Hakkımda

FİRUZ DEMİR YAŞAMIŞ Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirmiştir (1968). University of Southern California’da planlama (kentsel ve bölgesel çevre) ve kamu yönetimi yüksek lisans programlarını bitirmiştir (1976). Siyaset ve Kamu Yönetimi Doktoru (1991). Yerel Yönetimler, Kentleşme ve Çevre Politikaları bilim dalında doçent (1993). Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı’nın kuruluşu sırasında müsteşar vekili. (1978-80) UNICEF Türkiye temsilciliği. (1982-84) Dünya Bankası’nın Çukurova Kentsel Gelişme Projesi’nde kurumsal gelişme uzmanı. (1984-86) Çankaya Belediyesi’nin kurumsal gelişme projesini yürütmüştür. (1989-91) Yedinci Kalkınma Planı “Çevre Özel İhtisas Komisyonu”nun başkanlığı. DPT “Çevre Yapısal Değişim Projesi” komisyonu başkanlığı. Cumhurbaşkanlığı DDK’nun Devlet Islahat Projesi raportörü. (2000-1) Çevre Bakanlığı Müsteşarı (Şubat 1998 – Ağustos 1999). Sabancı Üniversitesi tam zamanlı öğretim üyesi. (2001-2005) Halen yarı zamanlı öğretim üyesi olarak çeşitli üniversitelerde ders vermektedir. Şimdiye kadar ders verdiği üniversiteler arasında Ankara, Orta Doğu, Hacettepe, Fatih, Yeditepe, Maltepe ve Lefke Avrupa (Kıbrıs) üniversiteleri bulunmaktadır.
Blogger tarafından desteklenmektedir.

Translate

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE
EV

Bu Blogda Ara

3 Ekim 2025 Cuma

 

Trump’ın Hamas ve Gazze Ateşkes Planı: Bölgesel Güvenlik Dinamikleri ve Türkiye Açısından Siyasal Değerlendirme

 

Prof. Dr. Firuz Demir Yaşamış

 

 

Öz

Bu çalışma, 2025 sonbaharında Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump tarafından açıklanan Gazze Ateşkes Planı’nı bölgesel güvenlik dengeleri ve Türkiye’nin dış politikası açısından çözümlemektedir. Plan, Hamas’ın askeri kapasitesinin sınırlandırılmasını, Gazze’de geçici bir yönetimin oluşturulmasını ve İsrail’in güvenliğinin uluslararası güvencelerle pekiştirilmesini öngörmektedir. Ancak plan, tek taraflı diplomatik yaklaşımı nedeniyle bölgesel aktörler arasında tartışmalı bir nitelik taşımaktadır. Hamas, planın bazı maddelerini görüşmeye açık bırakmış, ancak silahsızlanma ve yönetim değişikliği gibi unsurları kesin biçimde reddetmiştir. Bu durum, örgütün uluslararası meşruluk kazanma çabasıyla direniş kimliği arasındaki gerilimi yansıtmaktadır. Türkiye açısından süreç, jeopolitik denge, enerji güvenliği ve iç siyasal dengeler bakımından çok boyutlu sonuçlar doğurmaktadır. Ankara’nın hem Batı ittifakı içindeki konumu hem de bölgesel aktörlerle kurduğu ilişkiler, onu sürecin hem fırsat hem risk alanına yerleştirmektedir. Çalışma, Trump Planı’nın Türkiye’nin denge siyasası üzerindeki etkilerini değerlendirerek bu planın Türkiye için bir dış siyasa yönelim sınavı oluşturduğu sonucuna ulaşmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Trump Planı, Hamas, Gazze, Türkiye, ABD, İsrail, İran, Dış Politika, Bölgesel Güvenlik, Jeopolitik

 

Abstract

This study analyzes the Gaza Ceasefire Plan announced by U.S. President Donald Trump in the autumn of 2025, focusing on its implications for regional security dynamics and Turkish foreign policy. The plan aims to limit Hamas’s military capacity, establish a provisional administration in Gaza, and reinforce Israel’s security through international guarantees. However, due to its unilateral diplomatic design, the plan has generated significant controversy among regional actors. Hamas left certain provisions open for negotiation but firmly rejected those concerning disarmament and political exclusion, reflecting the tension between its quest for international legitimacy and its resistance-oriented identity. For Turkey, the process carries multidimensional consequences in terms of geopolitical balance, energy security, and domestic politics. Situated between its institutional ties to the Western alliance and its pragmatic engagement with regional powers, Ankara faces both opportunities and vulnerabilities. The study concludes that the Trump Plan functions less as a peace initiative and more as a strategic test for Turkey’s foreign policy orientation.

Keywords: Trump Plan, Hamas, Gaza, Turkiye, United States, Israel, Iran, Foreign Policy, Regional Security, Geopolitics

GİRİŞ

2025 sonbaharında ABD Başkanı Donald Trump tarafından açıklanan “Gazze Ateşkes Planı”, yalnızca İsrail-Filistin çatışmasının yeni bir aşamasını değil, aynı zamanda küresel güç dengelerinde yaşanan dönüşümün de simgesel bir göstergesini temsil etmektedir. ABD’nin uzun süre sonra yeniden doğrudan arabulucu rol üstlenmesi, hem Washington’un Orta Doğu’daki etkisini artırma arzusunu hem de bölgesel güçlerin (İran, Türkiye, Katar, Mısır, Suudi Arabistan) yeniden konumlanma zorunluluğunu ortaya koymuştur. Bu gelişme, özellikle Hamas’ın uluslararası diplomatik statüsünün ve Türkiye’nin dış siyasa tavrının yeniden tanımlandığı bir döneme denk gelmiştir.

Trump yönetimi, planı “kalıcı barış” çerçevesinde sunmakla birlikte, içerdiği hükümler bakımından klasik diplomatik metinlerden belirgin biçimde ayrılmaktadır. Plan, Hamas’ın askeri kapasitesini ortadan kaldırmayı, Gazze’de Hamas dışında bir geçici yönetim kurmayı ve İsrail’in güvenlik denetimini belirli ölçüde sürdürmesini öngörmektedir. Buna karşılık, rehinelerin serbest bırakılması ve Gazze’nin yeniden yapımı için uluslararası bir fon oluşturulması gibi unsurlar Filistin tarafını masaya çekmeye dönük özendirici unsurlar olarak tasarlanmıştır.

Ancak Hamas, bu planı “tam ret” ya da “tam kabul” ikileminde değerlendirmemiş ve kademeli bir görüşme stratejisi izlemiştir. Planın bazı unsurlarını tartışmaya açık bırakması, örgütün diplomatik meşruluğunu artırmak ve zaman kazanmak yönündeki hedefiyle ilişkilidir. Bu yaklaşım, ABD’nin “ültimatom diplomasisi” olarak nitelendirilebilecek hızlı sonuç alma isteğiyle doğrudan çelişmektedir.

Bölgesel düzlemde, planın açıklanması İran, Rusya ve Çin’in yakınlaşmasını hızlandırmış ve Türkiye, Katar ve Mısır gibi aktörler ise arabuluculuk rolüyle öne çıkmıştır. Bu noktada Türkiye hem NATO üyesi kimliği hem de Hamas’la açık diyalog kanallarına sahip olması bakımından benzersiz bir konumdadır. Ancak bu konum, Ankara açısından aynı zamanda yüksek diplomatik ve ekonomik riskler taşımaktadır.

Bu makale, Trump’ın Gazze Ateşkes Planı’nı bölgesel güvenlik mimarisi, büyük güç rekabeti ve Türkiye’nin dış politik stratejisi üçlüsü üzerinden çözümlemeye çalışmaktadır.

Çalışmanın temel sorusu şudur: Trump’ın Gazze Ateşkes Planı, Türkiye’nin dengeci dış siyasasını sürdürülebilir kılmakta mı, yoksa Ankara’yı yeni bir jeopolitik tercihe zorlamakta mıdır?

TRUMP PLANININ İÇERİĞİ VE DİPLOMATİK ÇERÇEVESİ

Donald Trump tarafından Eylül 2025’te açıklanan Gazze Ateşkes Planı biçimsel olarak bir barış girişimi görünümünde olmakla birlikte, içerik itibarıyla klasik barış planlarından farklı bir siyasal mühendislik denemesidir. Planın temelinde, ABD’nin hem İsrail’in güvenliğini güvence altına alması hem de İran’ın bölgesel etkisini sınırlayarak Ortadoğu’daki güç dengesini yeniden kurma arzusu bulunmaktadır. Bu bakımdan plan, yalnızca Filistin sorununa değil, aynı zamanda küresel yarışmanın bölgesel yansımasına da odaklanmaktadır.

Plan beş ana unsurdan oluşmaktadır: ateşkes ve esir değişimi, geçici yönetim, silahsızlanma, yeniden yapım fonu ve uluslararası gözetim mekanizması.

Ateşkes ve Esir Değişimi

Planın ilk ve en acil boyutu, iki taraf arasındaki çatışmaların durdurulması ve rehinelerin karşılıklı olarak serbest bırakılmasıdır. Hamas’ın elindeki İsrailli sivillerin ve askerlerin serbest bırakılması karşılığında, İsrail hapishanelerinde bulunan belirli kategorideki Filistinlilerin tahliyesi öngörülmüştür. Bu madde, uluslararası kamuoyu nezdinde planın en meşru ve uygulanabilir parçası olarak görülmüştür. Hamas da bu maddeye olumlu yaklaşmış ve rehinelerin tamamını serbest bırakmaya razı olduğunu açıklamıştır.

Geçici Yönetim ve Güvenlik Düzenlemesi

Planın en tartışmalı kısmı, Gazze’de Hamas dışı bir geçici sivil yönetim kurulmasını öngörmesidir. Bu yönetimin Katar, Mısır ve ABD’nin gözetiminde oluşturulması ve güvenlik denetiminin belirli ölçüde İsrail tarafından sürdürülmesi hedeflenmiştir. Böylece Hamas’ın hem siyasal hem de yönetsel meşruluğunun ortadan kaldırılması amaçlanmıştır. Hamas bu maddeyi, kendisini ortadan kaldırmaya yönelik bir girişim olarak nitelendirmiş ve kesin biçimde reddetmiştir.

Silahsızlanma

Planın üçüncü maddesi, Hamas’ın askeri kapasitesinin ortadan kaldırılmasını hedeflemektedir. Öncelikle ağır silahların teslim edilmesi, ardından orta ve uzun vadede tam silahsızlanma sürecine geçilmesi öngörülmektedir. Bu madde, Hamas’ın varoluşsal kimliğiyle doğrudan çeliştiği için örgüt tarafından “kırmızı çizgi” olarak değerlendirilmiştir. Hamas’ın bu maddeyi kabul etmesi hareketin siyasal-askeri bütünlüğünü kaybetmesi anlamına gelecektir.

Yeniden Yapım Fonu

Planın ekonomik boyutu, Körfez ülkelerinden sağlanacak finansmanla Gazze’nin yeniden yapımını öngörmektedir. Ancak fonun yönetimi Hamas’a değil, uluslararası bir konsorsiyuma verilmiştir. Bu durum, Hamas açısından iki yönlü bir ikilem yaratmıştır: Fonun sağlayacağı ekonomik yararlar çekici görünse de denetimin kendi elinde olmaması hareketin halk nezdindeki otoritesini zayıflatacaktır. Dolayısıyla Hamas bu maddeye koşullu onay vermiştir.

Uluslararası Gözetim Mekanizması

Plan, uygulamanın Birleşmiş Milletler, ABD, Mısır ve Katar’dan oluşan dört aktörlü bir denetim mekanizması tarafından izlenmesini öngörmektedir. Bu mekanizma hem ateşkesin sürdürülmesini hem yeniden yapım sürecinin saydamlığını güvence altına almayı amaçlamaktadır. Ancak uygulamada bu yapı ABD’nin bölgedeki etkisini yeniden kurmasının aracı olarak algılanmaktadır.

Diplomatik Çerçeve ve Stratejik Amaç

Trump Planı’nın diplomatik çerçevesi, klasik “barış süreci” modelinden farklıdır. Plan, tarafları eşit görüşme aktörleri olarak değil, biri (Hamas) üzerinde baskı kurulan, diğeri (İsrail) ise meşru güvenlik endişeleriyle hareket eden iki taraf olarak konumlandırmaktadır. Bu yaklaşım, ABD’nin bölgedeki geleneksel arabulucu rolünden uzaklaşarak tek taraflı diplomasi yöntemine yöneldiğini göstermektedir. Planın stratejik amacı, üç düzeyde özetlenebilir: İsrail’in güvenliğini kurumsallaştırmak, İran’ın bölgesel etkisini sınırlamak ve ABD’nin Orta Doğu’daki liderliğini yeniden kurmak. Bu yönüyle plan, yalnızca Gazze’nin geleceğine değil, bölgesel güç dengelerinin yeniden oluşturulmasına yönelik kapsamlı bir stratejik hamle olarak okunmalıdır.

HAMAS’IN TEPKİSİ VE BÖLGESEL DİNAMİKLER

Trump Planı’na Hamas’ın tepkisi, örgütün tarihsel olarak benimsediği “direniş eksenli siyasa” ile son yıllarda izlediği “diplomatik meşruluk arayışı” arasındaki ikili çizgiyi açık biçimde yansıtmaktadır.  Hamas planı doğrudan reddetmemiş, ancak “zaman baskısı ve tehditlerle hareket etmeyeceğini” vurgulayarak ABD’nin koyduğu 48 saatlik süreyi tanımamıştır. Bu durum, örgütün bir yandan çatışmayı sürdürme kapasitesini korumaya, diğer yandan uluslararası arenada görüşülebilir bir aktör görünümü kazanmaya çalıştığını göstermektedir.

Hamas’ın Stratejik Tutumu

Hamas’ın tepkisi iki yönlü okunmalıdır. Birincisi, askeri ve ideolojik meşruluğunu koruma arzusu ve ikincisi ise diplomatik tanınırlığını artırma isteği. Örgüt planın bazı unsurlarını tartışmaya açık bırakmıştır. Özellikle esir değişimi ve yeniden yapım fonu konularında pazarlık alanı tanımıştır. Buna karşın silahsızlanma, geçici yönetim ve İsrail güvenlik denetimi maddelerini kesin biçimde reddetmiştir. Bu yaklaşım, Hamas’ın “tam ret” yerine “koşullu görüşme” çizgisine yöneldiğini göstermektedir. Bu tutum hem zaman kazanmak hem de uluslararası kamuoyunda köktenci değil, akılcı bir aktör imajı oluşturmak amacını taşımaktadır.

İran ve Direniş Ekseni

Hamas’ın bu esnek tavrı, İran açısından stratejik bir ikilem yaratmıştır. Tahran yönetimi, Trump Planı’nı açık biçimde “Amerikan-İsrail komplosu” olarak nitelendirmiş ve Filistin direnişinin silahsızlanmasının “bölgesel direniş hattına” zarar vereceğini savunmuştur. İran’ın tepkisi, yalnızca ideolojik dayanışmadan değil, aynı zamanda jeostratejik hesaplardan kaynaklanmaktadır. Tahran, Gazze’deki çatışmayı kendi bölgesel etkisinin bir parçası olarak görmekte ve bu hattı zayıflatacak her türlü uzlaşmayı reddetmektedir. Dolayısıyla Hamas’ın Trump Planı’nı tartışmaya açık bırakması, İran’ın gözünde kısmi bir “yumuşama” olarak değerlendirilmiştir. Bu da İran–Hamas ilişkilerinde yeni bir gerilim hattı doğurmuştur.

Katar ve Mısır’ın Arabulucu Rolü

Katar ve Mısır, planın uygulanabilir hale gelmesi açısından kilit öneme sahiptir. Her iki ülke de hem Hamas’la hem ABD ve İsrail’le iletişim kanallarını koruyabilen ender aktörlerdir. Katar, Gazze’ye yapılan insancıl yardımların ana finansörü olarak sürece ekonomik meşruluk kazandırırken, Mısır diplomatik ve güvenlik boyutunda dengeleyici bir rol oynamaktadır. Kahire, Hamas’ın silahsızlanmasına sıcak bakmakla birlikte Gazze’de tamamen Hamas dışı bir yönetimin kurulmasının kararsızlık yaratabileceği endişesini taşımaktadır. Dolayısıyla bu iki ülke Trump Planı’nın “yumuşatılmış” bir sürümünün şekillenmesinde etkili rol oynamaktadır.

Rusya ve Çin’in Konumu

Rusya ve Çin, Trump Planı’nı “tek taraflı diplomasi” örneği olarak nitelendirmiştir. Moskova, Hamas’la ilişkilerini korurken İran’la stratejik iş birliğini güçlendirmektedir. Çin ise planı, ABD’nin küresel liderlik savını yeniden kurma girişimi olarak görmekte ve ekonomik diplomasisini (özellikle Yeniden Yapım Fonu üzerinden) devreye sokmaya hazırlanmaktadır. Her iki aktör de süreci ABD’nin bölgesel hegemonyasını sınırlama fırsatı olarak değerlendirmektedir.

Bölgesel Dengeye Etkiler

Trump Planı, bölgesel güç dengelerini yeniden şekillendirmiştir. İsrail-ABD ekseni karşısında İran-Rusya-Çin hattı belirginleşirken, Türkiye-Katar-Mısır üçlüsü arabulucu ve dengeleyici konuma yerleşmiştir. Bu yapı, Orta Doğu’da yeni bir “çok kutuplu denge” eğilimine işaret etmektedir. Bu çok kutupluluk, Türkiye’nin hem risk hem fırsat alanını genişletmiştir. Ankara, Hamas’la diplomatik kanallarını koruyarak bölgesel etkisini artırabilir, ancak aynı anda ABD ve İsrail’le ilişkilerini de riske atabilir.

TÜRKİYE AÇISINDAN SİYASAL DEĞERLENDİRME

Trump Planı’nın açıklanması, Türkiye’nin dış siyasası açısından çok katmanlı sonuçlar doğurmuştur. Türkiye hem NATO üyesi kimliği hem de Hamas’la açık iletişim kanallarını sürdüren az sayıdaki ülke arasında yer alması nedeniyle, bu sürecin hem diplomatik hem stratejik boyutunda özel bir konuma sahiptir. Ancak bu konum, Türkiye’ye yalnızca fırsatlar değil, aynı zamanda ciddi riskler de sunmaktadır.

Jeopolitik Etkiler ve Dış Siyasa Sıkışması

Türkiye’nin dış politikası son yıllarda “denge siyasası” olarak tanımlanabilecek bir çizgiye oturmuştur. Ankara, Batı ittifakı ile Rusya-Çin-İran ekseni arasında esnek bir konumu koruyarak hem stratejik özerkliğini hem de ekonomik çıkarlarını gözetmeye çalışmaktadır. Ancak Trump Planı bu dengeyi zorlamaktadır. ABD’nin Hamas’a yönelik baskıyı artırması ve İsrail’in planın “silahsızlanma” boyutunda ısrarcı olması, Türkiye’nin Hamas’la kurduğu siyasal diyaloğu Batı nezdinde tartışmalı duruma getirmektedir. Ankara’nın Hamas’ı “meşru Filistin direniş hareketi” olarak tanımlaması, Washington’da ve Tel Aviv’de rahatsızlık yaratmaktadır. Bu durum Türkiye’yi iki seçenek arasında bırakmaktadır: Batı bloğuna daha yakın bir tavır almak (bu durumda arabuluculuk rolünü yitirme riski vardır) ya da daha bağımsız bir bölgesel çizgi izlemek (bu da ABD’nin ekonomik ve finansal baskılarını artırabilir). Her iki seçeneğin de maliyetleri yüksektir. Bu nedenle Türkiye’nin “denge siyasası”, kısa vadede esneklik sağlasa da uzun vadede sürdürülebilirliği sorgulanmaktadır.

Ekonomik ve Enerji Boyutu

Trump Planı’nın bölgesel etkilerinden biri, enerji güvenliği ve ekonomik kararlılık alanlarında görülecektir. İran’ın planı reddetmesi veya bölgesel çatışmanın yeniden tırmanması durumunda Hürmüz Boğazı ve Basra Körfezi üzerinden geçen enerji hatlarında ciddi riskler oluşacaktır. Türkiye’nin enerji ithalatında İran ve Rusya’ya bağımlılığı, bu tür krizleri doğrudan ekonomik bir baskı unsuruna dönüştürür. Ayrıca ABD’nin ikincil yaptırımlar aracılığıyla İran’la ticari ilişkileri kısıtlama eğilimi, Türk enerji şirketleri ve bankaları üzerinde yeni yaptırım baskıları yaratabilir. Diğer taraftan, eğer Trump Planı’nın “yeniden yapım fonu” devreye girerse, Türk yapım ve lojistik firmaları için ekonomik fırsatlar da doğabilir. Türkiye bu alanda Katar ve Mısır’la iş birliği geliştirerek, Gazze’nin yeniden yapımında etkili rol alabilir. Ancak bu fırsatın gerçekleşebilmesi Türkiye’nin hem Hamas’la hem de Batı’yla diplomatik dengeyi koruyabilmesine bağlıdır.

İç Siyasa ve Toplumsal Yansımalar

Trump Planı’nın Türkiye iç siyasasına dolaylı yansımaları da dikkate değerdir. Hamas’a karşı baskıların artması, Türkiye’deki tutucu-İslamcı çevrelerde güçlü bir “dayanışma refleksi” doğurmuştur. Bu refleks, iktidar tarafından iç siyasada “kuşatma altındaki Türkiye” söylemiyle pekiştirilmektedir. Bu söylem, kısa vadede iktidarın tabanını bütünleştirebilir. Ancak uzun vadede dış siyasa manevra alanını daraltır. Türkiye’nin hem Batı ile ilişkilerini sürdürmesi hem de Filistin meselesinde tarafsız kalması artık daha zor hale gelmiştir. Toplumsal düzeyde ise Gazze’ye yönelik insancıl duyarlılıklar güçlüdür. Ancak bu duyarlılık, ekonomik krizle birleştiğinde dış siyasa üzerinden iç politik meşruluk üretme stratejisinin etkisini sınırlayabilir.

Diplomatik Konum ve Stratejik Rol

Türkiye, Trump Planı sonrasında kendisini “zorunlu arabulucu” konumunda bulmuştur. Katar’la birlikte Hamas üzerinde etkisi olan az sayıdaki ülke arasında yer alan Ankara, bu etkiyi diplomatik sermaye olarak kullanmaktadır. Ancak Türkiye’nin bu rolü kalıcı bir diplomatik kazanca dönüştürebilmesi için üç temel koşul gerekmektedir: Batı ile kurumsal bağlarını koparmadan bölgesel etkinliğini artırmak, Hamas ile ilişkisini ideolojik değil yararcı bir çizgide sürdürmek ve enerji ve finansal kırılganlıklarını azaltarak dış baskılara karşı direnç kazanmak. Bu üç koşulun gerçekleşip gerçekleşmemesi Türkiye’nin Trump Planı sürecinde “oyun kurucu” mu yoksa “dengeleyici” mi olacağını belirleyecektir.

Ara Sonuç

Trump’ın Gazze Ateşkes Planı, Türkiye için yalnızca bir dış siyasa sınavı değil, aynı zamanda stratejik yönelim tercihi anlamına gelmektedir. Ankara’nın önünde artık yalnızca diplomatik değil, ideolojik ve ekonomik bir denge sınavı vardır.

GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ

Trump’ın Hamas ve Gazze Ateşkes Planı, ilk bakışta klasik bir barış girişimi olarak sunulsa da özünde ABD’nin bölgedeki stratejik üstünlüğünü yeniden kurma çabası olarak değerlendirilmelidir. Plan, İsrail’in güvenliğini güvence altına alırken, İran’ın vekil güçleri aracılığıyla kurduğu etki alanlarını daraltmayı ve bölgesel dengeleri yeniden şekillendirmeyi hedeflemiştir. Bu çerçevede Gazze, yalnızca insancıl bir kriz alanı değil, aynı zamanda küresel güç yarışmasının jeopolitik laboratuvarı durumuna gelmiştir.

Hamas açısından plan hem varoluşsal hem de siyasal bir meydan okumadır. Örgüt, ideolojik temelleri gereği silahsızlanmayı reddetmiş, ancak diplomatik manevra alanını genişletmek için planın bazı unsurlarına “koşullu açıklık” göstermiştir. Bu tutum, Hamas’ın yalnızca direniş örgütü olarak değil, aynı zamanda pazarlık yapabilen siyasal aktör kimliğine geçiş arayışını yansıtmaktadır. İran ise bu durumu kuşkuyla karşılamış, Filistin alanında olası bir uzlaşmayı kendi bölgesel etki alanı açısından tehdit olarak görmüştür.

Trump yönetimi için bu süreç hem dış siyasa başarısı hem de iç siyasada saygınlık üretme çabasıdır. Ancak planın temel zayıflığı tek taraflı diplomasiye dayanmasıdır. ABD, Hamas’ı ve dolaylı biçimde İran’ı dışlayarak sürdürülebilir bir güvenlik mimarisi oluşturma kapasitesini zayıflatmıştır. Bu nedenle plan kısa vadede taktik bir rahatlama sağlasa bile uzun vadede bölgedeki kararsızlığı kalıcı biçimde sona erdirecek bir güce sahip değildir.

Türkiye açısından süreç, çok katmanlı bir sınav niteliğindedir. Ankara’nın hem Batı ittifakı içindeki kurumsal konumu hem de bölgesel aktörlerle (özellikle Hamas ve Katar’la) geliştirdiği ilişkiler, onu bu kriz denkleminde benzersiz fakat kırılgan bir konuma yerleştirmektedir. Türkiye, bu süreçte üç yönlü baskı altındadır: ABD ve İsrail’den gelen diplomatik baskı, İran ve Rusya’dan gelen stratejik denge çağrıları ve iç kamuoyundan yükselen Filistin dayanışması talepleri.

Bu çok yönlü baskı, Türkiye’nin klasik “denge siyasasını”nı giderek daha maliyetli duruma getirmektedir. Ankara kısa vadede esnek bir tutum izleyebilir, ancak orta ve uzun vadede bu esnekliğin sürdürülebilmesi enerji bağımlılığının azaltılması, ekonomik kırılganlıkların giderilmesi ve diplomatik çok kanallı olmanın kurumsallaştırılması ile olanaklıdır. Aksi takdirde Türkiye, bölgesel ve küresel aktörler arasında sıkışan bir “tepki veren güç” konumuna gerileyebilir.

Sonuç olarak, Trump Planı Türkiye için yalnızca bir diplomatik gelişme değil, aynı zamanda jeopolitik yönelim tercihini belirleyecek bir dönüm noktasıdır. Ankara’nın önünde iki temel stratejik seçenek bulunmaktadır: Batı ittifakıyla uyumlu, kurumsal bir dış politika çizgisini koruyarak bölgesel arabuluculuğu sürdürmek ya da ABD-İsrail hattına uzak duran, daha özerk ama ekonomik ve diplomatik açıdan riskli bir bölgesel çizgi izlemek. Bu iki yönelim arasında denge kurmak Türkiye’nin önümüzdeki dönemdeki dış siyasa başarısının belirleyicisi olacaktır. Dolayısıyla Trump Planı, Orta Doğu’da barış arayışından çok Türkiye’nin stratejik kimliğini yeniden tanımlayan bir stres sınavı işlevi görmektedir.

Hiç yorum yok: