Türkiye’de Otoriterleşme Sürecinde Yargının
Araçsallaştırılması: Yargıda Kadrolaşma ve Hukuksal Süreçlerin Kötüye Kullanımı
Prof. Dr.
Firuz Demir Yaşamış
Öz
Bu makale, Türkiye’de otoriterleşme ve
totaliterleşme eğilimleri bağlamında yargı erkinin rolünü ve işlevini
incelemektedir. Çalışmada, yargının bağımsızlığını kaybetme süreci iki ana
eksen üzerinden çözümleme edilmektedir: (1) iktidar yanlısı yargıç ve
savcıların kadrolaşması yoluyla yargının siyasal denetim altına alınması, (2)
hukuksal süreçlerin kötüye kullanılması. İkinci eksen, tutuklamanın peşin
cezaya dönüşmesi, masumiyet karinesinin ihlali, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının alt mahkemelerce uygulanmaması ve
dayanaksız kanıtlara dayalı kumpas davaları gibi alt boyutlarda ele
alınmaktadır. Makale, yargının Türkiye’de demokratik hukuk devletini koruyan
bir erk olmaktan çıkarılarak iktidarın sürekliliğini sağlayan bir baskı aracına
dönüştüğünü ortaya koymaktadır.
Anahtar
Kelimeler: Türkiye, otoriterleşme,
totaliterleşme, yargı, hukukun üstünlüğü, kadrolaşma
Abstract
This article examines the role and function of the judiciary within the
context of authoritarian and totalitarian tendencies in Turkey. The study
analyzes the erosion of judicial independence along two main axes: (1) the
politicization of the judiciary through the appointment of pro-government
judges and prosecutors, and (2) the misuse of legal processes. The latter is
discussed under four sub-dimensions: the transformation of pre-trial detention
into de facto punishment, the violation of the presumption of innocence, the
refusal of lower courts to implement the rulings of the Constitutional Court
and the European Court of Human Rights and politically motivated trials based
on insufficient or fabricated evidence. The article concludes that the
judiciary in Turkey has been transformed from an institution safeguarding the
rule of law into a mechanism that legitimizes political power and suppresses
opposition.
Keywords: Turkiye, authoritarianism, totalitarianism, judiciary, rule of law,
politicization
GİRİŞ
Demokratik hukuk devletlerinde yargı
kuvvetler ayrılığı ilkesinin temel güvencelerinden biridir. Yargının
bağımsızlığı ve tarafsızlığı yürütme ve yasama karşısında bireylerin haklarını
koruyan ve siyasal iktidarın keyfi müdahalelerine karşı denge sağlayan asli
unsurdur [Dahl, 1989]. Ancak otoriterleşme süreçlerinde yargı bu asli
işlevinden uzaklaştırılarak iktidarın sürekliliğini sağlayan bir araç durumuna
gelir. Bu dönüşüm yalnızca kurumsal bağımsızlığın ortadan kalkmasıyla değil
aynı zamanda yargının etkili bir siyasal özne olarak konumlandırılmasıyla da
gerçekleşir. Bu noktada yazında giderek daha fazla tartışılan “yargısal darbe”
(judicial coup d’état) ve “yargısal eylemcilik” (judicial activism) kavramları
önem kazanmaktadır [Hirschl, 2004; Ginsburg ve Moustafa, 2008].
Yargısal darbe, yargı organlarının
klasik “denge ve denetim” işlevini terk ederek doğrudan siyasal iktidarın
sürdürülmesine hizmet eden müdahalelerde bulunması anlamına gelir. Bu tür
müdahaleler, kimi zaman muhalefetin tasfiyesine, kimi zaman da rejimin otoriter
niteliğini kurumsallaştırmaya yöneliktir. Böylece yargı, edilgin bir bağımlılık
ilişkisinin ötesine geçerek etkili bir şekilde demokratik normların
aşındırılmasında rol oynar.
Türkiye, bu bağlamda son yıllarda
dikkat çekici bir örnek oluşturmaktadır. 2010 ve 2017 anayasa değişiklikleriyle
Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun (HSK) yürütmenin etkisine açılması yüksek yargı
organlarının siyasal atamalar yoluyla dönüştürülmesi ve Cumhurbaşkanlığı
Hükümet Sistemi ile güçler ayrılığının zayıflaması bu yapısal dönüşümün
kurumsal boyutunu göstermektedir [Özbudun, 2019]. 15 Temmuz 2016 darbe girişimi
sonrasında ilan edilen olağanüstü hal süreci yargının yeniden tasarımlanmasını
hızlandırmış ve binlerce yargıç ve savcının ihraç edilmesi ve yerlerine iktidar
yanlısı kadroların getirilmesi yargısal bağımsızlığı ortadan kaldırmıştır
[Yılmaz, 2018].
Bu kurumsal dönüşüm, işlevsel olarak
da yargının iktidar lehine kullanılmasını beraberinde getirmiştir. Tutuklamanın
cezalandırma aracı durumuna gelmesi, masumiyet karinesinin ihlali, Anayasa
Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının alt
mahkemelerce uygulanmaması ve dayanaksız kanıtlarla yürütülen davalar yargının etkili
biçimde siyasal mühendislik aracı haline geldiğini göstermektedir. Bu durum,
yalnızca hukukun üstünlüğünü ortadan kaldırmakla kalmamakta aynı zamanda
yargının “yargısal darbe” niteliği taşıyan karar ve uygulamalarla rejimin
otoriterleşmesine katkıda bulunduğunu ortaya koymaktadır.
Türkiye’de son yıllarda hız kazanan
otoriterleşme ve kısmen totaliterleşme eğilimleri, yalnızca yürütme ve yasama
organlarının gücü tek elde toplamasıyla değil, aynı zamanda yargı erkinin
siyasal süreçlerde üstlendiği yeni rollerle de yakından ilişkilidir. Yargı,
demokratik rejimlerde hukukun üstünlüğünü güvence altına alan, iktidarın
sınırlarını çizen ve yurttaşların haklarını koruyan temel erklerden biridir.
Ancak otoriterleşen rejimlerde yargı, bu asli işlevinden uzaklaştırılarak
iktidarın araçsallaştırdığı, meşruluk üretici ve muhalefeti baskılayıcı bir
mekanizma durumuna dönüştürülmektedir.
Bu bağlamda Türkiye’de yargı uygulamaları
yalnızca iktidarın denetimine girmiş bir kurum olmanın ötesinde, kimi
durumlarda doğrudan “yargısal darbe” niteliği taşıyan eylemlerle de gündeme
gelmiştir. Firuz Demir Yaşamış’ın “Türkiye’de Yargısal Darbe ve Yargısal
Eylemcilik” başlıklı çalışmasında ortaya koyduğu üzere, yargının anayasal
sınırları aşarak siyasal sürece müdahale etmesi, demokratik işleyişin en
kırılgan alanlarından birini oluşturmaktadır. Yargısal darbe kavramı, klasik
anlamda askeri müdahalelerden farklı olarak, demokratik düzenin kurumsal
aktörlerinden biri olan yargının, yetkilerini genişletip siyaseti
şekillendirecek biçimde kullanmasını ifade etmektedir.
Türkiye’de bu tür yargısal
müdahaleler, özellikle yüksek yargı organlarının aldığı kararlarla yasama
iradesini sınırlaması, siyasal aktörlerin etkinlik alanlarını daraltması ve
muhalefeti işlevsizleştirmesi şeklinde somutlaşmıştır. Böylelikle yargı,
demokratik denge ve denetleme mekanizmasının bir unsuru olmaktan çıkıp
otoriterleşme sürecinin etkili bir bileşeni durumuna gelmiştir. Dolayısıyla,
yargının bu ikili rolü (hem iktidarın meşruluk aracı olması hem de yargısal
eylemcilikle demokratik siyasetin alanını daraltması) Türkiye’deki rejim
dönüşümünü anlamak açısından yaşamsal bir öneme sahiptir.
Bu makale, Türkiye’de yargının
otoriterleşme sürecindeki rolünü iki ana eksen üzerinden incelemektedir: (1)
iktidar yanlısı kadroların sistemli biçimde yargıya yerleştirilmesi yoluyla
kurumsal bağımsızlığın aşındırılması, (2) hukuksal süreçlerin kötüye
kullanılması yoluyla işlevsel bağımsızlığın ortadan kaldırılması. Çalışma, bu
iki süreci “yargısal darbe” kavramı bağlamında tartışarak, Türkiye’de yargının
demokratik hukuk devletini koruyan bir erk olmaktan çıkarılıp otoriter bir
rejimin sürekliliğini sağlayan etkili bir siyasal aktöre nasıl dönüştüğünü ve
olumsuz sonuçlarını ortaya koymayı amaçlamaktadır.
ARAŞTIRMANIN AMAÇ
VE HEDEFLERİ
Araştırmanın
Amacı
Bu çalışma, Türkiye’de yargının
otoriterleşme sürecindeki rolünü “yargısal darbe” ve “yargısal eylemcilik”
kavramları çerçevesinde incelemeyi ve yargının demokratik hukuk devleti
üzerindeki etkilerini sistemli biçimde ortaya koymayı amaçlamaktadır.
Araştırmanın
Hedefleri
Kuramsal
Tartışma: Yargısal darbe ve yargısal eylemcilik
kavramlarının yazındaki tanım ve kapsamını tartışmak, kavramsal çerçeveyi
belirlemek.
Kurumsal Boyutun Çözümlenmesi: Türkiye’de yargı bağımsızlığını sınırlayan
kurumsal düzenlemeleri ve uygulamaları değerlendirmek. Bu kapsamda Hakimler ve
Savcılar Kurulu’nun (HSK) yapısındaki değişiklikler, yüksek yargı organlarının
siyasal atamalar yoluyla dönüştürülmesi ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve
güçler ayrılığına etkileri incelenecektir.
İşlevsel Boyutun Çözümlenmesi: Yargının hukuksal süreçleri kötüye kullanma
biçimlerini ele almak. Bu bağlamda tutuklamaların peşin cezalandırma aracı durumuna
gelmesi, masumiyet karinesinin ihlali, Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının alt mahkemelerce uygulanmaması ve dayanaksız
delillerle yürütülen davalar çözümlenecektir.
Rejim Dönüşümü ve
Etkiler: Yargının demokratik denge ve
denetleme mekanizmaları üzerindeki etkilerini değerlendirmek ve otoriterleşme
sürecine katkısı ortaya konulacaktır.
Yazına Katkı: Türkiye örneği üzerinden yargısal darbe
kavramının somut işleyişini göstermek ve akademik yazına özgün katkılar sunmak.
ARAŞTIRMA
SORULARI
Araştırma
Soruları
Yargısal
darbe ve yargısal eylemcilik kavramları yazında nasıl tanımlanmaktadır?
Bu
kavramlar, demokratik hukuk devletinin işleyişini anlamada hangi ölçütleri
sağlamaktadır?
Türkiye’de
yargı bağımsızlığını sınırlayan kurumsal düzenlemeler ve uygulamalar nelerdir?
HSK’nın
yapısındaki değişiklikler, yüksek yargı organlarının siyasal atamalar yoluyla
dönüştürülmesi ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi yargının bağımsızlığını ve
işlevselliğini nasıl etkilemiştir?
Yargının
hukuksal süreçleri kötüye kullanma biçimleri nelerdir ve bunlar yargısal darbe
bağlamında nasıl değerlendirilebilir?
Tutuklamaların
peşin cezalandırma aracı durumuna gelmesi, masumiyet karinesinin ihlali ve
AYM/AİHM kararlarının uygulanmaması yargının demokratik denge üzerindeki
etkisini nasıl şekillendirmiştir?
Yargının
hem iktidarın meşruluk aracı olması hem de demokratik normları aşındırması
Türkiye’de otoriterleşme sürecine nasıl katkıda bulunmuştur?
Türkiye
örneği üzerinden yargısal darbe kavramının somut işleyişi hangi örnekler ve
verilerle desteklenebilir?
YÖNTEM
Bu çalışma, Türkiye’de yargının
otoriterleşme sürecindeki rolünü incelemek amacıyla örnek olay çözümlemesi (case
study) yöntemini temel almaktadır. Örnek olay yöntemi, yargısal darbe ve
yargısal eylemcilik kavramlarının somut uygulamalarını ayrıntılı biçimde ortaya
koymak ve Türkiye bağlamında genelleme yapmak için uygun bir yöntemdir.
Araştırmada tümevarım (inductive)
yaklaşımı kullanılacaktır. Bu yaklaşım, somut dava örneklerinden hareketle
yargının otoriterleşme sürecindeki genel işlevlerini ve mekanizmalarını
belirlemeye olanak sağlamaktadır.
Araştırma kapsamında incelenecek
başlıca davalar ve hukuksal süreçler şunlardır: Ergenekon ve Balyoz davaları, Can
Atalay ve Selahattin Demirtaş davaları, Osman Kavala ve Can Dündar davaları, Gezi
Parkı Davası ve CHP’li belediye başkanlarına yönelik yargısal süreçler. Bu
davalar, Türkiye’de yargının hem kurumsal hem de işlevsel bağımsızlığının nasıl
zayıflatıldığını ve demokratik normların nasıl ihlal edildiğini göstermektedir.
Araştırmada ayrıca uluslararası ve
karşılaştırmalı veri kaynakları kullanılacaktır. Bunlar Freedom House raporları,
V-Dem veri tabanı ve diğer ulusal ve uluslararası hukuk ve demokrasi
göstergeleridir.
Her dava örneği, yargının kurumsal
yapısı, hukuksal süreçleri kötüye kullanma biçimleri ve demokratik dengeye
etkileri açısından incelenecektir. Tümevarım yöntemiyle somut dava
örneklerinden hareketle Türkiye’de yargının otoriterleşme sürecindeki genel
işlev ve rolü çıkarılacaktır.
Deneysel veriler, yargının bağımsızlık
ve demokratik normlara etkisi bağlamında nicel göstergeler sağlayacaktır.
Örnek olay yöntemi ve tümevarım
yaklaşımı yargının somut işleyişini ayrıntılı olarak çözümlemeye ve Türkiye
örneği üzerinden yargısal darbe kavramını somutlaştırmaya olanak tanımaktadır. Deneysel
veriler, nitel çözümlemeleri destekleyerek daha güvenilir ve
karşılaştırılabilir sonuçlar elde edilmesini sağlamaktadır.
KURAMSAL ÇERÇEVE
Bu araştırmanın kuramsal çerçevesi
yargının otoriterleşme süreçlerindeki rolünü anlamak için yargısal darbe (judicial
coup d’état) ve yargısal eylemcilik (judicial activism) kavramları
üzerinden şekillendirilmektedir.
Yargısal Darbe: Hirschl (2004), yargısal darbeyi, yargı
organlarının klasik denge ve denetim işlevini terk ederek doğrudan siyasal
iktidarın sürdürülmesine hizmet eden müdahaleler olarak tanımlamaktadır. Bu
müdahaleler, özellikle yürütme ve yasamanın denetlenmesinde yargının
tarafsızlığının ortadan kalktığı durumlarda gerçekleşir. Ginsburg ve Moustafa
(2008) ise yargının otoriterleşen rejimlerde hem meşruluk üretici hem de
muhalefeti baskılayıcı bir rol üstlendiğini vurgulamaktadır. Türkiye özelinde
Yaşamış (2025) tarafından yapılan çalışmalar yargının anayasal sınırları aşarak
siyasal sürece müdahale etmesinin örneklerini belgelemektedir.
Yargısal
Eylemcilik: Yargısal
eylemcilik yazında, yargının hukukun uygulanmasında etkili rol alması ve bazen
siyasal süreçleri doğrudan etkilemesi olarak tanımlanmaktadır (Stone Sweet,
2000; Shapiro, 2002). Bu bakış açısı, demokratik hukuk devletinde yargının
dengeleyici işlevini aşan durumları açıklamak için kullanılır. Türkiye
örneklerinde, yargının tutuklamaları cezalandırma aracı durumuna getirmesi veya
ulusal/uluslararası mahkeme kararlarını uygulamaması bu kavramın somut
örneklerini oluşturur.
Otoriterleşme ve
Hukukun Üstünlüğü: Demokratik hukuk
devletlerinde yargının bağımsızlığı kuvvetler ayrılığı ilkesinin temel
güvencelerindendir (Dahl, 1989; Lijphart, 1999). Otoriterleşme süreçlerinde ise
yargı, yürütmenin etkisine açılmakta ve demokratik normları aşındıran bir aktör
konumuna gelmektedir (Levitsky ve Way, 2010; Özbudun, 2019). Bu çerçevede yazın,
yargının otoriterleşme süreçlerindeki rolünü hem kurumsal (yapısal bağımlılık
ve atamalar) hem de işlevsel (hukuksal süreçlerin kötüye kullanımı) boyutlarında
tartışmaktadır.
Karşılaştırmalı
Bakış Açıları: Ginsburg ve Huq
(2011), yargının otoriterleşme süreçlerinde farklı ülkelerde benzer işlevler
üstlendiğini göstermektedir. Yüksek yargının siyasal müdahalelere açık duruma
gelmesi, sadece Türkiye’ye özgü bir durum değil, aynı zamanda demokratik
dengeyi aşındıran bir küresel olgu olarak değerlendirilmektedir. Benzer
şekilde, Larkins (1996) yargının bağımsızlığının ihlali ve kurumsal
zayıflamanın otoriterleşmeye etkilerini vurgulamaktadır.
Türkiye Örneği ve
Yazına Katkı: Türkiye
bağlamında yazında, yargının kurumsal ve işlevsel dönüşümü 2010 ve 2017 anayasa
değişiklikleri, 15 Temmuz 2016 sonrası olağanüstü hal uygulamaları ve HSK
reformları üzerinden çözümlenmektedir (Yılmaz, 2018; Yaşamış, 2025). Bu
çalışmada, Ergenekon, Balyoz, Can Atalay, Selahattin Demirtaş, Osman Kavala,
Can Dündar, CHP’li belediye başkanları ve Gezi davaları gibi somut örnekler
üzerinden yargısal darbe ve yargısal eylemcilik uygulamalarının Türkiye’deki
işleyişi incelenecektir.
Kuramsal çerçeve, hem yazındaki
kavramsal tartışmaları Türkiye örneği ile ilişkilendirmekte hem de yargının
kurumsal ve işlevsel boyutlardaki otoriterleşme sürecini açıklamak için bir
temel oluşturmaktadır.
YAZIN TARAMASI
Yargısal Darbe ve
Yargısal Eylemcilik Üzerine Önemli Akademik Çalışmalar
Firuz Demir
Yaşamış'ın Çalışmaları: Yaşamış,
yargısal darbe ve yargısal eylemcilik kavramlarını ayrıntılı şekilde ele
almıştır. Özellikle Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Yüksek Seçim Kurulu ve yerel
yargı organlarının kararlarını inceleyerek, bu kurumların siyasal süreçlere
müdahale etme biçimlerini çözümlemiştir. Yaşamış'a göre, yargının anayasal
sınırları aşarak siyasal sürece müdahalesi demokratik işleyişin en kırılgan
alanlarından birini oluşturmaktadır.
Mustafa Uluçakar
ve Mehmet Fatih Çınar'ın Çalışması:
Uluçakar ve Çınar, Türkiye'de siyaset ve yargı ilişkisini kuvvetler ayrılığı bakış
açısından çözümlemişlerdir. Çalışmalarında, yargı bağımsızlığı ve
tarafsızlığının nasıl yapılandığını ve bu ilişkinin giderek daha fazla
silikleştiğini vurgulamışlardır. Bu durumun kuvvetler ayrılığı ilkesinin
zayıflamasına yol açtığını belirtmişlerdir.
Uluslararası Af
Örgütü'nün Raporu: Uluslararası Af
Örgütü, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından Türkiye'de yargı mensuplarına
yönelik kitlesel ihraçların ve baskıların arttığını raporlamıştır. Bu durumun,
yargının bağımsızlığını ve adalet sisteminin etkinliğini ciddi şekilde zayıflattığını
vurgulamıştır.
Nuno Garoupa ve
Rok Spruk'un Çalışması: Garoupa ve
Spruk, 2010 anayasa referandumunun Türkiye'deki yargı bağımsızlığı üzerindeki
etkilerini incelemişlerdir. Yaptıkları deneysel çözümleme bu reformların,
hükümetin yargı üzerindeki denetimini artırarak yargı bağımsızlığının ciddi
şekilde erozyona uğramasına neden olduğunu göstermektedir.
Türkiye'de
Yargısal Darbe ve Yargısal Eylemcilik Üzerine Tartışmalar
19 Mart 2025
Kararı ve Yargısal Darbe Tartışması:
CHP'nin 19 Mart 2025 tarihli kararını "yargısal darbe" olarak
nitelemesi, bu kavramın Türkiye'de siyasal söylemde de tartışılmasına yol
açmıştır. Prof. Dr. Firuz Demir Yaşamış bu kararın yargısal darbe
sayılabileceğini belirtmiştir.
FETÖ'nün Yargısal
Darbe Teşebbüsleri: FETÖ'nün 2012'de
başlattığı 17-25 Aralık soruşturmaları ve 7 Şubat MİT krizi, yargının siyasal
amaçlarla nasıl kullanıldığını gösteren örneklerdir. Bu süreçler, yargının
bağımsızlığının zayıflamasına ve siyasal müdahalelere açık hale gelmesine neden
olmuştur.
Türkiye'de yargısal darbe ve yargısal
eylemcilik konuları hem akademik hem de siyasal düzeyde yoğun bir şekilde
tartışılmaktadır. Bu tartışmalar, yargının bağımsızlığının korunması ve
demokratik normların güçlendirilmesi için önemli bir zemin oluşturmaktadır.
Türkiye'de yargısal darbe ve yargısal
eylemcilik konularında köşe yazıları da önemli bir tartışma alanı
oluşturmaktadır. Bu yazılar, akademik yazının ötesinde, konunun toplumsal ve
siyasal boyutlarını ele alarak kamuoyunun bilinçlenmesine katkı sağlamaktadır.
Aşağıda, bu alandaki bazı önemli köşe yazılarını ve içerikleri aşağıda
verilmiştir.
Firuz Demir Yaşamış, "Yargısal
Darbe" kavramını derinlemesine ele alan bir makale kaleme almıştır. Bu
makalede, yargı darbelerinin tarihsel ve modern örnekleri incelenerek, bu
olguların demokrasi üzerindeki etkileri değerlendirilmiştir. Yaşamış, yargısal
darbelerin nedenlerini ve demokratik kurumları nasıl tehdit ettiğini anlamak
için siyasal, ekonomik ve toplumsal etmenleri ele almıştır. Ayrıca, yargı
darbelerine karşı savaşım stratejileri ve uluslararası toplumun bu konudaki
rolü de tartışılmıştır.
Şerife Gül Arıman, "Yargısal Eylemcilik
ve Yasama Erkinin Gaspı" başlıklı bir makale yazmıştır. Bu makalede,
yargısal eylemcilikin tanımı, tarihsel süreçte ortaya çıkışı ve diğer
ülkelerdeki örnekleri ele alınmıştır. Arıman, anayasa yargısının kabul edildiği
ülkelerde yasama ve yargı organları arasındaki ilişkileri ve bu ilişkilerin
demokratik süreçler üzerindeki etkilerini tartışmıştır. Bu makalede, yargısal eylemcilik
kavramının tanımı, tarihsel süreçteki yeri ve diğer ülkelerdeki örnekleri ele
alınmıştır. Makale, Türk Anayasa Mahkemesi'nin önemli görülen ve tartışmalara neden
olan aktivist karar örneklerine yer vererek, AYM'nin yargısal yorumu ve
tutumunu değerlendirmiştir.
Serdar Korucu, "Yargısal Eylemcilikin
Kavramsal Analizi" başlıklı bir makale yazmıştır. Bu makalede, yargısal eylemcilik
kavramının tanımı, tarihsel gelişimi ve farklı ülkelerdeki uygulamaları ele
alınmıştır. Korucu, yargısal eylemciliğin toplumsal bilimlerde kullanılan bir
kavram olarak içerik bakımından farklı değerlendirmelere konu olduğunu ve bu
nedenle kavramın tanımlanmasının zorluklarını tartışmıştır.
Bu köşe yazıları, yargısal darbe ve
yargısal eylemcilik konularının toplumsal ve siyasal boyutlarını anlamak için
önemli kaynaklar sunmaktadır. Akademik yazınla birlikte, bu yazılar konunun
daha geniş bir bakış açısından ele alınmasına katkı sağlamaktadır.
Kamuoyu ve
Siyasal Algı: Köşe yazıları,
yargısal darbe ve yargısal eylemcilik konularında kamuoyunun nasıl
bilgilendiğini ve tartıştığını gösterir. Özellikle Türkiye’de yargının siyasal
süreçlerdeki rolüne ilişkin tartışmalar çoğunlukla gazetelerde yoğun biçimde
yer almıştır. Bu, yargının toplumsal meşruluğu ve algısal etkisi açısından
kritik bir veri sağlar.
Güncel Örnekler
ve Tartışmalar: Akademik yazın
bazen güncel davaları ve uygulamaları yeterince yansıtamayabilir. Köşe
yazıları, Gezi Davası, Kavala, Demirtaş, Can Dündar gibi güncel olayları ve
yargısal müdahaleleri tartışarak araştırmaya somut örnekler sunar.
Kuram ve Uygulama
Bağlantısı: Yargısal darbe ve
yargısal eylemcilik kavramları yazında kuramsal olarak incelenirken köşe
yazıları bu kavramların toplumsal ve siyasal boyutlarını gösterir. Böylece
kuramsal çerçeve ile uygulamalar arasındaki bağlantı kurulabilir.
Araştırma Verisi
Olarak Kullanım: Gazete köşe
yazıları nitel veri olarak çözümleme edilebilir. Söylem çözümlemesi, içerik çözümlemesi
veya tematik çözümleme yöntemleriyle yargının toplumsal algısı ve yargısal
müdahalelerin meşruluğu incelenebilir.
Özetle, gazetelerdeki köşe yazıları
akademik yazını tamamlayan, güncel olayları ve toplumsal algıyı gösteren önemli
bir veri kaynağıdır. Bu nedenle araştırmada ayrı bir alt başlıkla veya yazın
taramasında mutlaka ele alınmalıdır.
Türkiye'de yargısal darbe ve yargısal
eylemcilik konularında gazetelerde yayımlanan köşe yazılarında öne çıkan
görüşler, bu olguların demokratik hukuk devleti ilkeleriyle çeliştiğini ve
siyasal iktidarın yargıyı araçsallaştırarak otoriterleşme sürecine katkı
sağladığını vurgulamaktadır. Aşağıda, bu yazılarda öne çıkan bazı ana temalar
ve görüşler özetlenmiştir:
Yargının Siyasal
Araç Olarak Kullanılması: Birçok köşe
yazarı, yargının siyasal iktidar tarafından kendi çıkarları doğrultusunda
kullanıldığını ve bu durumun yargının bağımsızlığını zayıflattığını ifade
etmektedir. Örneğin, 17-25 Aralık operasyonları ve Gezi Parkı protestoları gibi
olaylar yargının siyasal baskılarla şekillendirildiği örnekler olarak
sunulmaktadır. Bu yazılarda, yargının bağımsızlığının korunmasının, demokratik
rejimin güvencesi olduğu vurgulanmaktadır.
Yargısal Darbe
Kavramının Ele Alınması: Köşe
yazılarında, "yargısal darbe" kavramı, yargı organlarının siyasal
iktidarın çıkarları doğrultusunda hareket etmesi ve bu şekilde demokratik
düzenin bozulması olarak tanımlanmaktadır. Özellikle 15 Temmuz darbe girişimi
sonrasında ilan edilen OHAL döneminde, yargının siyasal baskılarla
şekillendirildiği ve bu durumun yargısal darbe olarak değerlendirilebileceği
ifade edilmektedir.
Toplumsal ve
Siyasal Etkiler: Yargısal darbe
ve eylemcilik, sadece hukuk sistemini değil, aynı zamanda toplumsal yapıyı da
etkileyen olgular olarak ele alınmaktadır. Bu yazılarda, yargının siyasal
baskılarla şekillendirilmesinin, toplumda adaletsizlik ve güvensizlik
duygularını artırdığı, bireylerin hak arama özgürlüğünü kısıtladığı ve
toplumsal kutuplaşmayı derinleştirdiği vurgulanmaktadır.
Uluslararası
Hukuk ve İnsan Hakları Bakış Açısı:
Bazı köşe yazılarında, Türkiye'nin uluslararası hukuk ve insan hakları
standartlarına uyumunun önemine değinilmektedir. Özellikle AİHM ve AYM
kararlarının iç hukukta uygulanmaması, Türkiye'nin uluslararası
yükümlülüklerini yerine getirmediği eleştirisiyle gündeme gelmektedir. Bu
durumun, Türkiye'nin uluslararası alandaki saygınlığını zedelediği ve
demokratik değerlerden sapma anlamına geldiği ifade edilmektedir.
Çözüm Önerileri
ve Hukuk Devleti Vurgusu: Köşe
yazılarında, yargının bağımsızlığının yeniden oluşturulması gerektiği ve bunun
için yargı reformlarının yapılması gerektiği vurgulanmaktadır. Bu reformların,
yargı organlarının siyasal baskılardan uzak, tarafsız ve bağımsız bir şekilde
çalışmasını sağlaması gerektiği ifade edilmektedir. Ayrıca, hukuk devleti ilkesinin
güçlendirilmesi ve demokratik denetim mekanizmalarının işler hale getirilmesi
gerektiği önerilmektedir.
Bu görüşler, Türkiye'deki yargısal
darbe ve yargısal eylemcilik olgularının, demokratik hukuk devleti ilkeleriyle
ne denli çeliştiğini ve bu durumun toplumsal ve siyasal yapıyı nasıl
etkilediğini göstermektedir. Bu yazılar, konunun daha geniş bir bakış açısından
ele alınmasına ve çözüm önerilerinin tartışılmasına katkı sağlamaktadır.
ÇÖZÜMLEME
Yargısal Darbe
Kavramı
Yargısal darbe (judicial coup
d’état) kavramı yazında, yargı organlarının klasik denge ve denetim
işlevini aşarak siyasal iktidarın sürdürülmesine veya muhalefetin tasfiyesine
hizmet eden müdahaleler olarak tanımlanmaktadır (Hirschl, 2004; Ginsburg ve
Moustafa, 2008). Hirschl (2004), yargısal darbeyi, yargının yasama ve yürütme
organlarını denetleme yetkisini aşarak demokratik süreci şekillendiren bir
aktör durumuna gelmesi olarak belirtir. Ginsburg ve Moustafa (2008) ise
yargısal darbeyi, özellikle otoriterleşme süreçlerinde mahkemelerin iktidar
lehine aldığı kararlar üzerinden yürütmenin meşruluğunu güçlendiren eylemler
olarak tanımlar.
Türkiye örneğinde Firuz Demir Yaşamış
(2025), yargısal darbeyi yargının anayasal sınırları aşarak siyasal sürece
doğrudan müdahale etmesi ve demokratik işleyişi bozan kararlar alması olarak
tanımlar. Yüksek yargı organlarının siyasal atamalar yoluyla dönüştürülmesi ve
alt mahkemelerin AYM veya AİHM kararlarını uygulamaması örnekler arasında
gösterilmektedir.
Yargısal
Eylemcilik Kavramı
Yargısal eylemcilik (judicial
activism) yargının yalnızca hukuksal yorum yapmak yerine siyaseti
şekillendirme ve demokratik normları etkileme kapasitesini kullanması olarak
tanımlanmaktadır (Korucu, 2021; Arıman, 2020). Korucu (2021), yargısal
eylemciliği yargının hukuksal sınırları zorlayarak toplumsal ve siyasal
sonuçlar doğuran kararlar alması olarak belirtir. Arıman (2020) ise yargısal
eylemciliği yasama erkinin yetkilerini kısıtlayan ve demokratik denetim
mekanizmalarını etkileyen mahkeme kararları çerçevesinde ele alır. Türkiye’de
Gezi Davası, Kavala ve Demirtaş davaları, Can Dündar davası gibi örnekler
yargının eylemci rolünü göstermektedir.
Yazın ve Örnek
Olayların İlişkisi
Yargısal darbe ve yargısal eylemcilik
kavramları ile Türkiye’deki somut örnekler arasında aşağıdaki ilişki
gözlenmektedir:
Kavram |
Somut Örnekler |
Açıklama |
Yargısal Darbe |
15 Temmuz OHAL sonrası HSK atamaları, Ergenekon ve Balyoz
davaları |
Yargının doğrudan siyasal amaçlarla kullanılması, muhalefetin
tasfiyesi |
Yargısal Eylemcilik |
Gezi Davası, Kavala, Demirtaş, Can Dündar davaları |
Yargının hukuksal sınırları zorlayarak toplumsal ve siyasal
sonuçlar doğurması |
Bu çözümleme, kavramların yazında
tanımlandığı biçim ile Türkiye örneklerindeki uygulamalar arasındaki ilişkiyi
göstermektedir.
Türkiye Örneklerinde
Yargısal Darbe ve Yargısal Eylemcilik Nasıl İşledi?
Türkiye’de yargısal darbe ve yargısal
eylemcilik olgusu hem kurumsal hem işlevsel boyutlarda incelenebilir. Kurumsal
boyutta, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrasında ilan edilen olağanüstü hal
süreci ve HSK yapısındaki değişiklikler yargı organlarının yürütmenin doğrudan
etkisi altına girmesine yol açmıştır. Binlerce yargıç ve savcının ihraç
edilmesi ve yerlerine iktidar yanlısı kadroların atanması, yargının
bağımsızlığını ortadan kaldırmıştır (Yılmaz, 2018; Özbudun, 2019). İşlevsel
boyutta, yargı süreçlerinin kötüye kullanılması belirleyici olmuştur.
Ergenekon ve
Balyoz Davaları: Bu davalar, iktidar
lehine oluşturulan hukuksal süreçler ve dayanaksız deliller üzerinden
yürütülmüştür. Mahkemelerin geniş yorumları ve uzun tutukluluk süreleri,
tutuklamaların cezalandırma aracı haline gelmesini göstermektedir (Yaşamış,
2025).
Gezi Davası, Can
Dündar Davası, Kavala ve Demirtaş Davaları:
Yargısal eylemcilik örnekleri olarak değerlendirilebilir. Mahkemeler, hukuksal
sınırları zorlayarak siyasal sonuçlar doğurmuş ve muhalefetin etkinlik alanını
daraltmıştır. Kararlar, demokratik denge ve denetleme mekanizmalarını
sınırlamış ve yargının siyasal aktör olarak rolünü güçlendirmiştir (Korucu,
2021; Arıman, 2020).
CHP’li Belediye
Başkanları Davaları: Bu davalar,
yerel yönetimlerin denetimi ve iktidar lehine tasfiyesi bağlamında yargının
işlevsel bağımsızlığının zayıflatılmasını göstermektedir. Yargı, siyasal
amaçlarla kararlar alarak demokratik temsil alanını sınırlamıştır.
Deneysel veri açısından, Freedom House
ve V-Dem verileri Türkiye’de yargı bağımsızlığının son yıllarda sistemli olarak
azaldığını göstermektedir. Freedom House’un 2024 raporuna göre Türkiye,
bağımsız yargı alanında ciddi gerileme yaşamıştır. V-Dem verileri de yüksek
yargı organlarının siyasal etkiler altında olduğunu ve yargının yürütme lehine
kararlar üretme eğilimini doğrulamaktadır.
Bu bulgular, yargısal darbe ve
yargısal eylemcilik kavramlarının Türkiye’de somut biçimde işlediğini
göstermektedir. Kurumsal ve işlevsel boyutlar bir arada değerlendirildiğinde
yargı, demokratik hukuk devleti ilkelerini koruyan bir kurum olmaktan çıkarak
otoriterleşme sürecinin etkili bir bileşeni konumuna gelmiştir.
HSK, Yüksek Yargı
Atamaları ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin Yargıya Etkisi
Türkiye’de yargı bağımsızlığı üzerinde
en doğrudan etkisi olan düzenlemelerden biri HSK’nın yapısındaki
değişikliklerdir. 2010 ve özellikle 2017 anayasa değişiklikleri ile HSK’nın
üyeleri, yürütmenin denetimi altına girmiştir. Önceden üyelerin çoğunluğu yargı
mensuplarından oluşurken değişikliklerle Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu
tarafından doğrudan atanan üyeler kurulda çoğunluk kazanmıştır (Özbudun, 2019).
Bu durum, yargının kurumsal bağımsızlığını ciddi biçimde zayıflatmış ve yargıç
ve savcıların karar alma süreçlerinde yürütmenin etkisine açık duruma gelmesini
sağlamıştır.
Benzer biçimde, yüksek yargı
organlarının siyasal atamalar yoluyla dönüştürülmesi, yargının işlevselliğini
doğrudan etkilemiştir. Yargıtay, Danıştay ve Anayasa Mahkemesi üyelerinin
siyasal tercihlere göre atanması karar süreçlerinde tarafsızlığın azalmasına
yol açmış ve özellikle iktidar lehine kararlar üretilmesini kolaylaştırmıştır
(Yılmaz, 2018). Bu uygulama, yargının denge ve denetleme işlevinin aksamasına,
muhalefetin ve bireylerin haklarının korunmasında gecikmelere ve sapmalara neden
olmuştur.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi,
yürütmenin yetkilerini güçlendirerek yargının bağımsızlığını daha da
sınırlamıştır. Başkanın HSK üyelerini belirlemedeki etkisi, yüksek yargı
organlarının iktidara yakın bir konum kazanmasına yol açmış ve yargının demokratik
dengeleyici rolünü zayıflatmıştır. Bu sistem altında yargı, yalnızca hukuksal
denetim yapmakla kalmamış, iktidarın siyasal hedeflerini gerçekleştiren bir
araç durumuna gelmiştir.
Sonuç olarak, HSK yapısındaki
değişiklikler, yüksek yargı atamaları ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi bir
araya geldiğinde Türkiye’de yargının kurumsal bağımsızlığını ve işlevsel
tarafsızlığını azaltmış ve yargının demokratik dengeyi sağlama kapasitesini
önemli ölçüde sınırlandırmıştır. Bu durum, yargının yargısal darbe ve yargısal
eylemcilik bağlamında etkililiğini artırmış ve otoriterleşme sürecine katkıda
bulunmuştur.
Yargının Hukuksal
Süreçleri Kötüye Kullanma Biçimleri ve Yargısal Darbe Bağlamında
Değerlendirilmesi
Türkiye’de yargının işlevsel
bağımsızlığının zayıflatılması, hukuksal süreçlerin sistemli biçimde kötüye
kullanılmasıyla doğrudan ilişkilidir. Bu kötüye kullanım, yargının masumiyet
karinesi, tarafsızlık ve hukukun üstünlüğü ilkeleri ile çelişen uygulamalar
üzerinden kendini göstermektedir. Öne çıkan biçimler şunlardır:
Tutuklamaların peşin
cezalandırma aracı olması: Tutuklamalar,
suçun işlenip işlenmediğine bakılmaksızın siyasal amaçlarla uygulanmış ve uzun
süreli tutulmuştur. Ergenekon, Balyoz, Kavala ve Demirtaş davalarında bu
tutuklamalar bireylerin temel haklarını ihlal eden bir yöntem olarak
kullanılmıştır. Bu durum, yargının demokratik denge ve denetleme işlevini ihlal
eden bir uygulama olarak yargısal darbe kapsamında değerlendirilebilir
(Yaşamış, 2025).
Masumiyet
karinesinin ihlali: Alt mahkemeler,
AYM ve AİHM kararlarını uygulamayarak tutukluların masumiyet hakkını göz ardı
etmiştir. Bu, yargının tarafsız ve bağımsız işleyişinin kesintiye uğradığını ve
siyasal müdahalelere açık hale geldiğini göstermektedir. Masumiyet karinesinin
ihlali yargının demokratik hukuk devletindeki asli işlevinden sapmasını ortaya
koyar.
Dayanaksız veya
iftira niteliğindeki delillerin kullanılması: Ergenekon, Balyoz ve diğer siyasal davalarda
delillerin yetersiz veya dayanıksız olmasına karşın davalar yürütülmüştür. Bazı
tutuklular yakınlarının tutuklanacağı tehdidi veya diğer baskılarla yalan beyan
vermeye zorlanmıştır. Bu durum, yargının yönlendirici bir araç olarak
kullanılmasını ve demokratik sürece müdahaleyi göstermektedir.
Alt mahkemelerin
yüksek mahkeme kararlarını uygulamaması: Alt
mahkemeler, AYM ve AİHM kararlarını uygulamaktan kaçınmış ve yargının hukuksal
sınırlarını ihlal etmiştir. Can Dündar ve Gezi Davası örneklerinde yargının
bağımsızlık ve tarafsızlık ilkelerinden uzaklaşarak yürütme lehine kararlar
ürettiği gözlenmektedir.
Siyasal aktörleri
ve muhalefeti hedefleyen davalar:
CHP’li belediye başkanları ve muhalefet liderleri hakkında açılan davalar
(örneğin, Ekrem İmamoğlu) yargının siyasal tasfiye aracı olarak kullanıldığını
göstermektedir. Bu durum, yargının demokratik dengeyi sağlama kapasitesini
sınırlamakta ve iktidar lehine işlev görmesini sağlamaktadır (Özbudun, 2019).
Yargısal Darbe
Bağlamında Değerlendirme
Yukarıda belirtilen hukuksal
süreçlerin kötüye kullanımı yargısal darbe kavramı çerçevesinde
değerlendirildiğinde şu sonuçları doğurmaktadır. Yargı, klasik denge ve denetim
işlevini aşarak siyasal iktidarın sürdürülmesine hizmet eden bir aktör durumuna
gelmiştir. Masumiyet karinesi ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin ihlali, yargının
demokratik hukuk devleti üzerindeki denetleyici rolünü ortadan kaldırmıştır. Dayanaksız
deliller ve zorla alınan beyanlar yargının bireyler ve muhalefet üzerinde baskı
aracı olarak kullanılmasını sağlamıştır. Alt mahkemelerin yüksek mahkeme
kararlarını uygulamaması yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını zayıflatmış
ve yürütme lehine karar üretmesini kolaylaştırmıştır. Sonuç olarak, Türkiye
örneklerinde yargının hukuksal süreçleri kötüye kullanması yargısal darbe
olgusunun somut biçimde işlediğini ve demokratik dengeyi aşındıran bir
mekanizma oluşturduğunu göstermektedir.
Yargının
İktidar Aracı ve Demokratik Normları Aşındırması: Otoriterleşme Üzerindeki
Etkisi
Türkiye’de
yargının hem iktidarın meşruluk aracı hem de demokratik normları aşındıran bir
aktör olarak işlev görmesi otoriterleşme sürecine doğrudan katkı sağlamıştır.
Bu katkılar birkaç temel boyutta incelenebilir:
İktidarın
Meşruluğunun Sağlanması: Yargı, siyasal
iktidarın kararlarını meşrulaştıran hukuksal araçlar üretmiştir. Yüksek
mahkemeler ve alt mahkemeler, iktidar lehine tutuklama kararları, ceza
yaptırımları ve siyasal tasfiye davaları ile yürütmenin ve Cumhurbaşkanlığı
Hükümet Sistemi’nin siyasal meşruluğunu güçlendirmiştir (Yaşamış, 2025). Bu
süreç, iktidarın hem iç hem dış kamuoyunda demokratik hukuk çerçevesinde
hareket ettiği izlenimini yaratmasına hizmet etmiştir.
Demokratik
Normların Aşındırılması: Tutuklamaların
cezalandırma aracı durumuna gelmesi, masumiyet karinesinin ihlali, dayanaksız
delillerle yürütülen davalar ve AYM/AİHM kararlarının uygulanmaması demokratik
hukuk devletinin temel ilkelerini zayıflatmıştır. Bu uygulamalar, bireylerin
haklarını ve muhalefetin siyasal alanını sınırlandırmış ve demokratik denge ve
denetleme mekanizmalarını işlevsiz duruma getirmiştir (Korucu, 2021).
Otoriterleşme
Sürecine Katkı: Yargının bu
ikili rolü otoriterleşme sürecini hızlandırmıştır. Hem iktidarın siyasalarını hukuksal
meşruluk çerçevesine oturtması hem de demokratik normları sistemli olarak
aşındırması yürütmenin ve iktidarın yetkilerini güçlendirmiştir. Bu durum,
yargının klasik dengeleyici rolünü kaybetmesine ve demokratik kurumların
iktidara bağımlı duruma gelmesine yol açmıştır.
Siyasal
Muhalefetin Etkisizleştirilmesi:
Yargının işlevsel bağımsızlığının azalması ve hukuksal süreçlerin kötüye
kullanılması muhalefetin siyasal etkisini sınırlamış ve toplumsal protestoları
ve demokratik katılımı caydırıcı bir etki yaratmıştır. Bu durum, iktidarın
otoriterleşme stratejisini pekiştirmiş ve toplumsal denetimi sınırlamıştır.
Sonuç
olarak belirtmek gerekirse, yargının hem iktidarın meşruluk aracına dönüşmesi
hem de demokratik normları aşındırması Türkiye’de otoriterleşme sürecinin hem
kurumsal hem işlevsel boyutlarını güçlendirmiştir. Kurumsal bağımsızlığın
zayıflaması, hukuksal süreçlerin kötüye kullanılması ve siyasal tasfiye
mekanizmaları yargıyı otoriterleşme sürecinin etkili bir bileşeni olmuştur.
Böylece yargı, demokratik dengeyi sağlayan bir aktör olmaktan çıkarak yargısal
darbe ve yargısal eylemcilik bağlamında otoriterleşmeyi besleyen merkezi bir
unsur durumuna gelmiştir.
Türkiye
Örneğinde Yargısal Darbe Kavramının Somut İşleyişi
Türkiye’de
yargısal darbe olgusunun somut işleyişi hem örnek olaylar hem de deneysel
veriler üzerinden değerlendirilebilir. Yargının bağımsızlık ve tarafsızlık
ilkelerinden sapması, demokratik dengeyi zayıflatması ve siyasal iktidarın meşruluğunu
güçlendirmesi bu olgunun somut göstergeleri olarak öne çıkmaktadır. Örnek
olaylar, yargısal darbenin mekanizmalarını ve sonuçlarını açık biçimde ortaya
koymaktadır. Ergenekon ve Balyoz davaları, uzun tutukluluk süreleri ve
dayanaksız delillerin kullanılması ile yargının siyasal tasfiye aracı olarak
işlediğini göstermektedir. Can Atalay, Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala
davalarında ise tutuklamaların cezalandırma aracı durumuna gelmesi, masumiyet
karinesinin ihlali ve AYM ile AİHM kararlarının alt mahkemelerce uygulanmaması
gözlemlenmiştir. Ayrıca, Gezi ve Can Dündar davaları, basın ve sivil toplum
aktörlerinin hedef alınması yoluyla yargının demokratik dengeyi bozucu bir araç
durumuna geldiğini göstermektedir.
CHP’li
belediyelere yönelik soruşturmalar ve davalar yargısal darbenin yerel yönetim
boyutunu somutlaştıran önemli örneklerdir. Görevden almalar, mali ve yönetsel
denetim süreçlerinde uygulanan baskılar ve açılan davalar yargının siyasal
amaçlarla kullanıldığını ve yerel yönetimlerin özerkliğini sınırlandırdığını
göstermektedir. Bu uygulamalar, demokratik denge ve denetleme mekanizmalarının
işlevsiz duruma gelmesine yol açmış ve yargının hem yürütmenin meşruluğunu
sağlamada hem de muhalefeti baskılamada etkili bir rol üstlendiğini ortaya
koymuştur.
Deneysel
veriler de Türkiye’de yargının bağımsızlığının ve tarafsızlığının zayıfladığını
desteklemektedir. Freedom House (2024) raporu, Türkiye’de yargının siyasal
müdahalelere açık duruma geldiğini göstermektedir. V-Dem verileri ise yargının
demokratik normları koruma kapasitesinin gerilediğini ve yürütme lehine
kararlar ürettiğini doğrulamaktadır. Uluslararası Af Örgütü raporları, yargının
siyasal müdahaleler ve hukuksal süreçlerin kötüye kullanımı ile işlevini
sınırlayan örnekleri belgelemektedir.
Buna
ek olarak, kurumsal değişiklikler yargının bağımsızlığını doğrudan
etkilemiştir. HSK’nın yapısındaki değişiklikler, yüksek yargı organlarının
siyasal atamalar yoluyla dönüştürülmesi ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile
güçler ayrılığının zayıflaması yargının iktidara bağımlı bir aktör durumuna
gelmesini kolaylaştırmıştır.
Sonuç
olarak, Türkiye örneğinde yargısal darbe hem bireysel davalarda görülen
hukuksal yönlendirmeler hem CHP’li belediyelere yönelik siyasal ve yargısal
müdahaleler hem de kurumsal ve sistemsel değişiklikler ile somutlaşmıştır.
Örnek olaylar ve deneysel veriler bir arada değerlendirildiğinde yargının
demokratik dengeyi aşındıran ve siyasal iktidarın meşruluğunu güçlendiren bir
aktör olarak işlediği açık biçimde ortaya konmaktadır.
Örnek Olay
Çözümlemeleri
Ergenekon ve
Balyoz Davaları: Ergenekon ve
Balyoz davaları Türkiye’de yargısal darbe olgusunun klasik örneklerindendir. Bu
davalarda, iktidara yönelik olduğu iddia edilen darbe planları üzerinden uzun
süreli tutuklamalar yapılmış ve dayanaksız veya yetersiz kanıtlarla dava
yürütülmüştür (Yaşamış, 2025). Mahkemeler, hukukun üstünlüğü ve masumiyet
karinesi ilkelerini yeterince uygulamamış, tutuklamalar cezalandırma aracı durumuna
gelmiştir. Bu durum, yargının siyasal amaçlar doğrultusunda kullanıldığını ve
iktidar lehine işlev gördüğünü göstermektedir.
Gezi Davası: Gezi Parkı protestolarına ilişkin dava
yargısal eylemcilik örneği olarak değerlendirilebilir. Mahkemeler, hukuksal
sınırları aşarak geniş yorumlar yapmış ve toplumsal hareketlerin etkisini
azaltmayı hedeflemiştir (Korucu, 2021). Kararlar, siyasal muhalefeti ve
toplumsal protesto alanını daraltmış, yargının siyasal aktör olarak rolünü
güçlendirmiştir.
Can Dündar
Davası: Gazeteci Can Dündar’a yönelik dava
ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü bağlamında yargının eylemci rolünü
göstermektedir. Mahkeme kararları, siyasal etkiler altında alınmış ve
gazeteciliğin sınırlarını belirleme amacı taşımıştır (Arıman, 2020). Bu durum,
yargının bağımsızlık ilkesinden uzaklaştığını ve siyasal müdahale aracı olarak
kullanıldığını ortaya koymaktadır.
Kavala ve
Demirtaş Davaları: Kavala ve
Demirtaş davalarında tutuklamalar uzun süreli ve cezalandırıcı bir biçimde
uygulanmıştır. Alt mahkemeler, AYM ve AİHM kararlarını uygulamamış, masumiyet
karinesi yeterince korunmamıştır (Yaşamış, 2025). Bu davalar, yargının hukuksal
süreçleri kötüye kullanma eğilimini göstermekte ve demokratik dengeyi
zayıflatmaktadır.
CHP’li Belediye
Başkanları Davaları: Yerel
yönetimlerdeki davalar, yargının siyasal tasfiyedeki rolünü göstermektedir.
İktidar yanlısı atamalar ve kararlar, belediyelerin işlevselliğini sınırlamış
ve yerel muhalefeti etkisiz duruma getirmiştir. Bu durum, yargının hem kurumsal
hem işlevsel bağımsızlığının nasıl zayıflatıldığını ortaya koymaktadır
(Özbudun, 2019).
Bu çözümleme, yargısal darbe ve
yargısal eylemcilik kavramlarının Türkiye’de somut olarak nasıl işlediğini
göstermektedir. Kurumsal değişiklikler ve işlevsel uygulamalar bir arada
değerlendirildiğinde, yargının demokratik denge ve denetleme mekanizmasındaki
rolü zayıflamış ve otoriterleşme sürecinin etkili bir bileşeni olmuştur.
Dayanaksız
Deliller ve Zorla Beyanlar
Ergenekon, Balyoz ve bazı siyasal
davalarda delillerin yetersiz veya dayanıksız olmasına karşın tutuklamalar
sürdürülmüştür. Mahkemeler, siyasal amaçlarla karar almış ve iktidar lehine
işlev görmüştür. Ergenekon, Balyoz ve bazı siyasal davalarda, delillerin
yetersiz veya dayanıksız olmasına karşın mahkeme süreçleri sürdürülmüştür. Bu
davalar, yargının siyasal amaçlarla işlediğini ve iktidar lehine karar alma
eğilimini açıkça göstermektedir.
Bazı davalarda tutuklulara,
yakınlarının tutuklanacağı veya başka yaptırımlarla karşılaşacağı tehdidiyle
yalan veya dayanaksız beyanlar yaptırılmıştır veya yapmaya zorlanmışlardır. Yapanlara
ise etkin pişmanlıktan yararlanarak serbest bırakılma ödülü verilmiştir.
Özgürlüğüne kavuşmak isteyenler bu tür ifadeler vermişlerdir. Hatta, bazı
avukatlar tutuklulara bu tür ifadeler vererek serbest kalmalarını sonra ilgili
partinin iktidara gelmesi durumunda kendilerini kurtarmak için yalan beyanda
bulunmaya zorlandıklarını söyleyebileceklerini salık vermişlerdir. Bu durum hem
bireylerin temel haklarının ihlali hem de yargının adaleti yönlendirici bir
araç olarak kullanıldığını göstermektedir (Yaşamış, 2025).
Tutukluluk sürelerinin uzun tutulması
cezalandırma ve yıldırma işlevi görmüş, hukuksal süreçlerin kötüye
kullanıldığını pekiştirmiştir.
Bu tür hukuksal uygulamalar, yargısal
darbe ve yargısal eylemcilik kavramlarının Türkiye’deki somut işleyişini ortaya
koymaktadır. Örnek olaylar ve deneysel veriler bir arada değerlendirildiğinde
yargının demokratik hukuk devletini koruyan bir organ olmaktan çıkarak
otoriterleşme sürecinde etkili bir siyasal aktöre dönüştüğü görülmektedir.
Deneysel veriler de bu durumu
desteklemektedir. Freedom House 2024 raporu, Türkiye’de yargı bağımsızlığının
ciddi biçimde azaldığını ve siyasal müdahalelere açık hâle geldiğini
göstermektedir. V-Dem verileri de yargının, demokratik normları koruma
kapasitesinin gerilediğini ve yürütme lehine kararlar ürettiğini
doğrulamaktadır.
Sonuç olarak, Türkiye örneğinde
yargısal darbe, hem bireysel davalarda görülen hukuksal yönlendirmelere hem de
kurumsal ve sistemik değişiklikler ile somutlaşmıştır. Örnek olaylar ve deneysel
veriler bir arada değerlendirildiğinde, yargının demokratik dengeyi aşındıran
ve siyasal iktidarın meşruluğunu güçlendiren bir aktör olarak işlediği açık
biçimde ortaya konmaktadır.
Akademik bir çözümleme açısından
CHP’li belediyelere yönelik yargısal ve siyasal müdahaleler, Türkiye’de
yargısal darbe ve yargısal eylemcilik olgusunu somutlaştıran önemli bir örnek oluşturmaktadır.
Bu örnek, hem yargının siyasal tasfiye aracı olarak kullanıldığını hem de yerel
yönetimlerde demokratik dengeyi bozduğunu gösterir.
CHP’li belediye başkanlarına yönelik
soruşturmalar, görevden almalar ve açılan davalar yargının siyasal hedefler
doğrultusunda nasıl kullanıldığını ortaya koyar. Bu uygulamalar, yargının
bağımsız denetim işlevini zayıflatmaktadır.
Belediyelerin mali ve yönetsel denetim
süreçleri, iktidarın ve yargının müdahalesi ile sınırlanmış, demokratik dengeyi
sağlayacak özerk mekanizmalar etkisiz duruma getirilmiştir. Bu durum, yargının
demokratik normları aşındıran işlevinin bir örneği olarak değerlendirilebilir.
Bu müdahaleler, basın ve sivil toplum
raporları ile belgelenebilir. Ayrıca, Freedom House ve V-Dem verileri, yerel
yönetimlerde yargı ve siyasal müdahalenin demokratik işleyiş üzerindeki
etkilerini destekleyici kanıt sunar.
Yargısal Darbe
Bağlamı
CHP’li belediyelere yönelik
uygulamalar, yargının sadece yürütmenin meşruluğunu sağlamakla kalmayıp aynı
zamanda demokratik dengeyi bozmak için nasıl kullanıldığını
somutlaştırmaktadır. Böylece Türkiye’de yargısal darbe olgusunun işleyişine
dair önemli bir örnek teşkil eder.
Türkiye’de yargısal darbe olgusunun
somut işleyişi hem örnek olaylar hem de deneysel veriler üzerinden
değerlendirilebilir. Yargının bağımsızlık ve tarafsızlık ilkelerinden sapması,
demokratik dengeyi zayıflatması ve siyasal iktidarın meşruluğunu güçlendirmesi
bu olgunun somut göstergeleri olarak öne çıkmaktadır. Örnek olaylar, yargısal
darbenin mekanizmalarını ve sonuçlarını açık biçimde ortaya koymaktadır.
Ergenekon ve Balyoz davaları, uzun tutukluluk süreleri ve dayanaksız delillerin
kullanılması ile yargının siyasal tasfiye aracı olarak işlediğini
göstermektedir. Can Atalay, Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala davalarında ise
tutuklamaların cezalandırma aracı durumuna gelmesi, masumiyet karinesinin
ihlali ve AYM ile AİHM kararlarının alt mahkemelerce uygulanmaması
gözlemlenmiştir. Ayrıca, Gezi ve Can Dündar davaları, basın ve sivil toplum
aktörlerinin hedef alınması yoluyla yargının demokratik dengeyi bozucu bir araç
durumuna geldiğini göstermektedir.
CHP’li belediyelere yönelik
soruşturmalar ve davalar, yargısal darbenin yerel yönetim boyutunu
somutlaştıran önemli örneklerdir. Görevden almalar, mali ve yönetsel denetim
süreçlerinde uygulanan baskılar ve açılan davalar yargının siyasal amaçlarla
kullanıldığını ve yerel yönetimlerin özerkliğini sınırlandırdığını
göstermektedir. Bu uygulamalar, demokratik denge ve denetleme mekanizmalarının
işlevsiz duruma gelmesine yol açmış, yargının hem yürütmenin meşruluğunu
sağlamada hem de muhalefeti baskılamada etkili bir rol üstlendiğini ortaya
koymuştur.
Sonuç olarak, Türkiye örneğinde
yargısal darbe hem bireysel davalarda görülen hukuksal yönlendirmeler hem
CHP’li belediyelere yönelik siyasal ve yargısal müdahaleler hem de kurumsal ve
sistemsel değişiklikler ile somutlaşmıştır. Örnek olaylar ve deneysel veriler
bir arada değerlendirildiğinde, yargının demokratik dengeyi aşındıran ve siyasal
iktidarın meşruluğunu güçlendiren bir aktör olarak işlediği açık biçimde ortaya
konmaktadır.
Yargının
Otoriterleşme ve Totaliterleşme Sürecine Katkısı
Türkiye’de yargı, demokratik dengeyi
sağlayan bağımsız bir aktör olmaktan çıkarak yürütmenin otoriterleşme
stratejilerini destekleyen işlevsel bir araç durumuna gelmiştir. Bu durum,
yargının hem kurumsal hem de işlevsel boyutta dönüşümünü gözler önüne
sermektedir.
Kurumsal
Bağımlılık ve Siyasal Atamalar:
HSK’nın yapısındaki değişiklikler ve yüksek yargı organlarının siyasal atamalar
yoluyla dönüştürülmesi, yargının bağımsızlığını zayıflatmıştır.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile güçler ayrılığı ilkesinin gevşetilmesi,
yargının yürütmeye bağımlılığını artırmış, karar süreçlerinde siyasal etkiyi
güçlendirmiştir (Özbudun, 2019). Bu kurumsal bağımlılık, yargıyı otoriterleşme
sürecinde iktidarın meşruluk ve tasfiye aracı hâline getirmiştir.
Hukuksal
Süreçlerin Kötüye Kullanılması:
Yargının hukuksal süreçleri kötüye kullanması, iktidarın otoriterleşme
hedeflerine doğrudan hizmet etmiştir. Tutuklamaların peşin cezalandırma aracı durumuna
gelmesi, masumiyet karinesinin ihlali ve dayanaksız delillerle yürütülen
davalar, bireylerin ve muhalefetin etki alanını sınırlandırmıştır. Ergenekon,
Balyoz, Gezi, Can Dündar, Demirtaş ve Kavala davaları, yargının işlevsel olarak
yürütmeye destek verdiği somut örneklerdir.
Demokratik
Normların Aşındırılması: AYM ve AİHM
kararlarının uygulanmaması ve CHP’li belediyelere yönelik yargısal müdahaleler
demokratik dengeyi sağlayan mekanizmaların işlevsizleşmesine yol açmıştır.
Yargı, sadece hukukun üstünlüğünü korumakla kalmamış aynı zamanda demokratik
normların aşındırılmasında etkili bir rol üstlenmiştir. Bu süreç,
otoriterleşmenin toplumsal ve kurumsal zeminde pekişmesine katkıda bulunmuştur.
Otoriter ve
Totaliter Eğilimlerin Pekişmesi:
Yargının iktidarın meşruluğunu güçlendirici ve demokratik normları aşındırıcı
işlevi Türkiye’de otoriterleşme sürecini hızlandırmıştır. Uzun tutukluluklar,
baskı altındaki davalar ve siyasal tasfiye mekanizmaları siyasal iktidarın denetim
alanını genişletmiş, muhalefeti etkisizleştirmiş ve toplumsal denetimin
artmasına yol açmıştır. Bu süreç, kısmen totaliterleşme eğilimlerinin ortaya
çıkmasını desteklemiştir. Çünkü yargı, demokratik mekanizmaları devre dışı bırakarak
yürütmeye bağımlı bir denetleyici ve yaptırımcı aktör olmuştur.
Özetle değerlendirmek gerekirse, Türkiye
örneğinde yargı, otoriterleşme sürecinin hem kurumsal hem işlevsel bir bileşeni
olarak hareket etmiştir. Kurumsal bağımlılık, hukuksal süreçlerin kötüye
kullanılması ve demokratik normların sistemli olarak aşındırılması, yargıyı
iktidarın meşruluğunu güçlendiren, muhalefeti baskılayan ve demokratik dengeyi
bozarak otoriterleşmeye katkı sağlayan temel aktör durumuna getirmiştir.
Böylece yargı, klasik dengeleyici rolünden uzaklaşarak yargısal darbe ve
yargısal eylemcilik bağlamında Türkiye’de otoriterleşme ve totaliterleşme
süreçlerini besleyen merkezi bir mekanizma olarak işlev görmüştür.
Yargının
Otoriterleşme ve İnsan Hakları Üzerindeki İşlevi
Türkiye’de yargının bağımsız ve
tarafsız işlevini kaybetmesi, otoriterleşme sürecine katkı sağlarken insan
hakları ve temel özgürlükler üzerinde ciddi sonuçlar doğurmuştur. Yargının
işlevsel olarak iktidarın lehine kullanılması, bireylerin hukuk güvenliği,
ifade özgürlüğü, örgütlenme hakkı ve adil yargılanma hakkı gibi temel haklarını
doğrudan etkilemiştir.
Tutuklama ve
Masumiyet Karinesi: Tutuklamaların
peşin cezalandırma aracı durumuna gelmesi ve masumiyet karinesinin ihlali,
bireylerin özgürlük hakkını doğrudan ihlal etmektedir. Selahattin Demirtaş,
Osman Kavala ve Can Atalay gibi davalarda uzun süreli tutukluluklar hukukun
üstünlüğü ilkesi ve bireylerin adil yargılanma hakkı açısından ciddi sorunlar
yaratmıştır.
İfade ve Basın
Özgürlüğünün Kısıtlanması: Can Dündar
ve Gezi davaları örneklerinde olduğu gibi, yargının siyasal amaçlarla
kullanılması basın ve ifade özgürlüğünü zayıflatmıştır. Yargı kararları,
hükümet siyasalarını eleştiren kişileri ve sivil toplum aktörlerini hedef
alarak demokratik dengeyi bozmuştur.
Örgütlenme ve Siyasal
Hakların Kısıtlanması: CHP’li
belediyelere yönelik soruşturmalar ve tutuklamalar siyasal partilerin ve yerel
yönetimlerin etki alanını daraltmış ve demokratik katılım ve örgütlenme hakkını
kısıtlamıştır. Bu durum, yargının demokratik dengeyi sağlayan bir aktör
olmaktan çıkarak yürütmenin siyasal hedeflerini destekleyen bir araç durumuna
geldiğini göstermektedir.
İnsan Hakları
Kararlarının Uygulanmaması: AYM ve AİHM
kararlarının alt mahkemelerce uygulanmaması, hukukun üstünlüğünü ve devletin
insan haklarına ilişkin yükümlülüklerini zayıflatmıştır. Yargı, ulusal ve
uluslararası hukuksal yükümlülükleri göz ardı ederek demokratik normların
aşındırılmasına katkı sağlamıştır.
Özgürlük ve
Güvenlik Hakkı: Tutuklamaların
peşin cezalandırma aracı hâline gelmesi, bireylerin özgürlük ve güvenlik
hakkını ciddi biçimde ihlal etmektedir. Uzun süreli tutukluluklar ve dayanıksız
delillere dayalı soruşturmalar, Selahattin Demirtaş, Osman Kavala ve Can Atalay
davalarında gözlemlenmiştir. Ayrıca, tutukluluk süresinin keyfi biçimde
uzatılması, kişinin özgürlüğünü hukuksuz biçimde sınırlandıran bir mekanizma
olarak yargının işlevini göstermektedir.
Masumiyet
Karinesi ve Adil Yargılanma Hakkı:
Masumiyet karinesinin ihlali, demokratik hukuk devleti ilkesinin temelini
zayıflatmaktadır. Yargı, bireyleri henüz hüküm giymemişken suçlu işlemi yaparak
adil yargılanma hakkını ve hukuksal güvenliği ihlal etmektedir. Bu ihlal,
özellikle Ergenekon ve Balyoz davalarında ve siyasal muhaliflere yönelik
davalarda açıkça görülmektedir.
Kanun Önünde
Eşitlik ve Hukuksal Güvence:
Yargı süreçlerinde dayanaksız delillerin ve iftira niteliğindeki beyanların
kullanılması kanun önünde eşitlik ve hukuksal güvence ilkesini ihlal
etmektedir. Bireylerin yakınlarının gözdağı verilerek yalan beyanda bulunmaya
zorlanması hukuk sisteminin temel ilkelerini çiğnemektedir. Bu durum, yargının
demokratik dengeyi bozucu ve iktidarın siyasal araç olarak işlev görmesini
sağlayan yönünü ortaya koymaktadır.
Ulusal ve
Uluslararası Hakların Uygulanmaması:
AYM ve AİHM kararlarının alt mahkemelerce uygulanmaması, uluslararası insan
hakları yükümlülüklerinin ihlali anlamına gelmektedir. Türkiye’de yargı bu
kararları dikkate almamak suretiyle demokratik normları ve bireysel hakları
sistemli biçimde aşındırmıştır.
Toplumsal Etki ve
Otoriterleşme: Bu ihlaller bir
bütün olarak değerlendirildiğinde, yargı yalnızca yürütmenin meşruluğunu
güçlendiren bir araç olmaktan çıkmış aynı zamanda toplumsal denetim
mekanizmasını etkisiz duruma getiren, demokratik dengeyi aşındıran ve
bireylerin temel hak ve özgürlüklerini sınırlandıran merkezi bir aktör durumuna
gelmiştir. Bu işlevsellik, Türkiye’de otoriterleşme sürecinin kurumsal ve
toplumsal düzeyde pekişmesine doğrudan katkı sağlamaktadır.
Yaşama Hakkı,
Kişi Güvenliği ve Kişiliğin Korunması:
Türkiye’de yargının bağımsızlığını kaybetmesi ve hukuksal süreçlerin kötüye
kullanılması bireylerin yaşama hakkı, kişisel güvenliği ve kişilik bütünlüğü
gibi temel haklarını doğrudan ihlal etmektedir. Haksız yere cezaevine konulan
kişiler uzun süreli tutukluluk nedeniyle hem fiziksel hem de psikolojik açıdan
ağır sonuçlarla karşılaşmaktadır. Bu durum, özellikle Selahattin Demirtaş,
Osman Kavala ve Can Atalay davalarında gözlemlenmiştir. Haksız tutuklama ve
aşırı uzun tutukluluk süreleri bireylerin kişilik haklarını ve onurlarını
zedelemekte ve toplumsal ve aile yaşamlarını olumsuz etkilemektedir. Ayrıca,
kişinin yakınlarına yönelik baskılar ve tehditler yoluyla alınan beyanlar
kişilik bütünlüğü ve mahremiyet haklarını da ihlal etmektedir. Bu bağlamda
yargı demokratik hukuk devletinin temel ilkelerinden biri olan kişilik
korunması ilkesini de çiğneyerek otoriterleşme sürecine işlevsel katkıda
bulunmaktadır. Ulusal ve uluslararası hukuksal normlar, haksız tutuklamayı ve
keyfi gözaltıları yaşama hakkı, kişisel güvenlik ve kişilik korunması ihlali
olarak tanımlamaktadır. Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarının uygulanmaması bu
ihlallerin süreklilik kazanmasına yol açmakta ve bireylerin temel haklarını
güvence altına alan mekanizmaları etkisizleştirmektedir. Böylece yargının
işlevi, yalnızca yürütmenin meşruluğunu güçlendirmekle kalmayıp aynı zamanda
insan haklarının sistemli biçimde ihlal edilmesine zemin hazırlamaktadır.
Ağır Cezalar ve
Siyasal Yaptırımların İnsan Hakları Açısından Etkisi: Türkiye’de yargının bağımsızlığının
zayıflaması ve hukuksal süreçlerin siyasal amaçlarla kullanılması ağır
cezaların ve siyasal yaptırımların uygulanmasına zemin hazırlamıştır. Müebbet
hapis, 17 yıl hapis cezaları ve milletvekilliğinin düşürülmesi gibi yaptırımlar
yalnızca bireylerin özgürlük hakkını ihlal etmekle kalmamış aynı zamanda
demokratik temsil ve siyasal katılım hakkını da kısıtlamıştır. Bu tür cezalar,
özellikle muhalif siyasetçiler, eylemciler ve gazeteciler açısından sistemli
bir baskı mekanizması olarak işlev görmektedir. Örneğin, Selahattin Demirtaş’ın
uzun süreli tutukluluğu ve milletvekilliğinin düşürülmesi hem siyasal temsil
hakkının ihlali hem de kişisel özgürlük ve güvenliğin sistemli kısıtlanması
anlamına gelmektedir. Benzer biçimde Can Dündar’ın ve Osman Kavala’nın ağır
cezalarla karşılaşması ifade özgürlüğü ve adil yargılanma hakkının
zayıflatılması ile doğrudan ilişkilidir. Bu bağlamda, ağır cezalar yalnızca
bireysel düzeyde mağduriyet yaratmakla kalmamış aynı zamanda toplumda
oto-sansür, korku ve siyasal katılımın daralması gibi toplumsal sonuçlar
doğurmuştur. Yargının bu işlevi, demokratik dengeyi bozucu ve otoriterleşme
sürecini destekleyici bir mekanizma olarak değerlendirilmelidir.
Toplumsal
Etkiler, Korku, Oto-Sansür ve Siyasal Katılımın Kısıtlanması: Yargının bağımsızlığını kaybetmesi ve
hukuksal süreçlerin siyasal amaçlarla kullanılması toplum üzerinde geniş
kapsamlı etkiler yaratmaktadır. Bu etkiler, yalnızca yargı uygulamaları ile
sınırlı kalmayıp toplumsal davranış ve siyasal katılım biçimlerini de
şekillendirmektedir.
Korkunun
Yaygınlaşması ve Oto-Sansür:
Ağır cezalar, keyfi tutuklamalar ve dayanaksız davalar, toplumda yaygın bir
korku iklimi yaratmaktadır. Bireyler, kendilerini ifade ederken veya siyasal
etkinliklerde bulunurken oto-sansür uygulamak zorunda kalmakta ve eleştirel
düşünce ve ifade özgürlüğü ciddi biçimde sınırlanmaktadır.
Siyasete ve
Yargıya Güvenin Azalması: Muhalefete
yönelik yargısal ve siyasal baskılar, halkın siyasal süreçlere ve yargıya olan
güvenini zayıflatmaktadır. Özellikle CHP’li belediyelere yönelik müdahaleler ve
milletvekillerinin görevden alınması demokratik temsilin işlevselliğine gölge
düşürmüş ve siyasete ve yargıya olan güveni azaltmıştır.
Toplantı ve
Gösteri Yürüyüşlerinin Kısıtlanması:
Yargının hukuksal süreçleri kötüye kullanması, sivil toplumun örgütlenme
özgürlüğünü de etkilemiştir. Toplantı ve gösteri yürüyüşlerine yönelik
kısıtlamalar ve ağır cezalar, toplumsal protesto ve kolektif ifade alanlarını
daraltmaktadır. Bu durum, demokratik katılım mekanizmalarını işlevsizleştirerek
otoriterleşme sürecini desteklemektedir.
Güvenlik
Güçlerinin Aşırı Güç Kullanımı:
Yargının hukuksal desteği veya cezalandırma siyasaları, güvenlik güçlerinin
aşırı güç kullanmasına zemin hazırlamaktadır. Bu durum, hem bireysel hak ve
özgürlüklerin korunmasını engellemekte hem de devletin baskıcı ve denetimci
karakterini pekiştirmektedir.
Böylelikle, toplumsal düzeyde
yaratılan korku, oto-sansür, siyasal katılımın daralması ve güvenlik güçlerinin
aşırı güç kullanımı, yargının otoriterleşme sürecine yaptığı işlevsel katkının
göstergeleridir. Yargı, hukukun üstünlüğünü sağlayan bağımsız bir kurum olmaktan
çıkarak toplumsal denetim, demokratik dengeyi bozma ve siyasal iktidarın
sürekliliğini sağlama mekanizması durumuna gelmiştir. Bu süreç,
otoriterleşmenin toplumsal temellerinin güçlenmesine ve demokratik normların
sistemli biçimde aşındırılmasına yol açmaktadır.
Özetlemek gerekirse, Türkiye’de
yargının otoriterleşme sürecindeki rolü, sadece iktidarın meşruluğunu
güçlendirmekle sınırlı kalmamış aynı zamanda insan hakları ve temel
özgürlüklerin sistemli biçimde ihlal edilmesine yol açmıştır. Tutuklamaların
uzun tutulması, masumiyet karinesinin ihlali, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün
kısıtlanması ve ulusal/uluslararası hak kararlarının uygulanmaması yargının
demokratik dengeyi bozucu işlevinin ve yargısal darbe niteliğinin somut
göstergeleridir. Bu bağlamda yargı, Türkiye’de otoriterleşme ve totaliterleşme
süreçlerinin merkezinde yer alan temel bir aktör olarak işlev görmüştür.
Yargının Otoriterleşme Sürecindeki
Rolü: Sınıflandırmalı Çözümleme |
|||
Boyut |
Açıklama |
Örnek Olaylar / Veriler |
İnsan Hakları ve Demokratik Etki |
Kurumsal |
Yargının bağımsızlığını sınırlayan yapısal değişiklikler |
HSK yapısındaki değişiklikler, Yüksek yargı organlarının siyasal
atamalarla dönüştürülmesi, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve güçler
ayrılığı |
Yargının denetleme kapasitesinin azalması, yürütmenin
güçlendirilmesi, demokratik dengeyi bozması |
Hukuksal / İşlevsel |
Yargının hukuksal süreçleri kötüye kullanması ve demokratik
normları aşındırması |
Tutuklamalar (Demirtaş, Kavala, Atalay), ağır cezalar (müebbet,
17 yıl hapis), AYM/AİHM kararlarının uygulanmaması, dayanaksız deliller, Can
Dündar ve Gezi Davası, CHP’li belediyeler |
Masumiyet karinesinin ihlali, adil yargılanma hakkının ihlali,
ifade özgürlüğü ve siyasal hakların kısıtlanması |
Toplumsal |
Yargının otoriterleşme sürecinin toplum üzerindeki etkileri |
Toplumda korku, oto-sansür, siyasete güvenin azalması, toplantı
ve gösteri yürüyüşlerinin kısıtlanması, güvenlik güçlerinin aşırı güç
kullanımı, yakınlarına baskı |
Yaşama hakkı, kişi güvenliği ve kişilik bütünlüğünün ihlali,
demokratik katılımın daralması, toplumsal denetimün güçlenmesi |
Yargının
Otoriterleşme ve Toplumsal Etkileri
Türkiye’de yargının otoriterleşme
sürecindeki rolü, kurumsal, hukuksal/işlevsel ve toplumsal boyutlar üzerinden sistemli
biçimde değerlendirilebilir. Bu boyutlar, yargının demokratik dengeyi bozma,
iktidarın meşruluğunu güçlendirme ve bireylerin temel hak ve özgürlüklerini
sınırlama işlevini ortaya koymaktadır.
Kurumsal Boyut: Kurumsal boyut, yargının bağımsızlığını
sınırlayan yapısal değişiklikleri kapsamaktadır. HSK’nın yapısındaki
değişiklikler, yüksek yargı organlarının siyasal atamalar yoluyla
dönüştürülmesi ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile güçler ayrılığının
zayıflatılması, yargının yürütmenin denetimi altında işlev görmesine yol
açmıştır. Bu durum, yargının klasik denge ve denetim işlevini yerine
getirmesini engellemiş ve demokratik hukuk devletinin temel ilkelerini
zayıflatmıştır. Kurumsal bağımsızlığın ortadan kalkması, yargının siyasal
iktidarın sürekliliğini sağlamada merkezi bir aktör hâline gelmesini mümkün
kılmıştır.
Hukuksal ve
İşlevsel Boyut: Hukuksal ve
işlevsel boyut, yargının hukuksal süreçleri kötüye kullanma biçimlerini ve
demokratik normlara yönelik ihlallerini içermektedir. Tutuklamaların peşin
cezalandırma aracı durumuna gelmesi, masumiyet karinesinin ihlali, AYM ve AİHM
kararlarının uygulanmaması ve dayanaksız delillerle yürütülen davalar bu
boyutta öne çıkmaktadır. Selahattin Demirtaş, Osman Kavala ve Can Atalay gibi
davalar, ağır cezalar (müebbet hapis, 17 yıl hapis) ve milletvekilliğinin
düşürülmesi örnekleri yargının bireylerin özgürlüklerini ve siyasal haklarını
kısıtlayıcı işlevini ortaya koymaktadır. Ayrıca Can Dündar ve Gezi Parkı
davaları, ifade ve basın özgürlüğünün nasıl sistemli biçimde
sınırlandırıldığını göstermektedir. CHP’li belediyelere yönelik soruşturmalar
ve görevden almalar ise siyasal hakların ve demokratik temsilin kısıtlanması
açısından önemli bir göstergedir.
Toplumsal Boyut: Toplumsal boyut, yargının otoriterleşme
sürecinin toplum üzerindeki etkilerini kapsar. Ağır cezalar, keyfi tutuklamalar
ve siyasal müdahaleler, toplumda korku iklimi yaratmış, bireylerin oto-sansür
uygulamasına ve eleştirel düşünceden uzaklaşmasına yol açmıştır. Siyasete
güvenin azalması, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin kısıtlanması ve güvenlik
güçlerinin aşırı güç kullanımı, toplumsal denetimin artmasına ve demokratik
katılım alanlarının daralmasına neden olmuştur. Haksız yere cezaevine konulan
bireylerin yaşama hakkı, kişi güvenliği ve kişilik bütünlüğü ihlalleri yargının
demokratik normları aşındıran işlevinin en açık göstergesidir.
Özetlemek gerekirse, bu
sınıflandırmalı çözümleme, yargının Türkiye’de otoriterleşme sürecinde kurumsal
yapısıyla, hukuksal işlevleriyle ve toplumsal etkileriyle nasıl merkezi bir rol
üstlendiğini göstermektedir. Yargı, demokratik denge ve denetleme
mekanizmasının bir unsuru olmaktan çıkarak, yürütmenin meşruluğunu güçlendiren,
bireylerin temel hak ve özgürlüklerini sınırlayan ve toplumsal denetim
mekanizmalarını pekiştiren bir aktör durumuna gelmiştir. Bu durum, Türkiye’de
yargısal darbe ve yargısal eylemcilik kavramlarının somut işleyişini ortaya
koymakta ve demokratik hukuk devleti ilkelerinin ciddi biçimde aşındığını
göstermektedir.
Deneysel Veriler
ve Uluslararası Endekslerle Desteklenen Çözümleme
Türkiye’de yargının otoriterleşme
sürecindeki rolü, yalnızca örnek olaylarla değil, uluslararası gözlem ve veri
kaynaklarıyla da doğrulanmaktadır. Freedom House ve V-Dem gibi endeksler,
Türkiye’nin demokratik göstergelerinde özellikle yargı bağımsızlığı, hukukun
üstünlüğü ve temel hakların korunması açısından belirgin bir gerileme
yaşandığını ortaya koymaktadır.
Uluslararası Endekslerin Bakış Açısı |
|||
Kaynak |
Göstergeler |
Türkiye’ye İlişkin Bulgular |
Etki |
Freedom House (2024) |
Yargının bağımsızlığı |
2/7 (bağımsızlık çok düşük) |
Yargının yürütme etkisi altında olduğu ve demokratik dengeyi
sağlayamadığı gösterilmektedir |
V-Dem (2024) |
Yürütme üzerinde yargısal denetim |
0.35/1 (düşük) |
Yargının yürütmeyi denetleme kapasitesi sınırlıdır; yargısal
darbe olasılığı artmıştır |
Uluslararası Af Örgütü |
Keyfi tutuklamalar, ifade özgürlüğü |
Çok sayıda gözlem raporu, siyasal tutuklamalar |
Temel hakların sistemli ihlali, demokratik normların
aşındırılması |
Bu veriler, önceki çözümleme bölümünde
ele alınan örnek olaylarla paralel olarak değerlendirildiğinde, yargının hem
kurumsal hem de işlevsel boyutlarda otoriterleşmeye doğrudan katkıda bulunduğu
görülmektedir. Örneğin, Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala davaları, bireysel
hak ihlallerini somutlaştırırken Freedom House ve V-Dem endeksleri bu
ihlallerin sistemli ve yapısal boyutunu ortaya koymaktadır. Deneysel veriler
ayrıca toplumsal etkilerin boyutunu da desteklemektedir. Oto-sansürün artması,
ifade özgürlüğünün daralması ve toplumsal güvenin azalması, yalnızca
anekdotlarla değil, uluslararası gözlem raporları ve endeksler üzerinden de
doğrulanmaktadır. Bu durum, yargının otoriterleşme ve totaliter eğilimler
üzerindeki işlevsel rolünü bütüncül biçimde göstermektedir.
Belediye
Bürokrasisinin Kriminalize Edilmesi ve Yerel Hizmetlere Etkileri
Yerel yönetimlerin işlevselliği
yalnızca seçimle iş başına gelen belediye başkanlarının siyasal iradesine değil
aynı zamanda bu iradenin yaşama geçirilmesini sağlayan bürokratik kadroların
özerkliğine ve liyakat esaslı çalışma kapasitesine de bağlıdır. Ancak
otoriterleşme süreçlerinde belediye bürokrasisi çoğu zaman siyasi iktidarın
denetim ve baskı araçlarıyla kuşatılmakta ve kadrolar kriminalize edilerek
belediyelerin hizmet sunma kapasiteleri zayıflatılmaktadır. “Kriminalizasyon”
süreci belediye bürokratlarının ve teknik personelinin çeşitli adli
soruşturmalarla baskı altına alınması, güvenlik gerekçeleriyle görevden
uzaklaştırılması, tutuklanması ya da doğrudan kayyım atamalarıyla yerel yönetim
yapısından tasfiye edilmesi şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bu yöntem, yalnızca
bireysel bürokratların mesleki varlıklarını tehdit etmekle kalmamakta aynı
zamanda belediyelerin kurumsal işleyişini de kesintiye uğratmaktadır. Bu
bağlamda belediye bürokrasisinin kriminalize edilmesi, bir yandan yerel
yönetimlerin demokratik özerkliğini aşındırırken diğer yandan kent sakinlerinin
en temel hizmetlere erişimini sekteye uğratmaktadır. Çünkü siyasal sadakate
dayalı atamalar ve yargısal baskı mekanizmaları hizmetlerin verimliliğini
azaltmakta ve yerel hizmetlerin sürekliliğini kırılgan hale getirmektedir.
Dahası, bu durum uzun vadede yerel yönetimlerde kurumsal güvensizlik yaratmakta
ve yerel düzeyde demokratik hesap verebilirliğin zayıflamasına ve yurttaşların
devlete duyduğu güvenin erozyona uğramasına yol açmaktadır.
Yerel yönetimlerde üst düzey
bürokratların görevlerini yürütürken çeşitli gerekçelerle gözaltına alınmaları,
tutuklanmaları veya görevden uzaklaştırılmaları, yalnızca bireysel bir hukuki
süreç olarak değerlendirilmemelidir. Bu durum, belediyelerin kurumsal
işleyişine, karar alma mekanizmalarına ve hizmet sunum kapasitesine doğrudan
etki etmektedir. Özellikle belediye başkanlarının yanı sıra genel sekreter,
daire başkanları, mali işler sorumluları ve ihale süreçlerinde görev alan
teknik personelin kriminalize edilmesi, yerel yönetimlerde ciddi bir idari
boşluk yaratmakta ve planlama, bütçe yönetimi ve temel kentsel hizmetlerde
aksamalara yol açmaktadır.
Bu tür müdahaleler, yerel özerklik
ilkesini zayıflatarak belediyelerin merkezi hükümete bağımlılığını artırmakta
ve aynı zamanda yerel demokrasinin işleyişine zarar vermektedir. Bürokratların
hukuksal güvenceye sahip olmamaları belediye personeli üzerinde caydırıcı ve
baskılayıcı bir etki yaratmakta ve bürokratların karar alma süreçlerinde risk
almaktan kaçınmalarına neden olmaktadır. Böylelikle belediyeler asli
görevlerini yerine getirmekte zorlanmakta ve yurttaşların temel hizmetlere
erişimi sekteye uğramaktadır.
Akademik yazında yerel yönetimlerin
etkililiğini belirleyen unsurlar arasında kurumsal kararlılık, personel
sürekliliği ve yönetsel özerklik temel parametreler olarak öne çıkmaktadır. Bu
çerçevede, belediye bürokrasisinin kriminalize edilmesi yalnızca hukuksal veya
siyasal bir sorun değil aynı zamanda yerel hizmetlerin niteliğini,
sürekliliğini ve kamusal yararı doğrudan etkileyen yapısal bir sorundur.
Yargının siyasallaşması bu açıdan önemli kayıplara yol açmaktadır.
Yargının Siyasallaşmasının Olumsuz
Sonuçları (Özet) |
||
Alan |
Uygulama / Araç |
Sonuçlar / Etkiler |
Toplum |
Korku yaygınlaşması, toplumsal otosansür |
Sessizlik kültürü, demokratik katılımın azalması |
Siyaset |
Siyasete güvenin azalması |
Meşruiyet krizi, temsil zayıflığı |
Hak ve Özgürlükler |
Eleştirel düşüncenin ve ifade özgürlüğünün kısıtlanması,
toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin engellenmesi |
Demokratik hakların kullanımında gerileme |
Güvenlik |
Güvenlik güçlerinin aşırı güç kullanması |
Hak ihlalleri, devlet-toplum gerilimi |
Yerel Yönetimler |
Belediye başkanlarının görevden alınması, meclis üyelerinin
baskı altına alınması, belediye bürokratlarının tutuklanması |
Yerel hizmetlerin aksaması, merkezi vesayetin artması |
GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
Bu çalışma, Türkiye’de yargının
otoriterleşme ve kısmi totaliterleşme süreçlerindeki rolünü “yargısal darbe” ve
“yargısal eylemcilik” kavramları çerçevesinde incelemiştir. Çözümlemeler,
yargının hem kurumsal hem de işlevsel boyutlarda demokratik hukuk devletinin
işleyişine doğrudan müdahale ettiğini göstermektedir.
Kurumsal düzeyde, HSK’nın yapısındaki
değişiklikler, yüksek yargı organlarının siyasal atamalar yoluyla
dönüştürülmesi ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile güçler ayrılığının
zayıflatılması yargının bağımsızlığını ciddi şekilde sınırlamıştır. İşlevsel
düzeyde ise, tutuklamaların peşin cezalandırma aracı durumuna gelmesi,
masumiyet karinesinin ihlali, AYM ve AİHM kararlarının uygulanmaması ve
dayanaksız kanıtlarla yürütülen davalar yargının demokratik dengeyi sağlama
rolünü ortadan kaldırmıştır.
Yerel düzeyde ise, belediye
başkanlarının görevden alınması, meclis üyelerine yönelik baskılar ve üst düzey
belediye bürokratlarının kriminalize edilmesi, yerel yönetimlerin kurumsal
kapasitesini zayıflatmış ve merkezi vesayeti güçlendirmiş ve yurttaşların temel
hizmetlere erişimini sınırlamıştır. Bu uygulamalar, yerel demokrasinin
işleyişini doğrudan engellemiş ve toplumda korku kültürünün yayılmasına,
siyasete güvenin azalmasına ve ifade özgürlüğü ile toplumsal katılımın
kısıtlanmasına yol açmıştır.
Uluslararası endeksler ve raporlar
(Freedom House, V-Dem, Uluslararası Af Örgütü) de Türkiye’de yargı
bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü ve temel hakların korunması alanında gözle
görülür bir gerileme olduğunu doğrulamaktadır. Bu durum, yargının yalnızca iktidarın
meşruiyet aracı durumuna gelmediğini aynı zamanda demokratik normları
aşındırarak otoriterleşme sürecine işlevsel katkı sağladığını ortaya
koymaktadır.
Sonuç olarak, Türkiye örneği, yargısal
darbe kavramının somut işleyişini gösteren çarpıcı bir örnek olarak
değerlendirilebilir. Yargının iktidar lehine kullanılması, demokratik denge ve
denetleme mekanizmalarının işlevsizleşmesine, temel hak ve özgürlüklerin
ihlaline ve yerel yönetimlerin özerkliğinin aşınmasına yol açmıştır. Bu
bağlamda, yargının hem kurumsal hem de işlevsel boyutlarda otoriterleşmeye ve
totaliterleşmeye yaptığı katkının anlaşılması Türkiye’deki demokratik
gerilemenin ve hukukun üstünlüğünün zayıflamasının çözümlenmesinde ve
anlaşılmasında yaşamsal bir öneme sahiptir.
KAYNAKÇA
Adıgüzel, R. (202). YARGININ
SİYASALLAŞMASI: KAVRAMSAL BİR ÇERÇEVE. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/3011918
Amnesty International. (2023). Turkey:
Human rights under threat. https://www.amnesty.org/en/location/europe-and-central-asia/turkey/report-turkey/
Dahl, R. A. (1991). Democracy and its
critics. Yale University Press. 9780300049381
Freedom House. (2023). Freedom in the World
2023: Turkey. https://freedomhouse.org/country/turkey/freedom-world/2023
Garoupa, N., ve Spruk, R. (2017).
Judicial independence and political influence. European Journal of Law and
Economics, 43(2), 215–236. https://doi.org/10.1007/s10657-016-9543-4
Ginsburg, T., ve Moustafa, T. (2008).
Rule by law: The politics of courts in authoritarian regimes. Cambridge
University Press. https://doi.org/10.1017/CBO9780511814822
Hirschl, R. (2007). Towards
juristocracy: The origins and consequences of the new constitutionalism.
Harvard University Press. ISBN
9780674025479.
Korucu, S. (2013) Yargısal Aktivizmin
Kavramsal Analizi. Yıl 2013, Sayı: 70,
201 - 225, 01.01.2013. https://dergipark.org.tr/tr/pub/liberal/issue/48162/609361
Metin, Yüksel, (20103) Türkiye’de
Yargı Bağımsızlığına İlişkin Kimi Sorunlar ve Çözüm Önerileri. https://www.anayasa.gov.tr/files/pdf/anayasa_yargisi/doc_dr_yuksel_metin.pdf
Mustafa Uluçakar ve Mehmet Fatih
Çınar: Türkiye’de Yargı ile Siyaset İlişkisinin Kuvvetler Ayrılığı Analizi. Yıl 2020, Cilt: 7 Sayı: 1, 126 - 141,
04.04.2020. https://doi.org/10.17336/igusbd.548020
Nuno Garoupa ve Rok Spruk'un Çalışması
“Populist Constitutional Backsliding and Judicial Independence: Evidence from
Turkiye. Nuno Garoupa, Rok Spruk. Cornell Univesity. https://arxiv.org/abs/2410.02439
Okutan, Muhammet Erdal. (2021) Siyasetin
Yargısallaşması Üzerine Bir Literatür Değerlendirmesi. Liberal Düşünce Dergisi,
Yıl: 26, Sayı: 101, Kış 2021, ss. 95-122.
Özbudun, E. (2007) Türk Anayasa
Mahkemesinin Yargısal Aktivizmi ve Siyasal Elitlerin Tepkisi. Ankara
Üniversitesi SBF Dergisi z 62-3. https://dspace.ankara.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12575/53006/11619.pdf?sequence=1
Özpolat, H. (2023) Otoriterleşen
Rejimlerde Anayasa Mahkemelerinin Sınırlandırılması: Türkiye Örneği. https://dergipark.org.tr/tr/pub/mulkiye/issue/82708/1335414
Şerife Gül Arıman. (2010). Yargısal Eylemcilik
ve Yasama Erkinin Gasbı. https://www.muharrembalci.com/hukukdunyasi/makaleler/birikimlerIII/119.pdf
V-Dem Institute. (2023). Varieties of
democracy dataset 2023. https://www.v-dem.net
Yaşamış, F. D. (2024). Türkiye’de
yargısal darbe ve yargısal eylemcilik. SİYASET
BİLİMİ ÇALIŞMALARI. Editör: Prof. Dr.
Firuz Demir YAŞAMIŞ. E_ISBN 978-625-6104-18-1.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder