabilecek hem de Kürt aktörlerde hayal kırıklığına yol açabilecek niteliktedir. Sonuç olarak, Barrack’ın demeçleri, ABD’nin söyleminde stratejik yararcılığı önceleyen, çok katmanlı ve dengeli bir yönelime işaret etmektedir.

Anahtar Kelimeler: Tom Barrack, ABD dış politikası, SDG, YPG, PKK, söylem çözümlemesi, eleştirel söylem, çözüm süreci, Türkiye-ABD ilişkileri, hegemonya, temsil

 

ABSTRACT

This study analyzes the July 2025 statements of Tom Barrack, the U.S. Ambassador to Ankara and Special Representative for Syria, through critical discourse analysis and content analysis methods. Barrack's statements reflect significant discursive shifts in U.S. policy toward the SDG, YPG, and PKK, while also signaling a potential realignment in Turkey-U.S. diplomatic relations. The analysis goes beyond the literal content of the statements to consider their ideological positions, political context, and social effects. Expressions such as “PKK is laying down arms” and “we owe no independent state to the SDG” reveal a complex discursive strategy that seeks to balance U.S. regional interests with Turkey’s security concerns, while at the same time limiting Kurdish political ambitions. Ultimately, the findings suggest that Barrack's discourse represents a strategically utilitarian and multilayered approach within U.S. foreign policy narratives on Syria.

Keywords: Tom Barrack, U.S. foreign policy, SDG, YPG, PKK, discourse analysis, critical discourse, peace process, Turkey-U.S. relations, hegemony, representation

GİRİŞ

2025 yılı Temmuz ayında, Amerika Birleşik Devletleri’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın Rudaw ve CNN Türk'e verdiği demeçler hem bölgesel güvenlik siyasaları hem de ABD'nin Kürt aktörlerle ilişkileri bağlamında dikkate değer söylemsel kırılmalar içermektedir. Bu demeçlerde yer alan ifadeler ABD'nin uzun süredir ikircikli tutumlar sergilediği SDG-YPG-PKK üçgenine yönelik daha açık bir tavır aldığını göstermektedir. Özellikle SDG'nin YPG üzerinden PKK ile ilişkili olduğunun açıkça bildirilmesi bu örgütler arasındaki hiyerarşik ve ideolojik bağın ABD tarafından da kabul edilmesi anlamına gelmektedir. Barrack’ın söz konusu açıklamaları yalnızca ABD'nin Suriye siyasalarındaki güncel yönelimi değil aynı zamanda Türkiye-ABD ilişkilerindeki stratejik gerilimleri ve diplomatik görüşme alanlarını da yeniden şekillendirme gizil gücüne sahiptir. Öte yandan, bu demeçlerde yer alan “PKK silah bırakmaya başlıyor” ifadesi yalnızca dış siyasal bir söylem değil aynı zamanda Türkiye’de iç siyasal düzlemde olası çözüm süreci tartışmalarının da önünü açabilecek bir ileti olarak değerlendirilmelidir. Bu çalışmada, Barrack’ın demeçleri eleştirel söylem çözümlemesi (Critical Discourse Analysis) ve içerik çözümlemesi yöntemleriyle incelenecek ve ABD’nin biçimsel temsil düzeyinde sergilediği söylemsel yapı bölgesel aktörlerle olan ilişkilerine ve Türkiye’deki iç siyasal yansımalarına göre çözümlenecektir. Böylece ABD’nin Suriye alansındaki stratejik duruşunun sadece askeri ya da diplomatik değil aynı zamanda söylemsel düzeyde nasıl yeniden oluşturulduğu ortaya konulacaktır.

Araştırmanın Amaç ve Hedefleri

Bu araştırmanın temel amacı Amerika Birleşik Devletleri'nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın 2025 yılı Temmuz ayında Rudaw ve CNN Türk'e verdiği demeçlerdeki söylemleri çözümleyerek ABD'nin Suriye, SDG, YPG ve PKK ile ilişkilerinde ortaya çıkan söylemsel dönüşümü ortaya koymaktır. Barrack’ın ifadelerinde gözlemlenen söylemsel stratejiler yalnızca diplomatik tavır belirlemenin aracı olarak değil aynı zamanda kamuoyunu yönlendirme, siyasal meşruluk üretme ve çatışma alanlarını yeniden tanımlama amacı taşıyan birer müdahale biçimi olarak değerlendirilmektedir.

Araştırmanın özel hedefleri aşağıda belirtilmiştir:

ABD’nin SDG, YPG ve PKK üçgenindeki konumunu söylemsel düzeyde yeniden nasıl oluiturduğunu çözümlemek.

“PKK türevi olan YPG” ifadesi üzerinden ABD’nin söyleminde gerçekleşen açıklık ve bu söylemin Türkiye’nin güvenlik söylemiyle kesişme biçimlerini incelemek.

 

Barrack’ın “PKK silah bırakıyor” söylemini, çözüm süreci bağlamında yeniden okuma olasılığını değerlendirerek bu söylemin Türkiye iç siyasetine olası yansımalarını çözümlemek.

ABD’nin Rojava’daki özerk yapıya ilişkin yaklaşımını “bağımsız bir devlet borcumuz yok” gibi söylemler aracılığıyla nasıl sınırladığını ve bu söylemin bölgesel aktörler üzerindeki etkilerini ortaya koymak.

Barrack’ın demeçlerinin içerik ve ton çözümlemesini yaparak, ABD'nin Suriye’deki genel stratejisinde söylem düzeyinde süreklilik ve kopuş unsurlarını belirlemek.

Türkiye-ABD ilişkileri bağlamında bu demeçlerin diplomatik, güvenlik ve kamuoyu oluşturma düzeylerinde nasıl işlev gördüğünü söylem düzeyinde çözümlemek.

Bu amaç ve hedefler doğrultusunda çalışma eleştirel söylem çözümlemesi ile içerik çözümlemesi yöntemlerinin kesişiminde yer alacak ve yalnızca açıklamaların içerikleri değil aynı zamanda bu içeriklerin üretildiği siyasal bağlam, söylemsel tercihler ve etkileri de bütüncül biçimde incelenecektir.

Araştırma Soruları

Bu çalışma, Tom Barrack’ın demeçlerinde ortaya konan söylemsel yapıyı eleştirel bir bakış açısıyla incelemeyi hedeflemektedir. Araştırma, aşağıdaki sorular etrafında yapılandırılmıştır:

ABD, SDG-YPG-PKK ilişkisini hangi söylemsel stratejiler aracılığıyla tanımlamakta ve meşrulaştırmaktadır?

– Bu bağlamda “PKK türevidir” ifadesinin kullanımı ne tür söylemsel bir kırılmayı temsil etmektedir?

– Bu tanımlamanın Türkiye’nin güvenlik söylemiyle örtüşen veya ayrışan yönleri nelerdir?

Barrack’ın “PKK silah bırakıyor” şeklindeki söylemi, ABD’nin çatışma çözümüne ilişkin söylemini nasıl yansıtmaktadır ve bu söylemin Türkiye iç siyasetine etkisi ne olabilir?

– Bu söylem olası bir “çözüm süreci” ortamının yeniden kurulması açısından nasıl değerlendirilebilir?

– Bu ifade ABD tarafından stratejik bir yönlendirme amacıyla mı kullanılmaktadır?

ABD, SDG’nin geleceğine ilişkin olarak nasıl bir siyasal çerçeve önermekte ve bağımsızlık karşıtı söylemini hangi söylemsel araçlarla ifade etmektedir?

– “Bağımsız devlet borcumuz yok” ifadesi nasıl bir siyasal tutumun söze dökülmüş durumudur?

– Bu söylem SDG ve Rojava yönetimi üzerindeki baskı ya da yönlendirme işlevi taşımakta mıdır?

Barrack’ın demeçlerinde Suriye'nin toprak bütünlüğü ve merkezi yönetimle ilişkiler nasıl konumlandırılmaktadır?

– ABD, Şam ile SDG arasında bir anlaşma önermekte midir?

– Bu söylem, bölgedeki mevcut statükoyu değiştirme yönünde bir niyet mi, yoksa süregiden durumu yönetmek stratejisi midir?

ABD’nin söylemi Türkiye-ABD ilişkilerinde nasıl bir diplomatik yeniden konumlanma yaratmaktadır?

– Bu açıklamalar Ankara-Washington hattında yeni bir yakınlaşma mı, yoksa geçici bir taktiksel örtüşme midir?

– Barrack’ın açıklamaları Türkiye’ye yönelik bir diplomatik jest olarak mı okunmalıdır?

YÖNTEM

Bu araştırmada, Amerika Birleşik Devletleri’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın 2025 yılı Temmuz ayında CNN Türk ve Rudaw medya organlarına verdiği demeçler, nitel araştırma yaklaşımı kapsamında, söylem odaklı iki temel yöntemle çözümleme edilmiştir: eleştirel söylem çözümlemesi (Critical Discourse Analysis – CDA) ve içerik çözümlemesi (Content Analysis). Her iki yöntem, metinlerin yalnızca içeriğini değil aynı zamanda bu içeriklerin hangi siyasal bağlamda, hangi söylemsel tercihlerle ve hangi iktidar ilişkileri içinde üretildiğini anlamaya yönelik bütüncül bir bakış açısı sunmaktadır.

Eleştirel Söylem Çözümlemesi (CDA)

Eleştirel söylem çözümlemesi söylemin toplumsal uygulamalarla, özellikle de iktidar, hegemonya ve ideolojiyle olan ilişkisini inceleyen çok katmanlı bir yöntemdir. Bu çalışma, özellikle Teun A. van Dijk, Norman Fairclough ve Ruth Wodak gibi söylem kuramcılarının kuramsal çerçevelerinden yararlanmaktadır. Barrack’ın açıklamaları bu bağlamda, yalnızca diplomatik ifadeler değil, aynı zamanda jeopolitik aktörlerin durumlarını belirleyen, meşrulaştıran ve yönlendiren birer söylemsel müdahale olarak ele alınmaktadır.

Çözümleme sürecinde, söylemlerin içerdiği:

kavramsal çerçeveler (ör. “terör örgütü”, “bağımsız devlet borcu”, “silah bırakma”),

öznellik konumlandırmaları (kim konuşur, kimin adına, kime yönelik),

örtük anlamlar ve imalar (ör. çözüm süreci çağrışımı),

iktidar ilişkileri (ör. ABD-Türkiye, ABD-SDG, Türkiye-PKK)

ayrıntılı biçimde incelenmiş ve söylemin siyasal amaçlı kuruluş biçemi açıklanmaya çalışılmıştır.

İçerik Çözümlemesi

CDA’nın yanı sıra içerik çözümlemesi yöntemiyle Barrack’ın ifadeleri sistemli biçimde sınıflandırılarak çözümlenmiştir. Bu yöntemde, metinlerde yineleyen temalar, anahtar kavramlar ve odak noktaları belirlenmiş ve bu temalar bağlamsal yorumlamaya olanak sağlayacak biçimde sınıflandırılmıştır. Uygulanan içerik çözümlemesi hem niteliksel hem de tematik karakterdedir. Bu doğrultuda:

ABD’nin SDG, YPG ve PKK ilişkilerine yönelik ifadeleri,

PKK’nın silahsızlanmasına ilişkin söylem,

Suriye’deki siyasal geçiş süreciyle ilgili tutumlar,

Türkiye’ye yönelik diplomatik iletiler

ayrı ayrı kodlanmış ve çözümleme sorularına denk düşecek biçimde yapılandırılmıştır.

Veri Seti ve Sınırlar

Çözümlenen temel söylem materyali, Tom Barrack’ın CNN Türk ve Rudaw’a verdiği iki ayrı demeçtir. Bu metinler, ilgili medya organlarının Türkçe yayınları, ABD diplomatik misyonlarının basın açıklamaları ve Türkiye’deki haber ajanslarının yaptığı özet ve alıntılar çerçevesinde yapılandırılmıştır. Çalışma, sadece bu söylem setiyle sınırlı kalmakta dolayısıyla ABD'nin kurumsal strateji belgeleri ya da PKK/SDF tarafının biçimsel metinleri kapsam dışındadır.

KURAMSAL ÇERÇEVE

Bu araştırmanın kuramsal temeli, söylemin yalnızca bir dilsel ifade biçimi değil, aynı zamanda iktidar ilişkilerinin, kimlik inşalarının ve ideolojik durum almaların üretildiği toplumsal bir uygulama olduğu varsayımına dayanmaktadır. Bu yaklaşım, özellikle eleştirel söylem çözümlemesi (CDA) kuramının ortaya koyduğu temel kavramlar çerçevesinde şekillenmektedir.

Söylem, İktidar ve İdeoloji: Eleştirel söylem çözümlemesinin öncülerinden Norman Fairclough, söylemi hem dilsel hem de toplumsal uygulama olarak tanımlar ve söylemin iktidar ilişkilerinin yeniden üretildiği başlıca alanlardan biri olduğunu savunur. Fairclough’a göre söylem belirli bir ideolojik çerçeve içinde toplumsal gerçekliği oluşturur ve dolayısıyla söylem çözümlemesi, aynı zamanda toplumsal yapıların ve iktidar ilişkilerinin çözümlenmesidir. Bu bağlamda, Tom Barrack’ın demeçlerinde yer alan kavramsal tercihler (ör. “PKK’nın türevi olan YPG”, “bağımsız devlet borcu yok”, “PKK silah bırakıyor”) yalnızca diplomatik retorik değil aynı zamanda ABD’nin bölgesel stratejik durumunu tanımlayan ve yönlendiren birer ideolojik araçtır.

Hegemonya ve Söylemsel Üretim: Bu çalışma aynı zamanda Antonio Gramsci’nin hegemonya kuramı ile van Dijk’in söylem ve bilişsel yapı ilişkisine ilişkin katkılarından yararlanmaktadır. Gramsci’ye göre hegemonya, sadece zor yoluyla değil rıza üretimi yoluyla da kurulur ve bu bağlamda söylem egemen aktörlerin kendi siyasal durumlarını doğal ve kaçınılmaz gösterme aracıdır. Barrack’ın söylemleri de ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarını meşrulaştırmaya yönelik hegemonik bir çerçeve oluşturmakta ve özellikle Türkiye’nin güvenlik kaygılarını dikkate alan ancak SDG’ye desteği sürdüren bir söylem kurgusunu temsil etmektedir. Van Dijk ise söylemi, toplumsal grupların bilgi, algı ve kanı üretim mekanizmalarını etkileyen bilişsel yapılar olarak yorumlar. Bu kuramsal çerçeve, Barrack’ın demeçlerinde kullanılan “terör”, “şiddet”, “siyasal çözüm” ve “meşru aktör” gibi kategorilerin sadece tanımsal değil aynı zamanda algı biçimlendirici etkilerini de anlamayı olanaklı kılar.

Medya Söylemi ve Siyasal Temsil: Araştırma ayrıca Stuart Hall’un temsil kuramı çerçevesinde medya söylemini belirli siyasal anlamların üretildiği, yeniden çerçevelendiği ve dolaşıma sokulduğu bir ideolojik alan olarak ele alır. CNN Türk ve Rudaw gibi medya organlarında yer alan Barrack söylemleri yalnızca bireysel bir büyükelçi görüşü değil devlet düzeyinde kurgulanmış, stratejik olarak hedeflenmiş iletilerin temsil alanıdır.  Bu bağlamda, medya aracılığıyla dolaşıma sokulan söylem parçaları hem Türkiye kamuoyunu hem de Kürt siyasal aktörlerini hedef alan birer yeniden hizalama aracıdır. Söylem çözümlemesi bu çok katmanlı temsil düzeylerini görünür kılmayı amaçlar.

ÇÖZÜMLEME

ABD’nin SDG–YPG–PKK İlişkisini Tanımlama ve Meşrulaştırma Söylemsel Stratejileri

2025 Temmuz ayında CNN Türk ve Rudaw’a verdiği demeçlerde Amerika Birleşik Devletleri’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, SDG, YPG ve PKK arasındaki ilişkiye ilişkin daha önce ABD tarafından genellikle dolaylı ifade edilen söylemleri doğrudan ve açık şekilde dile getirmiştir. Barrack, CNN Türk’e verdiği röportajda şunları ifade etmiştir: “SDG, YPG’dir. Ve evet, YPG, PKK’dan türemiştir. Bu bizim için yeni bir şey değil.” Bu açıklama, ABD’nin alandaki gerçekliği söylemsel olarak kabullenmesi anlamına gelmektedir ve uzun süredir Türkiye’nin vurguladığı “YPG-PKK bağlantısı” savını biçimsel düzeyde kabul eden önemli bir kırılmayı temsil etmektedir. Bu bağlamda, “PKK’dan türemek” ifadesi, ABD’nin yıllarca farklılaştırmaya çalıştığı bu üç aktör arasındaki ilişkiyi açık ve net bir biçimde kurması bakımından önemli bir söylemsel kırılma oluşturur. ABD’nin önceki söylemlerinde YPG ile PKK arasındaki ilişki çoğunlukla örtülü veya dolaylı ifade edilirken Barrack’ın sözleri doğrudan bir tanımlama ve kabul olarak yorumlanabilir. Bu, ABD’nin bölgesel gerçeklikler karşısında söylemsel bir saydamlık ve netlik stratejisine geçtiğini gösterir. Ancak bu söylemsel açıklık, beraberinde paradoksal bir dengeyi de getirir. Barrack, devam eden demeçlerinde şunları belirtmiştir: “Biz SDG’ye askeri eğitim ve danışmanlık veriyoruz ama bağımsızlık sözü vermedik.” Burada ABD, PKK türevi olarak tanımladığı SDG/YPG’ye desteğin devam ettiğini vurgularken siyasal hedefler konusunda sınır koymakta yani Rojava’da bağımsız bir devlet kurulmasını desteklemediğini söylemektedir. Bu yaklaşım, ABD’nin hem Türkiye’nin güvenlik endişelerini söylemsel düzeyde tanıma hem de bölgedeki stratejik iş birliğini sürdürme amacını yansıtmaktadır. Böylece ABD hem saydamlık hem de yararcılık içeren karmaşık bir söylemsel strateji geliştirmiştir. Türkiye’nin biçimsel güvenlik söylemi ise YPG’yi PKK’nın Suriye kolu olarak tanımlar ve SDG’yi bu bağlamda bir devamlılık olarak kabul eder. Barrack’ın “PKK’dan türemek” ifadesi, Türkiye’nin bu temel görüşünün ABD tarafından söylemsel olarak tanınması anlamına gelir. Ancak ABD’nin SDG/YPG’ye askeri destek sağlamaya devam etmesi iki ülke arasındaki söylemsel örtüşmeye karşın uygulamada belirgin bir ayrışmayı ortaya koyar. Bu durum, Türkiye ile ABD arasında diplomatik gerilimlerin sürmesine zemin hazırlamaktadır. Sonuç olarak, Tom Barrack’ın açıklamaları, ABD’nin Suriye alansındaki SDG–YPG–PKK ilişkisini söylemsel olarak saydam biçimde kabul ettiği ancak bu kabulü destek siyasasını sürdürmek için dikkatle dengelediği karmaşık bir stratejinin yansımasıdır. Bu çok katmanlı söylem hem bölgesel aktörlerin hem de uluslararası kamuoyunun algılarını şekillendirmeye yönelik Türkiye-ABD ilişkilerinde yeni bir diplomatik dengeleme arayışının parçasıdır.

Barrack’ın “PKK Silah Bırakıyor” Söyleminin Çatışma Çözümüne ve Türkiye İç Siyasetine Yansımaları

2025 Temmuz ayında ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, CNN Türk ve Rudaw’a verdiği demeçlerde, PKK’nın silah bırakma sürecine girdiğine ilişkin önemli ve dikkat çekici açıklamalarda bulunmuştur. Barrack, Rudaw’a verdiği mülakatta şunları ifade etmiştir: “PKK, alanda silah bırakma sürecini başlatmıştır. Bu, bölgedeki çatışmaların sona erdirilmesi ve kalıcı barış için kritik bir adımdır. ABD olarak bizler de bu süreci destekliyoruz.” Bu açıklama, ABD’nin Suriye ve çevresindeki çatışma dinamiklerine ilişkin biçimsel söyleminde önemli bir iyimserlik ve dönüşümü temsil etmektedir. Barrack’ın “silah bırakma” vurgusu geçmişte Türkiye, PKK ve ABD arasında başarısızlıkla sonuçlanan çözüm süreçlerine ilişkin umudun yeniden canlandırılması yönünde bir adım olarak değerlendirilebilir. Bu, aynı zamanda ABD’nin bölgesel çatışmaları azaltma ve siyasal çözümü destekleme stratejisinin açık bir göstergesidir. ABD’nin bu söylemi, yalnızca bölgesel aktörlere değil uluslararası kamuoyuna da “barış sürecinde ilerleme” iletisi vermekte ve alandaki aktörlerin çatışmaya son verme yükümlülüğünü ön plana çıkarmaktadır. Barrack, bu bağlamda, ABD’nin Suriye’deki rolünü “barış yapıcı” bir aktör olarak konumlandırmaktadır. Ancak, bu iyimser söylemin uygulamada karşılığı tartışmalıdır. PKK’nın silah bırakma konusundaki somut adımları ve bu sürecin sürdürülebilirliği, bölgede halen süren siyasal ve askeri karmaşa göz önüne alındığında belirsizliğini korumaktadır. Bu nedenle Barrack’ın açıklamaları aynı zamanda bir stratejik yönlendirme ve algı yönetimi aracı olarak da okunabilir. ABD, bu söylemle hem Türkiye’yi inandırmaya hem de PKK ve Kürt siyasal hareketlerine sürecin devamı için ileti göndermektedir. Türkiye iç siyasetinde ise bu söylemin yansımaları oldukça karmaşıktır. Barrack’ın “PKK silah bırakıyor” vurgusu, HDP/DEM ve diğer karşıt unsurlarda çözüm sürecine ilişkin beklentilerin yükselmesine yol açabilir. Bu durum, Erdoğan yönetimi açısından hem fırsatlar hem de riskler taşımaktadır. Bir yandan çözüm sürecine ilişkin olumlu gelişmeler, seçmen nezdinde destek sağlayabilir diğer yandan ise milliyetçi-tutucu tabanda tepkiye neden olabilir. Özellikle MHP ve milliyetçi çevreler, bu tür söylemleri “terörle mücadelede yumuşama” veya “güvenlik zayıflığı” olarak algılamakta ve sert karşı durmaktadır. Bununla birlikte, Barrack’ın bu açıklaması Türkiye’deki siyasal kutuplaşmayı derinleştirebilir. AKP-MHP koalisyonu içindeki milliyetçi kanat ile daha ılımlı ve yararcı unsurlar arasındaki gerilimler artabilir. Bu durum, Erdoğan’ın PKK ve Kürt sorunu konusundaki siyasalarını gözden geçirmesine veya stratejik esneklik göstermesine yol açabilir. Son olarak, ABD’nin bu söylemi bölgesel diplomasiye yeni bir ivme kazandırmak için tasarlanmış bir söylemsel hamle olarak da değerlendirilmelidir. Barrack’ın ifadeleri, Türkiye, İran, Suriye ve Kürt aktörler arasında süregelen görüşmelerin desteklenmesi ve çatışmaların sona erdirilmesine yönelik baskı oluşturma amacı taşır. Bu bağlamda, “PKK silah bırakıyor” söylemi bölgedeki taraflar için hem bir umut hem de bir diplomatik uyarı niteliği taşımaktadır.

ABD’nin SDG’nin Geleceğine İlişkin Siyasal Çerçevesi ve Bağımsızlık Karşıtı Söylemin Oluşturulması

Temmuz 2025’te Tom Barrack, CNN Türk ve Rudaw’a verdiği demeçlerde SDG ve Rojava yönetiminin siyasal statüsüne ilişkin önemli açıklamalarda bulunmuştur. Barrack, SDG’nin bağımsızlık yönündeki taleplerine uzak duruşunu şu sözlerle ifade etmiştir: “SDG’nin bağımsız bir devlet kurma borcumuz yoktur. Bizim önceliğimiz bölgesel kararlılık ve tüm tarafların egemenlik haklarına saygı göstermesidir.” Burada “bağımsızlık borcu yoktur” ifadesi SDG’nin siyasal taleplerinin sınırlandırılmasını ve bölgesel devletlerin egemenlik alanlarının korunmasını vurgulayan güçlü bir söylemsel araçtır. Borç metaforu, SDG’nin sanki siyasal bir yükümlülük altına girmemiş olduğu, dolayısıyla bağımsızlık talebinin “meşru” bir hak olarak değil bölgesel dengeler gözetilerek ele alınması gereken bir talep olduğu iletisini vermektedir. Barrack, ayrıca bölgesel aktörlerin endişelerine yönelik şu ifadeleri kullanmıştır: “Türkiye’nin güvenlik kaygılarını anlıyor ve bu duyarlılıklara saygı duyuyoruz. SDG’nin bağımsızlık yönünde tek taraflı bir adım atması bölgedeki kırılgan dengeyi bozabilir.” Bu açıklama, ABD’nin Türkiye ile diplomatik ilişkilerinde dengeyi koruma çabasının söylemsel yansımasıdır. Türkiye’nin bölgesel egemenlik ve güvenlik kaygıları ABD’nin SDG’ye yönelik destek siyasasını sınırlandıran önemli bir çerçeve olarak kullanılmıştır. Böylece, bağımsızlık karşıtı söylem, bölgesel aktörlerin duyarlılıklarını denetim altına alma ve SDG üzerindeki baskıyı artırma aracı işlevi görür. Söylemsel olarak, ABD’nin kullandığı “öncelik bölgesel kararlılık ve egemenlik haklarına saygı” ifadesi SDG’nin bağımsızlık talebini meşru zeminden uzaklaştırmakta ve “gerçekçi” bir siyasal tutum benimsemesi gerektiği iletisini vermektedir. Bu, yararcılık vurgusuyla desteklenen bir söylemsel çerçevedir ve SDG’nin taleplerinin uluslararası normlar ve bölgesel güç dengeleri içinde sınırlandırılması gerektiğini ima eder. Sonuç olarak, Barrack’ın bu söylemi ABD’nin SDG’nin siyasal geleceğine ilişkin sınırlayıcı, dengeleyici ve egemenlik odaklı bir çerçeve önerdiğini göstermektedir. “Bağımsızlık borcumuz yoktur” ifadesi, sadece bir siyasal durumu değil aynı zamanda SDG’ye ve bölgedeki diğer aktörlere yönelik güçlü bir söylemsel yönlendirme ve baskı aracıdır.

Barrack’ın Suriye’nin Toprak Bütünlüğü ve Merkezi Yönetimle İlişkiler Konusundaki Söylemi

Temmuz 2025’te verdiği demeçlerde Tom Barrack, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasına yönelik güçlü bir vurgu yapmıştır. Barrack, CNN Türk’e verdiği röportajda şu ifadeleri kullanmıştır: “Suriye’nin toprak bütünlüğü bizim dış siyasa önceliklerimizden biridir. SDG’nin Şam ile diyalog kurması ve sorunları siyasal yollarla çözmesi elzemdir.” Bu açıklama, ABD’nin Suriye’deki siyasal çözüm yaklaşımını ortaya koymakta; bölgesel kararlılığın ancak merkezi hükümetle uyum içinde hareket edilerek sağlanabileceği iletisini vermektedir. Barrack’ın “diyalog” ve “siyasal yollarla çözüm” vurgusu SDG-Şam ilişkilerinde uzlaşı arayışının gerekliliğini açıkça ortaya koymaktadır. Rudaw’a verdiği başka bir mülakatta Barrack, bölgesel barışın anahtarı olarak SDG ile Şam arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesini işaret ederek şunları dile getirmiştir: “SDG’nin Şam ile sürdürülebilir bir anlaşmaya varması, sadece Suriye’nin değil, tüm bölgenin kararlılığı için kritik önemdedir.” Bu söylem, ABD’nin SDG-Şam ilişkilerinde somut bir uzlaşı hedeflediğini ve mevcut statükonun korunmasına öncelik verdiğini göstermektedir. Barrack, böylelikle köktenci bir statü değişikliği veya bağımsızlık talebinin desteklenmediğini dolaylı olarak belirtmiş olmaktadır. Ayrıca Barrack, Türkiye ve diğer bölgesel aktörlerin duyarlılıklarına ilişkin şunları vurgulamıştır: “Bölgedeki tüm tarafların egemenlik haklarına saygı göstermek zorundayız. SDG’nin bağımsızlık iddiası yerine siyasal çözüm ve iş birliği ön planda olmalıdır.” Bu ifade, bağımsızlık karşıtı söylemin uluslararası normlar ve bölgesel diplomatik gerçeklikler çerçevesinde oluşturulduğunu göstermektedir. ABD, SDG’nin hareket alanını bu söylemsel çerçeve içinde sınırlandırarak bölgedeki güç dengelerini koruma niyetindedir. Sonuç olarak, Barrack’ın demeçleri ABD’nin Suriye’nin toprak bütünlüğüne verdiği önemi ve SDG-Şam ilişkilerinde siyasal uzlaşı arayışını açıkça ortaya koymaktadır. Bu söylem, bölgedeki mevcut statükoyu değiştirmekten çok sürmekte olan durumu yönetme etme ve dengeleme stratejisinin parçası olarak değerlendirilebilir.

ABD Büyükelçisi Barrack’ın “Özgür Kürdistan ve Bağımsız SDG Devleti Olmayacak” Söyleminin Derinlemesine Çözümlemesi

Barrack’ın açıklamaları, SDG ve Kürt hareketinin siyasal statüsü konusunda net ve kesin sınırları ortaya koymaktadır. Barrack’ın şu ifadeleri söylemin özünü oluşturmaktadır: “Özgür Kürdistan olmayacak, özgür SDG devleti olmayacak.” “SDG’ye bağımsız devlet kurma borcumuz yok.” “Suriye ordusundan bağımsız Kürt ordusu olmayacak.”

Bu ifadeler, birkaç temel kavramsal ve stratejik boyutu kapsamaktadır:

Egemenlik ve Devletlik İlişkisi Üzerine Sert Sınırlar: Barrack’ın “Özgür Kürdistan olmayacak” ifadesi, devlet egemenliğinin sınırlarını netleştirmekte ve Kürt hareketinin uzun zamandır gündemde tuttuğu bağımsızlık talebinin ABD tarafından asla desteklenmediğini açıkça göstermektedir. Bu ret, uluslararası hukuk ve devlet egemenliği normları çerçevesinde, bölgedeki mevcut devlet sınırlarının dokunulmazlığına vurgu yapar. Aynı zamanda, SDG’nin “bağımsız devlet kurma borcunun olmaması” ifadesi bu statünün ABD için hiçbir zaman bir yükümlülük ya da yükümlenme olmadığını dolayısıyla siyasal destek hattının sınırlarının belli olduğunu ortaya koyar.

Askeri Yapının Merkeziyetçi Denetimi ve Güvenlik Paradigması: “Suriye ordusundan bağımsız Kürt ordusu olmayacak” söylemi askeri ve güvenlik bağlamında büyük bir sınırlamayı ifade eder. Bu, Kürtlerin kendi silahlı güçlerini kurma veya mevcut yapılarını tamamen bağımsızlaştırma çabalarının engellenmesi anlamına gelir. ABD’nin buradaki ileti Suriye’nin biçimsel ordusunun egemenlik hakkının vurgulanması ve paralel bir askeri gücün bölgesel kararlılığı tehdit ettiği varsayımıdır.

Bölgesel Kararlılık ve Diplomatik Denge: Barrack’ın bu sert ve net söylemi bölgedeki aktörlerin duyarlılıklarına karşı diplomatik bir yanıt niteliğindedir. Türkiye’nin PKK ve SDG’ye karşı güvenlik endişeleri Suriye rejiminin toprak bütünlüğü talepleri ve İran gibi diğer bölgesel güçlerin çıkarları ABD’nin bu söylemini şekillendiren temel etmenlerdir. Bu çerçevede, ABD söylemi bir çeşit bölgesel statükoyu koruma, köktenci değişikliklere karşı dengeleme siyasası olarak işlev görür.

Söylemsel Kapsamda Stratejik Netlik ve Algı Yönetimi: Barrack’ın kullandığı açık ve keskin ifadeler ABD’nin bölgesel siyasa söylemini netleştirme ve kamuoyunda hem bölge içindeki hem de uluslararası aktörler düzeyinde algı oluşturma amacını taşır. Bu söylem, SDG ve Kürt hareketine “kırmızı çizgileri” net biçimde göstermekte ve destek sınırlarını belirginleştirmektedir. Böylece, olası yanlış anlamaların ve beklentilerin önüne geçilmek istenmektedir.

Siyasal Meşruluk ve Uluslararası Normlara Atıf: ABD’nin bu söylemi aynı zamanda uluslararası hukuk ve devletlerarası ilişkiler normlarına gönderme yapar. Devletlerin toprak bütünlüğü ve egemenlik haklarına saygı vurgusu SDG’nin statüsü konusunda siyasal kararların bu normlar çerçevesinde şekilleneceğini işaret eder. Bu yaklaşım, uluslararası toplumun genel kabul görmüş normlarına paralel bir durum olarak okunabilir.

Bu çözümleme, Barrack’ın açıklamalarının sadece bölgesel siyasette değil, aynı zamanda uluslararası hukuk, güvenlik paradigması ve diplomatik söylem bağlamlarında da derin ve çok katmanlı bir işlev gördüğünü ortaya koymaktadır. Söylemin bu katmanlı yapısı ABD’nin Suriye Kürt hareketine yönelik siyasasının kapsamını ve sınırlarını anlamak için kritik öneme sahiptir.

Barrack’ın Demeçlerinde Suriye’nin Toprak Bütünlüğü ve Merkezi Yönetimle İlişkiler

Barrack, Suriye’nin toprak bütünlüğü ve merkezi yönetimle ilişkiler hakkında önemli iletiler vermiştir. Barrack, Suriye’nin egemenlik haklarına ve toprak bütünlüğüne vurgu yaparak SDG ile Şam yönetimi arasında siyasal bir diyalog kurulmasının zorunluluğunu şu sözlerle ifade etmiştir: “Suriye’nin toprak bütünlüğü bizim dış siyasa önceliklerimizden biridir. SDG’nin Şam yönetimi ile yapıcı bir diyalog içinde olması ve sorunlarını siyasal yollarla çözmesi gerekmektedir.” Barrack, Rudaw’a verdiği başka bir mülakatta, SDG ile Suriye merkezi yönetimi arasında bir anlaşmanın bölgesel kararlılık için kritik önem taşıdığını belirtmiştir: “SDG’nin Şam ile sürdürülebilir bir anlaşmaya varması, sadece Suriye’nin değil, bölgenin genel kararlılığı için de yaşamsal önemdedir.” Bu ifadeler, ABD’nin SDG’nin Suriye toprakları bütünlüğü çerçevesinde hareket etmesini ve merkezi yönetimle uyum içinde olmasını tercih ettiğini açıkça göstermektedir. Barrack’ın söylemi, SDG’nin ayrı bir siyasal aktör olarak tanınmasından çok Suriye devlet yapısının parçalanmaması ve bölgesel güç dengelerinin korunması yönünde güçlü bir yükümlülüğü yansıtır. Söylemsel açıdan Barrack’ın “yapıcı diyalog”, “siyasal çözüm” ve “sürdürülebilir anlaşma” gibi ifadeleri mevcut statükonun korunması ve sorunların köktenci değişikliklere yol açmadan yönetilmesi niyetini temsil etmektedir. Bu söylem, bölgedeki kırılgan dengeyi koruma ve özellikle Türkiye ile Şam’ın egemenlik endişelerini gözetme stratejisinin bir parçası olarak okunabilir. ABD’nin bu yaklaşımı SDG’nin bağımsızlık veya ayrılıkçı taleplerine karşı uzak duruşunu somutlaştırmakta ve bunun yerine Şam yönetimi ile diyalog ve iş birliği yoluyla sorunların çözülmesini savunmaktadır. Bu durum, ABD’nin bölgesel kararlılığı sağlama amacıyla mevcut siyasal yapıyı yönetme ve kademeli çözüm arayışı içinde olduğunu göstermektedir. Sonuç olarak, Barrack’ın demeçleri, ABD’nin Suriye’nin toprak bütünlüğüne verdiği önemi ve SDG-Şam ilişkilerinde siyasal uzlaşı arayışını açıkça ortaya koymaktadır. Bu söylem, bölgedeki mevcut statükoyu köktenci biçimde değiştirmekten çok kararlılığı koruma ve sürmekte olan durumu yönetme stratejisi olarak değerlendirilmelidir.

ABD Söyleminin Türkiye-ABD İlişkilerinde Diplomatik Yeniden Konumlanmaya Etkisi

Barrack, PKK, SDG ve Suriye konularında Ankara’nın duyarlılıklarını açıkça dikkate alan bir söylem geliştirmiştir. Barrack, verdiği demeçlerde şunları vurgulamıştır: “Türkiye’nin güvenlik endişeleri bizim için önceliklidir. SDG’nin bağımsız bir devlet kurma hakkı yoktur ve bu konuda Ankara ile tam görüş birlikteliği içerisindeyiz.” “ABD ve Türkiye, bölgedeki kararlılığı sağlamak için birlikte hareket etmek zorundadır.” Bu ifadeler, ABD’nin Ankara’nın kırmızı çizgilerini kabul ettiğinin ve PKK/SDG sorunlarında Türkiye ile daha uyumlu bir siyasa izleme yönünde niyetinin açık göstergesidir. Barrack’ın “tam görüş birlikteliği” vurgusu iki ülke arasında ciddi bir diplomatik yakınlaşmanın işaretidir. Ancak bu yakınlaşmanın alandaki uygulamalara ne kadar yansıyacağı ve kalıcı olup olmayacağı tartışmaya açıktır. Bazı uzmanlar, Barrack’ın söyleminin “geçici bir taktiksel örtüşme” olduğunu ve bölgesel gerilimi düşürmeye yönelik yararcı bir adım olarak okunması gerektiğini belirtmektedirler. Bu görüşe göre, ABD’nin SDG’ye verdiği destek ve bölgedeki jeopolitik çıkarları uzun vadede Türkiye ile tam uyumun önünde engel oluşturmaktadır. Barrack’ın açıklamaları aynı zamanda Ankara’ya yönelik diplomatik bir jest olarak değerlendirilebilir. Türkiye’nin yıllardır ısrarla vurguladığı PKK/SDG konusundaki duyarlılıkların ABD tarafından kabul edilmesi iki müttefik arasındaki ilişkilerin normalleşmesine katkı sağlayabilir. Barrack, şu sözleriyle bu jestin altını çizmiştir: “Türkiye ile ilişkilerimizi güçlendirmek, ortak hedeflerimize ulaşmak için kritik önemdedir. Bu nedenle Türkiye’nin güvenlik kaygılarını anlıyor ve saygı duyuyoruz.” Bu söylem, ABD’nin bölgedeki stratejik önceliklerini Türkiye’nin güvenlik bakış açısıyla uyumlu kılma getirme çabasını yansıtırken ilişkilerin düzeltilmesi yönünde önemli bir adım olarak değerlendirilebilir. Bununla birlikte, ABD’nin bölgesel siyasaları çok katmanlıdır ve çeşitli aktörlerin çıkarlarını dengelemek zorundadır. Barrack’ın söylemi, bu karmaşık dengeyi koruma çabasının bir parçası olarak okunmalıdır. SDG’ye verilen destek ile Türkiye ile iş birliği arasındaki duyarlı denge ABD’nin diplomatik söyleminde belirgin biçimde görülmektedir. Sonuç olarak, Barrack’ın demeçleri Türkiye-ABD ilişkilerinde diplomatik yeniden konumlanmanın işaretlerini taşımaktadır. Ancak bu yeniden konumlanmanın kalıcı bir yakınlaşmaya mı dönüşeceği yoksa geçici bir taktiksel örtüşme olarak mı kalacağı bölgesel dinamikler ve aktörlerin karşılıklı tutumlarına bağlıdır. Bu nedenle, Ankara-Washington hattındaki gelişmeler yakından izlenmeli ve diplomatik süreçlerin somut sonuçları dikkatle değerlendirilmelidir.

Güçlü Ulus Devletlerin İsrail Açısından Tehdit Olarak Algılanması: Tom Barrack’ın Jeopolitik Bakış Açısı

ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi olarak görev yapan Tom Barrack Haziran 2025’te Kudüs’te İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ile yaptığı bir görüşme sonrası Twitter/X hesabından şu ifadeyi paylaştı: “ABD Başkanı Donald Trump, İsrail de dahil olmak üzere komşularını tehdit etmek için herhangi bir üçüncü taraf ulus devlet ya da ulus olan ya da olmayan aktör tarafından platform olarak kullanılamayacak bir Suriye öngörmektedir.”  Ayrıca Temmuz 2025’te Associated Press ile yaptığı röportajda, Barrack bu düşüncesini daha da açarak şöyle demiştir: "Güçlü ulus devletler ve özellikle Arap devletleri Israil’e tehdit olarak görülür."

ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve aynı zamanda Suriye Özel Temsilcisi olarak görev yapan Tom Barrack’ın “güçlü ulus devletler İsrail için tehdittir” yönündeki değerlendirmesi hem İsrail’in tarihsel güvenlik paradigmasını hem de ABD’nin yeni dönem Ortadoğu stratejisini anlamak bakımından son derece çarpıcıdır. Bu açıklama, yalnızca bireysel bir diplomatik gözlem olmanın ötesinde bölgedeki jeopolitik kurgunun temel bir ilkesine işaret etmektedir: İsrail’in güvenliği, çevresinde güçlü, bağımsız ve merkezi ulus devletlerin varlığıyla değil zayıf, parçalanmış ve yönlendirilebilir siyasal yapıların varlığıyla daha kolay oluşturulmaktadır.

İsrail’in kuruluşundan bu yana izlediği güvenlik stratejisi çevresindeki Arap ve Müslüman devletlerin bir blok halinde birleşmesini ve askeri kapasite bakımından güçlenmesini temel tehdit unsuru olarak görmüştür. 1967 ve 1973 Arap-İsrail savaşlarında yaşanan deneyimler İsrail’i hem askeri teknoloji bakımından üstünlük kurmaya hem de diplomatik olarak komşularının içsel zayıflıklarını derinleştirmeye yönelik stratejilere yöneltmiştir. Bu bağlamda Irak, Suriye, Mısır ve İran gibi güçlü devlet geleneklerine sahip ülkeler uzun süre boyunca İsrail açısından “düzen bozucu aktörler” olarak tanımlanmıştır.

Tom Barrack’ın ifadesi bu tarihsel bağlamın güncel bir yorumudur. Barrack, özellikle Suriye bağlamında yaptığı açıklamalarda, “güçlü ulus devletlerin sadece askeri değil aynı zamanda ideolojik bir tehdit” oluşturduğuna dikkat çekmiştir.  Barrack’a göre, güçlü bir Suriye devleti, yalnızca İran gibi rakip aktörlerin bölgeye etkisini kolaylaştırmakla kalmaz, aynı zamanda İsrail’in etki alanını daraltır ve bölgesel diplomasiye kapalı, bağımsız bir siyasal güç odağı haline gelir. Bu tür bir yapı, ABD’nin ve müttefiki İsrail’in bölgedeki çıkarlarıyla çelişmektedir.

Barrack’ın temsil ettiği yaklaşım klasik ulus-devlet yapılarının yerine daha esnek, “adem-i merkeziyetçi” kimlik temelli temsilin ön planda olduğu siyasal şekillenmeleri öne çıkarır. Bu tercihin arkasında yalnızca jeopolitik kaygılar değil aynı zamanda diplomatik ve ekonomik yararcılık da yer almaktadır. ABD, Barrack’ın çizdiği vizyon doğrultusunda Suriye gibi ülkelerin yeniden kurulmasında güçlü, birleşik ve ideolojik olarak direngen yapılar yerine bölgesel aktörlere bağımlı, dış yönlendirmeye açık ve çok merkezli yönetişim sistemlerini tercih etmektedir. Böylece İsrail’in güvenliği çevresindeki devletlerin güçlü olmalarından değil zayıf ve bölünmüş kalmalarından geçmektedir.

Bu bakış açısı yalnızca Suriye örneğiyle sınırlı değildir. İran, Lübnan, Irak ve Mısır gibi diğer bölgesel aktörlerle olan ilişkilerde de benzer bir stratejik öncelik söz konusudur. İsrail'in uzun vadeli güvenlik beklentisi çevresinde tam egemenlik ve yüksek askeri kapasiteye sahip devletler yerine daha çok iç dengelerle meşgul ve dış müdahalelere açık siyasal yapılarla çevrili olmayı içermektedir. Barrack’ın ifadesi bu beklentinin yalnızca askeri değil diplomatik düzlemde de kurumsallaştığını göstermektedir.

Sonuç olarak, Tom Barrack’ın “güçlü ulus devletler İsrail için tehdittir” ifadesi günümüzdeki Orta Doğu siyasetinde ABD-İsrail ortak vizyonunun özlü bir ifadesidir. Bu vizyon, bölgedeki ulus-devletlerin zayıflatılmasını ve parçalı yönetişim yapılarının özendirilmesini stratejik bir gereklilik olarak görmektedir. Söz konusu yaklaşım yalnızca güvenlik politikaları açısından değil aynı zamanda devlet kurma, egemenlik, dış müdahale ve barış süreçleri gibi temel sorunlarda da kalıcı etkiler yaratacak niteliktedir.

YORUMLAMA

Barrack’ın Açıklamalarının Trump Yönetimi ve ABD Hükümeti Siyasalarıyla Tutarlılığı

Diplomatik Yetki ve Rol Bağlamı: Tom Barrack, ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi olarak, ABD dış siyasasının bölgedeki temel aktörlerinden biridir. Bu durum hem Beyaz Saray hem de Dışişleri Bakanlığı ile yakın eş güdüm içinde hareket etmeyi ve ABD’nin biçimsel siyasasını hem Türkiye hem de bölgesel aktörler düzeyinde temsil etmeyi gerektirir. Bu nedenle, Barrack’ın yaptığı açıklamaların Trump yönetimi tarafından onaylanmış ve yönlendirilmiş söylemler olduğu varsayılabilir.

Trump Yönetimi’nin Suriye ve SDG Siyasaları: Trump döneminde Suriye siyasası ABD askerlerinin büyük ölçüde geri çekilmesi ve bölgedeki doğrudan askeri müdahalelerin azaltılması yönünde bir dönüşüm yaşamıştır. Ancak bu geri çekilme SDG ile ilişkilerin tamamen sona erdirilmesi anlamına gelmemiştir. SDG, ABD’nin bölgedeki önemli askeri ve haber alma ortaklarından biri olarak kalmış ancak ABD yönetimi Kürt hareketinin bağımsızlık taleplerine uzak durmuştur. Trump, özellikle Türkiye’nin PKK ve SDG’ye yönelik güvenlik endişelerini ve kırmızı çizgilerini dikkate almıştır. Bu nedenle, ABD’nin biçimsel söylemi, SDG’nin bağımsız bir devlet olarak tanınmayacağı ve bölgesel kararlılığın korunması gerektiği yönünde olmuştur. Barrack’ın “SDG’ye bağımsız devlet kurma borcumuz yok” ifadesi Trump yönetiminin Kürt siyasasındaki bu temel yaklaşımı yansıtmaktadır.

Geçmişteki Söylem ve Siyasa Uyumları: Barrack’ın açıklamaları, Trump’ın 2019’daki SDG ve Türkiye ilişkilerine ilişkin kararlarıyla da uyum göstermektedir. Trump, 2019’da Suriye’den asker çekme kararını açıklarken Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlarına izin verilmesi ve SDG’nin statüsünün sınırlandırılması gibi konularda Türkiye ile diplomatik uyum sağlamaya çalışmıştır. Barrack’ın bu demeçlerinde de benzer bir stratejik denge arayışı görünmektedir.

Söylemin Diplomasideki İşlevi ve Algı Yönetimi: Barrack’ın ifadeleri sadece biçimsel durumu belirtmekle kalmaz aynı zamanda hem Türkiye hem de bölgedeki diğer aktörler düzeyinde bir algı yönetimi işlevi görür. Türkiye’nin duyarlılıklarını kabul eden ve SDG’nin bağımsızlık savlarını reddeden bu söylem Türkiye’nin ABD’den beklediği güvenceleri alması ve ilişkilerde gerilimin düşürülmesi için tasarlanmıştır. Bu yararcı söylem, Trump yönetiminin genel dış siyasa yararcılığıyla uyumludur.

Gizil güç, Uyuşmazlıklar ve Farklılıklar: Bununla birlikte, ABD hükümet içi farklı kurumlar ve bürokratik aktörler arasında Suriye ve SDG konularında zaman zaman görüş ayrılıkları olabilmektedir. Barrack’ın söylemi Trump’ın genel siyasasını yansıtsa da alandaki uygulamalarda ve özellikle Kongre ya da Haber Alma kurumlarıyla yürütülen siyasada farklı tonlar ve öncelikler bulunabilir. Bu durum, ABD dış siyasasının çok katmanlı ve karmaşık yapısının doğal bir yansımasıdır.

Barrack’ın açıklamaları, Trump yönetimi ve ABD hükümetinin Suriye ve SDG siyasalarıyla genel olarak tutarlı ve uyumludur. Bu söylem, Trump döneminin bölgesel siyasalarındaki temel çizgilerini (Türkiye’nin güvenlik endişelerini dikkate almak, SDG’nin bağımsızlık talebini reddetmek ve bölgesel kararlılığı korumaya odaklanmak) açıkça yansıtmaktadır. Aynı zamanda bu söylem, diplomatik yararcılığın ve aktörler arası denge arayışının da bir parçasıdır. Ancak, ABD dış siyasasının karmaşıklığı ve çoklu aktörlü yapısı içinde bu söylem farklı kurum ve aktörler arasında farklı yorumlanabilir ve uygulanabilir.

ABD’nin Suriye Siyasasında Şara Rejimi Öncesine Göre Köktenci Bir Değişiklikten Söz Edilebilir mi?

ABD’nin Suriye siyasası, özellikle Suriye iç savaşının başlamasından itibaren sürekli bir evrim geçirmiştir. Barrack’ın yaptığı açıklamalar, ABD’nin bölgedeki stratejik yönelimlerinde belirgin bir değişikliğin işaretlerini taşısa da bu değişikliğin “köktenci” olup olmadığı daha derin bir çözümleme gerektirmektedir.

Şara Rejimi Öncesi ABD Suriye Siyasası: Suriye’de Esad rejimi iktidarda olduğu dönemde ABD, Şam yönetimini meşru bir aktör olarak tanımakta ancak insan hakları ihlalleri ve bölgesel siyasalar nedeniyle eleştirmekteydi. Suriye iç savaşı ve rejim karşıtı ayaklanmalar başladığında ABD Esad rejimine karşı olan grupları destekledi. Bu süreçte, SDG ve YPG gibi aktörler özellikle ID’e karşı mücadelede ABD’nin önemli müttefikleri durumuna geldi.

Barrack’ın Söylemleri ve Siyasada Görülen Değişim: Barrack’ın demeçlerinde Suriye toprak bütünlüğüne, Şam yönetimi ile SDG arasındaki iş birliğine ve bölgesel aktörlerin duyarlılıklarına verilen vurgu ABD’nin bölgedeki siyasalarında önemli bir dönüşümü yansıtmaktadır. Özellikle Şam rejimiyle ilişkilere ilişkin açık kapı bırakılması ve SDG’nin bağımsızlık talebinin reddi ABD’nin Şara rejimi öncesinde benimsenen daha müdahaleci ve rejim karşıtı siyasalardan farklılaştığını göstermektedir.

Köktenci Değişiklik Kavramının Değerlendirilmesi: “Köktenci değişiklik” ifadesi siyasada köktenci, yapısal ve temel bir dönüşümü ifade eder. Barrack’ın açıklamaları, ABD’nin Suriye’de daha yararcı, kararlılığı önceliklendiren ve bölgesel aktörlerle dengeyi gözeten bir siyasaya kaydığını ortaya koymaktadır. Ancak bu değişiklik ABD’nin tamamen Şam rejimini meşru görmesi veya tüm rejim karşıtı siyasalarından vazgeçmesi anlamına gelmemektedir. ABD, bölgedeki çıkarlarını korumak ve ID tehdidini ortadan kaldırmak amacıyla SDG ile iş birliğini sürdürürken aynı zamanda Suriye’nin parçalanmasını önleme ve bölgesel kararlılığı sağlama yönünde adımlar atmaktadır. Bu, önceki siyasalara göre önemli bir kayma olmakla birlikte kökten ve köktenci bir dönüşüm olarak değil daha çok stratejik yararcılık ve denge siyasası olarak değerlendirilebilir.

Bölgesel ve Uluslararası Dinamiklerin Etkisi: ABD’nin bu siyasal değişikliğinde Türkiye, İran, Rusya gibi bölgesel aktörlerin etkisi büyüktür. Ayrıca, Trump yönetiminin dış müdahaleleri azaltma ve ABD askerlerini çekme eğilimi siyasada dönüşümü hızlandırmıştır. Bu bağlamda, ABD’nin Suriye siyasası Şara rejimi öncesi döneme kıyasla önemli bir uyum sağlamış ve değişime uğramıştır.

ABD’nin Suriye siyasasında, Barrack’ın açıklamalarının da işaret ettiği üzere, Şara rejimi öncesine göre önemli ve belirgin değişiklikler yaşanmıştır. Ancak bu değişiklikler, köktenci (köktenci ve yapısal) bir dönüşümden çok mevcut koşullar ve bölgesel dinamiklere uyum sağlama amaçlı yararcı bir evrim olarak değerlendirilmelidir. ABD, bölgedeki çıkarlarını korurken bölgesel kararlılığı gözeten ve Şam rejimi ile dolaylı iş birliğine açık bir siyasa izlemektedir.

Barrack’ın Açıklamalarının Türkiye’nin Görüşleriyle Örtüşmesi

Tom açıklamaları, PKK, SDG ve Suriye’nin toprak bütünlüğü konularında Türkiye’nin uzun süredir savunduğu temel görüşlerle önemli ölçüde uyum içindedir. Bu örtüşme şu temel başlıklarda değerlendirilebilir:

PKK ve SDG İlişkisi Hakkında Ortak Tanımlama: Barrack, SDG’nin PKK türevi olduğu ve bağımsız bir Kürt devleti kurulamayacağı yönündeki açıklamaları ile Türkiye’nin PKK ve SDG’ye yönelik güvenlik söylemi büyük ölçüde benzerlik göstermektedir. Türkiye, SDG’yi PKK’nın Suriye’deki uzantısı olarak görmekte ve bu yapılanmayı terör örgütü kabul etmektedir. Barrack’ın bu söylemi, ABD’nin bu algıya en azından diplomatik söylem düzeyinde katıldığını göstermektedir.

Suriye’nin Toprak Bütünlüğü ve Merkezi Yönetimin Önemi: ABD temsilcisinin, Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve Şam yönetimi ile SDG arasında siyasal uzlaşıyı desteklemesi Türkiye’nin bölgesel bütünlük ve egemenlik vurgusuyla örtüşür. Türkiye, Suriye’nin parçalanmasına karşı çıkmakta ve SDG’nin bağımsızlık taleplerini reddetmektedir. Barrack’ın açıklamaları da bu çerçevede Türkiye’nin temel güvenlik kaygılarını yansıtmaktadır.

Bağımsız Kürt Devleti ve Silahlı Yapıların Reddi: Barrack’ın “Özgür Kürdistan olmayacak” ve “Suriye ordusundan bağımsız Kürt ordusu olmayacak” ifadeleri Türkiye’nin güvenlik kırmızı çizgilerini net biçimde kabul etmekte ve bu konuda ABD’nin diplomatik bir yükümlülüğünü göstermektedir. Bu, Türkiye’nin PKK ve SDG’nin silahlı yapılanmalarına karşı mücadelesinin dış siyasada destek gördüğüne ilişkin önemli bir işarettir.

Diplomatik Yaklaşım ve Güvenlik Güvenceleri: Barrack’ın açıklamalarında Türkiye’ye yönelik açık bir diplomatik jest ve duyarlılık gösterimi söz konusudur. Bu durum, Türkiye’nin bölgedeki güvenlik endişelerinin ABD tarafından ciddiye alındığını ve Ankara-Washington hattında ortak bir zemin arayışının sürdüğünü göstermektedir.

Barrack’ın açıklamaları, PKK ve SDG konularında Türkiye’nin temel güvenlik söylemi ve bölgesel bütünlük vurgusuyla önemli ölçüde örtüşmektedir. Bu durum, Türkiye-ABD ilişkilerinde özellikle Suriye ve Kürt hareketi bağlamında mevcut gerilimi azaltmaya ve diplomatik iş birliğini artırmaya yönelik bir zeminin oluştuğuna işaret etmektedir.

ABD ve Trump Yönetimi’nin Türkiye’yi Bölgedeki Tam Müttefik Konumuna Getirme ve Etki Pekiştirme Stratejisi

Trump yönetimi döneminde ABD’nin bölgesel siyasaları özellikle İsrail ile yakın iş birliği ve Türkiye’nin stratejik önemini yeniden değerlendirme bağlamında önemli bir evreye girmiştir. Barrack’ın açıklamaları ve Trump yönetiminin genel dış siyasa yaklaşımı Türkiye’nin bölgedeki rolünü güçlendirme ve ABD-Türkiye ilişkilerini “tam müttefik” düzeyine çıkarma çabalarını yansıtmaktadır. Ancak bu stratejinin kapsamı, sınırları ve alandaki uygulamaları karmaşık ve çok katmanlıdır.

İsrail’den Sonra Türkiye ve Bölgesel Müttefiklik Hedefi: ABD, uzun süredir İsrail’i bölgedeki en yakın ve kritik müttefiki olarak görmekteydi. Trump yönetimi ise, Türkiye’nin hem NATO üyeliği hem de bölgesel konumu nedeniyle stratejik önemini artırmıştır. Barrack’ın Türkiye’nin güvenlik endişelerine yönelik açıklamaları Ankara ile Washington arasındaki güvenlik alanındaki iş birliğini derinleştirme ve siyasal uyumu artırma amacını göstermektedir. Bu bağlamda, ABD’nin Türkiye’yi PKK ve SDG konularında destekleyerek Ankara’nın kırmızı çizgilerini diplomatik düzeyde tanıması Türkiye’yi bölgesel denklemin daha görünür ve etkin bir parçası haline getirme stratejisinin bir parçasıdır.

Bölgesel Etki ve Stratejik İş Birliği: Türkiye, coğrafi konumu, askeri kapasitesi ve bölgedeki nüfuzu nedeniyle ABD için vazgeçilmez bir aktör olarak değerlendirilmektedir. Trump döneminde Suriye ve Doğu Akdeniz siyasalarında Ankara ile belli konularda iş birliği ve uyum sağlanması ABD’nin bölgedeki etkisini artırmaya yönelik adımlar olarak yorumlanabilir. ABD’nin Türkiye’yi “tam müttefik” olarak konumlandırması, sadece askeri ve güvenlik alanında değil, diplomatik ve ekonomik iş birliğinde de derinleşmeyi hedeflemektedir. Ancak bu konumlandırma Türkiye’nin dış siyasa bağımsızlığını tam anlamıyla ortadan kaldırmamakta ve Ankara’nın bölgesel aktörlerle çok yönlü ilişkilerini sürdürebilmesi için alan bırakmaktadır.

Sınırlamalar ve Çatışan Çıkarlar: Buna karşın, Türkiye ile ABD arasında her konuda tam bir uyum sağlandığını söylemek olanaklı değildir. Özellikle F-35 programından Türkiye’nin çıkarılması, S-400 satın alımı, Doğu Akdeniz’deki enerji siyasaları ve Suriye’de SDG’ye yönelik destek gibi konular ilişkide gerilim yaratmaya devam etmektedir. Dolayısıyla “tam müttefiklik” kavramı, uygulamada bazı sınırlamalar ve çelişkiler barındırmaktadır.

ABD’nin Bölgesel Hegemonya Stratejisi: ABD, Trump yönetimi döneminde İsrail ve Türkiye ile olan stratejik ittifaklarını pekiştirerek İran ve Rusya gibi bölgesel rakiplere karşı güç dengesini sağlamaya çalışmıştır. Bu ittifaklar, ABD’nin Ortadoğu’daki hegemonya arayışının temel taşlarıdır ve Türkiye’nin bu bağlamda hem müttefik hem de stratejik bir aktör olarak önemi artmıştır.

Trump yönetimi ve ABD, İsrail’den sonra Türkiye’yi bölgedeki etkin ve kritik bir müttefik haline getirmeye yönelik önemli diplomatik ve stratejik adımlar atmıştır. Barrack’ın açıklamaları bu yönelimin diplomatik söylemdeki yansımasıdır. Ancak, uygulamada ilişkiler karmaşık ve çok boyutlu kalmaya devam etmekte ve “tam müttefiklik” idealinin uygulamada çeşitli sınırlamalarla karşılaştığı görülmektedir. Türkiye, ABD ile stratejik iş birliğini derinleştirirken bölgesel bağımsızlığını da korumaya çalışmaktadır.

ABD’nin Gelecekteki YPG ve SDG Siyasası: Beklentiler ve Stratejik Yönelimler

ABD’nin YPG ve SDG’ye yönelik siyasası, bölgesel dinamiklerin karmaşıklığı ve Türkiye gibi müttefiklerinin duyarlılıkları doğrultusunda şekillenmeye devam edecektir. Barrack’ın demeçleri ABD’nin bu konuda izlemeyi planladığı stratejinin temel çizgilerini ortaya koymakla birlikte gelecekteki uygulamalar aşağıdaki başlıklar altında değerlendirilebilir:

SDG’nin Rolünün Korunması ve Güvenlik İş Birliği: ABD, SDG’yi IŞİD karşıtı mücadelede kilit bir ortak olarak görmeye devam edecektir. SDG’nin askeri kapasitesinin, özellikle Kuzeydoğu Suriye’deki kararlılığın sağlanmasında önemli olduğu vurgulanacaktır. Bu bağlamda, ABD’nin SDG ile iş birliği askeri, haber alma ve lojistik destek düzeyinde sürdürülecektir. Ancak, bu destek Türkiye’nin güvenlik endişeleri dikkate alınarak daha dikkatli ve denetimli biçimde yürütülecek ve bağımsızlık taleplerine veya sınır ötesi askeri varlığın artırılmasına yönelik adımlar sınırlandırılacaktır.

Siyasal Bütünleşme ve Suriye Merkezi Yönetimi ile İlişkiler: ABD, SDG’nin Suriye’nin toprak bütünlüğü içinde siyasal bir aktör olarak kalmasını destekleyecektir. Barrack’ın da belirttiği gibi, Şam ile SDG arasında sürdürülebilir bir anlaşma ve siyasal çözüm desteklenecektir. Bu, SDG’nin Suriye merkezi hükümeti ile uyumlu bir yapıya dönüşmesi için diplomatik baskı ve özendirmelerin artırılması anlamına gelir. Bu strateji, SDG’nin siyasal özerkliğinin sınırlandırılması ve Ankara’nın taleplerine uyum sağlanması yönünde olacaktır.

Bağımsızlık ve Ayrılıkçı Taleplerin Sınırlandırılması: ABD, SDG’nin bağımsızlık veya özerklik taleplerini açıkça reddetmeye devam edecektir. “Bağımsız devlet borcumuz yok” ifadesi ABD’nin SDG’ye siyasal statü konusunda net sınırlar koyduğunu göstermektedir. Bu yaklaşım, Türkiye’nin ulusal güvenlik kaygılarını dengelemeye yönelik bir diplomatik jest olarak kalacaktır.

Bölgesel Aktörlerle Dengeli İlişkiler: ABD, Türkiye, Rusya, İran ve Suriye rejimi gibi bölgesel aktörlerle ilişkilerini dengelemeye çalışacaktır. SDG siyasası, bu aktörlerin duyarlılıklarını ve çıkarları gözetilerek şekillenecek, çatışma riskini azaltmaya ve bölgesel kararlılığı korumaya öncelik verilecektir.

Gelecekteki Olası Senaryolar: Bütünleşme senaryosuna göre, SDG Suriye merkezi yönetimiyle uyumlu bir siyasal yapıya dönüşür ve askeri varlığı sınırlandırılır. Yönetsel özerklik senaryosu ise SDG’ye sınırlı bir özerklik verilir ancak bağımsızlık talebi kesinlikle reddedilir. Üçüncüsü, denetimli destek senaryosunda ise ABD askeri desteğini azaltır ancak haber alma ve lojistik desteğini sürdürür ve böylece Türkiye’nin güvenlik endişeleri en aza indirgenir.

ABD’nin gelecekteki YPG ve SDG siyasası askeri iş birliğini sürdürürken siyasal bütünleşme ve bölgesel kararlılığı önceliklendirerek SDG’nin bağımsızlık taleplerini sınırlandırmaya devam edecektir. Türkiye’nin güvenlik duyarlılıkları ve bölgesel aktörlerin çıkarları doğrultusunda ABD yararcı ve dengeli bir siyasa izleyecektir.

Kürtlerin ABD ve SDG Siyasalarındaki Değişim Karşısındaki Hayal Kırıklığı

ABD’nin SDG’ye yönelik yeni dengeleme ve denetim odaklı siyasası bölgedeki Kürt toplulukları arasında önemli bir hayal kırıklığı ve güvensizlik yaratmaktadır. Bu durumun temel nedenleri ve toplumsal-siyasal etkileri aşağıda ayrıntılandırılmıştır.

Bağımsızlık ve Özerklik Taleplerinin Reddedilmesi: Kürtler, özellikle Suriye’deki SDG çatısı altında uzun yıllardır siyasal ve askeri varlıklarını güçlendirmiş ve gelecekte özerk ya da bağımsız bir statü elde etme beklentisi içindedirler. ABD’nin “SDG’ye bağımsız devlet kurma borcumuz yok” açıklaması, bu beklentilerin biçimsel bir şekilde reddi anlamına gelmektedir. Bu da Kürtler arasında derin bir hayal kırıklığına yol açmaktadır.

Güvenlik ve İş Birliği İkilemi: ABD’nin SDG’yi askeri anlamda desteklemeye devam etmesi, Kürtler için çelişkili bir durum yaratmaktadır. Bir yandan ABD’nin desteği mücadele güçlerini korumalarına olanak sağlarken diğer yandan siyasal taleplerinin görmezden gelinmesi ve Türkiye’nin kırmızı çizgilerine öncelik verilmesi Kürtlerin stratejik alanda yalnızlaştırılması duygusunu güçlendirmektedir.

Bölgesel Aktörlerin Baskısı ve Kısıtlamalar: Türkiye’nin yoğun baskısı ve bölgesel güç dengelerinin Kürtlerin lehine şekillenmemesi SDG’nin hem siyasal hem de askeri anlamda elini kolunu bağlamaktadır. ABD’nin bu dengeler içinde Türkiye’nin güvenlik kaygılarını ön planda tutması, Kürtlerin bölgesel güç ilişkilerinde dezavantajlı konuma düşmesine neden olmaktadır.

İç Siyasal ve Toplumsal Yansımalar: Bu hayal kırıklığı Kürtler arasında iç siyasal gerilimlere ve SDG içindeki farklı fraksiyonlar arasında görüş ayrılıklarına yol açabilmektedir. Kürt toplumunda ABD’nin siyasalarına karşı artan tepki uzun vadede bölgesel kararlılık ve iş birliği açısından riskler barındırmaktadır.

ABD’nin SDG ve Kürt siyasalarındaki yararcı ve dengeleyici yaklaşımı Kürtler arasında siyasal hayal kırıklığı ve güvensizlik yaratmaktadır. Bağımsızlık taleplerinin biçimsel olarak reddi ve Türkiye’nin güvenlik kaygılarının öncelenmesi Kürtlerin bölgesel siyasadaki konumunu zayıflatmakta ve toplumsal ve siyasal alanda gerilimleri derinleştirmektedir.

GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ

Bu çalışma, Amerika Birleşik Devletleri'nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın 2025 yılı Temmuz ayında verdiği demeçler üzerinden ABD’nin Suriye siyasasında söylemsel düzeyde yaşanan dönüşümü eleştirel söylem çözümlemesi ve içerik çözümlemesi yöntemleriyle incelemiştir. Barrack’ın açıklamaları, ABD'nin uzun süredir sürdürdüğü ikircikli tutumun yerini daha açık, net ve stratejik söylemlere bıraktığını göstermektedir. Özellikle SDG-YPG-PKK ilişkilerinin doğrudan tanımlanması, “PKK silah bırakıyor” şeklindeki söylemin kullanılması ve “bağımsız devlet borcumuz yok” gibi kavramsal vurgular ABD’nin hem Türkiye ile diplomatik ilişkilerini yeniden yapılandırma hem de alandaki aktörlere yönelik söylemsel yönlendirme stratejileri geliştirdiğini ortaya koymaktadır.

Araştırma bulguları, Barrack’ın söyleminin yalnızca diplomatik iletişim değil aynı zamanda bölgesel güç ilişkilerinin yeniden tanımlanmasında kullanılan bir hegemonik müdahale biçimi olduğunu göstermektedir. Bu bağlamda, söylem yalnızca içerdiği ifadelerle değil bu ifadelerin üretildiği siyasal bağlam, temsil ettikleri ideolojik konumlar ve oluşturdukları toplumsal algılar açısından değerlendirilmiştir. Çalışmada ABD’nin söyleminin Türkiye’nin güvenlik söylemiyle örtüşen yönler taşıdığı ancak SDG’ye verilen eylemli desteğin sürmesi nedeniyle ‘söylem-eylem’ arasındaki tutarsızlığın Türkiye-ABD ilişkilerinde yapısal bir gerilim kaynağı olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

Bununla birlikte, “PKK silah bırakıyor” söylemi Türkiye iç siyasetinde çözüm sürecinin yeniden gündeme gelmesine yönelik simgesel bir kapı aralamakta fakat bu söylemin hem Türkiye’deki toplumsal kutuplaşma hem de Kürt hareketi içindeki farklılaşmalar açısından nasıl karşılık bulacağı belirsizliğini korumaktadır. Dolayısıyla bu söylem yalnızca dış siyasa düzeyinde değil aynı zamanda Türkiye’nin iç siyasal dinamikleri açısından da yüksek düzeyde stratejik anlam taşımaktadır.

Öte yandan, Barrack’ın Suriye’nin toprak bütünlüğüne yaptığı vurgu SDG’nin bağımsızlık taleplerine açık bir ret olarak değerlendirilmiş ve bu durum Kürt aktörler açısından ciddi bir siyasal hayal kırıklığı ve güvensizlik yaratmıştır. ABD’nin söyleminde belirginleşen yeni yönelim SDG’nin Şam yönetimiyle bütünleşmesini destekleyen bir çizgi izlemekte ve Rojava’da bağımsızlık yerine merkezi devletle uyumlu bir çözüm biçimini öncelemektedir.

Genel olarak değerlendirildiğinde, ABD’nin Suriye söyleminde köktenci bir paradigma değişiminden çok stratejik yararcılık, söylemsel dengeleme ve bölgesel güçlerle uyum arayışı öne çıkmaktadır. Barrack’ın açıklamaları bu yönelimin söze dökülmüş biçimi olarak okunmalı ve ABD’nin hem Türkiye’yi mutlu edecek hem de SDG ile bağlarını koruyacak bir denge siyasası izlemeye çalıştığı anlaşılmalıdır. Bu söylem, hem uluslararası normlara referans vererek meşruluk oluşturmakta hem de alandaki çatışmaları siyasal çözüm çerçevesine çekme iddiası taşımaktadır.

Bu çerçevede çalışmanın genel sonucu olarak şu saptamalar yapılabilir:

ABD, SDG’nin siyasal taleplerini sınırlandırarak Türkiye ile söylemsel uyum arayışına girmiştir.

“PKK silah bırakıyor” söylemi Türkiye açısından çözüm süreci tartışmalarını tetikleyebilecek niteliktedir ancak uygulamada ciddi toplumsal ve siyasal dirençle karşılaşması olasıdır.

Kürt hareketi ABD’nin söylemindeki yön değişikliğini hayal kırıklığı olarak algılamakta ve bu durum SDG’nin bölgesel konumunu zayıflatmaktadır.

ABD, bölgedeki statükoyu kökten dönüştürmektense onu yönetmeyi ve dengelemeyi hedefleyen bir söylem geliştirmiştir.

Tom Barrack’ın söylemi, Trump yönetiminin Türkiye’yi bölgede “tam müttefik” konumuna yerleştirme stratejisinin diplomatik izdüşümüdür.

Sonuç olarak, bu çalışma, söylem çözümlemesi yönteminin uluslararası ilişkilerde güç, meşruluk ve strateji gibi kavramların incelenmesinde ne denli işlevsel bir araç olduğunu ortaya koymaktadır. Gelecek araştırmalar bu tür söylemlerin uzun vadeli diplomatik etkilerini, toplumsal karşılıklarını ve alan uygulamalarıyla örtüşme düzeylerini inceleyerek daha geniş bir değerlendirme yapabilir.


 

KAYNAKÇA

Barrack, T. (2025, Temmuz 4). CNN Türk’e özel açıklamalar [TV röportajı]. CNN Türk. https://www.cnnturk.com

Barrack, T. (2025, Temmuz 6). Rudaw’a verdiği röportaj [TV röportajı]. Rudaw Türkçe. https://www.rudaw.net

Fairclough, N. (1995). Critical Discourse Analysis: The Critical Study of Language. Longman.

Gramsci, A. (1971). Selections from the Prison Notebooks (Q. Hoare & G. Nowell Smith, Eds. & Trans.). International Publishers.

Hall, S. (1997). Representation: Cultural Representations and Signifying Practices. Sage Publications.

Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı. (2025, Temmuz 7). ABD Büyükelçisi Tom Barrack’ın Açıklamaları Hakkında Basın Bildirisi. https://www.mfa.gov.tr

van Dijk, T. A. (2006). Ideology and discourse analysis. Journal of Political Ideologies, 11(2), 115–140. https://doi.org/10.1080/13569310600687908

Wodak, R., & Meyer, M. (Eds.). (2009). Methods of Critical Discourse Analysis (2nd ed.). Sage Publications.

 

Hiç yorum yok: