ABRAHAM ANLAŞMALARI: İSRAİL, FİLİSTİN VE
TÜRKİYE
Prof. Dr.
Firuz Demir Yaşamış
Giriş
29 Eylül 2025 günü Beyaz Saray’da
Trump–Netanyahu görüşmesi gerçekleşti. Bir hafta önce aynı yerde Trump-Erdoğan
görüşmesi yapılmıştı. Görüşülen temel konulardan biri Filistin-İsrail savaşının
sona erdirilmesi idi. Aynı günlerde Trump ile 8 Orta Doğu ülkesinin liderleri
arasında Gazze konusunda bir başka önemli toplantı yapıldı. Bu görüşmelerde sık
sık atıf yapılan kavramlardan biri ise “İbrahim Anlaşmaları” (Abraham
Accords) oldu.
Bu noktada iki ayrı sürecin birbirine
karıştırılmaması gerekir. Gazze Barış Planı, güncel bir girişim olup henüz
olgunlaşma aşamasındadır ve tarafların tutumları da netleşmemiştir. Nitekim
Hamas, ilk açıklamasında planın yazılı olarak kendilerine iletilmediğini
belirtmiştir. Buna karşılık Abraham Anlaşmaları, 2020 yılında imzalanmıştır. İsrail
ile bazı Arap ülkeleri arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasını öngören ve
bugün hala bölgesel dengeleri etkileyen bir anlaşmalar dizisidir.
Bu yazının amacı, Abraham
Anlaşmaları’nın ne olduğunu ve Türkiye’nin bu sürece bakışını açıklamaktır.
Gazze Barış Planı ise ayrı bir çalışmada ele alınacaktır. Araştırma soruları
ise şunlardır: Abraham Anlaşmaları nedir? Türkiye’nin bu anlaşmalara karşı
izlediği siyasa nasıl bir gelişme izlemiştir?
Abraham
Anlaşmaları Nedir?
Abraham Anlaşmaları 2020 yılında
Amerika Birleşik Devletleri’nin arabuluculuğu ve özellikle Donald Trump
yönetiminin öncülüğüyle imzalanan bir dizi normalleşme anlaşmasını ifade eder.
Bu anlaşmalar, İsrail ile bazı Arap ülkeleri arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasını,
ekonomik, ticari, güvenlik ve kültürel alanlarda iş birliğini hedefler.
İlk imzacı ülkeler (Eylül 2020)
İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn olmuştur. Daha sonra Sudan
(Ekim 2020 ilkesel olarak) ve Fas (Aralık 2020) anlaşmaya katılmışlardır.
Anlaşmada ABD arabuluculuk yapmıştır. Özellikle Trump yönetimi ve Jared Kushner
[1] önemli
bir rol oynamıştır.
Abraham Anlaşmaları’nın amacı İsrail
ile Arap ülkeleri arasındaki uzun yıllardır süren diplomatik kopukluğu aşmak,
bölgesel iş birliğini geliştirmek, İran’a karşı ortak bir cephe oluşturmak ve
ekonomik-siyasi ilişkileri normalleştirmektir.
Öne çıkan maddeler ise karşılıklı
büyükelçilik açılması ve diplomatik ilişkilerin yeniden kurulması, ticaret,
teknoloji, turizm, sağlık ve güvenlik alanlarında iş birliği yapılması, Doğu
Akdeniz ve Orta Doğu’da ekonomik bütünleşmenin sağlanması ve Filistin sorununda
tarafların “iki devletli çözüm” idealine bağlılıklarını ifade etmeleridir. Ancak uygulamada pratikte son konu ikinci
planda kalmıştır.
“Normalleşme”
Kavramı
Abraham Anlaşmaları Arap kamuoyunda
yalnızca diplomatik değil aynı zamanda ideolojik ve duygusal tartışmaların da
odağı olmuştur. Bu kavram uzun süredir Filistin sorunu bağlamında olumsuz
çağrışımlara sahiptir ve çoğu zaman “İsrail’in işgalini kabullenme” anlamına
gelecek şekilde kullanılmaktadır. Dolayısıyla Arap dünyasında Abraham
Anlaşmaları yalnızca devletlerarası diplomatik bir tercih olarak değil, aynı
zamanda halkların kolektif hafızasında direnişin zayıflatılması ve “Filistin
davasına ihanet” olarak algılanmıştır.
Eleştiriler
Filistin yönetimi ve birçok Arap
ülkesi, bu anlaşmaları “Filistin davasına ihanet” olarak değerlendirmiştir. İsrail’in
Batı Şeria’daki yerleşim politikalarında ciddi bir değişiklik olmaması,
anlaşmaların Filistinliler açısından fayda getirmediği eleştirisini doğurmuştur.
Buna karşın, anlaşmaların bölgede “yeni bir jeopolitik mimari” oluşturduğu
görüşü de öne çıktı.
Jared Kushner’in
Rolü
Trump yönetiminde anlaşmaların mimarı
konumundaki Jared Kushner, süreci büyük ölçüde iş insanı mantığı ile
yürütmüştür. Kushner, diplomasi deneyimi olmamasına karşın bölgesel
düzenlemeleri ticari yatırım fırsatları, teknoloji transferi ve ekonomik
kazançlar üzerinden kurgulamıştır. Bu yaklaşım, anlaşmaların kısa vadede
“ekonomik fayda” sağlayabileceğini ortaya koysa da Filistin’in siyasal
beklentilerini tümüyle dışladığı ve sorunu dar bir iş çıkarları çerçevesine
hapsettiği için eleştirilmiştir. Dolayısıyla Kushner’in rolü, diplomatik başarı
olarak sunulsa da aynı zamanda akraba kayırıcılığı (nepotizm), yüzeysel
barış mühendisliği ve “sorunun kök nedenlerini göz ardı eden iş dünyası
yaklaşımı” olarak da değerlendirilmiştir.
Filistin ve Arap
Ligi’nin Tepkileri
Abraham Anlaşmaları, Filistin
tarafında “ihanet” ve “sırtımızdan hançerlenme” söylemleriyle karşılandı.
Filistin yönetimi, anlaşmaları Arap dünyasının 2002 Arap Barış Girişimine
aykırı olarak değerlendirdi. Aynı doğrultuda Arap Ligi içinde de ilk etapta
ciddi çekinceler gündeme geldi. Özellikle Filistin’in yalnızlığını
derinleştirdiği gerekçesiyle yoğun eleştiriler yapıldı. Nitekim BM Genel
Kurulu’nda da anlaşmalar tartışılmış ve birçok üye devlet bunların “kalıcı
barışa değil, bölgesel kutuplaşmaya hizmet edeceğini” savunmuştur.
Yeni Jeopolitik
Mimari Kavramı
Abraham Anlaşmaları yalnızca ikili
diplomatik ilişkilerin normalleşmesi olarak değil, aynı zamanda Orta Doğu’da
“yeni bir jeopolitik mimarinin” kurulması olarak da okunabilir. Bu mimari
birkaç unsur etrafında şekillenmektedir. Birincisi İran karşıtı bloklaşmadır. Körfez
ülkeleri ile İsrail arasındaki iş birliği, Tahran’ın bölgesel etkisine karşı
stratejik bir denge oluşturmayı amaçlamaktadır. İkincisi, Doğu Akdeniz enerji
diplomasisi sorunudur. İsrail’in enerji kaynaklarının Avrupa’ya aktarımı ve
bölgesel boru hattı projeleri normalleşme üzerinden yeni fırsatlar yaratmıştır.
Üçüncüsü, Türkiye’nin dışlanma kaygısıdır. Anlaşmalar, Ankara açısından
yalnızca Filistin sorunu bağlamında değil, aynı zamanda Doğu Akdeniz’deki
enerji ve güvenlik denklemlerinden dışlanma riski açısından da stratejik bir
kırılma olarak algılanmıştır. Dördüncüsü, Türkiye’nin Mavi
Vatan yaklaşımıdır. Ankara, anlaşmaları yalnızca Filistin sorunu değil, aynı
zamanda Doğu Akdeniz’de enerji denkleminden dışlanma riski bağlamında okumaktadır.
“Mavi Vatan” doktrini çerçevesinde Türkiye hem kendi deniz yetki alanlarını hem
de enerji hatlarındaki stratejik konumunu savunma refleksi geliştirmiş
bulunmaktadır.
Gelişmeler
Biden yönetimi de bu anlaşmaları
desteklemeye devam etti. Ancak daha az öncelik verdi. Suudi Arabistan’ın da
katılımı uzun süredir tartışılıştır. Fakat Filistin sorunu ve güvenlik güvenceleri
gibi koşullardan ötürü henüz gerçekleşmedi.
Türkiye’nin
Abraham Anlaşmalarına Bakışı
İlk Tepkiler
(2020)
Türkiye, özellikle BAE-İsrail
anlaşmasını sert şekilde eleştirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, anlaşmayı “Filistin
davasına ihanet” olarak nitelendirdi ve gerekirse BAE ile diplomatik
ilişkilerin askıya alınabileceğini söyledi. Ankara, BAE’nin böyle bir adım
atmasını, bölgedeki güç rekabeti (Doha–Ankara eksenine karşı Abu Dabi–Riyad
ekseni) açısından da olumsuz değerlendirdi. Türkiye, Filistin’in izni ve çıkarı
gözetilmeden atılan bu adımların meşruluğunu sorguladı.
Filistin Bağlamı
Türkiye, geleneksel olarak Filistin sorununda
etkili ve korumacı bir tutum benimsediğinden anlaşmaları “Filistinlileri
masadan dışlama girişimi” olarak gördü. İsrail ile normalleşmenin,
Filistinliler için somut kazanım yaratmadığını, aksine İsrail’in elini
güçlendirdiğini savundu.
Jeopolitik Yarışma
Türkiye, Abraham Anlaşmalarını ABD’nin
bölgede kurmak istediği yeni “anti-İran” ve “anti-Türkiye” ekseni olarak
yorumladı. Özellikle Doğu Akdeniz enerji projeleri ve BAE-Yunanistan
yakınlaşması göz önüne alındığında bu anlaşmaların Türkiye’yi dışlamaya dönük
bölgesel bir stratejinin parçası olduğu düşünüldü.
Zamanla Yumuşama
2021’den itibaren Türkiye, dış
politikada BAE, İsrail, Mısır ve Suudi Arabistan ile normalleşme sürecine girdi.
Bu bağlamda, Ankara artık anlaşmaları doğrudan hedef almaktan çok “Filistin
haklarının korunması koşuluyla her ülke istediği gibi ilişki kurabilir”
çizgisine kaydı. 2022’de BAE ile ilişkilerin hızla toparlanması Türkiye’nin
Abraham Anlaşmaları konusundaki sert söylemlerini yumuşatmasına yol açtı.
2021 sonrası bölgesel konjonktürde Türkiye de
normalleşme adımlarına yöneldi. BAE ile ilişkiler yeniden kuruldu. Abu Dabi’nin
kurduğu Türkiye’de 10 milyar dolarlık yatırım fonu altyapı ve teknoloji
projelerine yönlendirildi. Savunma sanayii alanında da iş birliği kapısı
aralandı. İHA teknolojisi ve ortak üretim projeleri gündeme geldi. Bu süreçte
Ankara, Abraham Anlaşmalarına yönelik sert söylemini yumuşatarak daha yararcı
bir çizgiye kaydı.
Güncel Konum
(2025)
Türkiye, anlaşmaları Filistin davasını
zayıflatan bir gelişme olarak görmeye devam etse de kendi dış politik çıkarları
doğrultusunda bu konuyu ikincil plana itti. Ankara, özellikle ABD-İsrail-Arap
ekseni karşısında denge politikası yürütmeye çalışmaktadır. Bir yandan İsrail
ve BAE ile ekonomik ve teknolojik iş birliği alanları açmaya çalışılırken, diğer
yandan Filistin’in hamisi rolünü sürdürerek Arap dünyasında saygınlığını
korumaya çaba sarfetmektedir. Bugün
Türkiye, bir yandan İsrail ve BAE ile iş birliği olanaklarını ararken diğer
yandan Filistin davasına sahip çıkan retoriğini sürdürmektedir. Bu ikili denge,
Ankara’nın hem bölgesel dışlanmayı önleme hem de Arap kamuoyundaki meşruluğunu
koruma arayışını yansıtmaktadır.
Özetlemek gerekirse, Türkiye, ilk
başta çok sert tepki vermesine karşın, zaman içinde Abraham Anlaşmalarına karşı
tavrını yararcı bir dengeye oturttu. Filistin sorununu dışlamayan, ama bölgesel
yalnızlaşmayı da önlemek isteyen bir yaklaşım benimsenmiştir.
Neden Abraham
İsmi?
“Abraham Anlaşmaları” adının
seçilmesinin nedeni bölgedeki üç büyük İbrahimi dinin (Yahudilik, Hristiyanlık,
İslam) ortak atası olarak kabul edilen Hz. İbrahim’e (Abraham) atıfta
bulunmaktır. Yahudiler için Hz. İbrahim İshak’ın, Müslümanlar için ise
İsmail’in atasıdır. Dolayısıyla Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam’ın ortak
köklerini simgeleştirir. Bu isim, İsrail ile Arap ülkeleri arasındaki
normalleşmenin sadece siyasal ve ekonomik değil, aynı zamanda kültürel ve dinsel
bir yakınlaşma zemini olarak sunulmasına hizmet etmektedir. Trump yönetimi bu
adı özellikle seçmiş ve anlaşmaların “bölgeyi barışa götüren tarihsel bir adım”
olarak pazarlanması hedeflenmiştir. Siyasal açıdan İsrail ile Arap ülkeleri
arasındaki anlaşmanın “İbrahim’in torunlarını yeniden buluşturduğu” mesajı
verilmek istenmiştir.
“Abraham Anlaşmaları” adlandırması,
yalnızca teknik bir diplomatik tercih değil, aynı zamanda bir simgesel meşruluk
stratejisidir. “İbrahim” figürü Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam için ortak
bir ata kabul edildiğinden bu isim Batı kamuoyunda dinler arası diyalog ve
barış çağrışımıyla olumlu bir algı üretmiştir. Aynı zamanda ABD’nin anlaşmaları
küresel ölçekte daha “barışçıl” ve olumlu imajlı sunma arayışının da bir
parçası olmuştur.
Bununla birlikte, isim seçiminin
dışlayıcı bir yönü de vardır. Filistinliler sürece dahil edilmediği için,
“Abraham” çerçevesi onlar açısından meşruluk yerine marjinalleşme anlamı
taşımaktadır. Filistin kamuoyunda bu adlandırma dinsel bir ortak miras söylemi
altında siyasal dışlanmayı gizleme aracı olarak algılanmış ve tepkileri
artırmıştır.
Ancak eleştirmenler, ismin simgesel
olduğunu ve gerçekte ise asıl nedenin ABD’nin jeopolitik çıkarlarının
sağlanması ve İran karşıtı bloklaşmanın canlı ve güçlü tutulması vurgulamaktadırlar.
Genel
Değerlendirme ve Sonuç
Abraham Anlaşmaları, İsrail ile bazı
Arap ülkeleri arasında diplomatik ilişkilerin yeniden kurulmasını sağlayarak
Orta Doğu jeopolitiğinde tarihsel bir kırılma yaratmıştır. Ancak bu kırılma,
Filistin sorununu çözmekten çok, tarafların jeopolitik ve ekonomik çıkarlarını
öne çıkaran bir düzenleme niteliği taşımaktadır. Anlaşmaların temel vaadi olan
“iki devletli çözüm” söylemde kalmış, uygulamada ise İsrail’in yerleşim
politikaları ve Filistin’in dışlanması sürecin ana eksikliklerini
oluşturmuştur.
Türkiye açısından bakıldığında,
Abraham Anlaşmaları ilk aşamada “Filistin davasına ihanet” olarak
değerlendirilmiş, BAE-İsrail yakınlaşması sert bir retorikle eleştirilmiştir.
Ancak 2021 sonrası dış siyasada girilen normalleşme süreci, Ankara’nın tutumunu
daha yararcı bir çizgiye taşımıştır. Türkiye, bir yandan İsrail ve BAE ile
ekonomik ve teknolojik iş birliği fırsatlarını ararken, diğer yandan
Filistin’in hamisi rolünü sürdürerek Arap dünyasında meşruluğunu korumaya
çalışmaktadır.
Sonuç olarak, Abraham Anlaşmaları hem
bölgesel dengeleri dönüştüren hem de yeni bloklaşmaları tetikleyen bir
süreçtir. Filistin sorunu çözülmedikçe, bu anlaşmaların kalıcı barış üretmesi olanaklı
görünmemektedir. Türkiye’nin bu bağlamda izlediği siyasa, bölgesel
yalnızlaşmayı önleme ile Filistin davasına bağlılık arasındaki dengeyi koruma
çabası olarak özetlenebilir. Anlaşmaların geleceği, özellikle Suudi
Arabistan’ın tutumu ve ABD’nin yeni yönetimlerinin izleyeceği siyasalarla
doğrudan ilişkili olacaktır.
[1] Jared
Kushner, Donald Trump’ın damadı ve başkanlık döneminde başdanışmanı olarak
görev yaptı. Özellikle Orta Doğu politikaları ve Abraham Anlaşmaları sürecinde
en etkili isimlerden biri kabul edilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder