Hakkımda

FİRUZ DEMİR YAŞAMIŞ Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirmiştir (1968). University of Southern California’da planlama (kentsel ve bölgesel çevre) ve kamu yönetimi yüksek lisans programlarını bitirmiştir (1976). Siyaset ve Kamu Yönetimi Doktoru (1991). Yerel Yönetimler, Kentleşme ve Çevre Politikaları bilim dalında doçent (1993). Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı’nın kuruluşu sırasında müsteşar vekili. (1978-80) UNICEF Türkiye temsilciliği. (1982-84) Dünya Bankası’nın Çukurova Kentsel Gelişme Projesi’nde kurumsal gelişme uzmanı. (1984-86) Çankaya Belediyesi’nin kurumsal gelişme projesini yürütmüştür. (1989-91) Yedinci Kalkınma Planı “Çevre Özel İhtisas Komisyonu”nun başkanlığı. DPT “Çevre Yapısal Değişim Projesi” komisyonu başkanlığı. Cumhurbaşkanlığı DDK’nun Devlet Islahat Projesi raportörü. (2000-1) Çevre Bakanlığı Müsteşarı (Şubat 1998 – Ağustos 1999). Sabancı Üniversitesi tam zamanlı öğretim üyesi. (2001-2005) Halen yarı zamanlı öğretim üyesi olarak çeşitli üniversitelerde ders vermektedir. Şimdiye kadar ders verdiği üniversiteler arasında Ankara, Orta Doğu, Hacettepe, Fatih, Yeditepe, Maltepe ve Lefke Avrupa (Kıbrıs) üniversiteleri bulunmaktadır.
Blogger tarafından desteklenmektedir.

Translate

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE
EV

Bu Blogda Ara

13 Eylül 2025 Cumartesi

 

Gürsel Tekin Olayı: Servet, Tehdit ve Siyasal Araçsallaştırma

 

Prof. Dr. Firuz Demir Yaşamış

 

 

 

 

 

 

 

Özet

Bu çalışma, Gürsel Tekin’in “çağrı heyeti başkanı” sıfatıyla üstlendiği rolü bireysel tercihlerle değil, iktidarın muhalefeti araçsallaştırma stratejileri bağlamında incelemektedir. Tekin’in serveti, İçişleri Bakanı’nın doğrudan müdahalesi ve çelişkili mahkeme kararları, onun bağımsız bir siyasal aktör olmaktan çok iktidarın planlı bir kumpas stratejisinde işlevsel konuma geldiğini göstermektedir. Siyasal kapitalizm, zorunlu rıza ve patrimonyalizm kavramları bu süreci açıklamada kuramsal temel sağlamaktadır. Çözümleme, Tekin’in kişisel tercihlerinden ziyade, iktidarın CHP’nin yükselişini frenleme amacına hizmet eden bir stratejik hamle olarak konumlandığını ortaya koymaktadır.

Anahtar kelimeler: Gürsel Tekin, Kayyımlık, Siyasal etik, Patrimonyalizm, Siyasal kapitalizm, Siyasal rıza


 

Giriş

Türkiye siyasal yaşamı yalnızca seçimler yoluyla yarışmanın değil, aynı zamanda siyasal müdahale, yönlendirme ve araçsallaştırma uygulamalarının da belirleyici olduğu bir alandır. Muhalefet partilerinin yükselişe geçtiği dönemlerde iktidarın bu yükselişi frenlemeye dönük stratejiler geliştirdiği çeşitli örneklerle gözlemlenmiştir. Bu bağlamda Gürsel Tekin’in “çağrı heyeti başkanı” (ya da kayyım) sıfatıyla üstlendiği rol sıradan bir parti içi konum ya da yükselme arayışı değil iktidarın muhalefeti denetleme ve yönlendirme çabasının parçası olarak değerlendirilmelidir.

Araştırmanın Amacı ve Hedefleri

Bu çalışmanın amacı, Gürsel Tekin’in söz konusu rolünü bireysel tercihlerle mi, yoksa iktidarın sistemli bir stratejisiyle mi açıklamanın daha isabetli olduğunu incelemektir. Özellikle Tekin’in servetindeki kırılganlık, İçişleri Bakanlığı’nın doğrudan müdahalesi ve çelişkili mahkeme kararları bu sürecin bir siyasal kumpas niteliği taşıdığına işaret etmektedir.

Hedefler:

Tekin’in ekonomik servetinin siyasal baskıya açıklığını çözümlemek.

Mahkeme kararları ve bakanlık müdahalesi örneklerinden hareketle iktidarın kurumsal araçları nasıl yönettiğini göstermek.

Tekin’in durumunu CHP’nin yükselişini frenlemeye yönelik daha geniş bir ‘komplo stratejisi’ içinde konumlandırmak.

“Siyasal kapitalizm”, “zorunlu rıza” ve “patrimonyalizm” gibi kavramsal çerçeveleri kullanarak Türkiye’de muhalefetin araçsallaştırılma biçimlerini tartışmak. [1]

Sonuç olarak CHP’nin siyasal yükseliş sürecine yönelik müdahaleleri bireysel vakalar üzerinden anlamlandırmak.

Araştırma Soruları

Gürsel Tekin’in büyük serveti, onu iktidarın baskı ve yönlendirme stratejilerine nasıl açık hâle getirmiştir?

İçişleri Bakanlığı’nın doğrudan müdahalesi ve çelişkili mahkeme kararları, Tekin’in siyasal rolünü belirlemede nasıl işlev görmüştür?

Tekin’in mahkeme kararları karşısında inisiyatif kullanmaktan kaçınması, kişisel tercih mi yoksa iktidar baskısının sonucu mu olarak değerlendirilmelidir?

Tekin örneği, iktidarın muhalefeti araçsallaştırma yöntemlerine ilişkin hangi mekanizmaları açığa çıkarmaktadır?

Bu süreç, CHP’nin yükselişini frenlemek ve muhalefeti itibarsızlaştırmak için kurgulanmış bir siyasal kumpas olarak nasıl anlamlandırılabilir?

Siyasal kapitalizm, zorunlu rıza ve patrimonyalizm kavramları, Tekin olayını açıklamada hangi katkıları sunmaktadır?

Araştırma Yöntemi

Bu araştırma nitel bir siyasal çözümleme olarak tasarlanmıştır.

Olgu Çözümlemesi: Gürsel Tekin’in rolü tekil bir olgu olarak ele alınmıştır. Diğer siyasal araçsallaştırma olayları inceleme kapsamında değildir.

Belge ve Karar Çözümlemesi: Mahkeme kararları ve bakanlık müdahalesine ilişkin olgular incelenmiştir.

Söylem Çözümlemesi: Tekin’in kamuya yaptığı açıklamalar bağımlılık ilişkileri açısından yorumlanmıştır.

Kuramsal Yorumlama: Siyasal kapitalizm, zorunlu rıza ve patrimonyalizm kavramları çözümlemelerle bütünleştirilmiştir

Amaçlı Örnekleme: Tekin olayı, muhalefeti frenlemeye dönük stratejileri açığa çıkarma gizil gücü nedeniyle seçilmiştir.

Kuramsal Çerçeve

Siyasal Kapitalizm: Siyasal güce dayalı servet üretimi, Tekin’in serveti ile ilgili tartışmalar üzerinden açıklanabilir. Bu durum (şayet doğruysa) Tekin’i iktidar baskısına açık bir figür kılmıştır. Siyasal kapitalizm kavramı, Max Weber’in eserlerinde doğrudan kullanılan bir terim olmasa da Weber’in devlet, iktidar ve ekonomi ilişkilerine ilişkin çözümlemelerinden türetilebilir. Bu kavram, genel olarak siyasal iktidarın ekonomik çıkarlarla iç içe geçtiği ve ekonomik kaynakların siyasal güç üzerinden şekillendiği sistemleri tanımlamak için kullanılır. Weber’e göre iktidar, bir bireyin veya grubun, başka bireylerin iradesine karşı koyma ve kendi iradesini kabul ettirme kapasitesidir. Devlet ise belirli bir coğrafyada meşru şiddet kullanımının tekeline sahip örgüt/kurum olarak tanımlanır. Bu bağlamda devlet, yalnızca yasaları uygulamakla kalmaz, aynı zamanda ekonomik ve sosyal düzenin şekillendirilmesinde etkili bir aktör konumundadır. Siyasal kapitalizm, Weberci bakış açısından değerlendirildiğinde devlet ile kapitalist ekonomik çıkarlar arasındaki karşılıklı ilişkiyi ifade eder. Bu bağlamda Devlet bürokrasisi, siyasal iktidarın ekonomik güç ile ilişkilenmesini sağlayan temel araçlardan biridir. Siyasal elitler, karar alma süreçlerini ekonomik çıkarlar lehine yönlendirebilir. Kapitalist gruplar, siyasal otorite ile yakın ilişkiler kurarak ekonomik üstünlük elde ederken siyasal iktidar da ekonomik kaynakları denetim altında tutarak gücünü ve meşruluğunu pekiştirir. Weber’in akılcı ve hukuksal ve karizmatik otorite kavramları bağlamında, siyasal kapitalizm genellikle akılcı ve hukuksal otorite ile karizmatik liderlik arasında etkileşim veya çatışma yaratır. Ekonomik güç, siyasal otoritenin meşruluğunu güçlendirebilir veya zayıflatabilir. Güncel çalışmalarda siyasal kapitalizm, özellikle otoriterleşen veya devlet kaynaklarının belirli grupların ekonomik çıkarları doğrultusunda yönlendirildiği toplumlarda gözlemlenmektedir. Bu durum, kamu ihaleleri, devlet destekli yatırımlar ve ekonomik kaynakların dağıtımı üzerinden incelenebilir. Türkiye örneği, bazı araştırmacılar tarafından Weberci bakış açısıyla siyasal kapitalizmin somut bir uygulaması olarak değerlendirilmektedir.

Zorunlu Rıza (Gramsci): Tekin’in mahkeme kararları karşısındaki tutumu gönüllü görünse de baskı altında şekillenen bir uyum örneğidir. Antonio Gramsci’nin çalışmalarında ön plana çıkan kavramlardan biri olan zorunlu rıza (hegemoni bağlamında “consent”), egemen sınıfların iktidarını sürdürmesini sağlayan ideolojik ve kültürel mekanizmaları ifade eder. Gramsci’ye göre, bir toplumsal grubun iktidarı yalnızca zor kullanımı ile değil, aynı zamanda toplumsal rıza ve onay ile meşrulaştırılır. Bu bağlamda, zorunlu rıza, toplumsal düzenin devamını sağlayan karmaşık bir meşruluk biçimidir. Gramsci, hegemonya kavramı üzerinden zorunlu rızayı incelemiştir. Hegemonya, egemen sınıfın kültürel ve ideolojik araçlarla kendi değerlerini ve dünya görüşünü toplumun geniş kesimlerine benimsetmesi sürecidir. Bu süreçte, toplumun farklı kesimleri egemen sınıfın çıkarlarını kendi çıkarları gibi benimser ve böylece doğrudan baskı olmaksızın iktidar sürdürülebilir.  Zorunlu rıza kavramı birkaç temel boyutta incelenebilir: Birincisi, ideolojik boyuttur. Toplumun kültürel ve eğitimsel kurumları aracılığıyla bireyler egemen sınıfın değerlerini içselleştirir. Bu süreç, toplumsal norm ve değerlerin hegemonik bir şekilde benimsenmesini sağlar. İkincisi, ekonomik ve siyasal boyuttur. Ekonomik ve siyasal mekanizmalar, bireyleri ve toplumsal grupları belirli davranış biçimlerini kabul etmeye yönlendirir. Bu yönlendirme çoğu zaman görünmez bir biçimde işler ve bireyler kendi iradeleriyle rıza göstermiş gibi görünür. Üçüncüsü zorunlu karakter boyutudur. Zorunlu rıza, adından da anlaşılacağı gibi tamamen özgür bir rıza değildir. Egemen sınıfın baskı ve yaptırım gücü, toplumsal rızanın oluşmasında dolaylı olarak etkili olur. Yani rıza hem gönüllü hem de zorlayıcı unsurların birleşimiyle ortaya çıkar. Gramsci’nin zorunlu rıza kavramı, özellikle çağdaş toplumlarda devletin ve egemen sınıfların iktidarını nasıl meşrulaştırdığını anlamak için önemli bir kuramsal çerçeve sunar. Bu yaklaşım, kültürel ve ideolojik hegemonya ile iktidarın sürdürülebilirliğini açıklamada yaygın olarak kullanılmaktadır.

Devletçi Patrimonyalizm: Mahkemelerin ve İçişleri Bakanı’nın müdahalesi, kurumsal mekanizmaların kişisel ve siyasal hesaplara bağlı kılındığını göstermektedir. Devletçi patrimonyalizm, siyaset bilimi ve sosyoloji yazınında devlet iktidarının büyük ölçüde kişisel, ailesel veya belirli elit grupların çıkarları doğrultusunda yönetildiği bir yönetim biçimini ifade eder. Bu kavram, Weber’in klasik patrimonyal iktidar anlayışından türetilmiş ve çağdaş devlet yapıları bağlamında yeniden yorumlanmıştır. Patrimonyal iktidar, geleneksel olarak, hükümdarın veya elitin özel malvarlığının ve otoritesinin kamu kaynakları üzerinde doğrudan etkili olduğu bir sistem olarak tanımlanır. Devletçi patrimonyalizm, bu mantığı çağdaş devlet yapısına taşıyarak kamu kaynaklarının ve devlet organlarının belirli grupların veya siyasal liderin çıkarlarına yönlendirilmesini kapsar. Bu sistemde Devletin karar alma süreçleri, biçimsel kurallar ve bürokratik mekanizmalar üzerinden değil liderin veya elitin kişisel yetkisi ve tercihleri üzerinden işler. Kamuya ait kaynaklar siyasal bağlılık ve sadakat karşılığında belirli gruplara dağıtılır. Bu dağıtım, ekonomik ve siyasal üstünlükler yaratır ve elitlerin iktidarını pekiştirir. Devlet kurumları bağımsız karar alma kapasitesinden yoksundur ve iktidarın kişisel veya patrimonyal çıkarlarına hizmet eder. Böylece hukukun üstünlüğü ve bürokratik akılcılık zayıflar. Devletçi patrimonyalizm, özellikle otoriterleşme süreçlerinde ve kaynakların merkezi otorite eliyle dağıtıldığı toplumlarda gözlemlenir. Çağdaş siyaset çözümlemelerinde devletçi patrimonyalizm siyasal kapitalizm ve zorunlu rıza gibi kavramlarla birlikte incelenerek iktidarın hem ekonomik hem de kültürel araçlarla nasıl sürdürüldüğü açıklanabilir.

Bu üç yaklaşım, Tekin’in rolünü bireysel tercihlerden ziyade yapısal bağımlılıklar ve iktidar stratejileri bağlamında anlamlandırmayı olanaklı kılmaktadır.

Olgusal Çözümleme

İçişleri Bakanı’nın Müdahalesi: Tekin’in polis eşliği konusundaki tercihine karşın Bakan’ın polislere birlikte binaya girmesi yolunda talimat vermesi sürecin planlı olduğunu göstermektedir. İçişleri Bakanı’nın müdahalesi, Gürsel Tekin’in kendi tercihleri doğrultusunda hareket etmek istemesine karşın Bakan’ın talimatıyla sürecin yönlendirilmesi olgusu siyasal otoritenin merkeziyetçi ve müdahaleci doğasını göstermektedir. Bu durum, birkaç açıdan önem taşımaktadır. Tekin’in polis eşliği ile CHP İl binasına girmek istememesi ancak Bakan’ın bu konuda kendisine karşı çıkması ve iradesini kabul ettirmesi konusundaki tercihleri normalde bürokratik özerklik çerçevesinde değerlendirilmesi gereken bir yetki alanıdır. Ancak Bakan’ın doğrudan talimatıyla sürecin şekillendirilmesi devlet organlarının karar alma süreçlerinin merkezi otorite eliyle kısıtlandığını ve patrimonyal ya da siyasal kapitalist mantıkla yönlendirildiğini göstermektedir. Bakanın müdahalesinin, Tekin’in tercihlerini göz ardı edecek şekilde sistemli ve eş güdümlü olarak gerçekleşmesi, sürecin raslantısal değil önceden planlanmış olduğunu ortaya koymaktadır. Bu durum, siyasal elitlerin devlet mekanizmalarını kendi stratejik amaçları doğrultusunda kullanabileceğine ilişkin bir örnek oluşturmaktadır. Müdahale, yalnızca zor kullanımı ile sınırlı kalmayıp, aynı zamanda sürecin meşru bir şekilde işletildiği izlenimi verilerek toplumun rızasının alınmasını hedefleyebilir. Bu açıdan olay, zorunlu rıza kavramının çağdaş siyaset süreçlerinde nasıl işlediğine ilişkin somut bir örnek sunmaktadır. Bu bağlamda, İçişleri Bakanı’nın müdahalesi yalnızca Tekin’in kişisel tercihlerini etkileyen bir olay değil, aynı zamanda Türkiye’de siyasal iktidarın merkeziyetçilik, bürokratik yönlendirme ve stratejik planlama kapasitesini gösteren bir vaka olarak değerlendirilebilir.

Çelişkili Mahkeme Kararları: Tekin’in girişim kullanmak yerine “mahkeme yazısı geri alınmadıkça göreve devam edeceğiz” söylemi bağımlılığı pekiştirmiştir. Gürsel Tekin’in, ilgili mahkeme kararlarının çelişkili olmasına rağmen “mahkeme yazısı geri alınmadıkça sürece devam edeceğiz” ifadesini kullanması hukuksal bağımlılık ve bürokratik kısıtlılık olgusunu ortaya koymaktadır. Mahkemeler arasındaki çelişkili kararlar, bürokratik aktörlerin hareket alanını daraltır ve sürecin belirsiz bir zeminde yürütülmesine yol açar. Tekin’in mahkeme yazısını bekleme tercihi hukuksal süreçlere uyma zorunluluğu nedeniyle kendi girişim gücünün sınırlı olduğunu göstermektedir. Bu yaklaşım, Tekin’in karar alma süreçlerinde merkezi otoritenin etkisine olan bağımlılığını pekiştirir. Mahkeme kararları aracılığıyla süreç üzerinde denetim sağlanması siyasal ve bürokratik mekanizmaların merkezi otoriteye hizmet edecek biçimde işlediğini göstermektedir. Mahkeme kararları arasındaki çelişki, aynı zamanda siyasal aktörlerin ve bürokratların süreci tek başına yönlendirme kapasitesini sınırlandırır. Tekin’in söylemi hukuksal belirsizlik altında stratejik olarak edilgin kalmayı ve merkezi otorite talimatlarını beklemeyi tercih ettiğini ortaya koymaktadır. Sonuç olarak, çelişkili mahkeme kararları ve Tekin’in buna yönelik tutumu, hukuki belirsizlik, merkezi otoriteye bağımlılık ve bürokratik kısıtlılık ilişkisini somut bir örnekle göstermektedir. Bu olgu, çağdaş siyasal yönetim süreçlerinde hukuksal ve bürokratik mekanizmaların nasıl siyasal stratejilerle iç içe geçtiğini açıklamada önemli bir örnek olay oluşturmaktadır.

Servet Unsuru: Servetin kaynağına ilişkin belirsizlik Tekin üzerinde sürekli bir baskı mekanizması yaratmıştır. [2]

Söylem ve Girişim: Tekin’in açıklamaları, özerkliğini değil, iktidar stratejisine uyumunu yansıtmaktadır. Gürsel Tekin’in açıklamaları, görünürde kendi özerk kararlarını yansıtır gibi görünse de aslında siyasal iktidarın stratejik yönlendirmelerine uyum sağladığını göstermektedir. Tekin’in kullandığı söylemler bireysel girişim veya bağımsız davranma yeteneği yerine merkezi otoritenin hedef ve taktikleri doğrultusunda şekillendirilmektedir. Bu durum, siyasal aktörlerin özerklik ve rıza arasında nasıl denge kurduklarını ve bürokratik süreçlerde merkezi otoriteye olan bağımlılığı ortaya koymaktadır. Tekin’in söylem ve girişimleri, hukuki ve bürokratik kısıtlılıklarla birlikte siyasal stratejilere uyum sağlama dinamiklerini açıklayan somut bir örnek olmak durumundadır. Söylem, yalnızca iletişim aracı değil, aynı zamanda iktidar ilişkilerini ve bürokratik bağımlılığı yeniden üretme mekanizması olarak işlev görmektedir.

Tartışma

Girişim kaybı: Tekin, kritik anlarda bağımsız karar verememiştir. Gürsel Tekin’in kritik anlarda bağımsız karar alamaması bürokratik özerklik ve siyasal girişim kapasitesinin sınırlı olduğunu göstermektedir. Tekin’in tutumu, görünürde kendi seçimine uygun kararlar alıyormuş gibi görünse de aslında merkezi otoritenin stratejik yönlendirmeleri doğrultusunda hareket ettiğini ortaya koymaktadır. Bu durum, bürokratik bağımlılık, hukuksal belirsizlik ve siyasal rıza kavramlarının uygulamada nasıl işlediğine ilişkin somut bir örnek sunmaktadır. Sonuç olarak, Tekin’in girişim gücü kaybı, çağdaş siyasal yönetim süreçlerinde aktörlerin özerklik ve bağımlılık arasında karşılaştıkları sınırlamaları ve merkezi otoriteye uyum stratejilerini anlamak açısından kritik bir örnektir.

Servet kırılganlığı: Ekonomik varlıkları Tekin’i baskıya açık duruma getirmiş olabilir. Gürsel Tekin’in ekonomik varlıkları, yalnızca bireysel mal varlığı olarak değil, aynı zamanda siyasal baskıya açık bir zayıflık unsuru olarak değerlendirilebilir. Servet, aktörün bağımsız hareket etme kapasitesini sınırlayabilir ve merkezi otoritenin yönlendirmelerine karşı savunmasız kılabilir. Bu çerçevede, ekonomik kırılganlık hem bürokratik bağımlılık hem de siyasal rıza süreçleriyle doğrudan ilişkilidir. Ekonomik kaynaklara sahip olmanın getirdiği görünürlük ve risk aktörleri otoriteye uyum göstermeye yönlendirebilir. Sonuç olarak, Tekin’in servet kırılganlığı, çağdaş siyasal sistemlerde ekonomik varlıkların sadece güç unsuru değil, aynı zamanda siyasal bağımlılığı pekiştiren bir etmen olarak işlediğini göstermektedir.

Araçsallaştırma: İktidar, Tekin’i CHP’nin yükselişini frenlemek için işlevsel bir araç durumuna getirmiştir. Gürsel Tekin’in siyasal konumu, yalnızca kişisel seçimi ile değil, merkezi iktidarın stratejik amaçları doğrultusunda şekillendirilen bir araçsallaştırma örneği olarak değerlendirilebilir. Tekin, görünüşte kendi kararlarını alıyormuş gibi görünse de iktidar tarafından CHP’nin yükselişini frenlemek ve parti içi dinamikleri yönetmek amacıyla işlevsel bir araç durumuna getirilmiştir. Bu durum, siyasal aktörlerin özerklik ve bağımlılık arasındaki gerilimi ve bürokratik ve siyasal yönlendirme mekanizmalarının nasıl devreye girdiğini göstermektedir. Araçsallaştırma, aynı zamanda siyasal rıza ve iktidarın stratejik yönlendirme kapasitesini açıklayan somut bir örnektir.

Kurumsal müdahale: Mahkeme ve bakanlık kararları, patrimonyal ilişkilerle uyumludur. Mahkeme ve bakanlık kararları, yalnızca hukuksal veya yönetsel nitelik taşımamakta aynı zamanda patrimonyal ilişkilerle uyumlu bir biçimde siyasal iktidarın çıkarlarını pekiştiren mekanizmalar olarak işlev görmektedir. Bu tür kurumsal müdahaleler, bürokratik özerklik ve hukuksal özerklik alanlarını sınırlayarak aktörlerin merkezi otoriteye bağımlılığını artırır. Sonuç olarak, Tekin örneğinde görüldüğü üzere mahkeme ve bakanlık kararları, kişisel çıkar, merkezi otorite ve bürokratik yönlendirme ilişkilerini meşrulaştırmakta ve siyasal stratejiler doğrultusunda aktörleri yönlendirmede işlevsel bir araç olarak kullanılmaktadır. Bu durum, çağdaş siyasal sistemlerde kurumsal kararların patrimonyal ilişkilerle olan etkileşimini ve bürokratik bağımlılığı anlamak açısından önemlidir.

Kuramsal bağ: Weber, Gramsci ve patrimonyalizm kavramları süreci yapısal bir olgu olarak açıklamaktadır. Gürsel Tekin örneği üzerinden yaşanan süreç, Weber’in iktidar ve bürokrasi çözümlemeleri, Gramsci’nin hegemonya ve zorunlu rıza kavramları ile patrimonyalizm kuramları çerçevesinde incelendiğinde yapısal bir olgu olarak değerlendirilebilir. Weber, bürokratik özerklik ve merkeziyetçi iktidar ilişkilerini inceleyerek devlet mekanizmalarının aktörler üzerindeki kısıtlayıcı rolünü ortaya koyarken Gramsci, egemen sınıfların ideolojik ve kültürel araçlarla toplumsal rıza üretmesini açıklamaktadır. Buna ek olarak, patrimonyalizm kavramı, devlet ve siyasal elitler arasındaki kişisel ve stratejik çıkar ilişkilerini açıklayarak mahkeme ve bakanlık kararlarının aktörleri nasıl yönlendirdiğini göstermektedir. Bu kuramsal çerçeve, Tekin’in söylem, girişim ve ekonomik kırılganlık bağlamında aldığı kararların kişisel tercihlerden ziyade yapısal ve sistemik bir yönlendirme sonucu ortaya çıktığını anlamayı olanaklı kılmaktadır.

Sonuç

Gürsel Tekin olayı, bireysel bir siyasal tercih olarak değil, merkezi iktidarın muhalefeti araçsallaştırma kapasitesinin somut bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Tekin’in servet kırılganlığı, zorunlu rıza mekanizmaları ve patrimonyal devlet uygulamaları Tekin’in özerk bir aktör olarak değil, iktidarın stratejik planı doğrultusunda hareket eden bir aktör olduğunu göstermektedir. Bu bağlamda olay Türkiye’de muhalefetin kurumsal özerkliğini koruma kapasitesinin siyasal süreçlerin sağlıklı işlemesi açısından ne kadar kritik olduğunu ortaya koymaktadır.

Ayrıca, süreç boyunca mahkeme ve bakanlık müdahaleleri, siyasal ve hukuksal kurumların patrimonyal ilişkilerle nasıl işlevsel duruma getirildiğini göstermekte ve böylece çağdaş siyasal sistemlerde aktörlerin özerklik ve bağımlılık arasındaki gerilimi anlamak için önemli bir örnek oluşturmaktadır. Bu olay hem bürokratik bağımlılık hem de siyasal strateji ilişkilerinin Türkiye’deki yansımalarını açıklayan bir önek olay çözümlemesi sunmaktadır.



[1] Bu bağlamda Aydın BŞB Başkanı Çerçioğlu ile Beykoz BB Gürzel'in istifa ederek AKP’ye katılmaları  örneklerini de anımsamak yararlı olacaktır. 31 Mart yerel seçimlerinden bu yana çeşitli partilerden 50 kadar belediye başkanı AKP’ye transfer olmuştur.

[2] Gürsel Tekin, CHP İstanbul İl Başkanlığı'na mahkeme kararıyla kayyım olarak atanmasının ardından, hakkında sosyal medyada yayılan mal varlığı iddialarına yanıt verdi. Söz konusu iddialarda, Tekin'in 300'den fazla daire, 11 şirket ve 7 benzin istasyonu gibi varlıklara sahip olduğu öne sürülmüştü. Tekin, bu iddiaları yalanlayarak, kendisinin 1994 yılında satın aldığı bir ev, eşinin bir dairesi ve bir arabası olduğunu belirtti. Bu açıklamasında, mal varlığının bu kadar abartılı şekilde sunulmasına tepki göstererek, "Kıskanmayın, bir gün sizin de olur" ifadesini kullandı. Ayrıca, 2018 yılında yaptığı bir basın toplantısında, kendisine yönelik benzer mal varlığı iddialarına kinayeli bir şekilde yanıt vermiştir. Bu toplantıda, "Siz 286 daire, 9 villa, 11 şirket, 7 benzin istasyonu olan bir adama gömleğin fiyatını sorar mısınız?" şeklinde esprili bir ifade kullanarak söz konusu iddiaların gerçek dışı olduğunu vurgulamıştır. Sonuç olarak, Gürsel Tekin, hakkındaki mal varlığı iddialarını reddederek mevcut varlıklarının sınırlı olduğunu ve bu tür abartılı iddiaların gerçeği yansıtmadığını belirtmiştir.

Hiç yorum yok: