Hakkımda

FİRUZ DEMİR YAŞAMIŞ Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirmiştir (1968). University of Southern California’da planlama (kentsel ve bölgesel çevre) ve kamu yönetimi yüksek lisans programlarını bitirmiştir (1976). Siyaset ve Kamu Yönetimi Doktoru (1991). Yerel Yönetimler, Kentleşme ve Çevre Politikaları bilim dalında doçent (1993). Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı’nın kuruluşu sırasında müsteşar vekili. (1978-80) UNICEF Türkiye temsilciliği. (1982-84) Dünya Bankası’nın Çukurova Kentsel Gelişme Projesi’nde kurumsal gelişme uzmanı. (1984-86) Çankaya Belediyesi’nin kurumsal gelişme projesini yürütmüştür. (1989-91) Yedinci Kalkınma Planı “Çevre Özel İhtisas Komisyonu”nun başkanlığı. DPT “Çevre Yapısal Değişim Projesi” komisyonu başkanlığı. Cumhurbaşkanlığı DDK’nun Devlet Islahat Projesi raportörü. (2000-1) Çevre Bakanlığı Müsteşarı (Şubat 1998 – Ağustos 1999). Sabancı Üniversitesi tam zamanlı öğretim üyesi. (2001-2005) Halen yarı zamanlı öğretim üyesi olarak çeşitli üniversitelerde ders vermektedir. Şimdiye kadar ders verdiği üniversiteler arasında Ankara, Orta Doğu, Hacettepe, Fatih, Yeditepe, Maltepe ve Lefke Avrupa (Kıbrıs) üniversiteleri bulunmaktadır.
Blogger tarafından desteklenmektedir.

Translate

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE

EVİM: ARKEON, TUZLA, ISTANBUL, TÜRKİYE
EV

Bu Blogda Ara

9 Ekim 2025 Perşembe

 

SANTA CLARA VE CHE: KÜBA DEVRİMİNİN ÖYKÜSÜ

 

 

Prof. Dr. Firuz Demir Yaşamış

 

Yıllardır bu anı beni etkiler.

Küba Devrimi’nin öncesini hatırladıkça Che’nin kararlılığı gözümün önüne gelir.

1958 yılının Aralık ayı. Geminin adı “Granma”. Meksika’dan Küba’ya gizlice çıkan ve devrimcileri taşıyan tekne. Aralarında Fidel Castro, Che Guevara, Camilo Cienfuegos ve Raul Castro’nun bulunduğu 82 devrimciyi taşıyordu.

Santa Clara Muharebesi Küba bağımsızlık savaşında büyük önem taşır. 1958’in son günlerinde Che, Fidel tarafından Las Villas eyaletinin güneyinde, özellikle Santa Clara kentinde birliğin komutanı olarak görevlendirilir ve Küba Devrimi’nin kaderini değiştiren o günlerden birinde, Che Guevara Santa Clara cephesinin sorumluluğunu alır. Küba Devrimi’nin en kritik aşamasıdır. Castro rejim tarafından Havana’yı savunmak için çağrılan bir zırhlı treni durdurmakla görevlendirdi Che’yi.

Batista rejimi Tren Blindado (zırhlı tren) denilen bir birliğin kenti savunmak üzere Havana’ya doğru yola çıkmasını ister. Bu tren, ağır silahlar ve askerlerle doludur. Amacı, Fidel’in ilerleyişini durdurmaktır Rejim, asker ve ağır silah dolu bir zırhlı tren göndermişti. Che ve yaklaşık 18-20 kişilik bir küçük gerilla grubu trenin geçeceği güzergahta rayları dinamitlerle havaya uçurur. Rejim askerleri kendilerini çevreleyen birliğin çok sayıda silahlıdan oluştuğuna inanmışlardı. Çatışma kısa sürer ve askerler teslim olur. Che’nin görevi bu treni durdurmaktı ve çok küçük bir birlikle görevi başardı. Tren devrilince askerler şaşkınlığa düşer. Raylara yerleştirilen dinamitler patlamış, vagonlar devrilmiş ve tren hareketsiz kalmıştır. Che’nin kuvvetleri treni kuşatır. Che yalnızca birkaç kişilik küçük bir grupla treni kuşattı. Sonra büyük bir soğukkanlılıkla seslendi: “Teslim olun! Direnirseniz hepiniz öleceksiniz.” Che, ele geçirilen silahları devrimci kuvvetlere dağıtır. Bu bir blöftü, ama işe yaradı. Askerler teslim oldular. Kısa süre sonra anladılar ki karşılarında büyük bir ordu değil, sadece bir avuç kararlı devrimci vardı.

Bu olay, Batista rejiminin sonunu getiren askeri ve moral kırılma noktasıdır. Santa Clara’nın düşmesi üzerine Batista, 1 Ocak 1959 sabahı ülkeyi terk eder. Bu olay, sadece bir askeri zafer değil, bir devrimin kalp atışıydı. 1 Ocak 1959 sabahı Batista kaçarken, Che’nin gözlerinde yalnız bir zafer değil, bir halkın özgürlük umudu parlıyordu. Santa Clara’daki bu zafer, Batista rejiminin çöküşünü hızlandırdı. Devrim bir halk hareketine dönüştü.

Ben Santa Clara’yı ziyaret ettiğimde bu olayı yerel rehberden dinlemiştim. O an, Che’nin taktik zekası kadar insanlara ilham veren sarsılmaz inancını da hissettim. Bugün Santa Clara’da Che’nin heykeli, o cesaretin, o inancın ve o anın simgesi olarak yükseliyor

Bu olay, yalnızca bir askeri başarı değil, bir liderlik ve strateji dersiydi. Santa Clara’daki bu zafer, Batista rejiminin sonunu getiren dönüm noktası oldu. O an, Che’nin yalnızca askeri dehasını değil, insanlara ilham veren karizmatik liderliğini de hissettim. Onun liderlik biçimi, otoriteye değil, inanca, paylaşılmış bir ideale dayanıyordu. Klasik anlamda “buyuran” değil, inançla yönlendiren bir liderdi.

Rejim çözülürken, ABD yönetimi de artık Batista’nın iktidarda kalamayacağını görmüştü. Washington, onu istifaya zorladı. Batista, yanına milyonlarca dolarlık servetini alarak 1 Ocak 1959 sabahı ülkeyi terk etti. Önce Dominik Cumhuriyeti’ne, sonra İspanya’ya geçti. Bazı kaynaklara göre ABD, ona güvenli çıkış ve Florida’da bir konut sağladı. Ardından binlerce Kübalı, yeni rejimden kaçmak için ABD’ye göç etti.

Bugün Santa Clara’da, o zırhlı trenin devrildiği alan açık hava müzesi haline getirilmiş durumdadır. Tren Blindado Anıtı”, Che’nin dehasını, kararlılığını ve halkın örgütlü iradesini simgeliyor. Her yıl binlerce kişi, o rayların ve vagonların önünde devrim tarihinin en çarpıcı sahnelerinden birine tanıklık ediyor.

Belki de bu yüzden bu öykü beni hep derinden etkiler: Gerçek güç, sayılarda değildir, inançta, vizyonda ve yürekten gelen cesarette saklıdır. Santa Clara, yalnızca bir savaş alanı değil, inancın, kararlılığın ve örnek bir liderliğin sessiz ama güçlü yankısıdır.

8 Ekim 2025 Çarşamba

 

Erdoğan’ın CHP Söylemi: Retorik mi, Strateji mi?

 

Prof. Dr. Firuz Demir Yaşamış

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 8 Ekim 2025’teki AK Parti Grup Toplantısı’nda CHP’ye yönelik kullandığı “Ne varlığıyla bahtiyar oluruz ne yokluğuyla kahroluruz” ifadesi, Türkiye siyasetinde dikkat çekici bir tartışma başlatmıştır. Bu söz, bir yandan CHP’nin siyasal anlamını ve ağırlığını yitirdiği yönünde bir iddiayı ima ederken, diğer yandan iktidarın muhalefeti itibarsızlaştırma dilinin devamı olarak okunabilir.

Bazı yorumculara göre bu ifade, otoriterleşme süreçlerinde sıkça rastlanan meşruiyet kaybı (delegitimation) stratejisinin örneğidir. Bu çerçevede Erdoğan’ın sözleri, CHP’nin siyasal sistem içinde gereksiz bir unsur olarak gösterilmesi ve “CHP’siz bir anayasa” fikrinin toplumsal düzeyde meşrulaştırılması amacına hizmet etmektedir.

Ayrıca, bu söylemin CHP’nin kapatılmasını ima eden dolaylı bir anlam taşıdığı görüşü de dile getirilmektedir. Erdoğan’ın ifadesi, doğrudan bir kapatma çağrısı içermese de partinin varlık nedenini ve meşruluğunu sorgulayan bir dil kullanmaktadır. Bu yaklaşım ileride atılabilecek daha sert adımların psikolojik ve söylemsel zeminini hazırladığı şeklinde yorumlanmaktadır.

Buna karşılık, diğer bir görüş bu sözün anlamsız ve mesnetsiz bir sav olduğunu, siyasal sonuç doğuracak nitelik taşımadığını savunur. Bu bakışa göre Erdoğan’ın sözleri, tepkisel bir retorikten ibarettir ve kurumsal ya da hukuksal sonuç üretmesi olası değildir.

Sonuç olarak, Erdoğan’ın bu çıkışı üç eksende okunabilir: Birincisi, siyasal strateji olarak muhalefeti meşruluk alanından dışlama girişimi, ikincisi, dolaylı ima olarak CHP’nin kapatılmasını akla getiren söylemsel bir zemin ve üçüncüsü retorik söylem olarak siyasal sonuç doğurmayan tepkisel bir ifade. Bu çok katmanlı okuma, Türkiye’de siyasal iletişim dilinin otoriterleşme ve demokratik meşruluk tartışmalarıyla nasıl iç içe geçtiğini bir kez daha ortaya koymaktadır.

Erdoğan’ın grup konuşmasında CHP için kullandığı “Ne varlığıyla bahtiyar oluruz, ne yokluğuyla kahroluruz” ifadesi, ilk bakışta bir önemsizleştirme veya küçümseme söylemi olarak görülebilir. Ancak Türkiye’nin mevcut siyasal atmosferinde, özellikle CHP’ye yönelik meşruluk tartışmalarının yeniden canlandığı bir dönemde bu tür ifadeler dolaylı bir delegitimasyon yani meşruluk aşındırması işlevi de görebilir.

Dolayısıyla bu söz, sadece “siyasal polemik” değil, aynı zamanda CHP’nin varlığını sorgulayan, hatta dolaylı biçimde “kapatılabilir” algısını besleyen bir söylem biçimi olarak da okunabilir. Erdoğan’ın “bahtiyar olmayız ama kahrolmayız” demesi, “CHP’siz bir siyasal düzlem” fikrinin toplumda normalleştirilmesine yönelik simgesel bir adım olabilir.

Değerlendirilecek olursa, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın grup konuşmasında CHP için kullandığı “Ne varlığıyla bahtiyar oluruz, ne yokluğuyla kahroluruz” ifadesi, ilk bakışta siyasal polemik sınırlarında kalmış gibi görünse de Türkiye’nin mevcut siyasal bağlamı içinde daha geniş bir anlam alanına sahiptir. Bu söylem, CHP’nin siyasal sistemdeki rolünü küçümseyen bir ton taşırken, aynı zamanda partinin meşruluğunu tartışmaya açan bir alt metin de içermektedir.

Son dönemde muhalefet partilerinin “devletin geleneksel çizgisiyle çatışan” veya “ulusal iradeye aykırı” yapılar olarak sunulduğu bir söylem ortamında, bu tür ifadeler delegitimasyon (meşruluk aşındırma) stratejisinin bir parçası olarak değerlendirilebilir. Erdoğan’ın sözleri, doğrudan bir tehdit içermese de CHP’siz bir siyasal düzen fikrinin normalleştirilmesi yönünde bir söylemsel zeminin oluşmasına katkı sağlayabilir.

Bazı siyasal gözlemciler, bu ifadenin dolaylı biçimde CHP’nin kapatılmasına yönelik bir imayı da barındırabileceğini ileri sürmektedir. Bununla birlikte, mevcut durumda bu yorumun kesin bir siyasi niyetin göstergesi olarak değil, söylemsel düzeydeki bir olasılık olarak değerlendirilmesi daha sağlıklı görünmektedir.

Demokratik rejimlerde devlet başkanlarının veya yürütme organı temsilcilerinin, ana muhalefet partisi hakkında kullandıkları dil, siyasal kültürün ve demokratik olgunluğun temel göstergelerinden biridir. Ana muhalefet partisi, parlamenter sistemlerde olduğu kadar başkanlık tipi yönetimlerde de demokratik meşruluğun kurumsal güvencesi sayılır. Bu nedenle, devlet başkanının muhalefet partisini küçümseyen, varlığını önemsizleştiren veya gereksiz gösteren ifadeleri, demokratik alışkanlıklar açısından sorunlu ve uygunsuz kabul edilir.

Erdoğan’ın “Ne varlığıyla bahtiyar oluruz, ne yokluğuyla kahroluruz” sözü, eğer yüzeydeki anlamıyla yorumlanırsa, ana muhalefet partisinin demokratik sistem içindeki yerini önemsizleştiren bir bildiri niteliği taşır. Bu tür ifadeler, siyasal çoğulculuğun zayıfladığı, iktidar ile muhalefet arasındaki kurumsal denge ve denetim mekanizmalarının aşındığı rejimlerde daha sık görülür.

Demokratik normlara sıkı biçimde bağlı ülkelerde ise bu tür bir söylem, kamuoyunda ve medya çevrelerinde sert eleştiriler ve hatta kurumsal uyarılar doğurabilir. Çünkü demokrasilerde ana muhalefetin varlığı, yalnızca bir parti kimliği değil, aynı zamanda iktidarın meşruluk kaynağını denetleyen anayasal bir işlev olarak kabul edilir.

Sonuç olarak, bu tür bir ifade demokratik ülkelerde siyasal olgunluk eksikliği olarak görülür, Devlet tarafsızlığı ilkesine aykırı olarak değerlendirilir ve çoğu durumda demokratik kültürün gerilemesi yönünde bir işaret olarak yorumlanır.

7 Ekim 2025 Salı

 

Hüseyin Kocabıyık Söylemleri Üzerinden Türkiye’de Siyasal Çürüme ve Demokratik Refleksler

 

 

 

Öz

Bu çalışma, eski AKP İzmir Milletvekili Hüseyin Kocabıyık’ın söylemleri üzerinden Türkiye’de siyasal çürüme, hukukun siyasallaşması ve demokratik reflekslerin zayıflaması süreçlerini incelemektedir. Kocabıyık’ın kamuoyuna yansıyan açıklamaları, parti içi çıkar ilişkileri, nepotizm ve siyasal kayırmacılığın kurumsal yapı üzerindeki etkilerini anlamak açısından önemli bir örnek olay niteliğindedir. Söylem çözümlemesi yöntemiyle gerçekleştirilen bu araştırma, iktidarın siyasal ve ahlaksal meşruluğunu aşındıran yapısal patolojilere odaklanmaktadır. Çalışma, yürütmenin yargı üzerindeki etkisi, anayasal yükümlülüklerin ihlali ve kamu gücünün kişisel sadakat ağları üzerinden yeniden dağıtılmasının Türkiye’de demokratik denge ve denetim mekanizmalarını nasıl tahrip ettiğini ortaya koymaktadır. Bulgular, Kocabıyık’ın söylemlerinin yalnızca bireysel bir eleştiri değil, aynı zamanda Türkiye’de siyasal sistemin patolojik dönüşümüne ilişkin deneysel bir gösterge olduğunu ortaya koymaktadır.

Anahtar Kelimeler: Siyasal çürüme, nepotizm, hukukun siyasallaşması, demokratik refleksler, Türkiye siyaseti, Hüseyin Kocabıyık

 

Abstract

This study examines the processes of political decay, judicial politicization, and the weakening of democratic reflexes in Turkiye through the public statements of former AKP Member of Parliament Hüseyin Kocabıyık. His discourse provides a valuable case study for understanding the internal mechanisms of clientelism, nepotism, and the erosion of institutional integrity within the ruling party. Employing a discourse analysis framework, the research focuses on structural pathologies that undermine the moral and political legitimacy of power. The findings reveal how the executive’s domination over the judiciary, the violation of constitutional obligations, and the redistribution of state resources through networks of personal loyalty have disrupted the checks and balances of Turkiye’s democratic order. Kocabıyık’s discourse thus serves not merely as a personal critique but as empirical evidence of the pathological transformation of the Turkish political system.

Keywords: Political decay, nepotism, politicization of the judiciary, democratic reflexes, Turkish politics, Huseyin Kocabıyık

Giriş

Türkiye’de son yıllarda hukukun siyasallaşması, yürütmenin sınırlarını aşması ve demokratik normların erozyona uğraması, siyaset bilimi ve hukuk yazınında dikkatle incelenmesi gereken bir olgu durumuna gelmiştir. Bu süreç, sadece siyasal partiler arasındaki mücadele veya iktidar değişiklikleri ile sınırlı kalmayıp, devlet kurumlarının işleyişini ve toplumsal meşruluğu doğrudan etkilemektedir.

Eski AKP İzmir Milletvekili Hüseyin Kocabıyık’ın açıklamaları, Türkiye’de iktidarın işleyiş biçimi, hukukun siyasallaştırılması ve demokratik reflekslerin zayıflatılması açısından önemli bir veri kaynağı sunmaktadır. Kocabıyık, parti içi çıkar dağılımı, yargının siyasallaştırılması ve iktidarın demokratik normları ihlal etmesi konularına ilişkin somut örnekler verirken, normatif uyarılarla hukukun üstünlüğüne dikkat çekmektedir.

Kocabıyık’ın söylemleri üç eksende çözümlenebilir: hukuk ve anayasa odaklı yaklaşım, siyasal çürüme ve çıkar ilişkilerine ilişkin gözlemler ve tarihsel bilinç çerçevesinde demokratik reflekslerin önemi. Özellikle Anayasa’nın 138. maddesi ile Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına uyulması gerektiğine ilişkin vurguları, yöneticilerin anayasal bağlılığının önemini ortaya koymaktadır. Ayrıca, cezaevinde tutuklu bulunan Osman Kavala, Selahattin Demirtaş ve Can Atalay gibi isimlere ilişkin eleştirileri hukukun üstünlüğü ve demokratik meşruluk açısından normatif bir uyarı niteliğindedir.

Kocabıyık, AK Parti içinde çıkar ve bağlılık temelli yönetim modelini örneklerle açıklamakta ve eşinin vali olarak atanması ve iktidara itiraz edenlerin cezalandırılması üzerinden siyasal çürüme ve otoriterleşmenin klasik göstergelerini ortaya koymaktadır. Bunun yanı sıra, 28 Şubat dönemi ile güncel Ekrem İmamoğlu sürecini karşılaştırarak demokratik reflekslerin tarihsel sürekliliğini vurgulamaktadır.

Söylemlerinde normatif uyarıları dostane ve retorik bir dille sunan Kocabıyık hem okuyucuyu düşünmeye yöneltmekte hem de mesajın stratejik etkisini artırmaktadır. Bu yaklaşım, hukuksal ve etik uyarıların kamuoyu ve iktidar nezdinde etkili duruma gelmesini sağlamaktadır.

Bu çalışmada, Türkiye’de siyasal çürüme, demokratik reflekslerin zayıflaması ve hukukun siyasallaştırılması olguları, eski AKP İzmir Milletvekili Hüseyin Kocabıyık’ın söylemleri üzerinden örnek olay incelemesi (case study) yöntemiyle ele alınacaktır. Kocabıyık’ın açıklamaları, parti içi çıkar dağılımı, nepotizm (akraba kayırıcılığı), yargının siyasallaştırılması ve iktidarın demokratik normları çiğnemesi gibi konularda somut örnekler sunmakta ve siyaset bilimi açısından önemli dersler içermektedir. Bu çerçevede, söylemler normatif, tarihsel ve stratejik boyutlarıyla çözümlenerek Türkiye’de siyasal çürüme süreçleri ve demokratik reflekslerin işleyişi değerlendirilecektir.

Bu çalışma, Kocabıyık’ın söylemleri üzerinden Türkiye’de siyasal çürüme, hukukun siyasallaşması ve demokratik reflekslerin işleyişini çözümleme etmeyi amaçlamaktadır. Söylemler tarihsel bağlam ve anayasal çerçeve içerisinde ele alınacak, iktidarın stratejik hataları, normatif ihlalleri ve demokratik meşruluğa olan etkileri ortaya konacaktır.

ARAŞTIRMANIN AMAÇ VE HEDEFLERİ

Amaç

Bu çalışmanın temel amacı, Hüseyin Kocabıyık’ın söylemleri üzerinden Türkiye’de siyasal çürüme, demokratik reflekslerin zayıflaması, yasama ve yürütmenin siyasallaşması ile hukukun üstünlüğünün ihlal edilmesi olgularını siyaset bilimi bakış açısıyla çözümlemektir. Araştırma, somut bir örnek olay üzerinden iktidar davranışlarını, demokratik normlara aykırılıklarını ve parti içi mekanizmaları görünür kılmayı hedeflemektedir.

Hedefler

Siyasal Çürüme ve Kayırmacılığı İncelemek: Kocabıyık’ın eşinin vali olarak atanması ve itiraz edenlerin cezalandırılması örnekleri üzerinden parti içi çıkar dağılımı ve nepotizm mekanizmalarını ortaya koymak.

Yargının Siyasallaştırılması ve Anayasal Sorumlulukları Çözümlemek: Yargının yürütme tarafından yönlendirilmesi ve anayasal yükümlülüklerin ihlal edilmesinin demokratik meşruluğa etkilerini değerlendirmek.

Demokratik Refleksleri ve Tarihsel Bilinci Tartışmak: Kocabıyık’ın 28 Şubat dönemi ile güncel Ekrem İmamoğlu sürecini karşılaştırması üzerinden normatif ve tarihsel bilinç unsurlarını çözümlemek.

Siyasal Yönlendirmeleri ve Çifte Standartları Görünür Kılmak: İktidarın düşmanlaştırma stratejileri ve kaba siyaseti üzerinden demokratik normların ihlalini göstermek.

Retorik ve Normatif Uyarı Diline Odaklanmak: Kocabıyık’ın söylem stratejilerini inceleyerek etik uyarı ve kamuoyu etkisi açısından önemi ortaya koymak.

Siyaset Bilimi Bakış Açısıyla Çıkarımlar Yapmak: Örnek olay üzerinden Türkiye’deki siyasal çürüme, demokratik refleksler ve hukukun siyasallaşması konularında akademik çıkarımlar üretmek.

ARAŞTIRMA SORULARI

Siyasal Çürüme ve Kayırmacılık: Kocabıyık’ın söylemleri, Türkiye’de parti içi çıkar dağılımı, nepotizm ve kayırmacılık mekanizmalarını nasıl ortaya koymaktadır? Bu mekanizmaların siyasal iktidar ve demokratik denetim üzerindeki etkileri nelerdir?

Yargının Siyasallaştırılması ve Anayasal Sorumluluk: Kocabıyık’ın eleştirileri bağlamında, yürütmenin yargıyı kendi çıkarları doğrultusunda kullanması ve anayasal yükümlülükleri ihlal etmesi Türkiye’de demokratik normları nasıl etkilemektedir?

Demokratik Refleks ve Tarihsel Bilinç: Kocabıyık’ın 28 Şubat dönemi ile güncel Ekrem İmamoğlu sürecini karşılaştırması, demokratik reflekslerin sürekliliği ve normatif bilinç açısından ne gibi çıkarımlar sunmaktadır?

Siyasal Yönlendirmeler ve Çifte Standartlar: İktidarın düşmanlaştırma stratejileri ve kaba siyaset uygulamaları demokratik süreçler ve toplumsal meşruluk açısından nasıl değerlendirilebilir?

Retorik ve Normatif Uyarı Dili: Kocabıyık’ın dostane uyarı ve stratejik retorik dili, hukuksal ve etik ihlallerin görünür kılınması ve kamuoyuna etkisi açısından hangi sonuçları doğurmaktadır?

Siyaset Bilimi Bakış Açısıyla Çıkarımlar: Kocabıyık örnek olayı, Türkiye’de siyasal çürüme, demokratik refleksler ve hukukun siyasallaşması konularında siyaset bilimi açısından hangi akademik çıkarımları yapmayı olanaklı kılmaktadır?

KURAMSAL ÇERÇEVE

Siyasal Çürüme ve Patronaj: Siyasal çürüme, iktidarın kişisel çıkar ve bağlılık mekanizmaları üzerinden yönetilmesi, nepotizm ve kayırmacılık uygulamalarıyla ilişkilendirilen bir olgudur. Siyaset bilimi yazınında, patronaj ve kayırmacılık mekanizmaları, demokratik denetimin zayıflaması ve otoriterleşme süreçlerinin belirleyici göstergeleri olarak kabul edilmektedir (Schedler, 2013; Diamond, 1999). Kocabıyık’ın eşinin vali olarak atanması ve itiraz edenlerin cezalandırılması örnekleri bu yazında tanımlanan klasik göstergeleri somutlaştırmaktadır.

Hukukun Siyasallaştırılması ve Demokratik Refleksler: Hukukun siyasallaştırılması, yürütmenin yargı üzerindeki etkisi ve demokratik normların ihlali ile ilişkilidir. Yargının siyasallaştırılması, demokratik hesap verebilirlik mekanizmalarını zedeler ve toplumun iktidara yönelik meşruluk algısını olumsuz etkiler (Diamond, 2008; Norris, 2004). Kocabıyık’ın Osman Kavala, Selahattin Demirtaş ve Can Atalay örnekleri üzerinden yaptığı uyarılar hukukun üstünlüğü ve demokratik reflekslerin korunması açısından kritik önemdedir.

Demokratik Refleks ve Tarihsel Bilinç: Tarihsel bilinç ve demokratik refleksler, siyasal aktörlerin geçmiş deneyimlerden hareketle normatif farkındalık geliştirmelerini ifade eder. Kocabıyık, 28 Şubat süreci ile güncel Ekrem İmamoğlu sürecini karşılaştırarak, normatif bilinç ve demokratik reflekslerin sürekliliğini vurgulamaktadır. Bu çerçeve, siyaset bilimi yazınında demokratik kültür, normatif direnç ve aktör odaklı çözümlemelerde sıklıkla kullanılan bir kavramsal araçtır (Lijphart, 1999; Norris, 2004).

İktidar Stratejileri ve Kaba Siyaset: Kaba siyaset ve düşmanlaştırma stratejileri, iktidarın toplumsal meşruluğunu koruma ve muhalefeti zayıflatma yöntemlerini ifade eder. Siyaset bilimi yazınında iktidarın çifte standart uygulamaları ve yönlendirme stratejileri, demokratik normların ihlali ve siyasal etik krizleri ile doğrudan ilişkilendirilir (Diamond, 1999; Sartori, 1976). Kocabıyık’ın DEM ve CHP örnekleri üzerinden yaptığı karşılaştırmalar bu stratejilerin görünür kılınmasına katkı sağlamaktadır.

Retorik ve Normatif Uyarı Dili: Siyasal aktörlerin retorik stratejileri, etik ihlalleri ve hukuksal norm ihlallerini kamuoyuna iletmede etkili bir araçtır. Kocabıyık’ın “Dost tavsiyesi size” veya “Bunu yazın bir kenara” gibi ifadeleri normatif uyarıyı stratejik ve etkili bir retorik çerçeveye oturtmaktadır. Bu yaklaşım, siyaset bilimi açısından siyasal iletişim, kamuoyu etkileme ve etik ihlallere karşı stratejik söylem üretme olarak değerlendirilmektedir (Norris, 2004; Diamond, 2008).

ÇÖZÜMLEME: HÜSEYİN KOCABIYIK’IN SÖYLEMLERİ

Parti İçi Çıkar Dağılımı ve Nepotizm

Kocabıyık, AK Parti içindeki çıkar dağılımını ve kişisel bağlılık mekanizmalarını somut örneklerle açıklamaktadır. Eşinin vali olarak atanması ve iktidara itiraz edenlerin cezalandırılması üzerinden, partinin ödül-ceza mekanizmalarının işleyişini görünür kılmaktadır. Bu durum, siyasal çürüme ve otoriterleşme yazınında tanımlanan klasik göstergelerle örtüşmektedir (Schedler, 2013; Diamond, 1999).

Yargının Siyasallaştırılması ve Anayasal Sorumluluk

Kocabıyık, yargının siyasallaştırılması ve yürütmenin anayasal yükümlülüklerini yerine getirmemesi konularına dikkat çekmektedir. Osman Kavala, Selahattin Demirtaş ve Can Atalay gibi tutuklu isimler üzerinden yaptığı normatif uyarılar hukukun üstünlüğü ve demokratik meşruluk açısından önemli bir gösterge sunmaktadır. Söylemlerinde Anayasa’nın 138. maddesi, AYM ve AİHM kararlarına uyulması gerektiğini vurgulaması yürütmenin anayasal sorumluluklarının altını çizmektedir (Anayasa, 1982, m.138; m.153).

Demokratik Refleksler ve Tarihsel Bilinç

Kocabıyık, 28 Şubat dönemi ve Erdoğan’a yönelik müdahaleleri, güncel Ekrem İmamoğlu süreci ile karşılaştırarak, geçmişte gösterdiği demokratik refleksi bugünkü gelişmeler için de sürdürdüğünü ifade etmektedir. Bu bağlamda, tarihsel referans kullanımı ve normatif uyarı dili, demokratik reflekslerin sürekliliğini ve kamuoyuna mesaj iletme stratejilerini ortaya koymaktadır (Lijphart, 1999; Norris, 2004).

Kaba Siyaset ve Çifte Standartların Eleştirisi

DEM ve CHP örnekleri üzerinden yapılan karşılaştırmalar, iktidarın yönlendirme ve düşmanlaştırma stratejilerini görünür kılmaktadır. Henüz iddianamesi hazırlanmış olmayan bir dava üzerinden Cumhurbaşkanının hüküm verici açıklamalarda bulunması anayasal sınırların ihlali olarak değerlendirilmiştir. Bu söylem, siyasetin kurumsal ve etik normlarını zedeleyen uygulamaların görünür kılınmasında önemli bir örnektir.

Retorik ve Normatif Uyarı Dili

Kocabıyık, söylemlerinde normatif uyarıları dostane ve retorik bir dille sunmaktadır. “Dost tavsiyesi size” veya “Bunu yazın bir kenara” gibi ifadeler, okuyucuyu düşünmeye sevk etmekte ve mesajın stratejik etkisini artırmaktadır. Bu yöntem, hukuksal ve etik uyarıları kamuoyu ve iktidar nezdinde etkili hâle getirmektedir.

SİYASET BİLİMİ AÇISINDAN ANLAM VE ÖNEMİ

Siyasal Çürüme ve Kayırmacılık

Kocabıyık’ın eşinin vali olarak atanması ve itiraz edenlerin cezalandırılması örnekleri, siyasal çürüme ve kayırmacılık (patronaj, nepotizm) mekanizmalarını ortaya koymaktadır. Bu durum, siyasal iktidarın kaynakları kişisel ve siyasal bağlılık temelinde dağıttığını gösterir. Siyaset bilimi açısından bu, otoriterleşme ve demokratik denetim eksikliği ile doğrudan ilişkilidir (Schedler, 2013; Diamond, 1999). Parti içi ödül-ceza mekanizmalarının görünür duruma gelmesi, iktidarın hesap verebilirlik ve saydamlık normlarını ihlal ettiğinin bir göstergesidir.

Yasama ve Yürütmenin Siyasallaşması

Kocabıyık, yürütmenin anayasal yükümlülüklerini yerine getirmemesi ve yargıyı siyasallaştırması konusuna dikkat çekerek, demokratik normların ve hukukun üstünlüğünün erozyonunu görünür kılmaktadır. Bu durum, siyaset bilimi yazınında kurumsal bozulma ve demokratik reflekslerin zayıflaması olarak incelenir (Diamond, 2008; Norris, 2004). İktidarın yargıyı kendi stratejik çıkarları doğrultusunda kullanması, yasama ve yürütme organlarının bağımsızlığını zedeler ve demokratik meşruluğu tartışmalı kılar.

Demokratik Refleks ve Tarihsel Bilinç

Kocabıyık, 28 Şubat dönemi ile güncel Ekrem İmamoğlu sürecini karşılaştırarak geçmiş deneyimlerden çıkarılan demokratik refleksin sürekliliğini vurgulamaktadır. Siyaset bilimi açısından bu, siyasal aktörlerin normatif bilinç ve tarihsel farkındalık ile hareket etmesinin bir örneğidir. Tarihsel referanslar, demokratik kuralların ihlal edilmesine karşı erken uyarı ve normatif direnç mekanizması oluşturur.

Kaba Siyaset ve Çifte Standartların Görünür Kılınması

DEM ve CHP örnekleri üzerinden yapılan karşılaştırmalar, iktidarın yönlendirme ve düşmanlaştırma stratejilerini ortaya koymaktadır. Bu bağlamda söylemler, siyaset bilimi açısından iktidarın toplumsal meşruluğunu koruma yöntemleri ile demokratik normları zayıflatma uygulamalarını çözümleme olanağı sunmaktadır.

Retorik Strateji ve Normatif Uyarı

Kocabıyık’ın “Dost tavsiyesi size” gibi ifadeleri, normatif uyarıyı stratejik ve etkili bir retorik çerçeveye oturtur. Siyaset bilimi açısından bu, siyasal iletişim, kamuoyu etkileme ve etik ihlallere karşı stratejik söylem üretme örneği olarak değerlendirilebilir.

Özetle, Kocabıyık’ın söylemleri siyaset bilimi açısından siyasal çürüme, kayırmacılık, demokratik reflekslerin zayıflaması, yasama-yürütme ilişkilerinin siyasallaşması ve etik krizler bağlamında büyük öneme sahiptir. Bu söylemler, demokratik normların korunması ve iktidar uygulamalarının çözümlenmesi için somut bir olgu sunmaktadır.

DEĞERLENDİRME

Siyasal Çürüme ve Kayırmacılık

Hüseyin Kocabıyık’ın söylemleri, Türkiye’de parti içi çıkar dağılımı, nepotizm ve kayırmacılık mekanizmalarının sistemli bir şekilde işlediğini göstermektedir. Kocabıyık, eşinin vali olarak atanması ve kendisine itiraz edenlerin cezalandırılması örnekleri üzerinden iktidarın özel ve siyasal bağlılık temelinde ödül ve ceza sistemleri kurduğunu ifade etmektedir. Bu durum, siyasal çürümenin klasik göstergeleri olan patronaj ve kayırmacılığın siyasal partilerin işleyişinde ve devlet kurumlarının yönetiminde ne denli belirleyici olduğunu ortaya koymaktadır (Schedler, 2013; Diamond, 1999). Siyaset bilimi açısından bu mekanizmaların etkileri üç boyutta incelenebilir:

İktidarın Güç Konsolidasyonu: Kayırmacılık ve nepotizm, iktidar çevresinde bağlılık ve sadakat mekanizmalarını güçlendirir. Bu, kısa vadede iktidar içi istikrar sağlasa da uzun vadede kamu kaynaklarının kişisel ve siyasal çıkarlar için kullanılmasına yol açarak kamusal güven ve meşruluğun erozyonuna neden olur.

Demokratik Denetim ve Hesap Verebilirlik: Siyasal çürüme, demokratik denetim mekanizmalarını zayıflatır. İktidar, kendi çıkar çevresini korumak amacıyla yasama, yürütme ve yargı kurumları üzerinde etkili olabilir. Bu durum, hesap verebilirlik ve saydamlık ilkelerinin ihlaline ve demokratik normların aşınmasına yol açar (Diamond, 2008; Norris, 2004).

Kamu Kurumlarının İşlevselliği ve Meşruluk: Kayırmacılık, liyakat esasına dayalı devlet işleyişini bozar. Örnek olarak Kocabıyık’ın eşinin vali olarak atanması, kamusal görevlerin siyasal ve kişisel ilişkiler üzerinden belirlenmesi uygulamalarını görünür kılar. Bu da hem kurumların işlevselliğini azaltır hem de toplum nezdinde devletin meşruluk algısını olumsuz etkiler.

Kısacası, Kocabıyık’ın söylemleri, siyasal çürüme ve kayırmacılığın Türkiye’de iktidar ve demokratik denetim ilişkileri üzerinde doğrudan etkili olduğunu göstermektedir. Bu durum, siyaset bilimi yazınında demokratik normların ihlali, otoriterleşme ve devlet kurumlarının işlev kaybı ile ilişkilendirilir.

Yargının Siyasallaştırılması ve Anayasal Sorumluluk

Hüseyin Kocabıyık’ın açıklamaları, Türkiye’de yürütmenin yargıyı kendi siyasal çıkarları doğrultusunda kullanma eğilimini ve anayasal yükümlülüklerin ihlalini gözler önüne sermektedir. Kocabıyık, Osman Kavala, Selahattin Demirtaş ve Can Atalay gibi cezaevindeki isimler üzerinden, yargı süreçlerinin siyasallaştırılması ve yürütmenin baskısı altına alınması sorununa dikkat çekmektedir. Bu durum, demokratik normlar ve hukukun üstünlüğü açısından ciddi tehditler doğurmaktadır (Diamond, 1999; Norris, 2004). Siyaset bilimi perspektifinden bu olgunun etkileri üç temel eksende değerlendirilebilir:

Demokratik Normların Erozyonu: Yargının siyasallaştırılması, hukukun tarafsız ve bağımsız olma niteliğini zayıflatır. Bu durum, demokratik hesap verebilirlik süreçlerinin işlevselliğini sınırlar ve yürütme organının hukuksal ve normatif sınırlarını aşmasına yol açar (Schedler, 2013).

Toplumsal Meşruluk ve Kamu Güveni: Yargının siyasal baskı altında işlemesi, toplumun adalet ve hukuka olan güvenini sarsar. Kocabıyık’ın vurguladığı gibi, yargının siyasallaştırılması sadece bireyler için değil, demokratik meşruluğun kendisi için de tehdit oluşturur. Bu, siyasal aktörlerin kararlarının ve uygulamalarının toplum nezdinde sorgulanmasına neden olur.

Anayasal Yükümlülüklerin İhlali ve Hesap Verebilirlik: Anayasa’nın 138. maddesi ve AİHM kararları, yürütmenin yargıyı etkilememesi gerektiğini açıkça ifade etmektedir. Kocabıyık, bu anayasal sınırların ihlalini ve yürütmenin kendi çıkarları doğrultusunda yargıyı kullanmasını eleştirerek yürütme organının anayasal sorumluluğunu yerine getirmemesinin demokratik sistemi zayıflattığını göstermektedir.

Özetle, Kocabıyık’ın söylemleri, yargının siyasallaştırılması ve anayasal sorumluluk ihlallerinin Türkiye’de demokratik normlar üzerindeki doğrudan etkilerini somut örneklerle ortaya koymaktadır. Bu bağlamda, siyaset bilimi yazınında hukuk devleti ilkesi, demokratik hesap verebilirlik ve yürütmenin sınırları konularında kritik bir örnek olay incelemesi sağlamaktadır.

Demokratik Refleks ve Tarihsel Bilinç

Hüseyin Kocabıyık’ın açıklamaları, demokratik reflekslerin ve tarihsel bilincin siyasal aktörler açısından önemini vurgulamaktadır. Kocabıyık, 28 Şubat dönemi ile güncel Ekrem İmamoğlu sürecini karşılaştırarak, geçmiş deneyimlerden çıkarılan normatif derslerin güncel siyasal süreçlerde nasıl uygulandığını gözler önüne sermektedir. Bu yaklaşım, siyaset bilimi yazınında demokratik kültür, normatif direnç ve aktör odaklı çözümlemeler açısından önemli bir veri sunmaktadır (Lijphart, 1999; Norris, 2004). Siyasal süreçlerde demokratik refleksin işlevi üç boyutta değerlendirilebilir:

Normatif Bilinç ve Etik Uyarılar: Kocabıyık, geçmişte hukuksuz uygulamalara karşı gösterdiği demokratik refleksi güncel gelişmeler için de sürdürdüğünü ifade etmektedir. Bu durum, siyasal aktörlerin demokratik normlara sadakatini ve etik farkındalığını ortaya koymaktadır.

Tarihsel Karşılaştırma ve Öğrenme Süreci: 28 Şubat dönemi ile bugünkü süreçler arasındaki karşılaştırmalar, siyasal aktörlerin geçmiş deneyimlerden öğrenerek normatif refleks geliştirmesini ve hatalı uygulamalara karşı uyarılarda bulunmasını sağlamaktadır. Bu tür tarihsel bilinç, demokratik kurumların ve mekanizmaların korunmasında kritik bir rol oynar.

Demokratik Hesap Verebilirlik: Demokratik refleks, iktidarın hatalı uygulamalarının görünür kılınmasını ve kamuoyuna normatif uyarı yapılmasını olanaklı kılar. Kocabıyık’ın açıklamaları, iktidarın demokratik hesap verebilirliğini güçlendirecek stratejik uyarılar sunmakta ve hukukun üstünlüğü ile demokratik meşruluğun korunmasına katkı sağlamaktadır.

Özetle, Kocabıyık örneği, demokratik refleks ve tarihsel bilincin siyasal aktörler tarafından sürdürülmesinin önemini göstermekte ve Türkiye’de demokratik normların korunması açısından somut bir veri sunmaktadır. Bu bağlamda, siyaset bilimi yazınında demokratik kültür, etik farkındalık ve normatif direnç konularında değerli bir örnek olay çözümlemesi oluşturmaktadır.

İktidar Stratejileri ve Kaba Siyaset

Hüseyin Kocabıyık’ın söylemleri, Türkiye’de iktidarın kaba siyaset ve düşmanlaştırma stratejilerini nasıl kullandığını ve bunun demokratik süreçler üzerindeki etkilerini açık biçimde ortaya koymaktadır. Kaba siyaset, siyasetin inceliklerinden uzak, toplumsal ve siyasal aktörleri kutuplaştırıcı, düşmanlaştırıcı ve yönlendirici bir dil ile yönetme biçimi olarak tanımlanabilir (Diamond, 1999; Sartori, 1976). Kocabıyık’ın DEM ve CHP örnekleri üzerinden yaptığı çözümlemeler, iktidarın geçmişteki mağdurları ve muhalifleri hedef alan tasfiye süreçlerini, güncel siyaset bağlamında sürdürdüğünü göstermektedir. Bu durum, siyaset bilimi yazınında iktidarın toplumsal meşruluğunu sürdürme, muhalefeti zayıflatma ve siyasal tabanı bütünleştirme stratejileri kapsamında değerlendirilmektedir. İktidarın stratejik uygulamalarının demokratik süreçler üzerindeki etkileri üç eksende değerlendirilebilir:

Toplumsal Kutup Oluşumu ve Meşruluk Erozyonu: Kaba siyaset, toplumsal gruplar arasında düşmanlaştırıcı bir dil kullanılarak yürütülür. Bu, kamuoyunda iktidarın meşruluğuna yönelik algıyı zayıflatır ve demokratik normların işleyişini engeller. Kocabıyık’ın vurguladığı, henüz iddianamesi dahi hazırlanmamış bir dava üzerinden Cumhurbaşkanının hüküm verici açıklamalarda bulunması demokratik normların çiğnenmesi olarak değerlendirilebilir.

Muhalefeti Zayıflatma ve Siyasal Yönlendirme: İktidar, demokratik süreçleri kendi lehine çevirme amacıyla hukuk, medya ve bürokrasi üzerinden yönlendirme stratejileri uygular. Kocabıyık, 19 Mart’tan itibaren muhalefete kurulan kumpas girişimlerinin sonuçsuz kalmasını örnek göstererek, kaba siyasetin kısa vadede etkili olabileceğini ancak uzun vadede muhalefeti güçlendirdiğini belirtmektedir.

Demokratik Normlara Uygunsuz Retorik ve Etki: Kaba siyaset, sadece uygulamalarla değil, aynı zamanda retorik ve söylem biçimleriyle de demokratik normları aşındırır. Kocabıyık’ın açıklamalarında öne çıkan “dost tavsiyesi” ve “bunu yazın bir kenara” gibi ifadeler, bu tür yönlendirme ve düşmanlaştırma stratejilerinin farkındalığını artırmakta ve normatif uyarı işlevi görmektedir.

Sonuç olarak, Kocabıyık’ın örneği, Türkiye’de iktidarın stratejik hatalarını, kaba siyaset uygulamalarını ve demokratik normlara yönelik etkilerini çözümlemek için zengin bir veri sağlamaktadır. Bu bağlamda, siyaset bilimi yazınında iktidar stratejileri, yönlendirme, düşmanlaştırma ve demokratik meşruluk ilişkileri açısından önemli bir örnek olay incelemesi olarak değerlendirilebilir.

Retorik ve Normatif Uyarı Dili

Hüseyin Kocabıyık’ın söylemleri, normatif uyarıların ve stratejik retoriğin siyasal iletişimdeki işlevini ortaya koymaktadır. Kocabıyık, demokratik normlara ve hukukun üstünlüğüne dikkat çekerken, aynı zamanda toplumsal ve siyasal aktörlere dostane bir uyarı dili kullanmaktadır. Bu yaklaşım, siyaset bilimi yazınında siyasal söylem çözümlemesi normatif etki ve stratejik iletişim bağlamında değerlendirilebilir (Lijphart, 1999; Diamond, 2008). Kocabıyık’ın retoriği, üç boyutta işlev görmektedir:

Normatif Uyarı: Kocabıyık, “Dost tavsiyesi size” ve “Bunu yazın bir kenara” gibi ifadelerle, iktidar çevresine yönelik hukuka ve anayasal ilkelere uygun davranılması gerektiğini hatırlatan normatif uyarılar yapmaktadır. Bu, siyasal aktörlerin etik sorumluluklarını ve demokratik reflekslerini özendirmeye yöneliktir.

Stratejik Etki: Retorik, yalnızca uyarı değil, aynı zamanda siyasal davranış üzerinde etki oluşturmayı hedefleyen stratejik bir araçtır. Kocabıyık, geçmiş deneyimlerini ve tarihsel referanslarını kullanarak, izleyiciyi düşünmeye yöneltmekte ve iktidarın hatalı uygulamalarını görünür kılmaktadır. Bu, demokratik hesap verebilirlik mekanizmalarını güçlendiren bir strateji olarak değerlendirilebilir.

Toplumsal Bilinçlendirme: Kocabıyık’ın söylemi, kamuoyunu demokratik normlar ve hukukun üstünlüğü konularında bilinçlendirmeyi amaçlamaktadır. Bu bağlamda, retorik ve normatif uyarı dili, toplumsal öğrenme ve demokratik kültürün güçlenmesi açısından önemli bir araçtır.

Özetle, Kocabıyık örneği, retorik strateji ve normatif uyarı dili kullanımının siyasal süreçler ve demokratik normlar üzerindeki etkilerini çözümlemek için zengin bir veri sunmaktadır. Bu, siyaset bilimi literatüründe siyasal söylem çözümlemesi, demokratik refleksler ve etik uyarılar konularında değerli bir örnek olay incelemesi oluşturmaktadır.

Siyasal Patoloji Kavramları Üzerine Frekans Çözümlemesi

Hüseyin Kocabıyık’ın açıklamaları çerçevesinde, Türkiye’deki siyasal patolojileri görünür kılmak amacıyla bir frekans çözümlemesi gerçekleştirilmiştir. Metin, dört temel kavram ekseninde kodlanmış ve her kavramın metin içindeki geçiş sıklığı sayısal olarak değerlendirilmiştir. Bu kavramlar şunlardır: (i) Nepotizm ve Kayırmacılık, (ii) Yargının Siyasallaştırılması, (iii) Kaba Siyaset ve Düşmanlaştırma, (iv) Demokratik Refleks ve Normatif Uyarı.

Frekans Çözümlemesi

Kavram

Frekans (Örnek)

Açıklama

Nepotizm / Kayırmacılık

4

Eşinin vali yapılması, iktidarın parti içi çıkar dağıtımı ve itiraz edenlerin cezalandırılması

Yargının Siyasallaştırılması

5

Tutukluluk hallerine ilişkin eleştiriler, yargının yürütme tarafından yönlendirilmesi

Kaba Siyaset / Düşmanlaştırma

3

DEM ve CHP örnekleri üzerinden düşmanlaştırma, hüküm verici retorik

Demokratik Refleks / Normatif Uyarı

6

Tarihsel karşılaştırmalar, “dost tavsiyesi” gibi normatif uyarılar ve etik çağrılar

 

Frekans çözümlemesi, Kocabıyık’ın söylemlerinde demokratik refleks ve normatif uyarıların merkezi bir tema olduğunu göstermektedir. En sık tekrar edilen kavram olarak Demokratik Refleks / Normatif Uyarı, Kocabıyık’ın söyleminde etik ve hukuksal sorumluluğun vurgusunu ortaya koymaktadır.

Nepotizm / Kayırmacılık ve Yargının Siyasallaştırılması kavramlarının yüksek frekansı, Türkiye’de parti içi çıkar dağılımı, kişisel bağlılık mekanizmaları ve yargının siyasal amaçlarla kullanılmasının öne çıktığını göstermektedir. Bu durum, siyaset bilimi açısından iktidarın demokratik denetim ve hesap verebilirlik mekanizmaları üzerindeki etkilerini çözümleme etmek için önemli bir göstergedir.

Kaba Siyaset / Düşmanlaştırma kavramının daha düşük frekansa sahip olması, söylemde nicelik olarak daha az tekrar edilmesine karşın toplumsal kutuplaşma ve demokratik normların çiğnenmesi bağlamında stratejik önemi büyüktür.

Sonuç olarak, frekans çözümlemesi, Kocabıyık’ın açıklamalarındaki temaların görünürlüğünü ve vurgusunu nicel olarak ortaya koyarken, nitel yorum ile desteklendiğinde Türkiye’deki siyasal çürüme, yargının siyasallaştırılması ve demokratik reflekslerin zayıflaması süreçlerinin anlaşılması için değerli bir araç sunmaktadır.

Frekans Çözümlemesi ve Kuramsal Bağlantılar

Kocabıyık’ın açıklamalarından elde edilen frekans çözümlemesi, siyaset bilimi yazınında siyasal çürüme, kayırmacılık ve yargının siyasallaştırılması kavramlarıyla doğrudan ilişkilendirilebilir. Özellikle şu noktalar öne çıkmaktadır:

Nepotizm ve Kayırmacılık: Sık tekrar edilen bu kavram, parti içi çıkar dağılımı, kişisel bağlılık mekanizmaları ve patronaj ilişkileri bağlamında yazında vurgulanan siyasal çürüme göstergeleriyle paralellik göstermektedir (Klitgaard, 1988; Johnston, 2012). Kocabıyık’ın eşinin vali yapılması örneği, nepotizmin ve kişisel bağlılığın kurumların işleyişi üzerindeki etkisini somut biçimde ortaya koymaktadır.

Yargının Siyasallaştırılması: Yüksek frekans, yargının yürütme tarafından siyasal amaçlarla kullanılmasının Türkiye’deki demokratik denetim mekanizmaları üzerindeki etkisine dikkat çekmektedir. Bu, hukukun üstünlüğü ve demokratik hesap verebilirlik yazınında ele alınan kritik bir patolojidir (O’Donnell, 2004; Levitsky & Ziblatt, 2018).

Kaba Siyaset / Düşmanlaştırma: Daha düşük frekanslı olmasına rağmen, bu kavram, toplumsal kutuplaşma, siyasal yönlendirme ve demokratik normların çiğnenmesi bağlamında stratejik öneme sahiptir. Bu bağlamda, Kocabıyık’ın DEM ve CHP örnekleri üzerinden yaptığı eleştiriler, siyasal etki ve kamuoyu yönlendirmesi üzerine yazında tartışılan konularla örtüşmektedir (Lijphart, 1999; Norris, 2004).

Demokratik Refleks / Normatif Uyarı: En yüksek frekansa sahip kavram, Kocabıyık’ın söyleminde etik ve hukuksal sorumluluğun, demokratik kültürün ve normatif uyarıların bir merkez tema olduğunu göstermektedir. Bu, demokratik refleks ve normatif bilinç yazınla doğrudan ilişkilidir (Diamond, 1999; Sartori, 1976).

Bu çözümleme, Kocabıyık örnek olayı üzerinden Türkiye’deki iktidar oluşum süreçleri, parti içi mekanizmalar ve demokratik denetim eksikliklerini akademik bir çerçevede anlamayı olanaklı kılmaktadır. Ayrıca, siyasal patolojilerin görünürlüğünü ve normatif uyarıların önemini ortaya koyarak, iktidarın demokratik meşruluğu üzerindeki etkileri bağlamında yazına katkı sunmaktadır.

Güncel Bağlam: Kocabıyık’ın Tutuklanması Alınması ve Siyasal Anlamı

Hüseyin Kocabıyık’ın 2025 yılı Ekim ayında, yaptığı açıklamalar sonrasında “Cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasıyla gözaltına alınması ve daha sonra tutuklanması Türkiye’de ifade özgürlüğü, siyasal çoğulculuk ve hukuk devleti ilkeleri açısından dikkatle değerlendirilmesi gereken bir gelişmedir. Bu durum, çalışmanın önceki bölümlerinde ortaya konan hukukun siyasallaşması ve yargının yürütme organının uzantısına dönüşmesi saptamalarını somut biçimde doğrulamaktadır.

Siyasal iktidarın eleştiriye dayanma düzeyi, demokratik sistemlerin en temel stres sınavlarından biridir. Kocabıyık’ın gözaltına alınması ve tutuklanması, bu bağlamda, siyasal iktidarın kendi içinden gelen eleştiriyi bile suç olarak tanımlama eğilimini göstermekte ve bu da siyasal rejimin otoriterleşme evresine girdiğini işaret etmektedir. Kocabıyık’ın konumu (eski bir AKP milletvekili olması) bu olayın simgesel önemini daha da artırmaktadır. Zira burada hedef alınan, muhalif bir figür değil, bizzat iktidar sisteminin içinden çıkmış bir eleştirel sesin susturulmasıdır.

Bu gelişme, siyasal çürümenin artık kurumsal sınırları aşarak bireysel özgürlük alanlarını doğrudan tehdit eder duruma geldiğini göstermektedir. Aynı zamanda, Türkiye’de “anayasal bağlılık” kavramının yalnızca metinsel bir yükümlenme olmaktan çıktığını ve siyasal erk tarafından keyfi biçimde ihlal edilebilen bir simgeye dönüştüğünü de ortaya koymaktadır.

Bu bağlamda Kocabıyık olayı yalnızca bir ifade özgürlüğü ihlali olarak değil, aynı zamanda siyasal sistemin kendi meşruluğunu sorgulatacak düzeyde içsel çelişkiler taşıdığını gösteren bir örnek olay olarak değerlendirilmelidir. Hukukun siyasallaşmasının ulaştığı düzey, artık dış muhalefetin değil, iç eleştirinin bile suç kategorisine dönüştürülmesine yol açmaktadır.

Dolayısıyla, Kocabıyık’ın gözaltına alınması ve tutuklanması bu çalışmada yapılan çözümlemenin öngörülerini doğrulayan bir gelişme olarak Türkiye’de siyasal patolojilerin derinleştiği ve demokratik reflekslerin giderek bastırıldığı bir döneme işaret etmektedir.

GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ

Hüseyin Kocabıyık’ın söylemleri, Türkiye’de siyasal çürüme, hukukun siyasallaşması, kayırmacılık ve demokratik reflekslerin zayıflaması gibi olguların somut birer göstergesi olarak değerlendirilebilir. Kocabıyık örneği, iktidar partisinin iç dinamiklerinden gelen bir eleştirinin, sistemsel sorunların derinliğini ortaya koyma gücüne sahip olduğunu göstermektedir. Bu yönüyle, siyaset bilimi açısından hem deneysel hem de normatif bir değere sahiptir.

Söylemlerde en belirgin tema, yürütme erkinin anayasal sınırlarını aşması ve yargının siyasallaşması olmuştur. Bu durum, Türkiye’de kuvvetler ayrılığının zayıfladığını, hukukun üstünlüğü ilkesinin yürütme çıkarlarına göre esnetildiğini ve demokratik denetim mekanizmalarının işlevsizleştirildiğini göstermektedir. Kocabıyık’ın Anayasa’nın 138. ve 153. maddelerine yaptığı vurgu, bu bağlamda bir “anayasal vicdan” çağrısı niteliğindedir.

Bir diğer dikkat çekici unsur, parti içi patronaj ve nepotizm ilişkilerinin siyasal meşruluk üzerindeki yıpratıcı etkisidir. Eşinin vali olarak atanmasına yönelik eleştirisi, siyasal sistemin liyakat yerine sadakat esasına göre işlediğini göstermekte ve bu da Weberyen anlamda akılcı-hukuksal otoritenin yerini kişisel bağlılık esaslı patrimonyal bir yapıya bıraktığını ortaya koymaktadır. Bu tespit, Kocabıyık’ın söylemlerini klasik siyasal patoloji yazınıyla doğrudan ilişkilendirir.

Kocabıyık’ın söylemleri aynı zamanda demokratik refleksin yaşamda kalma biçimini de yansıtmaktadır. Eski bir iktidar milletvekilinin, yürütmenin anayasal yükümlülüklerini hatırlatması, Türkiye’de demokratik bilinç ve anayasal sadakatin tümüyle ortadan kalkmadığını, ancak sistemli baskı altında daraldığını göstermektedir. Bu bağlamda Kocabıyık, “içeriden gelen muhalefet” tipolojisinin çağdaş bir örneğini temsil etmektedir.

Araştırmanın bulguları, Türkiye’de demokratik gerilemenin yalnızca kurumsal değil, aynı zamanda ahlaksal ve normatif bir krize dönüştüğünü göstermektedir. Hukukun siyasallaşması, kaynakların kötüye kullanılması ve etik yoksunluk, siyasal sistemin sürdürülebilirliğini tehdit etmektedir. Davutoğlu döneminde gündeme gelen fakat Erdoğan tarafından reddedilen “Siyasal Etik Yasası” bu açıdan kritik bir dönüm noktasıdır. Bu yasa yürürlüğe gelseydi, kamu kaynaklarının dağıtımı, atamalar ve çıkar ilişkileri belirli bir etik çerçeveye bağlanabilecekti. Bu bağlamda Kocabıyık’ın uyarıları, yalnızca geçmişteki yanlışların değil, gelecekteki olası krizlerin de öncül işaretleridir.

Sonuç olarak, Kocabıyık’ın söylemleri Türkiye siyasetinde kurumsal çözülme, etik yozlaşma ve demokratik refleks arasındaki gerilimi görünür kılmaktadır. Siyasal sistemin yeniden meşruluk kazanması, ancak hukukun üstünlüğüne koşulsuz bağlılık, liyakat temelli kamu yönetimi ve toplumsal uzlaşmaya dayalı demokratik bir kültürün yeniden kurulmasıyla olanaklıdır.

Bu çalışma, Kocabıyık örneğini merkeze alarak, siyasal patolojilerin bireysel söylemler aracılığıyla nasıl görünür duruma geldiğini göstermekte ve Türkiye’de demokratik yeniden yapılanmanın hangi normatif temeller üzerine oturması gerektiğine ilişkin bir çözümleyici çerçeve sunmaktadır.


 

Kaynakça

Diamond, L. (1999). Developing Democracy: Toward Consolidation. Baltimore: Johns Hopkins University Press.

Diamond, L. (2008). The Spirit of Democracy: The Struggle to Build Free Societies in an Unfree World. New York: Times Books.

Huntington, S. P. (1968). Political Order in Changing Societies. New Haven: Yale University Press.

Johnston, M. (2012). Corruption and Governance in the Third World: Political Economy of Corruption. Cambridge: Cambridge University Press.

Klitgaard, R. (1988). Controlling Corruption. Berkeley: University of California Press.

Levitsky, S., & Ziblatt, D. (2018). How Democracies Die. New York: Crown Publishing.

Lijphart, A. (1999). Patterns of Democracy: Government Forms and Performance in Thirty-Six Countries. New Haven: Yale University Press.

Linz, J. J., & Stepan, A. (1996). Problems of Democratic Transition and Consolidation. Baltimore: Johns Hopkins University Press.

Norris, P. (2004). Electoral Engineering: Voting Rules and Political Behavior. Cambridge: Cambridge University Press.

O’Donnell, G. (2004). “Why the Rule of Law Matters.” Journal of Democracy, 15(4), 32–46.

Rose-Ackerman, S. (1999). Corruption and Government: Causes, Consequences, and Reform. Cambridge: Cambridge University Press.

Sartori, G. (1976). Parties and Party Systems: A Framework for Analysis. Cambridge: Cambridge University Press.

Schedler, A. (2013). The Politics of Uncertainty: Sustaining and Subverting Electoral Authoritarianism. Oxford: Oxford University Press.

Tilly, C. (2007). Democracy. Cambridge: Cambridge University Press.

 

Kardeşlik Komisyonu Krizi: Öcalan’ın İfadesi Üzerinden İktidar Blokunda Çatlaklar

 

Prof. Dr. Firuz Demir Yaşamış

 

 

 

Öz

 

TBMM’de kurulan Kardeşlik Komisyonu, toplumsal barış ve kardeşlik hedefiyle oluşturulmasına karşın, Abdullah Öcalan’ın ifade verip veremeyeceği tartışması nedeniyle Türkiye siyasetinde yeni bir gerilim alanı yaratmıştır. 7 Ekim 2025 tarihinde MHP lideri Devlet Bahçeli’nin “gerekirse komisyon Öcalan’a gitmeli” açıklaması, partinin önceki katı ret pozisyonunda esneklik sinyali vermiştir. Bu gelişme, iktidar bloğu içindeki stratejik ayrışmaları ve barış sürecinin olası evrimini görünür kılmaktadır. Çalışmada, tartışma üç boyutta ele alınmaktadır: siyasal dengeler, Kürt siyaseti ve hukuksal-simgesel boyut. Çözümleme, komisyonun Öcalan’ı doğrudan dinlemesinin mevcut koşullarda siyasal meşruluk sorunları doğuracağını, ancak dolaylı, denetimli ve kurumsal iletişim kanallarının toplumsal barış sürecine katkı sağlayabileceğini ileri sürmektedir. Sonuç olarak, barışın yeniden oluşturulması kişisel ifadelerle değil, kurumsal diyalog ve anayasal reform süreçleriyle olanaklı görülmektedir.

Anahtar Kelimeler: TBMM Kardeşlik Komisyonu, Abdullah Öcalan, Kürt Sorunu, İktidar Bloğu, Toplumsal Barış, Siyasal Meşruluk

 

Abstract

Although established with the declared aim of promoting social peace and unity, the Brotherhood Commission of the Turkish Grand National Assembly (TBMM) has become a source of political controversy due to debates surrounding whether Abdullah Öcalan should be allowed to testify before it. On 7 October 2025, MHP leader Devlet Bahçeli stated that “the commission should go to Öcalan if necessary,” signaling a potential softening of the party’s previous hardline stance. This development highlights the strategic rifts within the ruling bloc and the possible evolution of the peace process. The study examines the debate in three dimensions: political dynamics, Kurdish politics, and legal-symbolic aspects. The analysis argues that direct testimony from Ocalan would create a legitimacy crisis under current political conditions, while indirect and institutionally controlled channels of communication could contribute to a renewed peace process. Ultimately, sustainable peace requires institutional dialogue and constitutional reform rather than personalized negotiation.

 

Keywords: Brotherhood Commission, Abdullah Öcalan, Kurdish Issue, Ruling Bloc, Social Peace, Political Legitimacy

 

Giriş

TBMM’de kurulan Kardeşlik Komisyonu, biçimsel söylemde “toplumsal barış, birlik ve kardeşlik” temasını öne çıkarmasına karşın, kısa sürede Türkiye’nin en tartışmalı siyasal gündemlerinden biri durumuna gelmiştir. Tartışmanın merkezinde, Abdullah Öcalan’ın komisyona ifade verip veremeyeceği sorunu bulunmaktadır. 7 Ekim 2025 tarihinde MHP lideri Devlet Bahçeli’nin yaptığı açıklama, “gerekirse komisyon Öcalan’a gitmeli” ifadesiyle partinin önceki katı ret pozisyonunda bir esneklik sinyali vermiştir. Bu durum, yalnızca bir süreç sorunu değil, Türkiye siyasetinde iktidar bloğu içi güç dengelerini ve Kürt sorununa ilişkin stratejik ayrışmaları de açığa çıkarmaktadır.

Siyasal Boyut

İktidar cephesi içerisinde MHP’nin temsil ettiği güvenlik eksenli çizgi, Öcalan’ın sürece alınmasını geçmişte katı biçimde reddetmekteydi. Bahçeli’nin açıklaması, bu çizgide koşullu ve denetlenebilir bir esneklik olasılığını göstermektedir. Öte yandan, Erdoğan’ın çevresinde şekillenen yararcı kanat, Öcalan’ın sınırlı düzeyde sürece alınmasını olası anayasa referandumu veya Kürt seçmenin yeniden toparlanması açısından araçsal bir değer olarak değerlendirmektedir. Bu durum, AKP-MHP ittifakında uzun süredir var olan stratejik kırılganlıkları yeniden görünür kılmıştır.

Kürt Siyaseti ve DEM’in Konumu

DEM cephesinde, Öcalan’ın sesinin yeniden duyulması, Kürt kamuoyunda bir siyasal ve simgesel güdülenme kaynağı olarak değerlendirilmekte, ancak örgütsel düzeyde PKK üst yönetiminin olası silahsızlanma ya da tasfiye tartışmalarına göstereceği tepki DEM’i temkinli davranmaya zorlamaktadır. Parti, “ifade hakkı”nı demokratik bir ilke olarak savunmakta, fakat bu talebi doğrudan siyasal muhataplık biçimine dönüştürmekten bilinçli biçimde kaçınmaktadır.

Hukuksal ve Simgesel Boyut

Öcalan’ın komisyona ifade vermesi, yasal statü tartışmasını da beraberinde getirmektedir. Hükümlü statüsünde bulunan bir kişinin TBMM komisyonuna çağrılması, mevcut hukuk düzeninde özel bir yönetsel izin gerektirmekte ve bu durum “devletin Öcalan’ı yeniden muhatap aldığı” yönünde bir algı yaratmaktadır. Bahçeli’nin açıklaması, bu sürecin denetimli ve koşullu bir biçimde ilerleyebileceğine işaret etmektedir. Yine de bu durum, özellikle MHP tabanında meşruluk krizi ve siyasal tepki risklerini beraberinde taşımaktadır.

Sonuç: Denetimli Gündem ve Esneklik Sinyali

Bahçeli’nin açıklaması, MHP’nin önceki katı ret pozisyonunda sınırlı bir esneklik ortaya koysa da denetimli ve koşullu bir yaklaşımı göstermektedir. Komisyonun Öcalan ile doğrudan iletişim kurması siyasal olarak riskli görünmektedir. Ancak dolaylı ve sınırlı bilgi aktarımı, toplumsal barış sürecine katkı sağlayabilir. Bu gelişme, Erdoğan açısından hem DEM desteğini sınamak hem de Kürt seçmen üzerinde stratejik bir denge arayışı yürütmek için bir fırsat alanı yaratmaktadır.

Politika Sonuçları ve Öneri

TBMM Kardeşlik Komisyonu’nun toplumsal barış sürecinde rolü, kişisel muhataplık yerine kurumsal diyalog zeminine dayanmalıdır. Abdullah Öcalan’ın ifade vermesi, mevcut siyasal konjonktürde doğrudan bir dinleme biçiminde olmamalıdır. Zira bu durum hem meşruluk tartışması doğurur hem de toplumsal kutuplaşmayı derinleştirir. Bunun yerine, yasal denetim altında, dolaylı ve sınırlı bilgi aktarımı yöntemi tercih edilmelidir.

Bu yaklaşım, bir yandan ifade hakkı ve toplumsal kapsayıcılık ilkelerini gözetirken, diğer yandan devletin kurumsal bütünlüğü ve güvenlik duyarlılığını koruyacaktır. Dolayısıyla, barışın yeniden oluşturulması kişisel ifadelerle değil TBMM’nin anayasal reform, eşit yurttaşlık ve demokratik temsil te karar süreçleriyle olanaklı olmalıdır

5 Ekim 2025 Pazar

 

Suriye’de 2025 Dolaylı Parlamento Seçimi: Kurucu Otoriterlik ve Denetimli Meşruluk

 

Prof. Dr. Firuz Demir Yaşamış

 

 

Öz

Ekim 2025 ayında Suriye’de gerçekleştirilen parlamento seçimleri, yeni anayasal düzenin temelini oluşturan kolezyum (ikinci seçmen) modeliyle dikkat çekmiştir. Bu model, görünürde demokratik katılımı ve toplumsal temsili artırmayı amaçlasa da özünde rejimin siyasal denetimini sürdürmeyi hedefleyen bir araç olarak işlev görmektedir. Çalışma, Suriye’deki bu yeni seçim sistemini kuramsal olarak ABD’nin ikinci seçmen sistemine, kuramsal düzeyde ise Lijphart’ın uzlaşmacı demokrasi ve Dahl’ın polyarchy kavramlarıyla karşılaştırmalı biçimde çözümlemektedir. Bulgular, sistemin biçimsel temsili korurken gerçek siyasal yarışmayı ortadan kaldırdığını göstermektedir. Bu durum, Schedler’in tanımladığı “seçimsel otoriterlik” modeline uygun biçimde, demokratik araçların otoriter amaçlar için kullanıldığı bir rejim şekline işaret etmektedir. Sonuç olarak, Suriye’deki kolezyum temelli seçim sistemi demokratik geçişin değil, geçiş otoriterliğinin kurumsallaşması anlamına gelmektedir.

Anahtar Kelimeler: Suriye, kolezyum modeli, ikinci seçmen sistemi, seçimsel otoriterlik, geçiş otoriterliği, uzlaşmacı demokrasi, meşruluk mühendisliği.

 

Abstract

 

The 2025 parliamentary elections in Syria, held under a newly established collegium (electoral college) model, have drawn attention as a key feature of the post-war constitutional order. While this model ostensibly seeks to enhance democratic participation and social representation, it primarily functions as a mechanism for sustaining regime control. This study analyzes Syria’s new electoral system comparatively—both empirically, in relation to the U.S. electoral college system, and theoretically, within the frameworks of Arend Lijphart’s consociational democracy and Robert Dahl’s concept of polyarchy. Findings indicate that while formal representation is maintained, genuine political competition is structurally eliminated. In line with Andreas Schedler’s theory of electoral authoritarianism, Syria’s model exemplifies how democratic procedures can be instrumentalized for authoritarian purposes. Ultimately, the collegium-based system represents not a transition to democracy but rather the institutionalization of transitional authoritarianism.

Keywords: Syria, collegium model, electoral college, electoral authoritarianism, transitional authoritarianism, consociational democracy, legitimacy engineering.

GİRİŞ

Suriye’de 5 Ekim 2025’te gerçekleştirilen dolaylı parlamento seçimi, otoriter geçiş rejimlerinin meşruluk üretme süreçlerine ilişkin güncel bir örnek oluşturmaktadır. Türkiye’de ana akım medya dahil kimse bu seçimin niteliğini anlamadı ve topluma anlatamadı. Seçimle ilgili bazı ayrıntılar şöyle: Seçim, halk tarafından doğrudan oy ile değil, bölgesel seçim kolezyumları aracılığıyla gerçekleşti. Parlamento 210 üyeli olarak planlandı ve bu üyelerin üçte ikisinin “kolezyum”lar aracılığıyla seçilmesine karar verildi. Geri kalan üçte birlik kısmının ise geçici Cumhurbaşkanı Şara tarafından atanması kararlaştırıldı. Seçim, Suriye’de Beşar Esad rejiminin devrilmesinden sonra yapılan ilk parlamento seçimidir. Rakka, Haseke ve Süveyda gibi bazı vilayetlerde güvenlik gerekçeleriyle seçim ertelendi ve bu nedenle 19 sandalye boş kaldı.

Araştırmanın Amacı

Bu araştırmanın amacı, otoriter eğilimlerin güçlendiği dönemlerde siyasal iktidarların “kurucu meclis” veya “anayasal yeniden yapılanma” girişimlerini nasıl meşrulaştırdıklarını, bu süreçlerde temsil, katılım ve meşruluk kavramlarının nasıl yeniden tanımlandığını incelemektir. Çalışma, Türkiye örneği üzerinden 1980 sonrası kurucu meclis modelinin güncel siyasal stratejilerle benzerliklerini ortaya koymayı ve bu bağlamda demokratik denge (polyarchic equilibrium) ile uzlaşmacı temsil (consociational representation) kavramlarının aşınma biçimlerini çözümlemeyi amaçlamaktadır.

Araştırmanın Hedefleri

Karşılaştırmalı Çözümleme: 1980 sonrası Kurucu Meclis’in siyasal işlevini, günümüzde yeniden şekillenen anayasal reform veya “yeni kurucu süreç” söylemleriyle karşılaştırmak.

Kavramsal İnceleme: Uzlaşmacı temsil, (consociational representation), grup özerkliği (segmental autonomy) ve çoğulcu ya da çok merkezli demokrasi dengesi (polyarchic equilibrium) kavramlarını Suriye bağlamında yeniden değerlendirmek.

Demokratik Meşruluk Çözümlemesi: Kurucu süreçlerin demokratik katılım, temsil ve çoğulculuk ilkeleriyle ne ölçüde uyumlu olduğunu saptamak.

Rejim Dönüşümü Göstergeleri: Yeni anayasal düzen arayışlarının otoriter konsolidasyonun aracı olarak nasıl kullanıldığını ortaya koymak.

Siyasal Sonuçlar: Bu süreçlerin Suriye’de siyasal geleceği, özellikle parlamenter sisteme dönüş tartışmaları açısından olası etkilerini değerlendirmek.

Araştırma Soruları

Suriye’de yapılan yeni parlamento seçimleri, Esad sonrası dönemde nasıl bir kurucu meclis işlevi görmeyi amaçlamaktadır?

Yeni seçim sistemi (ikinci seçmenler modeli) Suriye’de temsil yeteneği, katılım ve meşruluk açısından ne ölçüde demokratik nitelikler taşımaktadır?

Uzlaşmacı temsil (consociational representation) ilkesi Suriye’nin etnik ve mezhepsel yapısı içinde rejimin yeniden kurulmasında ne ölçüde uygulanabilir durumdadır?

Yeni anayasal süreçte kesimsel özerklik (segmental autonomy) kavramı Arap, Kürt, Dürzi, Alevi ve Sünni topluluklar arasında nasıl bir güç paylaşım mekanizması öngörmektedir?

Çoğulcu denge (polyarchic equilibrium) kavramı bağlamında, yeni parlamento düzeni Suriye’de gerçek bir kuvvetler ayrılığı ve siyasal denge sistemi oluşturabilir mi?

Yeni seçim modeli, rejimin otoriter sürekliliğini mi güvence altına alıyor, yoksa çoğulcu bir siyasal dönüşümün zeminini mi hazırlıyor?

Bu model, bölgesel düzeyde (özellikle Türkiye, Lübnan, Irak ve Ürdün bağlamında) uzlaşmacı demokrasilerin geleceği açısından ne tür sonuçlar doğurabilir?

Suriye’deki yeni sistem, uluslararası tanınma ve diplomatik meşruluk üretme aracı olarak nasıl işlev görmektedir?

Yöntem

Bu çalışma, Suriye’de gerçekleştirilen yeni parlamento seçimlerini ve buna dayalı siyasal yeniden yapılanma sürecini, karşılaştırmalı siyasal çözümleme ve kuramsal yorumlama yöntemleriyle incelemektedir. Araştırma, otoriter rejimlerin “kurucu meclis” benzeri yapılar aracılığıyla meşruluk üretme biçimlerini anlamayı hedeflemekte ve bu bağlamda Suriye örneğini tarihsel, yapısal ve normatif boyutlarıyla değerlendirmektedir.

Araştırma Yaklaşımı: Çalışma, nitel bir araştırma olup karşılaştırmalı siyasal sistemler bakış açısıyla yürütülmüştür. Temel amaç, Suriye’de uygulamaya konulan “ikinci seçmen modeli”nin biçimsel olarak ABD seçim sistemine (electoral college) ve 1980 Türkiye’sindeki Danışma Meclisi örneğine benzeyen yönlerini, ancak içeriksel olarak ondan nasıl farklılaştığını ortaya koymaktır. Bu karşılaştırma, biçimsel benzerliklerin ardındaki işlevsel sapmayı (demokratik temsil yeteneğinin görünürde korunurken uygulamada nasıl devre dışı bırakıldığını) çözümlemeyi olanaklı kılmaktadı

Karşılaştırmalı Çözümleme: Araştırmada Suriye’nin yeni sistemine ilişkin çözümleme üç düzeyde yapılmıştır: Kurumsal düzeyde, ABD’deki “electoral college” sisteminin tarihsel işlevi (federal denge, eyalet temsiliyeti) ile Suriye’deki ikinci seçmen sisteminin işlevi (rejim kontrolü ve bölgesel denge) karşılaştırılmıştır. Tarihsel düzeyde, Türkiye’nin 1980 Kurucu Meclisi, Mısır’ın 2014 anayasa komisyonu ve Irak’ın 2005 geçiş süreci örnekleriyle karşılaştırılmıştır. Normatif düzeyde ise temsil yeteneği, katılım ve meşruluk kavramları Dahl’ın “polyarchic equilibrium” çerçevesiyle değerlendirilmiştir.

Veri Kaynakları: Araştırmada kullanılan veriler üç ana kaynaktan derlenmiştir: Birincil kaynaklar, Suriye seçim yasası, anayasa taslakları, resmi seçim komisyonu açıklamaları, devlet medyası raporlarıdır. İkincil kaynaklar, ABD seçim sistemi üzerine karşılaştırmalı yazın (Hamilton, Madison, Dahl), uluslararası kuruluş raporları (BM, Freedom House, Arab Barometer) gibi kaynaklardır. Ayrıca bağımsız çözümlemeler de dikkate alınmıştır. Bölgesel araştırma merkezleri (Chatham House, Carnegie Middle East, Al Jazeera Centre for Studies) tarafından yayımlanan notları ve değerlendirmeler incelenmiştir.

Yöntemsel Sınırlılıklar

Suriye’de seçim süreciyle ilgili bağımsız gözlem eksikliği, veri doğrulamasını zorlaştırmaktadır. Bu nedenle çalışma, söylem çözümlemesi, kurumsal karşılaştırma ve meşruluk söylemleri üzerinden nitel bir okuma yapmaktadır. ABD ikinci seçmen sistemiyle yapılan karşılaştırma, biçimsel benzerliklere karşın rejim farklılıklarının (demokratik ya da otoriter) altını çizmeyi amaçlamaktadır.

KURAMSAL ÇERÇEVE: MEŞRULUĞUN DOLAYLI YOLLARLA KURULMASI VE DENETİMLİ SİYASAL YARIŞMA

Suriye’de gerçekleştirilen yeni parlamento seçimleri, biçimsel olarak demokratik katılım ve temsil unsurlarını içerse de yapısal açıdan otoriter bir yeniden kurulma sürecinin parçası olarak değerlendirilmelidir. Bu süreci anlamlandırmak için üç temel kuramsal kavram çerçevesinde değerlendirme yapılmıştır: uzlaşmacı temsil (consociational representation), kesimsel özerklik (segmental autonomy) ve çoğulcu denge (polyarchic equilibrium).

Consociational Representation (Uzlaşmacı Temsiliyet)

Arend Lijphart’ın geliştirdiği uzlaşmacı demokrasi modeli, derin toplumsal bölünmelere sahip toplumlarda siyasal kararlılığın çoğunlukçu yarışmadan çok elit uzlaşması ve gruplar arası güç paylaşımı yoluyla sağlanabileceğini öne sürer. Suriye bağlamında, etnik ve dinsel çeşitlilik (Sünni, Alevi, Dürzi, Kürt, Hristiyan vb.) kuramsal olarak bu modele uygun bir zemin sunar. Ancak yeni parlamento sistemi, bu çeşitliliği temsil yetenekleri aracılığıyla bütünleştirmek yerine, rejim lehine denetimli bir uzlaşmacılık üzerine yapılandırılmaktadır. Bu nedenle, Suriye’deki model “otoriter uzlaşmacılık” olarak tanımlanabilir: güç paylaşımı görünürde çok aktörlüdür, fakat gerçekte merkezi iktidarın mutlak denetimi altındadır.

Segmental Autonomy (Kesimsel Özerklik)

Lijphart’ın modelinde “segmental autonomy”, her bir toplumsal grubun kendi kimliğini koruyabilmesi ve belirli alanlarda (örneğin eğitim, kültür, yerel yönetim) özerk biçimde karar alabilmesi anlamına gelir. Suriye’nin yeni sistemi bu kavramı biçimsel olarak tanır, ancak uygulamada yerel düzeydeki özerklik talepleri, özellikle Kürt bölgelerinde, güvenlik ve egemenlik gerekçeleriyle merkezi otoritenin vesayeti altında tutulmaktadır. Dolayısıyla bu yapı, gerçek bir segmental özerklikten ziyade “yönetsel farklılaşma içinde siyasal bütünleşme” modeline karşılık gelmektedir. Rejim açısından amaç, farklı kimlikleri tanımaktan çok, onları merkezi denetim altında bütünleştirmektir.

Polyarchic Equilibrium (Çoğulcu Denge)

Robert Dahl’ın “polyarchy” kavramı, demokratik sistemlerin yarışma, katılım ve denetim dengesine dayandığını öne sürer. Bu açıdan değerlendirildiğinde, Suriye’nin yeni sistemi polyarchic equilibrium ilkesini yalnızca simgesel düzeyde taşımaktadır. Seçim süreci, ikinci seçmen aracılığıyla dolaylı temsil görüntüsü verse de karar alma süreçlerinde gerçek yarışma, denetim ve seçenek üretimi bulunmamaktadır. Dolayısıyla sistem, Dahl’ın polyarchy modelindeki “karşılıklı denge” ilkesinden çok “tek merkezli hegemonik denge” anlayışına dayanmaktadır.

Robert Dahl ve Polyarchy Kavramı (1971): Dahl’a göre demokratikleşmenin temel ölçütü iki eksene dayanır: Katılım (participation) ve yarışma (contestation). Suriye’deki kolezyum modeli katılımı biçimsel olarak genişletirken, yarışmayı sınırlı tutan bir sistem kurmaktadır. Halk sürece “dolaylı biçimde” katılmakta ama farklı siyasal aktörlerin serbest yarışması söz konusu değildir. Bu durum, Dahl’ın tanımladığı anlamda “polyarchy” öncesi bir “yarı-demokratik geçiş” evresini temsil eder.

Juan Linz ve Otoriter Rejimler (Authoritarian Regimes) (1975, 2000): Linz’e göre otoriter rejimler, tamamen baskıcı değildir ve belirli ölçüde örgütlü katılım ve kurumsal formalite içerir. Kolezyum sistemi, Linz’in tanımıyla tam da bu tipik ara formdur: “Rejimin denetimi altında, ancak tümüyle kapalı olmayan bir siyasal alan.” Suriye’de bu model, denetimli siyasal yarışmayı meşru göstermek için kullanılan bir araçtır. Linz bunu “sınırlı çoğulculuk” (limited pluralism) olarak adlandırır.

Andreas Schedler ve Seçimli Otoriterlik (Electoral Authoritarianism) (2002, 2006, 2013): Schedler, seçimlerin otoriter rejimlerde “meşruluğun ritüelleştirilmiş biçimi” olduğunu söyler. Suriye’nin bugün uyguladığı ikinci seçmen sistemi tam olarak bu tanıma uygundur. Halk sürece simgesel olarak katılır. Ancak seçim süreci iktidar tarafından önceden kurgulanmış sonuçlara hizmet eder. Böylece rejim, “görünür demokrasi” üzerinden dış dünyaya meşruluk sinyali verir. Bu, Schedler’in kavramsallaştırdığı biçimiyle “electoral authoritarianism” yani seçimsel otoriterliktir.

Kuramsal Sonuç

Bu üç kavram birlikte değerlendirildiğinde, Suriye’nin yeni parlamento sistemi otoriter uzlaşmacılık olarak tanımlanabilir: Consociational representation biçimsel olarak korunmuş, segmental autonomy sınırlı ve denetimli biçimde uygulanmış ve polyarchic equilibrium ise tamamen simgesel düzeyde kalmıştır. Bu çerçevede, ikinci seçmen sistemi demokratik bir katılım aracı olmaktan çok, rejimin meşruluğunun yeniden üretim süreci olarak işlev görmektedir.

BULGULAR

Kelimenin Kökeni

“Kolezyum” İngilizce “collegium” kelimesinden geliyor.  Roma tarzı bir yapıdan çok dolaylı temsil esasına dayalı bir seçim kurulunu ifade ediyor. Bu kavram, özellikle Roma döneminde ‘eşitler kurulu’ anlamında kullanılmış olup çağdaş siyasal sistemlerde dolaylı temsil süreçlerini tanımlamak için yeniden işlevselleştirilmiştir. Bu terim, “electoral collegium” yani “seçici kurul” anlamında kullanılıyor. Türkçedeki en uygun karşılığı “seçici kurul” ya da “dolaylı seçim meclisi” olabilir. Bu sistemde halk doğrudan milletvekili seçmiyor. Önce yerel meclisler veya temsilci gruplar yani kolezyumlar seçiliyor. Bu seçici meclisler de parlamentonun üyelerini belirliyor. Bu model, Esat sonrası dönemde Suriye’de yerel otoritelerin ve aşiretlerin temsilini artırmak amacıyla oluşturulmuş bir ara süreç olarak tanımlanıyor.

Neden bu sistem tercih edildi?

Suriye’de bugün yapılan kolezyum (dolaylı seçim) sisteminin siyasal anlamı aşağıda çözümlenmiştir.

Geçiş dönemi meşruluğunun oluşturulması: Esad rejiminin devrilmesinden sonra ülke henüz tam anlamıyla demokratik kurumlara sahip bulunmamaktadır. Yeni yönetim, doğrudan halk oyuna dayalı bir seçim yerine yerel meclisler ve topluluk temsilcilerinden oluşan “kolezyumlar” aracılığıyla dolaylı seçim yaparak, bir tür denetimli geçiş hedeflemektedir. Bu yöntem, hem ülke genelinde güvenlik risklerini azaltmak hem de farklı etnik ve dinsel grupların temsilini daha dengeli biçimde sağlamak amacıyla tercih edilmiş görünüyor.

Yerel meşruluğun pekiştirilmesi: Kolezyum sistemi, özellikle aşiretlerin, yerel konseylerin ve dinsel azınlıkların sürece katılımını kolaylaştırıyor. Bu, yeni rejimin “merkezi değil yerel meşruluğa dayalı” bir kimlik kurma arayışıyla bağlantılı olarak oluşturulmuş bir sistemdir. Örneğin, Kürt bölgelerinde yerel meclislerin belirleyici rolü artırılmıştır. Ayrıca, Türkmen, Dürzi ve Hristiyan topluluklara kontenjan ayrılmıştır. Bu yönüyle sistem, “uzlaşmacı ya da konsosyasyonel temsil” (consociational representation) [1] anlayışına yaklaşmaktadır. [2] Bu terim, Arend Lijphart’ın (1969, 1977) geliştirdiği “consociational democracy” (uzlaşmacı demokrasi) modelinden gelir. Amaç, derin toplumsal bölünmelere sahip (dinsel, etnik, dilsel, mezhepsel) toplumlarda siyasal istikrarı korumaktır.

Lijphart’a göre, temel ilkeleri geniş bir koalisyon (grand coalition) yani farklı topluluk liderlerinin aynı yürütme organında yer alması göreli temsil (proportionality), kamu görevleri, bütçe, parlamento sandalyeleri gibi alanlarda nüfus oranına göre paylaşım, karşılıklı veto (mutual veto) yetkisi yani bir grubun temel çıkarlarını zedeleyecek kararlar diğerlerinin onayı olmadan alınamaması ve yerel özerklik (segmental autonomy) [3] yani her grubun kültürel ve eğitimsel alanlarda kendi kendini yönetme hakkıdır. Lijphart’a göre, uzlaşmacı demokrasinin temel unsurlarından biri de yerel topluluk özerkliğidir.

Güvenlik ve denetim dengesi: Suriye’nin bazı bölgelerinde güvenlik riski hala yüksektir. Dolayısıyla doğrudan seçim hem teknik olarak zor hem de siyasal olarak riskli görülmektedir. Kolezyumlar aracılığıyla seçim yapmak, rejime yakın aktörlerin daha öngörülebilir bir çerçevede temsil edilmesini sağlayacaktır. Sistem hem katılımı genişletiyor gibi görünürken hem de denetimi merkezde tutmaktadır. Tipik bir geçiş rejimi stratejisidir.

Uluslararası imaj yönetimi: Yeni yönetim, özellikle Türkiye ve Arap Birliği ülkeleriyle kurduğu yakın ilişkiler çerçevesinde “meşru bir geçiş süreci” izlenimi vermek istiyor. Dolaylı seçim modeli, Batı’da demokratik ölçütlerle sınırlı olsa da “otoriter kararlılık” modeline uygun bir geçiş biçimi olarak sunuluyor. Bu, Mısır’ın 2013 sonrası dönemiyle ya da Libya’daki geçiş konseyleriyle benzer bir mantık taşıyor.

Türkiye açısından anlamı: Türkiye, yeni rejimi destekleyen ülkeler arasında olduğu için bu seçim modeli Ankara açısından “denetimli demokratikleşme” sinyali olarak okunuyor. Türkiye, kuzeydeki güvenli bölgelerde seçici kurulların oluşumuna lojistik ve yönetsel destek sağlamıştır. Bu mekanizma sayesinde Türkiye hem rejim üzerindeki etkisini korumakta ve hem de Kürt bölgesinde kararsızlık riskini sınırlamaktadır.

ABD sistemi ile benzerlik ve farklılıklar

Bugünkü Suriye modelinin yapısal temeli ABD’deki “ikinci seçmenler” (electoral college) sistemine oldukça benzemektedir. Ancak aynı amaca hizmet etmemektedir. Aralarındaki benzerlikler ve farklar şöyle özetlenebilir:

ABD’deki “electoral college” sistemi, Dahl’ın poliarşik denge veya daha açıklayıcı biçimde çoğulcu/çok merkezli demokrasi dengesi (polyarchic equilibrium) olarak tanımladığı demokratik dengeye hizmet ederken, Suriye’deki kolezyum sistemi Dahl’ın çizdiği eksende katılımı biçimsel, yarışmayı ise sınırlı tutarak geçişsel otoriterliğe yönelmektedir.

Suriye’deki “kolezyum” sisteminde (2025) halk doğrudan milletvekili seçmemektedir. Yerel meclisler, aşiret konseyleri ve dinsel ve etnik grupların temsilcileri ikinci seçmen işlevi görmektedir. Bu seçici kurullar, parlamentoya girecek milletvekillerini oylamaktadır. Sistem, ulusal birlik, güvenlik ve geçiş dönemi kararlılığı gerekçesiyle kurulmuş durumdadır. Amacı demokratik yarışma değil, katılımı denetim altında tutarak siyasal meşruluk üretmektir.

ABD’deki “electoral college” sisteminde ise halk doğrudan başkan için oy kullanmaz. Eyalet bazında “elector” (ikinci seçmen) seçer. Bu ikinci seçmenler başkanı seçmek için oy verir. Her eyaletin temsil gücü (electoral votes) nüfusuna göre belirlenmiştir. Amaç, federal dengeyi korumak ve küçük eyaletlerin temsilini güvence altına almaktır. Sistem tarihsel olarak temsili demokrasinin bir biçimi olarak tasarlanmıştır.

Benzerliklere gelince… Her iki sistem de “halkın temsilcileri aracılığıyla seçimi” öngörür. Dolaylı meşruluk sağlama temelinde işler. Halk, son karar verici değildir. Ara düzeyde bir seçici kurul (kolezyum/college) son kararı verir.

Farklara gelince… Amaç ve bağlam tümüyle farklıdır. ABD modelinde demokratik dengeyi sağlamak için tasarlanmış bir anayasal sistem söz konusudur. Suriye modelinde ise geçiş döneminin denetimini ve güvenlik merkezli kararlılığı sağlamak için kurulmuş bir geçici mekanizmadır. Dolayısıyla, biçimsel olarak “ikinci seçmen sistemi” olsa da işlevsel olarak otoriter geçişin araçsallaştırılmış bir sürümüdür.

Meşruluk simülasyonu: Bu tür rejimler için seçimler halkın tercihini belirlemekten çok halkın rızasını göstermek içindir. Dolayısıyla kolezyum sistemi, meşruluğu tabandan yukarı değil, merkezden aşağıya doğru inşa eden bir süreç durumuna gelir. Görünürde halk katılımı vardır ama etkisizdir. Sonuç önceden belirlenmiştir ama halk tarafından “meşru” olarak kabul edilir. Bu, “simulated legitimacy” yani taklit edilmiş meşruluk modelidir.

1980 Sonrası Türkiye: Kurucu Meclis Modeli

Türkiye’nin desteklediği yeni Suriye rejimi, bu modeli bölgesel istikrar gerekçesiyle savunmaktadır. Ancak akademik açıdan bakıldığında bu sistem demokratik geçişin kurumsal çerçevesi değil, geçiş otoriterliğinin kurumsal kılıfıdır. “İkinci seçmen sistemi” burada demokratik bir araç değil, geçiş rejiminin kararlılık mekanizması olarak işlev görmektedir.

Suriye sistemi, Türkiye’nin 1980 darbesinden sonra kurduğun sisteme benzemektedir. Gerçekten de Suriye’de bugün uygulanan kolezyum (dolaylı seçim) sistemi, biçimsel ve işlevsel açıdan Türkiye’de 1980 darbesinden sonra oluşturulan Kurucu Meclis modeline dikkat çekici biçimde benzemektedir. Aşağıda bu benzerliği hem yapısal hem işlevsel açıdan açılımı yer almaktadır.

12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından TBMM feshedildi. Yerine “Danışma Meclisi” adı verilen bir organ kuruldu (1981). Üyeler doğrudan halk tarafından değil, askeri yönetim (Milli Güvenlik Konseyi, MGK) tarafından atandı. Amaç, yeni anayasanın hazırlanması ve rejimin yeniden kurulmasıydı. İşlevi demokratik görünüm altında rejimin meşruluğunu yeniden üretmekti. Toplumun farklı kesimlerinden temsili bir görüntü sağlansa da seçim veya siyasal yarışma unsuru yoktu. Danışma Meclisi’nin hazırladığı 1982 Anayasası, halk oylamasına sunularak “onaylı otoriterlik” yaratıldı.

Suriye’nin kolezyum sistemi ise Esad rejiminin devrilmesinin ardından doğrudan seçim yerine “seçici kurullar” oluşturdu. Bu kurullar, yerel meclislerden, aşiret temsilcilerinden ve dinsel gruplardan oluşmaktadır. Parlamentonun üçte ikisi bu kolezyumlarca seçilmektedir. Üçte biri ise geçici cumhurbaşkanı tarafından atanmaktadır. İşlevi halkın katılımını biçimsel olarak sağlamaktır. Ancak gerçek siyasal yarışma dışlanmaktadır. Amaç, rejimi denetim altında tutarak meşruluk üretmektir. Tıpkı 1980 Türkiye’sinde olduğu gibi, yeni anayasal düzenin “güvenli bir zeminde” kurulması hedeflenmektedir.

Türkiye ve Suriye Benzerlikleri

Unsur

Türkiye (1980)

Suriye (2025)

Yönetim biçimi

Askeri vesayet

Geçici sivil-asker karışımı yönetim

Temsil yöntemi

Atanmış üyeler (MGK onayı)

Dolaylı seçilmiş kolezyum temsilcileri

Meşruluk hedefi

1982 Anayasası’nı topluma kabul ettirmek

Yeni siyasal düzeni ulusal ve bölgesel olarak tanıtmak

Katılım düzeyi

Biçimsel, sınırlı

Biçimsel, sınırlı

Gerçek işlev

Rejimin yeniden üretimi

Geçiş rejiminin kontrolü

Sonuç

“Yönlendirilmiş demokrasi”

“Geçiş otoriterliği”

 

Kuramsal Açıdan “Kurucu Otoriterlik” Nedir?

Her iki örnek de “kurucu otoriterlik” (authoritarian constitution-making) tipine girer. Rejim, demokratik kurumları geçici olarak askıya alır. Yeni düzeni “kurucu meclis” benzeri araçlarla oluşturur. Bu süreçte katılım denetlenir ve sonuç önceden belirlenir. Amaç, denetim altında bir yeniden doğuş görüntüsü altında rejimin kalıcılığını sağlamaktır. Dolayısıyla, Suriye’deki bugünkü seçim modeli “kurucu otoriterliğin” çağdaş bir sürümü olarak görülebilir. Biçim olarak “demokratikleşme” ama özünde ise “rejim konsolidasyonu” anlamına gelir. “Elster’in (1995) anayasa yapım süreçlerinde tanımladığı ‘kurucu an’ın otoriter sürümü, yani kurucu otoriterlik, rejimlerin demokratik meşruluk üretmek için katılımı denetimli biçimde yeniden tanımladığı dönemleri ifade eder.

GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ

Suriye’de 2025 yılında uygulanan kolezyum temelli parlamento seçimleri, görünürde demokratik katılımı ve temsil çeşitliliğini artırmayı amaçlıyor gibi görünse de yapısal çözümlemeler bu modelin gerçekte denetimli meşruluk üretimi üzerine kurulu olduğunu göstermektedir. Dolaylı temsil (indirect representation) süreci rejimin siyasal denetimini gevşetmeden meşruluğu yeniden oluşturma stratejisinin bir parçasıdır.

Seçim sisteminin biçimsel olarak “ikinci seçmen” (electoral college) modeline benzemesi, demokratik nitelik taşıdığı anlamına gelmemektedir. ABD’deki sistem, federal denge ve temsil eşitliği ilkelerine dayanırken, Suriye’deki model, “güvenlik” ve “ulusal birlik” gerekçeleriyle merkezileşmiş bir siyasal vesayeti yeniden üretmektedir. Bu nedenle benzerlik yalnızca yüzeysel ve terminolojik düzeydedir.

Suriye örneği, “geçiş dönemli otoriterlik” (transitional authoritarianism) yazının çağdaş bir örneğini oluşturmaktadır. Rejim, seçimsel ritüelleri demokratikleşmenin aracı olarak değil, meşruluğun simgesel yeniden üretim aracı olarak kullanmaktadır. Bu durum, Andreas Schedler’in tanımladığı biçimiyle seçimsel otoriterlik (electoral authoritarianism) modeline tam olarak uymaktadır. Halk sürece biçimsel olarak katılır, ancak sonuçlar önceden belirlenmiştir ve siyasal yarışma aslında ortadan kaldırılmıştır.

Bu sistemin kuramsal çözümlenmesinde üç kavram belirleyici olmuştur: Uzlaşmacı temsil (consociational representation) biçimsel olarak korunmuş, ancak elit düzeyinde rejim yanlısı gruplarla sınırlı tutulmuştur. Kesimsel özerklik (segmental autonomy) ilkesine atıf yapılmış, fakat yerel düzeydeki karar alma süreçleri merkezi denetim altında tutulmuştur. Çoğulcu denge (polyarchic equilibrium) ise tamamen simgesel düzeyde bırakılmış ve siyasal yarışma ve denetim işlevi ortadan kaldırılmıştır.

Dolayısıyla Suriye’deki yeni sistem, Lijphart’ın uzlaşmacı demokrasisinden değil, onun otoriterleştirilmiş bir türevi olan “otoriter uzlaşmacılık” modelinden izler taşımaktadır. Bu modelde toplumsal gruplar arasında görünürde temsil ve katılım sağlanır, ancak karar süreçleri merkezde toplanır. Bu yapı, Linz’in tanımladığı anlamda “sınırlı çoğulculuk” (limited pluralism) ve Dahl’ın “polyarchy” öncesi ara evresine karşılık gelmektedir.

Suriye’nin bugün kullandığı kolezyum modeli, yalnızca yeni bir seçim sistemi değil, aynı zamanda yeni bir rejim mimarisidir. Bu mimari, halkın doğrudan egemenliğine değil, rejimin yukarıdan aşağıya doğru oluşturduğu meşruluk biçimine dayanır. Bu nedenle sistem, demokratik geçişin kurumsal çerçevesi değil, geçiş otoriterliğinin kurumsal kılıfı olarak işlev görmektedir.

Sonuç olarak, 2025 Suriye seçimleri, biçimsel olarak demokratikleşme yönünde bir adım gibi sunulsa da özünde kurucu otoriterliğin çağdaş bir örneğini temsil etmektedir. Bu modelde amaç, siyasal çoğulculuğu kurumsallaştırmak değil onu denetimli biçimde rejimle bütünleştirmektir. Böylece meşruluk tabandan değil, merkezden üretilmekte ve halk katılımı, siyasal içerikten arındırılmış simgesel bir ritüele indirgenmektedir.

Bu yönüyle Suriye örneği, otoriter rejimlerin demokratik formları araçsallaştırarak meşruluk üretme stratejilerinin çağdaş bir laboratuvarı niteliğindedir. Bu sistem, demokratikleşmeye değil, otoriter bütünleşmeye hizmet eden bir siyasal mühendislik ürünüdür.


 

Kaynakça

 

Brownlee, J. (2007). Authoritarianism in an age of democratization. Cambridge University Press.

Dahl, R. A. (1971). Polyarchy: Participation and opposition. Yale University Press.

Diamond, L. (2008). The spirit of democracy: The struggle to build free societies throughout the world. Times Books.

Elster, Jon (1995). “Forces and Mechanisms in the Constitution-Making Process.”

Heydemann, S. (2018). Explaining the Arab authoritarian resilience: Lessons from Syria. Middle East Policy, 25(1), 22–36.

Hinnebusch, R. (2022). Authoritarian upgrading and post-conflict reconstruction in Syria. Mediterranean Politics, 27(3), 421–439.

Levitsky, S., & Way, L. A. (2010). Competitive authoritarianism: Hybrid regimes after the Cold War. Cambridge University Press.

Lijphart, A. (1977). Democracy in plural societies: A comparative exploration. Yale University Press.

Lijphart, A. (1999). Patterns of democracy: Government forms and performance in thirty-six countries. Yale University Press.

Lijphart, A. (1969). “Consociational Democracy.” World Politics, 21(2), 207–225.

Linz, Juan J. (2000). Totalitarian and Authoritarian Regimes.

Norris, P. (2004). Electoral engineering: Voting rules and political behavior. Cambridge University Press.

Perthes, V. (1995). The political economy of Syria under Asad. I.B. Tauris.

Phillips, C. (2016). The battle for Syria: International rivalry in the new Middle East. Yale University Press.

Schedler, A. (2002). The menu of manipulation. Journal of Democracy, 13(2), 36–50.

Schedler, A. (2013). The politics of uncertainty: Sustaining and subverting electoral authoritarianism. Oxford University Press.

Schedler, Andreas (2006). Electoral Authoritarianism: The Dynamics of Unfree Competition.

Wedeen, L. (2019). Authoritarian apprehensions: Ideology, judgment, and mourning in Syria. University of Chicago Press.



[1] 2025’teki kolezyum sisteminde görülen dini ve etnik topluluklara özel kontenjanlar, aşiret temsilcilerinin parlamentoya dolaylı katılımı gibi unsurlar, konsosyasyonel temsil unsurlarına benzerlik taşır. Ancak fark şudur: Bu model Suriye’de demokratik denge sağlamak için değil, rejimsel denetim amacıyla uygulanmaktadır.

[2] Konsosyasyonel temsil farklı toplumsal grupların (örneğin Kürtler, Sünniler, Aleviler, Dürziler, Hristiyanlar vb.) karar alma süreçlerine orantılı, güvenceli ve kurumsallaşmış biçimde katılımını sağlayan bir temsil sistemidir.

[3] Kesitsel özerklik veya daha yaygın biçimde topluluk özerkliği veya grup özerkliği