Hakkımda

FİRUZ DEMİR YAŞAMIŞ Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirmiştir (1968). University of Southern California’da planlama (kentsel ve bölgesel çevre) ve kamu yönetimi yüksek lisans programlarını bitirmiştir (1976). Siyaset ve Kamu Yönetimi Doktoru (1991). Yerel Yönetimler, Kentleşme ve Çevre Politikaları bilim dalında doçent (1993). Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı’nın kuruluşu sırasında müsteşar vekili. (1978-80) UNICEF Türkiye temsilciliği. (1982-84) Dünya Bankası’nın Çukurova Kentsel Gelişme Projesi’nde kurumsal gelişme uzmanı. (1984-86) Çankaya Belediyesi’nin kurumsal gelişme projesini yürütmüştür. (1989-91) Yedinci Kalkınma Planı “Çevre Özel İhtisas Komisyonu”nun başkanlığı. DPT “Çevre Yapısal Değişim Projesi” komisyonu başkanlığı. Cumhurbaşkanlığı DDK’nun Devlet Islahat Projesi raportörü. (2000-1) Çevre Bakanlığı Müsteşarı (Şubat 1998 – Ağustos 1999). Sabancı Üniversitesi tam zamanlı öğretim üyesi. (2001-2005) Halen yarı zamanlı öğretim üyesi olarak çeşitli üniversitelerde ders vermektedir. Şimdiye kadar ders verdiği üniversiteler arasında Ankara, Orta Doğu, Hacettepe, Fatih, Yeditepe, Maltepe ve Lefke Avrupa (Kıbrıs) üniversiteleri bulunmaktadır.
Blogger tarafından desteklenmektedir.

Translate

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE
EV

Bu Blogda Ara

30 Eylül 2025 Salı

 

Akdeniz Enerji Köprüsü: Türkiye İçin Yeni Bir Dışlanma Tehdidi

 

Prof. Dr. Firuz Demir Yaşamış

 

 

 

 

 

Öz

Akdeniz Enerji Köprüsü Yunanistan, Kıbrıs ve İsrail elektrik şebekelerini birbirine bağlamayı hedefleyen ve Avrupa Birliği tarafından finansmanı sağlanan büyük ölçekli bir denizaltı enerji altyapı projesidir. Proje, enerji iş birliği, arz güvenliği ve bölgesel kararlılık sağlamayı amaçlasa da taraf ülkeler arasındaki eş güdüm eksiklikleri, diplomatik gerilimler ve Avrupa Birliği bünyesinde yürütülen yolsuzluk soruşturmaları nedeniyle hedeflenen sonuçları tam olarak gerçekleştirememiştir. Türkiye’nin projeye alınmaması ve AB’nin EPPO aracılığıyla yürüttüğü soruşturma, projeyi teknik bir enerji altyapısından çok, bölgesel jeopolitik, diplomasi ve yönetişim boyutlarıyla çok katmanlı bir girişim durumuna getirmiştir. Bu çalışma, Akdeniz Enerji Köprüsü’nün teknik, ekonomik ve diplomatik boyutlarını ele alarak projenin bölgesel enerji güvenliği ve uluslararası ilişkiler bağlamındaki önemini değerlendirmektedir.

Anahtar Kelimeler: Akdeniz Enerji Köprüsü, Doğu Akdeniz, enerji güvenliği, Avrupa Birliği, EPPO, Türkiye, jeopolitik, altyapı projeleri

 

Abstract

The Great Sea Interconnector (GSI) is a large-scale undersea energy infrastructure project aimed at connecting the electricity grids of Greece, Cyprus, and Israel, financed by the European Union. Although the project intends to promote energy cooperation, supply security, and regional stability, coordination failures among the participating countries, diplomatic tensions, and an EU-led corruption investigation have hindered the achievement of its objectives. Turkey’s exclusion from the project and the investigation conducted by the European Public Prosecutor’s Office (EPPO) have transformed GSI from a purely technical energy infrastructure into a multifaceted initiative with significant geopolitical, diplomatic, and governance implications. This study examines the technical, economic, and diplomatic dimensions of GSI and assesses its relevance for regional energy security and international relations.

Keywords: Great Sea Interconnector, Eastern Mediterranean, energy security, European Union, EPPO, Turkey, geopolitics, infrastructure projects


 

GİRİŞ

“Great Sea Interconnector (GSI), Türkçe yazında ‘Akdeniz Enerji Köprüsü’ olarak anılmaktadır. Bu proje, İsrail, Kıbrıs ve Yunanistan arasında elektrik enterkonnektör hattı kurmayı hedefleyen yüksek gerilim denizaltı kablo sistemidir. Toplam uzunluğu yaklaşık 1.200 kilometre olup, dünyanın en uzun ve en derin denizaltı elektrik kablosu olma iddiasını taşımaktadır. Projenin maliyeti yaklaşık 2 milyar avro olarak öngörülmekte, kapasitesinin ise 2.000 MW düzeyine ulaşacağı hesaplanmaktadır. Güzergah İsrail’den başlayarak Kıbrıs’a, oradan Girit’e ve Yunanistan ana karasına uzanmaktadır.

Proje, yalnızca teknik bir altyapı girişimi olarak değil, aynı zamanda bölgesel enerji güvenliği ve Avrupa Birliği’nin enerji çeşitlendirme açısından stratejik bir önem taşımaktadır. Kıbrıs, bu sayede Avrupa elektrik ağıyla bütünleştirilmekte ve adanın enerji açısından yalıtılmışlığı sona ermektedir. İsrail açısından proje, fazla elektrik üretiminin ve özellikle yenilenebilir kaynaklardan elde edilen enerjinin Avrupa’ya ihraç edilmesi olanağı yaratmaktadır. Yunanistan ise bu süreçte enerji geçişinin merkez ülkesi konumuna gelmektedir. Avrupa Birliği için GSI, Rusya’ya olan enerji bağımlılığını azaltma hedefiyle uyumlu bir adım niteliği taşımaktadır.

Türkiye açısından Akdeniz Enerji Köprüsü farklı bir anlam kazanmaktadır. Ankara, Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanları ve enerji kaynakları bağlamında “Mavi Vatan” doktrini çerçevesinde etkili bir aktör olmayı hedeflemektedir. Ancak GSI’nin kapsamı dışında bırakılması, Türkiye’de bu girişimin jeopolitik dışlanma aracı olarak yorumlanmasına yol açmaktadır. Ayrıca kablonun güzergahı Türkiye’nin münhasır ekonomik bölge iddialarıyla çakışma olasılığı taşıdığı için olası diplomatik gerilimler barındırmaktadır. Bu nedenle GSI, yalnızca bir enerji altyapısı değil, aynı zamanda bölgesel yarışmanın ve stratejik güç dengelerinin yeniden şekillenmesinde etkili bir unsur olarak değerlendirilmektedir.

ÇÖZÜMLEME

Akdeniz Enerji Köprüsü Nedir ve Neden Önemlidir?

Yukarıda da belirtildiği üzere, Akdeniz Enerji Köprüsü İsrail, Kıbrıs ve Yunanistan arasında elektrik şebekelerini birbirine bağlayacak bir yüksek gerilim denizaltı kablo sistemidir. Toplam uzunluğu yaklaşık 1.200 km olacak bu hat, dünyanın en uzun ve en derin denizaltı elektrik kablosu olma özelliğini taşımayacaktır. Teknik özellik olarak proje 2.000 MW’a kadar elektrik taşıyabilme kapasitesine sahip olacaktır. Projenin maliyeti yaklaşık 2 milyar Avro civarındadır. Kablo3.000 metreyi aşan deniz tabanı derinliğine yerleştirilecektir. Projenin güzergahı İsrail, Kıbrıs, Girit ve Yunanistan ana karası şeklindedir.

Beklenen Yararlar

Projenin en büyük yararı taraf ülkeler arasında ve AB için enerji güvenliği sağlamasıdır. Kıbrıs “enerji adası” olmaktan çıkıp Avrupa elektrik şebekesine bağlanacaktır. Avrupa, Rus gazına bağımlılığı azaltmak için Doğu Akdeniz’in elektrik üretim gücünü sistemle bütünleştirecektir. İsrail elektrik fazlasını ve yenilenebilir enerji kaynaklarını Avrupa’ya ihraç etme olanağına kavuşacaktır. Yunanistan “enerji köprüsü” rolüyle Doğu Akdeniz’den Avrupa’ya enerji geçişinde merkez ülke olma fırsatı yakalayacaktır.

Stratejik Önemi

Bu proje sadece bir teknik altyapı değil aynı zamanda bir jeopolitik araç olarak kabul edilmektedir. Proje, Doğu Akdeniz enerji diplomasisinin merkezinde yer alacaktır. Avrupa Birliği tarafından stratejik öncelikli proje olarak ilan edilmiştir. Proje bölgedeki güç dengelerini etkileyecektir. İsrail, Kıbrıs ve Yunanistan’ı birbirine yakınlaştırırken Türkiye dışlanmış olacaktır.

Türkiye için bu proje iki açıdan önemlidir. Birincisi dışlanma riskidir. Ankara, Mavi Vatan doktrini çerçevesinde Doğu Akdeniz’de söz sahibi olmak isterken bu projede yer almaması dışlanma algısını pekiştirecektir. Projenin güzergahı, Türkiye’nin deniz yetki alanı iddialarıyla çakışma potansiyeli taşımaktadır. Bu durum diplomatik ve askeri gerilimlere yol açabilir.

Akdeniz Enerji Köprüsü: Kavramsal ve Teknik Çerçeve

Akdeniz Enerji Köprüsü Doğu Akdeniz’de İsrail, Kıbrıs ve Yunanistan’ın elektrik şebekelerini birbirine bağlamayı hedefleyen yüksek gerilim doğru akım (HVDC) altyapı projesidir. Avrupa Birliği tarafından “Ortak Çıkar Projesi” (Project of Common Interest, PCI) statüsü ile stratejik öncelikli projelerden biri olarak kabul edilen GSI, yalnızca teknik bir enerji aktarım hattı değil, aynı zamanda bölgesel enerji güvenliği, jeopolitik denge ve Avrupa Birliği’nin enerji çeşitliliği siyasalarının bir uzantısı olarak değerlendirilmektedir.

Teknik Boyut

Proje, yaklaşık 1.200 km uzunluğunda ve aşamalı olarak 2.000 MW kapasiteye ulaşabilecek bir denizaltı kablo sistemi öngörmektedir. Üç ana etap söz konusudur: İsrail- Kıbrıs bağlantısı, Kıbrıs-Girit bağlantısı ve Girit-Yunanistan anakarası bağlantısı. Bu hat, 3.000 metreyi aşan deniz derinliklerinde yapılması planlanan dünyanın en uzun ve en derin denizaltı elektrik kablosu olma iddiasını taşımaktadır. Tahmini maliyet 1,9–2,5 milyar Avro aralığında olup, finansmanının önemli bir bölümü AB’nin “Avrupa’yı Birleştirme Tesisleri” (Connecting Europe Facility) fonu üzerinden sağlanmaktadır.

Jeopolitik Boyut

Akdeniz Enerji Köprüsü, Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının Avrupa ile bağlantısını sağlayacak stratejik bir altyapı olarak önem taşımaktadır. Proje, Yunanistan, Kıbrıs ve İsrail’i kapsayan bir enerji hattı üzerinden Avrupa elektrik şebekesiyle doğrudan bütünleşme sağlamaktadır. Bu bağlamda, Doğu Akdeniz’deki enerji üretim kapasitesi Avrupa Birliği’nin enerji arz güvenliği stratejisinde kritik bir unsur durumuna gelmektedir. Türkiye’nin projeye alınmaması Ankara’nın bölgesel enerji koridorları üzerindeki etkililiğinin sınırlanmasına yol açabilecek bir gelişme olarak değerlendirilmektedir. Ayrıca proje, bölgesel ittifak ilişkilerinde yeni güç dengelerinin ortaya çıkmasına neden olabilecek bir jeopolitik araç niteliği taşımaktadır.

Ekonomik Boyut

Proje, AB’nin enerji piyasalarına yarışmacı bir katkı sunma olanağı taşımaktadır. Yenilenebilir enerji üretiminde artış gösteren Doğu Akdeniz ülkeleri bu proje sayesinde fazladan ürettikleri elektriği Avrupa pazarına aktarabilecektir. Bu durum, hem bölge ülkelerine yeni gelir kaynakları yaratacak hem de Avrupa’nın enerji ithalatındaki çeşitlenmeyi destekleyecektir. Ayrıca projenin mali boyutu dikkate alındığında AB’nin sağladığı finansal destek Birliğin enerji arz güvenliğini yalnızca siyasal değil aynı zamanda ekonomik bir öncelik olarak tanımladığını göstermektedir.

Enerji Güvenliği Boyutu

Akdeniz Enerji Köprüsü, Avrupa’nın Rusya’ya olan enerji bağımlılığını azaltma stratejisinin bir parçası olarak değerlendirilmektedir. Elektrik iletim hatlarının çeşitlenmesi, Avrupa’nın enerji arzında sürekliliği sağlaması açısından kritik bir öneme sahiptir. Ayrıca projenin denizaltı kablo sistemi aracılığıyla gerçekleştirilmesi, enerji nakil güvenliği açısından karasal hatlara göre daha az jeopolitik risk barındırmaktadır. Bununla birlikte, Doğu Akdeniz’de süregelen siyasal ve hukuksal uyuşmazlıkların proje güvenliği üzerinde olası bir risk unsuru oluşturduğu da göz ardı edilmemelidir.

Stratejik Boyut

GSI, Avrupa’nın Rus gazına olan bağımlılığını azaltma hedefiyle uyumludur ve Doğu Akdeniz’in enerji üretim merkezlerini Avrupa pazarıyla bütünleştirme işlevi üstlenmektedir. Bu bağlamda proje, üç ayrı düzeyde önem arz etmektedir. Birincisi, Kıbrıs açısından. Ada, Avrupa’da elektrik şebekesi yalıtılmış olan tek ülke konumundan çıkarılarak AB enerji sistemiyle bütünleştirilmektedir. İkincisi İsrail açısından. Elektrik fazlası ve yenilenebilir enerji üretimi Avrupa’ya ihraç edilebilecek ve ülke enerji diplomasisinde yeni bir araç kazanacaktır. Üçüncüsü Yunanistan açısından. Enerji geçişinde “transit ülke” rolü pekişmekte ve Atina, Doğu Akdeniz’in Avrupa’ya açılan kapısı konumunu güçlendirmektedir.

Türkiye Boyutu

Türkiye, GSI’nin kapsamı dışında bırakılmıştır. Bu durum Ankara tarafından, “Mavi Vatan” doktrini bağlamında Doğu Akdeniz’deki etki alanının daraltılması ve enerji ekseninde jeopolitik dışlanma olarak okunmaktadır. Ayrıca kablo güzergahı, Türkiye’nin münhasır ekonomik bölge (MEB) iddialarıyla çakışma olasılığı taşımakta ve bu da diplomatik ve deniz yetki alanı gerilimlerini beslemektedir. Ankara, buna karşılık kendi enerji transit altyapılarını (TANAP, TürkAkım) ve “enerji merkezi” vizyonunu öne çıkarmaktadır.

Türkiye Açısından Doğrudan Etkiler

Enerji Transit ve Pazar Erişimi

Akdeniz Enerji Köprüsü’nün Türkiye dışında kalan bir güzergah üzerinden Avrupa pazarına enerji yönelmesi Ankara’nın Doğu Akdeniz kaynakları üzerinden transit rolünü sınırlandırmaktadır. Türkiye’nin enerji koridoru ve ara enerji merkezi olma savı zayıflayabilir. Bunun sonucu olarak Türkiye, bölgesel elektrik ticaretinden ve transit ücretlerinden doğrudan gelir elde etme fırsatlarını kaybedebilir. Uzun vadede enerji arz zincirinde söz sahibi olma kapasitesi azalırsa Türkiye’nin enerji diplomasi araçları kısıtlanacaktır.

Deniz Yetki Alanı (MEB/KKTC İlişkisi) ve Hukuksal Çatışma

Kablo güzergahının Türkiye’nin savladığı münhasır ekonomik bölge (MEB) sınırlarıyla çakışması olasılığı hukuksal itirazlara ve diplomatik gerginliğe yol açmaktadır. Bu durum, hem söz konusu deniz araştırma ve yapım etkinliklerinin gecikmesine hem de Türkiye’nin Kıbrıs konusunda yürüttüğü stratejinin daha sert bir savunma çizgisine evrilmesine neden olabilir. Hukuksal çatışma uzun vadede bölgesel rejim oluşturma süreçlerini karmaşıklaştırır.

Güvenlik ve Askeri Riskler

Proje alansı Doğu Akdeniz’deki deniz güvenliği sorunları ile örtüşmektedir. Türkiye’nin güvenlik endişeleri, gerektiğinde deniz denetimini artırma, araştırma gemilerine müdahaleler veya deniz kuvvetleri manevraları gibi uygulamalara yol açmıştır. Bu uygulamalar proje takvimini geciktirebileceği gibi iki taraflı askeri çatışma riskini de yükseltecektir. Altyapı hedefli sabotaj girişimleri veya deniz kazaları ülkeler arası ve kurumlar arası gerilimi tırmandırabilir.

Türkiye Açısından Dolaylı Etkiler

Bölgesel Jeopolitik Konumlanma

GSI, İsrail-Kıbrıs-Yunanistan eksenini enerji aracılığıyla güçlendirerek Ankara’nın bölgesel diplomatik manevra alanını daraltabilir. Bu gelişme, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de yalnızlaşma riskini artıracaktır. Avrupa kurumları düzeyinde Yunanistan-Kıbrıs hattı ile iş birliği artarken Türkiye’nin diplomatik baskı ve imaj maliyeti yükselecektir.

Ekonomik Rekabet ve Yatırım İklimi

Enerji altyapısının Türkiye dışı bir koridorda gelişmesi bölgesel yatırım yönelimlerini etkileyecektir. Özellikle enerji bağlantıları, yenilenebilir enerji projeleri ve dolaylı sanayi yatırımları Yunanistan-Kıbrıs-İsrail eksenine yönelebilecektir. Bu durum Türkiye’deki yatırımcıların ya da bölgesel projelere katılabilecek teknoloji firmalarının farklı güzergahlara yönelmesine neden olabilir.

İç Siyasada Algı ve Yönetim Müdahalesi

Projeden dışlanma biçimi iç siyasada milliyetçi söylemleri güçlendirme olanağına sahiptir. Hükümete karşıt olanlar projenin Türkiye’yi devre dışı bıraktığı savını kullanarak dış siyasa eleştirileri üretebilecektir. Ayrıca devletin enerji stratejisini gözden geçirme gereksinimi kamuoyunda tartışma yaratabilecektir.

Stratejik Sonuçlar ve Siyasa Etkileri

Uzun Vadeli Enerji Siyasası Gereksinimi

GSI’nin yaşama geçirilme olasılığı Türkiye’yi hem enerji arz güvenliği hem de pazar erişimi açısından farklı stratejiler geliştirmeye zorlayacaktır. Bu bağlamda Türkiye için izlenebilecek stratejik seçenekler şunlardır: (i) bölgesel çok-aktörlü iş birlikleri kurmak; (ii) kendi enterkonnektör transit projelerini hızlandırmak; (iii) yenilenebilir enerji kapasitesini artırarak içeride enerji ihracına yönelik modeller oluşturmak; (iv) enerji diplomasi kanallarını çeşitlendirerek AB ve Rusya gibi aktörlerle dengeli ilişkiler kurmak.

Hukuksal ve Diplomatik Davranış Modelleri

Türkiye, uluslararası deniz hukuku çerçevesinde savlarını görünür kılmak ve hukuksal zemini güçlendirmek için deniz yetki iddialarını belgelendirme çalışmalarını hızlandırabilir, uluslararası mahkemeler ve arabuluculuk mekanizmalarını daha etkili kullanabilir ve bölgesel hukuksal eş güdüm ve kanıt paketleri hazırlayabilir. Diplomatik olarak ise üçüncü taraflarla, örneğin AB üyeleri, ABD, Rusya ile enerji güvenliği ve transit konularında farklı görüşme başlıkları geliştirilmelidir.

Taraf Ülkeler Arasındaki Sorunlar

Akdeniz Enerji Köprüsü projesi, teknik bir enerji altyapısı olmanın ötesinde, İsrail, Kıbrıs ve Yunanistan arasında çok boyutlu eş güdüm ve yönetim sorunlarını da barındırmaktadır. Projenin başlangıç aşamasında, kablo güzergahının Kıbrıs’tan Girit’e ve oradan Yunanistan ana karasına uzanması planlanmış olup, bu süreçte Kıbrıs ve Yunanistan arasında teknik ve mali konular üzerine bazı görüş ayrılıkları ortaya çıkmıştır. Özellikle yatırım paylaşımları, proje yönetimi sorumlulukları ve enerji gelirlerinin dağılımı konularında taraflar arasında net bir görüş birlikteliği sağlanması uzun bir süreyi almıştır. Bu durum, proje eş güdümünü ve tamamlanma süresini olumsuz etkilemektedir.

İsrail, Kıbrıs ve Yunanistan arasında enerji ihracatı ve arz güvenliği stratejileri farklı öncelikler üzerine kuruludur. İsrail’in enerji ihracat hedefleri ile Kıbrıs ve Yunanistan’ın enerji geçiş ve dağıtım stratejileri arasında zaman zaman uyumsuzluklar gözlemlenmektedir. Bu farklılıklar, proje planlamasında gecikmelere ve uygulama süreçlerinde eş güdüm sorunlarına yol açmaktadır.

Bunun yanı sıra, AB’nin proje finansmanı ve denetim süreçleri ile proje ortakları arasındaki eş güdüm eksiklikleri uygulama aşamasında ek zorluklar yaratmaktadır. Fon yönetimi, bürokratik izinler ve sorumluluk paylaşımı konularındaki aksaklıklar projenin zamanında tamamlanmasını ve işletme verimliliğini doğrudan etkilemektedir.

Bölgesel siyasal belirsizlikler de projenin karşılaştığı diğer bir sorun alanını oluşturmaktadır. İsrail-Filistin çatışmaları, Kıbrıs’taki çözülmemiş siyasal statü ve Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları üzerindeki uyuşmazlıklar, altyapının güvenliği ve işletilmesi açısından risk unsurları yaratmaktadır. Bu durum hem proje planlamasında hem de yatırımcı güveninde dalgalanmalara neden olmaktadır.

Ayrıca Türkiye’nin projeye alınmamış olması taraf ülkeler arasında dolaylı bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Türkiye’nin dışlanması, bölgesel enerji iş birliği ve güvenlik mekanizmalarının sürdürülebilirliğini zayıflatmakta ve projenin jeopolitik kararlılık üzerinde belirsizlik yaratmasına katkıda bulunmaktadır.

Bu bağlamda, Akdeniz Enerji Köprüsü projesi, teknik ve ekonomik boyutlarının yanı sıra, taraf ülkeler arasındaki eş güdüm sorunları ve bölgesel siyasal belirsizlikler nedeniyle karmaşık ve uzun vadeli bir girişim olarak değerlendirilmektedir. Bu sorunlar, projenin tamamlanma süresini uzatmakta ve bölgesel enerji dengeleri üzerinde önemli belirsizlikler yaratmaktadır.

Avrupa Birliği’nin Rolü ve Yüklenimi

Akdeniz Enerji Köprüsü projesi, Avrupa Birliği açısından hem stratejik bir enerji altyapısı girişimi hem de bölgesel enerji güvenliğini destekleyen bir siyasal araç olarak önem taşımaktadır. AB, projenin finansmanına önemli ölçüde katkı sağlayarak mali yüklenim üstlenmiş ve böylelikle taraf ülkelerin projeyi gerçekleştirme kapasitesini artırmıştır. Bu finansal destek, projenin tamamlanmasını kolaylaştırmakla birlikte Avrupa Birliği’ni ekonomik ve hukuksal açıdan doğrudan sorumluluk altına sokmaktadır.

Buna ek olarak, proje AB’nin enerji arz güvenliği stratejisinin merkezi bir unsuru olarak görülmektedir. AB, GSI aracılığıyla Doğu Akdeniz’deki enerji üretim kapasitesini Avrupa elektrik şebekesiyle bütünleştirmeyi ve enerji çeşitliliğini artırmayı hedeflemektedir. Bu stratejik sorumluluk, Birliği taraf ülkeler arasında eş güdümü sağlama ve enerji geçişinin sürekliliğini sağlama yükümlülüğü altına sokmaktadır.

AB’nin proje üzerindeki rolü yalnızca finansal ve stratejik boyutla sınırlı kalmamaktadır. Aynı zamanda yönetsel ve teknik eş güdüm açısından merkezi bir aktör olarak konumlanmaktadır. Fon yönetimi, izin süreçlerinin denetimi ve proje ortakları arasında uyumun sağlanması gibi görevler, AB’yi önemli bir yönetim yükü altına sokmaktadır. Bu durum, özellikle Kıbrıs, Yunanistan ve İsrail arasındaki teknik ve yönetimsel uyuşmazlıkların çözümünde AB’nin etkili bir arabulucu ve denetleyici rol üstlenmesini zorunlu kılmaktadır.

Projenin jeopolitik boyutu da AB’nin yükünü artırmaktadır. Türkiye’nin projeye alınmaması ve bölgedeki siyasal belirsizlikler, Avrupa Birliği’ni yalnızca enerji siyasası bağlamında değil, diplomatik ve güvenlik boyutlarında da sorumluluk altına sokmaktadır. Bu bağlamda AB’nin desteği hem bölgesel kararlılığı sağlama hem de taraflar arası çatışmaları en aza indirme kapasitesi ile sınanmakta ve AB açısından stratejik ve siyasal riskler içermektedir.

Akdeniz Enerji Köprüsü projesi, Avrupa Birliği için mali, stratejik ve yönetsel boyutlarda kapsamlı bir yüklenim anlamına gelmekte ve AB’yi bölgesel enerji iş birliği, güvenlik ve diplomasi süreçlerinde merkezi bir aktör durumuna getirmektedir. Bu yüklenim, AB’nin Doğu Akdeniz’deki enerji ve jeopolitik etkililiğini artırmayı hedeflerken, aynı zamanda karşılaşılan teknik, hukuksal ve siyasal sorunlar nedeniyle önemli bir sorumluluk alanı yaratmaktadır.

Türkiye’nin Değerlendirmesi ve Stratejik Yanıtları

Türkiye, Akdeniz Enerji Köprüsü projesinde AB’nin üstlendiği finansal, yönetsel ve stratejik yüklenimi yakından izlemektedir. Ankara açısından AB’nin bu rolü, Doğu Akdeniz’deki enerji dengeleri ve Türkiye’nin bölgesel etkinliğini doğrudan etkileyen bir unsur olarak değerlendirilmiştir. Özellikle, Türkiye’nin projeye alınmaması AB’nin desteklediği İsrail-Kıbrıs-Yunanistan ekseninin güçlenmesine ve Ankara’nın enerji transit konumunun sınırlandırılmasına yol açmaktadır.

Bu bağlamda Türkiye, AB’nin yüklenimini bir fırsat ve risk dengesi olarak okumakta ve enerji koridorları, deniz yetki alanları ve bölgesel iş birliği mekanizmalarını yeniden şekillendirmektedir. Türkiye, kendi enerji stratejisini çeşitlendirmek ve dışlanma etkilerini en aza indirmek amacıyla farklı teknik çözümler geliştirmekte ve kara ve deniz üzerinden enerji aktarım hatları, yenilenebilir enerji projeleri ve enerji depolama kapasiteleri üzerine çalışmalar yürütmektedir.

Diplomatik açıdan Ankara, AB’nin projedeki etkili rolünü hem dengeleyici hem de denetleyici bir çerçevede ele almaktadır. Türkiye, uluslararası hukuk ve MEB iddialarını güçlendirecek hukuksal belgeler, bilimsel raporlar ve jeolojik verilerle AB nezdinde görünürlük sağlamaya çalışmaktadır. Aynı zamanda, bölgesel enerji güvenliği ve iş birliği alanında yararcı diplomasi kanalları açarak AB ve taraf ülkelerle teknik görüşmeler yürütmektedir.

Son olarak Türkiye, AB’nin projeye sağladığı desteğin jeopolitik etkilerini izleyerek, bölgesel dış siyasa stratejilerini buna göre uyarlamaktadır. Bu kapsamda Ankara, enerji geçişi, deniz yetki alanları ve bölgesel iş birliği konularında farklı senaryolar geliştirmekle birlikte hem Türkiye’nin enerji güvenliğini sağlama hem de Doğu Akdeniz’deki diplomatik ve stratejik konumunu koruma amacını gözetmektedir.

Projenin Karşılaştığı Sorunlar ve Riskler

Jeopolitik ve Bölgesel Dışlanma: Türkiye’nin projeye dahil edilmemesi, Doğu Akdeniz’deki enerji ve deniz yetki alanları üzerindeki etkinliğini sınırlamakta ve Ankara tarafından jeopolitik dışlanma olarak algılanmaktadır. Proje, İsrail-Kıbrıs-Yunanistan eksenini güçlendirerek Türkiye’nin bölgesel diplomatik manevra alanını daraltmaktadır.

Hukuksal Görüş Ayrılıkları ve Denizde Yetki Çakışmaları: Kablo güzergahı, Türkiye’nin ‘Münhasır Ekonomik Bölge’ (MEB) savları ve Kıbrıs çevresindeki deniz yetki alanlarıyla çakışma gizil gücüne sahiptir. Bu durum hem uluslararası hukuk çerçevesinde uyuşmazlıklara hem de diplomatik gerilimlere yol açabilmektedir.

Teknik ve Mühendislik Zorlukları: Proje, 3.000 metreyi aşan deniz derinliklerinde yapılacaktır. Bu derinlikte denizaltı kablosu döşeme ve bakım süreçleri hem teknik hem mali açıdan ciddi zorluklar yaratmaktadır. Kablo hattının uzunluğu (~1.200 km) ve farklı deniz tabanı koşulları projenin tamamlanma süresini uzatabilir ve maliyetleri artırabilir.

Finansman ve Ekonomik Riskler: Toplam maliyetin yaklaşık 2 milyar Avro olması ve büyük kısmının AB fonlarından sağlanması, finansman güvenliği ve sürdürülebilirliği açısından riskler taşımaktadır. Güzergahın tamamlanmaması veya gecikmesi yatırım geri dönüş sürelerini uzatabilir ve ekonomik beklentileri olumsuz etkileyebilir.

Bölgesel Enerji ve Siyasal Gerginlikler: Proje, Doğu Akdeniz’deki enerji yarışmasını ve enerji altyapı siyasalarını yeniden şekillendirmektedir. Türkiye ve Yunanistan arasında Doğu Akdeniz enerji hatları ve araştırma alanları ile ilgili mevcut gerilimler, projenin güvenli ve sorunsuz işlemesini tehdit edebilir. Ayrıca İsrail-Filistin gerilimi ve bölgedeki siyasal belirsizlikler proje üzerinde olası güvenlik riskleri yaratmaktadır.

Kurumsal ve Yönetsel Sorunlar: AB içinde ve proje ortakları arasında yönetsel eş güdüm eksiklikleri veya bürokratik gecikmeler gözlemlenmiştir. Bu durum, yapım takvimi, izin süreçleri ve kablo döşeme çalışmaları açısından belirsizlik yaratmaktadır.

Türkiye İçin Siyasa Önerileri

Teknik ve Ekonomik Farklı Güzergahlar: Türkiye, Doğu Akdeniz kaynaklarını Türk şebekesi ve Anadolu üzerinden Avrupa’ya taşıyacak farklı projeler (kara-deniz hibrit çözümler, LNG/elektrik dönüşüm projeleri) değerlendirmelidir.

Enerji Diplomasi Kapsamını Genişletme: AB içinde enerji pazar erişimi ve düzenleme süreçleri konusunda etkili lobi yürütülmeli ve enerji güvenliği söylemi üzerinden Türkiye’nin katkıları vurgulanmalıdır.

Hukuksal Hazırlık: MEB iddialarını destekleyecek hidrolojik, jeolojik ve hukuksal çalışmalar sistemli şekilde derlenmeli ve uluslararası kamuoyuna yönelik raporlama güçlendirilmelidir.

Bölgesel İş Birliği Mekanizmaları: Türkiye, farklı bölgesel enerji mekanizmaları (örneğin Türkiye-Mısır, Türkiye-İsrail teknik ve dolaylı iş birliği olanakları) üzerinden konumunu korumaya çalışmalıdır. Bu bağlamda yararcı ve çıkar bazlı ortaklıklar geliştirilebilir.

İç Enerji Dönüşümü: Yenilenebilir enerji yatırımları, şebeke çağdaşlaştırma ve enerji depolama kapasitesi artırılmalı ve böylece Türkiye hem iç talebi karşılayacak hem de bölgesel arz dalgalanmalarına dayanıklı duruma gelecektir.

Akdeniz Enerji Köprüsü, teknik bir enerji altyapısı olmanın ötesinde, Doğu Akdeniz’de güç dengelerini yeniden şekillendirme gücüne sahip stratejik bir projedir. Türkiye açısından proje hem doğrudan ekonomik ve hukuksal etkiler hem de dolaylı jeopolitik ve iç siyasal sonuçlar üretmektedir. Ankara’nın karşısında iki temel sınav vardır: (i) mevcut dışlanma dinamiklerini azaltacak somut teknik ve diplomatik seçenekler geliştirmek; (ii) hukuksal ve diplomatik zemini güçlendirerek projelerin bölgesel meşruluk mücadelelerinde etkinliklerde bulunmak.

Akdeniz Enerji Köprüsü (GSI) projesi, AB tarafından finansmanı sağlanan büyük ölçekli bir altyapı girişimi olarak saydamlık ve hesap verebilirlik açısından önemli soruları gündeme getirmiştir. Proje, Yunanistan, Kıbrıs ve ilerleyen aşamalarda İsrail arasında denizaltı elektrik iletimi sağlamayı hedeflemektedir. Ancak, projeye ilişkin yürütülen Avrupa Kamu Savcılığı Ofisi (EPPO) soruşturması, potansiyel yolsuzluk ve usulsüzlük iddialarını ortaya koymuştur.

AB VE EPPO BAĞLAMINDA YOLSUZLUK SAVLARI

Akdeniz Enerji Köprüsü projesi AB tarafından sağlanan finansal destek nedeniyle yüksek düzeyde saydamlık ve hesap verebilirlik gereksinimleri içermektedir. Bu çerçevede, Avrupa Kamu Savcılığı Ofisi (European Public Prosecutor’s Office, EPPO) projeye ilişkin olası yolsuzluk ve mali usulsüzlük savlarını incelemektedir. EPPO, AB fonlarının kötüye kullanılmasını, ihale süreçlerinde usulsüzlükleri ve bütçe özgülemelerinin yanlış yönetimini soruşturmakla görevli bağımsız bir kurumdur. Projeye yönelik yürütülen soruşturma, AB’nin finansman sağladığı büyük ölçekli altyapı projelerinde, yalnızca teknik ve ekonomik başarıların değil, aynı zamanda saydamlık ve hesap verebilirlik ilkelerine uyumun da kritik olduğunu göstermektedir. Bu durum, GSI’nin uygulama sürecinde ortaya çıkan yönetişim sorunlarının ve taraf ülkeler arasındaki eş güdüm eksikliklerinin AB açısından da stratejik ve hukuksal riskler barındırdığını ortaya koymaktadır. EPPO, projeye ilişkin olarak olası suç etkinliklerini incelemek üzere bir soruşturma başlatmıştır. Kıbrıs Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis, EPPO'nun bu soruşturmayı başlattığını ve ayrıntıların gizliliği nedeniyle daha fazla bilgi verilemeyeceğini açıklamıştır. Soruşturmanın odağında, projeye ilişkin finansal yönetim, ihale süreçleri ve bütçe özgülemeleri gibi alanlarda yolsuzluk ve usulsüzlükler bulunmaktadır. Projenin finansmanında AB'nin önemli katkıları bulunmakta olup bu durum projeyi yüksek riskli bir denetim alanı durumuna getirmektedir. AB'nin finansal desteği, projeye olan güveni artırmayı amaçlasa da aynı zamanda saydamlık ve hesap verebilirlik gerekliliklerini de beraberinde getirmektedir. Bu bağlamda, EPPO'nun yürüttüğü soruşturma, AB'nin finansman sağladığı projelerdeki olası yolsuzlukları saptama ve önleme konusundaki kararlılığını göstermektedir. GSI projesi, büyük ölçekli altyapı projelerinin yalnızca teknik ve ekonomik başarılarının değil, aynı zamanda saydamlık ve hesap verebilirlik ilkelerine ne derece uyduğunun da değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.

 

GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ: TÜRKİYE BAKIŞ AÇISI

Akdeniz Enerji Köprüsü, planlandığı şekliyle yaklaşık 1.200 kilometre uzunluğunda ve 2 milyar dolarlık maliyetiyle dünyanın en uzun denizaltı enerji kablosu olma özelliğini taşımaktadır. Projenin amacı, Yunanistan, Kıbrıs ve İsrail elektrik şebekelerini birbirine bağlayarak Doğu Akdeniz’de enerji iş birliği, arz güvenliği ve bölgesel kararlılığı güçlendirmektir. Ancak mevcut gelişmeler, bu hedeflerin büyük ölçüde gerçekleştirilemediğini göstermektedir. Proje, taraf ülkeler arasında yeni gerilimler yaratmış, daha önce yakın olan Yunanistan-Kıbrıs ilişkilerini zedelemiş, Avrupa Birliği bünyesinde yolsuzluk savlarına yol açmış ve Yunanistan ile Türkiye arasında diplomatik gerilimleri artırmıştır. Bu durum, teknik ve ekonomik bir altyapı girişiminin, bölgesel jeopolitik, diplomasi ve yönetişim boyutlarıyla etkileşimini açıkça ortaya koymaktadır. Dolayısıyla GSI, yalnızca enerji geçişini kolaylaştıran bir proje olarak değil, aynı zamanda Doğu Akdeniz’de güç dengeleri, uluslararası ilişkiler ve AB’nin stratejik yükümlülükleri açısından da karmaşık ve riskli bir girişim olarak değerlendirilmektedir.

Proje kapsamında ortaya çıkan sorunlar, taraf ülkeler arasındaki eş güdüm eksikliklerinden ve bölgesel siyasal belirsizliklerden kaynaklanmaktadır. Kıbrıs ve Yunanistan arasında yatırım paylaşımları, yönetim sorumlulukları ve gelir dağılımı konularındaki anlaşmazlıklar uygulama sürecini olumsuz etkilemektedir. İsrail’in enerji ihracatı stratejileri ile Kıbrıs ve Yunanistan’ın enerji geçişi öncelikleri arasındaki uyumsuzluklar, teknik ve operasyonel gecikmelere yol açmaktadır. Avrupa Birliği’nin projeye sağladığı finansal destek ve yönetişim yükümlülükleri, AB’yi hem yönetim hem de diplomasi boyutunda merkezi bir aktör konumuna getirmektedir. Bu durum, AB’nin projeye olan stratejik bağlılığını ve yüklenimini artırırken aynı zamanda taraflar arası gerilimlerin çözümünde AB’nin diplomatik sorumluluklarını görünür kılmaktadır.

Türkiye açısından, GSI’nin projeye alınmaması bölgesel enerji dengeleri ve Doğu Akdeniz’deki jeopolitik kararlılık açısından kritik bir eksiklik olarak görülmektedir. Ankara, projeyi yalnızca enerji altyapısı girişimi olarak değil, aynı zamanda AB’nin ve taraf ülkelerin Türkiye’yi dışlayarak kurduğu yeni bölgesel güç dengeleri çerçevesinde değerlendirmektedir. Bu bağlamda Türkiye, enerji geçişi ve deniz yetki alanları konusunda farklı teknik ve diplomatik çözümler geliştirmekte ve enerji koridorları ve uluslararası hukuk çerçevesinde hak savlarını güçlendirmektedir. Aynı zamanda AB’nin projedeki rolünü ve yüklenimini dikkatle izleyerek bölgesel stratejilerini ve diplomatik hamlelerini bu duruma göre uyarlamaktadır.

Akdeniz Enerji Köprüsü projesi, teknik, ekonomik, diplomatik ve jeopolitik boyutları bir arada değerlendirilmesi gereken çok katmanlı bir girişim olarak öne çıkmaktadır. GSI, enerji iş birliğini artırma ve arz güvenliğini sağlama hedeflerini tam olarak gerçekleştirememiş olsa da taraf ülkeler, AB ve Türkiye açısından stratejik dersler ve siyasa belirleme fırsatları sunmaktadır. Türkiye hem enerji güvenliğini sağlamak hem de Doğu Akdeniz’deki diplomatik ve stratejik konumunu korumak amacıyla projenin olası risklerini ve fırsatlarını kapsamlı bir şekilde değerlendirmeye ve gerekli karşı önlemleri almaya devam etmelidir.


 

Kaynakça

 

Anadolu Ajansı. (2025, Eylül 4). European Public Prosecutor's Office launches probe into Greece-Greek Cypriot subsea power cable project. Anadolu Ajansı. Erişim: https://www.aa.com.tr/en/europe/european-prosecutor-office-launches-probe-into-greece-greek-cypriot-subsea-power-cable-project/3678718

Cyprus Mail. (2025, Eylül 4). EU launches investigation into Great Sea Interconnector. Cyprus Mail. Erişim: https://cyprus-mail.com/2025/09/04/eu-launches-investigation-into-great-sea-interconnector

EU Today. (2025, Eylül 5). EPPO opens inquiry into €1.9bn Great Sea Interconnector. EU Today. Erişim: https://eutoday.net/eppo-inquiry-into-e1-9bn-great-sea-interconnector/

European Interest. (2025, Eylül 4). EU Prosecutor investigates possible mishandling of Cyprus cable project. European Interest. Erişim: https://www.europeaninterest.eu/eu-prosecutor-investigates-possible-mishandling-of-cyprus-cable-project/

European Public Prosecutor's Office. (2025). European Public Prosecutor's Office. Erişim: https://www.eppo.europa.eu/

Reuters. (2025, Eylül 4). European prosecutors probe east Med cable project. Reuters. Erişim: https://www.reuters.com/markets/commodities/european-prosecutors-probe-east-med-cable-project-2025-09-04/

Wikipedia. (2025). European Public Prosecutor's Office. Erişim: https://en.wikipedia.org/wiki/European_Public_Prosecutor%27s_Office

Wikipedia. (2025). Great Sea Interconnector. Erişim: https://en.wikipedia.org/wiki/Great_Sea_Interconnector

 

 

Gazze Barış Planı Ön Kestirim

 

 

Prof. Dr. Firuz Demir Yaşamış

 

 

Mevcut Durum

ABD, İsrail ve bazı Arap ülkeleri arasında Trump’ın öncülüğünde 20 maddelik bir barış planı gündemde. Temel bileşenlerden bazıları arasında Gazze’nin askerden arındırılması, İsrail’in bazı bölgelerden kademeli olarak çekilmesi, rehine ve mahkum değişimi, uluslararası denetim ve yardımlarda saydamlık, yeniden kurulma ve insancıl yardımların artırılması bulunmaktadır.  Öte yandan, plan Arap dünyasında ve Filistin tarafında bazı itirazlarla karşılaşmaktadır. Örneğin, Mısır’ın 53 milyar dolarlık yeniden yapılandırma planı Trump’ın “Gazze Rivierası” gibi önerilerine değişik bir seçenek olarak sunulmaktadır. Hamas’ın planı tam olarak kabul edip etmeyeceği henüz belirsizdir.

Öngörüler ve Kestirimler

Kısmi Kabul, Kademeli Uygulama: Planın tüm taraflarca tam kabulü zor görünüyor. Özellikle Hamas’ın “silahsızlanma” ve “yabancı denetim” gibi unsurları kabul etmesi büyük bir engeldir. Bu nedenle plan belki bazı koşullarla kademeli kabul ile yaşama geçirilmeye çalışılabilir. İlk aşamalarda ateşkes, rehine değişimi ve insancıl yardım gibi “daha kolay” bileşenler öne çıkabilir.

Uluslararası Geçici Yönetim ve Teknokrat Yaklaşımı: Planda Gazze için geçici bir yönetim yapısının ve yönetim sürecinin işlemesinde teknokrat figürlerin ve uluslararası desteklerin rolü artıyor gibi görünmektedir. Bu tür bir yaklaşım Hamas’ın doğrudan yönetimden çekilmesi koşulu varsa daha kabul görebilir.

Yeniden Yapım ve İnsancıl Yardım Odaklı Olmak: Bölgede yıkım çok ağırdır. Bu nedenle yeniden yapılandırma ve insancıl yardım planlarının büyük kısmı planda öne çıkacaktır. Ancak finansal kaynak bulma, lojistik ve güvenlik sorunları bu süreci yavaşlatabilir.

Güvenlik Güvenceleri Önemli: İsrail tarafından Hamas’ın silahsızlanması ya da etkisizleştirilmesi, sınır güvenlik denetimi, Batı Şeria ile bağlantılar gibi konularda ciddi güvenlik güvenceleri istenecektir. Bu da planın çok karmaşık görüşme sürecine ve alanına girmesine yol açacaktır.

Arap Dünyası ve Uluslararası Toplumun Rolü Belirleyici: Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri gibi Arap ülkeleri yanında BM, AB gibi kurumların planı desteklemesi ya da farklı planlarla baskı kurmaları önemlidir. Uluslararası finansman ve etkili katılım olmadan plan sürdürülebilir olmayacaktır.

Filistin Yönetimi ve Hamas Uyuşmazlığı: Planın geçerli olması için Filistin’in siyasal aktörleri (özellikle Hamas, Filistin Otoritesi) arasında uyum ve ortak tutum olması gerekmektedir. Bu çok zordur. Hamas’ın koşulları ABD ve İsrail ile tam uyum göstermeyecektir.

“İki Devletli Çözüm” Retoriği Gündemde Kalabilir, Ama Koşulların Netleşmesi Zor: Planın ifadelerinde iki devletli çözüm ideali yer alabilir fakat uygulama yolları, sınırlar, statü gibi kritik konularda belirsizlikler çoktur. Bu konular uzun sürecek görüşmelerin konusu olabilir.

Riskler ve Engeller

Hamas’ın kabul etmemesi planın fiilen başlamaması demektir. İsrail’de koalisyon içindeki aşırı grupların planı sabote etmesi olasılığı yüksektir. Yerel halkın tepkisi, özellikle yerinden edilme ya da göç baskıları uygulanması durumunda toplumsal huzursuzluk çok artacaktır. Finansman ve lojistik sorunları yeniden yapım sürecinin aksamasına neden olabilir. Ayrıca, uluslararası kamuoyunun ve büyük güçlerin (ABD, Rusya, AB, Körfez ülkeleri) tutarsızlığı ya da çıkar çatışmaları önemli riskler yaratacaktır.

29 Eylül 2025 Pazartesi

 

ABRAHAM ANLAŞMALARI: İSRAİL, FİLİSTİN VE TÜRKİYE

 

Prof. Dr. Firuz Demir Yaşamış

 

 

Giriş

29 Eylül 2025 günü Beyaz Saray’da Trump–Netanyahu görüşmesi gerçekleşti. Bir hafta önce aynı yerde Trump-Erdoğan görüşmesi yapılmıştı. Görüşülen temel konulardan biri Filistin-İsrail savaşının sona erdirilmesi idi. Aynı günlerde Trump ile 8 Orta Doğu ülkesinin liderleri arasında Gazze konusunda bir başka önemli toplantı yapıldı. Bu görüşmelerde sık sık atıf yapılan kavramlardan biri ise “İbrahim Anlaşmaları” (Abraham Accords) oldu.

Bu noktada iki ayrı sürecin birbirine karıştırılmaması gerekir. Gazze Barış Planı, güncel bir girişim olup henüz olgunlaşma aşamasındadır ve tarafların tutumları da netleşmemiştir. Nitekim Hamas, ilk açıklamasında planın yazılı olarak kendilerine iletilmediğini belirtmiştir. Buna karşılık Abraham Anlaşmaları, 2020 yılında imzalanmıştır. İsrail ile bazı Arap ülkeleri arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasını öngören ve bugün hala bölgesel dengeleri etkileyen bir anlaşmalar dizisidir.

Bu yazının amacı, Abraham Anlaşmaları’nın ne olduğunu ve Türkiye’nin bu sürece bakışını açıklamaktır. Gazze Barış Planı ise ayrı bir çalışmada ele alınacaktır. Araştırma soruları ise şunlardır: Abraham Anlaşmaları nedir? Türkiye’nin bu anlaşmalara karşı izlediği siyasa nasıl bir gelişme izlemiştir?

Abraham Anlaşmaları Nedir?

Abraham Anlaşmaları 2020 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin arabuluculuğu ve özellikle Donald Trump yönetiminin öncülüğüyle imzalanan bir dizi normalleşme anlaşmasını ifade eder. Bu anlaşmalar, İsrail ile bazı Arap ülkeleri arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasını, ekonomik, ticari, güvenlik ve kültürel alanlarda iş birliğini hedefler.

İlk imzacı ülkeler (Eylül 2020) İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn olmuştur. Daha sonra Sudan (Ekim 2020 ilkesel olarak) ve Fas (Aralık 2020) anlaşmaya katılmışlardır. Anlaşmada ABD arabuluculuk yapmıştır. Özellikle Trump yönetimi ve Jared Kushner [1] önemli bir rol oynamıştır.

Abraham Anlaşmaları’nın amacı İsrail ile Arap ülkeleri arasındaki uzun yıllardır süren diplomatik kopukluğu aşmak, bölgesel iş birliğini geliştirmek, İran’a karşı ortak bir cephe oluşturmak ve ekonomik-siyasi ilişkileri normalleştirmektir.

Öne çıkan maddeler ise karşılıklı büyükelçilik açılması ve diplomatik ilişkilerin yeniden kurulması, ticaret, teknoloji, turizm, sağlık ve güvenlik alanlarında iş birliği yapılması, Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’da ekonomik bütünleşmenin sağlanması ve Filistin sorununda tarafların “iki devletli çözüm” idealine bağlılıklarını ifade etmeleridir.  Ancak uygulamada pratikte son konu ikinci planda kalmıştır.

“Normalleşme” Kavramı

Abraham Anlaşmaları Arap kamuoyunda yalnızca diplomatik değil aynı zamanda ideolojik ve duygusal tartışmaların da odağı olmuştur. Bu kavram uzun süredir Filistin sorunu bağlamında olumsuz çağrışımlara sahiptir ve çoğu zaman “İsrail’in işgalini kabullenme” anlamına gelecek şekilde kullanılmaktadır. Dolayısıyla Arap dünyasında Abraham Anlaşmaları yalnızca devletlerarası diplomatik bir tercih olarak değil, aynı zamanda halkların kolektif hafızasında direnişin zayıflatılması ve “Filistin davasına ihanet” olarak algılanmıştır.

Eleştiriler

Filistin yönetimi ve birçok Arap ülkesi, bu anlaşmaları “Filistin davasına ihanet” olarak değerlendirmiştir. İsrail’in Batı Şeria’daki yerleşim politikalarında ciddi bir değişiklik olmaması, anlaşmaların Filistinliler açısından fayda getirmediği eleştirisini doğurmuştur. Buna karşın, anlaşmaların bölgede “yeni bir jeopolitik mimari” oluşturduğu görüşü de öne çıktı.

Jared Kushner’in Rolü

Trump yönetiminde anlaşmaların mimarı konumundaki Jared Kushner, süreci büyük ölçüde iş insanı mantığı ile yürütmüştür. Kushner, diplomasi deneyimi olmamasına karşın bölgesel düzenlemeleri ticari yatırım fırsatları, teknoloji transferi ve ekonomik kazançlar üzerinden kurgulamıştır. Bu yaklaşım, anlaşmaların kısa vadede “ekonomik fayda” sağlayabileceğini ortaya koysa da Filistin’in siyasal beklentilerini tümüyle dışladığı ve sorunu dar bir iş çıkarları çerçevesine hapsettiği için eleştirilmiştir. Dolayısıyla Kushner’in rolü, diplomatik başarı olarak sunulsa da aynı zamanda akraba kayırıcılığı (nepotizm), yüzeysel barış mühendisliği ve “sorunun kök nedenlerini göz ardı eden iş dünyası yaklaşımı” olarak da değerlendirilmiştir.

Filistin ve Arap Ligi’nin Tepkileri

Abraham Anlaşmaları, Filistin tarafında “ihanet” ve “sırtımızdan hançerlenme” söylemleriyle karşılandı. Filistin yönetimi, anlaşmaları Arap dünyasının 2002 Arap Barış Girişimine aykırı olarak değerlendirdi. Aynı doğrultuda Arap Ligi içinde de ilk etapta ciddi çekinceler gündeme geldi. Özellikle Filistin’in yalnızlığını derinleştirdiği gerekçesiyle yoğun eleştiriler yapıldı. Nitekim BM Genel Kurulu’nda da anlaşmalar tartışılmış ve birçok üye devlet bunların “kalıcı barışa değil, bölgesel kutuplaşmaya hizmet edeceğini” savunmuştur.

Yeni Jeopolitik Mimari Kavramı

Abraham Anlaşmaları yalnızca ikili diplomatik ilişkilerin normalleşmesi olarak değil, aynı zamanda Orta Doğu’da “yeni bir jeopolitik mimarinin” kurulması olarak da okunabilir. Bu mimari birkaç unsur etrafında şekillenmektedir. Birincisi İran karşıtı bloklaşmadır. Körfez ülkeleri ile İsrail arasındaki iş birliği, Tahran’ın bölgesel etkisine karşı stratejik bir denge oluşturmayı amaçlamaktadır. İkincisi, Doğu Akdeniz enerji diplomasisi sorunudur. İsrail’in enerji kaynaklarının Avrupa’ya aktarımı ve bölgesel boru hattı projeleri normalleşme üzerinden yeni fırsatlar yaratmıştır. Üçüncüsü, Türkiye’nin dışlanma kaygısıdır. Anlaşmalar, Ankara açısından yalnızca Filistin sorunu bağlamında değil, aynı zamanda Doğu Akdeniz’deki enerji ve güvenlik denklemlerinden dışlanma riski açısından da stratejik bir kırılma olarak algılanmıştır. Dördüncüsü, Türkiye’nin Mavi Vatan yaklaşımıdır. Ankara, anlaşmaları yalnızca Filistin sorunu değil, aynı zamanda Doğu Akdeniz’de enerji denkleminden dışlanma riski bağlamında okumaktadır. “Mavi Vatan” doktrini çerçevesinde Türkiye hem kendi deniz yetki alanlarını hem de enerji hatlarındaki stratejik konumunu savunma refleksi geliştirmiş bulunmaktadır.

Gelişmeler

Biden yönetimi de bu anlaşmaları desteklemeye devam etti. Ancak daha az öncelik verdi. Suudi Arabistan’ın da katılımı uzun süredir tartışılıştır. Fakat Filistin sorunu ve güvenlik güvenceleri gibi koşullardan ötürü henüz gerçekleşmedi.

Türkiye’nin Abraham Anlaşmalarına Bakışı

İlk Tepkiler (2020)

Türkiye, özellikle BAE-İsrail anlaşmasını sert şekilde eleştirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, anlaşmayı “Filistin davasına ihanet” olarak nitelendirdi ve gerekirse BAE ile diplomatik ilişkilerin askıya alınabileceğini söyledi. Ankara, BAE’nin böyle bir adım atmasını, bölgedeki güç rekabeti (Doha–Ankara eksenine karşı Abu Dabi–Riyad ekseni) açısından da olumsuz değerlendirdi. Türkiye, Filistin’in izni ve çıkarı gözetilmeden atılan bu adımların meşruluğunu sorguladı.

Filistin Bağlamı

Türkiye, geleneksel olarak Filistin sorununda etkili ve korumacı bir tutum benimsediğinden anlaşmaları “Filistinlileri masadan dışlama girişimi” olarak gördü. İsrail ile normalleşmenin, Filistinliler için somut kazanım yaratmadığını, aksine İsrail’in elini güçlendirdiğini savundu.

Jeopolitik Yarışma

Türkiye, Abraham Anlaşmalarını ABD’nin bölgede kurmak istediği yeni “anti-İran” ve “anti-Türkiye” ekseni olarak yorumladı. Özellikle Doğu Akdeniz enerji projeleri ve BAE-Yunanistan yakınlaşması göz önüne alındığında bu anlaşmaların Türkiye’yi dışlamaya dönük bölgesel bir stratejinin parçası olduğu düşünüldü.

Zamanla Yumuşama

2021’den itibaren Türkiye, dış politikada BAE, İsrail, Mısır ve Suudi Arabistan ile normalleşme sürecine girdi. Bu bağlamda, Ankara artık anlaşmaları doğrudan hedef almaktan çok “Filistin haklarının korunması koşuluyla her ülke istediği gibi ilişki kurabilir” çizgisine kaydı. 2022’de BAE ile ilişkilerin hızla toparlanması Türkiye’nin Abraham Anlaşmaları konusundaki sert söylemlerini yumuşatmasına yol açtı. 2021 sonrası bölgesel konjonktürde Türkiye de normalleşme adımlarına yöneldi. BAE ile ilişkiler yeniden kuruldu. Abu Dabi’nin kurduğu Türkiye’de 10 milyar dolarlık yatırım fonu altyapı ve teknoloji projelerine yönlendirildi. Savunma sanayii alanında da iş birliği kapısı aralandı. İHA teknolojisi ve ortak üretim projeleri gündeme geldi. Bu süreçte Ankara, Abraham Anlaşmalarına yönelik sert söylemini yumuşatarak daha yararcı bir çizgiye kaydı.

Güncel Konum (2025)

Türkiye, anlaşmaları Filistin davasını zayıflatan bir gelişme olarak görmeye devam etse de kendi dış politik çıkarları doğrultusunda bu konuyu ikincil plana itti. Ankara, özellikle ABD-İsrail-Arap ekseni karşısında denge politikası yürütmeye çalışmaktadır. Bir yandan İsrail ve BAE ile ekonomik ve teknolojik iş birliği alanları açmaya çalışılırken, diğer yandan Filistin’in hamisi rolünü sürdürerek Arap dünyasında saygınlığını korumaya çaba sarfetmektedir. Bugün Türkiye, bir yandan İsrail ve BAE ile iş birliği olanaklarını ararken diğer yandan Filistin davasına sahip çıkan retoriğini sürdürmektedir. Bu ikili denge, Ankara’nın hem bölgesel dışlanmayı önleme hem de Arap kamuoyundaki meşruluğunu koruma arayışını yansıtmaktadır.

Özetlemek gerekirse, Türkiye, ilk başta çok sert tepki vermesine karşın, zaman içinde Abraham Anlaşmalarına karşı tavrını yararcı bir dengeye oturttu. Filistin sorununu dışlamayan, ama bölgesel yalnızlaşmayı da önlemek isteyen bir yaklaşım benimsenmiştir.

Neden Abraham İsmi?

“Abraham Anlaşmaları” adının seçilmesinin nedeni bölgedeki üç büyük İbrahimi dinin (Yahudilik, Hristiyanlık, İslam) ortak atası olarak kabul edilen Hz. İbrahim’e (Abraham) atıfta bulunmaktır. Yahudiler için Hz. İbrahim İshak’ın, Müslümanlar için ise İsmail’in atasıdır. Dolayısıyla Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam’ın ortak köklerini simgeleştirir. Bu isim, İsrail ile Arap ülkeleri arasındaki normalleşmenin sadece siyasal ve ekonomik değil, aynı zamanda kültürel ve dinsel bir yakınlaşma zemini olarak sunulmasına hizmet etmektedir. Trump yönetimi bu adı özellikle seçmiş ve anlaşmaların “bölgeyi barışa götüren tarihsel bir adım” olarak pazarlanması hedeflenmiştir. Siyasal açıdan İsrail ile Arap ülkeleri arasındaki anlaşmanın “İbrahim’in torunlarını yeniden buluşturduğu” mesajı verilmek istenmiştir.

“Abraham Anlaşmaları” adlandırması, yalnızca teknik bir diplomatik tercih değil, aynı zamanda bir simgesel meşruluk stratejisidir. “İbrahim” figürü Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam için ortak bir ata kabul edildiğinden bu isim Batı kamuoyunda dinler arası diyalog ve barış çağrışımıyla olumlu bir algı üretmiştir. Aynı zamanda ABD’nin anlaşmaları küresel ölçekte daha “barışçıl” ve olumlu imajlı sunma arayışının da bir parçası olmuştur.

Bununla birlikte, isim seçiminin dışlayıcı bir yönü de vardır. Filistinliler sürece dahil edilmediği için, “Abraham” çerçevesi onlar açısından meşruluk yerine marjinalleşme anlamı taşımaktadır. Filistin kamuoyunda bu adlandırma dinsel bir ortak miras söylemi altında siyasal dışlanmayı gizleme aracı olarak algılanmış ve tepkileri artırmıştır.

Ancak eleştirmenler, ismin simgesel olduğunu ve gerçekte ise asıl nedenin ABD’nin jeopolitik çıkarlarının sağlanması ve İran karşıtı bloklaşmanın canlı ve güçlü tutulması vurgulamaktadırlar.

Genel Değerlendirme ve Sonuç

Abraham Anlaşmaları, İsrail ile bazı Arap ülkeleri arasında diplomatik ilişkilerin yeniden kurulmasını sağlayarak Orta Doğu jeopolitiğinde tarihsel bir kırılma yaratmıştır. Ancak bu kırılma, Filistin sorununu çözmekten çok, tarafların jeopolitik ve ekonomik çıkarlarını öne çıkaran bir düzenleme niteliği taşımaktadır. Anlaşmaların temel vaadi olan “iki devletli çözüm” söylemde kalmış, uygulamada ise İsrail’in yerleşim politikaları ve Filistin’in dışlanması sürecin ana eksikliklerini oluşturmuştur.

Türkiye açısından bakıldığında, Abraham Anlaşmaları ilk aşamada “Filistin davasına ihanet” olarak değerlendirilmiş, BAE-İsrail yakınlaşması sert bir retorikle eleştirilmiştir. Ancak 2021 sonrası dış siyasada girilen normalleşme süreci, Ankara’nın tutumunu daha yararcı bir çizgiye taşımıştır. Türkiye, bir yandan İsrail ve BAE ile ekonomik ve teknolojik iş birliği fırsatlarını ararken, diğer yandan Filistin’in hamisi rolünü sürdürerek Arap dünyasında meşruluğunu korumaya çalışmaktadır.

Sonuç olarak, Abraham Anlaşmaları hem bölgesel dengeleri dönüştüren hem de yeni bloklaşmaları tetikleyen bir süreçtir. Filistin sorunu çözülmedikçe, bu anlaşmaların kalıcı barış üretmesi olanaklı görünmemektedir. Türkiye’nin bu bağlamda izlediği siyasa, bölgesel yalnızlaşmayı önleme ile Filistin davasına bağlılık arasındaki dengeyi koruma çabası olarak özetlenebilir. Anlaşmaların geleceği, özellikle Suudi Arabistan’ın tutumu ve ABD’nin yeni yönetimlerinin izleyeceği siyasalarla doğrudan ilişkili olacaktır.



[1] Jared Kushner, Donald Trump’ın damadı ve başkanlık döneminde başdanışmanı olarak görev yaptı. Özellikle Orta Doğu politikaları ve Abraham Anlaşmaları sürecinde en etkili isimlerden biri kabul edilir.