Trump’ın Hamas ve Gazze Ateşkes
Planı: Bölgesel Güvenlik Dinamikleri ve Türkiye Açısından Siyasal Değerlendirme
Prof. Dr. Firuz
Demir Yaşamış
Öz
Bu çalışma,
2025 sonbaharında Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump tarafından
açıklanan Gazze Ateşkes Planı’nı bölgesel güvenlik dengeleri ve Türkiye’nin dış
politikası açısından çözümlemektedir. Plan, Hamas’ın askeri kapasitesinin
sınırlandırılmasını, Gazze’de geçici bir yönetimin oluşturulmasını ve İsrail’in
güvenliğinin uluslararası güvencelerle pekiştirilmesini öngörmektedir. Ancak
plan, tek taraflı diplomatik yaklaşımı nedeniyle bölgesel aktörler arasında
tartışmalı bir nitelik taşımaktadır. Hamas, planın bazı maddelerini görüşmeye
açık bırakmış, ancak silahsızlanma ve yönetim değişikliği gibi unsurları kesin
biçimde reddetmiştir. Bu durum, örgütün uluslararası meşruluk kazanma çabasıyla
direniş kimliği arasındaki gerilimi yansıtmaktadır. Türkiye açısından süreç,
jeopolitik denge, enerji güvenliği ve iç siyasal dengeler bakımından çok
boyutlu sonuçlar doğurmaktadır. Ankara’nın hem Batı ittifakı içindeki konumu
hem de bölgesel aktörlerle kurduğu ilişkiler, onu sürecin hem fırsat hem risk
alanına yerleştirmektedir. Çalışma, Trump Planı’nın Türkiye’nin denge siyasası
üzerindeki etkilerini değerlendirerek bu planın Türkiye için bir dış siyasa
yönelim sınavı oluşturduğu sonucuna ulaşmaktadır.
Anahtar
Kelimeler: Trump
Planı, Hamas, Gazze, Türkiye, ABD, İsrail, İran, Dış Politika, Bölgesel
Güvenlik, Jeopolitik
Abstract
This study analyzes the Gaza Ceasefire Plan announced
by U.S. President Donald Trump in the autumn of 2025, focusing on its
implications for regional security dynamics and Turkish foreign policy. The
plan aims to limit Hamas’s military capacity, establish a provisional
administration in Gaza, and reinforce Israel’s security through international
guarantees. However, due to its unilateral diplomatic design, the plan has
generated significant controversy among regional actors. Hamas left certain
provisions open for negotiation but firmly rejected those concerning
disarmament and political exclusion, reflecting the tension between its quest
for international legitimacy and its resistance-oriented identity. For Turkey,
the process carries multidimensional consequences in terms of geopolitical
balance, energy security, and domestic politics. Situated between its
institutional ties to the Western alliance and its pragmatic engagement with
regional powers, Ankara faces both opportunities and vulnerabilities. The study
concludes that the Trump Plan functions less as a peace initiative and more as
a strategic test for Turkey’s foreign policy orientation.
Keywords: Trump Plan,
Hamas, Gaza, Turkiye, United States, Israel, Iran, Foreign Policy, Regional
Security, Geopolitics
GİRİŞ
2025
sonbaharında ABD Başkanı Donald Trump tarafından açıklanan “Gazze Ateşkes
Planı”, yalnızca İsrail-Filistin çatışmasının yeni bir aşamasını değil, aynı
zamanda küresel güç dengelerinde yaşanan dönüşümün de simgesel bir göstergesini
temsil etmektedir. ABD’nin uzun süre sonra yeniden doğrudan arabulucu rol
üstlenmesi, hem Washington’un Orta Doğu’daki etkisini artırma arzusunu hem de
bölgesel güçlerin (İran, Türkiye, Katar, Mısır, Suudi Arabistan) yeniden
konumlanma zorunluluğunu ortaya koymuştur. Bu gelişme, özellikle Hamas’ın
uluslararası diplomatik statüsünün ve Türkiye’nin dış siyasa tavrının yeniden
tanımlandığı bir döneme denk gelmiştir.
Trump
yönetimi, planı “kalıcı barış” çerçevesinde sunmakla birlikte, içerdiği
hükümler bakımından klasik diplomatik metinlerden belirgin biçimde
ayrılmaktadır. Plan, Hamas’ın askeri kapasitesini ortadan kaldırmayı, Gazze’de
Hamas dışında bir geçici yönetim kurmayı ve İsrail’in güvenlik denetimini
belirli ölçüde sürdürmesini öngörmektedir. Buna karşılık, rehinelerin serbest
bırakılması ve Gazze’nin yeniden yapımı için uluslararası bir fon oluşturulması
gibi unsurlar Filistin tarafını masaya çekmeye dönük özendirici unsurlar olarak
tasarlanmıştır.
Ancak Hamas,
bu planı “tam ret” ya da “tam kabul” ikileminde değerlendirmemiş ve kademeli
bir görüşme stratejisi izlemiştir. Planın bazı unsurlarını tartışmaya açık
bırakması, örgütün diplomatik meşruluğunu artırmak ve zaman kazanmak yönündeki
hedefiyle ilişkilidir. Bu yaklaşım, ABD’nin “ültimatom diplomasisi”
olarak nitelendirilebilecek hızlı sonuç alma isteğiyle doğrudan çelişmektedir.
Bölgesel
düzlemde, planın açıklanması İran, Rusya ve Çin’in yakınlaşmasını hızlandırmış
ve Türkiye, Katar ve Mısır gibi aktörler ise arabuluculuk rolüyle öne
çıkmıştır. Bu noktada Türkiye hem NATO üyesi kimliği hem de Hamas’la açık
diyalog kanallarına sahip olması bakımından benzersiz bir konumdadır. Ancak bu
konum, Ankara açısından aynı zamanda yüksek diplomatik ve ekonomik riskler
taşımaktadır.
Bu makale,
Trump’ın Gazze Ateşkes Planı’nı bölgesel güvenlik mimarisi, büyük güç rekabeti
ve Türkiye’nin dış politik stratejisi üçlüsü üzerinden çözümlemeye
çalışmaktadır.
Çalışmanın
temel sorusu şudur: Trump’ın Gazze Ateşkes Planı, Türkiye’nin dengeci dış siyasasını
sürdürülebilir kılmakta mı, yoksa Ankara’yı yeni bir jeopolitik tercihe
zorlamakta mıdır?
TRUMP
PLANININ İÇERİĞİ VE DİPLOMATİK ÇERÇEVESİ
Donald Trump
tarafından Eylül 2025’te açıklanan Gazze Ateşkes Planı biçimsel olarak bir
barış girişimi görünümünde olmakla birlikte, içerik itibarıyla klasik barış
planlarından farklı bir siyasal mühendislik denemesidir. Planın temelinde,
ABD’nin hem İsrail’in güvenliğini güvence altına alması hem de İran’ın bölgesel
etkisini sınırlayarak Ortadoğu’daki güç dengesini yeniden kurma arzusu
bulunmaktadır. Bu bakımdan plan, yalnızca Filistin sorununa değil, aynı zamanda
küresel yarışmanın bölgesel yansımasına da odaklanmaktadır.
Plan beş ana
unsurdan oluşmaktadır: ateşkes ve esir değişimi, geçici yönetim, silahsızlanma,
yeniden yapım fonu ve uluslararası gözetim mekanizması.
Ateşkes
ve Esir Değişimi
Planın ilk
ve en acil boyutu, iki taraf arasındaki çatışmaların durdurulması ve
rehinelerin karşılıklı olarak serbest bırakılmasıdır. Hamas’ın elindeki
İsrailli sivillerin ve askerlerin serbest bırakılması karşılığında, İsrail
hapishanelerinde bulunan belirli kategorideki Filistinlilerin tahliyesi
öngörülmüştür. Bu madde, uluslararası kamuoyu nezdinde planın en meşru ve
uygulanabilir parçası olarak görülmüştür. Hamas da bu maddeye olumlu yaklaşmış
ve rehinelerin tamamını serbest bırakmaya razı olduğunu açıklamıştır.
Geçici
Yönetim ve Güvenlik Düzenlemesi
Planın en
tartışmalı kısmı, Gazze’de Hamas dışı bir geçici sivil yönetim kurulmasını
öngörmesidir. Bu yönetimin Katar, Mısır ve ABD’nin gözetiminde oluşturulması ve
güvenlik denetiminin belirli ölçüde İsrail tarafından sürdürülmesi
hedeflenmiştir. Böylece Hamas’ın hem siyasal hem de yönetsel meşruluğunun
ortadan kaldırılması amaçlanmıştır. Hamas bu maddeyi, kendisini ortadan
kaldırmaya yönelik bir girişim olarak nitelendirmiş ve kesin biçimde
reddetmiştir.
Silahsızlanma
Planın
üçüncü maddesi, Hamas’ın askeri kapasitesinin ortadan kaldırılmasını
hedeflemektedir. Öncelikle ağır silahların teslim edilmesi, ardından orta ve
uzun vadede tam silahsızlanma sürecine geçilmesi öngörülmektedir. Bu madde,
Hamas’ın varoluşsal kimliğiyle doğrudan çeliştiği için örgüt tarafından
“kırmızı çizgi” olarak değerlendirilmiştir. Hamas’ın bu maddeyi kabul etmesi
hareketin siyasal-askeri bütünlüğünü kaybetmesi anlamına gelecektir.
Yeniden Yapım
Fonu
Planın
ekonomik boyutu, Körfez ülkelerinden sağlanacak finansmanla Gazze’nin yeniden yapımını
öngörmektedir. Ancak fonun yönetimi Hamas’a değil, uluslararası bir
konsorsiyuma verilmiştir. Bu durum, Hamas açısından iki yönlü bir ikilem
yaratmıştır: Fonun sağlayacağı ekonomik yararlar çekici görünse de denetimin
kendi elinde olmaması hareketin halk nezdindeki otoritesini zayıflatacaktır.
Dolayısıyla Hamas bu maddeye koşullu onay vermiştir.
Uluslararası
Gözetim Mekanizması
Plan,
uygulamanın Birleşmiş Milletler, ABD, Mısır ve Katar’dan oluşan dört aktörlü
bir denetim mekanizması tarafından izlenmesini öngörmektedir. Bu mekanizma hem
ateşkesin sürdürülmesini hem yeniden yapım sürecinin saydamlığını güvence
altına almayı amaçlamaktadır. Ancak uygulamada bu yapı ABD’nin bölgedeki etkisini
yeniden kurmasının aracı olarak algılanmaktadır.
Diplomatik
Çerçeve ve Stratejik Amaç
Trump
Planı’nın diplomatik çerçevesi, klasik “barış süreci” modelinden farklıdır.
Plan, tarafları eşit görüşme aktörleri olarak değil, biri (Hamas) üzerinde
baskı kurulan, diğeri (İsrail) ise meşru güvenlik endişeleriyle hareket eden
iki taraf olarak konumlandırmaktadır. Bu yaklaşım, ABD’nin bölgedeki geleneksel
arabulucu rolünden uzaklaşarak tek taraflı diplomasi yöntemine yöneldiğini
göstermektedir. Planın stratejik amacı, üç düzeyde özetlenebilir: İsrail’in
güvenliğini kurumsallaştırmak, İran’ın bölgesel etkisini sınırlamak ve ABD’nin
Orta Doğu’daki liderliğini yeniden kurmak. Bu yönüyle plan, yalnızca Gazze’nin
geleceğine değil, bölgesel güç dengelerinin yeniden oluşturulmasına yönelik
kapsamlı bir stratejik hamle olarak okunmalıdır.
HAMAS’IN
TEPKİSİ VE BÖLGESEL DİNAMİKLER
Trump
Planı’na Hamas’ın tepkisi, örgütün tarihsel olarak benimsediği “direniş eksenli
siyasa” ile son yıllarda izlediği “diplomatik meşruluk arayışı” arasındaki
ikili çizgiyi açık biçimde yansıtmaktadır. Hamas planı doğrudan reddetmemiş, ancak “zaman
baskısı ve tehditlerle hareket etmeyeceğini” vurgulayarak ABD’nin koyduğu 48
saatlik süreyi tanımamıştır. Bu durum, örgütün bir yandan çatışmayı sürdürme
kapasitesini korumaya, diğer yandan uluslararası arenada görüşülebilir bir
aktör görünümü kazanmaya çalıştığını göstermektedir.
Hamas’ın
Stratejik Tutumu
Hamas’ın
tepkisi iki yönlü okunmalıdır. Birincisi, askeri ve ideolojik meşruluğunu
koruma arzusu ve ikincisi ise diplomatik tanınırlığını artırma isteği. Örgüt
planın bazı unsurlarını tartışmaya açık bırakmıştır. Özellikle esir değişimi ve
yeniden yapım fonu konularında pazarlık alanı tanımıştır. Buna karşın
silahsızlanma, geçici yönetim ve İsrail güvenlik denetimi maddelerini kesin
biçimde reddetmiştir. Bu yaklaşım, Hamas’ın “tam ret” yerine “koşullu görüşme”
çizgisine yöneldiğini göstermektedir. Bu tutum hem zaman kazanmak hem de
uluslararası kamuoyunda köktenci değil, akılcı bir aktör imajı oluşturmak
amacını taşımaktadır.
İran ve
Direniş Ekseni
Hamas’ın bu
esnek tavrı, İran açısından stratejik bir ikilem yaratmıştır. Tahran yönetimi,
Trump Planı’nı açık biçimde “Amerikan-İsrail komplosu” olarak nitelendirmiş ve
Filistin direnişinin silahsızlanmasının “bölgesel direniş hattına” zarar
vereceğini savunmuştur. İran’ın tepkisi, yalnızca ideolojik dayanışmadan değil,
aynı zamanda jeostratejik hesaplardan kaynaklanmaktadır. Tahran, Gazze’deki
çatışmayı kendi bölgesel etkisinin bir parçası olarak görmekte ve bu hattı
zayıflatacak her türlü uzlaşmayı reddetmektedir. Dolayısıyla Hamas’ın Trump
Planı’nı tartışmaya açık bırakması, İran’ın gözünde kısmi bir “yumuşama” olarak
değerlendirilmiştir. Bu da İran–Hamas ilişkilerinde yeni bir gerilim hattı
doğurmuştur.
Katar ve
Mısır’ın Arabulucu Rolü
Katar ve
Mısır, planın uygulanabilir hale gelmesi açısından kilit öneme sahiptir. Her
iki ülke de hem Hamas’la hem ABD ve İsrail’le iletişim kanallarını koruyabilen
ender aktörlerdir. Katar, Gazze’ye yapılan insancıl yardımların ana finansörü
olarak sürece ekonomik meşruluk kazandırırken, Mısır diplomatik ve güvenlik
boyutunda dengeleyici bir rol oynamaktadır. Kahire, Hamas’ın silahsızlanmasına
sıcak bakmakla birlikte Gazze’de tamamen Hamas dışı bir yönetimin kurulmasının kararsızlık
yaratabileceği endişesini taşımaktadır. Dolayısıyla bu iki ülke Trump Planı’nın
“yumuşatılmış” bir sürümünün şekillenmesinde etkili rol oynamaktadır.
Rusya ve
Çin’in Konumu
Rusya ve
Çin, Trump Planı’nı “tek taraflı diplomasi” örneği olarak nitelendirmiştir.
Moskova, Hamas’la ilişkilerini korurken İran’la stratejik iş birliğini
güçlendirmektedir. Çin ise planı, ABD’nin küresel liderlik savını yeniden kurma
girişimi olarak görmekte ve ekonomik diplomasisini (özellikle Yeniden Yapım
Fonu üzerinden) devreye sokmaya hazırlanmaktadır. Her iki aktör de süreci
ABD’nin bölgesel hegemonyasını sınırlama fırsatı olarak değerlendirmektedir.
Bölgesel
Dengeye Etkiler
Trump Planı,
bölgesel güç dengelerini yeniden şekillendirmiştir. İsrail-ABD ekseni
karşısında İran-Rusya-Çin hattı belirginleşirken, Türkiye-Katar-Mısır üçlüsü
arabulucu ve dengeleyici konuma yerleşmiştir. Bu yapı, Orta Doğu’da yeni bir
“çok kutuplu denge” eğilimine işaret etmektedir. Bu çok kutupluluk, Türkiye’nin
hem risk hem fırsat alanını genişletmiştir. Ankara, Hamas’la diplomatik
kanallarını koruyarak bölgesel etkisini artırabilir, ancak aynı anda ABD ve
İsrail’le ilişkilerini de riske atabilir.
TÜRKİYE
AÇISINDAN SİYASAL DEĞERLENDİRME
Trump
Planı’nın açıklanması, Türkiye’nin dış siyasası açısından çok katmanlı sonuçlar
doğurmuştur. Türkiye hem NATO üyesi kimliği hem de Hamas’la açık iletişim
kanallarını sürdüren az sayıdaki ülke arasında yer alması nedeniyle, bu sürecin
hem diplomatik hem stratejik boyutunda özel bir konuma sahiptir. Ancak bu
konum, Türkiye’ye yalnızca fırsatlar değil, aynı zamanda ciddi riskler de
sunmaktadır.
Jeopolitik
Etkiler ve Dış Siyasa Sıkışması
Türkiye’nin
dış politikası son yıllarda “denge siyasası” olarak tanımlanabilecek bir
çizgiye oturmuştur. Ankara, Batı ittifakı ile Rusya-Çin-İran ekseni arasında
esnek bir konumu koruyarak hem stratejik özerkliğini hem de ekonomik
çıkarlarını gözetmeye çalışmaktadır. Ancak Trump Planı bu dengeyi zorlamaktadır.
ABD’nin Hamas’a yönelik baskıyı artırması ve İsrail’in planın “silahsızlanma”
boyutunda ısrarcı olması, Türkiye’nin Hamas’la kurduğu siyasal diyaloğu Batı
nezdinde tartışmalı duruma getirmektedir. Ankara’nın Hamas’ı “meşru Filistin
direniş hareketi” olarak tanımlaması, Washington’da ve Tel Aviv’de rahatsızlık
yaratmaktadır. Bu durum Türkiye’yi iki seçenek arasında bırakmaktadır: Batı
bloğuna daha yakın bir tavır almak (bu durumda arabuluculuk rolünü yitirme
riski vardır) ya da daha bağımsız bir bölgesel çizgi izlemek (bu da ABD’nin
ekonomik ve finansal baskılarını artırabilir). Her iki seçeneğin de maliyetleri
yüksektir. Bu nedenle Türkiye’nin “denge siyasası”, kısa vadede esneklik
sağlasa da uzun vadede sürdürülebilirliği sorgulanmaktadır.
Ekonomik
ve Enerji Boyutu
Trump
Planı’nın bölgesel etkilerinden biri, enerji güvenliği ve ekonomik kararlılık
alanlarında görülecektir. İran’ın planı reddetmesi veya bölgesel çatışmanın
yeniden tırmanması durumunda Hürmüz Boğazı ve Basra Körfezi üzerinden geçen
enerji hatlarında ciddi riskler oluşacaktır. Türkiye’nin enerji ithalatında
İran ve Rusya’ya bağımlılığı, bu tür krizleri doğrudan ekonomik bir baskı
unsuruna dönüştürür. Ayrıca ABD’nin ikincil yaptırımlar aracılığıyla İran’la
ticari ilişkileri kısıtlama eğilimi, Türk enerji şirketleri ve bankaları
üzerinde yeni yaptırım baskıları yaratabilir. Diğer taraftan, eğer Trump
Planı’nın “yeniden yapım fonu” devreye girerse, Türk yapım ve lojistik
firmaları için ekonomik fırsatlar da doğabilir. Türkiye bu alanda Katar ve
Mısır’la iş birliği geliştirerek, Gazze’nin yeniden yapımında etkili rol
alabilir. Ancak bu fırsatın gerçekleşebilmesi Türkiye’nin hem Hamas’la hem de
Batı’yla diplomatik dengeyi koruyabilmesine bağlıdır.
İç Siyasa
ve Toplumsal Yansımalar
Trump
Planı’nın Türkiye iç siyasasına dolaylı yansımaları da dikkate değerdir.
Hamas’a karşı baskıların artması, Türkiye’deki tutucu-İslamcı çevrelerde güçlü
bir “dayanışma refleksi” doğurmuştur. Bu refleks, iktidar tarafından iç siyasada
“kuşatma altındaki Türkiye” söylemiyle pekiştirilmektedir. Bu söylem, kısa
vadede iktidarın tabanını bütünleştirebilir. Ancak uzun vadede dış siyasa
manevra alanını daraltır. Türkiye’nin hem Batı ile ilişkilerini sürdürmesi hem
de Filistin meselesinde tarafsız kalması artık daha zor hale gelmiştir. Toplumsal
düzeyde ise Gazze’ye yönelik insancıl duyarlılıklar güçlüdür. Ancak bu
duyarlılık, ekonomik krizle birleştiğinde dış siyasa üzerinden iç politik meşruluk
üretme stratejisinin etkisini sınırlayabilir.
Diplomatik
Konum ve Stratejik Rol
Türkiye,
Trump Planı sonrasında kendisini “zorunlu arabulucu” konumunda bulmuştur.
Katar’la birlikte Hamas üzerinde etkisi olan az sayıdaki ülke arasında yer alan
Ankara, bu etkiyi diplomatik sermaye olarak kullanmaktadır. Ancak Türkiye’nin
bu rolü kalıcı bir diplomatik kazanca dönüştürebilmesi için üç temel koşul
gerekmektedir: Batı ile kurumsal bağlarını koparmadan bölgesel etkinliğini
artırmak, Hamas ile ilişkisini ideolojik değil yararcı bir çizgide sürdürmek ve
enerji ve finansal kırılganlıklarını azaltarak dış baskılara karşı direnç
kazanmak. Bu üç koşulun gerçekleşip gerçekleşmemesi Türkiye’nin Trump Planı
sürecinde “oyun kurucu” mu yoksa “dengeleyici” mi olacağını belirleyecektir.
Ara Sonuç
Trump’ın
Gazze Ateşkes Planı, Türkiye için yalnızca bir dış siyasa sınavı değil, aynı
zamanda stratejik yönelim tercihi anlamına gelmektedir. Ankara’nın önünde artık
yalnızca diplomatik değil, ideolojik ve ekonomik bir denge sınavı vardır.
GENEL
DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
Trump’ın
Hamas ve Gazze Ateşkes Planı, ilk bakışta klasik bir barış girişimi olarak
sunulsa da özünde ABD’nin bölgedeki stratejik üstünlüğünü yeniden kurma çabası
olarak değerlendirilmelidir. Plan, İsrail’in güvenliğini güvence altına
alırken, İran’ın vekil güçleri aracılığıyla kurduğu etki alanlarını daraltmayı
ve bölgesel dengeleri yeniden şekillendirmeyi hedeflemiştir. Bu çerçevede
Gazze, yalnızca insancıl bir kriz alanı değil, aynı zamanda küresel güç yarışmasının
jeopolitik laboratuvarı durumuna gelmiştir.
Hamas
açısından plan hem varoluşsal hem de siyasal bir meydan okumadır. Örgüt,
ideolojik temelleri gereği silahsızlanmayı reddetmiş, ancak diplomatik manevra
alanını genişletmek için planın bazı unsurlarına “koşullu açıklık”
göstermiştir. Bu tutum, Hamas’ın yalnızca direniş örgütü olarak değil, aynı
zamanda pazarlık yapabilen siyasal aktör kimliğine geçiş arayışını
yansıtmaktadır. İran ise bu durumu kuşkuyla karşılamış, Filistin alanında olası
bir uzlaşmayı kendi bölgesel etki alanı açısından tehdit olarak görmüştür.
Trump
yönetimi için bu süreç hem dış siyasa başarısı hem de iç siyasada saygınlık
üretme çabasıdır. Ancak planın temel zayıflığı tek taraflı diplomasiye
dayanmasıdır. ABD, Hamas’ı ve dolaylı biçimde İran’ı dışlayarak sürdürülebilir
bir güvenlik mimarisi oluşturma kapasitesini zayıflatmıştır. Bu nedenle plan
kısa vadede taktik bir rahatlama sağlasa bile uzun vadede bölgedeki kararsızlığı
kalıcı biçimde sona erdirecek bir güce sahip değildir.
Türkiye
açısından süreç, çok katmanlı bir sınav niteliğindedir. Ankara’nın hem Batı
ittifakı içindeki kurumsal konumu hem de bölgesel aktörlerle (özellikle Hamas
ve Katar’la) geliştirdiği ilişkiler, onu bu kriz denkleminde benzersiz fakat
kırılgan bir konuma yerleştirmektedir. Türkiye, bu süreçte üç yönlü baskı
altındadır: ABD ve İsrail’den gelen diplomatik baskı, İran ve Rusya’dan gelen
stratejik denge çağrıları ve iç kamuoyundan yükselen Filistin dayanışması
talepleri.
Bu çok yönlü
baskı, Türkiye’nin klasik “denge siyasasını”nı giderek daha maliyetli duruma
getirmektedir. Ankara kısa vadede esnek bir tutum izleyebilir, ancak orta ve
uzun vadede bu esnekliğin sürdürülebilmesi enerji bağımlılığının azaltılması,
ekonomik kırılganlıkların giderilmesi ve diplomatik çok kanallı olmanın
kurumsallaştırılması ile olanaklıdır. Aksi takdirde Türkiye, bölgesel ve
küresel aktörler arasında sıkışan bir “tepki veren güç” konumuna gerileyebilir.
Sonuç
olarak, Trump Planı Türkiye için yalnızca bir diplomatik gelişme değil, aynı
zamanda jeopolitik yönelim tercihini belirleyecek bir dönüm noktasıdır.
Ankara’nın önünde iki temel stratejik seçenek bulunmaktadır: Batı ittifakıyla
uyumlu, kurumsal bir dış politika çizgisini koruyarak bölgesel arabuluculuğu
sürdürmek ya da ABD-İsrail hattına uzak duran, daha özerk ama ekonomik ve
diplomatik açıdan riskli bir bölgesel çizgi izlemek. Bu iki yönelim arasında
denge kurmak Türkiye’nin önümüzdeki dönemdeki dış siyasa başarısının
belirleyicisi olacaktır. Dolayısıyla Trump Planı, Orta Doğu’da barış
arayışından çok Türkiye’nin stratejik kimliğini yeniden tanımlayan bir stres sınavı
işlevi görmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder