Hakkımda

FİRUZ DEMİR YAŞAMIŞ Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirmiştir (1968). University of Southern California’da planlama (kentsel ve bölgesel çevre) ve kamu yönetimi yüksek lisans programlarını bitirmiştir (1976). Siyaset ve Kamu Yönetimi Doktoru (1991). Yerel Yönetimler, Kentleşme ve Çevre Politikaları bilim dalında doçent (1993). Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı’nın kuruluşu sırasında müsteşar vekili. (1978-80) UNICEF Türkiye temsilciliği. (1982-84) Dünya Bankası’nın Çukurova Kentsel Gelişme Projesi’nde kurumsal gelişme uzmanı. (1984-86) Çankaya Belediyesi’nin kurumsal gelişme projesini yürütmüştür. (1989-91) Yedinci Kalkınma Planı “Çevre Özel İhtisas Komisyonu”nun başkanlığı. DPT “Çevre Yapısal Değişim Projesi” komisyonu başkanlığı. Cumhurbaşkanlığı DDK’nun Devlet Islahat Projesi raportörü. (2000-1) Çevre Bakanlığı Müsteşarı (Şubat 1998 – Ağustos 1999). Sabancı Üniversitesi tam zamanlı öğretim üyesi. (2001-2005) Halen yarı zamanlı öğretim üyesi olarak çeşitli üniversitelerde ders vermektedir. Şimdiye kadar ders verdiği üniversiteler arasında Ankara, Orta Doğu, Hacettepe, Fatih, Yeditepe, Maltepe ve Lefke Avrupa (Kıbrıs) üniversiteleri bulunmaktadır.
Blogger tarafından desteklenmektedir.

Translate

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE
EV

Bu Blogda Ara

3 Ekim 2025 Cuma

 

İsrail ve ABD'nin İran'a Saldırma Olasılığı

 

Prof. Dr. Firuz Demir Yaşamış

 

 

 

 

Öz

Bu çalışma, İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri’nin İran’a yönelik olası saldırı senaryolarını, bölgesel güvenlik dengeleri ve Türkiye’ye olası etkileri bağlamında incelemektedir. Basına yansıyan haberler ve değerlendirmeler doğrudan geniş ölçekli bir saldırının henüz kesinleşmediğini ancak askeri hazırlıkların ve gerilimin oldukça yüksek olduğunu göstermektedir. Çalışmada üç temel senaryo öne çıkarılmaktadır: düşük tırmanma (sınırlı saldırılar), orta düzey tırmanma (eşzamanlı hava, füze ve deniz operasyonları) ve yüksek yoğunluklu savaş (tam yüzleşme). En olası senaryo olarak orta düzey tırmanma değerlendirilmiştir. Ayrıca İran’ın Rusya ve Çin ile askeri ve stratejik iş birliğini derinleştirmesi, Türkiye’nin dengeci dış politika çizgisini sürdürülemez hale getirebilir. Çalışma, Türkiye açısından jeopolitik, ekonomik ve iç siyasal etkileri tartışarak, enerji güvenliği, diplomatik baskılar ve toplumsal kırılganlıkların altını çizmektedir.

Anahtar Kelimeler: İsrail, ABD, İran, Rusya, Çin, Türkiye, Dış Politika, Güvenlik, Nükleer Tesisler, Tırmanma Senaryoları

 

Abstract

This article examines the potential scenarios of a possible Israeli and United States attack on Iran within the framework of regional security dynamics and the implications for Turkiye. While open-source reporting indicates no definitive confirmation of a large-scale assault, both Israeli and American military preparedness and heightened tensions are evident. The study identifies three main scenarios: low-level escalation (limited strikes), medium-level escalation (combined air, missile, and naval operations), and high-intensity war (full confrontation). The most probable scenario is assessed as medium-level escalation. Moreover, Iran’s deepening military and strategic cooperation with Russia and China may render Turkiye’s balancing foreign policy increasingly unsustainable. The paper highlights the geopolitical, economic, and domestic political impacts for Turkiye, particularly emphasizing energy security vulnerabilities, diplomatic pressures, and societal fault lines.

Keywords: Israel, United States, Iran, Russia, China, Turkiye, Foreign Policy, Security, Nuclear Facilities, Escalation Scenarios

Giriş

Basına yansıyan haberlerin taranmasından çıkan sonuçlara göre İsrail ile ABD’nin İran’a karşı büyük bir saldırı planladığı yönünde net bir doğrulama bulunduğunu göstermiyor. Ancak, gerilim ve olası saldırı senaryolarına güçlü işaretler ve raporlar vardır. Anlaşıldığı kadarıyla hazırlıklar ve askeri gerilim yüksektir. Hem İsrail hem de ABD cephesinde askeri hazırlıklar, cezalandırıcı seçenekler ve çoklu senaryolara hazırlık yapıldığına ilişkin haberler ve değerlendirmeler mevcuttur.

2025 yazında İran’ın nükleer tesislerine yapılan saldırılar yapıldı ve ardından bölgesel misillemeler gündeme geldi. Bu gelişmeler ve yakından geçmişteki olaylar yeni tırmanış riskini artırmaktadır.

Öte yandan İran’a yönelik diplomatik, ekonomik ve askeri baskılar da sürmektedir. ABD, İran’a yönelik yaptırımları sıklaştırmaktadır. Uluslararası diplomasi aktörleri (GCC, Avrupa aktörleri) tırmanmayı önlemek için yoğun ara buluculuk çalışmaları yapmaktadır.

Bununla birlikte “ortak büyük taarruz” iddiaları birbiriyle çelişkili kaynaklarda yer almaktadır. Bazı değerlendirme yazıları ve taktik spekülasyonlar yüksek olasılıktan söz ederken önerirken, ana akım medya ve teyitli haber ajansları durumu ihtiyatla aktarmaktadır.

İsrail’in hedefi İran’ın askeri kapasitesine, özellikle nükleer ve balistik altyapıya zarar vermektir. ABD ise bölgesel kararlılığı ve müttefiklerinin güvenliğini gözettiğini bildirerek farklı şekillerde gelişmelere müdahil olabilir.

Doğrudan geniş ölçekli saldırı yüksek maliyetli olacaktır. Bu durum olayların hızla tırmanmasını kolaylaştırabilir. Bu nedenle hem Tel Aviv hem Washington’daki karar vericiler genellikle ciddi siyasal ve askeri değerlendirmeler yapacaklar ve seçenekleri aşamalı olarak uygulayacaklardır. Bu bağlamda, Lübnan, Irak, Suriye, Hürmüz’de deniz güvenliği anlamında gerilimin bölgesel yayılması, küresel enerji piyasasında dalgalanmalar ve geniş insancıl ve askeri maliyetler gerçekleşmesi yüksek olasılıklardır.

Bütün bu değerlendirmelere karşın, dedikodulara şüpheyle yaklaşmak gerekmektedir. Sosyal medya olayları çok hızlı tırmandırmaktadır. Güvenilir doğrulama olmadan kesin yargılarda bulunmak yanlış

Son günlerde meydana gelen gelişmeler arasında ABD’nin 2025’te İran’daki nükleer tesislere düzenlediği saldırılar başı çekmektedir. Bu saldırılarda Natanz, Fordow ve Isfahan gibi tesisler hedef alındı. Bölgesel misillemeler ve füze ve dron saldırıları meydana geldi. Haziran 2025’te İran, İsrail’e onlarca balistik füze fırlatarak karşılık verdi. Kimliği “İsrail (veya İsrail ile bağlantılı)” olarak gösterilen casusluk suçlamalarına karşı İran’da idamlar yapıldı. Örneğin Bahman Choobiasl isimli kişi hakkında idam kararı verildi. Bu veriler hem bölgede gerilimin yeniden tırmanabileceğini hem de İran’ın kendini hem diplomatik hem stratejik olarak hazırladığını göstermektedir.

Olası Üç Senaryo & Muhtemel Sonuçları

ABD ve İsrail’in İran’a yönelik eylem olasılığı bağlamında üç farklı senaryodan söz edilebilir. Birincisi, düşük tırmanma senaryosudur.  Sınırlı hedefli hava saldırıları gerçekleşebilir. İsrail (ve belki ABD lojistik destekle) İran’ın belirli kritik tesislerine sınırlı bir saldırı düzenleyebilir. Tam ölçekli savaş girişiminden kaçınır. İran daha sınırlı misillemelerle ve Hizbullah ve Iraklı milisler gibi vekil gruplarla saldırılar düzenleyebilir. Körfez, Irak ve Umman denizi hattı gibi ABD askeri üslerine yönelik tehditler artabilir.  Enerji piyasasında geçici fiyat artışları gözlenebilir. İkinci senaryo, orta düzey tırmanma senaryosudur. Bu bağlamda eşzamanlı hava, füze ve denizlerde vekil savaşçılar devreye girebilir. Saldırılar genişleyebilir. ABD ve İsrail İran’ın hava savunma sistemlerine, komuta kontrol merkezlerine ve füze depolarına eşzamanlı vuruşlar yapabilir. İran da misilleme amacıyla füzeleri ve vekil savaşçıları kullanabilir. Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen gibi bölgesel cepheler çatışmalarda etkili olabilir. Hürmüz Boğazı ve Umman Denizi gibi stratejik deniz yolları tehlikeye girebilir. İran’da İç siyasal baskı ve halkın huzursuzluğu artabilir ve taraflar arasında “sınırsız çatışma döngüsü” riski yükselebilir. Üçüncü senaryo ise, yüksek yoğunluklu savaş yani tam yüzleşme         senaryosudur. ABD ve İsrail birlikte büyük çaplı saldırıda bulunur. İran’ın nükleer altyapısı, askeri tesisleri ve savunma hatları hedef alınır. Yüksek sivil kayıplar ve büyük yıkımlar oluşabilir. Uluslararası tepki artabilir. Türkiye gibi komşu ülkeler göç, güvenlik baskısı altında kalabilir. ABD’nin bölgedeki üsleri ve deniz varlıkları risk altına girebilir. Enerji piyasası çok dalgalanabilir ve küresel ekonomi çok olumsuz şekilde etkilenebilir. Olası diplomatik yalnızlaşma gerçekleşebilir ve BM ve uluslararası mahkemeler gündeme gelebilir.

Kanımca, şimdilik orta düzey tırmanma senaryosunun gerçekleşme olasılığı daha yüksek görünmektedir. Bunun temel nedenlerinin başında hem İsrail’in stratejik hedeflerinin geniş olması ancak buna karşılık “tek hamlede her şeyi almak” seçeneğinin yüksek maliyetli olacağı gerçeğidir. İsrail sınırlı saldırılarla üstünlük elde etmek isteyebilir. ABD’nin doğrudan yüksek yoğunluklu çatışmaya girme olasılığı siyasal, lojistik ve uluslararası maliyetlerinin yüksekliği nedenleriyle daha azdır. İran da hem füze sistemlerini geliştirmekte ve hem de iç cephenin güçlendirilmesi yolunda önlemler almaktadır. İran’da tam bir yıkım senaryosuna hazırlık var gibi görünmektedir.

Buna karşılık, AB, Çin, Rusya ve Körfez ülkelerinin diplomatik arayışları sürmektedir. Bu aktörler çatışma riskini azaltma çabası içindedirler. Ancak herhangi bir yanlış hesaplama (istihbarat hatası, misilleme, yan cepheler) durumunda daha yüksek yoğunluklu çatışma riski göz ardı edilmemelidir.

Öte yandan, İran’ın özellikle Rusya'dan önemli miktarda yeni ve güçlü silahlar almakta olduğu yönünde ciddi iddialar ve bazı doğrulanabilmiş bilgiler bulunmaktadır. İran’ın, özellikle Rusya’dan silah tedariki yaptığı ya da Rusya ile askeri teknoloji iş birliğini derinleştirdiği yönünde bulgular elde edilmiştir. Aşağıda bu duruma dair mevcut bilgiler, belirsizlikler ve ne anlama gelebileceği üzerine bir değerlendirme var.

Reuters’e göre,  İran Devrim Muhafızları’ndan bir komutan, İran’ın Rusya’dan Su-35 savaş uçakları satın aldığını doğrulamıştır. Ancak kaç adet ya da ne zaman teslim edileceği net değildir.  IRNA, İran’ın S300 füzeleri konusunda Rusya ile anlaştığını ve Rusya’nın bu sistemleri İran’a teslim etmeyi taahhüt ettiğini bildirilmektedir. Ancak teslim tarihleri belirsizdir.

Arab News, İran’dan Rusya’ya kısa menzilli balistik füzeler verildiği iddialarını dile getirmektedir. Reuters kaynaklı habere göre, “400 adet Fatih-110/Zülfikar” ve benzeri sevkiyatlar söz konusudur.

The Kyiv Independent, İran’ın Rusya’ya Fath-360 füzeleri ya da fırlatıcı sistemlerini teslim etmek üzere olduğu yönünde haberler olduğunu bildirmiştir. Bu sistemin yaklaşık menzili 120 km’dir.

İran’dan Rusya’ya önemli miktarda mühimmat, roket, toplu mühimmat transferleri yapıldığına dair lojistik ve taşımacılık verileri mevcuttur. Örneğin bir ayda 4.000 tonluk mühimmat sevkiyatına dair raporlar vardır.

İran ve Rusya hem resmi olarak bazı silah transferlerini doğrulamamakta ve hatta bazılarını reddetmektedir. Bu durum, teslimatların, miktarın veya zamanlamanın net olmadığı anlamına gelmektedir.

Ancak, hangi sistemlerin teslim edildiği ve hangi sistemlerin sözleşme ya da stok aşamasında olduğu haber kaynaklarında netlikle belirtilmemiş bulunmaktadır. Bazı bilgiler, istihbarata dayanan çözümlemelere, lojistik kayıtlara ya da transit sevkiyatlara dayanmaktadır. Bu nedenle yanıltıcı olma riski veya abartılı raporlanma olasılıkları vardır.

İran’ın Bu Silah Takviyesinin Etkisi

Su-35 gibi modern savaş uçakları İran’ın hava gücünü yükseltir ve hava sahasını denetim altında tutma etme kapasitesini geliştirir. S-300 gibi sistemler, İran’ın hava savunmasını güçlendirerek İsrail ya da ABD hava saldırılarını daha zor duruma getirebilir. Füzeler ve balistik sistemler, İran’a sınır bölgeleri dışında da saldırı veya tehdit kapasitesi sağlar. Rusya ile bu kadar yakın iş birliği İran’ın hem lojistik hem teknoloji anlamında daha gelişmiş silah sistemlerine erişimini artırır. Ancak, bu tür silah alımları ve savunma yükseltmeleri hem maliyet gerektirir hem de uluslararası baskı (yaptırımlar, diplomatik izolasyon) riskini artırır. Ayrıca savunma sistemlerinin etkililiği, eğitim, bakım, lojistik ikmal, istihbarat ve öteki silah sistemleri ile bütünleştirme gibi unsurlara da bağlıdır ve sadece sistem alımı yetmeyebilir. İran’ın hava savunma kapasitesi önemli ölçüde gelişmişse, İsrail ya da ABD’nin hava harekâtı seçenekleri daha riskli duruma gelecektir. Bu durum saldırı planlarını değiştirebilir ya da caydırıcılığı artırabilir. Aynı zamanda İran cephesinden misilleme olasılığı daha yüksek olabilir ve bu bölgede vekillik savaşları, füze ve dron saldırı dizileri artabilir.

Operasyonel ve Stratejik Etkiler

Su-35 veya benzeri modern jetlerin (gerçekten) envantere girmesi, İran’ın bölgesel hava denetimini ve caydırıcılığını artırır; fakat bunların etkin kullanımı için pilot eğitimi, bakım, yedek parça ve lojistik desteğe ihtiyaç vardır. İlave S-300/benzeri sistemler, İran’ın hava savunma derinliğini güçlendirir ve hava harekatlarını daha maliyetli kılabilir. Bu durum, dış saldırganların seçeneklerini kısıtlayabilir. Bu sistemlerin yaygınlaşması, İran’ın rakiplerine karşı bölgesel misilleme kapasitesini ve vekil savaşlarını eş güdümleme yeteneğini artıracaktır. Ayrıca denizde ve karada taktik ve operasyonel esneklik sağlanabilecektir. Bu yüzden tırmanma senaryolarında İran’ın yanıt verme kapasitesi yükselir. Rusya’dan gelen destek, İran’a hem doğrudan askeri kapasite hem de diplomatik bir meşruluk sağlayabilir ve aynı zamanda uluslararası yaptırım çerçevesini ve bölgesel dengeyi etkileyebilir. Su-35 ve diğer uçakların alandaki varlığına ilişkin somut işaretler vardır.

İran Çin'den Silah Alıyor mu?

İran Çin’den bazı savunma malzemeleri, bileşenler ve lojistik destek alma eğilimindedir. Ancak, Çin’in doğrudan büyük ölçekli, açıkça ilan edilmiş “çağdaş silah” satışları konusunda belirsizlik ve temkinli bir uygulama sistemi vardır. Çin ve İran arasındaki ilişkiler gelişmekte ve iş birliği alanları artmaktadır. Ekonomik ve stratejik bağlar 2023–2025 döneminde derinleşmiştir. Çin, ekonomik bağlamda İran için önemli bir alıcı ve ortak olmaya devam etmektedir. Bu bağlam, askeri ve lojistik iş birliğine zemin hazırlamaktadır. ABD tarafından açıklanan yaptırım kararları Çin ve İran merkezli tedarik ağlarına yönelik işlemleri hedef almaktadır. Washington bu ağların İran’ın balistik füze programı için yakıt, ateşleme bileşenleri ve diğer ara maddeleri temin ettiğini iddia etmektedir. Bu tür tedarikler açıkça “Çin merkezli tedarik” kategorisine girmektedir. SIPRI ve diğer veri tabanları Çin’in küresel silah ihracatçıları arasında önemli bir aktör olduğunu gösterse de (Orta Doğu’ya yönelik genel artışlar dahil) açıkça ilan edilmiş, büyük ölçekli Su-35/S-400 tipi teslimatlar gibi sözleşmelerin Çin–İran hattında kamuya açılanmış net ve doğrulanmış bir kaydı yoktur. Dolayısıyla “Çin doğrudan modern savaş uçakları ve komple hava savunma sistemleri satıyor” demek şu aşamada doğru olmayacaktır.

Bazı raporlar, İran’ın kritik bileşenleri veya mühimmat benzeri öğeleri Çin üzerinden sağladığını, ancak bunun hükümet onaylı sistem satışı mı yoksa özel tedarik ağları (aracı firmalar, üçüncü ülke nakliyesi vb.) üzerinden mi yapıldığı net değildir. Bu belirsizlik, istihbarat ve açık kaynak raporları arasında farklılıklara yol açmaktadır.

Kısa vadede, Çin’den gelen bileşenler ve ara maddeler İran’ın füze ve roket programı ile ilgili üretim ve ikmal kapasitesini destekleyebilir ve bu da bölgesel caydırıcılığı etkiler. Orta ve uzun vadede ise Çin’in silah ihracatı siyasası ve uluslararası baskılar (BM/AB/ABD yaptırımları) nedeniyle büyük platform satışları sınırlı kalabilir. ANCAK, ara parçalar, mühimmat ve lojistik destek aracılığıyla İran’ın askeri kapasitesi kademeli olarak güçlenebilir.

Değerlendirmek gerekirse, Çin, İran’a karşılık gelen bir dizi ekonomik ve stratejik iş birliği sunmakta ve bu İran’ın askeri tedarik yollarını dolaylı olarak kolaylaştırmaktadır. Ancak, şimdilik Çin’in İran’a açıkça ilan edilmiş ve büyük ölçekli modern silah paketleri sattığını kesin şekilde gösteren kamuya açık kanıt bulunmamaktadır. Daha çok Çin bağlantılı tedarik zincirleri vasıtasıyla bileşen, mühimmat ve lojistik destek sağlandığına dair güçlü işaretler ve deliller mevcuttur.

“ABD–İsrail saldırısından sonra İran’ın Rusya ve Çin ile ittifak içinde konumlanacağı” öngörüsünü dikkate alırsak Türkiye’nin son gelişmelerden etkilenmesi üç değişik boyutta gerçekleşebilir. Bir kere, bölgesel kutuplaşma derinleşebilir. ABD-İsrail hattı ile Rusya-Çin-İran hattı arasındaki sertleşme, Türkiye’yi “denge siyasası” uygulamaya zorlayabilir. Ancak Ankara’nın hem NATO üyesi olması hem de Rusya ve İran ile Suriye-enerji-göç bağlamında doğrudan ilişkilerinin bulunması bu dengeyi daha kırılgan duruma getirebilir. İkincisi, Suriye cephesi hareketlenebilir. İran-Rusya hattı Suriye’de daha eş güdümlenmiş bir özellik kazanırsa Türkiye’nin yeni rejim ile kurduğu yakın ilişki baskı altına girebilir. İran’ın özellikle Şii milis ağlarını daha etkili kullanması Türkiye’nin Suriye’deki etkinliğini sınırlamaya yönelebilir. NATO içinde Türkiye’nin durumu daha kritik duruma gelebilir. ABD, Türkiye’den İran karşıtı blokta net tavır bekler. Ancak Ankara bunu yaparsa Moskova ve Tahran’la ilişkilerde kırılma riski doğar.

Üçüncüsü, ekonomik açıdan enerji hatları baskı altına girebilir. İran-Türkiye doğal gaz hattı ve petrol ticareti Batı yaptırımlarının sertleşmesiyle sekteye uğrayabilir. Bu da Türkiye’nin enerji maliyetlerini yükseltebilir. Çin’in Orta Koridor yatırımları (lojistik/altyapı projeleri) Türkiye açısından daha değerli duruma gelebilir. Çünkü Çin İran’a yatırım yaparken Türkiye’yi de tamamlayıcı koridor olarak kullanmak isteyebilir. Ancak ABD baskısı bu alanda Türkiye’yi zor durumda bırakabilir. Finansal baskılar artabilir. ABD’nin ikincil yaptırımları Türk bankaları ve şirketlerini doğrudan etkileyebilir. 2010’larda Halkbank davasına benzer krizler yeniden gündeme gelebilir.

Dördüncüsü, iç siyaset ve toplumsal yapılar gelişmelerden etkilenebilir. Erdoğan yönetimi denge siyaseti üzerinden hem ABD/NATO’ya hem Rusya/Çin/İran hattına “olmazsa olmaz” bir aktör olduğunu göstermeye çalışacaktır. Bu, içeride “bölgesel liderlik” söylemiyle meşruluk devşirmek için kullanılabilir. İran’la gerilim artarsa Türkiye’deki Alevi-Şii topluluklarla ilgili toplumsal duyarlılıklar gündeme gelebilir. Bu, zaten kırılgan olan mezhep temelli fay hatlarını etkileyebilir. İran’ın içeriden siyasal kararlılığını kaybetmesi veya İsrail/ABD saldırılarının bölgesel kriz yaratması, yeni bir Afganistan-Pakistan-İran üzerinden Türkiye’ye göç akını tetikleyebilir.

Genel Değerlendirme ve Sonuç

İsrail ve ABD’nin İran’a yönelik saldırı olasılığı, yalnızca bu üç aktörün ilişkileri bağlamında değil, bölgesel güvenlik mimarisinin bütününü etkileyecek bir kırılma noktasıdır. İran’ın Rusya ve Çin ile askeri ve stratejik iş birliğini derinleştirmesi, Ortadoğu’da yeni bir bloklaşmayı beraberinde getirmektedir. Bu durum, Soğuk Savaş sonrasında belirginleşen tek kutuplu düzenin zayıfladığı ve yeni güç dengelerinin şekillendiği bir ortamda Türkiye’nin konumunu daha da karmaşık kılmaktadır.

Türkiye açısından en kritik sonuç, “denge siyasası”nın sürdürülebilirliğinin giderek zorlaşmasıdır. Ankara, NATO üyeliği ve Batı ile kurumsal bağları nedeniyle ABD–İsrail hattına yakın durmak zorunda kalabilir. Ancak bu yönelim, Rusya ve İran ile geliştirilen enerji, ticaret ve Suriye temelli ilişkilerin gerilmesine yol açacaktır. Öte yandan, Rusya-Çin-İran eksenine yaklaşmak Türkiye’nin Batı ile ekonomik ve finansal ilişkilerini zora sokacaktır. İkincil yaptırımlar, sermaye akışında daralma ve teknolojik yalnızlaşma riski doğurabilecektir. Dolayısıyla Türkiye, her iki seçeneğin de maliyetinin yüksek olduğu bir sıkışma ile karşı karşıyadır.

Bölgesel düzeyde ise Suriye başta olmak üzere Türkiye’nin güvenlik siyasaları baskı altında kalacaktır. İran’ın Şii milis ağlarını daha etkili kullanması, Türkiye’nin alandaki manevra alanını daraltabilir. Lübnan, Irak ve Yemen gibi yan cephelerde olası çatışmalar Türkiye’nin dolaylı güvenlik risklerini artırır. Ayrıca Hürmüz Boğazı veya Umman Denizi’nde yaşanacak bir gerilim, Türkiye’nin enerji arz güvenliğini doğrudan etkileyecek ve maliyetleri yükseltecektir. Enerji tedarikindeki kırılganlık, Türkiye’nin ekonomik dengelerini daha da zorlayabilir.

İç siyaset açısından da gelişmelerin ciddi yansımaları olacaktır. Erdoğan yönetimi, dış politikadaki denge arayışını içeride “bölgesel liderlik” ve “kuşatma altındaki Türkiye” söylemleriyle meşrulaştırmaya çalışabilir. Ancak artan ekonomik baskılar ve toplumsal maliyetler, iktidarın bu söyleminin etkisini sınırlayabilir. Ayrıca İran’la gerilim, Türkiye’deki Alevi-Şii topluluklarla ilgili duyarlılıkları gündeme getirebilir ve mevcut toplumsal fay hatlarını derinleştirebilir. Olası bir göç dalgası ise Türkiye’nin sosyal ve ekonomik kapasitesini daha da zorlayacaktır.

Sonuç olarak, İran’ın Rusya ve Çin ile yakınlaşması Türkiye için hem fırsatlar hem riskler barındırsa da mevcut koşullarda riskler çok daha ağır basmaktadır. Türkiye’nin dış politika çizgisi, kısa vadede manevra esnekliğine dayanabilir. Ancak orta ve uzun vadede Ankara’nın bir tercih yapmak zorunda kalması olasılığı güçlenmektedir. Bu tercih, Türkiye’nin Batı ile kurumsal bağlarını mı yoksa Doğu ile taktik ortaklıklarını mı önceliklendireceğini belirleyecektir. Her iki senaryoda da yüksek maliyetler söz konusu olacağından Türkiye’nin en akılcı çıkış yolu, enerji çeşitlendirmesi, çok kanallı diplomasi ve bölgesel krizlerin yükünü azaltmaya dönük önleyici siyasalar geliştirmekten geçecektir.

Hiç yorum yok: