İsrail ve Türkiye
Çatışma Rotasında mı?
Prof. Dr. Firuz Demir Yaşamış
İsrail ile Türkiye arasındaki ilişkiler giderek kötüleşiyor ve silahlı çatışmaya doğru gidiyor olabilir.
Türkiye ile İsrail arasındaki
ilişkiler, her iki ülkenin de askeri çatışma olasılığını açıkça kabul
etmesiyle, on yılların en tehlikeli dönemine girdi. Gazze konusunda diplomatik
gerginlikle başlayan süreç, Orta Doğu'nun güvenlik mimarisini yeniden şekillendirme
tehdidinde bulunan daha geniş bir stratejik rekabete dönüştü. Türk ve İsrailli
yetkililerin son açıklamaları, iki ülke arasındaki ilişkilerin son on beş yılın
en düşük seviyesinde olduğunu ve Suriye'nin tartışmalı bölgelerinde çatışma
ihtimalinin belirdiğini ortaya koyuyor.
Bu bozulma, ikili bir anlaşmazlıktan
daha fazlasını temsil ediyor. ABD çıkarları, bölgesel istikrar ve Ortadoğu'daki
nüfuz mücadelesi üzerinde geniş kapsamlı etkileri olabilecek bölgesel güç
dinamiklerinde köklü bir değişime işaret ediyor. İsrail, Başbakan Benjamin
Netanyahu'nun "Büyük İsrail" olarak adlandırdığı, özellikle Haziran
1967 Altı Gün Savaşı'nın ardından İsrailliler tarafından kullanılan geniş
kapsamlı bir hegemonik projeyi sürdürürken, Türkiye askeri modernizasyonunu ve
yerli savunma sanayi programını hızlandırırken, bölgenin stratejik manzarasını
yeniden şekillendirebilecek bir çatışmanın zemini hazır.
Karşılıklı tehdit algıları her iki
tarafta da endişe verici seviyelere ulaştı. İsrailli güvenlik uzmanları artık
Türkiye'yi açıkça birincil bölgesel tehdit olarak tanımlıyor. Bu değerlendirme,
İsrail stratejik planlamasının en üst düzeylerinde resmileştirildi. Geçtiğimiz
Ocak ayında, İsrail hükümeti tarafından görevlendirilen bir komite olan Nagel
Komitesi, Türkiye'yi "stratejik bir tehdit" olarak tanımlayan ve
İsrail'i Ankara ile olası bir savaşa hazırlanmaya çağıran bir rapor yayınladı.
İsrail istihbarat yetkilileri,
gelişmekte olan Türkiye-Katar ittifakının İsrail çıkarları için "stratejik
bir tehdit" oluşturduğunu belirtiyor. Benzer şekilde, Netanyahu'nun Likud
partisi üyesi Diaspora İşleri Bakanı Amichai Chikli, bir televizyon
röportajında İran'dan sonra "sırada Türkiye olmalı" diyerek,
İsrail'in Türkiye'ye karşı uluslararası bir medya kampanyası başlatması
gerektiğini ima ediyor.
Türkiye açısından tehdit
değerlendirmesi de aynı derecede keskin. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan,
Netanyahu'nun Orta Doğu bölgesi için "en büyük tehdit" olduğunu
açıkladı. Aynı zamanda, Türk yetkililer İsrail'in hukuka aykırı tutumunun uluslararası
güvenliğe açık bir tehdit oluşturduğunu belirtiyor. Türk Dışişleri Bakanlığı,
"İsrail, bölge ülkelerinin toprak bütünlüğüne ve ulusal birliğine yönelik
saldırılarıyla bölgemizin güvenliğine yönelik en büyük tehdit haline
gelmiştir" açıklamasında bulundu.
Bu artan söylem, daha derin stratejik
hesaplamaları yansıtıyor. Türk yetkililer, mevcut krizin büyük bir kısmını
Netanyahu'nun liderliğine yüklüyor ve politikalarını tartışmalı ve giderek daha
hesapsız buluyor. Netanyahu'nun iç hesap verebilirlikten kaçınmaya yönelik iç
siyasi stratejileri, Gazze'den Lübnan'a ve Suriye'ye kadar İsrail'in bölgesel
çatışmalarına yol açtı. Netanyahu'nun Gazze Şehri'nin "kontrolünü ele
geçirme" ve "Büyük İsrail" projesini hayata geçirme planlarını
yakın zamanda açıklaması, Ankara'nın komşu devletleri mezhepsel veya etnik
gruplara ayırmayı ve İsrail'in hegemonyasını askeri hakimiyetle güçlendirmeyi
amaçlayan, geniş kapsamlı ve son derece istikrarsızlaştırıcı bir gündem olarak
gördüğü şeyi yansıtıyor.
Netanyahu'nun, İsrail'in Altı Gün
Savaşı'ndaki kesin zaferine atıfta bulunarak "1967 anı" olarak
adlandırdığı şeyi hedeflemesi, bölgesel güç dengelerini askeri güçle kalıcı
olarak değiştirme girişimini akla getiriyor. Türk yetkililer, bunu, özellikle
İsrail'in Suriye'deki operasyonları göz önüne alındığında, ulusal
güvenliklerine doğrudan bir tehdit olarak görüyor. Zira Türk kuvvetleri,
(Suriye'de) önemli bir varlık sürdürüyor ve ülkenin birliğini ve toprak
bütünlüğünü koruyarak istikrarın sağlanması en büyük önceliğe sahip.
Beşşar Esad hükümetinin Aralık 2024'te
devrilmesi, Suriye'yi bir vekalet savaşı alanından, Türkiye ile İsrail arasında
doğrudan bir çatışmanın potansiyel sahasına dönüştürdü. Her iki ülkenin de
Suriye'nin geleceği için zıt bir gündem benimsemesiyle, yanlış hesaplama
tehlikesi önemli ölçüde arttı. Türk yetkililerin Azerbaycan'da İsrailli
mevkidaşlarıyla yaptığı birkaç çatışmayı önleme görüşmelerine ve girişimlerine
rağmen, olası çatışmaları önlemede henüz bir ilerleme kaydedilemedi.
Askeri coğrafya, çatışmayı neredeyse
kaçınılmaz kılıyor. Türk kuvvetleri kuzey Suriye'nin önemli bir bölümünü
kontrol ederken, İsrail operasyonları güneyde ve merkezde yoğunlaştı. İki nüfuz
alanı tehlikeli bir şekilde birbirine yaklaşıyor. Ankara'nın yeni bir
Suriye'den tam olarak yararlanabilmesi için Suriye'de istikrarlı, birleşik,
egemen, terörden arınmış ve müreffeh bir devlete kavuşması şart. Bu vizyon,
yalnızca Suriye'nin komşularının arzularıyla değil, aynı zamanda Suudi
Arabistan, Katar, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa gibi bölgesel ve
uluslararası aktörlerin çıkarlarıyla da örtüşüyor. Ancak iki bölgesel aktör
-İsrail ve İran- böyle bir Suriye'yi kendi çıkarları için bir tehdit olarak
görüyor.
İsrail, devrilen Esad rejimi gibi
azınlık hükümeti yerine çoğunluk temsilli güçlü bir Suriye'nin ortaya
çıkmasını, bölgesel hegemonyasına ve hakimiyetine bir meydan okuma olarak
görüyor. Stratejisi, Suriye'nin zayıf bir hükümet ve parçalanmış bir toplumla
başarısız bir devlet olarak kalmasını ve iç mezhepsel ve etnik çatışmalarla
meşgul olmasını sağlamak üzerine kurulu. Bu amaçla İsrail, Esad'ın
devrilmesinden sonra yeni Suriye güçlerine karşı tarihindeki en kapsamlı hava
harekâtını başlattı. Bu harekât, yeni hükümetin tüm ülke üzerinde kontrol
kurmasını engellemeyi amaçlıyor. İsrail, geçen Temmuz ayında Savunma Bakanlığı
ve cumhurbaşkanlığı ofisi de dahil olmak üzere kilit hükümet makamlarını
özellikle hedef aldı.
Dahası, İsrail, merkezi hükümete karşı
etnik ve mezhepsel azınlıkları açıkça desteklemiş, onları özerklik aramaya ve
potansiyel olarak İsrail nüfuzuna girmeye teşvik etmiştir. Özellikle, bazı
Dürzi ve Kürt liderler, Dürzi azınlığın yaşadığı Suriye'nin güney bölgesini,
Kürt PYD'nin yurdu olan ülkenin kuzeydoğusuna bağlayacak olan sözde "Davut
Koridoru"nun kurulması çağrısında bulunmuşlardır. Bu koridor, İsrail'in
coğrafi nüfuzunu işgal altındaki Golan Tepeleri'nden Türkiye sınırındaki doğu
Suriye ve Irak'a kadar genişletecektir. Ankara, bu planı önemli bir ulusal
güvenlik tehdidi olarak algılamaktadır.
Türkiye ve İsrail'in bu zıt hedefleri,
askeri analistlerin "çatışma geometrisi" olarak adlandırabileceği bir
durum yarattı; bu durumda her iki tarafın temel çıkarları ve hedefleri aynı
anda karşılanamıyor. Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, 21 Temmuz'da böyle bir
durumun kırmızı çizgi olduğunu güçlü bir şekilde ima ederek, Türkiye'nin
çıkarlarını savunacağına ve gerekirse böyle bir planı engellemek için müdahale
edeceğine söz verdi. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Türkiye'nin Suriye'yi
parçalama girişimlerine müdahale edeceğini ve militan grupların Suriye'yi bölme
veya özerkleştirme çabalarını Türkiye'nin ulusal güvenliğine doğrudan bir
tehdit olarak göreceğini belirterek bu tutumunu vurguladı ve "Diplomasi
başarısız olursa müdahale gündeme gelecektir" dedi.
Bu çatışmayı tetikleyen yapısal
faktörler, bireysel liderlik ve Suriye'nin ötesine uzanıyor. Türkiye'nin
küresel emelleri olan bölgesel bir güç olarak ortaya çıkışı, İsrail'in
komşuları üzerinde askeri güçle bölgesel hakimiyet kurma vizyonuyla temelden çelişiyor.
İran'ın nüfuzu azalırken, hem Türkiye hem de İsrail, ortaya çıkan güç boşluğunu
doldurma fırsatı görüyor; bu rekabet, yalnızca diplomatik yollarla
uzlaştırılamayacak bir hal alabilir.
İsrail'in İran'la 12 gün süren ani
savaşının ardından, birçok İsrailli yetkili ve uzman, Türkiye'nin İsrail'in bir
sonraki hedefi olması gerektiğini açıkça belirterek büyük bir coşku yaşadı.
İsrailli güvenlik ve askeri düşünürler, Ankara'ya karşı Kıbrıs ve Yunanistan'ın
da aralarında bulunduğu daha geniş bir bölgesel koalisyon arayışında. İsrail
gazetesi Hayom, "İsrail'in Yunanistan ve Kıbrıs ile koordinasyon halinde,
adanın kuzeyini kurtarmak için bir acil durum operasyonu hazırlaması
gerektiğini" öne sürdü.
Türkiye'nin, Tel Aviv'in İran'la
savaşının ardından algılanan İsrail tehdidine verdiği yanıt kapsamlı ve endişe
verici oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Türkiye'nin füze üretimini
artırma" ve "tam bağımsız savunma sanayii" yeteneklerine ulaşma
planlarını açıklayarak, bu çabaları tırmanan İsrail-İran çatışmasıyla açıkça
ilişkilendirdi. Türkiye Savunma Bakanı Yaşar Güler, İsrail'in "hukuksuz
saldırılarını" kınarken, yetkililerin "Çelik Kubbe" savunma
sistemi olarak adlandırdığı sistemle ülkeyi korumaya yönelik daha geniş
kapsamlı bir stratejinin ana hatlarını çizdi.
Türkiye'nin askeri modernizasyonunun
kapsamı, tehdit değerlendirmesinin ciddiyetini yansıtmaktadır. Hükümet yanlısı
bir Türk düşünce kuruluşu, Türkiye'nin, İsrail'in Yunanistan ile ittifakını ve
dış güçlerin desteğini içeren çok cepheli senaryolara hazırlanması gerektiği
konusunda açıkça uyardı. Türkiye'nin Temmuz 2025'te ilk yerli hipersonik füzesi
Tayfun Blok-4'ü ve sığınak delici silahı Gazze'yi tanıtması, Ankara'nın askeri
öncelikleri ve caydırıcılık mesajları hakkında açık bir sinyal vermektedir. Bu
tür silahlar, özellikle güçlendrsaccccirilmiş yeraltı tesislerini, yani
İsrail'in stratejik varlıklarını korumak için geliştirdiği altyapıyı isabetli
bir şekilde hedef almak üzere tasarlanmıştır.
KAAN savaş uçağı, gelişmiş insansız
hava aracı sistemleri ve yakın zamanda tanıtılan sığınak delici mühimmatlar da
dahil olmak üzere yerli savunma kabiliyetlerinin geliştirilmesi, Ankara'nın
kriz dönemlerinde geleneksel Batılı müttefiklerinin güvenilmezliği olarak
algılayabileceği duruma stratejik bir yanıt teşkil ediyor. Türkiye'nin askeri
yapılanması, yalnızca İsrail'e yanıt vermenin ötesinde daha geniş stratejik
hedeflere hizmet etse de, yerli kabiliyetlere vurgu, bölgesel bir kriz
sırasında silah transferlerini kısıtlayabilecek Batılı tedarikçilere
bağımlılığı azaltma arzusunu da ortaya koyuyor.
Belki de en endişe verici olanı,
güvenlik endişeleri arttıkça Türkiye içinde nükleer silah kabiliyetlerine
yönelik çağrıların artmasıdır. İsrail ile İran arasında yaşanan son çatışma ve
Batı'nın Gazze, Lübnan, Suriye ve İran'daki savaşlarda İsrail'e verdiği
sınırsız destek, Türkiye'nin nükleer kabiliyet geliştirmesi yönündeki iç
çağrıların artmasına yol açmıştır. Böyle bir gelişmenin gerçekleşmesinin
muhtemelen uzun zaman alacağı ve kesinlikle ciddi zorluklarla karşılaşacağı göz
önünde bulundurulsa da, nükleer seçeneklerin değerlendirilmesi bile Türkiye'nin
İsrail'in ciddi tehdit algısını yansıtmaktadır.
Netanyahu, Türkiye ile çatışmanın
"kaçınılmaz" olduğuna inanıyorsa da, Türk yetkililer bu görüşe
katılmayabilir, ancak mevcut İsrail liderliği ve istikrarsızlaştırıcı bölgesel
gündemi altında tehlikenin önemli ölçüde arttığını kabul ediyorlar. Bununla
birlikte, kanıtlar her iki tarafın da çatışmaya hazırlandığını gösteriyor.
İsrailli stratejik planlamacılar, İsrail'in Türkiye ile olası bir savaşa
hazırlanması gerektiği konusunda uyarıda bulunurken, Türk yetkililer İsrail
tehditlerini caydırma ve bunlara karşı koyma ihtiyacından bahsediyor.
Türkiye-İsrail rekabeti, Amerika
Birleşik Devletleri için özellikle ciddi bir ikilem teşkil ediyor.
Washington'ın her iki ülkeyle yakın ilişkileri, uzlaştırılması imkânsız
olabilecek çatışan yükümlülükler yaratıyor. Gerilimler fiili bir çatışmaya
dönüşürse, Amerika'nın hem Ankara hem de Tel-Aviv ile stratejik ortaklıklarını
sürdürme çabaları sürdürülemez hale gelebilir ve bölgesel öncelikler ve ittifak
taahhütleri konusunda zorlu seçimler yapmaya zorlayabilir.
Mevcut dinamikler, acil diplomatik
çabalara rağmen, kısa ve orta vadede bir tür stratejik rekabetin devam
edeceğini gösteriyor. Washington'daki politika yapıcıların önündeki sorun,
tırmanma riskini en aza indirmek ve İsrail'in ABD'yi, büyük olasılıkla orta ve
uzun vadede İsrail'in çıkarına bile olmayacak bir başka Orta Doğu bataklığına
sürüklemesini engellemektir. Bu, ABD'nin salt dilek ve taleplerin çok ötesine
geçmesini ve Netanyahu'ya istikrarsızlaştırıcı politikalarını tamamen
değiştirmesi için ciddi bir baskı yapmasını gerektirecektir. Asıl soru, Başkan
Trump'ın çok geç olmadan harekete geçecek bilgeliğe ve siyasi iradeye sahip
olup olmadığıdır.
Yazar Hakkında: Ali Bakir
Ali Bakir, Katar Üniversitesi'nde
Uluslararası İlişkiler, Güvenlik ve Savunma alanında yardımcı doçent ve
Atlantik Konseyi'nin "Scowcroft Orta Doğu Güvenlik Girişimi" ve Orta
Doğu programlarında Yerleşik Olmayan Kıdemli Üyedir.
Bakir, Ali. (2025). Are Israel and
Türkiye on a Collision Course? The
National Interst.
https://nationalinterest.org/blog/middle-east-watch/are-israel-and-turkiye-on-a-collision-course#:~:text=Are%20Israel%20and,September%2016%2C%202025
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder