İsrail ve ABD'nin İran'a Saldırma Olasılığı
Prof. Dr.
Firuz Demir Yaşamış
Öz
Bu çalışma, İsrail ve Amerika Birleşik
Devletleri’nin İran’a yönelik olası saldırı senaryolarını, bölgesel güvenlik
dengeleri ve Türkiye’ye olası etkileri bağlamında incelemektedir. Basına
yansıyan haberler ve değerlendirmeler doğrudan geniş ölçekli bir saldırının
henüz kesinleşmediğini ancak askeri hazırlıkların ve gerilimin oldukça yüksek
olduğunu göstermektedir. Çalışmada üç temel senaryo öne çıkarılmaktadır: düşük
tırmanma (sınırlı saldırılar), orta düzey tırmanma (eşzamanlı hava, füze ve
deniz operasyonları) ve yüksek yoğunluklu savaş (tam yüzleşme). En olası
senaryo olarak orta düzey tırmanma değerlendirilmiştir. Ayrıca İran’ın Rusya ve
Çin ile askeri ve stratejik iş birliğini derinleştirmesi, Türkiye’nin dengeci
dış politika çizgisini sürdürülemez hale getirebilir. Çalışma, Türkiye
açısından jeopolitik, ekonomik ve iç siyasal etkileri tartışarak, enerji
güvenliği, diplomatik baskılar ve toplumsal kırılganlıkların altını
çizmektedir.
Anahtar Kelimeler: İsrail, ABD, İran, Rusya, Çin, Türkiye, Dış
Politika, Güvenlik, Nükleer Tesisler, Tırmanma Senaryoları
Abstract
This article examines the potential scenarios of a possible Israeli and
United States attack on Iran within the framework of regional security dynamics
and the implications for Turkiye. While open-source reporting indicates no
definitive confirmation of a large-scale assault, both Israeli and American
military preparedness and heightened tensions are evident. The study identifies
three main scenarios: low-level escalation (limited strikes), medium-level
escalation (combined air, missile, and naval operations), and high-intensity
war (full confrontation). The most probable scenario is assessed as
medium-level escalation. Moreover, Iran’s deepening military and strategic
cooperation with Russia and China may render Turkiye’s balancing foreign policy
increasingly unsustainable. The paper highlights the geopolitical, economic,
and domestic political impacts for Turkiye, particularly emphasizing energy
security vulnerabilities, diplomatic pressures, and societal fault lines.
Keywords: Israel, United States, Iran, Russia, China, Turkiye, Foreign Policy,
Security, Nuclear Facilities, Escalation Scenarios
Giriş
Basına yansıyan haberlerin taranmasından
çıkan sonuçlara göre İsrail ile ABD’nin İran’a karşı büyük bir saldırı
planladığı yönünde net bir doğrulama bulunduğunu göstermiyor. Ancak, gerilim ve
olası saldırı senaryolarına güçlü işaretler ve raporlar vardır. Anlaşıldığı
kadarıyla hazırlıklar ve askeri gerilim yüksektir. Hem İsrail hem de ABD
cephesinde askeri hazırlıklar, cezalandırıcı seçenekler ve çoklu senaryolara
hazırlık yapıldığına ilişkin haberler ve değerlendirmeler mevcuttur.
2025 yazında İran’ın nükleer
tesislerine yapılan saldırılar yapıldı ve ardından bölgesel misillemeler
gündeme geldi. Bu gelişmeler ve yakından geçmişteki olaylar yeni tırmanış
riskini artırmaktadır.
Öte yandan İran’a yönelik diplomatik,
ekonomik ve askeri baskılar da sürmektedir. ABD, İran’a yönelik yaptırımları
sıklaştırmaktadır. Uluslararası diplomasi aktörleri (GCC, Avrupa aktörleri)
tırmanmayı önlemek için yoğun ara buluculuk çalışmaları yapmaktadır.
Bununla birlikte “ortak büyük taarruz”
iddiaları birbiriyle çelişkili kaynaklarda yer almaktadır. Bazı değerlendirme
yazıları ve taktik spekülasyonlar yüksek olasılıktan söz ederken önerirken, ana
akım medya ve teyitli haber ajansları durumu ihtiyatla aktarmaktadır.
İsrail’in hedefi İran’ın askeri
kapasitesine, özellikle nükleer ve balistik altyapıya zarar vermektir. ABD ise
bölgesel kararlılığı ve müttefiklerinin güvenliğini gözettiğini bildirerek
farklı şekillerde gelişmelere müdahil olabilir.
Doğrudan geniş ölçekli saldırı yüksek
maliyetli olacaktır. Bu durum olayların hızla tırmanmasını kolaylaştırabilir. Bu
nedenle hem Tel Aviv hem Washington’daki karar vericiler genellikle ciddi siyasal
ve askeri değerlendirmeler yapacaklar ve seçenekleri aşamalı olarak uygulayacaklardır.
Bu bağlamda, Lübnan, Irak, Suriye, Hürmüz’de deniz güvenliği anlamında gerilimin
bölgesel yayılması, küresel enerji piyasasında dalgalanmalar ve geniş insancıl
ve askeri maliyetler gerçekleşmesi yüksek olasılıklardır.
Bütün bu değerlendirmelere karşın, dedikodulara
şüpheyle yaklaşmak gerekmektedir. Sosyal medya olayları çok hızlı tırmandırmaktadır.
Güvenilir doğrulama olmadan kesin yargılarda bulunmak yanlış
Son günlerde meydana gelen gelişmeler arasında
ABD’nin 2025’te İran’daki nükleer tesislere düzenlediği saldırılar başı
çekmektedir. Bu saldırılarda Natanz, Fordow ve Isfahan gibi tesisler hedef
alındı. Bölgesel misillemeler ve füze ve dron saldırıları meydana geldi. Haziran
2025’te İran, İsrail’e onlarca balistik füze fırlatarak karşılık verdi. Kimliği
“İsrail (veya İsrail ile bağlantılı)” olarak gösterilen casusluk suçlamalarına
karşı İran’da idamlar yapıldı. Örneğin Bahman Choobiasl isimli kişi hakkında
idam kararı verildi. Bu veriler hem bölgede gerilimin yeniden tırmanabileceğini
hem de İran’ın kendini hem diplomatik hem stratejik olarak hazırladığını göstermektedir.
Olası Üç Senaryo
& Muhtemel Sonuçları
ABD ve İsrail’in İran’a yönelik eylem olasılığı
bağlamında üç farklı senaryodan söz edilebilir. Birincisi, düşük tırmanma senaryosudur.
Sınırlı hedefli hava saldırıları
gerçekleşebilir. İsrail (ve belki ABD lojistik destekle) İran’ın belirli kritik
tesislerine sınırlı bir saldırı düzenleyebilir. Tam ölçekli savaş girişiminden
kaçınır. İran daha sınırlı misillemelerle ve Hizbullah ve Iraklı milisler gibi vekil
gruplarla saldırılar düzenleyebilir. Körfez, Irak ve Umman denizi hattı gibi ABD
askeri üslerine yönelik tehditler artabilir. Enerji piyasasında geçici fiyat artışları
gözlenebilir. İkinci senaryo, orta düzey tırmanma senaryosudur. Bu bağlamda eşzamanlı
hava, füze ve denizlerde vekil savaşçılar devreye girebilir. Saldırılar genişleyebilir.
ABD ve İsrail İran’ın hava savunma sistemlerine, komuta kontrol merkezlerine ve
füze depolarına eşzamanlı vuruşlar yapabilir. İran da misilleme amacıyla füzeleri
ve vekil savaşçıları kullanabilir. Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen gibi bölgesel
cepheler çatışmalarda etkili olabilir. Hürmüz
Boğazı ve Umman Denizi gibi stratejik deniz yolları tehlikeye girebilir. İran’da
İç siyasal baskı ve halkın huzursuzluğu artabilir ve taraflar arasında
“sınırsız çatışma döngüsü” riski yükselebilir. Üçüncü senaryo ise, yüksek yoğunluklu
savaş yani tam yüzleşme
senaryosudur. ABD ve İsrail birlikte büyük çaplı saldırıda bulunur. İran’ın
nükleer altyapısı, askeri tesisleri ve savunma hatları hedef alınır. Yüksek
sivil kayıplar ve büyük yıkımlar oluşabilir. Uluslararası tepki artabilir. Türkiye
gibi komşu ülkeler göç, güvenlik baskısı altında kalabilir. ABD’nin bölgedeki
üsleri ve deniz varlıkları risk altına girebilir. Enerji piyasası çok dalgalanabilir
ve küresel ekonomi çok olumsuz şekilde etkilenebilir. Olası diplomatik yalnızlaşma
gerçekleşebilir ve BM ve uluslararası mahkemeler gündeme gelebilir.
Kanımca, şimdilik orta düzey tırmanma
senaryosunun gerçekleşme olasılığı daha yüksek görünmektedir. Bunun temel
nedenlerinin başında hem İsrail’in stratejik hedeflerinin geniş olması ancak
buna karşılık “tek hamlede her şeyi almak” seçeneğinin yüksek maliyetli olacağı
gerçeğidir. İsrail sınırlı saldırılarla üstünlük elde etmek isteyebilir. ABD’nin
doğrudan yüksek yoğunluklu çatışmaya girme olasılığı siyasal, lojistik ve uluslararası maliyetlerinin
yüksekliği nedenleriyle daha azdır. İran da hem füze sistemlerini geliştirmekte
ve hem de iç cephenin güçlendirilmesi yolunda önlemler almaktadır. İran’da tam
bir yıkım senaryosuna hazırlık var gibi görünmektedir.
Buna karşılık, AB, Çin, Rusya ve
Körfez ülkelerinin diplomatik arayışları sürmektedir. Bu aktörler çatışma
riskini azaltma çabası içindedirler. Ancak herhangi bir yanlış hesaplama
(istihbarat hatası, misilleme, yan cepheler) durumunda daha yüksek yoğunluklu
çatışma riski göz ardı edilmemelidir.
Öte yandan, İran’ın özellikle
Rusya'dan önemli miktarda yeni ve güçlü silahlar almakta olduğu yönünde ciddi
iddialar ve bazı doğrulanabilmiş bilgiler bulunmaktadır. İran’ın, özellikle
Rusya’dan silah tedariki yaptığı ya da Rusya ile askeri teknoloji iş birliğini
derinleştirdiği yönünde bulgular elde edilmiştir. Aşağıda bu duruma dair mevcut
bilgiler, belirsizlikler ve ne anlama gelebileceği üzerine bir değerlendirme
var.
Reuters’e göre, İran Devrim Muhafızları’ndan bir komutan, İran’ın Rusya’dan Su-35 savaş
uçakları satın aldığını doğrulamıştır. Ancak kaç adet ya da ne zaman teslim
edileceği net değildir. IRNA, İran’ın S300
füzeleri konusunda Rusya ile anlaştığını ve Rusya’nın bu sistemleri İran’a
teslim etmeyi taahhüt ettiğini bildirilmektedir. Ancak teslim tarihleri
belirsizdir.
Arab News, İran’dan Rusya’ya kısa
menzilli balistik füzeler verildiği iddialarını dile getirmektedir. Reuters
kaynaklı habere göre, “400 adet Fatih-110/Zülfikar” ve benzeri sevkiyatlar söz
konusudur.
The Kyiv Independent, İran’ın Rusya’ya
Fath-360 füzeleri ya da fırlatıcı sistemlerini teslim etmek üzere olduğu
yönünde haberler olduğunu bildirmiştir. Bu sistemin yaklaşık menzili 120 km’dir.
İran’dan Rusya’ya önemli miktarda
mühimmat, roket, toplu mühimmat transferleri yapıldığına dair lojistik ve
taşımacılık verileri mevcuttur. Örneğin bir ayda 4.000 tonluk mühimmat
sevkiyatına dair raporlar vardır.
İran ve Rusya hem resmi olarak bazı
silah transferlerini doğrulamamakta ve hatta bazılarını reddetmektedir. Bu durum,
teslimatların, miktarın veya zamanlamanın net olmadığı anlamına gelmektedir.
Ancak, hangi sistemlerin teslim
edildiği ve hangi sistemlerin sözleşme ya da stok aşamasında olduğu haber
kaynaklarında netlikle belirtilmemiş bulunmaktadır. Bazı bilgiler, istihbarata
dayanan çözümlemelere, lojistik kayıtlara ya da transit sevkiyatlara dayanmaktadır.
Bu nedenle yanıltıcı olma riski veya abartılı raporlanma olasılıkları vardır.
İran’ın Bu Silah
Takviyesinin Etkisi
Su-35 gibi modern savaş uçakları
İran’ın hava gücünü yükseltir ve hava sahasını denetim altında tutma etme
kapasitesini geliştirir. S-300 gibi sistemler, İran’ın hava savunmasını
güçlendirerek İsrail ya da ABD hava saldırılarını daha zor duruma getirebilir. Füzeler
ve balistik sistemler, İran’a sınır bölgeleri dışında da saldırı veya tehdit
kapasitesi sağlar. Rusya ile bu kadar yakın iş birliği İran’ın hem lojistik hem
teknoloji anlamında daha gelişmiş silah sistemlerine erişimini artırır. Ancak,
bu tür silah alımları ve savunma yükseltmeleri hem maliyet gerektirir hem de
uluslararası baskı (yaptırımlar, diplomatik izolasyon) riskini artırır. Ayrıca
savunma sistemlerinin etkililiği, eğitim, bakım, lojistik ikmal, istihbarat ve öteki
silah sistemleri ile bütünleştirme gibi unsurlara da bağlıdır ve sadece sistem
alımı yetmeyebilir. İran’ın hava savunma kapasitesi önemli ölçüde gelişmişse,
İsrail ya da ABD’nin hava harekâtı seçenekleri daha riskli duruma gelecektir. Bu
durum saldırı planlarını değiştirebilir ya da caydırıcılığı artırabilir. Aynı
zamanda İran cephesinden misilleme olasılığı daha yüksek olabilir ve bu bölgede
vekillik savaşları, füze ve dron saldırı dizileri artabilir.
Operasyonel ve Stratejik
Etkiler
Su-35 veya benzeri modern jetlerin
(gerçekten) envantere girmesi, İran’ın bölgesel hava denetimini ve
caydırıcılığını artırır; fakat bunların etkin kullanımı için pilot eğitimi,
bakım, yedek parça ve lojistik desteğe ihtiyaç vardır. İlave S-300/benzeri
sistemler, İran’ın hava savunma derinliğini güçlendirir ve hava harekatlarını
daha maliyetli kılabilir. Bu durum, dış saldırganların seçeneklerini
kısıtlayabilir. Bu sistemlerin yaygınlaşması, İran’ın rakiplerine karşı
bölgesel misilleme kapasitesini ve vekil savaşlarını eş güdümleme yeteneğini artıracaktır.
Ayrıca denizde ve karada taktik ve operasyonel esneklik sağlanabilecektir. Bu
yüzden tırmanma senaryolarında İran’ın yanıt verme kapasitesi yükselir. Rusya’dan
gelen destek, İran’a hem doğrudan askeri kapasite hem de diplomatik bir meşruluk
sağlayabilir ve aynı zamanda uluslararası yaptırım çerçevesini ve bölgesel
dengeyi etkileyebilir. Su-35 ve diğer uçakların alandaki varlığına ilişkin
somut işaretler vardır.
İran Çin'den Silah
Alıyor mu?
İran Çin’den bazı savunma malzemeleri,
bileşenler ve lojistik destek alma eğilimindedir. Ancak, Çin’in doğrudan büyük
ölçekli, açıkça ilan edilmiş “çağdaş silah” satışları konusunda belirsizlik ve
temkinli bir uygulama sistemi vardır. Çin ve İran arasındaki ilişkiler
gelişmekte ve iş birliği alanları artmaktadır. Ekonomik ve stratejik bağlar
2023–2025 döneminde derinleşmiştir. Çin, ekonomik bağlamda İran için önemli bir
alıcı ve ortak olmaya devam etmektedir. Bu bağlam, askeri ve lojistik iş birliğine
zemin hazırlamaktadır. ABD tarafından açıklanan yaptırım kararları Çin ve İran
merkezli tedarik ağlarına yönelik işlemleri hedef almaktadır. Washington bu
ağların İran’ın balistik füze programı için yakıt, ateşleme bileşenleri ve
diğer ara maddeleri temin ettiğini iddia etmektedir. Bu tür tedarikler açıkça
“Çin merkezli tedarik” kategorisine girmektedir. SIPRI ve diğer veri tabanları
Çin’in küresel silah ihracatçıları arasında önemli bir aktör olduğunu gösterse
de (Orta Doğu’ya yönelik genel artışlar dahil) açıkça ilan edilmiş, büyük
ölçekli Su-35/S-400 tipi teslimatlar gibi sözleşmelerin Çin–İran hattında
kamuya açılanmış net ve doğrulanmış bir kaydı yoktur. Dolayısıyla “Çin doğrudan
modern savaş uçakları ve komple hava savunma sistemleri satıyor” demek şu
aşamada doğru olmayacaktır.
Bazı raporlar, İran’ın kritik
bileşenleri veya mühimmat benzeri öğeleri Çin üzerinden sağladığını, ancak
bunun hükümet onaylı sistem satışı mı yoksa özel tedarik ağları (aracı
firmalar, üçüncü ülke nakliyesi vb.) üzerinden mi yapıldığı net değildir. Bu
belirsizlik, istihbarat ve açık kaynak raporları arasında farklılıklara yol açmaktadır.
Kısa vadede, Çin’den gelen bileşenler
ve ara maddeler İran’ın füze ve roket programı ile ilgili üretim ve ikmal
kapasitesini destekleyebilir ve bu da bölgesel caydırıcılığı etkiler. Orta ve uzun
vadede ise Çin’in silah ihracatı siyasası ve uluslararası baskılar (BM/AB/ABD
yaptırımları) nedeniyle büyük platform satışları sınırlı kalabilir. ANCAK, ara
parçalar, mühimmat ve lojistik destek aracılığıyla İran’ın askeri kapasitesi
kademeli olarak güçlenebilir.
Değerlendirmek gerekirse, Çin, İran’a
karşılık gelen bir dizi ekonomik ve stratejik iş birliği sunmakta ve bu İran’ın
askeri tedarik yollarını dolaylı olarak kolaylaştırmaktadır. Ancak, şimdilik Çin’in
İran’a açıkça ilan edilmiş ve büyük ölçekli modern silah paketleri sattığını
kesin şekilde gösteren kamuya açık kanıt bulunmamaktadır. Daha çok Çin
bağlantılı tedarik zincirleri vasıtasıyla bileşen, mühimmat ve lojistik destek
sağlandığına dair güçlü işaretler ve deliller mevcuttur.
“ABD–İsrail saldırısından sonra
İran’ın Rusya ve Çin ile ittifak içinde konumlanacağı” öngörüsünü dikkate
alırsak Türkiye’nin son gelişmelerden etkilenmesi üç değişik boyutta gerçekleşebilir.
Bir kere, bölgesel kutuplaşma derinleşebilir. ABD-İsrail hattı ile Rusya-Çin-İran
hattı arasındaki sertleşme, Türkiye’yi “denge siyasası” uygulamaya zorlayabilir.
Ancak Ankara’nın hem NATO üyesi olması hem de Rusya ve İran ile Suriye-enerji-göç
bağlamında doğrudan ilişkilerinin bulunması bu dengeyi daha kırılgan duruma
getirebilir. İkincisi, Suriye cephesi hareketlenebilir. İran-Rusya hattı
Suriye’de daha eş güdümlenmiş bir özellik kazanırsa Türkiye’nin yeni rejim ile
kurduğu yakın ilişki baskı altına girebilir. İran’ın özellikle Şii milis
ağlarını daha etkili kullanması Türkiye’nin Suriye’deki etkinliğini sınırlamaya
yönelebilir. NATO içinde Türkiye’nin durumu daha kritik duruma gelebilir. ABD,
Türkiye’den İran karşıtı blokta net tavır bekler. Ancak Ankara bunu yaparsa
Moskova ve Tahran’la ilişkilerde kırılma riski doğar.
Üçüncüsü, ekonomik açıdan enerji hatları
baskı altına girebilir. İran-Türkiye doğal gaz hattı ve petrol ticareti Batı
yaptırımlarının sertleşmesiyle sekteye uğrayabilir. Bu da Türkiye’nin enerji
maliyetlerini yükseltebilir. Çin’in Orta Koridor yatırımları (lojistik/altyapı
projeleri) Türkiye açısından daha değerli duruma gelebilir. Çünkü Çin İran’a
yatırım yaparken Türkiye’yi de tamamlayıcı koridor olarak kullanmak
isteyebilir. Ancak ABD baskısı bu alanda Türkiye’yi zor durumda bırakabilir. Finansal
baskılar artabilir. ABD’nin ikincil yaptırımları Türk bankaları ve şirketlerini
doğrudan etkileyebilir. 2010’larda Halkbank davasına benzer krizler yeniden
gündeme gelebilir.
Dördüncüsü, iç siyaset ve toplumsal yapılar
gelişmelerden etkilenebilir. Erdoğan yönetimi denge siyaseti üzerinden hem
ABD/NATO’ya hem Rusya/Çin/İran hattına “olmazsa olmaz” bir aktör olduğunu
göstermeye çalışacaktır. Bu, içeride “bölgesel liderlik” söylemiyle meşruluk
devşirmek için kullanılabilir. İran’la gerilim artarsa Türkiye’deki Alevi-Şii
topluluklarla ilgili toplumsal duyarlılıklar gündeme gelebilir. Bu, zaten
kırılgan olan mezhep temelli fay hatlarını etkileyebilir. İran’ın içeriden siyasal
kararlılığını kaybetmesi veya İsrail/ABD saldırılarının bölgesel kriz
yaratması, yeni bir Afganistan-Pakistan-İran üzerinden Türkiye’ye göç akını
tetikleyebilir.
Genel
Değerlendirme ve Sonuç
İsrail ve ABD’nin İran’a yönelik
saldırı olasılığı, yalnızca bu üç aktörün ilişkileri bağlamında değil, bölgesel
güvenlik mimarisinin bütününü etkileyecek bir kırılma noktasıdır. İran’ın Rusya
ve Çin ile askeri ve stratejik iş birliğini derinleştirmesi, Ortadoğu’da yeni
bir bloklaşmayı beraberinde getirmektedir. Bu durum, Soğuk Savaş sonrasında
belirginleşen tek kutuplu düzenin zayıfladığı ve yeni güç dengelerinin
şekillendiği bir ortamda Türkiye’nin konumunu daha da karmaşık kılmaktadır.
Türkiye açısından en kritik sonuç,
“denge siyasası”nın sürdürülebilirliğinin giderek zorlaşmasıdır. Ankara, NATO
üyeliği ve Batı ile kurumsal bağları nedeniyle ABD–İsrail hattına yakın durmak
zorunda kalabilir. Ancak bu yönelim, Rusya ve İran ile geliştirilen enerji,
ticaret ve Suriye temelli ilişkilerin gerilmesine yol açacaktır. Öte yandan,
Rusya-Çin-İran eksenine yaklaşmak Türkiye’nin Batı ile ekonomik ve finansal
ilişkilerini zora sokacaktır. İkincil yaptırımlar, sermaye akışında daralma ve
teknolojik yalnızlaşma riski doğurabilecektir. Dolayısıyla Türkiye, her iki
seçeneğin de maliyetinin yüksek olduğu bir sıkışma ile karşı karşıyadır.
Bölgesel düzeyde ise Suriye başta
olmak üzere Türkiye’nin güvenlik siyasaları baskı altında kalacaktır. İran’ın
Şii milis ağlarını daha etkili kullanması, Türkiye’nin alandaki manevra alanını
daraltabilir. Lübnan, Irak ve Yemen gibi yan cephelerde olası çatışmalar
Türkiye’nin dolaylı güvenlik risklerini artırır. Ayrıca Hürmüz Boğazı veya
Umman Denizi’nde yaşanacak bir gerilim, Türkiye’nin enerji arz güvenliğini
doğrudan etkileyecek ve maliyetleri yükseltecektir. Enerji tedarikindeki
kırılganlık, Türkiye’nin ekonomik dengelerini daha da zorlayabilir.
İç siyaset açısından da gelişmelerin
ciddi yansımaları olacaktır. Erdoğan yönetimi, dış politikadaki denge arayışını
içeride “bölgesel liderlik” ve “kuşatma altındaki Türkiye” söylemleriyle
meşrulaştırmaya çalışabilir. Ancak artan ekonomik baskılar ve toplumsal
maliyetler, iktidarın bu söyleminin etkisini sınırlayabilir. Ayrıca İran’la
gerilim, Türkiye’deki Alevi-Şii topluluklarla ilgili duyarlılıkları gündeme
getirebilir ve mevcut toplumsal fay hatlarını derinleştirebilir. Olası bir göç
dalgası ise Türkiye’nin sosyal ve ekonomik kapasitesini daha da zorlayacaktır.
Sonuç olarak, İran’ın Rusya ve Çin ile
yakınlaşması Türkiye için hem fırsatlar hem riskler barındırsa da mevcut
koşullarda riskler çok daha ağır basmaktadır. Türkiye’nin dış politika çizgisi,
kısa vadede manevra esnekliğine dayanabilir. Ancak orta ve uzun vadede
Ankara’nın bir tercih yapmak zorunda kalması olasılığı güçlenmektedir. Bu
tercih, Türkiye’nin Batı ile kurumsal bağlarını mı yoksa Doğu ile taktik
ortaklıklarını mı önceliklendireceğini belirleyecektir. Her iki senaryoda da
yüksek maliyetler söz konusu olacağından Türkiye’nin en akılcı çıkış yolu,
enerji çeşitlendirmesi, çok kanallı diplomasi ve bölgesel krizlerin yükünü
azaltmaya dönük önleyici siyasalar geliştirmekten geçecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder